Pages /KAYNAKLAR

20171213

İlginç bir yazı: 'Ben Atatürk’üm'

Not: Bu yazıyı, sadece yazının sahibinin işaret ettiği bazı önemli konular nedeniyle dikkatinize sunuyorum.
-  Blog Editörü

----

Ben Atatürk’üm


Değerli okurlarım, ...
Eğer Atatürk hayatta olsaydı, bu sloganı kabul etmez, inanıyorum ki, benim ortaya attığım benzetmeyi, o büyük dehasıyla keşfeder, “ben Atatürk’üm” diye meydanları doldurun derdi.

Gelelim benim ne olduğuma: Babamdan bir hücre aldım. Köyde yetiştim, bugünkü, kültür ve eğitim varlığımın içerisinde okuma yazmayı babamdan öğrendim. Babamdan bana karnımı doyurup diplomalarımı alana kadar, maddi yardımları oldu. 1966 yılında ölen babamla hiçbir benzerlik ve de kültürel yapılanmam yok. Beynimde ideolojilerim, amaçlarım, değer yargılarım, ne varsa Atatürk’ün kurduğu düzenden mirastır. Ne diyor, “Ey Türk gençliği Cumhuriyeti size armağan ediyorum. Hepiniz vicdanı hür, aklı hür çağdaşlık yolunda, bilimin ve sanatın rehberliğinde bu ülkeyi size teslim ediyorum.” Yani bir babanın tüm gençliğe çocukları gibi, emanet ettiği bu değerleri yaşıyor ve yaşatıyorsak, Atatürk’ün oğlu değilim ama, ruhunun ve de ideolojilerinin tam bir kopyasıyım. Bu nedenle tekrar ediyorum, ben Atatürk’üm diyorum.


Biraz açalım: Atatürk’ün gençliğini, askerliğini, savaş yıllarını, çektiği çileleri aklımıza getirelim. Savaş bu… Ölüm, yenilgi, bir bakıma Türkiye’nin yok edilmesi, bütün cephelerde çarpışma var. Halk ve askerler yokluk ve zorluk içinde. Atatürk kendi saltanatını düşünmedi. O savaşlarda sanırım 2 saat bile rahat uyku uyumadı. Ülkenin, onca gençlerin yani askerlerin, ölümüne bir kavgasında aralarında bulundu başrol oynadı.

Eğer işgal kuvvetleri gitmeselerdi, özel yetiştirilmiş din bilginleri! ile bu ülke Suudi Arabistan’ı bile aratmayacak bir biçimde, dindar bir kimlikle yaşayıp gidecekti. (Emperyalizmin, din yobazlığı-gericiliği işgal ettiği bölgeleri sömürmek için kullanması gerçeği)


Formül şu: Bizim köyde Yunan askerleri 3 yıl kaldı. Bozgunda yani giderken, yaptıklarını ve rezaletleri düşünmezsek, 3 yıl kimseye en ufak bir zarar vermediler. 2 yumurtanın bile parasını ödediler. Tanık: Annem ve öteki köylüler. Eğer 20-30 yıl kalsalardı, Türkiye’yi özel yetiştirilmiş din bilginlerinin adamlarıyla donatırlar akıl almaz bir biçimde dinsel propagandalar ve dünyada kopuk yorumlarla yaşamın dinamiklerini felç ederlerdi. Ayrıca öteki dünyanın temsilcileri ya da hipnotize edilmiş gibi herkes memnun (ohh ne ala ne ala!...) bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesiyle yaşayıp gidecektik.

Bu söylediklerimden örnekler vereceğim. Türkiye’ye iş için Azerbaycan, Türkmenistan ve o bölgeden gelen insanlarla konuştuğumda, yüzyıla yakın Rusya işgali altındaki bu insanlar o dönemle, bugünü kıyasladıklarında o dönem daha iyiydi diyorlar.

Çünkü yabancılar, özel yaşamlarına karışmıyor kahvehaneler camiiler çalışıyor disiplin sağlanmış kimse kimseye kabadayılık yapamıyor. Ayrıca hiç kimse aç kalmıyor, herkes işinde gücünden tarlasının hayvanlarının başında. Düğününü derneğini yapıyor, horucunu namazını kılıyor, biraz eşelesen dünyadan banane diyor, kendi yaşamının kör kuyusu başında ecelini bekliyor olacaklardı.


Günümüzden bir örnek: Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya kendilerini işgal eden düşmanlarının ülkesine göç ederek, milyonlarca işçi belki karınlarını doyuruyorlar ama toplumsal köleliklerinin de farkında olarak kader deyip yaşayıp diyorlar ve bunlara da şükrediyorlar. (Ben bunları gözlemledim konuştum) Atatürk’ler olmasaydı, daha şimdiden Avrupa ülkelerine göç edenlerinin yanında 5-10 katı insanlarımız o ülkelerde ah vatan vah vatan feryadıyla yaşamlarını sürdüreceklerdi.


Saygılarımla
Dr. Haydar Dümen