Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Meclis’e son gelişi — 1937
— Militer Enstitü (@militerenstitu) July 29, 2025
pic.twitter.com/6VdAN8XyhK
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Meclis’e son gelişi — 1937
— Militer Enstitü (@militerenstitu) July 29, 2025
pic.twitter.com/6VdAN8XyhK
İzmir İktisat Kongresi'nin yapıldığı bina İzmir'in neresindeydi? Ne oldu bu binaya?
Önce biraz bilgi:
İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat 1923 günü Manisa temsilcisi Kazım Karabekir, Asım ve Fevzi Çakmak Paşalar ile Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof'un katılımları ile başladı.
Kongre, yeni Türkiye'nin İktisat Politikasını belirlemek amacıyla yapıldı. Mustafa Kemal Paşa açış konuşmasında şunları söyledi:
"Yeni Türkiye'mizi layık olduğumuz düzeye eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız.
...Bu kongre gerçek kurtuluş demek olan iktisadi gelişme ve kalkınmanın ilkelerini saptayacak bir kongredir, tarihe öyle geçecektir."
Yani kurtuluş sonrası Türkiye'nin iktisadi bakış açısını belirleyen en önemli olay, İzmir İktisat Kongresi'dir.
Kentin en önemli binaları büyük yangında zarar gördüğünden kongrenin yapılacağı binanın seçilmesi zor olmuş. Sonunda, konumu ve büyüklüğü nedeniyle, bir ara Osmanlı Bankası'nın deposu olarak kullanılan, 1922'nin hemen öncesinde Aram Hamparsumyan'ın sahibi olduğu üzüm-incir işletmesi binası tercih edilmiş.
Ama ne yazık ki o bina günümüze kadar yaşatılamamış. 1970'li yılların ikinci yarısında yıkılmış.
Kimsenin sesi çıkmamış.
Aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra; Belediye başkanı rahmetli Ahmet Piriştina tarafından hatırlandı.
Konak 860 sokakta kongrenin yapıldığı binanın arsasına İzmir İktisat Kongresi Anıtı dikildi.
Anıt, yaklaşık 2.5 metre yüksekliğindeki 4 nikel sütundan oluşuyordu.
Sütunlar, kongreye katılan tüccar, sanayici, işçi ve çiftçi gruplarını sembolize ediyor. Sütunların hemen arkasında kongrenin yapıldığı binanın fotoğrafı bulunuyordu.
Yıkılan binanın arazisi İzmir'in gayrimenkul zengini Ayla Ökmen'e ait.
Kira geliri rekortmeni Ökmen'in muvafakatiyle yapılmış olan anıtın açılışı 24 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilmişti.
O arsa açık otopark olarak kullanılırken
Vali Yavuz Selim Köşger'in girşimiyle
Atatürk ve İzmir'le ilgili bir tarihin tamamen yok edilmesinin önüne geçildi. Cumhuriyetin 100. Yılında( 2023) aslına benzetilerek yeniden inşa edildi ve İzmir İktisat Kongre Binası ismiyle yeniden hizmete girdi.
Kaynak: Hasan Çölmekçi
Cumhuriyet Kadınları Derneği Konak Şubesi
"Atatürk, Dinlenmek İçin Gittiği İstanbul’daki Florya Köşkünden, Yanında Yalnızca Şoförü ile Küçükçekmece’ye doğru giderken Tarlasında Sabanla Çift Süren Bir Çiftçi Görür. Çiftçinin Sabanında Koşulu Olan Öküzün Yanında, Koşulu Bir de Merkep Vardır. Şoförüne;
— Arabayı Durdur, Der.
Arabadan İner. Tarlaya Doğru yürür. Çiftçi Kendisine Doğru Geleni Görmüştür. Sabanında Koşulu Olan Öküzü ve Merkebi Durdurur. Atatürk, Yanına Gelince,
— Kolay Gelsin Ağa, der.
— Sağolasın Bey! Hoşgeldin.
— Hoşbulduk Ağa. Yoldan Geçerken Dikkatimi Çekti. Öküzün Yanına Merkep Koşmuşsun. Hiç Öküzün Yanına Merkep Koşulur mu? Bunlar Denk Değil.
Köylünün Canı Sıkkındır. Biraz da Alınmıştır. Bezgin Bir Ses Tonuyla,
— Merkeple Öküzün Yan Yana Koşulmayacağını Bilmiyom mu Sanıyon Bey. Sen Bunu Bana mı Söylüyon?
— Kime Söylemeliyim Ağa?
— Sen Bunu Git Vergi Memuruna Söyle.
— Vergi Memuruna mı?
— He ya! Bu Sene Ürünüm Kıt Oldu. Vergi Borcumu Ödeyemedim. Dört Gün Önce Vergi Memurları Öküzün Eşini “Vergi Borcunu Karşılar” Diyerek Alıp götürdüler. Sattılar. Benim Öküzün Eşi Sizin Gibi Beylerin Sofrasına Et, Sucuk Oldu Bey.
Atatürk, Çok Sinirlenmiştir. Alışkanlığı Gereği Kızdığı Zaman Kaşlarını Çatmaktadır. Onun Bu Halini Gören Köylü,
— Bana Niye Kaş Çatıyon Bey. Yalan Söylediğimi mi Sanıyon? Sana Ne Söylediysem Hepsi Doğru. Ben Küçükçekmece Köyündenim. Muhtara Sor İstersen.
Atatürk,
— Neden Kaymakam Bey’e Gidip Durumu Anlatmadın Ağa?
— Gittim Bey.
Köylü Duraksamıştır. Bunu Anlayan Atatürk, Devam Eder.
— Kaymakam ne dedi?
— Git borcunu öde, dedi.
— Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin.
Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder.
— Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor.
— Halimden belli mi oluyor?
— He ya! Hem gitseydin bilirdin.
— Neyi bilirdim?
— Kapıdaki Jandırmaların adamı içeri koymadığını, bey.
Atatürk,
— Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?, diye sorar.
Köylü gülümseyerek,
— İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola, der.
Atatürk, kızmıştır.
— Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?,diye sorar.
— O’nunda bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı?
Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır.
— Bunu kabul et ağa. ĎÖküzün yanına bir eş alırsın, der.
Elleri titreyen köylünün, elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürür. Florya köşküne döner. Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker.
—“ Derhal Heyeti Vekileyi (Bakanlar Kurulu’nu) topla, İstanbul’a gel.”
Başbakan başkanlığında Bakanlar Kurulu Florya köşküne gelirler. Atatürk, şoförünü köylüyü alıp gelmesi için yollamıştır. Arabanın içinde sıra sıra dizilmiş Jandarmaların arasından Florya Köşküne gelen köylü “Eyvah ben ne yaptım” diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle “ beni takip edin efendim” deyince içi biraz ferahlasa da çok korkmuştur. Adamı takip ederek büyük bir toplantı salonuna girerler. Salon kalabalıktır. Ortada büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile ayakta duran iki kişi daha vardır. Gözleri karamış, ayakları bedenini taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar.
— Hoşgeldin ağa. Gel yerin burada.
Diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Durumunu anlayan Atatürk,
— Sakin ol ağa. Korkacak hiç bir şey yok.
— Sağol bey! Sağol.
Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra,
— Seni buraya niye çağırdım biliyor musun ağa?
— Hayır bey, bilmiyom.
— Dün bana anlattıklarını, bu gün burada anlatmanı istiyorum. Ama; bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Haydi başla, seni dinliyoruz.
Köylü başından geçenleri bir bir anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle;
— Beyler, ben çiftçinin koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tohumluk buğdayını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ankara’ya dönecek ve bu işi hemen halledeceksiniz.
Bu olaydan sonra aşağıdaki kanun bir gecede hazırlanıp yasalaştırılmıştır.
İcra İflas Kanunu Madde 82/4.: Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez..."
Çankaya Kitap Özeti, Kitaptan Seçmeler, Konusu ve İncelemesi (Falih Rıfkı Atay) 0
BY GURUR ON 16 ARALIK 2022KİTAP ÖZETLERİ
Falih Rıfkı Atay’ın yazmış olduğu Çankaya kitabının özeti, kitaptan seçmeler, kitabın konusu, Atatürk ile ilgili anılar, hakkında bilgi.
Çankaya Kitap
‘Çankaya’- Kitap Özeti – Falih Rıfkı Atay
Çankaya’dan Seçmeler
Atatürk’ün Merakı
Atatürk giyime, ev ve eşya düzen ve temizliğine pek meraklı idi. Askerler arasında sivil kıyafete iyi alışanlann başında geldiğini sanıyorum. Evi de hiçbir zaman “bekâr kokmamıştır.”
Arkadaşlarının, hatta uzaktan tanıdıklarının yeni yaptırdıkları evleri gezer, banyo ve sıhhi tesislere bilhassa dikkat ederdi. Bir dostuna misafir gittiği zaman da eğer nazı geçerse tenkitlerini esirgemezdi. Duvara asılı şeylerde en küçük eğriliği görür, kalkıp düzeltirdi. İstasyonda binalarına bile gittiği zaman:
– Banyosu nerede, diye soruşları, her gün yıkanma âdetini en mütevazi Türk yuvalarına kadar sokmak içindi. Banyo, evlerimizde Atatürk devrinden sonra “harcıâlem” olmuştur. Kendisi harpte ve siper hayatında bile evinde olduğu gibiydi.
Misafir gittiği evlerde ev sahibi ile konuşarak eşyanın yerlerini değiştirdiği olurdu. Yemek odası dar ve sıkıntılı bir odada ise ve yemeğe kalacaksa sofrayı salona taşımaktan üşenmezdi. Atatürk’ün misafirlikleri tesadüfi olmakla beraber ev sahiplerini rahatsız ermezdi. Kendi mutfağı, çok defa gittiği evlere yardım ederdi.
Bir gün şimdiki Atatürk Bulvarı’nda taşralı bir zenginin yaptırdığı bir buçuk katlı büyük köşkü geziyorduk. Tesadüf ev sahibini de orada bulmuştuk. Adamcağız bir gün Atatürk’ün kendisine de uğrayacağına ihtimal vermediği için mimarı hem yapının, hem de döşemenin hoşa gider olmasında serbest bırakmış, hiçbir fedakârlığı esirgememişti. Salonu, yemek odasını, yatak odalarını dolaştık. Sonra aşağı indik. Bir odada muşamba örtülü kötü bir masa, aynı kötülükte bir iki dolap, duvar kenarlarında da yer minderleri vardı. Ev sahibi büyük bir saflıkla:
– Paşam efendim, biz çoluk çocuk burada yemek yer, otururuz, diyordu.
Fakat ne de olsa Cumhuriyet okullarında yetişen çocuğunun şimdi üst kata çıkmış olduğuna şüphe eder misiniz?
Harf İnkılabı Hakkında
Nihayet Atatürk 1928 yılı haziranında Ankara’da bir komisyon kurulmasını Maarif Vekili, rahmetli Necati’den istedi. Dolmabahçe Sarayı’nda ziyaretine gittiğim Atatürk, “Hemen Ankara’ya git, komisyona katıl ve bu işi çabuk bitiriniz.” dedi.
Komisyon alfabesini İstanbul’da Atatürk’e ben getirdim. Uzun uzun tetkik etti. Konuştuklarından birtakımı “q” harfinde ısrar ediyordu. Hatta bir aralık Atatürk bu tavizde bulunmaya da karar verdi. Ertesi gün vazgeçirdik. Bu arada bir “q” harfi tehlikesi atlattık. Biz Türkçe kelimelerde “k”nin ince seslilerle daima “ke”, kalın seslilerle “ka” okunduğunu düşünerek, “q”yu alfabeye almamıştık. Ben yeni yazı tasarısını getirdiğim günün akşamı Kâzım Paşa (Özalp) sofrada:
Ben adımı nasıl yazacağım. “Q” harfi lazım diye tutturdu. Atatürk de:
– Bir harften ne çıkar, kabul edelim, dedi.
Böylece Arap kelimesini Türkçeleştirmekten alıkoymuş olacaktık. Sofrada ses çıkarmadım. Ertesi günü yanma gittiğimde meseleyi yeniden Ata’ya açtım. Atatürk el yazısı majüsküllerini (büyük harf) bilmezdi. Küçük harfleri büyütmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı Kemal’in baş harfini “q”nun büyütülmüşü ile, sonra da “k”nm büyütülmüşüyle yazdı. Birincisi hiç hoşuna gitmedi. Bu yüzden “q” harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk, “q”nun majüskülünü “q” bilmiyordu. Çünkü “q”, “k”nın büyütülmüşünden “K” daha gösterişli idi.”
Atatürk’ün Şeref Hakkındaki Görüşleri
Atatürk, şahsi şerefinin olduğu kadar, Türk şerefinin ihtiraslı düşkünü idi. Kibirli değildi. Neferleri ve hizmetçileri ile arkadaşça konuştuğunu hatırlarım. Fakat gururlu idi.
Bu gurur, Türk şerefini yabancılar karşısında korumak bahis konusu olduğu zaman eskiden “ecnebi girizlik” dediğimiz ‘xenophobi’ derecesine varırdı. Garbci idi. Ama; Tanzimatçılar gibi “mukadder” bir Batılı üstünlüğünü kabul etmezdi. Aşağılık duygusu altında ezilmezdi.
Onun Türk tarihi ile uğraşması, bilakis, aydınlan ve halkı bu aşağılık duygusundan kurtarmak için olmuştur.
Yabancı memleketlere veya milletlerarası konferanslara giden arkadaşlarına:
– Sesiniz benim sesimdir, unutmayınız, derdi.
Herkes de ona hesap vereceğini bilerek protokol ve itibar eşitliği üzerinde titiz davranırdı.
Şu hikâyeyi anlatmıştım: Rahmetli Fevzi Çakmak Yugoslavya manevralarına gitmişti. Fransız Genel Kurmay Başkanı Gamlın de davetliler arsında idi. Yemekte sıra meselesi çıkınca Mareşal olduğu için Fevzi Çakmak’ın general olan Gamlin’den önce oturması lazım geliyordu. Gamlın razı olmadı:
– O’mareşal ise de ben Fransız ordusunun Genel Kurmay Başkanıyım, demişti.
Fevzi Çakmak eğer yeri verilmezse gelmeyeceğini söylemesi üzerine güç durumda kalan Yugoslavlar ayakta bir ziyafet tertiplemişlerdi.
Fevzi Çakmak dönüşte vakayı Atatürk’e anlattı. Atatürk dedi ki:
– Biliyorsunuz, Alman ordusu Renani’yi işgal edeceği zaman Hitler kıt’a komutanlarına, eğer Fransızlar mukavemet ederse Seri dönmeleri emrini vermişti. Fransa hükümeti Gamlin’e mukavemet etmesini söyledi. Fakat Gamlin bunun için umumi seferberlik istedi. İç politika durumu umumi seferberliğe elverişli olmadığı için Fransa olup bittiye boyun eğmek zorunda kaldı. Gamlin biraz cesaret gösterseydi, Fransa Renani’yi kaybetmezdi. Sanat ve mesleğinde ve asıl vazifesinde bu kadar zaaf gösteren bu adam, sofra sırası meselesinde bakınız ne yapmış! Dikkat ediniz, bu adam Fransa’nın başına bir felaket getirecektir.
Nitekim Gamlin Hitler ordularının bir iki hafta içinde yıkıverdiği Fransız ordularının başında bulunuyordu.
İnönü italya’ya resmi bir seyahat yapacağı vakit Atatürk:
– Sen Türkiye’nin başvekilisin. Mussolini de resmen İtalya’nın başvekilidir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız, demişti.
Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma’da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcularına haber verdi. Trende bir telaştır, gitti.
Roma’ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaket atayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekilini bekliyordu.
Falih Rıfkı ATAY
FALİH RIFKI ATAY
1894 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Falih Rıfkı fıkra, makale, gezi türlerindeki gazete yazılarıyla ve özellikle Atatürk’ü yakından tanıtan anılarıyla ün kazandı. İlk yazıları, Servet-i Fünun dergisinin genç yazarlara ayrılan ek sayfalarında yayımlanan Falih Rıfkı’nın Tecelli(1911) dergisi ile Süleyman Bahri’nin yönettiği Kadın(1912) dergisinde Cenap Sahabettin ile Ahmet Haşim’in eserlerini hatırlatan şiirleri çıktı.
I. Dünya Savaşında yedek subay olarak Suriye’ye gitti; 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’dan hususi kâtipliğini yaptı. Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını “Ateş ve Güneş” (1918) kitabında topladı.
Kurtuluş Savaşı sona erdiği sırada İzmir’de Atatürk ile görüşmeye gelen gazeteciler arasındaydı. Atatürk’ün isteği üzerine İkinci Büyük Millet Meclisi’ne Bolu’dan milletvekili seçildi. (1922) Daha sonra uzun yıllar Ankara milletvekili olarak TBMM’de bulundu. Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin başyazarlığını yaptı. Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygulanması sırasında Dil Encümeni’nde görev aldı.
Eserleri şöyle sıralanabilir:
“Eski Saat” (1933), “Niçin Kurtulmamak?” (1953), “Çile” (1955), “İnanç” (1965), “Kurtuluş” (1966), “Pazar Konuşmaları” (1966), “Bayrak” (1970), “Ateş ve Güneş” (1918), “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” (1955), “Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri” (1955), “Çankaya” (1961), “Batış Yılları” (1963), “Atatürk’ün Hatıraları”; “1914-1915 (1965), “Atatürk Ne idi?” (1968), “Faşist Roma”, (1930), “Deniz Aşırı” (1931), “Yeni Rusya” (1931), “Moskova-Roma” (1932), “Bizim Akdeniz” (1934), “Taymis Kıyıları” (1934), “Tuna Kıyıları” (1938), “Hind” (1944), “Yolcu Defteri” (1946), “Atatürkçülük Nedir?” (1966), “Roman” (1932).
Falih Rıfkı Atay, sağlam, atak, çekici anlatımı ve duru Türkçesiyle Cumhuriyet basınının usta kalemlerinden biriydi. Günlük siyasi olayları ele alan başyazı ve fıkraları yarımda Ulus ve Dünya gazetelerinde pazar günleri yayımladığı haftalık yazılarında çok usta bir deneme ve söyleşi yazarı niteliği gösteriyordu. Gezi ve anı türlerinde Cumhuriyet döneminin çok ilginç ürünlerini verdi. Falih Rıfkı özellikle de 📖‘Çankaya' isimli eserinde Atatürk’ün hayatını ve inkılapları çok güzel bir Türkçeyle anlatmıştır. Bu eser sayesinde hem Atatürk’ün hayatı ve inkılapları gün yüzüne çıkarılmış, hem de yakın dönem Türk siyasi hayatına ışık tutulmuştur. Eseri önemli kılan unsurlardan birisi de Atatürk’ü çok yakından tanıyan biri tarafından kaleme alınmış olmasıdır. Diğer taraftan kullanılan dilin akıcılığı ve yazarın döneme ait bütün gerçekleri samimi bir şekilde anlatması da eserin kıymetini artıran özelliklerdendir. Yazar, Atatürk’ü yakından tanıdığı için Atatürk hakkındaki başka yerde bulamayacağımız özel ve kıymetli bilgiler eserde bulunabilmektedir. Eser üç ana bölümde ele alınabilir.
“Atatürk ne yaptığını, nasıl yapacağını, kimlere ne yaptıracağını, kimleri nasıl ve nerede değerlendireceğini bilen pek hesaplı bir adamdı.
Bir fıkrasından, bir hikâyesinden, bir yazı veya nutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi, aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. Onun hâl tercümesi, yeni Türk devletinin tarihi demektir. Tarihimizi bilmek için Gazi’yi öğrenmeliyiz!”
Falih Rıfkı ATAY
Çankaya, Falih Rıfkı Atay‘ın 1961 yılında kitaplaştırılan hatıra (anı) türündeki eseri.
KİTABIN KONUSU
Atatürk‘ün doğumundan ölümüne kadar olan hayatı, harp zamanında düşmana ve Cumhuriyet zamanında yaptığı inkılaplarla gericilere karşı verdiği savaşı anlatmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ
Atatürk, 1881 yılında ahşap bir evde doğmuştur. Annesi Zübeyde Hanım, babası ise önce gümrük muhafaza memurluğu sonra kerestecilik yapan Ali Rıza Efendi’dir. Naciye isimli bir kızkardeşi vardır; fakat Naciye çocukken vefat etmiştir. Babası da 1887 yılında vefat etmiştir.
Atatürk ilk eğitimine mahalle mektebinde başlamış daha sonra Şemsi Efendi okuluna geçmiştir. Bu okulda hocadan dayak yemesinden dolayı kaçmıştır. Bir müddet dayısını çiftliğinde çalışmış sonra halasının desteğiyle okula yeniden başlamıştır. Zübeyde Hanım’ın gitmesini hiç istemediği halde kendi çabasıyla askeri okula yazılmıştır. Lise hayatında çok başarılı olmuştur ve “Kemal” adını burada almıştır. Manastır Askeri İdadisinden sonra İstanbul’a gitmek istediği halde bir subayın tavsiyesiyle Manastır Pangaltı Harp Okuluna gitmeyi tercih etmiştir.
1904 yılında Harp Akademisini de bitirerek kurmay yüzbaşı diplomasıyla göreve başlamıştır.
Vatanperver duyguları ağır basan Atatürk, okuduğu kitaplarla İttihat ve Terakki Cemiyetine yaklaşarak gelecekte vereceği büyük savaş için kendini yetiştirmeye başlamıştır. Şeriat kanunlarını isteyen, bu yolda kan döken isyancıları bastırmada Hareket Ordusu’nda görev almış ve başarılı da olmuştur.
Çıkan isyanların bastırılmasından sonra ..... Birinci Dünya Harbinde birçok cephede düşmanla çarpıştı. Balkan Savaşında, Çanakkale’deki birçok direnişte komutanlık yaptı. Trablusgarp cephesine gönderildi ama devletin acizliği nedeniyle bu toprakları bırakıp geri döndü. Veliaht Vahdettin’e Almanya seyehatinde yaverlik yaptı ve geleceğin padişahından bazı imtiyazlar alarak vatanın selamete ulaşmasında önemli adımlar atmak için çaba harcadı.
Kuvettli ama kabiliyetsiz müttefikimiz Almanya’nın aldığı yenilgilerden dolayı bizde savaşı kaybetmiş sayılıyorduk.İmzalanan Mondros ve Sevr mütarekeleriyle vatan düşmanın acımasız ellerine bırakıldı.Silahımızı yetmedi istedikleri topraklarımızı aldılar. Büyük Türk, bu yenilgiyi İstanbul’dakiler gibi kabullenip elini kolunu bağlayarak beklememekte kararlı idi.
Yunan ordusunun 16 Mayıs’ta İzmir’e çıkmasıyla Atatürk de 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı. Amacı direniş için gerekli kuvvetleri toplamaktı ama satılmış İstanbul Hükümeti, İngilizlerin talimatıyla Atatürk’ü görevden aldı. Bunun üzerine o da ordudan istifa etti. Doğuda Kazım Karabekir Paşa’nın desteğiyle harekete geçti. Birçok ilde toplantılar düzenledi. Milleti uyandırdı ve gerekenleri yapmaya başladı.
İngilizlerin, İstanbul’u işgaliyle hukümete duyulmayan güven tamamen sona erdi.Bu arada Kuvayi Milliye birlikleri Antep,Maraş ve Urfa’da düşmana dişini göstermekteydi ama alınan kesin ve kalıcı bir zafer yoktu.Bu sebeple Atatürk bu çete kuvvetlerini toplayarak düzenli orduya geçmek istiyordu.Zaten bu çeteci birliklerin bazı yararlarının yanında birçok zararları vardı.Bu çeteler halkı soyuyor,adam öldürüyorlardı.Afyon’da aldıkları yenilgi bu olaylara son verdi ve düzenli orduya geçildi.
Düzenli orduya geçmiştik ama ordu başına geçirilecek komutanlar ve askerler binbir zorluklarla toplanabildi. Tüm zorluklara, yokluklara hatta duyulan güvensizliğe rağmen düşman Akdeniz’e döküldü.Düşman dökülmüştü ama şimdi çok daha zor olan savaş başlamıştı. İnkilaplar dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti.
İlk iş olarak saltanat kaldırıldı. Gericilerin hatta, Atatürk’ün ilk destekleyicisi Kazım Karabekir’in tüm uğraşlarına rağmen halifelik kaldırıldı. Ayrıca hilafetin kaldırılmasına zorluk çıkaran kesimler, yani yobazlar yapılan tüm yeniliklerde yine köstek olmuşlardır. Ama Atatürk’ün azmi ve kararlılığı karşısında dayanamamışlardır. Ankara’nın başkent yapılmasını, şapka kanunu, Latin harflerinin kabulünü, Tevhid-I Tedrisat Kanununu, Medeni Kanunun kabulünü, kadılnlara verilen eşitlik hakkını ve soyadı kanununu zor da olsa halka benimsetmiştir. Başkenti Ankara yapmıştır ve Ankara’nın yenileştirilmesinde çok çaba harcamıştır. Hükümette çok partili sisteme geçiş için denemeler yapmıştır. Ama alınan sonuçlar zamanın daha erken olduğunu göstermiştir. Herkese soyadı verilmesine önayak olmuştur. Ülkenin her yerinde eğitim seferberliği başlatmıştır. Bu devrimleri hayatı pahasına yapmıştır. İzmir’de yapılan süikast girişimi de bunun en iyi göstergesidir.
Atatürk yapacağı işleri, vediği davetlerde anlatırdı. Bu davetleri sabaha kadar sürerdi, ancak o çok kısa bir uykunun ardından yapacağı işleri düşünürdü. Davet masasından sohbet ve onu hazin sona götürecek rakısı hiç eksik olmazdı. Fakat içmesini bilirdi, hiçbir zaman şuurunu kaybedecek şekilde içmemiştir. Diğer hobileri; bilardo oynamak, köpeği Fox, Florya’da yüzmek, alaturka musiki dinlemek, dostlarıyla sohbet etmek ve Savarona yatıyla gezmekti. Ayrıca giyimde, evinin döşenmesinde ve temizlik konusunda çok titizdi. En büyük dertleri ise; Hatay sorunu, dil sorunu ve eğitim konuları idi. Türk kadınına verdiği değer çok büyüktü. O, her zaman Türk milleti ve Türkiye için çalıştı. Son zamanlarında bazı kişler İsmet Paşa ile arasını açmıştı. Ama O, her zaman İsmet İnönü’yü çok sevmiş ve güvenmiştir.
Atatürk’ün şaşılacak bir hafızası vardı. Fakat son zamanlarda hafızası iyice zayıflamıştı ve asabileşmeye başlamıştı. Bunun sebebi ise, hastalıktan başka birşey değildi. Karaciğerlerinde su toplanıyordu. Hastalığında gezmek için alınan Savarona yatında dinlenmekte idi. Fakat bir sabah çok ağırlaşmıştı ve son olarak “Saat kaç?” diyerek ebedi uykuya çekilmiştir. Saat dokuzu beş geçiyor ve Türk milletinin gözlerinde yaşlar dinmiyordu.
KİTABIN ANA FİKRİ
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün attığı tohumlarla ve bir çok zorluklar aşılarak kurulmuş, onu geliştirmek, gericilerin karşısında durmak ve yeniliklerin arkasında olmak bizim en önemli görevimizdir.
KİTAPTAKİ OLAYLAR VE KİŞİLERİN TAHLİLİ
FALİH RIFKI ATAY:
Atatürk ile bir gezide tanışan ve daha sonra varlığıyla ve yazılarıyla daima Atatürk’ün yanında olan bir gazetecidir.
İSMET İNÖNÜ:
Savaştan önce tanışan ve sonra Atatürk’ün yanında olan değerli bir komutan ve devlet adamıdır.
FEVZİ ÇAKMAK:
Savaşta ve cumhuriyet döneminde Atatürk’ün yanında olan ayrıca mareşal rütbesi alan büyük bir komutandır.
KAZIM KARABEKİR:
Vatanperver, büyük ama hilafetçi bir komutandır.
"İnkılap, mevcut kurumları zorla değiştirmek demektir.İnkılap, Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak,yerlerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini sağlayacakyeni kurumları koymuş olmaktır."
Kaynak: https://www.kaynakyayinlari.com/ataturkun-kaleminden-serisi-p364167.html
Atatürk’ün vasiyeti·
Doğu Perinçek, Aydınlık, Rota, 10 Kasım 2020
Atatürk, arkadaşlarına şöyle diyordu: Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyeceksiniz. Sovyet dostluğundan ayrılmayacaksınız.·
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile dostluk, devrimi sürdürmenin güvencesiymiş, bu stratejik gerçeği devletçe öğrendik. İşte Atatürk’ün stratejik dehası, bu tehlikeyi yaşanmadan önce görmesidir.·
1945 sonrası süreçte Türkiye’yi Atlantik istemine bağlayanlar, vasiyeti yerine getirmeyen öncülerin içinden çıktı. İktidar ve muhalefetiyle Batıya bağlandık.·
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Eylül 2020 günü Birleşmiş Milletler kürsüsünden, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimi”ni bütün dünya ülkelerine ilan etti. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin 1945’ten beri devam eden 75 yıllık Atlantik dönemine noktayı koydu.·
Atatürk’ün 1937 yılındaki vasiyetini 77 yıl sonra 2014 yılında yerine getiren bir sürece girdik.·
....
Atatürk, 1937 yılında Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve arkadaşı Kılıç Ali ile görüşüyor. Onlara dünyanın büyük bir savaşın eşiğinde olduğunu anlatıyor. O koşullarda Sovyetler Birliği’yle dayanışmaya stratejik bir önem veriyor ve arkadaşlarına Sovyet dostluğundan ayrılmamalarını vasiyet ediyor.
ATATÜRK’ÜN YAKIN ARKADAŞLARINA EMANET ETTİĞİ STRATEJİK VASİYETİ
Atatürk, arkadaşlarına şöyle diyordu:
“Sovyetler Birliği’ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.”
Görüşmede bulunan üç devlet adamı da bu vasiyeti doğrulamışlardır.[1]
Atatürk, bu görüşme dışında Kılıç Ali’ye yine benzer şeyler söylüyordu:
“Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur, Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere’yle bir anlaşmanın faydası olur.”[2]
Yine Atatürk, Dolmabahçe’deki veda görüşmesinde İsmet İnönü’ye Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir.[3]
Büyük Devrimci Önder, Dolmabahçe Sarayı’nda bir başka veda görüşmesini Ali Fuat Cebesoy’la yapar. Harbiye’den sınıf arkadaşı ve silah arkadaşıyla bu son görüşmesinde dünya savaşı tehlikesine dikkat çekerek Sovyet dostluğunun önemini vurgular:
“Fuat Paşa, pek yakında İkinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Avrupa’da birkaç maceraperest Almanya ve İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet hükümeti, acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve muvazenesi kâmilen değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür.”[4]
ALTIN VASİYET
Atatürk’ün altın vasiyetidir bu: Batı sistemine bağlanmayacaksınız!
Atatürk, o tarihsel koşullarda, bağımsız kalmanın devrimi sürdürmenin güvencesini Sovyet dostluğunda görüyor. Çünkü o tarihte Sovyetler Birliği’yle dayanışma, basit bir dış siyaset tercihi değil, devrimin kaderini belirleyen bir mevzilenmeydi. Türk Devrimi, zamanın dünya dengelerinde emperyalizmin denetimi altına düşmemek için Sovyet Devrimiyle el ele yürümek zorundaydı.
ATLANTİK DERSLERİ
Atatürk’ün tarihsel vasiyetinin ne kadar kritik olduğu tecrübeyle anlaşılmıştır. Türkiye, 1945 yılından sonra Atlantik sistemine bağlanınca Kemalist Devrimin kazanımlarının aşındığı bir sürece girildi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile dostluk, devrimi sürdürmenin güvencesiymiş, bu stratejik gerçeği devletçe öğrendik. İşte Atatürk’ün stratejik dehası, bu tehlikeyi yaşanmadan önce görmesidir.
Hayat kanıtlamıştır: İçinde bulunduğumuz çağda, Asyalı olmak ya da Asya devrimleriyle dayanışma, Türkiye’nin emperyalizme karşı başıdik yaşaması ve çağdaşlaşma yolunda ilerlemesi için bir yaşam sorunudur.
DEVRİMİN ÖNCÜSÜNÜN İÇİNDEN ÇIKAN ATLANTİK ROTASI
Bir devrim yapmışız ve Atatürk’ün ölümünden yedi yıl sonra başlayan süreçte ülke denetimi
A B D emperyalizminin eline geçiyor! Nasıl oldu da Atatürk’ün kurduğu ve yönettiği CHP’nin içinden itiraz yükselmedi? Devrimin öncüsü olan Parti, devrimden vazgeçilmesini niçin bu kadar kolay kabullendi? 1945 sonrasında “Küçük Amerika olacağız” hedefini ilk açıklayan CHP yönetimidir. O Atlantikçi formülü İsmet İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim ilan etmişti.
DP yönetimi de CHP’nin içinden çıktı. Celal Bayar, İttihat Terakki döneminden beri devrimci kadronun içindedir. İstiklâl Savaşının Galip Hoca’sıdır. İstiklâl Savaşından sonra Cumhuriyet Hükümetlerinde önemli görevler üstlenmiştir. Atatürk’ün son başbakanıydı. Demokrat Parti’nin diğer kurucuları Adnan Menderes ve Refik Koraltan, Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Müdafaa-i Hukuk-CHP örgütlenmesi içinde yer almışlar, milletvekilliği yapmışlardır. Her ikisi de İstiklâl Savaşı madalyalıdır. Diğer kurucu Fuat Köprülü, Cumhuriyet Devriminin önde gelen tarihçi ve düşünürlerindendi.Türkiye, Atlantik sistemine CHP hükümeti döneminde iktidar ve muhalefetiyle bağlandı. 1950’de DP’nin iktidara gelmesinden sonra yaşananlar da, sistemin iktidarı ile muhalefeti arasındaki uyuma işaret eder. CHP muhalefeti, Atlantik sisteminin muhalifi değildi, DP iktidarının muhalifi idi.1945 olayından şu tarihî dersi çıkarabiliriz: Devrimin öncüsü olan CHP’nin 1931 ve 1935 programlarında “Arasız devrimlerin” önündeki aşamaları tanımlayan azamî hedef konmamıştı. Millî Demokratik Devrimin arkasından kesintisiz olarak hangi devrim süreçlerine ilerleneceği konusunda bir bilinç yaratılmamış ve görev tanımı yapılmamıştı. “Sınıfsız toplum”, “Yurtta barış cihanda barış” gibi azamî programla ilgili ülküler, Atatürk ve birkaç arkadaşının konuşmalarında ve yazılarında kalmıştı, Partinin programına dönüştürülmemişti. Kemalist Devrim önderliği, devrimin korunmasına odaklanmıştı ama devrimin kesintisiz olarak sürdürülmesi bilincini devrimin öncülerine vermemişti. “
ARASIZ DEVRİMLER” MİRASININ YOL GÖSTERİCİLİĞİ
Atatürk’ün “Arasız devrimler” mirası, bugünkü süreçte de yol göstericidir. Kemalist Devrimi tamamlama programını önüne koyan Vatan Partisi, tarihsel tecrübeyi değerlendirerek yakın amaç ile uzak amaç arasındaki kesintisiz bağlantıyı şöyle tanımlamıştır: “Vatan Partisi, Türkiyemizin bugün Asya’dan yükselen çağdaş ve toplumcu uygarlığın önündeki seçkin yerini alması için, artık mafyalaşan kapitalizmin her tür sömürü ve baskısını arasız devrimlerle ortadan kaldırmayı ve imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum kurmayı hedefler.”[5]
DEVRİM YAPMAZSAK KARŞI DEVRİM YAPARLAR
Atatürk Devrimin en birikimli düşünürü olan Yusuf Akçura, Şeyh Sait Ayaklanmasının yaşandığı yıllarda, “İhtilal yapmazsak Avrupa bizi imha edecek” diyordu. 1925 yılının Haziran ayında İstanbul Darülfünunu’nda verdiği o tarihsel konferansta, devrimin iç cephedeki görevini tanımlıyordu. Emperyalizmin ve halife sultanlığın dayanağı olan “feodal rejim, feodal sistem, feodal hukuk, yalnız hukuken değil fiilen kaldırılmalı ve sökülüp atılmalıydı.”[6]
Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki emperyalist işbirlikçisi gerici ayaklanma dönemlerinde hazırlanan devlet raporları, devrim ile karşıdevrim arasındaki hesaplaşmaya dikkat çekti. Örneğin Naşit Hakkı Uluğ’un “Dersim sistemi böyle yıkılır mı” sorusuyla noktaladığı rapor, aynı zamanda bir edebiyat şaheseridir.[7] Bu raporlarda karşıdevrimin Cumhuriyete karşı kılıcını çektiği vurgulanır. Cumhuriyet de kılıcını çekmez ve karşıdevrimin hesabını görmezse sonuçları ağır olacaktır.
İşte Atatürk, bu ortamlarda 1927 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası 2. Büyük Kongresi’nde, 15-20 Ekim günlerinde Büyük Nutkunu okudu. Nutuk, baştan sona karşıdevrimle hesaplaşma beyannamesiydi. Atatürk, bütün büyük devrimciler gibi, karşı güçlerin devrimin öncüleri arasında mevzilenmesini en büyük tehdit olarak görüyordu. İç cephenin öncüler safında sağlam tutulması belirleyici önemdeydi. Nutuk’un özü budur.[8]
CHP’nin 1935 yılı Mayıs ayında toplanan 4. Büyük Kurultayında karşıdevrimin toplumsal ve ekonomik temelini oluşturan toprak ağalığının üzerine gidilmesi kararı alınır. Tarım Reformu artık Parti Programındadır. Atatürk, bu kurultayda “arasız devrimler” vurgusu yaptı.
1937 yılı Şubat ayında Altı Ok Anayasanın ikinci maddesine yazıldı: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
2014 SONRASINDA ATLANTİK ZİNCİRİNİN KIRILMASI
Türkiye, 2014 baharından sonra Atatürk’ün vasiyetini yeniden keşfetme sürecine girmiştir.
.....
ATATÜRK’ÜN RUSYA DOSTLUĞU VASİYETİNİN 21. YÜZYILDA KEŞFEDİLMESİAtlantik sisteminin dışına çıktığımız 2014 sonrası süreçte, Atatürk’ün Rusya’yla dostluk vasiyetini keşfetmiş olduk. Türkiye, ABD ve İsrail’in sözde “Kürdistan” aslında İkinci İsrail girişimine karşı koyarken, zorunlu olarak Rusya, İran, Irak, Suriye ve Çin dostluğuyla tanıştı.
Ekonomik düzlemde yine benzer bir süreç yaşadık. Türkiye, Atlantik sisteminin dayattığı borç batağından çıkma mücadelesinde, Asya ekonomileriyle ilişkiler geliştirdi. Daha 2020 yılı öncesinde ilk iki ticaret ortağımız Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti olmuştu. Atlantik sistemi Türkiye için borç batağına saplanmaktan, işsizlikten, iflaslardan ve ekonomik çıkmazdan başka bir anlam taşımıyordu. Bu koşullarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 13 Ağustos 2020 günü yaptığı açıklamada, sıcak parayla çarkı çevirmenin artık sürdürülemez hale geldiğini belirtti ve Üretim ve İstihdam Odaklı Ekonomiye geçme kararını ilan etti. Devlet girişimi özel sektörün önünde “sürükleyici” bir işlev görecekti.
TÜRKİYE’NİN YENİDEN ASYA GİRİŞİMİ
2014 yılında fiilen başlayan Asya mevzisine yerleşme sürecinin adı 2019 yılında kondu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 6 Ağustos 2019, 4 Şubat 2020 ve 24 Haziran 2020 tarihli toplantılarda, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimini” duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, 22 Eylül 2020 günü Birleşmiş Milletler kürsüsünden, “Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya kaydığı” gerçeğini vurguladıktan sonra, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimi”ni bütün dünya ülkelerine ilan etti ve bu girişimin uluslararası ilişkilerimize “yeni bir dinamizm kazandıracağını” belirtti. Türkiye Cumhurbaşkanı, bu bildirisiyle Türkiye’nin 1945’ten beri devam eden 75 yıllık Atlantik dönemine noktayı koydu ve ülkemizin Asya’daki tarihî konumlanmasını bütün insanlığa bildirdi.
Atatürk’ün 1937 yılındaki vasiyetini 77 yıl sonra 2014 yılında yerine getiren bir sürece girdik.
TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR
Türkiye’nin Asya’da konumlanması, stratejik bir mevzilenmedir.
Bu konumlanma, Atlantik emperyalizmine karşı bağımsızlık ve üretim mevzisine girme anlamını taşıyor.
Türkiye, Atlantik sistemi içindeki büyük tecrübelerden sonra Atatürk devrimini tamamlayacağı Asya iklimine yerleşmektedir.
.....
.....
[1] Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, 2. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2010, s.149 vd, 169 vd, 183 vd; yine Tevfik Rüştü Aras’tan akt. Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi IV, 3. basım, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1978, s.1490. Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras’ı kaynak göstererek Atatürk’ün ölüm yatağındaki vasiyetini doğrular. Bkz. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950, Yaylacılık Matbaası, İstanbul, 1968, s.217. Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri-Sovyet Arşiv Belgeleriyle, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2014, s.234 vd.
[2] Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, 5. basım, Scala Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 1999, s.385’ten akt. Mehmet Perinçek, age, s.235.
[3] İ. Andronov, “Soratniki Atatürka”, Novoe Vremya, 15 Eylül 1967’den akt. Mehmet Perinçek, age, s.235.
[4] Ali Fuat Cebesoy, Siyasî Hatıralar II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, s.266 vd.
[5] Vatan Partisi Tüzüğü’nün 2. Madde 2. Fıkrası.
[6] Yusuf Akçura, “Çağdaş Türk Devleti ve Aydınlara Düşen Vazife” Türk Devriminin Programı, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2017, s.26. Akçura’nın devrimin öncü müfrezesi içinde yer alan aydınlara ve gençlere verdiği bu konferans, Kemalist Devrimin özünü ve görevlerini anlatan en önemli metinlerden biridir.
[7] Kemalist Yönetimin Şark Raporları için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-7 Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, 5. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2010, s.54 vd.
[8] Nutuk’un aslına uygun doğru basımını Şule Perinçek yönetimindeki Atatürk’ün Bütün Eserleri yayınladı. Bu yayın için Nutuk’un bütün basımları karşılaştırıldı ve eski Türkçe metinler yeniden doğru okundu, sonradan yapılan müdahaleler temizlendi. Bkz. Nutuk, Kaynak Yayınları, İstanbul.Doğu Perinçek
Alıntı/Kaynak: Aydınlık Gazetesi
Doğu Perinçek, Aydınlık Gündem 10 Kasım 2020, Salı
Bülent Sarıoğlu
Asırlık Cumhuriyet çınarı, bir fidan olarak Anadolu toprağına dikilmeden önce, en az 17 yıl boyunca genç devrimci Mustafa Kemal’in düşüncelerinde şekillendi.
Henüz 25 yaşında genç bir subayken, millet hâkimiyetine dayalı bir Cumhuriyet kurma fikrini, 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’e dile getirmişti...
“EFENDİLER YARIN CUMHURİYET’İ İLAN EDECEĞİZ”
Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde hükümet krizini görüştüğü İsmet Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Kazım Paşa, Fethi Bey, Fuat Bey ve Ruşen Eşref Bey’e tarihi kararını böyle açıkladı. Mustafa Kemal, bu tarihten 47 gün önce de bu iradesini ortaya koymuştu. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde 11 Eylül 1923’te tuttuğu notlar şöyleydi: “TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın odasında cereyan eden olaylar. Gazi’nin sözü hangi konu üzerine getirmek istediği belli idi. Yunus Nadi: Bunu en kuvvetli zamanımızda yapmalıyız. Gazi -kalemini masaya vurarak-:‘En kuvvetli zamanımız bugündür’ dedi.”
İLK 1906’DA SÖYLEDİ
Tarihi sürece bakıldığında, Türklerin yeni devleti için cumhuriyet rejimi bir emrivaki değildi. Asırlık Cumhuriyet çınarı, bir fidan olarak Anadolu toprağına dikilmeden önce en az 17 yıl boyunca genç devrimci Mustafa Kemal’in düşüncelerinde şekillendi. Mustafa Kemal, henüz 25 yaşında genç bir subay iken, millet hâkimiyetine dayalı yeni bir rejim kurma fikrini arkadaşlarına açmıştı. Yazar Münir Hayri Egeli, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet ve İnkılap düşüncesini 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’le yaptığı sohbette dile getirdiğini yazıyor:
NEDEN İLLÂ BİR PADİŞAH!
“Şam’da saltanata bağlılık şenlikleri düzenlenirken yakın arkadaşı Halil Bey’le bu şenliklerin gereksizliği üzerine konuşuyorlardı. Mustafa Kemal, padişah düşüncesine saplanılmamasını, cumhuriyetin kurulabileceğini belirtmiştir.” O diyalogu Mazhar Müfid Kansu Halil Bey’in dilinden şu şekilde anlatır: “Ya culus-u hümâyun veya veladet-i hümâyun şenlikleri yapılıyordu. Mustafa Kemal ile donanmayı seyretmeye çıkmıştık. Birden kolumu tuttu: ‘Halil’ dedi, ‘Bir millet kendi kurtuluşu için şenlik yapabilir. Kendisine pek büyük hizmetler etmiş olan bir adam için de şenlik yapabilir diyelim. Fakat hanedan-ı Âli Osmân içinde kazara bazıları bu memlekete hizmet etti diye, onun nesline neden donanma yapılsın?’ Bu kadar sıkı takip altında etrafımızda zaptiyeler dolaşırken bu kadar cesur konuşmaktan ürkmüştüm. Ben, ‘Peki memleketi nasıl idare edeceğiz? Giderse gene padişah lazım’ diyecek oldum, fena halde kızdı: ‘Neden mutlaka padişah fikrine saplanıyorsun Halil!’ diye bağırdı. ‘Cumhuriyet yaparız.’ Ben hemen elimi ağzına kapadım.”
İNGİLİZ İSTİHBARATI GÖRDÜ
- Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’in henüz Erzurum Kongresi açılmadan, zamanı gelince hükümetin şeklinin cumhuriyet olacağını kendisine söylediğini, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde anlattı. Sivas Kongresi’nden sonra İngiliz Amirali Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği raporda, Türkiye’deki gelişmelerin bir cumhuriyete doğru yöneldiğini yazmıştı. İngiltere’nin 14-21 Kasım 1919 tarihli İstanbul’daki istihbarat teşkilatının haftalık raporu, kararları beğenmezlerse Anadolu’daki milliyetçilerin cumhuriyeti ilan edeceğini bildiriyordu. Nitekim Mustafa Kemal, 1 Kasım 1922’de, Büyük Millet Meclisi’nde saltanatın kaldırılması görüşmelerinde sürecin cumhuriyete doğru gittiğini işaret etmişti:
“Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurmuştur. Yeni Türk devleti, ‘eşhas (kişiler) devleti’ değil, ‘halk devleti’dir. Milli egemenlik bütün kişisel yönetimlere karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde tacidar (taç sahibi) yoktur, diktatör yoktur ve olmayacaktır. Devletin başında tek bir kuvvet vardır, o da milli egemenliktir.”
*Atatürk Araştırma Merkezi’nin Cumhuriyet Sempozyumu yayınlarından derlenmiştir.
Alıntı: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/genc-subay-mustafa-kemalin-17-yildir-aklinda-cumhuriyet-vardi-42352613
Cemil Gözel Pt, 09/11/2020 - 19:45
Plehanov’a göre, “genel tarihsel koşullar en güçlü bireylerden daha güçlüdür.”[1] Belirleyici olan, son tahlilde, tarihsel koşullardır. Peki, bireylerin güçlü kişiliklerinin tarihsel gelişmede rolü yok mudur? Bu soruya olumsuz yanıt vermek determinizm olurdu. Öyleyse, bireylerin kişilik özellikleri, genel tarihsel koşullarla uyumlu olmalıdır. Yani tek başına ne tarihsel koşullar ne de bireyler belirleyicidir. İkisinin birleşmesi gerekir.
Tarihsel koşullar uygun değilse, bireylerin kişilik özellikleri, toplumsal gelişmeyi en olgun düzeye eriştirecek bir belirleyicilikte rol oynamayacaktır. Olsa olsa, tarihsel gelişmeyi hızlandırıcı ya da yavaşlatıcı bir rolden bahsedilebilir ancak sonuç değişmeyecektir.
Plehanov’a göre, bireylerin özellikleri ne olursa olsun, “var olan ekonomik ilişkiler üretici güçlerin durumu ile uyum içindeyse, bu ilişkileri ortadan kaldıramaz.”[2] Ancak üretim ilişkileri ile üretici güçler arasında bir uyum yoksa, yani üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesinin önünü tıkıyorsa, bireylerin güçlü özellikleri ya da o özellikleri bünyesinde taşıyan öncü örgütlenmenin yetenekleri tarihsel gelişmede belirleyici bir rol oynayacaktır. Bir başka ifade ile, o öncü örgütlenmenin tarihsel gelişmede belirleyici bir rol oynaması sadece bu koşullarda mümkündür.
Geçen yüzyılın başında, Türkiye’nin kurtuluşunu isteyen sadece Atatürk değildi. Kurtuluş Savaşı başladığında, Türkiye’yi üç farklı yoldan kurtarabileceğini savunan üç farklı programvardı. Atatürk, Nutuk’un başında bu programları ayrıntılı olarak anlatmıştır. Türkiye’nin koşulları, yaşayabilmesi için, kaçınılmaz olarak devrimi dayatıyordu. Ancak bu tarihsel koşullarla uyum içinde bir programı sadece Atatürk geliştirmiştir. Bireyin tarihteki rolü böyle ortaya çıkıyor.
Bireyin kişilik özelliklerinin tarihe etkisinin kuvvetli olduğu süreçlerde, bu özellikler, toplumsal güç ilişkileriyle, genel tarihsel koşulların seyriyle ve toplumsal örgütlenme biçiminin etkisiyle uyumludur. Yani tarihsel koşullar elverişli ise, o tarihsel koşulları yakalayabilen ve doğru rotada ilerletebilen, bireyin güçlü kişilik özellikleridir.Atatürk, bu konuda, tarihteki en özgün örneklerden biri. Teori dergisi Kasım 2020 sayısı, Atatürk’ün tarihsel gelişmeyi ilerleten kişilik özelliklerini ve bu özelliklerin nasıl geliştiğini, nereden beslendiğini inceliyor.
[1] G. V. Plehanov, Tarihte Bireyin Rolü, çev. İbrahim Altınsoy, Kaynak Yayınları, İstanbul: Aralık 1982, s. 22.
[2] A.g.e., s. 38
https://www.teoridergisi.com/makale/ataturkun-belirleyiciligi
“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor - Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...