Osmanlı aydınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı aydınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20250315

📰✍️📖 Devrimci, Alçakgönüllü, Nazik ve Cesur... Talât Paşa - Feyziye Özberk

Devrimci, Alçakgönüllü, Nazik ve Cesur... Talât Paşa

Talât Paşa, 15 Mart 1921 günü, Ermeni bir katil tarafından, Berlin’de evinin bulunduğu sokakta vurularak şehit edildi. 

Talât Paşa’nın katledildiği haberini aldığında Atatürk’ün gözleri doluyor ve 

'Memleket büyük bir evladını kaybetti' diyor.

15 Mart 2025

Feyziye Özberk yazdı! 

Devrimci, Alçakgönüllü, Nazik ve Cesur... Talât Paşa

Feyziye Özberk

Paşa, şehit edildiğinde çoğu zaman yaptığı gibi tek başına korumasız yürüyor. Çevredekiler tarafından suçüstü yakalanan katil yargılanıyor. Alman yetkili makamları, katilin mutlaka cezasını göreceğini belirten demeçler veriyor. Fakat Türklerin gösterdiği savunma tanıkları dahi dinlenmeden –“Ermeni kurtuluş hareketinin” bir gösteri alanına dönüştürülen– mahkemede, katil beraat ettiriliyor.

Bu ölüm yıldönümünde Talât Paşa’nın; niteliklerini, devrimci kişiliğini anlatmak istiyorum. Paşa kişilik olarak her bakımdan örnek alınacak büyük bir değerimizdir.

AYAKLARIN BAŞ OLMASI

23 Temmuz 1908’de Hürriyet’in ilanından sonra, o tarihe kadar yalnızca İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri arasında; Selanik ve çevresinde tanınan Talât Bey’in adı, ülke çapında duyuluyor. Aralık 1908’de Edirne milletvekili seçiliyor. 23 Aralık 1908’de 215 oydan 116’sını alarak Meclisi Mebusan’ın Birinci Reis Vekili oluyor. Birinci Reis, yine İttihatçıların adayı olan ve o günlerde daha çok tanınan Ahmet Rıza Bey’dir. Talât Bey, 1917 yılına kadar birkaç kez Dâhiliye ve Posta ve Telgraf nazırlığı yapıyor.

Tam adıyla Mehmet Talât Bey, 4 Şubat 1917’de Sadrazam oluyor ve Paşa unvanını alıyor. Osmanlı’da paşa unvanı yalnızca askerlere özgü değildir; sadrazam olanlara da paşa unvanı veriliyor. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez, halk tarafından seçilen bir milletvekili, bir dönem posta memuru olarak çalışmış, halktan biri, bu göreve geliyor. Yaşanan siyasal ve toplumsal bir devrimdir.

O güne kadar yaşanılanın, alışılmışın dışındaki bu gelişme, bir halk deyişiyle “ayakların baş olması,” toplumda şaşkınlık yaratıyor. Anonim birçok taşlamaya konu oluyor:

“Sen yakışmaz dersin emma kel başa şimşir tarak,
Sadrazam oldu Talât, cilve-i takdire bak.”

Halk ayaklar baş oldu derken, aslında bilgece bir anlatımla devrime işaret ediyor. Yaşanan bir altüst oluştur. Talât Bey onlardan yani halktan biridir. Nasıl olur da sadrazam olur? Onlar bu konumu kendine, kendinden birine, dolayısıyla Talât Bey’e yakıştırmıyor. Yıllar yılı bu duygu, halkın kendini aşağı görmesi, kafalara nakşedilmiştir. İttihat ve Terakki örgütü liderleri de uzun süre bizzat iktidar olmaya cesaret edemiyor. Eski devrin paşalarını yönlendirmeye, iktidarını bu yöntemle yürütmeye çaba harcıyor. Tabii amaçladıkları hedeflere bu yöntemle ulaşamıyorlar. İttihat ve Terakki’nin yaptığı en önemli hatalardan biri, belki de budur.

Talât Paşa da bu hatayı kabul ediyor. Le Temps’in muhabiri M. Jean Rodes’e verdiği demeçte bunu belirtiyor: “Yalnız bir şeye yeriniyorum. O da, vaktiyle işlerin yönetimini ele almamızdır. Çünkü böyle yapsaydık, irtica olayı yapılmayacaktı. (31 Mart gerici ayaklanması) Ama dünyaya karşı kendimizin bir çıkar düşüncesiyle hareket etmediğimizi göstermek istiyorduk.” Hatalarının temelinde yatan duygu bile yanlış anlaşılmamak isteği…

İttihat ve Terakki’nin 1908-1918 toplam on yıllık iktidar döneminden, (üstelik tam bir ittihatçı hâkimiyetinden de söz edilemezken), denilebilir ki “yüz yıllık tarih” ve siyaset çıkmıştır. Çünkü bu on yıl, hem dünyanın hem de Osmanlı’nın altüst olduğu yıllardır.

VATANIN TALAT'I

Cemiyet’in Merkez-i Umumi üyeleri gizli çalışma nedeniyle açıklanmadığı için 1908’in sonbaharında Talât Paşa, İstanbul için yeni ve bilinmeyen bir isimdir. Meclisi Mebusan’da, ilk Meclis Reisleri seçileceği gün Mektebi Hukuk’ta “İlmi-i Servet” (ekonomi) hocası olan Cavit Bey, Tanin gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’a: “Talât’a oy ver” der. “Kim Talât?” sorusuna, Cavit Bey’in verdiği yanıt: “Bizim Talât” olur. Hüseyin Cahit Yalçın, bu sözden hareketle şunları yazıyor: “İşte bu ‘bizim Talât’, yavaş yavaş sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlılıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu.”

Talât Paşa’nın daima muhafazakâr ve ileri unsurlar arasında uzlaşma adımlarıyla yürüdüğünü yazan Hüseyin Cahit Yalçın, Paşa’nın vatanseverliğini ve cesaretini vurguluyor: “Vatanı için hayatını feda etmek lüzumu ile karşılaşsa idi katiyen eminim ki bu cezri hareketi memnuniyetle, tereddütsüz göze alırdı. Fakat siyasi hareketlerde onu radikal, cüretkâr ve çok ileri adımlara sevk etmek kabil değildi.”

Bu açıklama biraz eleştiri koksa da bize Paşa’nın içinde bulunduğu kitleyi kucakladığını ondan kopmamaya çalıştığını da gösteriyor. Ayrıca Paşa’nın, vatanın kaderi söz konusu olduğunda Bâb-ı Âli Baskını gibi radikal, çok cesur bir harekete önderlik ettiğini de biliyoruz.

Kendi de İttihat Terakki üyesi olan İsmet İnönü, 1969 yılında bir söyleşisinde Talât Paşa’yı Meşruiyetin ilanından evvel tanıdığını belirtiyor ve kusursuz denebilecek kişiliğine dikkat çekiyor: “Vaktiyle posta memuru oluşunun hatırlatılması rakiplerinin kendisinde kolay kolay kusur bulamayışlarındandır. Talât Paşa siyasi kariyerine ufak bir memur olarak başlamış, on sene zarfında siyasi hayatın en yüksek kademesine Sadrazamlığa kadar ilerlemiştir, daha önemlisi İttihat Terakkinin fikriyatını, politikasını nihayetine kadar sadakatle ve sebatla takip eden zümreye örnek olmuştur.”

Hasan Babacan, Paşa’nın önder ve etkin kişiliğini belirtiyor: “Talât Paşa, son dönem Osmanlı devlet adamları arasında, üzerinde müspet veya menfi olarak çok şey yazılan ve söylenen bir devlet adamıdır. Çünkü o, kurucuları arasında bulunduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetleriyle ki en önemli faaliyeti II. Meşrutiyetin ilanıdır, 23 Temmuz 1908’den 30 Ekim 1918’e kadar geçen on yıllık bir dönemin hâkimi durumundaki kişidir. Üzerinde çok şey yazılan ve konuşulan böyle bir dönem…”

Onu bir yabancı gözüyle tahlil eden Bernard Lewis de, Talât Paşa’nın şahsiyetini takdir ederek, “Triomviranın üçüncüsü ve hepsinin çok ötesinde daha yetenekli olan Talât Paşa, süratli ve nüfuz edici bir zekâ sahibi, gerektiği zaman şiddetli fakat hiçbir zaman fanatik ve kindar olmayan bir adamdı. Çağdaş bir Avrupalı gözlemciye göre Türk Devriminin Danton’uydu” diyor.

Halil Menteşe’nin kitabında Paşa’nın bir yönetici olarak, hayati durumlarda çalışma arkadaşlarına nasıl davrandığını yansıtan hoş bir anı var. Sakız ve Midilli adalarının iade edilmemesi, Kasım 1913 barış anlaşmasına rağmen, İstanbul için savaş anlamına geliyor. Bu nedenle donanmayı güçlendirmek için büyük gayret sarf ediliyor. Bir Fransız bankasından kötü şartlarda alınan kredi sayesinde Brezilya üzerinden İngiliz yapımı bir zırhlı geminin satın alınması mümkün oluyor. Halil Bey’in aktardığına göre Maliye Nazırı Rıfat kredi anlaşmasını imzalamakta tereddüt edince, “Talât Bey onu kucaklayıp, ‘Beyim adaları alacağız, santim düşünecek zamanda değiliz’ diye bağırdı. Onu okşayıp sakalını öpmek suretiyle tatlılıkla baskı uyguladı. Kendisini bankacının beklediği odaya götürdü ve imzalamaya mecbur etti.”

ÖRGÜT USTASI BİR LİDER

Talât Paşa usta bir örgüt lideridir. O aynı zamanda iktidar mücadelesinin en önemli aracının siyasal bir örgüt (parti) olduğunu bilen, buna inanan bir önderdir. Siyasi yaşamında örgütlü olmaya ve örgütüne büyük bir özen göstermiştir.

İttihat ve Terakki, çok karışık ve nazik bir örgüttür. Ömer Nâci’nin ifadesiyle “kırk türlü ‘mecnun’dan mürekkep” bir kuruluştur, İttihat ve Terakki… Aralarında eşitlik var. Liderliği reddediyorlar. Hepsi “kardeş.” İtaat edecek olanlar, bu itaatin gerekliliğine ikna olmalılar. “Vatan sevgisi” konusunda anlaşıyorlar. Ancak hükümet biçiminden yönetim tarzına, sosyal önlemlere kadar herkes farklı düşünüyor. Aralarında çok büyük ayrılıklar var. Bu durum dikkate alındığında, örgütte bir uyumsuzluk olmadan işleri yürütebilmek için faal, yumuşak, insan duygularını ve ihtiraslarını ölçebilmekte usta bir zekâ ve kişiliğe gereksinim var. Talât Paşa da bu tekniğin en büyük ustası. Alçakgönüllü, nazik ve cesur... Ona göre küçük ve sıradan entrikalar, yalan ve iftiralar düşmana karşı bile bir silah olarak kullanılmaz. En büyük düşmanına bile açıktan, cepheden hücum edebiliyor. Çıkarcı değil. Seviliyor, sayılıyor, sözü dinleniyor. Daima çevresindekileri sabırla dinlemeyi ciddiye alıyor. Merkezi Umumi ile ilişkilerini hep sıcak tutuyor.

Tekrarlarsak İttihat Terakki örgütünde, liderliği doğru bulmayan bir anlayış egemen… Bu anlayışa karşın, zorluklar karşısında sürekli çözüm arayan, gelecekte ulaşılacak başarıya olan inancında ısrarlı, umudunu hiç kaybetmeyen, mücadeleci ve esnek kişiliği, Talât Paşa’nın liderliğini tartışmasız kılıyor. Cavid Bey, Talât Paşa’nın vazgeçmeyen yapısını şöyle tanımlıyor: “Bugün kazanamadığımı yârin kazanırım, der ve işe başlar.”

Doğu Perinçek, Talât Paşa’nın “öncelikle büyük bir devrimci” olduğunu vurguluyor. “Büyük teşkilatçıdır. İttihat Terakki, Türk devrim tarihinin çok önemli kök teşkilatıdır. Hatta dünya devrim tarihinde yeri olan bir partidir. Talât Paşa işte o partinin önderidir. Büyük bir ahlak ve fedakârlık örneğidir. Büyük devlet adamlarımızdandır.”

Talât Paşa’yı bu kıymetli devrimci önderi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

📖 Kaynak:

  • Feyziye Özberk, Talât Paşa İttihat Terakki Tarihi/Posta Memurluğundan Devrim Önderliğine, Kırmızı Kedi Yayınevi, Ekim 2021, İstanbul.
Alıntı: AYDINLIK GAZETESİ 


20210319

Hürriyet Devrimi önderlerinden Talat Paşa’nın şehit edilişinin 100. yılı...




Bir Talat gider; bin Talat yetişir!

Bir Talat gider; bin Talat yetişir!

15 Mart 2021page1image47171648

İttihatçıların Sadrazamı Talat Paşa'nın şehit edilişinin bu yıl 100. yıldönümü.

Talat Paşa, 15 Mart 1921 günü Berlin'de İngiliz gizli servisinin kiralık adamı Ermeni militan Tehlirian tarafından tabancayla vurularak katledildi. Davası da uyduruk bir mahkeme süreciyle kapatıldı. Talat Paşa, fedai kuşağı devrimcilerinin teşkilatçı lideriydi.

Türk devrimine büyük hizmetlerde bulundu. Emperyalizme karşı büyük saldırıyı göğüsledi. Osmanlı'nın paylaşılmasını gördükleri için, önce güçlü bir ordu yarattılar. Bunun kurmayı Enver Paşa'ydı. Çanakkale Zaferi onların eseriydi. Dünya Savaşı'nı uzatarak Çarlık Rusya'sının çökmesini ve Bolşevik Devrimi'nin gelmesini hızlandırdılar. "Güneş batmaz" denilen İngiliz emperyalizmine kök söktürdüler. Büyük darbe vurdular ve hızla çöküşe sürüklediler...

Kapitülasyonların kaldırılması, milli ekonomiye geçiş, çağdaş kurumların ilk nüvesinin oluşması, halkçılık ve köycülük; kadın hakları, eğitimin yaygınlaştırılması, laikliğin ilk uygulamaları, basın hürriyeti ve sosyal hayatın canlanması yine onların eseriydi.

KAHPE KURŞUNLARA HEDEF OLDULAR

Talat Paşa fedai vatansever kuşağın öncüsüydü. Büyük bir teşkilat kurarak, gelmekte olan felakete karşı set oldular. Cumhuriyet Devrimi'nin yolunu açtılar. Tarihe Jön Türkler namını onlar hediye etti.

"İnkılâbın büyük teşkilatçısı” ... Bu tanımlama Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Talât Paşa’nın şehit edildiği haberi geldiği zaman, Atatürk gözyaşlarını tutamıyor ve “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti” diyor.

Talât Paşa, Cumhuriyet ve sonrasına kadar uzanan siyasal gelişmelerin kaynağında bulunan anahtar kişidir. O ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, bugünün Türkiye’sinin temellerini atanlardır. Bu inkâr edilemez” Talât Paşa kitabının yazarı Tevfik Çavdar onu, “bir örgüt ustası” olarak adlandırıyor. Kitapta pek çok durumdan hareketle Paşanın bu alandaki ustalığı anlatılıyor. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın, Hatırat-ı Niyazi kitabında yer alan Talât Paşa değerlendirmesi kısa ve öz: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bütün işleri hemen hemen Talât Bey’in tertibiyle Merkez-i Umumi tarafından karar altına alınmıştır.

HEDEFİNDE İKTİDAR OLAN BİR ÖRGÜT

Nasıl bir örgüt? Bu önemli sorunun yanıtını Atatürk veriyor: “İnkılâp” yapacak bir örgüt. Siyasal iktidara ulaşmak ve bu iktidarı sürdürmek için dayanılacak bir siyasal örgütün varlığı Talât Paşa’nın tüm mücadelesinin odağında yer alıyor. O, her durumda önceliği örgütüne veriyor.

“Cemiyet-i Mukaddese” yani kutsal dernek; Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde halk arasında İttihat ve Terakki’ye verilen addır bu. Anlaşılan kitleler kendisine özgürlüğü kazandıran örgüte, kutsallaştırılmış bir nitelemeyle teşekkür ediyor.

23 Temmuz 1908’e yani Meşrutiyetin ilanına kadar sınırlı bir grubun bildiği İttihat ve Terakki, bir anda yurt düzeyinde yaygın ve onurlu bir yeri olan örgüt konumuna yükseliyor. Daha sonraki yıllarda örgüte verilen diğer bir ad: “Cemiyet-i Hafiye” yani gizli dernektir. “Bir yanda cemiyetin görünen düşünsel yapısı vardır, bir yanda da önce “Fedailer” olarak bilinen sonra iktidardayken “Teşkilat-ı Mahsusa” adını alan gizli silahlı grup... Bu örgüt halktan insanların katılımıyla milis gücü oluşturur. Teşkilat-ı Mahsusa kurtuluş Savaşında, düzenli ordu kurulmadan önce de bu amaçla çalışmalar yapacaktır. Cemiyet legal olduğu zaman, bu örgütün gizliliği korunur. Talât Paşa, 1 Kasım 1918 günü gece yarısı yurtdışına çıkarken örgüte: “Enver dönemi bitti. Bundan böyle Mustafa Kemal’in emrindesiniz” talimatını verir.

KİŞİLİĞİ VE DÜŞÜNCE YAPISI

Cemiyet’in Merkez-i Umumi üyeleri gizli çalışma nedeniyle açıklanmadığı için 1908’in sonbaharında, Talât Paşa İstanbul için yeni ve bilinmeyen bir isimdir. Meclisi Mebusan’da, ilk Meclis reisleri seçileceği gün Mektebi Hukuk’ta “İlmi-i Servet” (ekonomi) hocası olan Cavit Bey, H. Cahit Yalçın’a “Talât’a oy ver” der. “Kim Talât” sorusuna, Cavit Bey’in verdiği yanıt: “Bizim Talât” olur. H. Cahit Yalçın, bu sözden hareketle şunları yazıyor: “İşte bu ‘bizim Talât’ yavaş yavaş sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlılıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu”

https://www.haber2021.com/bir-talat-gider-bin-talat-yetisir

20200224

✍️ Bir cesaret simgesi: Osman Hamdi Bey


Bir cesaret simgesi: Osman Hamdi Bey

Ecem Altınkılıç
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Doktora Öğrencisi

Bu yazıda Osman Hamdi Bey’in ressam yönünden ziyade, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sanat ve arkeoloji tarihine olan katkılarını kısaca ele almaya çalışacağız.

Osman Hamdi Bey hiç şüphesiz Batılılaşma Dönemi Türk resminin öncü isimlerinden biridir; fakat onu tanımlamak için yanına çok daha fazlasını eklememiz gerekir. Bu coğrafyada arkeolojinin bir çatı altında toplanması üzerine atılan ilk adımların, fotoğrafa olan ilgisi çerçevesinde Marie de Launay ile birlikte  “Elbise-i Osmaniye/Les costumes populaires de la Turquie en 1873” başlıklı bir kitap hazırlaması, arkeoloji ve resim çalışmaları sırasında da bunlardan yararlanması açısından çok önemli bir görseldir. Osman Hamdi Bey, bu mirasın sahibi olması yanında hem batı kültürüne hem de doğu geleneklerine olan hâkimiyetini oldukça iyi bir şekilde harmanlayan ve de ayıran bir entelektüeldir. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) kurucusu müzeci, arkeolog, ressam Osman Hamdi Bey, aynı zamanda (o dönemler 13. Daire olarak adlandırılan) Kadıköy’ün ilk belediye başkanlığı, Beyoğlu 6.Daire Belediye Müdürlüğü, Bağdat’ta Umur-ı Hariciye Müdürlüğü görevlerini üstlenmiş bir devlet adamıdır. Batı dünyasıyla tanışma yolculuğu, Osmanlı sadrazamlarından babası İbrahim Edhem Paşa’nın onu Paris’e Osmanlı Okulu’na göndermeyi istemesi ile başlamıştır; fakat burada yer olmadığı gerekçesiyle Institution Barbet’de hazırlık eğitimi almış, ardından Hukuk Fakültesi’ne kaydolmuştur. Resme olan ilgisi ile babasının hukuk eğitimi alması üzerine yöneltmesi arasında kalan Osman Hamdi Bey, Gustav Boulanger ve Jean-Léon Gérôme’dan resim dersleri almış, bir süre sonra ise ilerleme kaydetmediği hukuk eğitimini bırakmıştır. Paris’te eserlerini sergileme şansı bulan Osman Hamdi Bey, babasına yazdığı birçok mektupta, resimde olan başarısını özellikle vurgulamış, bu tutkusundan vazgeçmeyeceğini işaret etmiştir. 

Osman Hamdi Bey, doğu dünyasının öğelerini, insanını, gündelik yaşamını, en ince mimari detayı ve objesine kadar oldukça derin işlemiş bir ressamdır. Bazı araştırmacılar; bir doğulu olarak, doğuyu konu edinmenin onun için bir seçimden ziyade ondan beklenen, kabul görmesi için olması gereken yol olduğu düşüncesini savunurlar. Paris’te eğitim alan Osman Hamdi’nin figürleri hem batı dünyasında hem de doğu dünyasında farklı yorumlara, halen süren tartışmalara sebep olmuştur. Doğulu figürlerin ve mekânların yanı sıra İslami dünyadan uzaklaşmış, özellikle batılı görünümde kadın figürlerini işlemesi her iki tarafta da büyük ses getirmiştir. Osman Hamdi Bey, fikirlerini tuvale aktarırken oldukça cesur davranmış, karşılaşacağı tepkileri göze almıştır. Minyatürün sönümlenmesinin ardından duvar resimlerine, ardından da tuvale geçilen Osmanlı Resim Sanatı’nın gelişim çizelgesinde bu gerçekten de büyük bir adımdır, ciddi anlamda cesaret ve özgüven gerektirir. Girişimci ve sosyal kimliği birçok başlangıç noktası oluşturmasını sağlamıştır. Bu yönü Müze-i Hümayun’un gelişimi ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluş sürecinin de pozitif ilerleme kaydetmesine imkân yaratmıştır. 1881 yılında kuruluş aşamasındaki Müze-i Hümayun’un başına getirilen Osman Hamdi Bey, göreve başladığında henüz arkeoloji eğitimi almamıştır. Arkeolog kimliğini, müzeyi yönettiği yıllarda yaptığı çalışmalar ile kazanmıştır. Müze-i Hümayun’un idaresinin başına geçtiğinde uzun süredir tanıdığı Charles-Joseph Tissot, İstanbul’da Fransa elçisi olarak görev yapmaktadır. Charles-Joseph Tissot, diplomat kimliğinin yanı sıra, aynı zamanda Kuzey Afrika üzerine çalışan bir arkeologdur ve Osman Hamdi Bey’e yeni görevinde yardımcı olmuştur. Tissot’un ricasıyla araştırmacı Solomon Reinach da Atina'dan İstanbul’a gelerek, müzenin ilk kataloğunu hazırlamıştır. 

Sanayi-i Nefise Mektebi’nin hocalarından ünlü heykeltraş Osgan Efendi ile birlikte, Nemrut Dağı’na giderek, bölgeyi keşfetmiş; fakat nitelikli bir çalışma yapmamış olan Almanlardan daha erken davranmış, alanı fotoğraflarla belgelemişlerdir. İzmir’in ünlü levantenlerinden Démosthène Baltazzi ile de birlikte çalışmıştır. Osman Hamdi Bey, odasında oturan bir yöneticiden ziyade, ülkesinin kültür mirasına sahip çıkan, koruyup kollayan bir elçi misyonu üstlenmiştir. 1869’da çıkarılan, 1874’te yenilenen Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin (Eski Eserler Kanunu), 1884 tarihinde bir kez daha gözden geçirilmesiyle bu coğrafyaya ait eserlerin yurtdışına çıkışı yasaklanmış, yapılacak her arkeolojik çalışmanın Müze-i Hümayun’un onayı ve kontrolü altına alındığı ilan edilmiştir. Bu durum, Osman Hamdi Bey ile Batılı arkeologların ters düşmesine sebep olmuştur. Yapılan kazılar sonucu gelen yeni buluntuları muhafaza etmek ve sergilemek için daha büyük bir mekâna ihtiyaç duyulmuştur. İlk olarak Çinili Köşk’te ikamet eden Müze-i Hümayun, ünlü mimar ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin hocalarından Alexandre Vallaury tarafından yapılan neoklasik üsluptaki yeni binasında “Luhûd-ı Atîka Müzesi” (Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi Binası) adıyla varlığını sürdürmüştür. Luhûd-ı Atîka Müzesi ismini, ünlü İskender Lahdi’nin de gün yüzüne çıkarılmış olduğu, Sayda Kazısı’ndan almaktadır. Kısa zamanda, hızlı fakat sağlam adımlarla Osmanlı müzeciliğini inşa etmiştir. Kazı çalışmalarından günümüze kalan fotoğraflar günümüzde dahi oldukça heyecan vericidir. Yazılı kaynakların dışında, görsel belgeler, geç de olsa bu anların her saniyesine şahitlik etmemizi sağlar. 

Osman Hamdi Bey’in fotoğrafla olan bağlantısı ve de dönemin görsel tarihine olan katkısındaki payı oldukça kuvvetlidir. Çok sayıda portresinin olması, fotoğrafa olan merakının başlıca göstergelerinden biridir. Yaptığı resimlerde fotoğraflardan yararlanmayı, kare kare ayırıp büyülterek detay çalışmayı tercih etmiş bir sanatçıdır. Birçok resminde kendisi ve yakınları (özellikle çekirdek ailesi) çeşitli kıyafetler giyerek, adeta kılık değiştirerek, model olarak yer almıştır (Örneğin “Okuyan Genç Emir”, “Oğlu Edhem-Bursa’da Yeşil Cami’de, Tespih Çeken Mümin’de /Çocuklar Türbesinde Derviş”, kendisi). Bu dönemde İstanbul’da fotoğraf dendiğinde akıllara Pascal Sébah ve Abdullah Biraderler’den başka isim gelmemektedir. Osman Hamdi Bey’in çok sayıda fotoğrafının, aile dostları olan Pascal Sébah tarafından çekildiği bilinmektedir. Osman Hamdi Bey’in kendi portrelerinin ve aile fotoğraflarının dışında, dönemin çeşitli yöresel veya karakteristik kıyafetlerini giyerek çektirdiği, farklı temalar içeren birçok fotoğrafı bulunmaktadır. Bu fotoğrafların bir kısmının kendi resimlerinde yer edindiğini görmekteyiz, bir kısmı ise 1873 yılında hazırlanan “Les Costumes Populaires de la Turquie”, bir diğer ismiyle Elbise-i Osmaniye albümünde yer alır. “Les Costumes Populaires de la Turquie”; 1873 Viyana Sergisi Osmanlı Bölümü için hazırlanmış, metinleri Osman Hamdi Bey ile Victor-Marie de Launay tarafından ca yazılmış, Osmanlı İmparatorluğu halkının giyim kuşamını anlatan ve gösteren bir eserdir. Kitabın fotoğrafları Pascal Sébah tarafından, bir kısmı Sébah’ın kendi stüdyosunda, bir kısmı da Osman Hamdi Bey’in babası İbrahim Edhem Paşa’nın Eminönü yakınlarındaki Kantarcılar’da bulunan konağında çekilmiştir. Ahmet Mithad Efendi’nin de Lübnanlı Bedevi kılığında bir karesi yer alır. 

Albüm, çok geniş bir coğrafyaya ve farklı etnik kültürlere sahip olan imparatorluğun, çeşitli bölgelerinden ve farklı renklerinden insanların varlığına, görünümüne, günlük yaşamından bir parçayı yansıtma adına oldukça güzel bir çalışmadır. Osman Hamdi Bey’in kültür, sanat ve arkeoloji alanlarındaki çalışmalarının yanı sıra, 1895 yılında, Kabataş’tan Taksim’e giden 1875 yılında açılan Karaköy-Taksim arası ulaşımı sağlayan Tünel’e benzer bir sistemle; buharlı makine ile çalışan dar hatlı füniküler (demiryolu) projesi önerisini sunması, bize üretken bir devlet adamı olduğunu da gösterir. Dönemin padişahı II. Abdülhamid’in onayından geçen proje, Ticaret ve Nafia Nezareti’ne, oradan da Dâhiliye Nezareti’ne aktarılmış, Mühendis Mösyö Set tarafından gerekli incelemelerin yapılması üzerine onaylanmıştır. İlerleyen süreçte proje, kesin olarak bilinmeyen sebeplerden dolayı tamamlanamamıştır. Yaygın olarak “Kaplumbağa Terbiyecisi” olarak bilinen fakat asıl ismi “Kaplumbağalı Adam” eserinin yaratıcısı, Osman Hamdi Bey’in avangart kimliğini, kültür tarihine olan katkılarını kısaca tanıtmaya çalıştık. Birçok alanda ilk adımı atma cesaretini göstermiş böylesine çok yönlü bir ismi, tek bir başlık adı altında toplamak zordur. Dilerim ki, Osman Hamdi Bey’in bir tablosuyla karşılaştığınızda ona birkaç farklı çerçeveden bakmanıza vesile olabilmişizdir. Sevgiyle kalın…

Kaynaklar
CEZAR, Mustafa. (1971) Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, İstanbul, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları
EDHEM, Ethem. (2010) Osman Hamdi Bey Sözlüğü, İstanbul, Türkiye Cumhuriyeti
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
ELDEM, Ethem. (2015) Osman Hamdi Bey İzlenimler 1869- 1885, İstanbul, Doğan
Kitap
ELDEM, Ethem. (2014) “Elbise-i Osmaniye’yi Yeniden Ele Almak”, Toplumsal Tarih, Sayı: 248, Ağustos 2014, s.26-34..
ERSOY, Ahmet. (2003) “Şarklı Kimliğin Peşinde, Osman Hamdi Bey ve Osmanlı
Kültüründe Oryantalizm”, Toplumsal Tarih, Sayı:119, Kasım 2003, s. 86-87.
GOREN, Ahmet K. (2002) “Yenileşme Döneminden Cumhuriyet Dönemine Türk
Resim Sanatının Evreleri” Türkler, C.15, 75.Bölüm, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, s. 428-439.
RENDA, G. EROL, T. (1980) Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı
Tarihi, Cilt: I, İstanbul, Tiglat Yayınları
ÜREKLİ, Fatma. (2010) “Ölümünün 100. Yılında Osman Hamdi Bey (1842-1910)”,
Güzel Sanatlar Dergisi, Sayı:39, Haziran-Temmuz 2010, s.14-16
ÖZTUNCAY, Bahattin (2003) Dersaadet’ in Fotoğrafçıları, 19. Yüzyıl İstanbulunda
Fotoğraf: Öncüler, Stüdyolar, Sanatçılar, İstanbul.

Alıntı/Kaynak: https://bilimveutopya.com.tr/bir-cesaret-simgesi-osman-hamdi-bey

20190204

İlk Türk orkestra şefi, flüt virtüözü ve ilk Türk kadın gazetecinin ölüm yıldönümleri

 

Saffet Atabinen (d. 5 Şubat 1858 - ö. 23 Nisan 1939), 
İlk Türk orkestra şefi, flüt virtüözü. Osmanlı Devleti'nin göndermesiyle Paris Konservatuvarı'nda bir yıl eğitim almış ve döndüğünde sarayda kurulan orkestrada görev almıştır. Doğumunun 161. Seneyi devriyesi

 
Selma Rıza Feraceli (d. 5 Şubat 1872 - ö. 5 Ekim 1931), 
ilk Türk kadın gazeteci, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin tek kadın üyesi, Hilal-i Ahmer Cemiyeti genel sekreteri ve yazar. Doğumunun 147. Seneyi devriyesi
1897’de kaleme aldığı Uhuvvet romanı kadın hakları konusuna yer veren öncü romanlardan biri olarak değerlendirilmektedir

20180314

Talat Paşa uğradığı suikast sonucu şehit oldu, 1921.

Tarihte Bugün: Eski İttihat ve Terakkinin siyasi lideri ve sadrazam Talat Paşa uğradığı suikast sonucu şehit oldu, 1921.

🎞️ I am not Turkish but 🇹🇷 ( Ben Türk değilim ama..) akımından... 🇹🇷Türkçe sözlü şarkılar

“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor -  Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...