20240321

📚📖‘Çankaya’ - Falih Rıfkı Atay : Kitap Özeti / Kitaptan Seçmeler

 Çankaya Kitap Özeti, Kitaptan Seçmeler, Konusu ve İncelemesi (Falih Rıfkı Atay) 0

BY GURUR ON 16 ARALIK 2022KİTAP ÖZETLERİ

Falih Rıfkı Atay’ın yazmış olduğu Çankaya kitabının özeti, kitaptan seçmeler, kitabın konusu, Atatürk ile ilgili anılar, hakkında bilgi.

Çankaya Kitap

‘Çankaya’- Kitap Özeti – Falih Rıfkı Atay

Çankaya’dan Seçmeler

Atatürk’ün Merakı

Atatürk giyime, ev ve eşya düzen ve temizliğine pek meraklı idi. Askerler arasında sivil kıyafete iyi alışanlann başında geldiğini sanıyorum. Evi de hiçbir zaman “bekâr kokmamıştır.”

Arkadaşlarının, hatta uzaktan tanıdıklarının yeni yaptırdıkları evleri gezer, banyo ve sıhhi tesislere bilhassa dikkat ederdi. Bir dostuna misafir gittiği zaman da eğer nazı geçerse tenkitlerini esirgemezdi. Duvara asılı şeylerde en küçük eğriliği görür, kalkıp düzeltirdi. İstasyonda binalarına bile gittiği zaman:

– Banyosu nerede, diye soruşları, her gün yıkanma âdetini en mütevazi Türk yuvalarına kadar sokmak içindi. Banyo, evlerimizde Atatürk devrinden sonra “harcıâlem” olmuştur. Kendisi harpte ve siper hayatında bile evinde olduğu gibiydi.

Misafir gittiği evlerde ev sahibi ile konuşarak eşyanın yerlerini değiştirdiği olurdu. Yemek odası dar ve sıkıntılı bir odada ise ve yemeğe kalacaksa sofrayı salona taşımaktan üşenmezdi. Atatürk’ün misafirlikleri tesadüfi olmakla beraber ev sahiplerini rahatsız ermezdi. Kendi mutfağı, çok defa gittiği evlere yardım ederdi.

Bir gün şimdiki Atatürk Bulvarı’nda taşralı bir zenginin yaptırdığı bir buçuk katlı büyük köşkü geziyorduk. Tesadüf ev sahibini de orada bulmuştuk. Adamcağız bir gün Atatürk’ün kendisine de uğrayacağına ihtimal vermediği için mimarı hem yapının, hem de döşemenin hoşa gider olmasında serbest bırakmış, hiçbir fedakârlığı esirgememişti. Salonu, yemek odasını, yatak odalarını dolaştık. Sonra aşağı indik. Bir odada muşamba örtülü kötü bir masa, aynı kötülükte bir iki dolap, duvar kenarlarında da yer minderleri vardı. Ev sahibi büyük bir saflıkla:

– Paşam efendim, biz çoluk çocuk burada yemek yer, otururuz, diyordu.

Fakat ne de olsa Cumhuriyet okullarında yetişen çocuğunun şimdi üst kata çıkmış olduğuna şüphe eder misiniz?

Harf İnkılabı Hakkında

Nihayet Atatürk 1928 yılı haziranında Ankara’da bir komisyon kurulmasını Maarif Vekili, rahmetli Necati’den istedi. Dolmabahçe Sarayı’nda ziyaretine gittiğim Atatürk, “Hemen Ankara’ya git, komisyona katıl ve bu işi çabuk bitiriniz.” dedi.

Komisyon alfabesini İstanbul’da Atatürk’e ben getirdim. Uzun uzun tetkik etti. Konuştuklarından birtakımı “q” harfinde ısrar ediyordu. Hatta bir aralık Atatürk bu tavizde bulunmaya da karar verdi. Ertesi gün vazgeçirdik. Bu arada bir “q” harfi tehlikesi atlattık. Biz Türkçe kelimelerde “k”nin ince seslilerle daima “ke”, kalın seslilerle “ka” okunduğunu düşünerek, “q”yu alfabeye almamıştık. Ben yeni yazı tasarısını getirdiğim günün akşamı Kâzım Paşa (Özalp) sofrada:

Ben adımı nasıl yazacağım. “Q” harfi lazım diye tutturdu. Atatürk de:

– Bir harften ne çıkar, kabul edelim, dedi.

Böylece Arap kelimesini Türkçeleştirmekten alıkoymuş olacaktık. Sofrada ses çıkarmadım. Ertesi günü yanma gittiğimde meseleyi yeniden Ata’ya açtım. Atatürk el yazısı majüsküllerini (büyük harf) bilmezdi. Küçük harfleri büyütmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı Kemal’in baş harfini “q”nun büyütülmüşü ile, sonra da “k”nm büyütülmüşüyle yazdı. Birincisi hiç hoşuna gitmedi. Bu yüzden “q” harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk, “q”nun majüskülünü “q” bilmiyordu. Çünkü “q”, “k”nın büyütülmüşünden “K” daha gösterişli idi.”

Atatürk’ün Şeref Hakkındaki Görüşleri

Atatürk, şahsi şerefinin olduğu kadar, Türk şerefinin ihtiraslı düşkünü idi. Kibirli değildi. Neferleri ve hizmetçileri ile arkadaşça konuştuğunu hatırlarım. Fakat gururlu idi.

Bu gurur, Türk şerefini yabancılar karşısında korumak bahis konusu olduğu zaman eskiden “ecnebi girizlik” dediğimiz ‘xenophobi’ derecesine varırdı. Garbci idi. Ama; Tanzimatçılar gibi “mukadder” bir Batılı üstünlüğünü kabul etmezdi. Aşağılık duygusu altında ezilmezdi.

Onun Türk tarihi ile uğraşması, bilakis, aydınlan ve halkı bu aşağılık duygusundan kurtarmak için olmuştur.

Yabancı memleketlere veya milletlerarası konferanslara giden arkadaşlarına:

– Sesiniz benim sesimdir, unutmayınız, derdi.

Herkes de ona hesap vereceğini bilerek protokol ve itibar eşitliği üzerinde titiz davranırdı.


Şu hikâyeyi anlatmıştım: Rahmetli Fevzi Çakmak Yugoslavya manevralarına gitmişti. Fransız Genel Kurmay Başkanı Gamlın de davetliler arsında idi. Yemekte sıra meselesi çıkınca Mareşal olduğu için Fevzi Çakmak’ın general olan Gamlin’den önce oturması lazım geliyordu. Gamlın razı olmadı:

– O’mareşal ise de ben Fransız ordusunun Genel Kurmay Başkanıyım, demişti.

Fevzi Çakmak eğer yeri verilmezse gelmeyeceğini söylemesi üzerine güç durumda kalan Yugoslavlar ayakta bir ziyafet tertiplemişlerdi.

Fevzi Çakmak dönüşte vakayı Atatürk’e anlattı. Atatürk dedi ki:

– Biliyorsunuz, Alman ordusu Renani’yi işgal edeceği zaman Hitler kıt’a komutanlarına, eğer Fransızlar mukavemet ederse Seri dönmeleri emrini vermişti. Fransa hükümeti Gamlin’e mukavemet etmesini söyledi. Fakat Gamlin bunun için umumi seferberlik istedi. İç politika durumu umumi seferberliğe elverişli olmadığı için Fransa olup bittiye boyun eğmek zorunda kaldı. Gamlin biraz cesaret gösterseydi, Fransa Renani’yi kaybetmezdi. Sanat ve mesleğinde ve asıl vazifesinde bu kadar zaaf gösteren bu adam, sofra sırası meselesinde bakınız ne yapmış! Dikkat ediniz, bu adam Fransa’nın başına bir felaket getirecektir.

Nitekim Gamlin Hitler ordularının bir iki hafta içinde yıkıverdiği Fransız ordularının başında bulunuyordu.

İnönü italya’ya resmi bir seyahat yapacağı vakit Atatürk:

– Sen Türkiye’nin başvekilisin. Mussolini de resmen İtalya’nın başvekilidir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız, demişti.

Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma’da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcularına haber verdi. Trende bir telaştır, gitti.

Roma’ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaket atayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekilini bekliyordu.

Falih Rıfkı ATAY

FALİH RIFKI ATAY

1894 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Falih Rıfkı fıkra, makale, gezi türlerindeki gazete yazılarıyla ve özellikle Atatürk’ü yakından tanıtan anılarıyla ün kazandı. İlk yazıları, Servet-i Fünun dergisinin genç yazarlara ayrılan ek sayfalarında yayımlanan Falih Rıfkı’nın Tecelli(1911) dergisi ile Süleyman Bahri’nin yönettiği Kadın(1912) dergisinde Cenap Sahabettin ile Ahmet Haşim’in eserlerini hatırlatan şiirleri çıktı.

I. Dünya Savaşında yedek subay olarak Suriye’ye gitti; 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’dan hususi kâtipliğini yaptı. Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını “Ateş ve Güneş” (1918) kitabında topladı.

Kurtuluş Savaşı sona erdiği sırada İzmir’de Atatürk ile görüşmeye gelen gazeteciler arasındaydı. Atatürk’ün isteği üzerine İkinci Büyük Millet Meclisi’ne Bolu’dan milletvekili seçildi. (1922) Daha sonra uzun yıllar Ankara milletvekili olarak TBMM’de bulundu. Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin başyazarlığını yaptı. Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygulanması sırasında Dil Encümeni’nde görev aldı.

Eserleri şöyle sıralanabilir:

“Eski Saat” (1933), “Niçin Kurtulmamak?” (1953), “Çile” (1955), “İnanç” (1965), “Kurtuluş” (1966), “Pazar Konuşmaları” (1966), “Bayrak” (1970), “Ateş ve Güneş” (1918), “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” (1955), “Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri” (1955), “Çankaya” (1961), “Batış Yılları” (1963), “Atatürk’ün Hatıraları”; “1914-1915 (1965), “Atatürk Ne idi?” (1968), “Faşist Roma”, (1930), “Deniz Aşırı” (1931), “Yeni Rusya” (1931), “Moskova-Roma” (1932), “Bizim Akdeniz” (1934), “Taymis Kıyıları” (1934), “Tuna Kıyıları” (1938), “Hind” (1944), “Yolcu Defteri” (1946), “Atatürkçülük Nedir?” (1966), “Roman” (1932).

Falih Rıfkı Atay, sağlam, atak, çekici anlatımı ve duru Türkçesiyle Cumhuriyet basınının usta kalemlerinden biriydi. Günlük siyasi olayları ele alan başyazı ve fıkraları yarımda Ulus ve Dünya gazetelerinde pazar günleri yayımladığı haftalık yazılarında çok usta bir deneme ve söyleşi yazarı niteliği gösteriyordu. Gezi ve anı türlerinde Cumhuriyet döneminin çok ilginç ürünlerini verdi. Falih Rıfkı özellikle de 📖‘Çankaya' isimli eserinde Atatürk’ün hayatını ve inkılapları çok güzel bir Türkçeyle anlatmıştır. Bu eser sayesinde hem Atatürk’ün hayatı ve inkılapları gün yüzüne çıkarılmış, hem de yakın dönem Türk siyasi hayatına ışık tutulmuştur. Eseri önemli kılan unsurlardan birisi de Atatürk’ü çok yakından tanıyan biri tarafından kaleme alınmış olmasıdır. Diğer taraftan kullanılan dilin akıcılığı ve yazarın döneme ait bütün gerçekleri samimi bir şekilde anlatması da eserin kıymetini artıran özelliklerdendir. Yazar, Atatürk’ü yakından tanıdığı için Atatürk hakkındaki başka yerde bulamayacağımız özel ve kıymetli bilgiler eserde bulunabilmektedir. Eser üç ana bölümde ele alınabilir.

  • Birinci bölüm Atatürk’ün doğumu ve tarih sahnesine çıkana kadarki dönemi içine alır:1881-1908 bölümünde Atatürk’ün çocukluk ve gençliği: 1908-1914 bölümünde Meşrutiyet; 1914-1918 bölümünde I. Dünya Savaşı anlatılır.
  • İkinci bölümde ise Osmanlı Devletinin yok oluşu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu anlatılır:Çökme, Liderliğe Doğru, Gerilla Devri, Ordu Devri, Yeni Devir, Kemalizm gibi bölümler yer alır. 
  • Son Bölümde ise Atatürk’ün değişik konulardaki görüşleri ve karakteri çözümlenmeye çalışılır.

Kaynak/Alıntı: https://www.nkfu.com/cankaya-kitap-ozeti-kitaptan-secmeler-konusu-ve-incelemesi-falih-rifki-atay/