Em.Tümamiral Cem Gürdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Em.Tümamiral Cem Gürdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20200705

🎞 E.Tümamiral Gürdeniz: Mısır İçin İntihar Olur! Yunanistan İse...

E.Tümamiral Cem Gürdeniz'den Mısır Donanması'nın analizi.Türkiye-Mısır ilişkilerinin tarihsel süreci. Mısır Donanmasının güçlü ve zayıf yönleri neler? Akdeniz'deki eko-politik oyunun perde arkasında neler var? Ve Amiralimize sorduk: Türk Donanması'na olası saldırının Mısır ve Yunanistan için sonuçları ne olur?

20200604

Mavi Vatandan Açık Denizlere - Cem Gürdeniz


Mavi Vatandan Açık Denizlere 
Cem Gürdeniz

24 Mayıs 2020

1000 yıldır Türk devlet kurumsallığının çatısı altında Anadolu yarımadasındayız. Dünyanın bu en seçkin coğrafyasında bu kadar uzun bir süreyi başarabilen ve jeopolitik kaderi sonsuza kadar bu topraklarda sürecek başka bir devlet, imparatorluk ya da uygarlık olmadı. Bu süreçte iniş ve çıkışlar yaşandı. Görkem, duraksama ve gerileme, hepsi denizde başladı. Denizde İnebahtı (1571), Karada Karlofça (1699) ile başlayan gerileme süreci, 13 Kasım 1918 sabahı 55 parça savaş gemisi ile İstanbul’un işgalinde atalarımızı ilk kez vatan ve devlet kaybetme aşamasına getirdi. Yetmezmiş gibi 15 Mayıs 1919’da Yunan tümenleri gemilerle İzmir’e çıktı. 

AKIL MI NAKİL Mİ?

Teknoloji ve bilimden kısacası akıl yolundan uzaklaşarak, nakil yolunda ısrar eden Osmanlı İmparatorluğu, yok olma aşamasına geldiği Birinci Dünya Savaşının sonunda geri kalmış, ticaretini yabancılara teslim etmiş, çiftçi bir devlet idi. Denizden istilaya gelen çelik imparatorlukların ateş gücü karşısında, denizde, yani ileri savunmanın başlaması gereken yerde direnecek güce sahip değildi. Buna rağmen, daha erken yıkılmasını geciktiren tek neden eşsiz coğrafyasıydı. Sanayileşerek güçlenen Çarlık Rusya’sının Akdeniz’e ve dolayısı ile Hindistan yoluna inerek, Britanya İmparatorluğuna tehdit oluşturmasına karşı tampon bir devlet olarak tutuluyordu. Uzun sürmedi. Sanayide ve donanmalarda kömürden petrole geçiş ve büyüyen ticari çıkarlar ile birlikte yeni kaderi çizildi. Parçalanacaktı. 1907 Reval, 1916 Sykes-Picot, 1917 Balfour bu kaderin düğüm noktaları oldu. 1920’de Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlının imzaladığı Sevr, onu sadece parçalamıyor açık denizlerden de koparıyordu. Karadeniz’de 500 km kıyı şeridine sıkıştırılmış, denizden Ermenistan ile komşu bir devletçik. 

DENİZ VE AKIL

Akıldan uzaklaşan Osmanlı denizden de uzaklaşmıştı. Donanması çağlar boyunca kapitülasyonlar, emperyalizm ya da iç cephedeki tutucu karacı aklın kurbanı oluyordu. Onaltıncı yüzyılda yelkene 100 yıl geç geçilmişti. 600 yıllık devletin Donanmasına kumanda den 216 Kapdan-ı Derya ve Bahriye Nazırı içinde ancak 20-30 kadarının muharip ve denizci olmasının bedeli Çeşme, Navarin ve Sinop baskınlarında ağır ödenmişti. Deniz gücü kurmanın olmazsa olmazı bilimden ve sanayiden uzaklaşan ve endüstriyel medeniyet ürünlerini üretemeyen Osmanlı çökmeye mahkûm olmuştu. Demire karşı kanla mücadele etmek zorundaydı. Balkan harbi öncesinde Mısır, Kıbrıs ve Libya; sonrasında Adriyatik ve Ege tamamen kaybedilmiş, Anadolu yarımadası, Tuna ve Süveyş havzalarından tamamen koparılmıştı. Birinci Dünya Harbinde istila donanması Çanakkale’ye hiçbir engel ile karşılaşmadan gelmiş, 25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu’nda 19 Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, 57. alaya ölmeyi emretmek zorunda kalmıştı. 


KURTULUŞ VE KURULUŞ

Trakya ve Anadolu’nun büyük bölümünden Türkleri sökmeyi amaçlayan Sevr’i Mustafa Kemal’in askerleri 9 Eylül 1922 sabahı yırtıp attı. Böylece kutsal Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu yarımadasının Trakya ile bütünlüğü korundu. Dört denizini ve 8300 km kıyısını korumuş yurdunu parçalatmamıştı. Mustafa Kemal Atatürk, donanmasız Anadolu olamayacağını gördü. Ancak sadece donanma gücü de yetmezdi. Türkler ve Anadolu denizcileşmeliydi. Devlet denizcileşmeliydi. Kurumlar denizcileşmeliydi. Savunma denizde başlamalıydı. 900 yıllık karasal kodlara rağmen deniz uygarlığı cephesine geçilmeliydi. Ölümsüz Başkomutan, kurduğu yeni cumhuriyetin savunmasını denizden başlatacak donanmayı süratle kurdu. Başlangıçta devletin Amirali ve bırakalım harbe hazır donanmayı, pervanesi dönen gemisi yoktu. Bu açığı kapamak için Bahriye Vekaletini (Bakanlık) kurdu. Başına en yakın arkadaşı eski İstiklal Mahkemesi Başkanı Emekli Topçu Binbaşı İhsan Eryavuz’u geçirdi. Kısa sürede bütçeden önemli pay alarak çok önemli işleri gerçekleştiren Eryavuz, devlet içinde büyük kıskançlık ve tepkilerin odağı oldu. Çok öne çıkmıştı. Özellikle Başbakan İnönü ile ilişkileri son derece ciddi çekişmeye vardı. Böylece, 30 Aralık 1924’te kurulan Bakanlık, 16 Ocak 1928 tarihinde kapatıldı. Yavuz-Havuz adı verilen sözde yolsuzluk olayı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanının oluru ve dönemin medyasının algı yönetimi ile büyütüldü; vekalet neredeyse tüm personeli ile mahkemelerde sorgulandı ve Eryavuz iki yıl hapis yattı. Böylece 1949 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kurulana kadar, deniz siyasetimiz ve donanma 21 yıl, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı tarafından yönetildi. Atatürk yaşanan bunca sıkıntıya rağmen donanmanın gelişimine desteğini sürdürdü. Donanmayı her fırsatta onurlandırdı. Havacılıkta milli uçak atılımı devam ederken 1937 yılında donanma Gölcük tersanesinde ilk gemisini inşa ediyor, adını da Gölcük koyuyordu. 

ATATÜRK SONRASI SAVRULAN TÜRKİYE

10 Kasım 1938 sonrasında Türkiye, sert jeopolitik ve siyasi savrulma yaşadı. Ulusal savunma sanayi gelişimine yönelik gayretler azaldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Atlantik İttifakında yer alan Türkiye, ABD ordu ve donanması tarafından kullanılmış tank, uçak ve gemilerle donatıldı. Yeni kuvvet yapısı Türk askeri gücünün kullanım konsept ve doktrinlerini de etkiledi. Artık, Türkiye, kenar kuşak ülkesi olarak Sovyetler Birliğini güneyden çevrelemek için ABD tarafından oluşturulan stratejik planların parçası olmuştu. 1952’de NATO’ya girince devletin en önemli kurum ve kuruluşları Atlantik ittifakının ve ABD güdümündeki askeri politik doktrinin tam kontrolüne girdi. Kıbrıs ve Ege sorunları çıkmasa Türkiye’nin kendi ulusal jeopolitik önceliklerine odaklanması mümkün değildi. Başarılı Kıbrıs müdahalesi ve Ege kıta sahanlığı sorunlarında zaman zaman emperyalizmin kontrolü dışına çıkılsa da Türkiye gemisinin ana rotasından yani NATO ve batı çıkarlarından çıkmasına izin verilmedi. Bunu dış müdahale ile yapmadılar. İç cephedeki mandacıları kullandılar. Bir yandan da kurucu iradeyi yani Atatürk’ü ideolojik formattan, onu kalıplaştıran ve özünden uzaklaştıran konuma indirgemeyi başardılar. Ancak en önemlisi Türklerin kendine olan güvenlerini kaybetmesini sağladılar. Bu güvensizlik Soğuk Savaş bitene kadar devam etti. 90’lı yıllar sonrası Türkiye yavaş yavaş kendini ve Türk dünyası ile kendi yakın çevresini keşfetmeye başladı. Bu hızlı yaşanan bir süreç oldu. SSCB ve Varşova Paktı yok olunca Türkiye’nin NATO ve batı güvenliğine katkısı önemini kaybetti. Bu arada Türkiye ulusal güvenliğini başka bir devlet veya kuruma devredilemeyeceği acı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı. Kendi başına hareket etmeye başladı. Bu durum emperyalizmi rahatsız etti. Türkiye’ye ihtiyaçları kalmayınca Sevr’in 2. Sürümünü öne çıkardılar. 

...

11 Eylül 2001 sonrası Amerikan emperyalizmi yakın çevremizde sınır tanımayan büyük projelere girdi. Sonuç yıkım, kan ve göz yaşı oldu. Türkiye, emperyalizmin bu arsız ve azgın süreci yaşanırken özellikle deniz kuvvetleri alanında büyük hamleler yaptı. Karadeniz Ege ve Doğu Akdeniz’de jeopolitik tutumunu güçlendirdi. Savunma Sanayi hamlelerini artırdı. Bu süreç maalesef kumpas davalar ile cezalandırıldı. FETÖ isimli ihanet şebekesinin kurguladığı sahte davalar geçmişte yaşandığı üzere yükselen deniz kuvvetlerini, kuvvet yapısını baskınlarla imha ederek değil, komuta yapısını felç ederek sağladı. Bir gecede 15 Amirali yüze yakın deniz subayı tutuklanan Türkiye’nin kılı kıpırdamadı. Emperyalizm adına hareket eden FETÖ, asıl hedef olarak donanmayı seçmişti. Zira Anadolu’yu teslim alacaksan önce donanmayı teslim alacaksın prensibine uyuyordu. Tarih de bunu göstermemiş miydi? Kumpas davalara, Anadolu halkının yurtsever kesimi, 13 Aralık 2012 ve 8 Nisan 2013 tarihlerinde Silivri Duvarlarını yıkmaya geldikleri mitinglerde on binlerle cevap veriyordu. 2014 baharında duvarlar yıkılmıştı. Kuvayı milliye ruhu yeniden canlanmıştı. FETÖ yeniden bağımsızlık yoluna girmeye başlayan Türkiye’ye 15 Temmuz 2016 gecesi halkına ateş açarak cevap verdi. Türk milleti kayıplar verdi ama devleti teslim etmedi. O günden bu yana FETÖ temizliği adı altında yürütülen faaliyetler, devam ediyor. 

FETÖ İLE MÜCADELE

Bugüne kadar FETÖ ile mücadelede çok büyük ve önemli başarılar sağladığını söyleyebiliriz. Ancak stratejik seviyede bir temizlikten bahsedemeyiz. Emperyalizm ve FETÖ ile iltisaklı pek çok gazeteci, siyasetçi ve kanaat önderi FETÖ habitatında faaliyetlerine devam ediyor. FETÖ faaliyetlerinin önümüzdeki günlerdeki etkinliğinin en önemli göstergesinin Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’taki hayati çıkarlarının korunmasına yönelik hamlelerinin sürekliliğinin korunup korunamayacağı olacaktır. Zira bu alanlar emperyalizmin şu anda Türkiye’de rahatsız olduğu en önemli stratejik alanların başında gelmektedir. COVID pandemisinin yaratacağı sosyal ve ekonomik krizleri sömürmeye hazır emperyalizm, FETÖ’yü bu kez yumuşak gücüyle, kâh karanlık sosyal medya hesaplarından, kâh içimizdeki mandacılar üzerinden kullanacaktır. Diğer yandan FETÖ ile mücadelede sembol bir isim olan Amiral Cihat Yaycı’nın tasfiyesi sonrası bu faaliyetlerde yoğunlaşma olması sürpriz olmamalıdır. Bu konuda yurt dışında çıkan FETÖ iltisaklı web siteleri, youtube yayınları ve makaleler üzerinden ip uçları verilmektedir. Örneğin Mavi Vatan, Türk emperyalizmine benzetilmektedir. Yunan medyasında da Türk revizyonizmi ya da yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de bazı gazeteciler Mavi Vatan kavramından Dışişleri Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerin rahatsız olduğunu söyleyebiliyor. Yani FETÖ’nün kaçak düşünce adamları ve içerdeki mandacılarla, kullanışlı muhterisler üzerinden emperyalizm, Türkiye’ye "deniz yetki alanlarını korumaya kalkışma, teslim ol" diyor. Gelecek günlerde Mavi Vatan, Libya ile deniz sınır Anlaşması ve Libya ile savunma iş birliğini geliştirme konularının değersizleştirilme gayretleri ile FETÖ sosyal medya unsurlarının yoğun iftira ve itibarsızlaştırma saldırılarının artacağı bir dönem olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu kapsamda Türkiye'nin geleneksel Batı/NATO çizgisinden uzaklaştığı tezi yaygın olarak işlenebilir ve Kurtuluş reçetesi olarak; Yunanistan ile tavizsiz yumuşama, dondurulmuş Mavi Vatan fikri; Kıbrıs’ta federal çözüm, Suriye’de ABD planlarına teslimiyet ve S 400 sistemlerinin de-aktivasyonu Ankara’ya sunulabilir. 


MAVİ VATANDA GÜÇLÜ OLMAK

Makalemin başında vurguladım. Bu topraklar donanma güçlü iken güven ve gönenç; zayıfken korku ve yıkım yaşamıştır. Unutmayın Anadolu’yu parçalamaya gelenler hep denizden geldi. Donanma ne zaman güçlense ya emperyalizmden ya da iç cepheden tokat yedi. 21. Yüzyılda tarih tekrar etmemelidir. Donanma en güçlü, en aktif en etkin dönemini yaşarken emperyalizme bu fırsat bir daha verilmemelidir. 15 Temmuz 2016 sonsuza kadar pusulamız üzerindeki nirengi olmalıdır. Yeni ihanetlere, yeni kandırmacalara izin verilmemelidir. Yeni rotalar çizilirken, şartlar ne olursa olsun Mustafa Kemal Atatürk’ün rotasının yakın geçmişimizden aldığımız dersler ışığında bizi hak ettiğimiz limana götürecek tek rota olduğu unutulmamalıdır. O rota 21. Yüzyılda Mavi Vatan’dan geçer. 

AYDINLIK GAZETESİ'NE VEDA

Silivri’deki 3,5 yıllık hapis döneminin 2. yılı başında 24 Mart 2013 Pazar günü, "Neden Mavi Vatan?" isimli başlıklı ilk yazımla Aydınlık Gazetesinde Mavi Vatan köşemde her Pazar yazı yazmaya başladım. Gazeteyi ilk kez 12 Şubat 2011 günü Hasdal Cezaevinde tanımış, okumuştum. Ondan önce adını duyardım. Zor günlerin ilacı oldu. Mavi Vatan yazılarım o günden bu yana -hastalık dahil- hiçbir pazar gününü aksatmadan devam etti. Bugün 375’inci yazımla Mavi Vatan Bismillah Vira diyor ve demir alıyor. Yeni dönemde Türk Denizciliğinin Mavi Vatandan artık açık denizlere çıkması gerekiyor. Türkiye’nin halkı ve devleti ile denizcileşmesine katkı sağlamak üzere yeni bir girişimin arifesinde Mavi Vatanı yedi yıldır emanet ettiğim Aydınlık Limanından Açık Denizlere götürüyorum. Mavi Vatan artık bir fikir limanının adı olmaktan çıkıyor. Mavi Vatan topyekûn denizcileşmenin lokomotifi olmaya gidiyor. 111 yıl önce 19 Temmuz 1909 tarihinde kurulan Osmanlı Donanma Cemiyetinin ruhunda somutlaşan Türk milletinin denizci olma arzusunun genetik kodları ile Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 Meclis konuşmasında vaz ettiği büyük vasiyeti rotasında yeni ufuklara yelken açıyor. Ne demişti ölümsüz Başkomutan: ‘’Denizciliği Türk’ün büyük ülküsü olarak görmeli ve az zamanda başarmalıyız.’’ ‘’Söz veriyoruz Atam Başaracağız. Birleşerek, iç cepheyi sağlam tutarak başaracağız. Zincirleri kıracağız. Toprak Gemi Anadolu’yu bir daha hiç ayrılmamak üzere Mavi Vatan üzerinden Açık Denizlerle buluşturacağız. Denizcileşeceğiz.’’ 

Başta bizler Silivri Duvarları arkasındayken duvarın ötesinde ağır kış şartlarına, gaz bombalarına, Silivri Ovasının katlanılması çok zor ortamına rağmen Vardiya Bizde’nin başları göklerde, çelik ruhlu kadınlarının ve yurtseverlerin yanında, Mustafa Kemal’in onbinlerce üniformasız askerine yol gösteren bugünün Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Müdürü, o günlerin TGB lideri İlker Yücel’e ve ekibine teşekkür ederim. Yolunuz ve bahtınız açık olsun.



Tüm okurların bayramını kutlarım.

20200527

📚 Kitap: 'Hedefteki Donanma' - Cem Gürdeniz

 
Türk Deniz Kuvvetleri son dört yıldır davalarla sarsılıyor. Medyada başlatılan linç kampanyasının ardından donanmanın komuta kademesi neredeyse tasfiye edildi. 40'tan fazla amiral tutuklandı. Soruşturulan subayların sayısı yüzlerle, adı davalara karışanlar binlerle ifade ediliyor.
Peki ama neden?
Tarihinin altın çağını yaşayan Cumhuriyet Donanması neden hedef tahtasına konuldu?
Balyoz Davası nedeniyle Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz Hedefteki Donanma isimli kitabında işte bu soruya ezber bozan yanıtlar veriyor. Gürdeniz'in yanıtları basında okumaya alışık olduğunuz türden değil. Plan ve Prensipler Başkanlığı'nı en uzun süre yapan subay olan Gürdeniz kitabında Türk Deniz Kuvvetleri'nin kimleri tedirgin ettiğini sorguluyor; tertip ve komploların uluslararası siyasetle ilişkisini gösteriyor.
Hedefteki Donanma son yıllarda yaşanan linç ve tasfiye kampanyasının gerçek nedenlerini cesurca ortaya çıkarıyor.
• NATO'ya bağlılığın Türk Donanması'na faturası ne oldu?
• Yunanistan'ın 15 adaya el koymasının sorumlusu kimler?
• Tertip ve komploların asıl nedeni Doğu Akdeniz'deki doğalgaz yataklarının paylaşımı mı?
• Türk Donanması'nın Karadeniz'deki faaliyetleri ABD'yi niçin tedirgin etti?
• AB İlerleme Raporu'nda Türk Deniz Kuvvetleri için ne deniyor?
• Libya'ya gönderilen savaş gemileri yeni bir dönemin habercisi mi?

20200503

'Mavi Vatan Müfredata Girsin' kampanyası büyüyor

02 Mayıs 2020

Emekli Tümamiral Mustafa Özbey'in gelecek nesillere Mavi Vatan'ın öğretilmesi amacıyla başlattığı 'Mavi Vatan Müfredata Girsin' kampanyası büyüyerek devam ediyor.

GARİP BALÇAK

Kampanyayı Aydınlık için değerlendiren emekli Tümamiral Cem Gürdeniz ve emekli Tümamiral Mustafa Özbey, Mavi Vatan'ın gelecek nesile öğretilmesinin önemini vurguladılar. Mavi Vatan'ın, Türkiye'nin 21. yüzyıldaki jeopolitik yönelişinin sembolü olduğunu söyleyen Tümamiral Gürdeniz, “Türkiye, Osmanlı'nın düştüğü hataya düşmeyecek ve Mavi Vatan üzerinden öncelikle kendi etrafındaki havzalarda etkin olacaktır” dedi. Mavi Vatan bilincinin gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini vurgulayan Gürdeniz, şu ifadeleri kullandı:
“Bu coğrafi ve jeopolitik farkındalığın gelecek kuşaklara aktarılması, çocukların ve gençlerin anlayacağı bir dille onların zihinlerine yerleştirilmesi; Mavi Vatan'ın Anavatan'ın bir uzantısı olarak denizlerdeki Misak-ı Milli olduğunun öğretilmesi sağlanmalıdır. Mavi Vatan'ın diğer yandan Türkiye'nin denizcileşmesinin sembol kavramı olduğunu da düşünürsek, eğitim kurumlarımızın her seviyesinde toplumun denizcileşmesi için çalışmalar yapmasını, müfredat ve eğitim programları geliştirilmesi bu dönemin önemli gereksinimleri arasında görüyorum.”

'OLUMLU DÖNÜŞLER VAR'

Mavi Vatan'ın gelecek nesle aktarılması amacıyla başlattığı kampanyadan sürekli olarak olumlu dönüşler olduğunu belirten emekli Tümamiral Mustafa Özbey, bunun bir nöbet olduğunu ve nöbetin gençlere emanet edileceğini söyledi. Özbey, şunları söyledi: 
“Mavi Vatan Müfredata Girsin kampanyası oldukça ses getirdi ve toplumda karşılık buldu. Bu kampanyanın karşılık bulması aynı zamanda da konuya olan ihtiyacı da belirtiyor. Bizim temel hedefimiz Mavi Vatan'ın eğitim müfredatında yer alması. Bu hedefe ulaşana kadar kampanyayı sürdüreceğiz. “Mavi Vatan konusu sınırlı sayıdaki insanın başlattığı bir süreç. Peki bu nöbet kime devredilecek? Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ni gençlere emanet ettiği gibi biz de Mavi Vatan bayrağını gençlere emanet etmek istiyoruz. Bu bilinç gençlere verildiği taktirde onlar daha yaratıcı kapıları da aralayacaklardır.”
Alıntı/Kaynak: https://aydinlik.com.tr/haber/mavi-vatan-mufredata-girsin-kampanyasi-buyuyor-207077 

🎞 Komutanlar Rauf Denktaş'ı anlattı

Ulusal davalarda her zaman en önünde yer alan kahramanlardan merhum Rauf Denktaş’ı komutanlar da unutmadı. Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz ile emekli Korgeneral Hasan Kundakçı, Denktaş'ı anlatan birer yazı kaleme aldı

20200413

''Yeni dönem Atatürk dönemi olacak'' - Amiral Cem Gürdeniz

Türkiye Gençlik Birliği’nin (TGB) Youtube kanalı üzerinden uzaktan görüntülü bağlantıyla canlı olarak gerçekleştirdiği Çevrimiçi Konferanslarının bu haftaki konuğu Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz oldu.

KOVİD-19 Sonrasında Türkiye’nin Jeopolitiği”nin konuşulduğu konferansta Gürdeniz sözlerine, “Virüs büyük güçlerin rekabet mücadelesi döneminde ortaya çıkıp “Kral çıplak” dedi. Nedir bu? Herkesin gözünde büyüttüğü Atlantikçi yapının halkından uzaklaşan bir yapı olduğu ortaya çıktı. Başta ABD’nin Atlantik’in hazır olmadığı ortaya çıktı. Çin’in dijital teknolojiyi kullanarak, halkın disiplinini kullanarak bu belayı atlattığını gördük. Bu ağırlıklı olarak devlet yönetme ve devlet gücünü ortaya koyma olarak çok büyük bir üstünlük sağlayacak. Kovid-19 ile yeni bir düzen kurulacak. Neoliberalizm 2008'de finansal kriz ile öldü, 2012'de tabuta girdi. Şimdi ise o neoliberal düzenin gömüldüğünü görüyoruz. Tüm dünyaya tek önerim Kemalist Devrim politikalarına geçmeleri. İhtiyaç duyulan her şey orada var. Yeni Dönem başlıyor. Yeni dönem Atatürk’ün dönemi olacak. Çünkü Atatürk’ün fikirleri 100 yıl öncesinde de olsa en gelişmiş ve yeni döneme en uygun önerileri getiren sistem olacağı ortada. Yeni dönem Kemalizm’in dönemi olacak” diyerek başladı.

“DOĞU AKDENİZ TÜRKİYE’NİN DENİZDEKİ MİSAKI MİLLİDİSİDİR”

Bu süreçte Türkiye’yi yeniden Atlantik rotasına sokmak isteyenlerin de olacağını ancak Türkiye’nin Kovid-19 salgını sonrası bu ideolojik virüslerden de kurtulacağını vurgulayan Tümamiral Cem Gürdeniz şunları söyledi:
“PKK’yla mücadele eden komando gibi, Doğu Akdeniz’de mücadele eden donanma gibi sıhhiyenin de büyük bir başarısı var. Türkiye sağlıkçılarıyla gurur duymalı. Ben bunu ulus devleti geliştiren bir durum olarak değerlendiriyorum. Kovid-19 Türkiye’nin halkıyla devletiyle birbirine tekrardan buluşması için bir fırsat sunuyor. Türkiye’yi tekrardan Atlantik rotasına sokmak isteyenler de çıkacak. Geçenlerde yeni kurulmuş bir partinin lideri ‘Ulusalcılık hastalıktır’ dedi. bunun Damat Ferit’ten farkı nedir? Mustafa Kemal’e sadık kalmak, Türkiye çıkarlarını korumak hastalıktır diyor resmen. Türkiye, Kovid-19 sonrası dönem bu virüslerden de kurtulacaktır.”
Gürdeniz, Doğu Akdeniz’e ilişkin ise “Belki bundan 10-15 yıl sonra su savaşları olacak. Şu an bile bir şişe su bir şişe petrolden çok daha pahalı ve bir nüfus artışı var. Dolayısıyla Türkiye’nin Güneydoğusunda bir ayrıma evet demesi intihara eşdeğerdir. Doğu Akdeniz’de şu an ilan ettiği yetki alanından geri adım atması artık söz konusu değil. Artık orası Türkiye’nin denizdeki Misakı Millîsidir bunu korumamız lazım” dedi.

“MUSTAFA AKINCI KKTC’Yİ ORTADAN KALDIRMA PROJESİDİR”

Doğu Akdeniz’le birlikte Kıbrıs’ın da Türkiye için büyük bir stratejik önem arz ettiğini söyleyen Gürdeniz, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük stratejik alanıdır. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ilan edilen KKTC, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kazanımıdır. Bu kazanıma karşı en büyük ihanet de Annan Planıydı. Eğer Annan Planı geçmiş olsaydı bugün koronavirüs salgınında Rumlar Türkleri hastaneye almazdı. Bugün bu ihaneti hala sürdürenler var. Mustafa Akıncı, KKTC’yi ortadan kaldırma projesidir. KKTC’de seçimler 6 ay ötelendi. Umarım tek bir ulusalcı adayla çıkarlar ve bölücü Mustafa Akıncı gider” dedi.

“TGB-TLB MAVİ VATANIN NÖBETÇİLERİDİR!”

“Başta Türk gençliği umutsuzluğa kapılmamalı. Türk gençliği emperyalizmin yarattığı o umutsuzluğu yıkmak zorunda” diyen Gürdeniz sözlerini şöyle bitirdi:
“TGB'li ve TLB'li gençleri buradan kutluyorum, hepinizle gurur duyuyorum. TGB ve TLB Mavi Vatanın nöbetçileridir. Koronavirüsten uzak durun. Çalışın, bol bol okuyun. Ailenize, kendinize iyi bakın. Türkiye'yi ufkun ötesine taşıyacak nesiller sizlersiniz.”
Tümamiral Cem Gürdeniz, önceki dönem Deniz Kuvvetleri Komutanlarımızdan Oramiral Özden Örnek’in ölüm yıl dönümü olan 29 Nisan’da TGB Çevrimiçi Konferansında yeniden gençlerle buluşacak.

Alıntı/Kaynak: https://aydinlik.com.tr/haber/tumamiral-cem-gurdeniz-yeni-donem-ataturk-donemi-olacak-205447

20200329

✍️ Salgın, bölgesel jeopolitik ve İstanbul Kanalı - Amiral Cem Gürdeniz


BÖLGESEL JEOPOLİTİK


Kovid-19’un gündemimize girdiği Aralık 2019 sonrası yaşananlar yeni jeopolitik dönemin ip uçlarını şimdiden ortaya çıkarıyor. Çok kutuplu, Asya yüzyılının öne çıktığı bir dönemde Pandeminin başta Çin, Güney Kore, Japonya gibi Asya ülkelerinde en az hasarla atlatılmış olmasından ABD, AB ve Türkiye’nin dersler çıkarması gerekiyor. Halkçı ve sosyal devletlerin, dijital teknolojiyi bir kuvvet çarpanı olarak kullandığı bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaşın galipleri küresel ve bölgesel jeopolitiğin pek çok parametresini etkileyecek potansiyele sahiptir.

KEMALİZM YENİDEN

Şüphesiz neoliberal ekonomik politika uygulayan ülkeler en azından sağlık sektöründe Keynesyan politikalar uygulayan devletler yanında sınıfta kaldılar. Tarihi boyunca her dönemde çok büyük çaplı salgınlardan çok çekmiş, bedel ödemiş olan Çin’in devlet politikası en çok Türkiye’nin ders alması gereken örnekler sunuyor. Zamanında Hıfzıssıhhayı kurmuş, başta tüberküloz, trahoma, frengi ile baş etmiş, milli olanaklarla aşı üretmiş ve zor anlarında aşı göndererek Çin’e yardım etmiş Türkiye, şimdi de Çin’den gelen tıbbi destek ve tavsiyeler ile rota çiziyor. Çin’i başarılı kılan temel devletçi, halkçı ve sosyal devlet prensiplerini karma ekonomi modeli ile uygulayan Çin’in aslında Kemalizm’i uyguladığını söylememiz yanlış olmaz. O zaman Türkiye’nin bu başarılı politikaya geri dönmesi yeni dönemin en acil gereksinimidir. Kamucu, üretici, tüketimde minimalist, laik, halkçı, sosyal, demokratik bir hukuk devleti olarak cumhuriyeti daha yükseğe taşımamız aydınlık geleceğin yegane reçetesidir. Muhafazakar demokrasi söylemiyle 2002’den bu yana iktidarda kalan siyasi parti ile neoliberal Atlantikçi politikaları takip eden ana muhalefet partisinin, yani her ikisinin de Kemalizm’e yani kurucu ideolojiye dönme ve dışarıdan ithal politikaları terk etme zamanı gelmiştir.

DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK POLİTİKALARINA GELİNCE

Türkiye AB İlişkileri. AB yaşamının en önemli var oluş krizi ile karşı karşıyadır. En ciddi ve yaşamsal bir krizde başta İtalya ve İspanya olmak üzere birlik üyelerine eşgüdüm ve işbirliği içinde yardım edememiştir. Ortak AB hayalinin simgesi olan Şengen fiiliyatta bitmiştir. Türkiye çökme aşamasına gelen bu Birlik ile Covid19 sonrası dönem ilişkilerinde, başta Gümrük Birliği’ni masaya yatırarak, devam edip etmeme konusunda karar vermelidir.

TÜRKİYE – YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

AB’nin çatırdadığı, varoluş nedenini sorgulamaya başladığı; karşılıklı yardım ve dayanışmanın ortadan kalktığı bir konjonktürde Yunanistan’ın geleceğe yönelik yeni bir durum muhakemesi yapması gerekiyor. Şartlar 1922 Eylül’ünden farklı değildir. Yunanistan, Türkiye’nin bölgesel gücü ve üstünlüğünü kabul ederek 1923-1955 arasında yaşanan Türk - Yunan işbirliği ve karşılıklı uyum dönemini yeniden başlatabilir. Arkasında güvenebileceği AB’nin en azından önümüzdeki 3 yıl birlik olarak hareket edemeyeceğini kabul etmek ve Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalacağını düşünmek zorundadır. Pan Helenist, Enosis’ci, Megali İdea soslu hayalperest politikalardan ve sosyo politik iklimden vaz geçme zamanı çoktan gelmiştir. Kovid-19 sonrası dönemde kuruluş dönemi ayarlarına geri dönmekten başka seçeneği kalmayan Türkiye ile bölgesel işbirliğine gitmesi ve özellikle Ege ve D. Akdeniz’de Türk mavi vatanına yönelik egemenlik iddialarından vaz geçmesi gelecek nesillere barış ve huzur getirecektir. Bu rota dışında Türkiye ile güç mücadelesine girerek, mevcut sorunları kriz potansiyeline taşımak, Yunanistan’ın hem kalkınmasını hem refahını, hem de huzurunu olumsuz etkileyecektir.


Alıntı/Kaynak: https://aydinlik.com.tr/haber/salgin-bolgesel-jeopolitik-ve-istanbul-kanali-203980-3

20191201

✍️ Donanma diplomasisi, Libya Mutabakatı ve Akdeniz Kalkanı Harekatı - Cem Gürdeniz

Donanma diplomasisi, Libya Mutabakatı ve Akdeniz Kalkanı Harekatı
Cem Gürdeniz

Tarih boyunca, savaş gemileri ve onlardan oluşan donanma, denizci devletler tarafından savaş dönemi haricinde dış politika ve güvenlik politikalarının bir aracı olarak, yani Donanma Diplomasisi, Ganbot Diplomasisi, Deniz Kuvvetleri Varlığı ya da Bayrak Gösterme rollerinde kullanılmışlardır.

DONANMA DİPLOMASİSİ VE ULUSAL GÜÇ

Söz konusu kavramlar yazılı tarih kadar eski kavramlardır. İngiliz düşünür John Stuart Mill “arkasında duracak bir donanmamız yoksa diplomasimiz bir hiçtir” demişti. Stratejist Sir Julian Corbett’e göre donanmaların ilk vazifesi, diplomatik gayretleri desteklemek ya da engellemektir. Trafalgar kahramanı ünlü Amiral Horaito Nelson daha da ileri giderek “Sizin mürekkep ve kalemlerinizden nefret ediyorum. İngiliz savaş gemilerinden oluşan bir donanma Avrupa’nın en iyi müzakerecisidir” demişti. Sovyetler Birliğinin en uzun süreli Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürütmüş olan Amiral Gorshkov, donanmaların devletlerin savaş yeteneğinin gerçek göstergeleri olduğunu savunmuş, barış zamanı siyasi hedeflere erişmede en önemli araç olarak Donanmayı göstermişti.

TÜRKİYE UYGULAMALARI

Cumhuriyet Donanması da bu rolü, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk döneminde başlamak üzere bugüne kadar etkinlikle oynamıştır. 
  • Donanma sayesinde 1936’da Boğazları geri aldık
  • 1974’de Kıbrıs’ta yeni bir düzen kurduk. 
  • 1975 sonrası Ege ve Doğu Akdeniz’de jeopolitik çıkarlarımızı sadece korumadık, aksine geliştirdik.

Bugün Donanmamızın dış ve güvenlik politikası aracı olarak en yaygın kullanım örneğini donanma diplomasisi ve ganbot diplomasisi alanında görüyoruz. Donanma diplomasisi gerek liman ziyaretleri gerek ortak tatbikatlar ve harekatlara iştirakler ile kendini gösterir. Örneğin Deniz Kuvvetlerimizin soğuk savaş sonrası Karadeniz’de BLACKSEAFOR ya da Karadeniz Uyumu Harekat girişimlerine sahildarları çekebilmesi donanma diplomasisine güzel örneklerdir. Son gelişmeler ışığında Kasım 2019 başından itibaren Pakistan’ı Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızı korumaya yönelik, 1 Mart 2006’dan bu yana uygulanan Akdeniz Kalkanı Harekatına dahil edebilmek ve hatta bu harekata Ürdün’den gözlemci getirmek çok büyük bir başarıdır. Gelecekte Hazar sahildarlarından dost, müttefik ve kardeş ülkeleri de Akdeniz Kalkanı Harekatında görmek dileğimizi hatırlatarak emeği geçenleri kutluyorum.

GANBOT DİPLOMASİSİ VE DIŞ POLİTİKAMIZ

Diğer taraftan Donanma diplomasisinin bir üst seviyesi olan Ganbot diplomasisinde ateş gücü kullanım niyeti açıktır. Bu uygulama, uluslararası bir sorunun kendi lehimizde sonuçlanması, ya da bu sorun nedeniyle oluşabilecek maddi veya manevi zararların geciktirilmesi için barış veya kriz zamanında deniz kuvvetlerinin kısıtlı bir şekilde kullanımı veya kullanım tehdidini içerir. Tarih boyunca güçlü donanmalara sahip devletlerin en esnek dış politika ve güvenlik politikası aracı olan Ganbot diplomasisi kriz ortamında zorlayıcı diplomasi aracı olarak kullanılır. Türkiye, gerek Ege, gerekse Doğu Akdeniz krizlerinde Ganbot diplomasisini başarıyla yürüten bir devlet olarak öne çıkmıştır. Bugün Doğu Akdeniz deniz yetki alanları ve Kıbrıs sorunlarında sağlanan duruşun ardında uygulanan Ganbot diplomasisi yatmaktadır. Bu çerçevede Akdeniz Kalkanı Harekatı kapsamında kıta sahanlığımıza giren yabancı sismik araştırma gemileri ya da sondaj platformları saha dışına sürülmüş; Mavi Vatan ve Deniz Kurdu Serisi tatbikatlar ile donanmamızın ateş ve manevra gücü Türkiye aleyhinde ABD ve AB gücünü arkasına alan Kıbrıs Rumları ve Yunanistan merkezinde şekillenen ittifaklar sistemine caydırma sağlayarak, meydan okumuştur. 2002 yılından günümüze kadar 15’ten fazla yabancı bayraklı gemi ya da sondaj platformunun Türk Donanması tarafından engellendiğini hatırlatayım. Bu gücü arkasına alan Dışişleri Bakanlığı kendine güvenerek BM’ye haklı tezlerimizi yere sağlam basarak deklare edebilmiş; AB ve ABD’nin akla ziyan demarş ve Türkiye karşıtı açıklamalarına anında karşılık verebilmiştir.

LİBYA MUTABAKATI: BİR DÖNÜM NOKTASI

Bu süreçte Donanma diplomasisinin en önemli somut başarılarından birisi de 27 Kasım 2019 tarihinde Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”dır. Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanımızın sınırlarının tespitinde milattır. Bu başarıda en büyük pay sahibi Libya-Türkiye kıyıdaşlığı tezini ortaya koyan Amiral Cihat Yaycı’dır. Bu gelişme gerçek anlamda bir oyun değiştiricidir. Gerek Türkiye, gerek Libya ve Yunanistan cephelerinde çok önemli yeni süreçleri tetikleyecektir. AB ve ABD’den ciddi tepkiler beklenmelidir. Şüphesiz, Libya’da Hafter güçlerine emperyal destek artacaktır. İç cephemizde bu anlaşma Türkiye’nin MEB ilanı konusunda elini güçlendirecek, Dışişleri Bakanlığımızın MEB ilanı konusundaki durağanlığını şüphesiz bozacaktır.

BAŞARILAR DÖNEMİ DEVAM ETMELİDİR

Kasım ayı içinde Doğu Akdeniz konusunda gerek Pakistan ve Ürdün’ün Akdeniz Kalkanı Harekatına dahil olması ve gerekse Libya ile MEB sınır mutabakat muhtırasının imzalanması son derece önemli ve büyük gelişmelerdir. Benzer şekilde Hükümetin Suriye ile en yakın zamanda bir sınırlandırma anlaşması yapılması için yeni bir süreci başlatması Mavi Vatan’a en büyük katkıyı sağlayacaktır. Diğer yandan Akdeniz Kalkanı Harekatına kardeş ve dost ülkelerin davet edilmesi ve özellikle Hazar kıyıdaşı denize çıkışı olmayan Türk Cumhuriyetlerine savaş gemisi kiralanarak bu harekata davet edilmeleri teşvik edilmelidir. Bu gelişmelerin Yunanistan tarafından Haçlı-İslam kamplaşması gibi gösterilmeye çalışıldığı da bir gerçektir. Türkiye’nin laik bir cumhuriyet olduğu gerçeğinden hareketle bu tuzağa asla düşülmemelidir. Yunanistan’ın yaptığı bu çığırtkanlığa Mısır ve Filistin’in Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı blokta Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi yanında yer alması ve söz konusu blokta İsrail’in de yer aldığı gerçeği hatırlatılmalıdır.


20191118

✍️ 🇹🇷 Atlantik sistemin yarattığı sağ veya sol yok yurtseverlik var - E. Amiral Cem Gürdeniz

Atlantik sistemin yarattığı sağ veya sol yok yurtseverlik var
E. Amiral Cem Gürdeniz

Veryansın TV

Cumhuriyetimizin 96. yılını kutluyoruz. 16. Türk devletinin tarihte örneği az görülecek büyük bir Kurtuluş Savaşı ve Devrimler sonrası dünya sahnesine çıkışının görkemini anlamak ve hissedebilmek için bilmek gerekir. 19 ve 20. Yüzyıl siyasi tarihini iyi bilmek gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun duraksama, gerileme ve çökme nedenlerini bilmek gerekir. Libya, Balkan ve 1. Dünya Savaşı jeopolitiğini bilmek gerekir. Jön Türkleri, İttihat ve Terakki’yi, Müdafaa-i Hukuk’u, Kuvayı Milliye’yi, Karadeniz Nakliyat-ı Bahrisi’ni, Kurtuluş Savaşı’nı bilmek gerekir. Türk devrimini ve Cumhuriyetin teorisini pratiği ile bilmek gerekir. Emperyalizmi bilmek gerekir. Özgür bir vatan ve cumhuriyet için ödenen ve ödenmeye devam eden bedelleri anlamak gerekir. Gerektiğinde gözünü kırpmadan bedel ödemeye hazır olmayı bilmek gerekir.

UYGARLIĞA TÜRK’ÜN EN BÜYÜK HEDİYESİ

Cumhuriyet, Türk tarihinin en büyük eseridir. Mustafa Kemal mucizesinin somutlaşmış sonucudur. Cumhuriyet, Çanakkale’deki kanlı direniş, Kut ül Amare’deki görkemli zafer ile Türk ulusunun emperyalizme tokat atabileceğini gören Mustafa Kemal’in, Osmanlı’nın teslimiyeti sonucu işgale uğrayan İstanbul’da 13 Kasım 1918 günü söylediği “Geldikleri gibi giderler” öngörüsünün varış limanıdır. İnönü’de açılan talih; Sakarya’da dökülen kan; İnebolu’da cephane taşıyan denk kayığı; Küre Dağlarını aşan kağnı; Kocatepe’de gürleyen top ateşi; Büyük Taarruzda kanatlanan süvari; 9 Eylül’de Akdeniz ile buluşan bayrak; İzmir dağlarında açan çiçektir. Bilimin Hurafeye; Aklın Dogmaya; Vatandaşın Kula; Millet egemenliğinin Batı emperyalizmine; Ezilen ulusların hegemonlara; Asya’nın Avrupa’ya baş kaldırışının, Türk’ün var oluşunun zaferidir. Cumhuriyet 400 yıllık geri kalmışlık açığını kapama kararlılığının manifestosudur. Büyük bir iddiadır. Kısacası uygarlığa Türk’ün en büyük hediyesidir.

DÜNYA TARİHİNİN GÖRMEDİĞİ ARDIŞIK DEVRİMLER

Cumhuriyet çok zor şartlarda kuruldu. Rönesans ve reformun yansımalarından yararlanamamış; aydınlanma ile her iki sanayi devrimini yaşayamamış; genelde çiftçi ve asker olarak istihdam edilmiş Türk nüfus, iktisadi gerilik ile taassubun vicdan alanında yarattığı baskılar sonucu, büyük yeteneğine rağmen geri kalmış; toplum hayatından her alanda soyutlanan kadın nüfus, ekonomiye katkı sunamamıştır. Cumhuriyet, önce gurur verici askeri bir zafer üzerinden yükselen vatan sevgisi ile kadını, erkeği, yaşlısı genci ile toplumu yeniden harmanladı. Özgür irade ve bağımsızlık duygusu, etnik kökene bakılmaksızın yeni Cumhuriyeti kuran Anadolu halkını Türk kimliği altında birleştirdi. Laiklik ile inanç, ait olduğu yere yani vicdani alana iade edildi. Türk ulusu, dünya tarihinin öncesinde görmediği kısa sürede ardışık devrimleri başardı. 1924 ve 1930 yıllarında çok partili demokrasiye geçiş denemeleri yapıldıysa da, toplumun gerek teoride, gerekse pratikte hazır olmadığı ve emperyalizmin demokrasi maskesi altında etnik ve dini kışkırtmalarına açık olduğu anlaşıldı. Böylece, sürekli devrim mantrası altında cumhuriyetin olgunlaşması tercih edildi. Cumhuriyet, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yüzünü batıya döndürerek, sırtını Asya jeopolitiğine yasladı. Hedeflenen sosyal, ekonomik ve hukuki statü Batı dünyasının bilimde, ekonomik/sosyal gelişmişlik, kültür ve hukuk güvencesindeki vatandaşlık haklarını esas aldı.

Kemalizm, söz konusu hedeflere varmayı 6 ok ile doktrinleştirirken, jeopolitik eksende Lozan ve doğuda sınırdaş Sovyetler ve İran; batıda Yunanistan ve Bulgaristan ve Romanya ile dostluk ve işbirliği temelinde yurtta sulh cihanda sulh paradigmasını şekillendirdi. 1925 yılında Sovyet Türk Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması; 1934 yılında Balkan Antantı, 1937 de Sadabat Paktı üzerinden Türkiye çevresinde savunma, güvenlik ve istikrara yönelik kuşak oluşturuldu. II. Dünya Savaşının çok yönlü baskılarına rağmen genç Cumhuriyet büyük yıkımın dışında kalabildi. Bu büyük bir başarıydı.

Ancak savaşın galibi Avrupa Atlantik sistemin, savaş sonrası yeni jeopolitik yapıda Sovyetler Birliğini güneyden kuşatan Türkiye’yi bağımsız bırakması mümkün olmadı. Zira Türkiye, Türk Boğazlarını ve Afro- Avrasya’yı kontrol eden muazzam bir coğrafyaya sahipti. İkinci Adam İnönü’nün oluru ile 7 Ocak 1946’da CHP’den kopan vekiller tarafından kurulan Demokrat Parti, muhafazakar tutum ve liberal ekonomi tezi ile ortaya çıktı. En büyük gücü İslam dinini siyasi enstrümana dönüştürmesiydi. 1950 seçimlerini kazandı ve Meclis onayı olmadan katıldığımız Kore Savaşı sonrası, 1952’de Türkiye’yi sonuçları bugüne kadar katlanarak ağırlaşan NATO üyeliğine taşıdı.

Kemalizm’den uzaklaşan Demokrasi, Cumhuriyete artık rakipti. Maalesef bu rekabet emperyalizmin ülkemizde sömüreceği en hassas alan olmuştu. Devlet cumhuriyeti; seçimler ve hükümetler demokrasiyi temsil ediyordu. Çoğu zaman devlet ve hükümet anlaşamıyordu.

AVRASYA’DAN KOPARILDIK

Bu süreçte 1950’ler sonrası Türkiye’ye en büyük zarar Türk-Sovyet dostluğunun, Türk-Sovyet düşmanlığına dönüşmesi ile verildi. Avrasya’dan koparıldık. Tam bağımsız Mustafa Kemal Türkiye’si artık Atlantik sistemin kullanışlı enstrümanı olmuştu. Komünizm ile mücadele adı altında Kemalist ve devrimci damar kurutuldu. Büyük savaşta toprakları Sovyet işgali altında kalmış Finlandiya kadar olamamış, bağımsız ve bloksuz kalmayı, kurucu Atamıza sadık kalmayı becerememiştik. Akan yıllar içinde Atlantik sistemin kenar kuşağı, Amerikalı George Kennan’ın çevreleme stratejisinin en öncü ve istekli üyesi Türkiye oldu. Türkiye’de emperyalizm mevcut statüyü devam ettirebilmek için Mustafa Kemal’in ulusunu sağ, sol diye böldü. Görünüşte onu en çok sevenlerin ne teoride ne de pratikte ona sadık kalmadığı ortaya çıkmıştı.

SAĞ SOL YOK YURTSEVERLİK VAR

Demokrasiyi korumak için yapıldığı iddia edilen her darbeden sonra devlet ve halk, Kemalizm ve bağımsızlıktan uzaklaştırıldı. Kenar kuşağın Brzezinski İslamizasyonu 1979 sonrası Sovyetleri çevrelemeye hayat verirken, Türkiye’de demokrasiyi muhafazakarlaştırıyor ve Cumhuriyetin Kemalist kimyasını yerle bir ediyordu.

15 Temmuz FETÖ Darbe girişiminden sonra söz konusu paradigma iflas etti. Zira Atlantik sistemin çocuğu, İslami Fitne Örgütü FETÖ, kendi halkına ateş açmıştı. Devirmek istediği Hükümet de İslami değerleri üstün tutuyordu. Böylece demokrasinin dinle sınav süreci sona eriyordu. 15 Temmuz 2016 sonrası artık Türkiye’de Atlantik sistemin yarattığı sağ veya sol değil; “yurtsever misin değil misin?” sorusu öne çıkıyordu.

ATLANTİK PARADİGMASI ÇÖKÜYOR

22 Ekim 2019 Soçi Anlaşması Cumhuriyetin 96. yılına bir hafta kala bu paradigmayı bir adım öne taşıdı. Atatürk Lenin döneminden 100 yıl sonra Türk jeopolitiği tekrar Asya çağına dönüyor. Kenar Kuşak ve İsrail güvenliğinin sağlanmasına yönelik Atlantik paradigması çöküyor. Soçi Mutabakatı ile Asya Çağı başlamıştır. 100 yıl aradan sonra Türk-Rus yakınlaşmasının tekrar başlaması, gelecek için çok önemlidir. 100 yıl önce Kafkas seddini kıran Türk-Rus dostluğu bu kez Akdeniz seddini kırma yolunda büyük yol almıştır. Böylece Rusya ve Türkiye’nin dengeli diplomasi ve bölgeye barış getirecek uygulamalarıyla, Orta doğu ve hatta dünyada sağlıklı bir denge sağlanabileceğini umuyorum. Yeni jeopolitik bir evrenin başladığı Cumhuriyetimizin 96. yıl dönümünde tüm okurlarımın ve kalbi Vatan, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal için atanların bu kutsal gününü coşku ile kutluyorum.

Alıntı/ Kaynak: https://veryansintv.com/atlantik-sistemin-yarattigi-sag-veya-sol-yok-yurtseverlik-var/


✍️ 🇹🇷 🚢⚓️ Atatürk’e en büyük armağan: Atmaca Güdümlü Mermisi - Cem Gürdeniz


Atatürk’e en büyük armağan: Atmaca Güdümlü Mermisi
Veryansın TV

Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları esnasında bir yabancı gazeteciye şu beyanatı veriyordu: 
“… Deniz Kuvvetinden yoksun bir kara kuvveti olarak yarımadamızı kara kuvvetlerini çekinmeden getirebilecek bir Deniz Kuvvetine karşı hiçbir zaman savunamayız.” 
Haklıydı. Konuşmasından kısa bir süre önce, 12 Nisan 1915 günü saat 10 sıralarında Conkbayırı’nda 57’nci Piyade Alayına 
'’Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum’’ 
demişti. Zira karşısında, istilacı kuvvetini Akdeniz ve Ege Denizlerini aşarak, çekinmeden Gelibolu Yarımadasına getiren bir armada vardı. Donanmasızlığın ne olduğunu en iyi bilen komutandı. Osmanlı, bu gücü denizde durduramamıştı.

DENİZGÜCÜ TEORİSYENİ ATATÜRK

Ana savaş lojistiği, Karadeniz’de Rusya üzerinden ve denizden gelen büyük bir Kurtuluş Savaşı sonunda yeni Cumhuriyeti kurduğunda ana vatanın denizcileşmesi ve bu süreçte savunmasının denizde en uzaktan,  başlatılması gereğini ve gerçeğini çok acı tecrübeler yaşayarak öğrenmiş bulunuyordu. TCG Hamidiye Kruvazörü ile 1924 yılında yaptığı Karadeniz gezisinde geminin jurnaline yazdığı aşağıdaki cümleler, Cumhuriyetin denizlere yönelişinin ayrılmaz parçası olan strateji ve kuvvet oluşturma süreçlerinin bina edileceği, teorik alt yapıyı oluşturuyordu. 
“Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devletinin Donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türk Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve Kaadir bir Türk Donanmasına malik olmak gayedir.”  Atatürk, aynı seyahatte gemi komutanına “Dış̧ pazarlardan satın alınan gemilerle donanma yapılamadığını siz de biliyorsunuz…Evvela çekirdek bir donanma tedarik etmekle yetinip, deniz sanayi ve ticaretimizi geliştirmeliyiz. Bundan sonra memleket sanayiinden fışkıracak donanmayı yapmak da kolay olacaktır”, diyordu.1 Kasım 1937 günü de, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden beşinci dönem açılış konuşmasında da aşağıdaki sözleri söylüyor, bir nevi vefatından tam bir yıl önce denizcileşme ülküsünü millet iradesinin temsil edildiği yerde Cumhuriyete ve millete haykırıyordu: ‘’Toprakların üç bir yanı  deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer… Denizciliği Türk’ün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.”   

82 YIL SONRA GELEN GÖRKEMLİ BAŞARI

Gelelim bugünlere. Önce 27 Eylül 2011 tarihinde ilk MİLGEM Ada sınıfı korvet TCG Heybeliada % 70 yerlilik oranı ile donanmaya teslim edildi. Henüz ana silahı olan uzun menzilli gemiye karşı güdümlü mermileri milli değildi. ABD yapımı Harpoon mermileri yüklüydü. Ateş gücü de milli olmalıydı. Ve oldu. 3 Kasım 2019 Pazar sabahı, Türk Donanma Tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisi yaşandı. Karadeniz’de yapılan test atışında Türk denizci ve mühendislerinin geliştirdiği ATMACA Gemiye Karşı Milli Güdümlü Mermi, su üstü hedefini başarıyla imha etti. 250 km menzile sahip, ateşle ve unut tipi bir güdümlü mermi olan Atmaca, 1970’lerden bu yana tüm fırkateyn, hücumbot ve bazı denizaltılarımızda bulunan ana silah, ABD Yapımı Harpoon’dan çok daha fazla yeteneğe sahip.

BAĞIMSIZ HAREKAT YETENEK ARTIŞI

Harpoon mermisini ABD’nin karıştırabileceği ve istemediği durumlarda müdahale edebileceği gerçeğini göz önüne alırsak, Atmaca’nın bağımsız hareket yeteneği ile egemenliğimize ne kadar büyük katkı sağlayacağı unutulmamalıdır. Artık, Türk deniz gücü, uzun menzilden su üstü hedeflerine angajman yeteneğinde, Harpoon mermilerine olan bağımlılıktan kurtulmuştur. Atmaca’nın başarılması, Anadolu kıyılarının yaklaşık 250 km.si, yani mavi vatan içine girerek ya da yaklaşarak,  risk veya tehdit oluşturacak suüstü unsurlarının imha edilmesi, kıyılarımıza yaklaştırılmaması demektir. Atmaca, ‘’Savunma Denizden Başlar’’ doktrininin ulusal güce dayanarak başarılması demektir. İlk denemenin Milli Gemi (MİLGEM) Ada sınıfı korvet projesinin 4. gemisi TCG Kınalıada’da icra edilmesi son derece dikkat çekicidir. Dünyaya, dosta düşmana, çok büyük bir mesajdır. 21. Yüzyılda Türk denizcileşmesinin, Mavi Vatan egemenliğinin büyük bir manifestosudur.

BÜYÜK GURUR YAŞIYORUZ

Duyduğumuz gurur ve sevinci bu satırlarda ifade etmek mümkün değildir. Gerek MİLGEM gerekse Atmaca projelerinin en büyük itici gücü 20.Deniz Kuvvetleri Komutanı merhum Oramiral Özden Örnek’i rahmet ve minnetle anıyorum. Ayrıca projenin ana yüklenicisi Roketsan ve destekleyici firmalar ile Deniz Kuvvetleri Araştırma Merkezi (ARMERKOM)’un mevcut ve geçmişteki mühendislerini yürekten kutluyorum. Türk milletine ve mavi vatana çok büyük bir armağan sundular.  Bu aşamadan sonra beklentimiz denizaltılarımızdan ateşlenecek Atmaca güdümlü mermileri ile milli torpido Akya ve Gezgin (cruise) füzesinin en kısa zamanda aynı başarı ile denenmesi ve donanma envanterimize katılmasıdır.

ATATÜRK’E EN BÜYÜK ARMAĞAN

2019 yılının 10 Kasım törenlerinde, Mustafa Kemal Atatürk’e bu başarıdan büyük hangi mesaj verilebilir? Atam, artık Mavi Vatanı kendi barutumuz, kendi silahımız, kendi gemimiz ile koruyabiliyoruz. Ana vatanda  artık hiç bir komutan, senin  12 Nisan 1915 tarihinde Conkbayırı’nda 57. Alaya vermek zorunda kaldığın emri vermek durumunda kalmayacak. Sadece Türkiye değil, Türk dünyasına bugünleri gösterdiğin için sana şükrediyoruz. Senin önderliğinle kurtuluş, kuruluş ve devrimler sağlanmasıydı bugünün nesilleri bu büyük gurur ve mutluluğu yaşayamayacaktı.

Atam dediğin gibi, 
‘’Toprakların üç bir yanı  deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer…’’ 
Söz veriyoruz kudret ve yeteneğimizin sınırlarını şartlar ne olursa olsun zorlayacağız.

Aziz hatıran önünde tazim ve takdir ile eğiliyorum.



20191110

✍️ Atatürk, MİLGEM ve Atmaca Güdümlü Mermisi - Cem Gürdeniz

Atatürk, MİLGEM ve Atmaca Güdümlü Mermisi
Cem Gürdeniz


Yarbay Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları esnasında bir yabancı gazeteciye şu beyanatı veriyordu: “...Deniz Kuvvetinden yoksun bir kara kuvveti olarak yarımadamızı kara kuvvetlerini çekinmeden getirebilecek bir Deniz Kuvvetine karşı hiçbir zaman savunamayız.” Haklıydı. Konuşmasından kısa bir süre önce, 12 Nisan 1915 günü saat 10 sıralarında Conkbayırı’nda 57’nci Piyade Alayına “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” demişti. Zira karşısında, istilacı kuvvetini Akdeniz ve Ege Denizlerini aşarak, çekinmeden Gelibolu Yarımadasına getiren bir armada vardı. Donanmasızlığın ne olduğunu en iyi bilen komutandı. Osmanlı, bu gücü denizde durduramamıştı.

DENİZGÜCÜ TEORİSYENİ: ATATÜRK

Ana savaş lojistiği, Karadeniz’de Rusya üzerinden ve denizden gelen büyük bir Kurtuluş Savaşı sonunda yeni Cumhuriyeti kurduğunda ana vatanın denizcileşmesi ve bu süreçte savunmasının denizde en uzaktan, başlatılması gereğini ve gerçeğini çok acı tecrübeler yaşayarak öğrenmiş bulunuyordu. TCG Hamidiye Kruvazörü ile 1924 yılında yaptığı Karadeniz gezisinde geminin jurnaline yazdığı aşağıdaki cümleler, Cumhuriyetin denizlere yönelişinin ayrılmaz parçası olan strateji ve kuvvet oluşturma süreçlerinin bina edileceği, teorik alt yapıyı oluşturuyordu. “Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devletinin Donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türk Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve Kaadir bir Türk Donanmasına malik olmak gayedir.” Atatürk, aynı seyahatte gemi komutanına “Dış pazarlardan satın alınan gemilerle donanma yapılamadığını siz de biliyorsunuz... Evvela çekirdek bir donanma tedarik etmekle yetinip, deniz sanayi ve ticaretimizi geliştirmeliyiz. Bundan sonra memleket sanayiinden fışkıracak donanmayı yapmak da kolay olacaktır” diyordu.1 Kasım 1937 günü de, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden beşinci dönem açılış konuşmasında da aşağıdaki sözleri söylüyor, bir nevi vefatından tam bir yıl önce denizcileşme ülküsünü millet iradesinin temsil edildiği yerde Cumhuriyete ve millete haykırıyordu: “Toprakların üç bir yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer... Denizciliği Türk’ün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.”

82 YIL SONRA GELEN GÖRKEMLİ BAŞARI

Gelelim bugünlere. Önce 27 Eylül 2011 tarihinde ilk MİLGEM Ada sınıfı korvet TCG Heybeliada % 70 yerlilik oranı ile donanmaya teslim edildi. Henüz ana silahı olan uzun menzilli gemiye karşı güdümlü mermileri milli değildi. ABD yapımı Harpoon mermileri yüklüydü. Ateş gücü de milli olmalıydı. Ve oldu. 3 Kasım 2019 Pazar sabahı, Türk Donanma Tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisi yaşandı. Karadeniz’de yapılan test atışında Türk denizci ve mühendislerinin geliştirdiği ATMACA Gemiye Karşı Milli Güdümlü Mermi, su üstü hedefini başarıyla imha etti. 250 km menzile sahip, ateşle ve unut tipi bir güdümlü mermi olan Atmaca, 1970’lerden bu yana tüm fırkateyn, hücumbot ve bazı denizaltılarımızda bulunan ana silah, ABD Yapımı Harpoon’dan çok daha fazla yeteneğe sahip.

BAĞIMSIZ HAREKAT YETENEK ARTIŞI

Harpoon mermisini ABD’nin karıştırabileceği ve istemediği durumlarda müdahale edebileceği gerçeğini göz önüne alırsak, Atmaca’nın bağımsız hareket yeteneği ile egemenliğimize ne kadar büyük katkı sağlayacağı unutulmamalıdır. Artık, Türk deniz gücü, uzun menzilden su üstü hedeflerine angajman yeteneğinde, Harpoon mermilerine olan bağımlılıktan kurtulmuştur. Atmaca’nın başarılması, Anadolu kıyılarının yaklaşık 250 km.si, yani mavi vatan içine girerek ya da yaklaşarak, risk veya tehdit oluşturacak suüstü unsurlarının imha edilmesi, kıyılarımıza yaklaştırılmaması demektir. Atmaca, “Savunma Denizden Başlar” doktrininin ulusal güce dayanarak başarılması demektir. İlk denemenin Milli Gemi (MİLGEM) Ada sınıfı korvet projesinin 4. gemisi TCG Kınalıada’da icra edilmesi son derece dikkat çekicidir. Dünyaya, dosta düşmana, çok büyük bir mesajdır. 21. Yüzyılda Türk denizcileşmesinin, Mavi Vatan egemenliğinin büyük bir manifestosudur.

BÜYÜK GURUR YAŞIYORUZ

Duyduğumuz gurur ve sevinci bu satırlarda ifade etmek mümkün değildir. Gerek MİLGEM gerekse Atmaca projelerinin en büyük itici gücü 20. Deniz Kuvvetleri Komutanı merhum Oramiral Özden Örnek’i rahmet ve minnetle anıyorum. Ayrıca projenin ana yüklenicisi Roketsan ve destekleyici firmalar ile Deniz Kuvvetleri Araştırma Merkezi (ARMERKOM)’nin mevcut ve geçmişteki mühendislerini yürekten kutluyorum. Türk milletine ve mavi vatana çok büyük bir armağan sundular. Bu aşamadan sonra beklentimiz denizaltılarımızdan ateşlenecek Atmaca güdümlü mermileri ile milli torpido Akya ve Gezgin (cruise) füzesinin en kısa zamanda aynı başarı ile denenmesi ve donanma envanterimize katılmasıdır.

ATATÜRK’E EN BÜYÜK ARMAĞAN

2019 yılının 10 Kasım törenlerinde, Mustafa Kemal Atatürk’ü bu başarı ile anmaktan daha görkemli ne olabilir. Atam, artık Mavi Vatanı kendi barutumuz, kendi silahımız, kendi gemimiz ile koruyabiliyoruz. Ana vatanda artık hiç bir komutan, senin 12 Nisan 1915 tarihinde Conkbayırı’nda 57. Alaya vermek zorunda kaldığın emri vermek durumunda kalmayacak. Sadece Türkiye değil, Türk dünyasına bugünleri gösterdiğin için sana şükrediyoruz. Senin önderliğinle kurtuluş, kuruluş ve devrimler sağlanmasıydı bugünün nesilleri bu büyük gurur ve mutluluğu yaşayamayacaktı.

Atam dediğin gibi, “Toprakların üç bir yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer...Söz veriyoruz kudret ve yeteneğimizin sınırlarını şartlar ne olursa olsun zorlayacağız.

Aziz hatıran önünde tazim ve takdir ile eğiliyorum.

20191001

🎞 🗣 E.Amiral Cem Gürdeniz, sınıf arkadaşı Soner Polat'ı anlattı

Cem Gürdeniz, sınıf arkadaşı Soner Polat'ı anlattı: Türkiye'ye böyle bir akıl kolay kolay gelmez!

30.9.2019 20:34

Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, sınıf arkadaşı emekli Tümamiral Soner Polat'ı anlattı. Gürdeniz, 'Türkiye'ye böyle bir akıl kolay kolay gelmez' dedi.

Ulusal Kanal özel yayınına katılan Gürdeniz, şunları söyledi:


"Onurlu, güvenilir, vefa sahibi, mavi vatana adanmış bir deniz subayından bahsediyoruz.
Hiçbir şekilde devletin çıkarlarını gözardı etmeyen bir kişiden bahsediyoruz.
Türk Deniz Kuvvetlerine en üst düzeyde katkı sağladı.
Amiralliği sırasında o kadar değerli, analitik zekası olan bir insandı.
Türkiye'ye böyle bir akıl kolay kolay gelmez."


20190823

📚 'Mavi Vatan' için Jeopolitik Rota' - Amiral Soner Polat

''Soner Polat, bir Amiral olmasına rağmen,kara savaşını ve terörle mücadeleyi de doğru analiz edebilen ender isimlerden biridir. Stratejik aklı, jeopolitik bilinci ve köklü tarih bilgisinin bir sentezine dönüşen bu becerisi, yeni dünya düzeninin kurulma sancılarının ve ülkemiz üzerinde gerek iç, gerek dış cephede en yoğun siyasi, askeri, stratejik, ekonomik ve hukuki karmaşaların yaşandığı günümüzde sadece topluma değil devlete de akıl ve cesaretle ışık tutuyor. Yazdıkları sadece bir durum tespiti ya da kronolojik olaylar anlatımı değildir. Yol gösterir. İddia sunar. Rota çizdirir. Polat son kitabında Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege sorunlarını, Türkiye’yi kimlerin ve neden kuşatmak istediğini ayrıntılarıyla açıklıyor. ''
-Amiral Cem Gürdeniz


KİTAP HAKKINDA AÇIKLAMA



Soner Polat, bir Amiral olmasına rağmen,kara savaşını ve terörle mücadeleyi de doğru analiz edebilen ender isimlerden biridir.

Stratejik aklı, jeopolitik bilinci ve köklü tarih bilgisinin bir sentezine dönüşen bu becerisi, yeni dünya düzeninin kurulma sancılarının ve ülkemiz üzerinde gerek iç, gerek dış cephede en yoğun siyasi, askeri, stratejik, ekonomik ve hukuki karmaşaların yaşandığı günümüzde sadece topluma değil devlete de akıl ve cesaretle ışık tutuyor.

Yazdıkları sadece bir durum tespiti ya da kronolojik olaylar anlatımı değildir.
Yol gösterir. 

İddia sunar. 
Rota çizdirir.

Polat son kitabında Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege sorunlarını, Türkiye’yi kimlerin ve neden kuşatmak istediğini ayrıntılarıyla açıklıyor.

20190721

✍️ 45 yıl sonra TCG Kocatepe Şehitlerini Akdeniz’de Anarken...


Mavi Vatan köşesinin zamanlama açısından belki de en anlamlı yazısını okuyorsunuz. Zira gazeteyi elinize aldığınız 21 Temmuz 2019 sabahı, yavru vatan Kıbrıs sularında Mavi Vatanımızın bağrında yatan tam 45 yıl önce hava kuvvetlerimiz ile karşılıklı müdahale sonucu kaybettiğimiz TCG Kocatepe(D 354) muhribimizin 54 şehidini anıyoruz. Gemi bugün Rum Yönetimi (GKRY) topraklarında adanın batısındaki Baf Limanı'nın karasuları içinde batmıştı. Ancak mavi vatan sınır tanımıyor. Girne açıklarında Kocatepe gazileri ve şehit yakınlarının bulunduğu gemiden anavatandan getirilen çiçek demetlerini Akdeniz’in turkuvaz sularına bırakıyoruz. Anavatan ve yavru vatandaki milyonların kalbinin derinliklerinden gelen vefa ve minnet duyguları, Kıbrıs'ın batısında, deniz dibinde yatan D354 borda numaralı, çelik mabede erişiyor ve kaybettiğimiz 3 subay, 14 astsubay ve 37 erimizin ölümsüz ruhlarını sarıyor.

KOCATEPE ŞEHİTLERİ İÇİN DENİZDE TÖREN
TCG Kocatepe şehitlerimiz 1974 yılından bu yana, 18 Mart Şehitler gününde (2002 öncesinde 4 Nisan) diğer deniz şehitlerimiz ile birlikte anılıyor. Ancak bu yıl ilk kez, hem Girne’deki deniz şehitleri anıtında hem de denizde yapılacak bir törenle KKTC’de anılıyorlar. Her iki törene TCG Kocatepe gazileri ile şehit aileleri katılıyor. Sayın Levent Karataş Başkanlığındaki Boğaziçi Deniz, Çevre ve Spor Kültürü Platformu ile Kıbrıs Türk Şehitlikleri ve Mili Parklar Vakfı işbirliği ve eşgüdümü ile icra edilen bu törene anavatandan 22 şehit yakını ile 22 gazi davet edildi.

KOCATEPE VE BAHRİYE AİDİYETİ
Benim Kocatepe trajedisi ile tanışmam bahriye öğrenciliğime uzanır. 21 Temmuz 1974, Pazar günü, Heybeliada’da 16 yaşında Deniz Lisesi ikinci sınıf öğrencisiydim. Kıbrıs Barış Harekatı bir gün önce başlamış, kahraman deniz piyadelerimiz Cumartesi günü öğleden sonra Girne’de Yavuz plajında kıyıbaşını tutmuştu. Bizler henüz gerçek bir savaş gemisinde bulunmuş bile değildik. Ama kalplerimiz Kıbrıs ve denizdekilerle beraberdi. O sabah aynı heyecanla uyandık. Herkes televizyondaki haberlere koştu. Ordumuzun güneye ilerlemesi devam ediyordu. Çok gururluyduk. Ama akşamüzeri tam yatakhanelerimize dönmüştük ki, bir arkadaşımız “Duydunuz mu? Kocatepe muhribi batmış” diye koşarak içeri girdi. Şok olmuştuk! Yatağıma girdim ve ağladım. O ana kadar hiçbir muhripte bulunmamıştım. Kocatepe isimli bir muhrip olduğunu okul koridorlarındaki resimlerinden biliyordum. O gemide tanıdığım hiç kimse yoktu. Ama kurumsal aidiyet bu olsa gerek, Kocatepe haberi üzerine sanki bir yakınımı kaybetmişim gibi ağlamıştım. Ertesi gün, sabah taburunda olayın detaylarını öğrendik. Kıbrıs harekatı nedeni ile üç hafta sonu izine çıkamadık. Daha sonra eve geldiğimde Kocatepe’nin kaybı nedeniyle komşularımızın ve tanıdıklarımızın baş sağlığı dilemeleri beni çok duygulandırmıştı. Demek ki bahriye artık benim ikinci ailemdi. Daha sonra gerek Kıbrıs ve gerekse Kocatepe hadisesi meslek hayatım boyunca her zaman ilgilendiğim, ders çıkardığım, çıkardığım dersler paralelinde fikir ürettiğim bir konu oldu. Deniz Lisesinden mezun olduğum 1976 yılında sınıf subayımızın, geminin SHM Subayı Gazi Üsteğmen Özhan Bakkalbaşıoğlu olması bu merakımı daha da artırdı. Hedefteki Donanma isimli 2013 yılında yayınladığım (Kırmızıkedi Yayınevi) kitabımda trajediye neden olan karşılıklı müdahaleyi sebep ve sonuçları ile analiz etmeye çalıştım. Kendi uçaklarımız tarafından bu mümtaz gemimizin batırılmasının sebep ve sonuçlarını, deniz ve hava kuvvetleri arasında bir bilek güreşi, ya da suçlu bulma saiki ile yapmadım. Dünya deniz ve hava harp tarihinde yaşanan karşılıklı müdahale ya da dost ateşi vakaları paralelinde inceledim. Üst üste gelen talihsizlikler, bilgi ve eşgüdüm eksikliği ve yanlış kararlar ile birleşince karşılıklı müdahale kaçınılmaz olmuştu. Her iki tarafta da ciddi durumsal farkındalık ve komuta kontrol zafiyeti söz konusuydu.

KIBRIS'TA DEĞİŞTİRİLEN ANADOLU JEOPOLİTİĞİ
Kıbrıs Barış Harekatı, yakın Türk tarihimizin en önemli kilometre taşlarından biridir. 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson darbesinden kabaca 96 saat sonra Anadolu’da oluşturulan askeri güç, denizaşırı bir harekat ile Kıbrıs adasına aktarılmak üzere Mersin’den harekete geçmiş ve darbeden 120 saat sonra Türkiye, Girne'nin batısındaki Yavuz plajında kıyıbaşını tutmuştur. Bu başarı o kadar önemlidir ki, onun sayesinde tank ve zırhlı araçlarımız adaya intikal edebilmiş ve nihai askeri zafer sağlanmıştır. Diğer bir deyişle eğer çıkarma gemilerimiz ve onları koruyan donanma olmasaydı, askeri zafer kazanılamaz ve bugün bize jeopolitik güvence sunan KKTC mevcut olamazdı.

HER SAVAŞIN KAÇINILMAZI: KARŞILIKLI MÜDAHALE
Bu savaşta her savaşta olduğu gibi kara, deniz ve hava kuvvetlerimizin müşterek ya da bağımsız faaliyetleri sırasında operatif, taktik ve teknik hataları olmuştur. Şüphesiz bunların içinde en ciddisi 54 denizcimizi kaybettiğimiz Kocatepe muhribimizin batırılmasıdır. Diğer taraftan Kıbrıs’ta elde edilen ve bugüne yansımaları hayal edilenin çok ötesinde olan jeopolitik kazanımların yanında TCG Kocatepe’nin kaybı kabul edilebilir bir kayıptır. Kıbrıs Barış Harekâtı, Cumhuriyet donanmasının tarihindeki en büyük stratejik başarısıdır. Başta her iki dünya savaşı olmak üzere deniz harp tarihinde birbirine karşılıklı müdahale sonucu taarruz eden onlarca dost muhrip, denizaltı ve uçak vardır. Bunların içinde en yakını 1982 yılında yaşanan Falklands Savaşı sırasında 25 Mayıs 1982 tarihinde kendisini koruyan gemilerin hatası nedeni ile vurulan İngiliz Atlantic Conveyor gemisidir. (Geminin batmasına neden olan taktik kararı veren İngiliz Amiral ile 1998 yılında tanışma ve tartışma fırsatım olmuştu.)

CUMHURİYET DONANMASI DERSLERİNİ ÇIKARDI
Bugün için mesele denizdeki bir savaşta aynı hatanın tekrar edip etmeyeceğidir. Bugünkü teknolojik olanak ve yetenekler ile gerek deniz gerekse hava kuvvetlerimizin doktrinleri ikinci bir Kocatepe trajedisi yaşanmasına izin vermeyecek kadar ileridir. Hemen hemen her ay, iki kuvvet üç ayrı deniz harekat alanında denizde müşterek eğitimler icra etmektedirler. Türkiye’nin tanımlanmış müşterek stratejik ve taktik resim elde etme yetenekleri 1974 yeteneklerinin çok ama çok önündedir. Müşterek harekatın sevk ve idare edileceği komuta yerleri son derece gelişmiştir.

DUMLUPINAR VE KOCATEPE KARDEŞLİĞİ
Bugün Kocatepe’nin 54 deniz şehidini onları mavi vatanın sonsuzluğuna emanet ettiğimiz günün 45. yıldönümünde anıyoruz. Onları Baf’ın batısında kaybetmiştik. 45 yıl sonra bugün Baf’ın batısında neredeyse aynı enlem üzerinde Fatih sondaj gemimiz mavi vatanımızın dibine Türk bayrağını çakmıştır. Aziz Kocatepe şehitlerimiz, Kocatepe muhribimiz ile birlikte Fatih gemimizi ve onu koruyan donanmayı selamlıyor. Nasıl ki Atılay ve Dumlupınar denizaltılarımız şehitlerimiz ile birlikte Çanakkale Boğazı yaklaşma suları ve Nara’da ana vatanın giriş kapısını koruyor, Kocatepe ve şehitlerimiz de Doğu Akdeniz’de mavi vatanın güney cephesini koruyor. Ruhları şad olsun. Tüm şehitlerimizle birlikte Kocatepe şehitlerimizin aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyorum. Kocatepe gazilerimize büyük takdir hislerimle huzurlu ve sağlıklı günler diliyorum. 

Alıntı/Kaynak: Aydınlık

🎞️ I am not Turkish but 🇹🇷 ( Ben Türk değilim ama..) akımından... 🇹🇷Türkçe sözlü şarkılar

“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor -  Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...