tarihi değerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarihi değerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20250718

📖🇹🇷Mehmetçiğin Göğüs Bayrağı

OSMANLI DÖNEMİ ÇOK NADİR GÖĞÜS BAYRAĞI

ASKERLERİMİZİN, ANNELERİ YA DA EŞLERİ TARAFINDAN DİKİLEN VE GÖĞÜSLERİNDE TAŞIDIKLARI ÇOK NADİR GÖĞÜS BAYRAĞI 



Alıntı: https://www.bayrakmuzayede.com/osmanli-donemi-cok-nadir-gogus-bayragi74675.html

20250709

📖🇹🇷 Türk tarihinin muharip kadın paşası "Kadem Paşa Hatun ve Kümbeti

 Türk tarihinin muharip kadın paşası "Kadem Paşa Hatun" Karakoyunlu Türkmen Devleti'nde ordu komutanlığı yapmıştır. 

Erciş / Van'da dünyaya gelmiş, 1458'de Erciş'te vefat etmiştir. Bu kümbette yatmaktadır.


Kadem Paşa Hatun Türbesi

Erciş’te bulunan bu türbe Karakoyunlular döneminden kalmıştır. Döneminin yöneticisinin ailesi için yapılan bu türbe iki katlıdır. Kare planlı olan bu yapının üzeri onikigen yapıda devam etmiş ve üstü piramit bir külah ile örtülmüştür. Türbenin dış mimarisinde çeşitli motifler ile süslemeler yapılmıştır.

Erciş’te bulunan bu türbe Karakoyunlular döneminden kalmıştır. Döneminin yöneticisinin ailesi için yapılan bu türbe iki katlıdır. Kare planlı olan bu yapının üzeri onikigen yapıda devam etmiş ve üstü piramit bir külah ile örtülmüştür. Türbenin dış mimarisinde çeşitli motifler ile süslemeler yapılmıştır.



20250612

İzmir İktisat Kongresi'nin yapıldığı bina İzmir'in neresindeydi? Ne oldu bu binaya?

İzmir İktisat Kongresi'nin yapıldığı  bina İzmir'in neresindeydi? Ne oldu bu binaya?

Önce biraz bilgi:

İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat 1923 günü Manisa temsilcisi Kazım Karabekir, Asım ve Fevzi Çakmak Paşalar ile Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof'un katılımları ile başladı.

Kongre, yeni Türkiye'nin İktisat Politikasını belirlemek amacıyla yapıldı. Mustafa Kemal Paşa açış konuşmasında şunları söyledi:

"Yeni Türkiye'mizi layık olduğumuz düzeye eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız.

...Bu kongre gerçek kurtuluş demek olan iktisadi gelişme ve kalkınmanın ilkelerini saptayacak bir kongredir, tarihe öyle geçecektir."

Yani kurtuluş sonrası Türkiye'nin iktisadi bakış açısını belirleyen en önemli olay, İzmir İktisat Kongresi'dir.

Kentin en önemli binaları büyük yangında zarar gördüğünden kongrenin yapılacağı binanın seçilmesi zor olmuş. Sonunda, konumu ve büyüklüğü nedeniyle, bir ara Osmanlı Bankası'nın deposu olarak kullanılan, 1922'nin hemen öncesinde Aram Hamparsumyan'ın sahibi olduğu üzüm-incir işletmesi binası tercih edilmiş.

Ama ne yazık ki o bina günümüze kadar yaşatılamamış. 1970'li yılların ikinci yarısında yıkılmış.

Kimsenin sesi çıkmamış.

Aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra;  Belediye başkanı rahmetli Ahmet Piriştina tarafından hatırlandı.

Konak 860 sokakta kongrenin yapıldığı binanın arsasına İzmir İktisat Kongresi Anıtı dikildi.

Anıt, yaklaşık 2.5 metre yüksekliğindeki 4 nikel sütundan oluşuyordu. 

Sütunlar, kongreye katılan tüccar, sanayici, işçi ve çiftçi gruplarını sembolize ediyor. Sütunların hemen arkasında kongrenin yapıldığı binanın fotoğrafı bulunuyordu. 

Yıkılan binanın arazisi İzmir'in gayrimenkul zengini Ayla Ökmen'e ait.

Kira geliri rekortmeni Ökmen'in muvafakatiyle yapılmış olan anıtın açılışı 24 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilmişti.

 O arsa açık otopark olarak kullanılırken

 Vali Yavuz Selim Köşger'in girşimiyle

 Atatürk ve İzmir'le ilgili bir tarihin tamamen yok edilmesinin önüne geçildi. Cumhuriyetin 100. Yılında( 2023)  aslına benzetilerek yeniden inşa edildi ve İzmir İktisat Kongre Binası ismiyle yeniden hizmete girdi. 

Kaynak: Hasan Çölmekçi 

Cumhuriyet Kadınları Derneği Konak Şubesi




20250308

20241117

📰✍️ Çok güzelsin ama, kimse seni sevmiyor - Gaffar Yakınca

 

Bu bayram Bursa’dan Balıkesir’e oradan İzmir’e kadar köy köy gezme imkanım oldu. Tarife gelmeyecek kadar güzel manzaralar gördüm, yaşadığım ülkeye bir kez daha aşık oldum.

Türkiye’nin her mevsimi güzel ama, baharın yeri bir başka. Çünkü bahar, geçiş mevsimi ve Türkiye de bir geçiş coğrafyası. Yani çeşitliliğin üzerine bir kat daha renklilik ve çeşitlilik biniyor.

Başka milletler çok daha kısır coğrafyalarını parlatmak için ellerinden geleni yapmışlar. İsviçre’nin, Çekya’nın, Yunanistan’ın, İtalya’nın hatta Hollanda’nın bile doğal güzellikleri, çok özel mucizelermiş gibi algılanıyor. Bizim cennet doğamız ise ancak köye gidince görülebilen “şaşırtıcı bir sürpriz” olabiliyor.

Zahirdeki sebebi basittir: Onlar ülkelerinin güzelliğini anlatmak için destanlar, şiirler yazmaktan, filmler çekmekten, resimler heykeller yapmaktan bir an bile vazgeçmiyorlar. Bizde ise bırakın bir sanat eserinin ülkemizin güzelliklerini anlatmasını, bunların kazara bir yapıtın içine girmesi bile mümkün olmuyor. Anadolu, kırk yıldır edebiyatımızda güzellikleri ile yer bulamıyor, sinemamız taşrayı anlatırsa sadece sıkıntısını anlatıyor, doğamız bestecilerimizin aklına gelmiyor, müziğe konu olamıyor… Plastik sanatlara ise hiç girmiyorum… En küçük ulusların bile yüzlerce pastoral ressamı varken bizim coğrafyamızı anlatan ressamlarımızın isimleri bile bilinmiyor.


Bir ülkenin sevilmesinin yolunun turizm reklamlarından geçtiğini zannetmemiz ne acı! Türkiye, her yıl turizm tanıtma faaliyetlerine yüz milyonlarca lira para harcıyor. Şüphesiz bunlar da çok gerekli işler ama sadece tanınmanıza yarıyor, sevilmenize, özlenmenize, imrenilmenize hizmet etmiyor. Bu saydığım ikinciler için coğrafyanızın fotoğrafını videosunu göstermeniz, havalı reklam filmleri çekmeniz yetmiyor, başka bir şeyler gerekiyor.

O “başka bir şey” ise aslında çok basit bir formüle dayanıyor: Önce siz ülkenizi ne kadar çok sevdiğinizi anlatmayı başarabilmelisiniz. Resimleriniz ile, edebiyatınız ile, sinemanız ile memleketinize duyduğunuzu aşkı anlatmalı, ülkenin taşından toprağından önce bu eserleri tanıtmalısınız. Bunu yapmayı başarabilirseniz, anlattığınız hisler yabancılara da geçiyor.

İnsanların Paris sevgisi sadece tanıtımdan mı ileri geliyor sanıyorsunuz? Paris’e dair yazılan sayısız şiir, roman, öykü, piyes, sayısız resim, onlarca beste, ve yüzlerce film sayesinde Paris, Paris oluyor. Fransız sanatçılarının, Fransız entelektüellerinin kendi şehirlerine duydukları aşk, tüm dünyayı saran bir duyguya dönüşüyor. İnsanlar en özel günlerinde Paris’te olmak istiyor, üzerinde Paris yazan giysiler giyiyor, hatta onu görmeyen kişiler bile onun hayalini kuruyor.



Turizmi ve kültürü, ticarete ait marka vb. kavramlar ile izah etmeye çalışan bir zihnin yapısı, işin bu tarafını kavrayamıyor. Çok reklam yapılırsa çok turist gelir deyip defteri kapatıyor. Oysa sorun çok turist gelmesi değil, çok para kazanmanız da değil. Dünya üzerinde olabildiğince çok sayıda insanın kalbini kazanmanız.

Tabii kalbini kazanmamız gerekenler sadece yabancılar değil. Kendi insanımızın da bu coğrafyayı sevmesini sağlamamız gerekiyor. İnsanımız, gördüğü doğal güzellikler karşısında hayrete düşüyor, “ne kadar güzel bir yer” diyerek hayranlığını dile getiriyor. Ancak bir süre konakladığı o güzel yerleri bırakıp evine dönerken çöpünü, pisliğini arkasında bırakıyor. Sevse bunu yapar mı sanıyorsunuz? Acı gerçek şu ki insanımız, ülkemizin doğasından etkileniyor ama onu sevmiyor. Memleketin toprağına, ağacına, hayvanına aşk beslemiyor. Onu kullanıp atılacak değersiz bir eşya gibi görüyor.

İhtimal, bunun da altında estetik eğitiminin ve sanat üretiminin yetersizliği yatıyor. Ülkemizin doğal güzellikleri hangi dolayımlar ile halka ulaşıyor dersiniz? Ya TRT’de belgesel olarak veya yol yapımı, baraj yapımı sırasından bir ihtilafa konu olduğunda! Aydınlar, sanatçılar memlekete aşk ile yaklaşan işler üretmiyorsa, memleketi yüceltip baş tacı etmiyorsa halk ne yapsın?

Aydınlık, 15 Nisan 2024

Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : Gaffar.Yakinca
YouTube: Gaffar Yakınca
http://www.gaffaryakinca.com/2024/04/14/cok-guzelsin-ama-kimse-seni-sevmiyor/

20220904

Türk tarihine ait ilk kez 'Türk' ibaresinin yer aldığı, Runik alfabesiyle 'Türkoğlu' yazan bir yazıt



Yazının sonradan eklendiğini veya fotomontaj olduğunu söyleyenler için yazıtın başka açılardan fotoğrafları


Kazı başkanı Doç. Dr. Işık, “Yazıt, Savatra Antik Kenti’ne ait bir kaleden getirilmiş. Bu kale, Bizans dönemine kadar kullanılagelmiş. Mimari parçasına baktığımız zaman Bizans dönemi templon payesi. Dini yapılar içesinde bulanan bir mimari unsur bu.



20211015

🎞Tokat'taki Roma kentinin tarihi önemi


Karadeniz'in en büyük Roma kentlerinden biri birçok kültüre ev sahipliği yapan Tokat'ta bulunuyor. Sulusaray'da yer alan Roma kentinin yaklaşık 3 bin yıllık geçmişe sahip olduğu belirlendi. Yeni bilgiler için bölgedeki kazı çalışmaları hızlandı.

20210315

Cumhuriyetin ilanı döneminde ninesi elleriyle işledi! Gözü gibi bakıyor

 

Bolu'da yaşayan Erdal Ekim, ninesinin cumhuriyetin ilanı döneminde yaptığı Türk bayrağını iş yerinde sergiliyor.

AA
12 Mart 2021 

Bayrağı muhafaza edildiği sandıktan çıkaran Ekim, çerçevelettirdiği Türk bayrağını iş yerinin en güzel köşesine yerleştirdi.

Ekim, iş yerine gelenlerin hatıra fotoğrafı çektirdiği el yapımı bayrağa gözü gibi bakıyor.

Erdal Ekim, AA muhabirine, Türk bayrağının rengini şehitlerin kanından, ilhamını da kan gölüne yansıyan ay ve yıldızdan aldığını belirterek, "Cumhuriyet ilan edildiğinde kullanılan bu bayrak, ninem tarafından yapılmış. O tarihte bayrak olmadığı için kırmızı ve beyaz bez parçasından makasla oyularak yapılmış." dedi.

İş yerine gelenlerin bayrağı ve tarihini merak ettiklerini dile getiren Ekim, "Gelenlere önce bayrağın nasıl yapıldığını, hem kendim hem de bu ülke için önemini anlatıyorum. Zaman zaman almak isteyenler oluyor. Bir müşterime bayrağı anlattığımda çok duygulandı. Gözlerinden yaş aktığını gördüm. Benden almak istedi. Ben de 'Bayrağı anca burada görürsünüz fakat veremem.' dedim." diye konuştu.

Ekim, ninesinden yadigar bayrağı özenle korumaya devam edeceğini sözlerine ekledi.

 

Alıntı/Kaynak: https://www.star.com.tr/kultur-sanat/cumhuriyetin-ilani-doneminde-ninesi-elleriyle-isledi-gozu-gibi-bakiyor-haber-1615841/

20200428

✍️ Sürgündeki Eserler - Tülin Uygur



Berlin’in Müzeler Ada’sındayım. Burada en ünlüsü Pergamon olmak üzere beş büyük müze var. Almanlar kendilerine ait olmayan, elde edilmiş eserlerle giderdikleri kültürel açlıklarını Berlin’de, sürgünde, beğeniye sunuyorlar. Buyurun gezelim.

TÜLİN UYGUR

Pergamon’un önünde koca panolarla duyurulan “müze onarımda” yazısına rağmen kuyruktaki insanları görünce hemen içeri giriyorum. Zeus sunağının olduğu salonun yeniden düzenleneceğini ve genişletileceğini, bizim Bergama tapınağı için arka sokakta özel bir müze açıldığını öğreniyorum. Belli ki depolar daha dolu, yeni eklemelerle o muhteşem tapınağı yeni bir sunuma hazırlıyorlar. Minareye kılıf hazırlanıyor. 

Hemen “Panorama” sergisine koşuyorum. Burası Pergamon’daki onarım süresince kullanılmak üzere yapılmış yeni bir bina. Dışardan bakınca ortada bir silo gibi bir silindir var. Önce Zeus sunağının iç kısmında yer alan, antik Pergamon (Bergama) şehrinin kurucusu Telephos’un hayatını anlatan orijinal frizleri (kabartmalar) geziyorum. Sunağın terasındaki kadın heykelleri, kral büstleri, dansçılar da tüm ihtişamlarıyla burada. 2000 yıl önce yapılmış büyüleyici güzellikteki heykelleri yakından incelemek mümkün. Zeus sunağının, Olimpos tanrılarıyla devlerin savaşını gösteren dış cephe frizleri ise dijital teknolojiyle sunuluyor, aslı Pergamon müzesinde onarımdan etkilenmesin diye dikkatlice korunmaya alınmış. Daha sonra 36 metre çapında, 32,5 metre yüksekliğinde ve çevresi 113 metre olan dev metal silindirin içine giriyorum.



SİLİNDİRDE BERGAMA 


Burası bir sergi salonu. Resimlerle, ışık ve ses oyunlarıyla Bergama Akropolü, tapınak ve şehir 2000 yıl önceki haliyle öyle müthiş bir şekilde canlandırılmış ki adeta bir zaman yolculuğuna çıkıyorum. Silindirin çeperindeki 3120 metrekarelik alan, yani ortada durduğunuzda etrafınızdaki 360 derecelik alan, 3 boyutlu olarak resimlenmiş. 35 ayrı şerit olarak polyestere basılmış ve birleştirilmiş resimler, İran asıllı ünlü sanatçı Yadegar Asisi’ye ait. 104 x30 metrelik bu dev eseri silindire asmak için dağcılar getirilmiş. Almanlar ellerindeki antik çağın baş yapıtının değerini öyle biliyor ki hiçbir masraftan kaçınmamışlar. Silindirin tam ortasında bu müthiş eseri farklı yüksekliklerde izlemeyi sağlayan bir merdiven ve 3 ayrı seyir terası yapılmış. Şehri, doğayı, insanları izleyerek merdivenleri tırmandıkça tapınağa yaklaşılıyor. 

Gün doğarken horoz sesleri ve kuş cıvıltılarıyla birlikte yavaş yavaş uyanıyor Bergama şehri. Konuşmalar, su şırıltısı, müzik, hayvan sesleri derken gün batıyor, insan sesleri giderek azalıyor. Ara sıra duyulan baykuş sesleri dışında vadiye derin bir sessizlik ve karanlık çöküyor. Duvardaki resimler öylesine canlı, sahneler öylesine gerçek ki hangi detaya bakacağımı şaşırıyorum. Nehirde yıkananlar, çamaşır yıkayanlar, çocuğunu emziren kadınlar, bir köşede şarap içenler, kale duvarının kuytu bir köşesinde sevgililer, meydanda etleri kesen kasap, filozoflar, kumarbazlar, karanlık tipler, tarlalarda çalışanlar ve tabii hayvanlar. Bir şehir yaşantısında aklınıza ne gelirse hepsi orada. Her katta gördüğüm detaylar farklılaşıyor, en üst kata 15 metreye çıkınca sanki Zeus sunağının içinde gibiyim ve artık Bergamalıyım. Bir köşeye de ben ilişmek istiyorum ama Pergamon’a dönmeden kazıları anlatan fotoğrafları görmeliyim.

HIRSIZLIĞIN İLANI

Kazıların nasıl yapıldığını anlatan fotoğraflara bakıyorum. Carl Humann nasıl da mutlu pozlar vermiş! Bergama-Dikili yol yapımı için 1864’te işe alınan, Osmanlı memuru Alman mühendis Humann! Veremden kurtulmak için geldiği Sisam adasında “Hera” tapınağını kazan Alman’dan işi öğrenmiş. Bu yüzden yol kazarken ne çıkardıysa toplamış. Yetmemiş, dağı bayırı gezip bulduğu her şeyi depolamış. Kazmayı vurunca tarih fışkıran topraklarımız olduğunu hemen anlamış. Öyle bir dönemden bahsediyoruz ki tercümanından konsolosuna, devlet memurundan Osmanlı’nın kendi elçisine kadar ortalık hain ve çıkar peşinde koşanlarla dolu. Kim neyi kaparsa onun oluyor! 

Humann 1864’ten ilk resmi iznin alındığı 1878 yılına kadar tam 14 yıl boyunca izinsiz olarak Bergama Kalesini, Akropol’ü kazmış, ne bulduysa hemen Berlin’e göndermiş! Hatta göndermediklerini de Almanların İzmir konsolosunun evinde depolamış. 1878’de onları da İzmir’den gemiyle göndermiş. Resmi izni aldıktan sonra Bergama Kalesine ilk(!) kazmasını Kayzer Wilhelm II adına vurmuş. Tabii resmen izin demek, çıkan malların paylaşımı demek o zamanki yasaya göre. Ama paylaşmak isteyen kim, Almanlar hepsini götürmek istiyorlar. Sonunda anlaşmışlar. 1878-1879’da 20 bin mark karşılığında Osmanlı hükümeti Bergama Kalesinden çıkanların hepsinin Berlin’e taşınmasına izin vermiş. Pergamon müzesindekiler parayla satın alındı diyenler var, hatta yazmışlar eserlerin altına, peki 14 yıl boyunca çalınanlar nerede? Sadece Bergama’dan değil tüm Anadolu ve Ortadoğu’dan çalınan eserler var. Belli ki dönemin yeni emperyalist yıldızı Almanlar, tıpkı Fransızların Louvre, İngilizlerin Britanya Müzesi gibi çoğu çalınarak edinilmiş bir kültür tarihi müzesine sahip olmanın çaresini Osmanlı topraklarını talan etmekte bulmuşlar. Çalıntı eserlerin hepsi geri verilmeli ! 

PERGAMON MÜZESİ


Şimdiki 3 kanatlı bina 1930 yılında açılmış. Aynı çatı altında “Antik Eserler Koleksiyonu”, “Ön Asya Müzesi” ve “İslam Eserleri Müzesi” barınıyor. Burada 6000 yıllık eşsiz benzersiz nice kültür hazineleri sergileniyor. Almanlar kendilerine ait olmayan, elde edilmiş eserlerle giderdikleri kültürel açlıklarını Berlin’de, sürgünde, beğeniye sunuyorlar. Buyurun gezelim. 

İŞTAR KAPISI

Pergamon Müzesi’nin Zeus Sunağı’ndan sonraki zenginliklerinden biri de ünlü “İştar Kapısı”. İştar bir tanrıça. Afrodit, İnanna gibi aşk ve güzellik tanrıçası ama biraz daha fazlası. İştar orduların koruyucusu, kandan korkmuyor, bu yüzden simgesi de aslan. Hitit saldırılarıyla yıkılan Babil medeniyetinin yerine yaklaşık bin yıl sonra kurulan yeni Babil hükümdarlığında, kral II. Nebukadnezar tarafından M.Ö 575 yılında, eski görkemli günleri yaşatmak adına, şehre arka arkaya iki girişi olan bir kapı ve bir de tören yolu yapılır. Kapılar, korkuyla karışık sevgi ve saygıyı göstermesi için, tanrıça İştar’a adanır, Tören yolunun iki yanı birer ayağını kaldırmış aslan heykelleriyle donatılır, düşmanlara korku salsın, dostlara güven versin diye. Fırat nehrinden alınan topraklar pişirilir, suyun rengi verilir. 12 metreden yüksek dev kapılar turkuaz-su yeşili sırlı tuğlalarla bezenir. Üzeri kahverengi ve sarı tonlarında boğa, muşuşu ve çiçek kabartmalarıyla süslenir. Boğa, fırtına ve bereket tanrısı Adad’ın kutsal hayvan. Ejderha kafalı, kartal gibi arka ayakları, aslan gibi ön ayakları, yılan gibi kuyruğu olan muşuşu ise Babil’in baş tanrısı Marduk’un kutsal hayvanı. İştar kapısı bereketli Mezopotamya medeniyetine ve oradan da dünyaya açılan bir kapı olur. Şehre dışardan gelen bu muhteşem kapıları ve Babil kulesini görür. 

Alman arkeologlar Bağdat civarındaki kazılarına 1899 yılında başlar. Toprak altından çıkardıkları kapı dahil çoğu yıpranmamış parçalar numaralanıp, sandıklara doldurulur. I. Dünya Savaşı başlayınca kazılara ara verilir. İngilizler bölgeye el koyar ama Almanlar can düşmanlarıyla anlaşarak çıkardıkları her şeyi Berlin’e taşırlar. Savaş bittiğinde Osmanlı gibi Almanlar da biter. Bu defa Amerikalılar ve İtalyanlar yağmaya başlar. Asur ve Mezopotamya medeniyetlerinden kalan ne bulurlarsa yükler, sürgüne gönderirler. Hatta Almanların sandıkları yüklediği bir gemiye Portekizliler bile el koyuverir. Sanki yağma Hasan’ın böreği! 


İştar kapısı yıllar sonra, 1980’de Saddam Hüseyin tarafından yeniden canlandırılır. Kapının aslının olduğu yere de “çalınmadan önce burada böyle bir dünya harikası vardı” tabelası asılır. Hatırlayın Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin önünde en çok poz verdiği yer, sahte İştar kapısıydı. Amerikalılar antik kent alanına askeri üs kurarak Asur medeniyetlerden geri kalan her şeye büyük zarar verdiler, dünyanın gözünün önünde Bağdat müzelerini yağmaladılar, o zamanki Savunma Bakanı Rumsfeldt “olur böyle şeyler” dedi. 

MİLET KAPISI


İşte eşsiz bir eser daha! 12 İon kent devletinin en ünlüsü Milet’te, M.S. II. yüzyılda İmparator Hadrian zamanında inşa edilmiş mermer kapının önündeyim. Bu kapının tam adı “Milet Güney Agora Kuzey Kapısı”. Vatanı Aydın ilimizin, Söke ilçesinin Balat köyü. 16 metre yüksekliğinde ve 30 metre genişliğinde ve 1600 ton ağırlığında bir kapı. İki katlı ve üç girişi olan bu kapı Efes’teki Celsus kütüphanesini andırıyor. Alman arkeolog Theodor Wiegand tarafından 1896’da bulunmuş ve Osmanlı yöneticilerine önemsiz denilerek 1903 yılında Berlin’e kaçırılmış. Sadece kapı değil kaçırılan, bir de Miletli bir zenginin evinin tabanında bulunan Kalliope’nin oğlu ozan Orpheus’a adanmış mozaik yer döşemesi var. Kapının karşısında yerde sergileniyor. 


ABDÜLHAMİT’İN HEDİYESİ 


Mşatta Sarayı Ürdün’de Amman’ın güneyinde Emeviler tarafından 8. yüzyılda yapıldığı kabul edilen bir çöl sarayı. Zengin taş oymalarla bezenmiş olan sarayın güneye bakan ana cephesinde, tam 47 metre uzunluğunda ve 5 metre yüksekliğinde, asmalar, aslanlar ve kuşlarla süslü bir giriş vardı. Padişah II. Abdülhamit, 1903 yılında, bu saray girişini Kayzer II. Wilhelm’e hediye etmiş, Almanya’ya göndermiş. Evini soyan hırsıza “soyarken çok yoruldun, bu da benden sana hediye” demiş! Halbuki müthiş bir maden bulduklarının farkında olan Almanlar, Konya-Bağdat Demiryolu imtiyazını aldıklarında “Bağdat Demiryolu Kumpanyası” kurmuşlar. Hemen anlaşmaya hat boyunca arkeolojik eserler aramak, kazı yapmak, devlete ait toprakların mülkiyetini imtiyaz sahiplerine (kumpanyaya) bedelsiz devretmek gibi önemli maddeleri de ekleyivermişler. Davul çalarak yapacakları talanı resmi hale getirmişler ama gözler kör, kulaklar sağır olmuş!!!


HALEP ODASI


Şimdi Halep’te zengin bir tüccara ait 1601 yılında yapılmış evin bir odasındayım. Oda, tek tek sanatçılar tarafından işlenmiş ve boyanmış ahşap kaplamalarla bezenmiş. 2.60 metre yüksekliğinde 35 metre uzunluğunda bir sanat eseri. Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürüne ait desenler, insan, hayvan, çiçek resimleri ve mısralar. Oda 1912 yılında Friedrich Sarre tarafından Halep’ten sökülmüş, Berlin’e getirilmiş. Sarre bir gezgin, arkeolog ve sanat tarihçi sonra profesör de olmuş. Zeus sunağını soyan Humann’ı örnek alarak başlamış işe Sarre. Ön Asya, Mezopotamya ve İran’da kazılar yapmış. Abbasi halifeliğinin merkezi Samarra şehrini talan etmiş. 

1907’de yerinden sökülerek götürülen Konya Beyhekim Camii Mihrabı ve “altın kadar değerli” diyerek sunulan çiniler, halılar, kilimler, Hitit, Urartu, Asur’dan binlerce kültür hazinesi, hepsi Pergamon’da. Büyükelçisinden, yol mühendisine, profesörüne, müze yöneticisine, misyonerine kadar batılılar kültür hazinelerini talan etmeyi iş ve alışkanlık edinmiş. Peki ev sahibinin hiç mi suçu yok? Olmaz mı? Tam da bu yüzden yerlisi yabancısı halen kültür hazinelerimizi talan etmeye devam ediyor.

Alıntı/ Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/almanya-nin-kalbi-berlin-de-2-gun-pergamon-bergama-muzesi-206700#3

20200404

138 yıllık veresiye defteri geçmişin alışverişini anlatıyor


138 yıllık veresiye defteri geçmişin alışverişini anlatıyor

Bursa'nın Mudanya ilçesi Trilye mahallesinde Rum bakkaldan komşusuna kalan verisiye defteri 138 yıl öncesinin o zorlu yılları yaşayan insanların yokluk hallerinin ve fakirliğinin izlerini taşıyor.

Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapan ve tarihi İpek Yolu güzergâhında bulunan Bursa, göç tarihi ile de adeta geçmişe ışık tutuyor. Etkileyici görsel ve temalarla göç olgusunun anlatıldığı Bursa Göç Tarihi Müzesi, envanterinde bulunan tarihi materyaller ve koleksiyonla müze dostlarının ilgisini çekiyor. 8500 yıl önce Bursa'daki yaşam bulgularından, Türklerin Anadolu'ya gelişi ile Balkanlardan ve Kafkaslardan Bursa'ya göçün senaryolaştırıldığı ve canlandırmalarla anlatıldığı Bursa Göç Tarihi Müzesi'nde yakın tarihe damgasını vuran Lozan Mübadele anlaşmasının anlatıldığı bölüm ise dramatik hikâyelerle dolu. Bursa'nın geçmişten günümüze göçlerle şekillenen sosyo-ekonomik yaşamına adeta ayna tutan müzede sergilenen ve mübadele anlaşması gereği Tirilye'den Selanik'e göç etmek zorunda kalan Rum bir bakkala ait veresiye defteri dikkat çeken koleksiyonların başında geliyor. Lozan Mübadele Anlaşması'nın anlatıldığı bölümde vitrin içerisinde izlenime sunulan kırmızı kaplı veresiye defteri 1880'li yıllara ait. Deftere not düşülen veresiye kalemleri ise hayli ilginç


1 OKKA ŞEKER, 4 DİRHEM PİRİNÇ

Dönemin şartlarını gözler önüne seren en etkileyici belgelerden biri olarak ziyaretçilerin ilgisini çeken veresiye defteri, o zorlu yılları yaşayan insanların yokluk hallerinin ve fakirliğinin izlerini taşıyor. Rum bakkalın komşusu olan Ercan Kara isimli bir vatandaş tarafından müzeye bağışlanan veresiye defterinde ağırlık ölçüsü olarak okka ve dirhem kullanılırken deftere yazılan veresiye kalemleri o tarihlerde hangi gıda maddelerinin çoğunluklu olarak tüketildiğine ilişkin fikir veriyor. Deftere veresiye olarak yazdırılan bir kutu kibrit, gaz, sicim, sabun ve bakla gibi ürünler dikkat çekiyor. Türkiye'nin en eski veresiye defterinin sergilendiği ve kentin göç tarihinin anlatıldığı Bursa Göç Tarihi Müzesi, Pazartesi günleri hariç haftanın 6 günü saat 09.00- 17.30 saatleri arasında gezilebilir.



20200208

Anadolu'da, Akkoyunlu-Karakoyunlu





🎞 Topkapı Sarayı Müzesi (Belgesel)

Üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun yönetim merkezi… Osmanlı hanedanının ikametgâhı… İmparatorluk yönetiminde görev alacak devlet adamlarını ve onların eşlerini yetiştiren mükemmel bir eğitim merkezi… Osmanlı sanatını en üst noktaya taşıyan, yönlendiren ve biçimlendiren bir sanat akademisi… Ne İslam dünyasındaki, ne de Avrupa’daki saraylara benzemeyen bir yapılar topluluğu. Sahip olduğu 86.000 eski eseriyle, günümüzün en zengin saray müzelerinden.

🎞 Ayasafya belgeseli

🎞 50 Bin Kişilik Yeraltı Şehri - Hem de Türkiye'de

Nevşehir'deki bu yeraltı şehrinin hala tamamı keşfedilemedi. Fakat tarihçiler zamanında burada 50 bin kişinin nedeni bilinmeksizin bir dünya kurduğunu anlatıyor. 
Kaynaklar :
https://tr.wikipedia.org/wiki/Derinku...


🎞️ I am not Turkish but 🇹🇷 ( Ben Türk değilim ama..) akımından... 🇹🇷Türkçe sözlü şarkılar

“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor -  Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...