''Osmanlı Devletinde Saray'a ve yönetime hakim, ekonomiye hakim, Boğazın iki yakasındaki, Marmara Denizi'nin çevresindeki köşklerde, yalılarda yaşayan, Türkleri İstanbul'a ve ticaretine sokmayan, Bankerleri ve banka sahipleri olan imtiyazlı Ermeni azınlık nasıl isyan ettirilip cinayet şebekesine dönüştürüldü öğrenelim.
Katalolik Cizvit Papazlarıyla Anglo Amerikan sermayesi desteğiyle 1821'lerde başlayan kışkırtmalar, somut olarak 1870 yıllarında John Bull tarafından bir misyoner ordusu Anadolu'ya gönderildi.
Her tarafta görünüşte Ermeniler arasında dini propogandaya fakat gerçekte ruhların siyasi yönden zehirlenmesi için faaliyet gösteren kuruluşlar olarak hizmet eden kiliseler ve Protestan okulları inşa ettirdi...
Bu sözde kurtuluş eserine ruhları yakalamakta eksik olmayan Amerika'da, hararetli bir biçimde katıldı.
"Berlines Tagesblatt" gazetesi'nin İstanbul'daki muhabiri bu dinamit okullarının böylece ortaya çıkışını belirgin biçimde şöyle karakterize ediyor:
İngiliz ve Anglo-Amerikan misyonerleri uzun yıllardan beri Anadolu'da okullar kurmuşlar ve bunları deniz aşırı ülkelerin ruhban sınıfının zengin imkanlarıyla donatmışlardır. Tabi bu imkanları sağlayanlar Allah ve hayır adına, nasıl elde edildiği belli olmayan zenginliklerinden bir kısmını seve seve feda etmektedirler...
İngiliz Bible House, Yahudi misyoner, işlerini hiç bir zaman tayfaların girmediği çok sayıda Sailors Homes ibadethaneriyle, İskoçya kilisesi ve bütün bunlar hoşnutsuzluğun kuluçka merkezleri olmaktan başka bir şey değildir. Hepsi de, isimleriyle bağdaşmayan gayeler peşindedirler...
Erzurum, Van ve Bitlis, Trabzon, Amasya ve Samsun, Sivas, Harput, Diyarbakırdaki Ermeni çocuklar belki Amerikalıya uygun (yankee) fakat Ermenilerin oturduğu Anadolu'nun yüksek yaylalarının saf çocuklarını hiç de uygun olmayan, uygun düşmeyen bir eğitimden geçirmektedirler...
Ermeni çocuk kendisine Anglo-Amerikan öğretmenler tarafından aktarılan düşünceleri hazmedemez, kendisini çevreleyen kendisinin tanıdığı ve sevdigi her şey öğretmenlerinin sözleriyle taban tabana zıt olduğundan kafaları karma karışık olur...
Böyle bir okuldan çıkan Ermeni genci ülkesinde artık daha fazla yaşayamaz, her şey karanlık ve çevresinden daha kötü görür, etrafının daraldığını uşaklaştırıldığını, ezildiğini hisseder.Ülkesi onun için iğrenç bir hal alır...
Hiç bir İngilizin, Amerikalının Anadolu'da yaşamadığı illerde açılan konsolosluklar ve kollejler marifetiyle Ermeni gençleri, Hınçak partisi adıyla eğitilip, militanlaştırıp, denizden denize büyük Ermenistan hayaliyle kandırdılar...
Osmanlı da bu olan biteni öküzün trene baktığı gibi izliyordu çünkü Padişahların has danışmanları da Ermeniydi...
Osmanlı'da büyükelçilik yapan Alman Dr. Hans Barth, yazdığı bu kitapla 2.Abdülhamid'i uyarıyor; Vatikan, İngilizler ve Anglo Amerikan sermayesi Hınçaklar üzerinden Ermeni isyanı tezgahlıyorlar, tedbir al, sahtekâr Ermenilere güvenme, dürüst Türkleri yanına al diyor ama Ermeni dostu 2.Abdülhamid umursamıyor... Sonra da Hans Barth'ın dediği çıkıyor!,
Ermeniler Doğu Anadolu'da 500 bin Müslümanı, Türk'ü katlediyor ve tehcir gündeme geliyor. "Konstantinapolisliler", Tehcir de bile Başkentteki Ermenilere dokundurtmuyor, doğudaki Ermeniler Suriye'ye, Halep ve çevresine gönderiliyor, 2 yıl sonra da tehcir yasası iptal ediliyor, gidenlerin 1/3 ü geri getirilip, 170 bin Ermeni, Urfa, Adana, Osmaniye hattına yerleştiriliyor. ''
....
1821- 1896 yılları arasında olanları öğrenmek için bu kitabı mutlaka okuyun.
2. Baskısını 37 yıl sonra çıktı.
Yıllardır aranan kitap herkesin kütüphanesinde olmalı.
*****
Ermeniler Göbeklitepe'yi hemen sahiplendiler çünkü Yunanlılar gibi onlarda da hırsızlık genetik! Lakin tarihleri bu sahiplenmeye kifayetsiz.
Osmanlı da bir hırsızlık olduğu zaman bunu Ermeniden bilirlerdi(sebebini yazacağım).
Bk.Hammer,"Geschichte des Osman" Raiches Vlll. s.110
Dr. Alfred Körte "Anadolu'daki Ermeniler" araştırmasından 1896;
"Bir Yunanlı iki Yahudiyi, bir Ermeni de iki Yunanlıyı kandırır."
Onlar (Ermeniler), İngiltere'yi bile, kendi işlerine geliyorsa karanlığa sürükleyebilirler.
Bunlar durduk yere yazılıp söylenmiş olabilir mi?
Osmanlı da bir Alman tanınmış müteahhidin tecrübesi; "Türkle bir iş yaparsam, her hangi bir yazılı mukavele yapmam; çünkü onun söz vermesi yeter. Yunan veya Şarklı başka biriyle mukavele yapmam gerekir ve faydalıdır.Fakat Ermenilerle, yazılı herhangi bir şey yapmam, çünkü onlar çünkü onların entrikalarından ve yalancılıklarından dolayı yazılı mukavele bir işe yaramaz. İster İstanbul da hamal veya hizmetçi, ister Anadolu da bir bakkal veya han sahibi olsun, normal bir Ermeni'nin tek hedefi para kazanmaktır, diğer bütün hedefler para kazanmaktan sonra gelir.
Ermeni parayı çok sevdiğinden ölçülü yaşar, zevk alacağı şeylerden uzak durur. Paradan dolayı genç bir Ermeni, genç karısının Van'da veya Bitlis'te kalmasına ve hatta kendinden habersiz karısının bir başkasından gayri meşru çocuk doğurmasına göz yumar.
Para için hiç düşünmeden yalan söyler ve dolandırır. Aleni olarak hırsızlık yapmayı, korkaklığı sebebiyle beceremez, fakat her türlü dolandırıcılığı, spor olarak kabul eder. Bu her şeyden kazanma hırsı, Ermeniler'e oldukça geniş bir idrak meselesi, mukavemek ve kendini gizleme gizleme kabiliyeti sağlamıstır.
Bu melekeler ona her yerde zenginliklerini devam ettirmesini sağlamıştır ve ayrıca Ermeniler'in birbirini desteklemesine ve gayelerine ulaşmalarına yardım eder.
Aksiliklerin bazen üst üstte geldiği gibi Ermeniler'de nerede olursa olsun beraberdirler. Mesela büyük bir apartmanda Ermeni hizmetçilerin yanı sıra Yunanlılar'ı ve ve Hırvatlar'ı çalıştırmak mümkün değildir. Ermeni hizmetçi, entrikaya yatkınlığından dolayı, Yunan, Bulgar ve Hırvat hizmetcileri takip eder, daha sonra efendisine ihbar eder ve sonunda onların yerine başka bir Ermeni'yi yerleştirir.
Fakat burada Ermeni ifadesine sınırlama getirmek gerekir: Ermeni bir diğer Ermeni'ye ancak kendi mezhebinden olduğu sürece yardım eder. Ortadoks, Roma-Katolik ve Protestan Ermeniler birbirinden aşırı derecede nefret ederler.
Mesela Ankara'daki Roma Katoliği bir Ermeni'ye vilayeti sorulduğunda; "ben katoliğim" diye cevap verir.
Dini fikir ayrılıkları, Ermeniler'deki milliyet duygusunu tamamen ortadan kaldırmıstır, fakat bu mezheplerin hiç birinin Ermeni'nin ahlak anlayışına tesiri yoktur.
Roma-Katolik veya Protestan bir Ermeni'den, Ortadoks bir Ermeni'nin hiç bir farkı yoktur. Türk köylüsü ve vatandaşı, bu düşmana karşı oldukça savunmasızdır, çünkü Ermeni'yi güçlü yapan doymak bilmeyen kazanma hırsı Türkler'de hiç yoktur.
Anadolu köylüsü, her zaman söylendiği gibi çok tembel değildir, o tarlasını tıpkı ataları gibi işlemekte, fakat kendini yıpratarak mal biriktirme düşüncesi aklına hiç gelmemektedir. Ölçülü işiyle hayatını kazanır, kahvesinin ve nargilesinin keyfini çıkartmak ister.
Bu hayat tarzı onun gelenekçi gücünü sağlarken, aynı zamanda ekonomik güçsüzlüğünde sebebidir.
Her iki ülke insanlarının zıtlıklarını önce Türk, daha sonra Ermeni hanına giden biri en açık şekilde görür...
Türk hanında sakin ve ağırbaşlı bir şekilde karşılanırsınız; çıplak odalar, dini inanclar bakımından dokunulması yasak olan örümceklere varıncaya kadar temizlenmiştir. Oda sert fakat olan örtü ve yastıklardan ibarettir. Hayvanlara neredeyse insanlardan daha iyi bakılır;
At, teri soğumadan ahıra götürülmez ve belli bir ölçünün dışında ona arpa verilmez. Avrupalı seyyah, Türk adetlerine ters düşen bir şey isterse pek anlayış bulamaz ve bu durumda han sahibinin mırıldandığını hisseder.
Han sahibi şu esastan hareket eder;
"Yabancı memlekete seyahat eden birinin, oranın adetlerine uyması gerekir." Hayvanın bakımı ve oda fiyatı için önceden pazarlık gerekmez, çünkü bu sabahın erken saatinde sükunetle halledilir. Bir Türk hanının temel özelliği; belki biraz rahat olmayışı, fakat itinalı oluşudur.
Bu durum,sayıları maalesef fazla olan Ermeni hanlarında tamamen değişiktir.Burada iki genç, atı almak için hemen hana gelen misafire doğru koşarlar.Fakat at sahibinin bunların atı kapıya bağlamalarını değil de, dolaştırdıklarını düşünmesi onun hüsni niyetinin bir ifadesidir...
Han sahibi onu, gülümsermiş gibi sırıtarak ve her şeyin-"Çelebiyi" memnun etmek için emrine amade olduğunu belirterek yırtık bir halı, siyah ve kırık bir ayna ve kötü bir krolomitograftan ibaret Avrupai bir görüntü vermek istediği odasına götürür...
Bitip tükenmek bilmeyen iltifat ve telkinlere karşı insan kendini zor savunur.Temizliği tartışma götüren bir sürü yorgan içinde günün yorgunluğu çıkarılmak istense bile, gece dolaşan böceklerden, müslüman hanını kıyaslarsanız daha çok rahatsız olursunuz.
Seyyah veyâ yâveri yeterince dikkatli olmazlarsa
Ata kararlaştırılan miktarın yarısı kadar arpa verilir, veya önce yem verilir, On beş dakika sonra yemin fazlası geri alınır. O zaman da, ağır yem fiyatında hana gelir gelmez anlaşma yapmayan ve han sahibinin bütün tekliflerini kabul eden zavallı seyyahın hesabı ertesi sabah ölçüsüz derecede artar ve hesap büyük bir İsviçre otelinden aşağı kalmaz. Ermeni hanından kazıklanmadan çıkılmaz ustelik bunu yüzünüze gülerken yaparlar.
Anadolu da bir çok köylerde bulunan Ermeni bakkalları ise çok daha tehlikelidir.
Türk köylüsü ne kadar mütevazi yaşasa da, bazı şeylere ihtiyacı vardır, mesela kahve, tütün veya bâzen de şeker.Bardak,fincan,fırça vb.bulabildiği bu bakkallardan, köylü bunları da satın alabilir.
Peşin para Anadolu köylüsünde nadir olarak bulunur, bunun için köylü ürettiği mahsûlü veya borç karşılığında istediğini alabilir. Fakat bu, Ermeniler'e ekonomik bağımlılığa düşmesine sebebiyet verir. Ermeni, köylülün mahsülünü işine geldiği gibi düşük bir fiyattan alır, köylüye krediyi ancak belirli şartlarla, meselâ tiftik keçisinin yününü ve afyonunu kendine çok düşük fiyatla sattığı zaman verir. Böylelikle köylünün eli kolu bağlanmıştır; köylü fakir, Ermeni bakkal ise zengin olur."sülük" köylüyü emdikten sonra şehre gider ve köydeki yerini köydeki yerini diğer bir Ermeni vatandaşı alır. Nüfusu 10.000'in üzerinde olan Ankara, Sivrihisar, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar gibi büyük şehirlerdeki ticaret, Ermenilerin elindedir; tabîî ki yönetim de.
Çünkü büyük ve küçük hırsızlıklar sözü, Türkiye'de daha çok söylenmektedir.
Türkler'i sömürmeleri neticesinde,haklarındaki şikayetler ayyuka çıkan Ermeniler'in baskısı hükümet tedbirleri neticesinde, meselâ köylerde ev ticaretinin yasaklanması gibi kısmen azaldı.
Yukarıdan Ermeniler'e sert bir hava esmesi Ermeniler'in durumunu bozdu.
Anadolu'ya, Bulgaristan, Rumeli ve Dobruca'dan gelen muhacirlerin Ermenilerin ekonomik bağımlılığına girmemesi büyük bir mutluluk olurdu; bunun gercekleşmesi için şartlar pek de namüsait değildi...
Eskiden büyük bir Türk köyü olan İnönü'de yaşlı bir köylünün Ermeni"lerin tehlikeli olduğunu, bana söylediği ifade doğrulamaktadır: "Burada hepimiz Türküz. Köyde hiç bir Ermeni"nin, Yunanlı"nın olmaması bizim için büyük bir mutluluktur."
Bu ifadelerle ben tabîî ki Bitlis'teki vâkıaları savunmak istemiyorum. Fakat müslümanların oldukça sinirlenmesine ve öfkelenmesine sebebiyet veren olayları, zamanında Ermeniler'in yaptığı düşüncesine de sahibim.
Ermeniler'in oldukça avantajlı, sosyal durumlarını, Körte gibi Ermeniliği iyi tanıyan araştırıcılar da tespit ediyorlardı.
Alman Konsolos Bay V. Saurna Jelstsch(yukarıda bahsedildiği gibi) Ermeniler'in durumunun umumiyetle oldukça iyi olduğunu ve Ermenilerin bitmek tükenmek
Alıntı: Bahtiyar Aydın-Eski Çağ Tarihi Uzmanı-Yazar