çalıntı tarihi eser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çalıntı tarihi eser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20250414

📖 Mustafa Kemal Atatürk’ün Gizemli Silahı

Dünyaca ünlü Christie’s müzayede (açık artırma) evinin Londra şubesinde, 26 Eylül 2012’de yapılan “Antik Silahlar Müzayedesi’nde” 1922-1928 döneminin Arjantin Cumhurbaşkanı Marcelo Torcuato de Alvear, Atatürk ile doğrudan tanışmamış da olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlamak için Atatürk’e hediye etmek üzere hazırlattığı tabanca 20 ile 24 bin sterline alıcı bulması için satışa sunulmuştu.

60’a yakın katılımcı arasından tabancanın 20 bin sterline alıcısı; bu tabancayı alabilmek adına açık artırmaya kabul edilmek için çaba gösteren, Hollanda’dan İngiltere’ye müzayededen 3 gün önce giden, açık artırmaya katılan tek Türk olup şu an 40 yıla yakındır Hollanda’da yaşayan Kırklareli Vize’li iş adamı Bülent Türker olmuştu.

Döneminin önemli siyasi liderlerine hediye ettiği silahlarla bilinen Arjantin Cumhurbaşkanı Alvear’ın  Atatürk’e verilmek üzere hazırlattığı  33418 seri numaralı FN Herstal (Avrupa’nın en büyük silah üreticisi) firması üretimi “Browning” marka 1910 Belçika yapımı tabancanın üzerinde, namlu kapağının üst kısmında Cumhuriyetin ilanı olan ‘29-OCT-1923’ tarihi, namlu takımının sol üst kısmında “MARCELLO TORCUATO DE ALVEAR” sağ kısımda ile yine altın harflerle ‘GENERAL MUSTAPHA KEMAL’ “yazıyor.

Bülent Türker’in açıklamalarına göre Tabanca Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlamak için yaptırılmış. Kendi yaptığı araştırmalarda tabancanın 2. Dünya Savaşı’nda çalındığı, çeşitli ülkelerde 5-6 el değiştirip kendisinden önce Şili’de bir koleksiyoncuda 22 yıl kaldığı bilgisine ulaşmıştır. Son olarak 2012’de Londra’da açık artırmaya çıkarıldığı haberini alınca alıcı olmuş ve tabancanın 7’nci sahibi olduğunu düşünüyor.

Tabanca yakın geçmişte bir Christie’s temsilcisi tarafından Şili’nin başkenti Santiago’da bir koleksiyonda bulunmuş. Bu koleksiyona 1990 yılında dahil olmadan önce Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te bir ailede bulunan tabanca, onlara da 1960 yılında Arjantinli Alvear ailesi tarafından verilmiş.

2012 yılı müzayede evi silah uzmanı Howard Dixon  açıklamaları  tabancanın 1960 yılı öncesi yolculuğuna ışık tutacak belgenin olmadığını, ailede kuşaktan kuşağa anlatılan söylentilerin tabancanın İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Türkiye’den Arjantin’e geri gönderildiği yönünde.

Mustafa Kemal Atatürk için özel yapılmış olmasına rağmen bu tabancanın neden Türkiye’de olmadığına dair kesin bir belge bulunmuyor ve tabancanın Atatürk’ün eline geçip geçmediği tam olarak bilinmemekte.

Tabancanın üretiminden bugüne kadarki sürece bir göz atacak olursak:

1924 yılından tabancanın 22-23 yıllık kayıp süreçten tekrar ortaya çıkma tarihine (1946-47) kadar geçen sürede hiç bir iz yok.

1946-47 yılında tabanca tekrar Arjantin’de De Alvear ailesine ulaşıyor. (Tabanca tekrar satın alınmış olabilir. 22-23 yıllık sürede kayıp iken Türkiye’ye ulaşmış olma ihtimali yüksek olan tabanca Türkiye’den tekrar nasıl ne şekilde çıkarıldığına dair bir elge henüz yok.)

De Alvear ailesine tekrar geçen tabanca 13-14 yıllık süreçte 1960 yılına kadar Arjantin’de bu ailede kalıyor.

Tabanca 1960  yılında Arjantin’de De Alvear ailesi tarafından Pedro Nazar Anchorena ve ailesine hediye ediliyor.

1960-1990 30 yıllık süreçte tabanca Pedro Nazar Anchorena ailesinde bulunuyor , 1990 yılında tabanca bu aile tarafından Şili’li bir koleksiyonere satılıyor.Aileden kim tarafından tabancanın satıldığı bilinmiyor.

1990-2012 22 yıl boyunca tabanca Santiago’da oturan Şili’li koleksiyonerde bulunuyor. 2012 yılına gelindiğinde tabanca Londra Chrites müzesinde müzayede edilmesi için gönderiliyor.

26 Eylül 2012’de Londra’da müzayedeye katılan gurbetçimiz Bülent Türker tarafından tabanca 20.000 Sterline satın alınıyor.

2012-2019 tabanca hala Hollanda’da Bülent Türker’de bulunmakta. 7 yıldır Tabancayı ait olduğu yere getirmek için çabalıyor.


Alıntı / Kaynak: https://tdefenceagency.com/mustafa-kemal-ataturkun-gizemli-silahi/

20200428

✍️ Sürgündeki Eserler - Tülin Uygur



Berlin’in Müzeler Ada’sındayım. Burada en ünlüsü Pergamon olmak üzere beş büyük müze var. Almanlar kendilerine ait olmayan, elde edilmiş eserlerle giderdikleri kültürel açlıklarını Berlin’de, sürgünde, beğeniye sunuyorlar. Buyurun gezelim.

TÜLİN UYGUR

Pergamon’un önünde koca panolarla duyurulan “müze onarımda” yazısına rağmen kuyruktaki insanları görünce hemen içeri giriyorum. Zeus sunağının olduğu salonun yeniden düzenleneceğini ve genişletileceğini, bizim Bergama tapınağı için arka sokakta özel bir müze açıldığını öğreniyorum. Belli ki depolar daha dolu, yeni eklemelerle o muhteşem tapınağı yeni bir sunuma hazırlıyorlar. Minareye kılıf hazırlanıyor. 

Hemen “Panorama” sergisine koşuyorum. Burası Pergamon’daki onarım süresince kullanılmak üzere yapılmış yeni bir bina. Dışardan bakınca ortada bir silo gibi bir silindir var. Önce Zeus sunağının iç kısmında yer alan, antik Pergamon (Bergama) şehrinin kurucusu Telephos’un hayatını anlatan orijinal frizleri (kabartmalar) geziyorum. Sunağın terasındaki kadın heykelleri, kral büstleri, dansçılar da tüm ihtişamlarıyla burada. 2000 yıl önce yapılmış büyüleyici güzellikteki heykelleri yakından incelemek mümkün. Zeus sunağının, Olimpos tanrılarıyla devlerin savaşını gösteren dış cephe frizleri ise dijital teknolojiyle sunuluyor, aslı Pergamon müzesinde onarımdan etkilenmesin diye dikkatlice korunmaya alınmış. Daha sonra 36 metre çapında, 32,5 metre yüksekliğinde ve çevresi 113 metre olan dev metal silindirin içine giriyorum.



SİLİNDİRDE BERGAMA 


Burası bir sergi salonu. Resimlerle, ışık ve ses oyunlarıyla Bergama Akropolü, tapınak ve şehir 2000 yıl önceki haliyle öyle müthiş bir şekilde canlandırılmış ki adeta bir zaman yolculuğuna çıkıyorum. Silindirin çeperindeki 3120 metrekarelik alan, yani ortada durduğunuzda etrafınızdaki 360 derecelik alan, 3 boyutlu olarak resimlenmiş. 35 ayrı şerit olarak polyestere basılmış ve birleştirilmiş resimler, İran asıllı ünlü sanatçı Yadegar Asisi’ye ait. 104 x30 metrelik bu dev eseri silindire asmak için dağcılar getirilmiş. Almanlar ellerindeki antik çağın baş yapıtının değerini öyle biliyor ki hiçbir masraftan kaçınmamışlar. Silindirin tam ortasında bu müthiş eseri farklı yüksekliklerde izlemeyi sağlayan bir merdiven ve 3 ayrı seyir terası yapılmış. Şehri, doğayı, insanları izleyerek merdivenleri tırmandıkça tapınağa yaklaşılıyor. 

Gün doğarken horoz sesleri ve kuş cıvıltılarıyla birlikte yavaş yavaş uyanıyor Bergama şehri. Konuşmalar, su şırıltısı, müzik, hayvan sesleri derken gün batıyor, insan sesleri giderek azalıyor. Ara sıra duyulan baykuş sesleri dışında vadiye derin bir sessizlik ve karanlık çöküyor. Duvardaki resimler öylesine canlı, sahneler öylesine gerçek ki hangi detaya bakacağımı şaşırıyorum. Nehirde yıkananlar, çamaşır yıkayanlar, çocuğunu emziren kadınlar, bir köşede şarap içenler, kale duvarının kuytu bir köşesinde sevgililer, meydanda etleri kesen kasap, filozoflar, kumarbazlar, karanlık tipler, tarlalarda çalışanlar ve tabii hayvanlar. Bir şehir yaşantısında aklınıza ne gelirse hepsi orada. Her katta gördüğüm detaylar farklılaşıyor, en üst kata 15 metreye çıkınca sanki Zeus sunağının içinde gibiyim ve artık Bergamalıyım. Bir köşeye de ben ilişmek istiyorum ama Pergamon’a dönmeden kazıları anlatan fotoğrafları görmeliyim.

HIRSIZLIĞIN İLANI

Kazıların nasıl yapıldığını anlatan fotoğraflara bakıyorum. Carl Humann nasıl da mutlu pozlar vermiş! Bergama-Dikili yol yapımı için 1864’te işe alınan, Osmanlı memuru Alman mühendis Humann! Veremden kurtulmak için geldiği Sisam adasında “Hera” tapınağını kazan Alman’dan işi öğrenmiş. Bu yüzden yol kazarken ne çıkardıysa toplamış. Yetmemiş, dağı bayırı gezip bulduğu her şeyi depolamış. Kazmayı vurunca tarih fışkıran topraklarımız olduğunu hemen anlamış. Öyle bir dönemden bahsediyoruz ki tercümanından konsolosuna, devlet memurundan Osmanlı’nın kendi elçisine kadar ortalık hain ve çıkar peşinde koşanlarla dolu. Kim neyi kaparsa onun oluyor! 

Humann 1864’ten ilk resmi iznin alındığı 1878 yılına kadar tam 14 yıl boyunca izinsiz olarak Bergama Kalesini, Akropol’ü kazmış, ne bulduysa hemen Berlin’e göndermiş! Hatta göndermediklerini de Almanların İzmir konsolosunun evinde depolamış. 1878’de onları da İzmir’den gemiyle göndermiş. Resmi izni aldıktan sonra Bergama Kalesine ilk(!) kazmasını Kayzer Wilhelm II adına vurmuş. Tabii resmen izin demek, çıkan malların paylaşımı demek o zamanki yasaya göre. Ama paylaşmak isteyen kim, Almanlar hepsini götürmek istiyorlar. Sonunda anlaşmışlar. 1878-1879’da 20 bin mark karşılığında Osmanlı hükümeti Bergama Kalesinden çıkanların hepsinin Berlin’e taşınmasına izin vermiş. Pergamon müzesindekiler parayla satın alındı diyenler var, hatta yazmışlar eserlerin altına, peki 14 yıl boyunca çalınanlar nerede? Sadece Bergama’dan değil tüm Anadolu ve Ortadoğu’dan çalınan eserler var. Belli ki dönemin yeni emperyalist yıldızı Almanlar, tıpkı Fransızların Louvre, İngilizlerin Britanya Müzesi gibi çoğu çalınarak edinilmiş bir kültür tarihi müzesine sahip olmanın çaresini Osmanlı topraklarını talan etmekte bulmuşlar. Çalıntı eserlerin hepsi geri verilmeli ! 

PERGAMON MÜZESİ


Şimdiki 3 kanatlı bina 1930 yılında açılmış. Aynı çatı altında “Antik Eserler Koleksiyonu”, “Ön Asya Müzesi” ve “İslam Eserleri Müzesi” barınıyor. Burada 6000 yıllık eşsiz benzersiz nice kültür hazineleri sergileniyor. Almanlar kendilerine ait olmayan, elde edilmiş eserlerle giderdikleri kültürel açlıklarını Berlin’de, sürgünde, beğeniye sunuyorlar. Buyurun gezelim. 

İŞTAR KAPISI

Pergamon Müzesi’nin Zeus Sunağı’ndan sonraki zenginliklerinden biri de ünlü “İştar Kapısı”. İştar bir tanrıça. Afrodit, İnanna gibi aşk ve güzellik tanrıçası ama biraz daha fazlası. İştar orduların koruyucusu, kandan korkmuyor, bu yüzden simgesi de aslan. Hitit saldırılarıyla yıkılan Babil medeniyetinin yerine yaklaşık bin yıl sonra kurulan yeni Babil hükümdarlığında, kral II. Nebukadnezar tarafından M.Ö 575 yılında, eski görkemli günleri yaşatmak adına, şehre arka arkaya iki girişi olan bir kapı ve bir de tören yolu yapılır. Kapılar, korkuyla karışık sevgi ve saygıyı göstermesi için, tanrıça İştar’a adanır, Tören yolunun iki yanı birer ayağını kaldırmış aslan heykelleriyle donatılır, düşmanlara korku salsın, dostlara güven versin diye. Fırat nehrinden alınan topraklar pişirilir, suyun rengi verilir. 12 metreden yüksek dev kapılar turkuaz-su yeşili sırlı tuğlalarla bezenir. Üzeri kahverengi ve sarı tonlarında boğa, muşuşu ve çiçek kabartmalarıyla süslenir. Boğa, fırtına ve bereket tanrısı Adad’ın kutsal hayvan. Ejderha kafalı, kartal gibi arka ayakları, aslan gibi ön ayakları, yılan gibi kuyruğu olan muşuşu ise Babil’in baş tanrısı Marduk’un kutsal hayvanı. İştar kapısı bereketli Mezopotamya medeniyetine ve oradan da dünyaya açılan bir kapı olur. Şehre dışardan gelen bu muhteşem kapıları ve Babil kulesini görür. 

Alman arkeologlar Bağdat civarındaki kazılarına 1899 yılında başlar. Toprak altından çıkardıkları kapı dahil çoğu yıpranmamış parçalar numaralanıp, sandıklara doldurulur. I. Dünya Savaşı başlayınca kazılara ara verilir. İngilizler bölgeye el koyar ama Almanlar can düşmanlarıyla anlaşarak çıkardıkları her şeyi Berlin’e taşırlar. Savaş bittiğinde Osmanlı gibi Almanlar da biter. Bu defa Amerikalılar ve İtalyanlar yağmaya başlar. Asur ve Mezopotamya medeniyetlerinden kalan ne bulurlarsa yükler, sürgüne gönderirler. Hatta Almanların sandıkları yüklediği bir gemiye Portekizliler bile el koyuverir. Sanki yağma Hasan’ın böreği! 


İştar kapısı yıllar sonra, 1980’de Saddam Hüseyin tarafından yeniden canlandırılır. Kapının aslının olduğu yere de “çalınmadan önce burada böyle bir dünya harikası vardı” tabelası asılır. Hatırlayın Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin önünde en çok poz verdiği yer, sahte İştar kapısıydı. Amerikalılar antik kent alanına askeri üs kurarak Asur medeniyetlerden geri kalan her şeye büyük zarar verdiler, dünyanın gözünün önünde Bağdat müzelerini yağmaladılar, o zamanki Savunma Bakanı Rumsfeldt “olur böyle şeyler” dedi. 

MİLET KAPISI


İşte eşsiz bir eser daha! 12 İon kent devletinin en ünlüsü Milet’te, M.S. II. yüzyılda İmparator Hadrian zamanında inşa edilmiş mermer kapının önündeyim. Bu kapının tam adı “Milet Güney Agora Kuzey Kapısı”. Vatanı Aydın ilimizin, Söke ilçesinin Balat köyü. 16 metre yüksekliğinde ve 30 metre genişliğinde ve 1600 ton ağırlığında bir kapı. İki katlı ve üç girişi olan bu kapı Efes’teki Celsus kütüphanesini andırıyor. Alman arkeolog Theodor Wiegand tarafından 1896’da bulunmuş ve Osmanlı yöneticilerine önemsiz denilerek 1903 yılında Berlin’e kaçırılmış. Sadece kapı değil kaçırılan, bir de Miletli bir zenginin evinin tabanında bulunan Kalliope’nin oğlu ozan Orpheus’a adanmış mozaik yer döşemesi var. Kapının karşısında yerde sergileniyor. 


ABDÜLHAMİT’İN HEDİYESİ 


Mşatta Sarayı Ürdün’de Amman’ın güneyinde Emeviler tarafından 8. yüzyılda yapıldığı kabul edilen bir çöl sarayı. Zengin taş oymalarla bezenmiş olan sarayın güneye bakan ana cephesinde, tam 47 metre uzunluğunda ve 5 metre yüksekliğinde, asmalar, aslanlar ve kuşlarla süslü bir giriş vardı. Padişah II. Abdülhamit, 1903 yılında, bu saray girişini Kayzer II. Wilhelm’e hediye etmiş, Almanya’ya göndermiş. Evini soyan hırsıza “soyarken çok yoruldun, bu da benden sana hediye” demiş! Halbuki müthiş bir maden bulduklarının farkında olan Almanlar, Konya-Bağdat Demiryolu imtiyazını aldıklarında “Bağdat Demiryolu Kumpanyası” kurmuşlar. Hemen anlaşmaya hat boyunca arkeolojik eserler aramak, kazı yapmak, devlete ait toprakların mülkiyetini imtiyaz sahiplerine (kumpanyaya) bedelsiz devretmek gibi önemli maddeleri de ekleyivermişler. Davul çalarak yapacakları talanı resmi hale getirmişler ama gözler kör, kulaklar sağır olmuş!!!


HALEP ODASI


Şimdi Halep’te zengin bir tüccara ait 1601 yılında yapılmış evin bir odasındayım. Oda, tek tek sanatçılar tarafından işlenmiş ve boyanmış ahşap kaplamalarla bezenmiş. 2.60 metre yüksekliğinde 35 metre uzunluğunda bir sanat eseri. Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürüne ait desenler, insan, hayvan, çiçek resimleri ve mısralar. Oda 1912 yılında Friedrich Sarre tarafından Halep’ten sökülmüş, Berlin’e getirilmiş. Sarre bir gezgin, arkeolog ve sanat tarihçi sonra profesör de olmuş. Zeus sunağını soyan Humann’ı örnek alarak başlamış işe Sarre. Ön Asya, Mezopotamya ve İran’da kazılar yapmış. Abbasi halifeliğinin merkezi Samarra şehrini talan etmiş. 

1907’de yerinden sökülerek götürülen Konya Beyhekim Camii Mihrabı ve “altın kadar değerli” diyerek sunulan çiniler, halılar, kilimler, Hitit, Urartu, Asur’dan binlerce kültür hazinesi, hepsi Pergamon’da. Büyükelçisinden, yol mühendisine, profesörüne, müze yöneticisine, misyonerine kadar batılılar kültür hazinelerini talan etmeyi iş ve alışkanlık edinmiş. Peki ev sahibinin hiç mi suçu yok? Olmaz mı? Tam da bu yüzden yerlisi yabancısı halen kültür hazinelerimizi talan etmeye devam ediyor.

Alıntı/ Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/almanya-nin-kalbi-berlin-de-2-gun-pergamon-bergama-muzesi-206700#3

20191125

Çin'in Türkiye'deki iki kültür varlığı iade edildi

AA |  25 Kasım 2019 Pazartesi - 22:12 | Son Güncelleme : 25 11 2019 - 22:12
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir İngiliz vatandaşı tarafından gönüllü olarak Fethiye Müzesi'ne verilen Çin Halk Cumhuriyeti'ne ait iki kültür varlığını törenle teslim etti.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Çin'in Ankara Büyükelçisi  Deng Li'nin katılımlarıyla Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde eserlerin iadesi  dolayısıyla tören düzenlendi.

Ersoy, burada yaptığı konuşmada, kültür varlıklarının, geçmişi  aydınlatan, taşıdıkları sanatsal değerin yanı sıra bilim hayatına da katkıları  olan büyük eserler olduğunu söyledi.

Kültür varlıklarının, bilimsel ve sanatsal açıdan tüm insanlığın ortak  değerleri olarak düşünülmesi gerektiğini belirten Ersoy, bu eserlerin  mülkiyetinin devletlere ait olduğunu ve eserlerin mülkiyet hakkına karşı  gelinmesinin hem hukuk hem de etik dışı bulduğunu ifade etti.

Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti'nin birçok alanda işbirliği yaptığına  işaret eden Ersoy, kültür varlıklarının korunması ve kaçakçılığının önlenmesinin  de bu alanlardan biri olduğuna dikkati çekti.

Ersoy, 
"Her iki ülke de kültür varlıklarının kanunsuz ithalinin,  ihracının ve mülkiyet transferinin önlenmesiyle ilgili alınacak tedbirlere  ilişkin 1970'de UNESCO sözleşmesine taraftır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti ile Çin  Halk Cumhuriyeti arasında 2009'da kültür varlığı kaçakçılığının önlenmesi için  ikili anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmanın 10'uncu yılına denk gelen ve bugün hep  birlikte olmamıza vesile olan konu ise hepimiz için mutluluk kaynağıdır."  
ifadesini kullandı.

Yabancı uyruklu bir kişinin iki kültür varlığını Fethiye Müzesi'ne  getirerek bunların vefat etmeden önce Fethiye'de yaşayan annesinin evinde  olduğunu ve annesinin diğer eşyalar ile kendi ülkesine götürülmesini istediğini  aktardı. Ersoy, şöyle devam etti:
"Yapılan incelemede söz konusu eserlerin Çin kültürüne ait olduğuna  ilişkin oluşan kanaatimiz sonucunda, kültür varlığı talanından çok muzdarip olmuş  bir ülke olmanın sorumluluğu ile Dışişleri Bakanlığımız kanalıyla Çin Halk  Cumhuriyeti yetkililerine, eserlerin fotoğrafları iletilerek, bunların yasal  olarak edinilmesinin mümkün olup olmadığı sorulmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti  yetkilileri eserlerden biri olan freskin, milattan sonra 618-907 yılları arasında  varlık göstermiş olan Tang Hanedanlığı'na, heykelciğin ise milattan sonra 557-618  yılları arasında hüküm sürmüş olan Sui Hanedanlığı'na ait olduğu bilgisini  bilimsel raporlarla ülkemize sunmuşlardır. Bunun üzerine, Bakanlığımızca eseri  elinde bulunduran kişi ile irtibata geçilerek, konunun ulusal ve uluslararası  boyutu açıklanmış ve bu eserlerin Çin Halk Cumhuriyeti’ne teslim edilmesi için  Bakanlığımıza emanet edilmesi önerilmiştir."
Bakan Ersoy, eserleri iade eden kişinin isminin gizli kalmasını  istediğini, sürecin başından sonuna dek hep iyi niyetle hareket ettiğini ve  hiçbir ülkenin kültür varlığının yağmalanmasına vesile olmak istemediğini ve  gönüllülük esasına dayanarak eserleri Çin Halk Cumhuriyeti'ne devretmeyi kabul  ettiğini belirtti.

Türkiye'de arkeolojik eserlerin satışının, yeri bilinip de haber  verilmemesinin ve izinsiz bulundurulmasının kanunen yasak olduğunun altını çizen  Ersoy, olayların ciddi cezalar ile yaptırıma bağlandığını kaydetti.

"Her eser kendi vatanında anlamlıdır"

Arkeolojik eserlerin satışlarının yasak olmadığı ülkelerde kültür  varlığı satın alınmak isteniyorsa özellikle arkeolojik eserler açısından çok  titiz davranılması gerektiğine işaret eden Ersoy, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir eserin, köken ülkesinden yasal olarak çıktığından emin değilsek,  bu eserleri satın alarak, arkeolojik alanların talan edilmesine cesaret  vereceğini ve uluslararası terörizmin finansmanına katkı sağlayacağını aklımızda  tutmamız gerekiyor. Çin Halk Cumhuriyeti'nin yasaları da bu konuda ülkemiz  yasaları gibi oldukça açık, kültür varlıklarının ülke dışına çıkarılmasına  müsaade etmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Türkiye'de olduğu gibi kültür  varlıklarının devlet malı olduğu Çin Halk Cumhuriyeti'ne, kanunsuz şekilde  yerlerinden edilmiş bu eserlerin iadesini gerçekleştirmekten büyük mutluluk  duyuyorum. Her eser kendi vatanında, ait olduğu yerde güzel, orada anlamlıdır. Bu  bizim kültürel varlıkların özüne olan saygımız, yaklaşım felsefemizdir."
Bakan Ersoy, Büyükelçi Deng Li'ye, Dışişleri Bakanlığına, Fethiye  Müzesi Müdürlüğüne ve iade yönünde verdiği etik karardan dolayı eseri elinde  bulunduran İngiliz aileye teşekkürlerini sundu.

Bakan Ersoy, Türkiye'den yurt dışına çok sayıda eserin götürüldüğünü,  tespit ettikleri andan itibaren çok sıkı takibe aldıklarını hem diplomatik hem de  hukuki süreçleri maliyeti ne olursa olsun sürdürdüklerini anlattı.

Ersoy, "2020 yılında Bakanlığımızın Kaçakçılıkla Mücadele Bölümünü  daire başkanlığı haline getiriyoruz. Uzman sayısını en az iki katı kadar  artıracağız. Türkiye'den izinsiz yurt dışına götürülen eserlerin takibini daha  sıkı yapacağız." dedi.

Türkiye'ye teşekkür

Büyükelçi Deng Li ise Çin ve Türkiye'nin kültür varlıklarının  korunması konusunda uzun yıllardan beri iş birliği yürüttüğünü aktardı.

Çin'e teslim edilen kültür varlıklarının Türkiye ile Çin arasındaki  başarılı iş birliğinin işareti olduğuna dikkati çeken Büyükelçi Li, "Türkiye'ye  eserlerimizin ülkemize iadesi konusundaki özverili çalışmaları için teşekkür  ederim." diye konuştu.

Konuşmaların ardından Bakan Ersoy ve Büyükelçi Li eserlerin iade  protokolünü imzaladı.

Fethiye Müzesi Müdürlüğünden bir süre önce Anadolu Medeniyetleri  Müzesine nakledilen eserler de burada müze uzmanları tarafından özel kutuya  konularak Çin Halk Cumhuriyeti'ne gönderildi.

Alıntı/Kaynak: http://www.gazetevatan.com/cin-in-turkiye-deki-iki-kultur-varligi-iade-edildi-1287053-gundem/

20190629

Eski eser diye Osmanlı'da petrol aramışlar


Eski eser diye Osmanlı'da petrol aramışlar

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Güven Dinç, bazı batılı ülkelerin Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde Ortadoğu'da petrol arama çalışmalarını gizlemek için arkeolojik araştırmalar adı altında faaliyet yürüttüklerini belirtti.

Dinç, "19. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nde eski eser anlayışının doğuşu ve bu alanda uygulanan politikalar" konulu Fatma Şimşek ile yürüttüğü çalışmalar kapsamında çok ilginç bilgilere ulaştıklarını söyledi.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yaptıkları kapsamlı incelemede o dönemde eski eserlere ilginin ve çalışmaların ortaya çıkarıldığını anlatan Dinç, Osmanlı Devleti'nin kendine özgü eski eseri tanımlama ve değerlendirme biçimi bulunduğunu kaydetti.


İNGİLİZ VE ALMANLARIN GİZLİ AMAÇLARI

Dinç, araştırmaları sırasında Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarlarını korumak için her türlü yola başvurduklarını gördüklerini dile getirerek, şöyle konuştu:

"Bu devletler, genellikle asıl amaçlarını perdeleyen görüntüler sergileyerek faaliyetlerini yürütüyordu. İngiltere ve Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerin özellikle Musul ve Kerkük bölgelerinde petrol arama çalışmalarını gizlemek amacıyla arkeolojik araştırmalar adı altında Osmanlı Devleti'nden aldıkları izin belgelerine ulaştık. Yani amaçlarını gizlemek için kullandıkları önemli unsurlardan biri, eski eser araştırmaları adı altında izin almaktı.

İngiliz ve Alman araştırmacılar, eski eser arama bahanesiyle özellikle Musul ve Bağdat bölgelerinde petrol arama faaliyetleri yapıyordu. Dönemin Padişahı Abdülhamit, bu devletlerin asıl niyetlerinin petrol aramak olduğunu sonradan fark ederek gerekli tedbirleri aldı. Abdülhamit, dost ve müttefik olarak gördüğü Almanların bu tavrı karşısında şaşkınlığa uğramış, ayrıca kendisi de eski eserlerden ziyade petrole önem verdiğini göstermiştir."

NİZANNAME İSTİSMAR EDİLDİ

Yrd. Doç. Dr. Dinç, Osmanlı Devleti'nde eski eserler konusunda ilk bilinçli uygulamaların ancak Tanzimat sonrası görüldüğünü, eskiye duyulan ilginin eski eserlerin sanatsal, ekonomik, kullanım değerlerine veya dini kökenli korku saygı gibi faktörlere dayandığını kaydetti.

Eski eserler bakımından oldukça zengin olan Osmanlı coğrafyasının hem hukuki eksiklikler hem de yöneticilerin ve halkın bu konuda yeterli bilince sahip olmamasından dolayı talan edilmeye müsait bir durumda bulunduğunu ifade eden Dinç, Tanzimat döneminde Ali Paşa tarafından yayımlanan Müze ve ilk Asar-i Atika Nizamnamesi ile kazı izinleri belirli bir düzene oturtularak eski eser kaçakçılığının önlenmeye çalışıldığını ancak görevlilerin keyfi davranışları, büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’daki elçilerin yaptıkları baskılar sonucunda nizamnamenin zaman zaman istismar edildiğini vurguladı.


OSMANLI DAVA AÇMIŞTI

Osman Hamdi Bey'in Müze-i Hümayun Müdürlüğünü atanmasıyla bu alanda yeni düzenlemeler yapıldığını ve devletin eski eserler üzerinde mülkiyet hakkı ve korumacılığının güçlendirildiğini belirten Dinç, "Yabancı araştırmacıların suistimallerinde akla gelen ilk isim Heinrich Schliemann'dı.

Schliemann'ın suistimalleri bilindiğinden çalışmaları esnasında yanında bir gözetmen memur bulundurulmasına özen gösteriliyordu ama yaptığı kazıların sürekli takip edilebilmesi de mümkün değildi.

Schliemann, Truva bölgesindeki kazılarda bulduğu eserleri ülke dışına çıkarmıştı. Truva hazinesini İngiltere’ye götürmesi nedeniyle Osmanlı Devleti kendisine dava açmıştı" dedi.

Alıntı/Kaynak: https://sondevir.gaste24.com/hayat/eski-eser-diye-osmanlida-petrol-aramislar-h260634.html


T.C. BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ

Arşiv, Osmanlı Tarihi araştırmaları bakımından dünyanın en zengin arşivi olma özelliği taşımaktadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1922 yılına kadar olan dönemini kapsamaktadır. Sayısı 95 milyonu bulan Osmanlıca belgeye sahiptir. Sahip olduğu içerik ile ilgili detaylı bir inceleme için arşive ait internet sitesinde yayınlanmakta olan Osmanlı Arşivi Rehberi’ne buradan bakılabilir.

I. Dünya Savaşı kapsamında incelenebilecek Osmanlı Dönemi Fonları ise şu şekilde sıralanabilir:

Alıntı/Kaynak: http://www.cihanharbi.com/t-c-basbakanlik-osmanli-arsivi/

20190219

Ankara'da Osmanlı dönemine ait 'gökküre' ele geçirildi

Ankara'da Osmanlı dönemine ait 'gökküre' ele geçirildi

Ankara'da polisin düzenlediği operasyonda, Osmanlı dönemine ait olduğu tespit edilen ve kehanet öğrenmek için kullanıldığı belirtilen 'gökküre' ele geçirildi. Operasyonda gözaltına alınan A.K.'nın 'gökküre'yi 1 milyon dolara satışa çıkardığı öğrenildi.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakcılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı istihbari çalışma sonucu, A.K. isimli şüphelinin evinde sakladığı tarihi eserleri satmaya çalıştığı tespit edildi. Bunun üzerine harekete geçen ekipler, A.K.'nın evine operasyon düzenledi. Evde yapılan aramada, Osmanlı dönemine ait olduğu belirtilen, üzerinde insan ve hayvan figürleri bulunan ve çeşitli dillerde yazıların yer aldığı 'gökküre' ile 28 adet sikke ele geçirildi. Olayla ilgili gözaltına alınan A.K.'nın 'gökküre'yi 1 milyon dolara satışa çıkardığı öğrenildi. Şüpheli A.K., emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Alıntı/Kaynak. https://www.dha.com.tr/yurt/ankarada-osmanli-donemine-ait-gokkure-ele-gecirildi/haber-1627503

Kayseri'de 13'üncü yüzyıla ait 5 milyon TL değerinde Hz. İsa tablosu ele geçirildi




Kayseri'de, polisin plazadaki iş yerine düzenlediği operasyonda, 13'üncü yüzyıla ait 5 milyon TL değerinde olan Hz. İsa'nın çarmıha gerilişinin resmedildiği tarihi tablo ele geçirildi. İş yeri sahibi gözaltına alındı. 

İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, ihbar üzerine gayrimenkul ile uğraşan M.N.T.'nin plazadaki iş yerine baskın düzenledi. Yapılan aramada Hz. İsa'nın çarmıha gerilişi ve onu izleyen 2 erkek ve kadının resmedildiği üzerinde Latince ve İbranice yazılar yer alan tablo bulundu. 13'üncü yüzyıla ait olduğu öğrenilen ve 5 milyon TL değerinde olduğu belirtilen tarihi eser niteliğindeki tabloya el konulurken, iş yeri sahibi M.N.T. gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.



20190121

İngiltere'de müzede bindiği yanlış asansör tarihi aydınlattı



İngiltere'nin başkenti Londra'da Victoria and Albert Müzesi'nde yanlış bindiği asansörle tarihi çinilerin bulunduğu depoya inen öğretim görevlisi Hayal Güleç, buradaki 44 eserin, Türkiye'deki tarihi yapılardan götürüldüğünü arşiv belgeleriyle tespit etti. 

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Öğretim Görevlisi Hayal Güleç, İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan Victoria and Albert Müzesi'nde yanlış asansöre bindi. Asansör, Güleç'i müzenin depolarına indirdi. Binlerce çini parçasını depoda gören Güleç, bunları incelemek için müze yetkililerinden izin istedi. İlk etapta izin alamayan Güleç, Türkiye'ye döndükten sonra da müzeyle yazışmalarını sürdürdü. 16'ncı yüzyıl çinilerini kendisine tez konusu seçen Güleç'in ısrarlı çabası sonucu müze, inceleme için izin verdi. Üniversiteden ödenek almadan iki farklı dönemde İngiltere'ye giden Hayal Güleç, tarihe ışık tutacak bilgilere ulaştı.

 
 

44 ESER TÜRKİYE TOPRAKLARINDAN

Hayal Güleç, 16'ncı yüzyıla ait, daha önce sergilenmemiş, depoda tutulan ve arşiv belgeleri olan çinileri inceledi. Depodaki Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait 67 çininin fotoğraflarını çekip bunları incelemeye alan Güleç, Türkiye topraklarında bulunan tarihi eserlerden sökülmüş 44 çiniyi arşiv belgeleriyle tespit etti.

FRANSA'DAN RESTORASYON İÇİN GETİRİLEN UZMAN GÖTÜRMÜŞ

Hayal Güleç'i ve bilim dünyasını en çok şaşırtan da Fransızca bir mektup oldu. Müze deposunda eserlerin geçmişini anlatan mektubu SDÜ'de danışman hocası Doç. Dr. Süreyya Eroğlu ile inceleyen Güleç, mektubun Bursa'da 1855 yılında meydana gelen deprem sonrası Bursa Yeşil Cami ve türbesinde oluşan hasarı onarması için 1863 yılında Ahmet Vefik Paşa tarafından görevlendirilen Fransız restorasyon uzmanı Leon Parville ile bağlantısını tespit etti.

 

MEKTUP, ESERLERİN GÖTÜRÜLDÜĞÜNÜ BELGELEDİ

Hayal Güleç, Parville'nin restorasyon işleri bittikten sonra bazı Osmanlı aydınlarında şüphe oluştuğuna yönelik bilgilerin var olduğunu söyledi. 1923 yılında Ahmet Haşim'in Parville'nin çinilerin bir kısmını götürdüğüne dair bir yazı yazdığını dile getiren Güleç, ancak bunu o dönem ispatlamanın mümkün olmadığını kaydetti. Mektubun arşiv belgelerinden çıkması ve tercüme edildikten sonra bu şüphelerin ortadan kalktığını kaydeden Güleç, “Fransızca mektubun Leon Parville'nin oğlu tarafından müzeye yazıldığı anlaşıldı. Babasının Asya topraklarından getirdiği bazı çinileri, özel oryantalist parçaları müzeye satmak istediğine yönelik bir belge olduğunu gördük. Belgenin devamında 67 parça çininin müzeye satıldığını fark ettik. Mektup, üzerinde durulan ama ispatlanamayan bir konuyu ispatlama şansı verdi" dedi.

TÜRKİYE'NİN FARKLI TARİHİ YAPILARININ ÇİNİLERİ MÜZEDE

Hayal Güleç, Parville'nin götürdüğü çiniler dışında, Topkapı Sarayı, Yeni Cami, Diyarbakır Sahabeler Türbesi'nden ve 16'ncı yüzyıl dönemine ait 4 camiden, Ermeni Katolik kilisesinden, Takkeci İbrahim Ağa Camisi'nden çinilerin de birbirinden farklı kişiler tarafından müzeye satıldığını gösteren arşiv belgeleri bulunduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kendisini çağırıp araştırması hakkında bilgi aldığını dile getiren Güleç, bakanlığın, çalışmasından sonra çinilerden haberdar olduğunu vurguladı.

20181206

Louvre Müzesi'ndeki 'Bergama Küpü'

LOUVRE MÜZESİ'nde bir küp var. "BERGAMA KÜPÜ" olarak bilinen bu küp, Milattan Sonra 2. Yüzyıl Roma Dönemi eseridir. Şimdi bu küpün ilginç hikayesi

15. Yüzyılın başları, 2. Murat'ın padişah olduğu dönem. Bergama'da Mahmut isminde bir çiftçi tarlasını sürerken 3 büyük küp bulur. küplerin içi altın doludur. Bu küplerin devlete ait olduğunu düşünür ve yetkililere haber verir. küpler çiftçiden alınarak Bursa'ya götürülür.

Padişah 2 Murat durumdan haberdar olur ve çiftçinin bu davranışı hoşuna gider, çiftçiyi ödüllendirmek ister. Bunun üzerine altın dolu 3 küpten birini çiftçiye verir. Fakat çiftçi altınları kabul etmez, lakin küplerden birini alır.

2. Murat'ta bunun üzerine çiftçiyi Paşa yapar. küplerden ikisi bursa'da kalır, bir küpü alan Paşa köyüne döner. Bulunan 3 küp de mermerdir. 2 tanesi düz mermer olup bir tanesinde kabartmalıdır. Mahmut Paşa kabartmalı olan küpü alır, diğer düz mermer olan 2 küp Bursa'da kalır...

Tabi bizim gariban çiftçi Paşa olduktan sonra zenginleşir. Onun çocukları Bergama'da bir hamam açarlar. Açtıkları hamamın girişine de bu küpü koyarlar. O zamandan sonra bu hamam artık "Küplü Hamam" olarak anılır.

20181129

🇹🇷 Türklerin Tarihi'nden

Alt ortadaki kaya kabartmasını -ki anımsadığım kadarıyla Balıkesir'de ve kesin olarak da Batı illerimizden birindeydi- birkaç yıl önce kazıyıp yok ettiler.
Gazi Şimşek

20180723

İzmir'de bir konağın ardından.

Bir konağın ardından.
19 yüzyılın sonlarında yaklaşık bir dönüm arazi içerisinde Pazaryeri Mahallesi'nde inşa edilmiş, cümle kapısı, ayyıldız işli, bahçeli, havuzlu, ahşap panjurlu, vitraylı, tavanlarında özgün kalem işleri olan, Osmanzade (Kapani) konağının müştemilatında kalan bekçinin ayrılmasından sonra bina çöküşe geçti. Önce şömineleri çalındı arkasından, definecilerin talanına uğradı, mermer zemininde bulunan yıldız motifler, define işareti sayılıp metrelerce kazıldı oda döşemeleri kırıldı… Yatak odasından gizli bir merdivenle çıkılan Cihannüması çökertildi, bina şimdi enkaz halinde… Bu tarihi İzmir konağı yönetmeliklerde yazıldığı gibi “sanat, mimari, tarihi, estetik, mahalli, nadirlik, malzeme, yapım bakımından özellikleri olmasına rağmen korunamadı… İzmir’de ikinci bir örneği olmayan içimizi acıtan tescilli Konağın kurtuluşu için Vali, Kaymakam, Belediye başkanları, sivil toplum kuruluşları, oda başkanları parlamenterler ve ilgili kurumların kapısı az çalınmadı... 
Fotoğraf :Atilla Özdemir

20180320

🏛 Tarihi Eserler: Herakles Lahidi artık Antalya Müzesinde sergileniyor (2017)



'HERAKLES LAHİDİ' ARTIK ANTALYA MÜZESİNDE SERGİLENİYOR

Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş: “Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak ilgili bütün birimlerimizle yıllardır bir hafiye gibi çalışarak, Türkiye’den kaçırılan eserlerin peşinde koşuyoruz.”

Bakan Numan Kurtulmuş: “Yeni kapıları tıklayacağız ve yeniden güçlenmekte olan Türkiye turizminin 2014-2015’ler seviyesine, hatta daha ileriye gitmesine gayret sarf edeceğiz.”

Bakan Kurtulmuş: “Antalya’da yeni bir müzenin kurulması için çalışmalar zaten belli bir seviyede. Bunun güzel, geniş bir alanda inşa edilmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”



Türkiye’den yaklaşık 50 yıl önce kaçırılarak İsviçre gümrüğünde ele geçirilen ‘Herakles Lahidi’ artık Antalya Müzesinde sergileniyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin Cenevre’den teslim alarak yurda getirdiği lahit, Bakan Numan Kurtulmuş tarafından ziyarete açıldı.

Herakles Lahidi’nin, Perge’deki tarihi alandan, 1960’larda kaçırılarak yurt dışına götürüldüğünü dile getiren Bakan Numan Kurtulmuş, lahidin Türkiye topraklarından kaçırılmış binlerce, belki de daha fazla sayıda eserden sadece birisi olduğuna vurgu yaptı.

Herakles Lahidi’nin, Antalya Müzesindeki açılış töreninde bir konuşma yapan Bakan Numan Kurtulmuş, Batı’da sergilenen bu eserlerin çok az bir kısmının yasal yollarla gittiğine işaret ederek, önemli bir kısmının yasa dışı şekilde kaçırılmış olabileceğini söyledi.

 

Eserlerin Peşinden Hafiye Gibi Koşuyoruz

Herhangi bir eseri bulunduğu doğal yerinden almanın, ne şekilde olursa olsun, asla hoş görülemeyeceğini, asla meşru sayılamayacağını kaydeden Bakan Kurtulmuş şunları söyledi:

“Bugün Batılı birçok müzede sergilenen o eserlerin anında ilgili ülkesine geri gönderilmesi, çalındığı ya da alındığı yerlere geri döndürülmesi insanlığın bir gereğidir.

Ancak bunlar kolay olmuyor. Birleşmiş Milletler’in, UNESCO’nun 1970’te imzalamış olduğu ‘Kültürel Varlıkların Korunmasına İlişkin Anlaşma’ çerçevesinde, çok yoğun uğraşlar sonucu gerçekleşiyor.

Tabiri caiz ise biz Türkiye olarak, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak ilgili bütün birimlerimizle yıllardır bir hafiye gibi çalışarak, Türkiye’den kaçırılan eserlerin peşinde koşuyoruz.

Bugün itibariyle, 15 ülkeden 57’ye yakın tespit edilmiş eserle ilgili süreçler, yazışmalar devam ediyor. Bunların içerisinde, Louvre Müzesi’nde sergilenen eserlerde dâhil olmak üzere, peşinde olduğumuz eserler var. İnşallah bunları da alacağız. Gayret ediyoruz.

Basın mensuplarımız da hem Türkiye kamuoyunun ilgisinin artırılması hem de uluslararası camiada Türkiye’nin kültürel, tarihi zenginliğinin bir kere daha hatırlatılması bakımından önemli bir fonksiyon icra ediyorlar.”

Algı Operasyonlarına Rağmen Yürüyüşümüze Hızla Devam Ediyoruz

Herakles Lahidi’nin, Türkiye’den 1960 yılında kaçırılarak, 2011 yılında İsviçre’de bulunduğunu dile getiren Bakan Kurtulmuş, 2011 yılından itibaren yapılan müzakereler, görüşmeler sonucunda Türkiye’nin hukuk alanında bütün tezlerini ortaya koyduğunu ve bu lahdin Perge’ye ait olduğunu ispatlayarak, bu eserin buraya getirildiğini söyledi. Süreçlerde emeği geçen herkese teşekkür eden Bakan Kurtulmuş, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Türkiye, Allah’ın bize lütfettiği gerçekten engin kültür, tarih ve medeniyet hazinesi olan bir yerdir. Dünyanın en zengin toprakları üzerinde oturuyoruz. Belki altınımız, petrolümüz, doğalgazımız, başka tabi zenginliklerimiz yok; ama Allah’a çok şükür her yerinden tarih, kültür fışkıran, İslam öncesi ve İslam sonrası medeniyetlere ait olan dünya çapında, eşsiz eserlerin sahibiyiz. Bunların farkında olacağız, bunları gün yüzüne çıkarmaya devam edeceğiz ve inşallah Türkiye’nin bu kültürel zenginliği, Türkiye markasının tanıtılması noktasında da bizim için en büyük gücü teşkil edecek.”

Özellikle son yıllarda Türkiye üzerinde bir takım algı operasyonları oluşturulduğuna vurgu yapan Bakan Numan Kurtulmuş, bunların hiçbirisinin tesadüfen olan şeyler olmadığını belirterek, “Bir karanlık odada yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve özellikle bunların somuta indirgenmiş şekli olarak Türkiye düşmanlığı planlı bir şekilde körükleniyor. Bir turizm, kültür ve tarih kenti olan Antalyamız özellikle geçtiğimiz yıl bu algı operasyonlarından olumsuz etkilenen illerimizden birisiydi. Bu alandaki gelişmeler Türkiye’nin turizmine, Türkiye’nin marka değeri olarak daha fazla güçlenmesine hiç şüphesiz olumsuz etkilerde bulunuyor. Bizim üzerimize düşen turizmi ve kültürü birer yumuşak güç unsuru olarak kullanarak, Türkiye’nin çok daha iyi tanıtılması, Türkiye’nin engin kültürünün, engin tarihi yapısının çok daha güzel bir şekilde dünyaya tanıtılmasını sağlamaktır. Bu çerçevede her gün hedeflerimizi daha da hızlı bir şekilde belirliyor, yürüyüşümüzü çok daha hızlı bir şekilde gerçekleştiriyoruz.” dedi.

Yeni Kapıları Tıklayacağız

Türkiye’nin turizmini 2104-2015’ler seviyesine, hatta daha ileriye taşımak üzere gayret sarf ettiklerini dile getiren Bakan Numan Kurtulmuş, Uzak Asya’nın kapısını bu çerçevede yeniden çalmaya başladıklarını söyledi.

Türkiye’de turizm ve kültürün birbirinden farklı ama ilişkili iki alan olduğunu belirten Bakan Kurtulmuş, ülkemizin zenginliğini artıracak unsurlar olarak bunlardan istifade edileceğini söyleyerek, şunları kaydetti:

“Turizm ve kültürü her alanda çeşitlendirerek, güçlendirerek yolumuza devam edeceğiz. Turizmin hem alan hem pazar çeşitlendirmesini yapacağız. Yeni kapıları tıklayacağız ve yeniden güçlenmekte olan Türkiye turizminin 2014-2015’ler seviyesine hatta daha ileriye gitmesine gayret sarf edeceğiz.

Uzak Asya’nın kapısını bu çerçevede çalmaya başladık. Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere Uzak Doğu Asya’daki dostlarımızın Türkiye’yi daha fazla ziyaret etmelerini sağlamak için seferberlik ilan ettik.”


Hedefimiz, 50 Milyon Turist 50 Milyar Dolar Gelir

İstanbul’a bugüne kadar 680 bin Alman turistin geldiği belirten Bakan Numan Kurtulmuş, negatif kampanyalara rağmen Avrupa’nın bu algı operasyonundan olumsuz etkilenmediğini dile getirdi.

Bakan Kurtulmuş şunları söyledi:

“Ayrıca, Avrupa’daki dostlarımızın artan bu negatif kampanyalara rağmen Türkiye algısının olumsuz etkinlenmediğini görmek de sevindiricidir. Alman seçimleri dolayısıyla Almanya’da neredeyse her gün Türkiye aleyhine bir çuval laf söyleniyor ama Alman turistlerin buna rağmen Türkiye’yi ziyaret etmekten vazgeçmedikleri de ortadadır.

Sadece bugüne kadar İstanbul’a 680 bin Alman turist ziyarete gelmiştir. Dolayısıyla bu olumsuz algıların süratle giderilmeye çalışıldığını görüyoruz. Sadece Antalya için söylemek gerekirse, şimdiye kadar 8 milyon 300 bin civarında turist geldi. Rakamlar böyle giderse bu yıl 10 milyonu aşacağız inşallah. Türkiye’de de 30 milyonu aşacağız ve böylece turizmde yeniden toparlanmayı başarmış olacağız. Hedefimiz 50 milyon turist, 50 milyar dolar turizm geliridir. Bunun için doğal güzelliklerimiz olduğu kadar, kültürel zenginliğimiz, tarihi derinliğimiz de önemlidir.

Yeni Antalya Müzesi İçin Çalışmalarımızı Sürdüreceğiz

Antalya’ya yeni bir müze kurulması için çalışmaların belli bir seviyede olduğunu kaydeden Bakan Numan Kurtulmuş, bunun geniş ve güzel bir alanda inşa edilmesi için çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti ve şöyle devam etti:

“Anadolu toprakları dünyanın en eski yerleşim yerleridir. Hangi köye, hangi kente gitseniz mutlaka o köyde, o kentte, o şehirde muhteşem bir tarihi eserle karşılaşmak mümkündür.

Antalya bir açık hava müzesi gibidir, Antalya’dan İzmir’e kadar olan bölge bir açık hava müzesi gibidir. Doğu ve Güneydoğu Anadolumuz aynı şekilde bir açık hava müzesi gibidir.

Göbeklitepe’nin bulunması, dünya tarihini ve tarihi algıları değiştirecek kadar önemli bir adımdır. Türkiye’nin her yeri, her bölgesi zengin bir tarih müzesidir. Büyük bir Türkiye sadece ekonomik olarak güçlü bir ülke değil, aynı zamanda tarihi, kültürel ve medeniyet değerleri bakımından da güçlü olan bir Türkiye’dir.

Onu sağlamak için Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak her iki alandaki çalışmalarımızı stratejik bir yaklaşımla sürdürüyor ve yolumuza devam ediyoruz.

Antalya’da yeni bir müzenin kurulması için çalışmalar zaten belli bir seviyede. Bunun güzel, geniş bir alanda inşa edilmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Kısa bir sürede bunu yapıp, buradaki eserlerin ve başka eserlerin de burada tanıtılmasına inşallah katkıda bulanacağız.

Türkiye her alanda zor bir dönemden geçiyor. Büyük ülkelerin büyük sıkıntıları, büyük zorlukları olur. Yüksek dağların dumanı, karı çok olur. Bu kadar derin tarihiniz, kültürünüz, güçlü medeniyetiniz olursa başınızın sıkıntıdan kurtulmaması da doğal. Millet olarak bu zenginliklerin farkında olduğumuzu, kıymetini daha iyi bilmemiz gerektiğini ifade ediyoruz. İnşallah şu anda gün yüzüne çıkmamış olan bütün eserlerimizi de gün yüzüne çıkarmamızı Allah nasip etsin. Beraberce bir farındalık oluşturarak bütün bu tarihi mirasımıza sahip çıkıyoruz.”        

Binlerce Eserin İadesi Sağlandı

İsviçre'nin Cenevre Gümrüğünde 2010 yılında ele geçirilerek Türkiye (Perge) kökenli olduğu tespit edilen Herakles Lahdi’nin, Cenevre Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda, Türkiye'ye iade edilmesine 2015 yılında karar verilmişti. Ancak karşı taraf konuyu üst mahkemeye taşımış ve iade kararına itiraz etmişti. Karşı tarafın temyiz başvurusunu geri çekmesiyle lahdin Türkiye’ye iadesinde bir engel kalmayarak, karar kesinleşmişti.

İsviçre yetkilileri ile yapılan anlaşma kapsamında lahit Cenevre Üniversitesinde 3 ay süreyle sergilendi.

Kültür ve Turizm Bakanlığınca Herakles Lahdi ile beraber,
2017 yılında iadesi sağlanan eser sayısı 41’e,
2003 yılından itibaren ise 4 bin 311’e ulaşmıştı.
Söz konusu lahit son yıllarda iadesi sağlanan en önemli eserlerden.

Roma Dönemi Eseri

Yaklaşık 235 cm. boyunda, 112 cm. genişliğinde ve 3 ton ağırlığında olan lahit arkeoloji literatüründe ‘Torre Nove’ olarak adlandırılan tipte ‘Küçük Asya Lahit’ grubuna giriyor.

Herakles’in 12 işinin üzerinde tasvir edildiği Herakles Lahidi milattan sonra 2’nci yüzyıla tarihlenen bir Roma Dönemi eseri.

Herakles, mitolojide insanın doğaya karşı yenilmez oluşunu, kuvvet ve dayanıklılığı simgeler ve döneminin inanışına göre, lahidin sahibi, ölümünden sonra lahitte işlenen Herakles’in 12 görevi çerçevesinde tanrılara yakınlaşmayı amaçlar. Döneminin tipik özelliklerini göstermesi nedeniyle de önemli bir eserdir.  

(24.09.2017)

Alıntı Kaynak: http://basin.kulturturizm.gov.tr/TR,189562/39herakles-lahidi39-artik-antalya-muzesinde-sergileniyo-.html

20180102

İskoçya’ya Kaçırılan Altın Taç da Türkiye’ye Dönüyor

Herakles Lahdi’nden Sonra İskoçya’ya Kaçırılan Altın Taç da Türkiye’ye Dönüyor

Türkiye topraklarından yasa dışı olarak çıkarılan ve İskoçya’da bulunan M.Ö. 4. yüzyıla ait altın taç yakın bir zamanda Türkiye’ye iade edilecek.


Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, Türkiye’den çeşitli yollarla yurt dışına kaçırılan eserlerin ait oldukları topraklara döndürülmesine yönelik çalışmalar hakkında açıklama yaptı. Bu yıl 44 eserin Türkiye’ye kazandırıldığına dikkati çeken Kurtulmuş, “Şu anda sırada İskoçya’nın Edinburgh kentinde bulunan altın taç eseri var. Bu eserin Karyalılar dönemine ait olduğu biliniyor, ispat edilmiş durumda. Şu anda yedieminde bekletiliyor” dedi.

10 yıldan uzun sürebiliyor 

Bir eserin Türkiye topraklarına geri döndürülmesine yönelik çalışmaların ciddi bir emek ve takip işi olduğunu anlatan Kurtulmuş, “Bir eserin gelmesi yıllar alıyor. 5, 7, 10 yıl hatta daha uzun süre alan eserler var. Önce o eserin ait olduğu alanın Türkiye olduğunun ispat edilmesi, bununla ilgili bilirkişilerin oluşturulması, mahkeme süreçleri ve en nihayetinde muhatap ülkenin de bu süreçlerde iş birliğine hazır olması lazım” değerlendirmesini yaptı. 

56 eser daha sırada

Bakan Kurtulmuş, bu yıl Türkiye’ye iadesi sağlanan en önemli eserlerin başında Herakles Lahdi’nin geldiğini anımsattı. Eserin Antalya Müzesi’nde çok sayıda kişi tarafından ziyaret edildiğini belirten Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü: 
“Altın taç da geldiği zaman, onun da Türkiye’ye çok büyük bir kazanım sağlayacağını düşünüyoruz. 56 eser daha sırada bekliyor, her birini hafiye gibi takip ediyoruz. Hatta öyle ki takip ederek durduğumuz bazı müzayedeler oldu. Bu sene içerisinde bunlardan en önemlisi Londra’da çok önemli bir müzayede salonunda 16. yüzyıla ait olan, Karahisari’nin oğlunun el yazması Kur’an-ı Kerim eserinin müzayedeye çıkarılacağını öğrendik, takip ettik. Eserin Türkiye’ye ait olduğunu ortaya koyarak müzayedeyi durdurduk. Şimdi Türkiye’ye getirilmesi için de teşebbüslerimizi sürdürüyoruz. İnşallah onu da getireceğiz.” Numan Kurtulmuş, altın tacın iadesiyle ilgili sürecin de son aşamaya geldiğini vurguladı.


8 yıldır takipteydi

Edinilen bilgiye göre, İskoçya’nın Edinburgh şehrinde ele geçirilen, Türkiye topraklarına ait altın tacın iadesi için ilk çalışmalar Bakanlık Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce 2010’da başlatıldı. Binlerce yıllık altın tacı elinde bulunduran Türk şahsın İskoçya’da 2013’te Bakanlığa karşı “multiplepoinding” denilen mülkiyetin tespiti davası açması üzerine Bakanlık, eserin Türkiye’ye ait olduğuna yönelik argümanları mahkemeye sundu. Söz konusu kişi, taç üzerinde hakkı olduğuna yönelik talebini 5 Aralık 2017’te geri çekti ve mahkeme tacın Türkiye’ye iade edilmesine karar verdi. Böylelikle yıllar süren takip sonucunda yasa dışı olarak çıkarılan bir eserin daha Türkiye’ye kazandırılmasında önemli bir başarı elde edilmiş oldu.

İşlemlerin tamamlanması bekleniyor

Bakanlık uzmanlarınca yapılan değerlendirmelerde, altın tacın M.Ö. 4. yüzyılda, Anadolu’nun eski Karya bölgesine (Güneybatı Anadolu Bölgesi) ait bir eser olduğu belirlendi. Varlıklı bir kişiye ait mezara ölü hediyesi olarak bırakıldığı düşünülen tacın, en yakın örneğinin Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinde sergilenen Prenses Ada’ya ait altın taç olduğu öğrenildi. Halen adli emanette tutulan tarihi taç, işlemlerin tamamlanmasının ardından çok yakın bir zamanda Türkiye’ye getirilecek.

Alıntı Kaynak: 26.12.2017 ntv.com.tr


20170820

🇹🇷 Türkiye'den kaçırılan 5 bin yıllık tarihi eser Yıldız Avcısı ve diğer eserler

Çalıntı eser sergiliyorlar

15.8.2017 06:00
Türkiye, ülkemizden kaçırılan 5 bin yıllık tarihi eser Yıldız Avcısı’nın peşinde koşarken, New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi de çalıntı eserlerle gündemde

FATMA BATUKAN BELGE

GEÇEN hafta, Türkiye’nin, ülkemizden kaçırılan 5 bin yıllık kadın heykeli Yıldız Avcısı’nın satışının durdurulması için çabalarından bahsetmiştim. Hatırlanacağı üzere bu idol Christie’s Müzayede Evi tarafından Nisan ayında düzenlenen açık artırmada, 14,5 milyon dolara satılmıştı. Christie’s’in sözcüsü ülkelerin kültürel mülkiyet haklarına büyük saygı duyduklarını ancak bu heykelin son 50 yılda kamusal alanda pek çok kez sergilendiğini söyleyerek kendilerini savunmuştu. İşte sorun da burada zaten; ülkelerin çalınan kültür varlıkları uluslararası yasa ve anlaşmalara rağmen müzayedelerde alıcı buluyor, dünyanın en büyük müzelerinde sergilenebiliyor.

İKİ ÇALINTI DAHA
Türkiye Yıldız Avcısı’nın peşinden koşarken, New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi ise başka çalıntı eserlerle gündeme geldi. Yıldız Avcısı’nı da 1966-1993 yılları arasında sergileyen Met, son bir ay içinde iki ayrı çalıntı tarihi eser yüzünden soruşturmayla karşı karşıya kaldı. Şüpheli eserlerden ilki İtalya’dan 1970’lerde kaçırıldığı düşünülen antik bir Yunan vazosuydu. İ.Ö. 360’lara tarihlenen vazo müzenin Yunan ve Roma galerilerinde sergileniyordu. Manhattan Bölge Savcılığı’nın isteği üzerine Met vazoyu teslim etti. Aradan daha bir ay bile geçmemişti ki, gözler bir başka tarihi eser dolayısıyla yine Metropolitan’a çevrildi. Yetkililer bu kez 1980’lerdeki iç savaş sırasında Lübnan’daki bir depodan çalındığı düşünülen bir mermer heykel yüzünden zor durumda kaldı. 2300 yıllık mermer boğa başı da Bölge Savcılığı’na teslim edildi. Müzenin geniş salonlarından savcılığın kanıt odasına yerleşen eserlerin yolculuğu gerçekten ait oldukları ülkelere ulaştıklarında sona erecek. Aslında vazonun çalıntı olduğu 2014 yılında bir fotoğrafının yayınlanması üzerine ortaya çıkmış, İtalyan Kültür Bakanlığı ile temaslar başlamıştı. Ancak Met, vazoyu birkaç ay önce sergiden kaldırmıştı. Yani bir eserin çalıntı olduğunun anlaşılmasından ülkesine teslim edilmesine kadar birkaç yıl geçebiliyor.


ISRARLI TAKİP
Bu yüzden Yıldız Avcısı ve buna benzer durumdaki eserlerimizi ısrarla takip etmemiz gerekiyor. Mesela Lübnan 50 yıldan fazla bir süredir boğa başının çalınması üzerine yurtiçi veya uluslararası herhangi bir adım atmamış. Metropolitan başını ağrıtan vazoyu 1989 yılında Sotheby’s’den 90 bin dolara satın almış. Yetkililer bu vazonun 1997’de tutuklanan İtalyan satıcı Giacomo Medici’nin elinden geçtiğine inanıyor. Mermer boğa başı ise 1996 yılında William ve Lynda Beierwaltes çifti tarafından 1 milyon dolara satın alınmış. 2010’da ise çalıntı eser alıp satmaya olan merakıyla tanınan Michael Steinhardt’a satılmış (Yıldız Avcısı’nı da Christie’s müzayedesine veren o).

KAYNAK VE PAZAR ÜLKELER
Kültür Varlıkları konusunda uluslararası tanınırlığa sahip hukukçu John Henry Merryman, 1986 yılında ülkeleri kültür varlıklarıyla ilişkilerine göre “kaynak ülkeler” ve “pazar ülkeler” olarak sınıflandırmıştı. İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkeler kaynak, İskandinav ülkeleri ve ABD bu kaynaklardan eser satın alan pazar ülkelerdir. Binlerce yıllık tarihi ve kültürel katmanlarıyla Türkiye de kaynak ülkeler arasında yer alıyor. Ve tabii son yıllarda savaş ve çatışmalar yüzünden eserleri yağmalanan Ortadoğu ülkeleri de önemli bir kaynak. Çalıntı eser alışverişinde müzayede evleri, müzeler ve koleksiyoncuların masumiyetine ne kadar inanabiliriz? Milyonlarca dolar verilen bir eserin çalıntı olduğundan şüphelenmeyecek kadar büyük bir safdillik olabilir mi? Olsa olsa gerçek ortaya çıkana kadar olabildiğince faydalanma çabasıdır.

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/calinti-eser-sergiliyorlar-kultur-sanat-agustos-2017

🎞️ I am not Turkish but 🇹🇷 ( Ben Türk değilim ama..) akımından... 🇹🇷Türkçe sözlü şarkılar

“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor -  Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...