Pages /KAYNAKLAR

20251020

📚📖 Trablusgarp Savaşı

 

Balkan 1911'de, İtalyan istilası sırasında, hükümetimiz siyasi tedbirler peşinde iken, bir avuç Türk Zabitinin Mısır'dan takma adlarla yetişerek giriştiği mücadelenin müsbet tesiri taptaze idi. Biz 4 sene evvel dönerken orada bıraktığımız arkadaşlarımız, Şeyh Sunnusi'nin karargâhında idiler. Balkan Harbinin zaruretleri içinde terkettiğimiz Trablusgarb'de Mısır üzerine yapılacak hareketin sağlam mesnedini bulacağımıza inanıyorduk. 

Mısır'dan Trablusgarb'e geçemezdik. Başvurulacak cesur yol, Alman denizaltlarıyla Bingazi sahillerine çıkmaktı. Bu uçsuz-bucaksız kıyıları çok iyi tanıyorduk. Toplantıya katılan Suşon Paşa, Alman Deniz Kuvvetlerinin bu işi başaracağı yolunda teminat verdi. Alman İmparatorunun Şeyh Sunnusi'ye müracaatına, yine müttefikimiz olan Avusturya-Macaristan İmparatorunun katılmasını düşündük. O tarihte Avusturya-Macaristan bugünkü Çekoslavakya'nın tamamına ve Yugoslavya ile Polonya'nın geniş bölgelerine hatta bugün İtalya'nın olan Tiryeste Limanına sahip geniş ve kudretli ülke idi. Başında da o senelerde dünyanın en kıdemli imparatoru olan Fransuva Josef bulunuyordu. 1911'de İtalya Trablusgarb'i işgale başladığı zaman, Akdeniz'deki hakimiyetin Latinlere geçmesinden endişelenen Fransuva-Josef bize yardım etmişti. Şeyh Sunnusi de olayları biliyordu. Şimdi kendisinin de Mısır üzerine yapılacak seferde yardımcı olmasını istemek faydasız olmayacaktı. İki Cermen İmparatorunun yazacakları mekrupların esaslarını, Almanya'da tahsil etmiş ve 1915 başında Erkan ı Harbiye-i Umumiye ikinci reisi olan Hafız Hakkı Paşa hazırladı. 

Hafız İsmail Hakkı Paşa, ikinci meşrutiyet hareketinin ön şahsiyetlerindendir. 

1902 de Harbiye den kurmay yüzbaşılıkla ve sınıfının birincisi olarak çıktı. Manastır ve Selanik'te eşkıya takibinde vazifeli iken İttihad ve Terakki'ye girdi. Bugünkü deyimle "özgeçmişi" çok dolu. Beşinci Sultan Muradın torunlarından Fatma Sultan'la evliydi.  1915'te tümgeneralliğe yükseldi ve Kafkas Cephesine kolordu komutanı oldu. Kolera tutuldu. Vazifesi başından ayrılmadı.  Mezarı Erzurumdadır. 'Şanlı Asker', 'Bozgun', 'Ufûl', 'Yazık Rumeli'ye adlı kitapları basılmıştır. Askerlik Mesleği ile ilgili çevirileri vardır...

İslam dünyasının bize yardımcı olacağını sadece ümit etmiyor, bekliyorduk. Düşmanlarımız,Asya ve Afrika'da İslamların yaşadığı topraklara sahip idiler ve harbi kazanabilmek için bu zengin toprakların hem varlıklarına, hem de oralardaki Müslüman halkın yardımlarına muhtaçtılar. Teşkilat-ı Mahsusa'nın bu diyarlardaki gizli vazifelerinden devamlı bilgi alıyorduk. Zamanlardır istiklâllerini yitirmiş olan baştakiler, çekingen idiler, fakat asıl halk, Hilafet Makamına bağlı ve neticede Türklerin Zaferi kazanacağından ümitli idi. Din Makamlarının büyüğü Şeyhulislamlıkta toplanan tanınmış âlimler, şeriat hükümlerine göre cihad (SAVAŞ) fetvâsı( BUYRULTUSU) hazırlamışlar, Beşinci Sultan Mehmet Reşad da, HALİFE olarak bu fetvâların bütün İslam dünyasına yayılmasını irâde etmişti. Belki garipsenebilir, fakat hakikattir, sayısı on milyonları aşması şarr cihad fetvalarını basacak kudrette ne matbaamız, ne de kâğıdımız vardı. Almanlar da neticeden bizim kadar, hatta bizden çok ümitli idiler. Arapça lehçe olarak çok farklı dildir. Bir Yemenli'nin Mısır Lehçesini anlatması çok zordur. Mağrib dilini de, Suriye'li güç kavrar. Teşkilat-ı Mahsusa olarak bizim benzer amacımız, sadece Arap Dünyasını değil, Rus İstilası altına girmiş ve sayısını 40 Milyon tahmin ettiğimiz Orta Asya'daki Türklerin de ayaklanmalarını sağlamaktı. Nitekim bunun için tarihe BEŞ TÜRKLER olarak geçmiş fedâileri, Hind Hilafet Komitesinin yardımı ile Pamir'i aşırtarak Türk-Anavatına sokmaya muvaffak olduk. Planlarımız arasında, Afganistan üzerine Aşkabâd seferi vardı. Bunu da 1917'de aldık. Fakat hazırlığımız hem  tatminkâr olmamıştı, hem de geç kalmıştık. Bütün bu geniş hareket içinde gayemizi derleyen açıklamalara muhtaç idik ve hepsini, metinler tarafımızdan hazırlanarak Almanya'da bastırdık. Bütün Arap ve Türk lehçelerinden gayrı, hareket sahamıza giren Kafkas dillerinde de hazırlanan cihâd fetvası ile harbi kazandığımız takdirde dünyaya getirilecek hak ve hürriyet düzenini anlatan bildirilerin tam bir koleksiyonu, düşünce ve gayelerimizin sınırını çizen bâkir belge olarak incelemeye değer. 

(Devamı gelecek.. )
Trablusgarb, 1911'de İtalyan'ların saldırısına uğradı. Donanmamız yetersizdi. İkinci Meşrutiyet vatanı dertlendiren binbir olay içinde çaresizdi. Bir avuç genç subay, takma adlarla Mısır Sınırını aşarak Trablusgarb'ın savunmasına koştular. Bunlar arasında daha sonra adları Memleket kaderine  etkin olmuş Enver, Mustafa Kemal gibi kişiler de vardı. İlk grubu da götüren Eşref Sencer Kuşçubaşı idi. İtalyanlar, kuvvetli savaş gemilerinin atış sınırını aşamadılar. Savunma başarı ile sürerken Balkan Harbi patladı😭 Gidenler geri dönmek zorunda kaldı.

Bir sinema romanına mevzu olacak kadar merak ve harekat dolu bu macerâyı, BEŞ TÜRKLER'in başında.Hind yoluyla Pamirleri aşarak Orta Asya'da girmeyi ve burada, Rus çarlığını uzun süre uğraştıranKırgıs- Yedisu İsyanını çıkartan meşhur gerillâcı Selim Sami'nin notlarından derlenmiş Ana Vatan da SON BEŞ Osmanlı Türk'ü adını taşıyan 320 sayfalık eserde sayfa sayfa var. 1962 yılında basılan kitabın mevcudu kalmamıştır. (Cemal Kutay)

1914'te Almanların safında Rus- İngiliz- Fransız - İtalyanlara karşı harbe girmiştik. Padişah 5. Sultan Mehmet Reşad, aynı zamanda İslam dünyasının halifesi, bir başka deyişle dini reisi idi. Şeriat inançlarına göre cihan müslümanlığının Halifenin fetvasını gerek duyarak, gösterdiği yolda savaşması gerekiyordu. "Cihat Fetvaları''nın İslam Ülkelerine erişiririlmesini, ödevleri arasında, böylesine emekler de olan Teşkilat-Mahsusa üzerine aldı, bu arada Alman Denizaltıları ile Libya Kıyılarına gizlice çıkıldı, kıt'anın hem din, hem dünya lideri olan Şeyh Ahmet Sünnusi'nin  Mısır Sınırına yakın Cabub'daki Merkezine gidildi. Olay'ın ibretli tarafı, Osmanlı hey'etinin elinde , Padişahın ferman ve fetvasıyla, Alman İmparatoru İkinci Vİlhelm'in ve Avusturya Macaristan İmparatoru Fransuva Josef'in de Şeyh Sünnûsi'ye kıymetli hediye ve savaş çağrısının bulunması idi. 

Bâkir olayı, bizden çok, Libya'yı bugün idare eden genç kadronun ilgi ile öğrenmesi faydalıdır. Türk Kanı ve emeği, oralarda, bugünkü sahiplerinden az değil.. Türkiye'yi yönetenler için de meçhul olan hakikatler bir bir ortaya çıktıkça, ceddimizi GERÇEK yüzüyle tanıyacağız. Ve geçmişte üzerinde bayrağımızın bu diyarlardan alâka beklemenin HAK olduğunu anlayacağız ve anlatmaya çalışacağız. Başka güven ve onur hissi ile çıkacağız karşılarına..

GARB OCAKLARI adını alan Cezayir-Tunus-Fas ile beraber, #Akdeniz İ Türk Gölü yapan fetihlerin bir halkası olarak.. 

-Devamı gelecek..

Alıntı/Kaynak: Servet Pelin PEREMECİ ♐ #ANDIMIZ
@tunaboyutarihi

📚📖 Câhiz’in “Türklerin Faziletleri” adlı kitabı - Töre bozulunca

 

Töre bozulunca

Câhiz’in “Türklerin Faziletleri” adlı kitabı, sadece bir tarih metni değil; bugün yeniden hatırlamamız gereken bir ahlâk çağrısıdır. Töre bozulunca toplum da bozulur…

Editor: Tarihistan

20 Ekim 2025
Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Türk süvarilerinin disiplinli savaş düzeni

Arap edebiyatının en büyük yazarlarından ve Mu’tezile kelamcılarından biri olan Ebû Osmân Amr b. Bahr b. Mahbûb el-Câhiz el- Kinânî’nin 767-777 yılları arasında Basra’da dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Uzun bir ömür süren Câhiz, Ocak 869 tarihinde Basra’da vefat eder.

Arap düzyazısının ustası

İslâm düşünce tarihinde önemli bir yeri bulunmakla birlikte, onun esas şöhreti yazarlığından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar kendisinden önce bazı isimler bulunsa da Arap düzyazısına mükemmel biçim veren kişinin Câhiz olduğu kabul edilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren ilim öğrenmeye büyük bir arzu duyan Câhiz’in döneminde, büyük bir ticaret merkezi olan Basra’da son derece canlı bir ilim ve kültür hayatı mevcuttur. Hilâfet ve diğer konularla ilgili eserlerinin Halife Me’mûn (786-833) tarafından beğenilmesi üzerine 815 yılı civarında Bağdat’a davet edilir. Bağdat’ta bulunduğu sırada özellikle Aristoteles’ten yapılan tercümelerden faydalandığı anlaşılmaktadır. Câhiz’in en parlak dönemi, 835-847 yılları arasında vezirlik makamında bulunan Muhammed b. Abdülmelik (789-847) zamanına rastlar. Bu dönemdeki eserleri, onun rahat bir hayat sürmesine ve büyük bir itibar kazanmasına vesile olur. Bu süreçte Şam, Humus ve Antakya’yı ziyaret eder.

Açık ifade, anlaşılır dil

Câhiz’e göre kitap, okuyan ve dinleyenlerin kolayca anlayabilmeleri için açık bir dille yazılmalı ve manayı açıklayan gerekli ayrıntılardan yoksun bırakılmamalıdır. Yazar özlü anlatımı tercih ederse, onu yalnızca yüksek kültürlü kişiler anlayabilir. Bu durum da yazarın etki alanını daraltır ve geniş kitlelere ulaşma imkânını kısıtlar. Hem dinî hem de din dışı eserler kaleme alan Câhiz’in, sözlü rivayetlere itibar etmediği; Arap kültürünün yanı sıra eski Hint ve Yunan kültürlerinden de faydalı bulduğu eserleri dindaşlarına öğretmeye çalıştığı bilinmektedir.

Türklerin faziletleri üzerine bir kitap

Câhiz’in çok sayıdaki eserini “Dil ve Edebiyat, Kelâm ve Mezhepler Tarihi, Tarih ve Siyaset, Ahlâk, Sanat ve Ticaret” başlıkları altında toplamak mümkündür. Bu alanların dışında kalan çeşitli konulardaki on üç kitabı ise “Diğer Eserleri” başlığı altında değerlendirilir. Bu grupta yer alan eserlerinden biri de “Feza’ilü’l-Etrâk / Türklerin Fazîletleri” adını taşımaktadır.


“Bir Kavmi ne fazla öv ne de fazla yer”

“Allah razı olsun, yüzünü ak etsin! Bu kitabı Halife Mu‘tasım (ö. 842) devrinde yazdım… Bir kavmin aşırı methedilmesini, bir kavmin fazla yerilmesini istemedim. Zira kitapta bir kavm yerilir, bir kavm fazla methedilirse yalan ve şüphe ona karışır, bozar. Kitap zorlamaya dayanır, sözleri kötü, anlaşılmaz olur.

(…) çoğunluğun iyiliğinden bahsetmek nafile, azınlığın kötülüğünden bahsetmek günahtır… Az farzı yapmak bizim için çok nafileden evlâdır (üstündür).

Herkesin bir eksiği, bir günahı vardır. İnsanlar iyiliklerinin çokluğu, kötülüklerinin azlığıyla üstün olurlar. Az-çok, açık-gizli her iyiliğe sahip olmak, her kötülükten uzak olmak mümkün değildir.” (s. 94-95)

“Bir Türk başlı başına bir millettir”

Câhiz sözlerine 

“Bundan böyle Türkler hakkında bize ulaşan sözlerden bahsedelim.” 

diyerek devam eder. 

Halife Me’mûn’un kumandanlarından Humeyd b. Abdurrahman er-Tûsi

Türklerin özelliklerini beş bölümde değerlendirir: 

“Bir gün savaşmak zorunda kalırsam Türklerle savaşmak istemem, çünkü onların savaşçı özellikleri tamdır… Türk atına geri dönmemeye alıştırmışlardır.” (s. 98)

“Türkler, süvarilerine iki üç yay, kiriş taşımayı öğretirler. Türk saldırırsa yanında muhtaç olduğu her şey, silahı, hayvanı, hayvana ait eşyası bulunur. Yürümeye, uzun yolculuk yapmaya, uzun gece yolculuğuna, ülkeleri dolaşmaya gelince bu konularda Türk’e hayret edilir.” (s. 99)

“Türk, çoban, seyis, at eğiticisi, cambaz, baytar, süvaridir. Bir Türk başlı başına bir millettir.”
(s. 100)

Vatan sevgisi ve dürüstlük

Kitabın bir başka bölümünde ise bu kez Câhiz, şahsî düşüncelerini ifade eder:

“Türkler yaltaklanma, övgü, nifak, koğuculuk (dedikodu), yapmacık, gıybet, riya, dostlara iyilik için israf bilmezler. Arkadaşlarına zulmetmez, bid‘at nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır, başkalarının malını hile ile helâl saymazlar. Onların tek ayıbı, kusuru vatanlarını sevmeleri, yağma ve talana düşkünlükleri, âdetlerine aşırı bağlılıklarıdır. Ayrıca aralarında zaferlerinin sevincinden, sıklığından, ganimetin tadından, çokluğundan, bozkırlardaki eğlencelerinden bahsederler. Uzun müddet aylak gezerek kahramanlıklarının kaybolmasını, enerjilerinin zamanla sönmesini istemezler. Bir şeyin ustası uzun müddet ondan uzaklaşmak istemez, bir şeyi sevmeyen ondan kaçar. Türkler, bütün Acemler içinde vatanlarını en çok özleyen kişilerdir. Zira terkiplerinde, bünyelerinin karışımında (salgılarında) vatanlarının, sularının etkisi, başkalarında olmayan arkadaş sevgisi vardır.

(…) Allah yeryüzüne ne kadar özellik vermişse, Türklerin ülkesinde toplamıştır. Onlar bir yere göçerse, ‘Biz onları tam şekilde meydana getirdik’ (Kamer, 49) ayetindeki gibi olurlar.” (s. 108)

Çalışmak ve azim üzerine

Câhiz, kitabının ilerleyen bölümlerinde bize örnek olması gereken bazı sözlere de yer verir: 

“Gevşeklik, rahatı sevmek zorluğa sebep olur… Kimin beyni yazın güneşte kaynarsa kışın tenceresi ateşte kaynar… Ben dünya işlerinin hepsini başkasının yapmasını istemem… Acizliğin bende âdet hâline gelmesinden korkarım.” (s. 110)

Milletlerin maharetleri üzerine

Sonrasında milletlere göre bir değerlendirme yapar: 

“Çinlilerin sanatlarda, Yunanlıların felsefede ve edebiyatta, Arapların bahsedeceğimiz şeylerde, Farsların siyasette, Türklerin harpte gösterdikleri mahareti gösteremez.” (s. 110-111)

“Harp yapanın mutlaka bilim, ilim, ihtiyat, azim sahibi, sabırlı, sır saklayan, kültürlü bir kişi olması, bütün işlerinin nasıl başarıya ulaşacağını bilmesi gerekir.” (s. 113)

“Türkler size dokunmadıkça onlarla iyi geçinin”

Bir hadiste, 

“Türkler size dokunmadıkça onlarla iyi geçinin” denmektedir. Bu hadis, bütün Araplara bir tavsiyedir. Zira doğru olan, onlarla sulh ve sükûn içinde yaşamaktır. “Zülkarneyn’in dokunmadığı bir kavmi ne zannediyorsunuz? Onlar için ‘Onlara dokunmayın!’ dedi. Böylece Türk adını aldılar. Zülkarneyn bu sözü dünyayı zorla ve savaşla fethettikten sonra söylemiştir.” (s. 115)

Türk Hakanı ile Cüneyd b. Abdurrahman

Bir gün Türk Hakanı, Horasan Valisi Cüneyd b. Abdurrahman (ö. 734) ile karşı karşıya gelir. Hakan’ın azameti ve ordusunun büyüklüğü Cüneyd’i korkutur. Durumun farkına varan Hakan, ona bir elçi gönderip şöyle der: 

“Ben sana kötülük yapmak için burada durmuyorum. Benden korkma. Sana galip gelmek, kötülük yapmak istesem, ordunu düşünmeden dağıtır, süpürürüm… Sana ihtiyaç duyduğum bazı şeyleri soracağım… Sen muhafızlarınla gel, ben yalnız geleyim.” (s. 116)

İkisi, saflarından ayrılarak iki ordunun ortasında bir yerde buluşurlar. Hakan, Cüneyd’e bir dizi soru sorar ve aldığı cevaplardan memnun olur. Sonrasında Cüneyd b. Abdurrahman karşılıklı konuşmayı özetleyerek şöyle der: 

“Siz, hükümlerinizi akla göre, düşünceye göre düzenleyen bir kavimsiniz. Biz ise Peygamberlere tabi olan, bunun kulların menfaatine daha uygun olduğunu düşünen bir kavimiz. Zira, Allah işlerin görülmeyen gizli taraflarını, gerçeğini, sonucunu daha iyi bilir. İnsanlar ise işlerin zahirine (görünüşüne) göre ihtiyat gösterirler. Nice kusur yapıp selâmete eren, ihtiyat gösterip felâkete düşen vardır.” (s. 118)

Bilgeliğin sessizliği

Bu sözlerin ardından Türk Hakanı

“Sen bundan daha değerli söz söylemedin kalbime büyük düşünce attın.” diyerek cevap verir. Cüneyd b. Abdurrahman ise daha sonraki bir konuşmasında şöyle söyler: “Bu Hakan’dan daha mükemmel, insaflı, anlayışlı, zeki bir kişi görmedim. Gündüz üç saat atlarımızın üzerinde durduk. Dilinden başka yeri kıpırdamadı. Ben de başka bir yerimi kıpırdatmadım.” (s. 118)

Buna karşın bu buluşmaya şahit olan bir kişi olayı daha farklı anlatır: “Hakan daha ağırbaşlı, daha edepliydi. Kisrâ’nın ise atı ağırbaşlı, edepliydi. Hakan’ın sadece dili hareket etti. Atı bazen bir ayağını kaldırıp diğeri üzerine basıyordu. Kisrâ’nın atı ise heykel gibiydi. Kendisi başını hareket ettiriyor, eliyle işaret ediyordu.” (s. 118)

1200 yıl sonra aynı soru

Câhiz’in bu kitabı 800’lü yılların ilk yarısında kaleme aldığı bilinmektedir. Yazım tarihinden günümüze bin iki yüz yıl geçmiş. Bunca zaman önce Türklerde bulunduğunu söylediği faziletlerin acaba ne kadarını bugün muhafaza etmekteyiz? Toplumu oluşturan bireylerin kaçı yaltaklanma, nifak, dedikodu, gıybet ve riyadan uzak durabiliyor? Acaba Cüneyd b. Aburrahman’ın sözünü ettiği dönemde kullandığımız aklımızı bugün yeterince kullanmaktan mı uzaklaştık?

Bilge Kağan’ın uyarısı

Câhiz’in kitabını yazdığı tarihten takriben yüz yıl önce, Bilge Kağan Orhun Anıtı’nda ulusuna şöyle seslenir: “Türk Oğuz beyleri, işitin!

Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir?”

Töre kaybolursa toplum bozulur

Bilge Kağan’ın da belirttiği gibi, önemli olan törenin bozulmamasıdır. Türkçede “Töre”, bir toplumda yazılı olmayan, gelenekleşmiş kanun ve kuralları ifade eder. Özellikle halk dilinde 'hukuk' veya 'yargı' anlamlarında da kullanılır. Törenin bozulması, toplumda karmaşaya yol açar, hukukun üstünlüğü zedelenir. Günümüzde ise neredeyse uymak zorunda olduğumuz hiçbir töre kalmamış gibidir. Toplumsal yaşamın devamı için gerekli hemen her şeyi hukuk yoluyla çözmeye çalışıyoruz. Ancak hukukun yavaş işlemesi ve törenin yokluğu birleşince bu durum toplumsal kaosa neden olmaktadır.

Töre, okulda verilen eğitimle kazanılmaz; küçük yaşta evimizde aldığımız terbiyeyle kök salan bir değerdir. Bu eğitimi veren de annelerdir.

Câhız, (Çev. Ramazan Şeşen), Türklerin Faziletleri, İstanbul, 2022.

Kaynak: 18 Ekim 2025,https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/sinan-genim/tore-bozulunca-7466209#google_vignette

Alıntı: https://www.tarihistan.org/tore-bozulunca/29693

 


🎞️🗣️🎙️Köy Enstitüleri 🇹🇷Türkiye'ye ne kazandırdı? Neden kapandı? | Prof. Dr. Hakkı Uyar anlattı

 

Prof. Dr. Hakkı Uyar:

''.... Köy Enstitüleri yakın dönem Türkiye tarihinin bence en önemli hatta dünya tarihi açısından da bakarsak en önemli eğitim kurumlarından bir tanesi. Birinci ayağı, üretim meselesi köylüyü üretime döndürebilmek. Üretim...  modern çağdaş bir üretim yapabilmesini, modern tarım tekniklerini öğrenebilmesine imkan sağlamak için kurulan kurumlardan bir tanesi. Ama  topyekün modernleşme hareketinin cumhuriyetinin ya da çağdaşlaşma hareketinin bir parçası...''


🎞️🗣️🎙️"🇹🇷Köy Enstitülerini CHP Kapattı" | İlber Ortaylı 

🎞️ 17 Nisan 🇹🇷Türk ve 🌍 dünya eğitim tarihinde izler bırakan Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 82. Yıldönümünü (2022)



17 Nisan (2022), Türk ve dünya eğitim tarihinde izler bırakan köy enstitülerinin kuruluşunun 82. Yıldönümünü . 
Cumhuriyetimizin Aydın Fabrikası olan köy enstitüleri
14 yıl açık kalmış olmasına rağmen Türkiye’ye sayısız miras bıraktı. 
Başta Köy Enstitüleri’nin mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere tüm Köy Enstitüleri aydınlarımızı saygıyla anıyoruz.

🎞️🎥 🇹🇷📖 Köy Enstitüleri - Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç

 


Köy Enstitüleri Hasan Ali Yücel – İsmail Hakkı Tonguç Parkı törenle açıldı
18 Mart 2024

Köy Enstitüleri Hasan Ali Yücel – İsmail Hakkı Tonguç Parkı’nın açılışını Büyükçekmece 
......

 ‘’Gazi Mustafa Kemal Atatürk, müthiş bir dehayla Köy Enstitülerini kurdu’’

Köy Enstitüleri Hasan Ali Yücel – İsmail Hakkı Tonguç Parkı’nın açılış töreninde konuşma yapan Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cehalete karşı başlattığı mücadelede Türk insanına muasır medeniyetin kapılarını açan Köy Enstitülerini müthiş bir dehayla kurduğunu ifade ederek şöyle açıklama yaptı: 
‘’Burada geçmişte kalan dev bir zihniyetin temsilcilerinin ebedileştirildiği Köy Enstitüleri Hasan Ali Yücel – İsmail Hakkı Tonguç Parkı’nı açıyoruz. 3 okul aynı kampüste olduğu için yüzlerce öğretmen ve 2 bine yakın öğrenci bu kampüste olduğu için bilerek getirdik, buraya koyduk. Ana fikir Gazi Mustafa Kemal Atatürk 18 Mart 1915’te başlatmış olduğu mücadeleyi 30 Ağustos 1922’de büyük mücadeleyle bitirdikten sonra ilk 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ediyor. Ettikten sonra diyor ki: ‘’Bu Cumhuriyet bir ışık ister. Işık öğretmendir. Öğretmen Anadolu’yu aydınlatacak ve cehaletten çıkartıp Batıya doğru bu toplumun yönlendirilmesi, ülkenin geleceğinin hazırlanması, bu milletin geleceğe taşınması bakımından fenerlere ihtiyaç vardı. Lambalara ihtiyaç vardı. Mumlara ihtiyaç vardı. Bunların yetiştirilmesi için de okula ihtiyaç vardı.’’ Köy Enstitülerinin ana fikri budur. Cumhuriyetin aydınlatılması gerekiyordu. Cumhuriyet kurulduğunda bu ülkede okur- yazar oranı yüzde 3. Kadınlarda yüzde1 bile yoktu. Verilen rakamların hiçbiri doğru değildir. Cehalet diz boyu. Öyle bir dönemde Cumhuriyeti kurduktan sonra hatta İstiklal Savaşı devam ederken hem ticaret hem de eğitime büyük değer verdiğini toplanan şûralarda ortaya koyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, müthiş bir dehayla, müthiş bir atılımla Köy Enstitülerini kuruyor. Anadolu’dan başlayarak Trakya’ya kadar o öğretmenler birer ışık oluyor ve Anadolu’yu baştan aşağı aydınlatmaya başlıyorlar. Köy Enstitülerinden çıkan bir öğretmen, her şeyi onlardan öğrendik. Köy Enstitüleri bu ülkeyi bugün Almanya yapacaktı. Köy Enstitüleri bu ülkeyi en azından bugün Fransa, İtalya seviyesine getirecekti ama emperyalizm devreye girerek ‘’Bu okulların kapatılması gerekiyor’’ dediler ve bu okulları bu ülkeyi yönetenlere kapattırdılar. Bunu hiç kimse unutmasın. Köy Enstitülerinin kurucuları, fikir babası Gazi Mustafa Kemal Atatürk ....''

🎞️ 🎥 "Yücel'in Çiçekleri" Belgesel Filmi - Hasan Ali Yücel & İsmail Hakkı Tonguç 



🎞️ 🎥 İsmail Hakkı Tonguç & Hasan Ali Yücel Köy Enstitüleri Belgeseli 


📸🗄️Nostaljik Fotoğraflar: İzmir hatıraları...

 




Alıntı: Bir İzmir Hayali  @fotoizmir