cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20240320

📖Çankaya – ✍️Falih Rıfkı Atay

 

“Atatürk ne yaptığını, nasıl yapacağını, kimlere ne yaptıracağını, kimleri nasıl ve nerede değerlendireceğini bilen pek hesaplı bir adamdı.

   Bir fıkrasından, bir hikâyesinden, bir yazı veya nutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi, aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. Onun hâl tercümesi, yeni Türk devletinin tarihi demektir. Tarihimizi bilmek için Gazi’yi öğrenmeliyiz!”

Falih Rıfkı ATAY

Çankaya, Falih Rıfkı Atay‘ın 1961 yılında kitaplaştırılan hatıra (anı) türündeki eseri.

KİTABIN KONUSU

Atatürk‘ün doğumundan ölümüne kadar olan hayatı, harp zamanında düşmana ve Cumhuriyet zamanında yaptığı inkılaplarla gericilere karşı verdiği savaşı anlatmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ

Atatürk, 1881 yılında ahşap bir evde doğmuştur. Annesi Zübeyde Hanım, babası ise önce gümrük muhafaza memurluğu sonra kerestecilik yapan Ali Rıza Efendi’dir. Naciye isimli bir kızkardeşi vardır; fakat Naciye çocukken vefat etmiştir. Babası da 1887 yılında vefat etmiştir.

Atatürk ilk eğitimine mahalle mektebinde başlamış daha sonra Şemsi Efendi okuluna geçmiştir. Bu okulda hocadan dayak yemesinden dolayı kaçmıştır. Bir müddet dayısını çiftliğinde çalışmış sonra halasının desteğiyle okula yeniden başlamıştır. Zübeyde Hanım’ın gitmesini hiç istemediği halde kendi çabasıyla askeri okula yazılmıştır. Lise hayatında çok başarılı olmuştur ve “Kemal” adını burada almıştır. Manastır Askeri İdadisinden sonra İstanbul’a gitmek istediği halde bir subayın tavsiyesiyle Manastır Pangaltı Harp Okuluna gitmeyi tercih etmiştir.

1904 yılında Harp Akademisini de bitirerek kurmay yüzbaşı diplomasıyla göreve başlamıştır.

Vatanperver duyguları ağır basan Atatürk, okuduğu kitaplarla İttihat ve Terakki Cemiyetine yaklaşarak gelecekte vereceği büyük savaş için kendini yetiştirmeye başlamıştır. Şeriat kanunlarını isteyen, bu yolda kan döken isyancıları bastırmada Hareket Ordusu’nda görev almış ve başarılı da olmuştur.

Çıkan isyanların bastırılmasından sonra ..... Birinci Dünya Harbinde birçok cephede düşmanla çarpıştı. Balkan Savaşında, Çanakkale’deki birçok direnişte komutanlık yaptı. Trablusgarp cephesine gönderildi ama devletin acizliği nedeniyle bu toprakları bırakıp geri döndü. Veliaht Vahdettin’e Almanya seyehatinde yaverlik yaptı ve geleceğin padişahından bazı imtiyazlar alarak vatanın selamete ulaşmasında önemli adımlar atmak için çaba harcadı.

Kuvettli ama kabiliyetsiz müttefikimiz Almanya’nın aldığı yenilgilerden dolayı bizde savaşı kaybetmiş sayılıyorduk.İmzalanan Mondros ve Sevr mütarekeleriyle vatan düşmanın acımasız ellerine bırakıldı.Silahımızı yetmedi istedikleri topraklarımızı aldılar. Büyük Türk, bu yenilgiyi İstanbul’dakiler gibi kabullenip elini kolunu bağlayarak beklememekte kararlı idi.

Yunan ordusunun 16 Mayıs’ta İzmir’e çıkmasıyla Atatürk de 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı. Amacı direniş için gerekli kuvvetleri toplamaktı ama satılmış İstanbul Hükümeti, İngilizlerin talimatıyla Atatürk’ü görevden aldı. Bunun üzerine o da ordudan istifa etti. Doğuda Kazım Karabekir Paşa’nın desteğiyle harekete geçti. Birçok ilde toplantılar düzenledi. Milleti uyandırdı ve gerekenleri yapmaya başladı.

İngilizlerin, İstanbul’u işgaliyle hukümete duyulmayan güven tamamen sona erdi.Bu arada Kuvayi Milliye birlikleri Antep,Maraş ve Urfa’da düşmana dişini göstermekteydi ama alınan kesin ve kalıcı bir zafer yoktu.Bu sebeple Atatürk bu çete kuvvetlerini toplayarak düzenli orduya geçmek istiyordu.Zaten bu çeteci birliklerin bazı yararlarının yanında birçok zararları vardı.Bu çeteler halkı soyuyor,adam öldürüyorlardı.Afyon’da aldıkları yenilgi bu olaylara son verdi ve düzenli orduya geçildi.

Düzenli orduya geçmiştik ama ordu başına geçirilecek komutanlar ve askerler binbir zorluklarla toplanabildi. Tüm zorluklara, yokluklara hatta duyulan güvensizliğe rağmen düşman Akdeniz’e döküldü.Düşman dökülmüştü ama şimdi çok daha zor olan savaş başlamıştı. İnkilaplar dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti.

İlk iş olarak saltanat kaldırıldı. Gericilerin hatta, Atatürk’ün ilk destekleyicisi Kazım Karabekir’in tüm uğraşlarına rağmen halifelik kaldırıldı. Ayrıca hilafetin kaldırılmasına zorluk çıkaran kesimler, yani yobazlar yapılan tüm yeniliklerde yine köstek olmuşlardır. Ama Atatürk’ün azmi ve kararlılığı karşısında dayanamamışlardır. Ankara’nın başkent yapılmasını, şapka kanunu, Latin harflerinin kabulünü, Tevhid-I Tedrisat Kanununu, Medeni Kanunun kabulünü, kadılnlara verilen eşitlik hakkını ve soyadı kanununu zor da olsa halka benimsetmiştir. Başkenti Ankara yapmıştır ve Ankara’nın yenileştirilmesinde çok çaba harcamıştır. Hükümette çok partili sisteme geçiş için denemeler yapmıştır. Ama alınan sonuçlar zamanın daha erken olduğunu göstermiştir. Herkese soyadı verilmesine önayak olmuştur. Ülkenin her yerinde eğitim seferberliği başlatmıştır. Bu devrimleri hayatı pahasına yapmıştır. İzmir’de yapılan süikast girişimi de bunun en iyi göstergesidir.

Atatürk yapacağı işleri, vediği davetlerde anlatırdı. Bu davetleri sabaha kadar sürerdi, ancak o çok kısa bir uykunun ardından yapacağı işleri düşünürdü. Davet masasından sohbet ve onu hazin sona götürecek rakısı hiç eksik olmazdı. Fakat içmesini bilirdi, hiçbir zaman şuurunu kaybedecek şekilde içmemiştir. Diğer hobileri; bilardo oynamak, köpeği Fox, Florya’da yüzmek, alaturka musiki dinlemek, dostlarıyla sohbet etmek ve Savarona yatıyla gezmekti. Ayrıca giyimde, evinin döşenmesinde ve temizlik konusunda çok titizdi. En büyük dertleri ise; Hatay sorunu, dil sorunu ve eğitim konuları idi. Türk kadınına verdiği değer çok büyüktü. O, her zaman Türk milleti ve Türkiye için çalıştı. Son zamanlarında bazı kişler İsmet Paşa ile arasını açmıştı. Ama O, her zaman İsmet İnönü’yü çok sevmiş ve güvenmiştir.

Atatürk’ün şaşılacak bir hafızası vardı. Fakat son zamanlarda hafızası iyice zayıflamıştı ve asabileşmeye başlamıştı. Bunun sebebi ise, hastalıktan başka birşey değildi. Karaciğerlerinde su toplanıyordu. Hastalığında gezmek için alınan Savarona yatında dinlenmekte idi. Fakat bir sabah çok ağırlaşmıştı ve son olarak “Saat kaç?” diyerek ebedi uykuya çekilmiştir. Saat dokuzu beş geçiyor ve Türk milletinin gözlerinde yaşlar dinmiyordu.

KİTABIN ANA FİKRİ

Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün attığı tohumlarla ve bir çok zorluklar aşılarak kurulmuş, onu geliştirmek, gericilerin karşısında durmak ve yeniliklerin arkasında olmak bizim en önemli görevimizdir.

KİTAPTAKİ OLAYLAR VE KİŞİLERİN TAHLİLİ

FALİH RIFKI ATAY:
Atatürk ile bir gezide tanışan ve daha sonra varlığıyla ve yazılarıyla daima Atatürk’ün yanında olan bir gazetecidir.
İSMET İNÖNÜ:
Savaştan önce tanışan ve sonra Atatürk’ün yanında olan değerli bir komutan ve devlet adamıdır.
FEVZİ ÇAKMAK:
Savaşta ve cumhuriyet döneminde Atatürk’ün yanında olan ayrıca mareşal rütbesi alan büyük bir komutandır.
KAZIM KARABEKİR:
Vatanperver, büyük ama hilafetçi bir komutandır.

Alıntı/Kaynak: https://www.turkedebiyati.org/cankaya-falih-rifki-atay/

20231220

📖 ✍️Cumhuriyet ve emperyalizm - Kuntay Gücüm


Cumhuriyet ve emperyalizm
Kuntay Gücüm
Teori Genel Yayın Yönetmeni

Eco National ser muharriri, Lozan Konferansı sona yaklaşırken Türk gazetecilere şunu söyler: 

“Şarkta Avrupalıların müdafaa edilecek menâfii bırakılmadığından Şark meselesi ortadan kalkmıştır.”

“Bilhassa İngiltere ve Fransa'nın sertini yapan; lordların, bankerlerin, büyük fabrikatörlerin hatır ve hayale sığmaz o servet ve daradlarını husule getiren müstemlekat ahalisinin ezici boyunduruk altında mütemadiyen çalışmasıdır.”

Bu cümle, Yusuf Hikmet Bey (Bayur) tarafından Ankara Hükümetinin Sevres Anlaşmasına cevabı olarak kaleme alınan Türk Muahede-i Sulhiyyesi ve Mahiyet-i Hakikiyesi adlı metinde yer alıyor. O tarihte Hikmet Bey Hariciye Vekaleti Umur-ı Siyasiye Müdür-ı Umumisi  idi ve vekaleten müsteşarlık görevini yürütüyordu.

Metin Ankara, Trabzon ve Kastamonu matbaalarına basılarak dağıtılmıştır; (1) kişisel değerlendirme değil, Ankara’nın görüşlerini içeren resmi evrak niteliğindedir. Hikmet Bey, Anlaşmanın Avrupa devletlerinin egemen sınıflar bloğunu oluşturan feodal kalıntılar (lordlar), finans kapital (bankerler) ve sanayi sermayesinin (büyük fabrikatörler) sömürgelerdeki insanların boyunduruk altında mütemadiyen çalıştırma amacına göre düzenlendiğini yazıyor. Böylece belge, Milli Hareketin hangi sınıflarla mücadele ettiğini de göstermiş oluyor. Bu sınıfların yatırımları/menfaatleri İmparatorluğa imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri karşılığı geliyordu ve bu kağıtlar Batı kapitalizminin Doğuya doğru hegemonyacı genişlemesini sağlayan temel araçlardır.

Hikmet Bey şunu söyler:

“Çünkü hür ve müstakil olan adam kendi rızasıyla kulluğa bahusus garp kapitalizminin kulu olmağa razı olamaz.”

Metinde Sevres Anlaşmasının neden bu şekliyle ortaya çıktığı incelenirken, şu da belirtiliyor:

“Anadolu, Kafkasya, Kırım vesair Rus sevahilinde bulanık suda balık avlamak, Bolşevik hükümetine karşı para ile itmaa ettikleri bazı ceneral ve serserileri saldırmak gibi arzular kaim olmuştur.”

Böylece Avrupa’nın iktidar sınıf bloğunun, devrimleri ezebilmek için toplumların tortularıyla da (para ile satın alınan bazı general ve serseriler) birleştiği tespit edilmiş oluyor. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin 19. yüzyılda o iktidar sınıfları ile derin bir ittifakı olmuştu.

Tanzimat ile başlayan süreçle Türkiye, Yusuf Hikmet Bey’in adlarını andığı Avrupalı sınıfların da teşvikiyle, Batıcı modernleşme sürecine girdi. Modernleşme maliyetli bir iştir. Tanzimat Fermanı feodal iltizam usulünün kaldırılmasını ve mültezim sınıfının tasfiye edilmesini vaat ediyordu. Merkezi hükümet tarafından vergilerin toplanması ülkenin her yerine yayılmış maliye teşkilatı, yetişmiş kadro ve o kadroları yetiştirecek eğitim kurumlarını; örgün eğitim yaygın eğitim örgütü ve eğitilmiş eğitimcileri; şerrî hukuku modern hukuk ile değiştirmek ülkenin her yerinde adliye teşkilatını, o kanunları yazacak ve uygulayacak eğitime sahip kadroları, onları eğitecek okullar ve eğitimcileri; merkezi devlet bütçesi gelir ve giderleri kontrol edip yönetecek donanımda teşkilat ve insanları; modern şirket yatırım ve yine eğitimli insanı; 19. yüzyılda modernleşmenin simgesi olan demiryolları güçlü sermayeyi ve teknik beceriyi gerektirir.

Batıda bu süreçler ulusal burjuva sınıflar tarafından üstlenilmişti; bu yetersiz kaldığında kıta içi finans piyasalarına başvuruluyordu. Avrupa’da burjuva sınıfı hem üretimi örgütleyerek modern ekonominin hem de vergi ödeyerek ve devlet tahvillerine yatırımlarıyla modern devletin inşacısıdır.

İmparatorluk kendi dinamiklerine sahip olmadığı için boşluğu, Tanzimatla başlayan süreçte Avrupa finans kapitali ile ittifak yaparak doldurdu. Yaşanan, üretici güçlerin Türkiye’de var edilmesi değil, Batıdaki üretici güçlerin Türkiye’ye doğru genişlemesidir. Tanzimat bir anlamda, imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri üzerinden Avrupa mali aristokrasisi tarafından finanse edilmiştir diyebiliriz. İstibdat dönemi de 19. yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin yaşadığı dönüşümün Levant coğrafyasındaki izdüşümü, bir yönüyle Avrupa’daki süreçlerin Türkiye özgülünde tekrarlanmasıydı. Avrupa mali aristokrasisiyle ilişkilerin daha da derinleştiği dönemdi. Berlin Anlaşması ancak II. Abdülhamid’in temsil ettiği monarşiyle uygulanabilirdi.

Modern mutlak monarşinin teorisi, Mahmut Nedim Paşalar tarafından 1870’lerin başından itibaren kurulmaya başlamıştır. Mütareke döneminde Damat Ferit-Vahdettin partisi mutlak monarşiyi tekrar ayağa kaldırmayı deneyecektir.

19. yüzyıl Türkiye açısından, bazı kesintilerine rağmen, 1920’de Ankara’nın savaştığını söylediği sınıflarla işbirliği yaparak geçti.

Milli Mücadele önderliğinin 1924’de halkçılardan ayrılarak Terakkiperver Fırkayı kuracak olan liberal kanadı, bu ittifakın sürdürülmesini önermiştir; fakat bu sefer Amerikan sermayesine dayanarak. Amerikan mandası önerisi, Sivas Kongresinde, Türkiye’nin sermayeye sahip olmadığı ve istikraz yapmadan ayakta kalamayacağı, Amerika’da fazlasıyla sermaye bulunduğu ve ancak o sermayenin sahipleriyle anlaşarak İmparatorluğun savaş öncesi sınırlarını muhafaza edebileceği tezleriyle savunuldu. Amerikan mandası başlığıyla önerilen, Amerikan mali sermayesiyle ittifak yoluyla İmparatorluğu kurtarmaktır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programında Batı mali sermayesiyle işbirliği fikri sürdürülmüştür. Parti programının 40 ve 41. maddelerinde 

  • devletin dünyadaki mali itibarını yani istikraz yapabilme olanaklarını artırmak için çalışılacağı; 
  • ülke çapında bayındırlık işlerinin yalnız kendi servet ve sermayesiyle gerçekleştirmek fikrinin doğru olmadığı; 
  • asayişin temini, istikrar ve yabancı sermayelere sağlanacak kolaylıklarla güven telkin edileceği; 
  • memlekete yabancı sermaye gelmesine mâni durumlardan biri olan kambiyo değişimine son vererek milli paranın yabancı paralarına karşı istikrarını temin için Devlet Bankası ile bir anlaşma imzalanacağı 
yazar. Bayındırlık işleri için yabancı sermayeye başvurmanın imtiyazlı şirketleri, borçlanabilme olanaklarını güçlendirmenin ise istikrazları devam ettirmek istenildiğini gösterdiği söylenebilir.

Milli Mücadelenin ilk aşamalarında gündemde olan manda tartışmalarının temelinde “İmparatorluğa tamam mı devam mı” tartışması vardı. İmparatorluğa devam iddiası manda fikrine ulaşmıştır. Tartışma, Misak-ı Milli kararıyla son buldu. Misak-ı Milli ile tanımlanan ulusal devlet, o gün için Amerikan mali sermayesi ile ittifak arayışlarının en temel gerekçelerini ortadan kaldırdı.

Misak-ı Milli sınır çizgilerini tayin etmez; üzerine sınırlar çizilmiş bir harita eki yoktur. Sınırlar için temel prensipler ortaya koyar. O sınırlar içinde, beyannamenin 6. maddesinde ifade edilen mali ve iktisadi bağımsızlığa sahip ulusal devlet hedeflenmişti. Lozan müzakereleri o amaç gözetilerek yürütüldü. Bu yüzden sadece toprak mücadeleleri üzerinden incelenerek Lozan metninin anlaşılamayacağını düşünüyorum. İçinde devletin kurulduğu sınırların nasıl çizildiği kadar, Türkiye’nin küresel sistemle ilişkisini nasıl düzenlediği de önemlidir. O bilgi de Lozan Konferansının özellikle imtiyazlı şirketler ile daha çok Fransızların muhatap olduğu Osmanlı borçları üzerine müzakerelerinde en açık şekilde kendini gösterir. Konferansın ikinci döneminde Fransız delegasyon başkanı General Pellé’nin başkanlığını yaptığı ikinci komite ve İtalyan delegasyon başkanı Montagna’nın başkanlığını yaptığı üçüncü komitenin tutanakları itinalı incelenmelidir.

Lozan görüşmelerinin ikinci dönemini Tevhid-i Efkar adına izleyen ve düzenli makaleler gönderen Velid Ebuzziya o görüşmelerle ilgili şu bilgileri okuyucularına aktarmış: (3)

“General Pellé buraya, kendi arzusu veçhile hareket için değil, hukûmetinin talimatı dairesinde ifâ-yı vazife için gelmiştir. Hükûmeti ise, istese de istemese de sermâyedarların şirketlerin taht-ı nufûs ve tesiri altındadır. Binaenaleyh şarkta biran evvel insâni bir gaye ile sulhun tesisini istemekten, asırlarca nice hukukunu pâyımâl ettikleri Türke karşı artık adl ve insaf dairesinde muameleyi düşünmekten ziyade sermayedarların meşru veyahut gayr-ı meşru menfaatlarını gözetmek mecburiyetinde bulunmaktadır.”

“Burada müzâkerât üzerinde en ziyâde icrâ-yı te’sir eden ve sulhün akdine mani olan avâmilden biri duyûn-i umumiyedir. Malûm olduğu üzere duyûn-i umûmiyyede ki dâyinler vekillerinden ikisi burada bulunmaktadır; ki bunlardan biri İtalyan dâyinler vekili Nogara, diğeri Fransız dâyinler vekili De Koloziyer’dir.”

“(…) Hükümet de bu açgözlü, doymak bilmez memleketlerin kuvvetine istinat ederek en haksız taleplerin dermeyanından utanmaz (imtiyazlı) şirketlerin, bu gibi tahammül edilmez taleplerini redde mecbur olmuştur.”

“Fransa’nın Şark siyaseti, gittikçe tehlikeye düşüyor ve bu da sırf Fransa sermayedarlarının âdi menfaatlerını himâye yüzünden vuku buluyor.

O tarihte Türkiye’de kapitalist ve sermayedar sıfatları sanayi burjuvazisi için değil, Osmanlı tahvil ve imtiyazlı şirketler hisse senetlerine yatırım yapan sınıflar için kullanılıyordu. Bizi yutmak isteyen kapitalizm de aslında emperyalizmdir. Velid Ebuziya’nın sayılarının 3000 kadar olduğunu söylediği sermayedarların direnci Lozan Anlaşmasının imzalanmasını birkaç hafta geciktirdi.

“(Fransızların) yapmak istedikleri bizi tamamen kendi sermâyedârlarının esâret-i iktisâdiyesi altında tutmaktan ibârettir.”

Sulh işinin böyle fâiz meselesine gelip dayanması başda Mösyö Poincaré olmak üzere bütün Fransa hükûmetinin mahâfil-i mâliyenin taht-ı nufûs ve te’sirinde olduğunu gösterir. Poincaré, bu nufûsdan yakasını sıyırabilse hiç şüphesiz sulhün akdi kolaylaşmış olurdu.”

Aynı bilgileri Lozan Konferansıİkdam gazetesi adına izleyen Ahmet Cevdet’in haberlerinde buluyoruz: (3)

“Fransız milletinden ziyade Fransız sermayedarların menâfii müzakerata hâkim olursa bittabi bundan iyi bir netice çıkmaz.”

“Diyorum ki Türkiye’yi maliye cihetiyle bilvasıta esarete sokmak istiyorlar.

“Şimdi son bir teşebbüs vâki oluyor ki o da muamelat-ı maliyede olsun bizi kayıt ve rabıta altında tutmak, ileride bizde kımıldanacak hal bırakmamaktır. Bütçemizin varidat ve mesarif kısmı arasında tevazün hasıl olmasından endişe ediyorlar, diye hükmediyorum. Bu muvazenet hasıl olmamak daima istikraza müracaat ederek açık kapatmaya mecbur olmaklığımız onlar için bir istikbal emelidir.”

Bir Avrupalı gazetecinin dediği gibi, Avrupa egemen sınıflarının Türkiye’de savunulabilecek çıkarı bırakılmadığından, 200 yıllık şark meselesi devrim yoluyla tasfiye edilmişti; emperyalist sınıfları temsil eden müttefiklerin istikbal emeli Türkiye’de gerçekleşmemiştir.

Millî Mücadele, Avrupa mali sermayesine ve Amerikan mali sermayesiyle ittifak arayışlarına karşı kazanıldı. Nasıl ki II. Abdülhamid dönemi istibdatı, Berlin Anlaşmasıyla Doğu’da kurulan emperyalist düzeneğe uyum sağlama biçimiyse, Cumhuriyet de küresel sistemden kopuşun rejimiydi.

Cumhuriyet’e, Türkiye’nin üretici sınıfları adına emperyalist sınıflarla mücadele yoluyla ulaşılmıştır.

DİPNOTLAR

1 Bu metin basılı halde sahaflarda bulunabiliyor. Kendi arşivimde Kastamonu baskısı var. Mete Tuncay tarafından Latin harflerine de çevrilmiştir. Alıntılar için Tuncay’ın çevirisini kullandım.

2 Velid Ebuzziya’nın Lozan’dan gönderdiği makaleler Ahmet Temiz tarafından derleyip yayınlanmıştır. Ahmet Temiz, Velid Abuzziya’nın Lozan Mektupları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.

3 Ahmet Cevdet’in Lozan’dan gönderdiği makaleler Nuri Sağlam tarafından derlenip yayınlanmıştır. Türk Basınında Lozan Ahmet Cevdet’in Lozan Makaleleri, Hazırlayan: Nuri Sağlam, alBaraka Yayınları, İstanbul, 2023.


Alıntı/Kaynak: https://www.teoridergisi.com/index.php/cumhuriyet-ve-emperyalizm

20231122

📖 Cumhuriyet devrimlerinin başarılması kadar onların halka kavratılması

"Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet devrimlerinin başarılması kadar onların halka kavratılması ve bu doğrultuda bilinç oluşturulması da önemliydi. Başta Atatürk olmak üzere çok sayıda Cumhuriyet kadrosu, bizzat Anadolu’yu gezerek halkla bir araya geldi, devrimleri anlattı. Devrimlerin kavratılması konusunda en önemli adımlar 1930’lu yıllarda atıldı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), devrimlerinin kavratılması, ulus bilincinin yayılması, Cumhuriyet ideolojisinin halkla buluşturulması için Halk Kürsü’leri kurma kararı aldı...”



20231030

📖 Genç subay Mustafa Kemal’in 17 yıldır aklında cumhuriyet vardı

Bülent Sarıoğlu

Asırlık Cumhuriyet çınarı, bir fidan olarak Anadolu toprağına dikilmeden önce, en az 17 yıl boyunca genç devrimci Mustafa Kemal’in düşüncelerinde şekillendi.

Henüz 25 yaşında genç bir subayken, millet hâkimiyetine dayalı bir Cumhuriyet kurma fikrini, 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’e dile getirmişti...

“EFENDİLER YARIN CUMHURİYET’İ İLAN EDECEĞİZ”

Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde hükümet krizini görüştüğü İsmet Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Kazım Paşa, Fethi Bey, Fuat Bey ve Ruşen Eşref Bey’e tarihi kararını böyle açıkladı. Mustafa Kemal, bu tarihten 47 gün önce de bu iradesini ortaya koymuştu. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde 11 Eylül 1923’te tuttuğu notlar şöyleydi: “TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın odasında cereyan eden olaylar. Gazi’nin sözü hangi konu üzerine getirmek istediği belli idi. Yunus Nadi: Bunu en kuvvetli zamanımızda yapmalıyız. Gazi -kalemini masaya vurarak-:‘En kuvvetli zamanımız bugündür’ dedi.”

İLK 1906’DA SÖYLEDİ

Tarihi sürece bakıldığında, Türklerin yeni devleti için cumhuriyet rejimi bir emrivaki değildi. Asırlık Cumhuriyet çınarı, bir fidan olarak Anadolu toprağına dikilmeden önce en az 17 yıl boyunca genç devrimci Mustafa Kemal’in düşüncelerinde şekillendi. Mustafa Kemal, henüz 25 yaşında genç bir subay iken, millet hâkimiyetine dayalı yeni bir rejim kurma fikrini arkadaşlarına açmıştı. Yazar Münir Hayri Egeli, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet ve İnkılap düşüncesini 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’le yaptığı sohbette dile getirdiğini yazıyor:

NEDEN İLLÂ BİR PADİŞAH!

“Şam’da saltanata bağlılık şenlikleri düzenlenirken yakın arkadaşı Halil Bey’le bu şenliklerin gereksizliği üzerine konuşuyorlardı. Mustafa Kemal, padişah düşüncesine saplanılmamasını, cumhuriyetin kurulabileceğini belirtmiştir.” O diyalogu Mazhar Müfid Kansu Halil Bey’in dilinden şu şekilde anlatır: “Ya culus-u hümâyun veya veladet-i hümâyun şenlikleri yapılıyordu. Mustafa Kemal ile donanmayı seyretmeye çıkmıştık. Birden kolumu tuttu: ‘Halil’ dedi, ‘Bir millet kendi kurtuluşu için şenlik yapabilir. Kendisine pek büyük hizmetler etmiş olan bir adam için de şenlik yapabilir diyelim. Fakat hanedan-ı Âli Osmân içinde kazara bazıları bu memlekete hizmet etti diye, onun nesline neden donanma yapılsın?’ Bu kadar sıkı takip altında etrafımızda zaptiyeler dolaşırken bu kadar cesur konuşmaktan ürkmüştüm. Ben, ‘Peki memleketi nasıl idare edeceğiz? Giderse gene padişah lazım’ diyecek oldum, fena halde kızdı: ‘Neden mutlaka padişah fikrine saplanıyorsun Halil!’ diye bağırdı. ‘Cumhuriyet yaparız.’ Ben hemen elimi ağzına kapadım.”

İNGİLİZ İSTİHBARATI GÖRDÜ

- Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’in henüz Erzurum Kongresi açılmadan, zamanı gelince hükümetin şeklinin cumhuriyet olacağını kendisine söylediğini, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde anlattı. Sivas Kongresi’nden sonra İngiliz Amirali Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği raporda, Türkiye’deki gelişmelerin bir cumhuriyete doğru yöneldiğini yazmıştı. İngiltere’nin 14-21 Kasım 1919 tarihli İstanbul’daki istihbarat teşkilatının haftalık raporu, kararları beğenmezlerse Anadolu’daki milliyetçilerin cumhuriyeti ilan edeceğini bildiriyordu. Nitekim Mustafa Kemal, 1 Kasım 1922’de, Büyük Millet Meclisi’nde saltanatın kaldırılması görüşmelerinde sürecin cumhuriyete doğru gittiğini işaret etmişti: 

“Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurmuştur. Yeni Türk devleti, ‘eşhas (kişiler) devleti’ değil, ‘halk devleti’dir. Milli egemenlik bütün kişisel yönetimlere karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde tacidar (taç sahibi) yoktur, diktatör yoktur ve olmayacaktır. Devletin başında tek bir kuvvet vardır, o da milli egemenliktir.”

*Atatürk Araştırma Merkezi’nin Cumhuriyet Sempozyumu yayınlarından derlenmiştir.

Alıntı: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/genc-subay-mustafa-kemalin-17-yildir-aklinda-cumhuriyet-vardi-42352613

20231027

📰✍️ 🇹🇷Cumhuriyet’in şımarık çocukları - Attila Gökçe

25 Ekim 2023

Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlamaya başladığımız şu günlerde, tarihe kaydettiğimiz spor notlarına bakmakta yarar var. Öncelikle şunu anımsatarak başlamak istiyorum:

Mayası zaferler ve devrimlerle karılmış şanlı Cumhuriyetimizin hayatın her alanında etkisi, sözü ve damgası vardır. Elbet, sporcu evlatları da yüz yıllık tarihin hemen bütün dönemlerinde Devlet’ten ilgi, sevgi, destek ve anlayış görmüştür. Eğitimden kültür ve sanata, ekonomiden bilim ve teknolojiye kadar hemen her alanda Devlet Baba’nın evlatları olarak kucaklanan sporcular, iddia ediyorum ki Türkiye Cumhuriyeti’nin en haylaz, en afacan, en şımarık, aynı zamanda en sevimli, en başarılı, ama bu arada en savruk, en maceracı çocuklarıdır.

Atatürk’ün başkanlığındaki Cumhuriyet Hükümeti, tarihimizin en bağımsız ve sivil spor örgütü olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı (TİCİ) “kamu yararına hizmet eden” kuruluş olarak kabul ederken, onları kararlarında özgür bırakmış, bu arada devlet bütçesinden ayrılan paralarla da desteklemiştir. Sportif yapılanmamızdaki bu örnek maalesef uzun ömürlü olamamıştır. Nazi Almanyası’ndan davet edilen ünlü spor yöneticisi Karl Diem’in tavsiyeleriyle 1936’da Türk Spor Kurumu (TSK) yasa ile tarihteki yerini almıştır. Bu dönemde TİCİ’nin bağımsız ve özgür iradesi ortadan kaldırılmış ve TSK, CHP yapılanması içinde “siyasete bağlı” bir örgüte dönüşmüştür. Sadece iki yıl süren kötü deneyler döneminden sonra Atatürk, bizzat hazırlattığı 1938 tarih ve 3530 sayılı yasa ile yürütme hayatına katılan “Beden Terbiyesi Kanunu”nu devreye sokmuştur. Bu kanun Atatürk’ün döneminde hazırlanan son kanundur. Böylece spor, devletin “destekleyen”, “yöneten” ve “denetleyen” bir evladı statüsü kazanmıştır.

İşte şımarık çocuğun doğumu… Devlet bütçesinden aldıkları paylar ve desteklerle spor kulüplerimiz, sporcularımız ve her türlü spor yöneticilerimiz yapacakları her işte devletten ayrıcalıklı haklar sağlamakta gecikmemiştir.

En başta İstanbul, Ankara ve İzmir’de spor alanları, stadyumlar ve salonların inşası için kulüplere arazi tahsisleri yapılmış, bu uygulama futbolda 1959’da başlayan Milli Lig ve sonrasında oluşturulan alt liglerle Anadolu’da “tesisleşme” hamlelerini sürekli kılmıştır.

Arazi tahsisleri ve tesis yapımlarından sonra vergi indirimleri, ödenmeyen vergi borçlarının sık aralıklarla silinmesi, spor fonları oluşturulması gibi doğrudan paraya dayalı yardım, destek ve kolaylıklar yaygınlaşmış, 1951’de profesyonelliğin kabulüyle kulüpler borç yükü altında zorlanmaya başlamıştır.

Finansal sorunlarla boğuşmanın yanı sıra 1960’lı yıllarda şike, 2000’li yılların başında doping gibi spor ahlakıyla bağdaşmayan “kısa yoldan başarı arayışları” da sevimli çocuğun, bir başka şımarıklığı, sorumsuzluğu ve yaramazlığına dair mahcup edici örneklerdir.

100. Cumhuriyet Yılımızı heyecan ve sevinçle kutlarken, yeni spor yasasının da eski yanlışlar ve alışkanlıklara son verecek bir dönemi başlatmasını diliyoruz.

Evet, sporcularımız uyanık, şımarık, sorumsuz ama aynı zamanda becerikli, başarılı ve sevimliler.

Her şeye rağmen… Onları seviyoruz!

20210315

Cumhuriyetin ilanı döneminde ninesi elleriyle işledi! Gözü gibi bakıyor

 

Bolu'da yaşayan Erdal Ekim, ninesinin cumhuriyetin ilanı döneminde yaptığı Türk bayrağını iş yerinde sergiliyor.

AA
12 Mart 2021 

Bayrağı muhafaza edildiği sandıktan çıkaran Ekim, çerçevelettirdiği Türk bayrağını iş yerinin en güzel köşesine yerleştirdi.

Ekim, iş yerine gelenlerin hatıra fotoğrafı çektirdiği el yapımı bayrağa gözü gibi bakıyor.

Erdal Ekim, AA muhabirine, Türk bayrağının rengini şehitlerin kanından, ilhamını da kan gölüne yansıyan ay ve yıldızdan aldığını belirterek, "Cumhuriyet ilan edildiğinde kullanılan bu bayrak, ninem tarafından yapılmış. O tarihte bayrak olmadığı için kırmızı ve beyaz bez parçasından makasla oyularak yapılmış." dedi.

İş yerine gelenlerin bayrağı ve tarihini merak ettiklerini dile getiren Ekim, "Gelenlere önce bayrağın nasıl yapıldığını, hem kendim hem de bu ülke için önemini anlatıyorum. Zaman zaman almak isteyenler oluyor. Bir müşterime bayrağı anlattığımda çok duygulandı. Gözlerinden yaş aktığını gördüm. Benden almak istedi. Ben de 'Bayrağı anca burada görürsünüz fakat veremem.' dedim." diye konuştu.

Ekim, ninesinden yadigar bayrağı özenle korumaya devam edeceğini sözlerine ekledi.

 

Alıntı/Kaynak: https://www.star.com.tr/kultur-sanat/cumhuriyetin-ilani-doneminde-ninesi-elleriyle-isledi-gozu-gibi-bakiyor-haber-1615841/

20200522

Atatürk'ün "Cumhuriyet" kelimesini ilk kez nerede ve kimlere telaffuz ettiği

İzmir Milletvekili Mahmut Esat Bozkurt, bir gün Atatürk'e müracaat edip derslerde okutulmak üzere "Cumhuriyet" kelimesini ilk kez nerede ve kimlere telaffuz ettiğini öğrenmek istiyor. Atatürk, bu konu için Bozkurt'u, Mazhar Müfit Kansu'ya yönlendiriyor.



Ve Mazhar Müfit Kansu, Cumhuriyet kelimesinin nerede ve nasıl telaffuz edildiğini tuttuğu notlar yardımıyla mektubunda anlatır.
 

20200420

Hamdullah Suphi Tanrıöver

''Hamdullah Suphi Ankara Türk Ocakları. Anlaşma gereği can güvenliği garantisi verildiği halde Mora isyanında Yunan çeteler Tripoliçe'de 15 bin sivil Türk'ü katletilmişti. Ailesi kurtulan nadir kişilerden biriydi,çok büyük hizmetleri oldu.'' #CumhuriyetinTemeli1920

Alıntı: Sosyal medya

20200406

🎞🇹🇷 Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında uygulanan Tekalif-i Milliye emirleri bugün de geçerlidir

20200222

Köy Enstitüleri

 

Köy Enstitüsü mezunu ilk 1941 öğretmen 1944 yılında köy okullarında görev aldı.

1948'de Van'a bağlı Erciş'te açılanla birlikte toplam sayısı 21'e ulaşan köy enstitülerinden kapatıldıkları 1953 yılına kadar 1.398'i bayan, 15.943'ü erkek olmak üzere 17.341 köy öğretmeni diploma aldı. 1936-1947 yılları arasında faaliyet gösteren eğitmen kurslarından ise 8.675 eğitmen mezun oldu. Sağlık bölümlerinden de 1.248 sağlık memuru yetişti.

Çok partili rejime geçildikten (1946) sonra, yeni kurulan Demokrat Parti'nin (DP) yoğun eleştirileriyle karşılaşan Köy Enstitüleri bu dönemde belirgin bir duraklama geçirdi. 1947'de, Reşat Şemsettin Sirer'in Milli Eğitim Bakanlığı sırasında eğitim programları temelli yitikliklere uğradı ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı, Köy Enstitülerinin yönetici ve öğretmenleri değiştirildi. İbrahim Hakkı Tonguç görevden alındı.

Aynı yıl, eğitmen kurslarına son verildi. DP'nin iktidara geldiği 1950 seçimlerinin ardından önce sağlık bölümleri kapatıldı sonra da Köy Enstitülerinin programı klasik ilköğretmen okullarının programıyla birleştirildi (1951). Birkaç yıl sonra da çıkarılan 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri tümüyle kapatıldı (1954) Köy Enstitülerinin adı İlköğretmen Okulu olarak değiştirildi.
Bu eğitim kurumları bir çok aydın ve yazar yetiştirmiştir.

Köy Enstitülü yazarlar özellikle öykü ve romanda köy gerçekliğini ortaya koyan eserler vermişlerdir. En çok etkilendikleri yazar Sabahattin Ali'nin gerçekçi yöntemiyle, biyografik öykü ve romanlarla başlayarak, köylülerini, köy gerçeğini anlatmışlardır.

...
...
Alıntı/Kaynak: https://www.bursadabugun.com/galeri/haber/koy-enstituleri-neden-kuruldu-neden-kapatildi-15445/14.html

20200207

Cumhuriyet tarihimizde "0" enflasyonlu yılların sadece Atatürk döneminde yaşandı


Cumhuriyet tarihimizde "0" enflasyonlu yılların sadece Atatürk döneminde yaşandığını biliyor muydunuz?

".....Öyle ki, enflasyonsuz para politikası Cumhuriyet tarihinde sadece Atatürk zamanında uygulanabilmiştir. İsmet İnönü'nün şu sözleri çok enteresandır:
“Hükümet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile "evet" dedirtemedim". Türkiye Cumhuriyeti'nde enflasyon problemi Atatürk'ün vefatıyla başlamış ve bir daha da durdurulamamıştır (Aysan, 2000: 37).Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda enflasyonun yeri olmamıştır. Atatürk her zaman para değerinin istikrarına büyük önem vermiş, İstiklal Savaşı'nın en zor günlerinde bile tedavüle yeni para çıkarmamıştır.
Atatürk'ün sıkı para politikası anlayışı Cumhuriyetin kurulmasından sonra da devam etmiş, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti'nde karşılıksız para basılmamıştır. ..."

"Atatürk'ün Ekonomi Politikası" Doç. Dr. Hasan SABIR,

20191227

🎞 🇹🇷 Mehmet Akif Ersoy: ''Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal'e versin...''

20191201

📰 1 Aralık 1928 -yeni harflerle çıkan ilk gazeteler'


'1 Aralık 1928: Resmi ve özel her tür levha, ilan, reklam, sinema yazısı, gazete ve dergilerin yeni harflerle basılması zorunluluğu getirilirken, kamu ve özel sektördeki işlemler için bu tarih 1 Ocak 1929 oldu. 
İşte 1 Aralık 1928'de yeni harflerle çıkan ilk gazeteler'
👇
#HarfDevrimi
 

Alıntı: Sosyal medya - Özlem Özdemir @ozlemozdemir

20191119

❤️ 💌 Bir aşk mektubu...

Bir aşk mektubu... 
''Türkiye böylesine bir aşk mektubu 
yazan ve yazdıran güzel insanlarla dolu güzel bir memleket!
Sanat ve siyaset birbirine yabancı olmamalıdır. Ortak noktaları o kadar çoktur ki. İkisi de önce vatan için olmalıdır. Birlik ve beraberlik varsa, içinde zaten insanlık vardır. Sürekli olumsuzluklara odaklanmak, ayrışmak Türk kültürünün ürünü Anadolu hümanizmasındaki böyle güzellikleri görmemize engel olur. Sanatın ustasıyla siyasetin ustasını böyle bir hatıra fotoğrafında görmek bile insana umut veriyor.''
Alp Icoz

🎞️ I am not Turkish but 🇹🇷 ( Ben Türk değilim ama..) akımından... 🇹🇷Türkçe sözlü şarkılar

“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor -  Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...