Milli edebiyat ve Türkçülük akımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milli edebiyat ve Türkçülük akımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20200326

✍️ Mehmet Emin Yurdakul'un Cenge Giderken Şiiri - İnceleme


Bu yazımızda Milli Edebiyat Dönemi'nin en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken" şiirinin teması, konusu, iletileri, yapı ve biçim özellikleri, ahenk unsurları (kafiye, redif, aliterasyon, kelime tekrarları) bunların şiire katkıları, edebi sanatları, imgeleri ve kaynakları kısaca geniş incelemesi yer alıyor. 



ŞİİR İNCELEMESİ 

Genel Bilgi: 

Mehmet Emin Yurdakul, “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” adlı şiirini, 1897′de Türk-Yunan Savaşı üzerine yazar. Bu şiir, Selanik’te Asır gazetesinde yayımlanır ve büyük ilgi görür. Şair, vatan için milletimizin yapması gereken fedakarlığı dile getirir ve milli bilinci uyandırma amacını güder. Türkçülük akımının etkisinin yoğun olarak görüldüğü bu şiirde, Türk evladının vatanının kulu olduğu ve ne pahasına olursa olsun onu  koruması gerektiği vurgulanıyor. Mehmet Emin, bu şiirinde de milli şuur ve heyecanı ön plana alır. Döneminin  ülke şartları onu bu tarz şiir yazmaya zorlar adeta. “Dönemin kozmopolit aydınlarına "Ben Bir Türk'üm!' diye seslenen Milli Şair, yüzyıllarca ilgisizlikten bir köşeye çekilmiş olan sessiz çoğunluğun gür bir sedası oluyordu”

İncelemesi: www.edebiyatfatihi.net

İçerik:

Teması: Vatan, savaş, mücadele
Konusu: Türk evladının vatanının kulu olduğu ve ne pahasına olursa olsun onu  koruması gerektiğidir.

Dörtlüklerde Anlatılanlar:

1. dörtlük: Türk olmanın yüceliği, insan olanın vatanın kulu olduğu 
2. dörtlük: Milletin vatanına, bayrağına ve kutsal kitabına sahip çıkması gerektiği
3.dörtlük:  Atalar yurdu vatana bağlılık, vatan sevgisi
4. dörtlük: Vatana bağlılık, düşmana karşı mücadele ruhu
5. dörtlük: Vatanın kalıcılığı, vatana sahip çıkmayı asla bırakmayacağı, vatan için her şeyi göze alacağı

Yapı Özellikleri:

Nazım Birimi: Dörtlük
Nazım Biçimi: Halk şiirinden esinlemeler gösteren bu şiir "koşma" nazım biçiminin kafiye düzeni ve biçim özelliklerini yansıtıyor.

Ahenk Unsurları:

Ölçüsü: 11'li hece ölçüsü
Kafiye Düzeni: aaab/cccb/dddb/eeeb


Dil ve Üslup Özellikleri:

Cenge Giderken şiirinde halk şiiri geleneğinin izleri vardır. Şiirde sade ve yalın bir dil kullanılmıştır. Aşık tarzı halk şiiri nazım şekli olan koşma tarzı uyak düzeni ve 11’li hece ölçüsü kullanılmıştır. Koçaklamalara benzer yiğitçe ve coşkun bir söyleyiş görülüyor. Şair halk söyleyişlerine yer vermiştir.  Şair, imgelere yer verse de sanat yapma endişesi yoktur. 

Edebi Sanatlar: 
  •  “İşte vatan, işte Tanrı kucağı” dizesinde vatan, Tanrı kucağına benzetilerek teşbih (benzetme) sanatı yapılmıştır. edebiyatfatihi.net
  • "Osmancık'ın bayrağını kaldırtmam" dizesinde telmih sanatı yapılmıştır. 
  • "Toprak, ecdad, ocak, ev, köy, vatan" sözcükleri arasında tenasüp sanat vardır.
  • “Sinem, özüm ateş ile doludur” dizesinde "ateş" sözcüğüyle istiare sanat yapılmıştır
       “Ak gömlekle gözyaşımı silerim,
       Kara taşla bıçağımı bilerim. ”
  • "Ak-kara" sözcükleri arasında tezat sanatı vardır. 
Metin ve Şair:

 MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944)
  • Milli Edebiyat akımı ve Türkçülüğün önde gelen temsilcileri arasında yer aldı. 
  • “Türk Şairi”“Milli Şair” unvanı ile tanınır..
  •  Tanzimat Dönemi'nde ortaya çıkan “halk için halk diliyle yazma” anlayışını Servetifünun Dönemi'nde yeniden canlandıran sanatçı Mehmet Emin Yurdakul’dur.
  • Şiirlerinde Türk milletinin yüceliğini haykırır.
  • 1897’de Türk-Yunan Savaşı sırasında “Cenge Giderken” adlı şiiri yazmıştır. Bu şiirin ilk dizesi olan “Ben bir Türküm; dinim, cinsim uludur.” sözüyle edebiyatımızda yeni bir çığır açmıştır.
  • Şiirlerinde kahramanlık ve milli bilinci öne çıkararak savaşa giden halkı cesaretlendirmiştir.
  • Konuşma diliyle ve hece ölçüsüyle şiirler yazmak gerektiği üzerinde durmuştur.
  • Türkçe Şiirler adlı kitabıyla edebiyat çevrelerinde sesini duyurmuştur. Onun bu eseri ile Türkçülük edebiyat alanına girmiştir.
  • Sade dil ve hece ölçüsü ile şiirler yazan ilk şairdir.
  • Milli duyguları ve sosyal konuları işlemiştir.
  • Dil ve şekil özellikleri bakımından halk şiirinden etkilenmiştir.
ESERLERİ:

ŞİİR:
  • Türkçe Şiirler (1899-1918)
  • Türk Sazı (1914)
  • Ey Türk Uyan (1914)
  • Tan Sesleri (1915, 1956)
  • Ordunun Destanı (1915)
  • Dicle Önünde (1916)
  • Hastabakıcı Hanımlar (1917)
  • Turana Doğru (1918)
  • Zafer Yolunda (1918)
  • İsyan ve Dua (1918)
  • Aydın Kızları (1919)
  • Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
  • Ankara (1939)
DÜZ YAZI:
  • Fazilet ve Asalet (1890)
  • Türkün Hukuku (1919)
  • Kral Corc’a (1923)
  • Dante’ye (1928)

Alıntı/Kaynak: http://www.edebiyatfatihi.net/2013/03/cenge-giderken-siiri-ve-bir-aciklama.html

20191208

✍️ Reşat Nuri Güntekin: Bir Cumhuriyet aydınlanmacısı



Aydınlık Gazetesi

Reşat Nuri Güntekin, yeni toplumun önder aydını olarak öğretmene odaklanmış ve eserlerinde savunduğu ideallerini ona yüklemiştir. Yarattığı beş öğretmen karakteriyle Cumhuriyet idealinin gerçekleşmesine hizmet etmiştir.

Mustafa Pala/Öğretmen Dünyası Dergisi Yazı İşleri Müdürü

7 Aralık; dostlarının, dudaklarının bir uzantısı gibi hiç sönmeksizin sürekli orada duran sigarasıyla, gülümserken gözlerinin kenarları kırışan yüzüyle, sevimli, nazik, duyarlı bir insan olarak anımsadıkları Reşat Nuri Güntekin’in 1956’da, 67 yaşında akciğer kanseri nedeniyle yaşama veda edişinin 63. yıldönümü.

25 Kasım 1889’da İstanbul’da doğan Reşat Nuri’nin, öyküleri, tiyatro oyunları ve romanlarıyla sadece Cumhuriyet dönemi edebiyatımızda değil, Cumhuriyet kültürünün inşasında da önemli bir yeri var. Askerî doktor olan babasının mesleği nedeniyle İstanbul dışına çıkan ve Anadolu’da birçok ili yakından tanıma fırsatı bulan Güntekin, böylelikle Cumhuriyet romanının mekânını ülke coğrafyasına doğru yaydı ve kişi kadrosunu da merkezî bir iki şehrin kurgu sakinlerinden Anadolu kırsalında yaşayan kanlı canlı insanlara doğru genişletti.

Yazı hayatına 1918’de Zaman gazetesinde tiyatro değerlendirmeleriyle başladı. Darülbedayi’de sahnelenen birkaç oyun, çeşitli dergilerde hikâyeler yazdı, gazetelerde romanları tefrika edildi. Magazin, mizah dergilerinde takma adlarla yazılar yayımladı. Mahmut Yesari ile Kelebek mizah dergisini ve Ankara Ulus gazetesinin İstanbullu eşi Memleket gazetesini çıkardı.

Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Halide Edip, Refik Halit ile genişlemeye başlayan Milli Edebiyat’ın konu havuzu, Reşat Nuri’nin eğitim, öğretmen, memur yaşamı ve sorunlarıyla daha da çeşitlendi. Güntekin bu havuza daha çok kendi mesleği olan eğitim temasını ve öğretmeni hem bir roman kişisi hem de bir roman konusu olarak koydu.

CUMHURİYET AYDINI

Öğretmen, okul yöneticisi, eğitim müfettişi olarak eğitimin hemen her kademesinde görev yapan Reşat Nuri Güntekin, Cumhuriyet kurumlarına sadece çalışan bir memur olarak değil, ortaya koyduğu eserlerinde yarattığı kültür iklimi ve düşünsel destekle de hizmet etti, yön gösterdi.

Her devrimci toplumsal dönüşümün beraberinde getirdiği hukuk sisteminin ve bürokratik kontrolcülüğün; geleneksel kültür, yaşam tarzı ve yerleşik ilişkilerle çatışması kaçınılmazdır. Bu çatışma Reşat Nuri’nin ilk dönem duygusal romanları dâhil tüm kurgusal metinlerinde başat bir özellik gösterir.

BİR İDEAL, BEŞ ÖĞRETMEN

Cumhuriyet devri edebiyatının özellikle ilk dönem romancılarında ideal özelliklerle donatılmış ve tipleştirilmiş roman kişilerine yoğun bir duygusallıkla birlikte tarafgirlik ve yer yer roman kurgusunda oturmamışlıklar eşlik eder. Bunu en azından Cumhuriyet davasına bağlanmış aydın edebiyatçılarımızda görmek mümkündür. Reşat Nuri Güntekin işte bu davaya gönül vermiş aydınlarımızdandır. O, yeni toplumun önder aydını olarak öğretmene odaklanmış ve eserlerinde savunduğu ideallerini ona yüklemiştir. Yarattığı beş öğretmen karakteriyle Cumhuriyet idealinin gerçekleşmesine hizmet etmiştir.

FERİDE

Sosyal ve kültürel bakımdan görece rahat yetişmiş genç kızlara yönelik, toplumdaki olumsuz yaklaşıma bir itiraz temelinde dört perdelik tiyatro oyunu olan İstanbul Kızı’nı yazar. İlk iki perdesi Anadolu’da bir köy okulunda geçtiği gerekçesiyle zamanın lüks salon dekorlarından vazgeçemeyen Darülbedayi, oyunu oynamak istemez; yazar eseri anlatıya dayalı edebi bir metin olarak kurgular ve roman Çalıkuşu adıyla 1922’de Vakit gazetesinde tefrika edilir. Roman, başkişisi Feride üzerinden Cumhuriyet’in amaçladığı yeni insan tipinin ilk örneğini verir.

Roman başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyet kadrolarınca çok okunur. Belli ki Cumhuriyet’in ilanından sonra Feride’nin roman boyunca karşılaştığı sosyal gerçeklikler, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na, Medeni Kanun’un kabulüne, Soyadı Kanunu’na, kılık kıyafetle ilgili düzenlemelere ilham kaynağı olmuştur.

Çalıkuşu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında idealist bir öğretmenin geleneksel eğitim ve yaşam tarzıyla amansız mücadelesini anlatan bir dönem romanı olarak algılandı. Oysa roman, Dame de Sion’lu Feride’nin, öğretmen olma niyeti bile bulunmayan, Meşruiyet yeniliklerinin getirdiği kadının görece sosyalleşmesini içselleştirmiş, Cumhuriyet’e hazır bir köy öğretmenin macerasından ibaretti.

NİHAL

Cumhuriyet’in ilk yıllarının beklentileriyle örtüşen bu algının gerçek bir karşılığını yaratmak için Reşat Nuri, Feride’yi tam bir Cumhuriyet idealisti köy öğretmeni olarak yeniden kurguladı: Bir Köy Muallimi (İki Perdelik Mektep Temsili, Fikirler dergisi tefrika, 1927). Piyesin ana eksenine eğitim alanındaki yeniliklerin kabulü için mücadele etme izleğini yerleştirerek Feride’de Cumhuriyet aydını adına eksik bıraktığı birçok özelliği tamamlamış oldu.

Oyunun temel çatışması, İstanbul Kız Muallim Mektebi’nden mezun, heyecanlı ve mücadeleci bir Cumhuriyet öğretmeni olan Nihal ile yeniliklere karşı, eski usul tedrisattan yana Kerime Hanım arasındadır. Sadece köyün çocuklarını değil, kadınlarını da okutmaya, köyün başka sorunlarını da çözmeye çalışan Nihal’in karşısında Kerime Hanım, dersliğin duvarındaki bilim adamlarının resimlerinin indirilmesini ister ve öğrencilerin olumsuz davranışlarını dinî eğitimin eksiklinde görür.

Nihal, okul yoluyla köyde elde ettiği kazanımların Kerime Hanım (gibiler) tarafından yok edileceğini anlar ve İstanbul’a dönme kararından vaz geçer. "Muallim elindeki meşaleyi düşürdü mü birdenbire karanlıklar yeniden geliyor... Kürsümün önünde öleceğim. Son nefesimi verirken meşalemi hâlâ elimde tutarak, ‘Işık... Biraz daha ışık!’ diye bağıracağım. Son sözüm bu olacak!" (Bir Köy Öğretmeni, İnkılâp ve Aka, 1973)

ŞAHİN

Yeşil Gece’nin (1928) idealist Şahin öğretmeni, Nihal’in ‘erkek kardeşi’dir! Medrese öğrencisi olan Şahin, müderrisleri tanıdıkça dinsel dogmaların farkına varır. Darülmuallimin’e (Erkek Öğretmen Okulu) girer ve bilimsel eğitime yönelir. Reşat Nuri, ilk sosyal ve tezli romanı diyebileceğimiz Yeşil Gece’de, toplumun olduğu gibi ortada duran altyapısal sorunları çözülmeden devrimlerin üst yapı dönüşümlerinin sınırlılıkları konusunda farkındalık yaratmak ister.

Yeşil Gece’nin yazıldığı sırada yazar, Fransız natüralisti Emile Zola’nın Gerçek adlı romanını çevirmektedir. Zola, papazların ve papaz okullarının toplum üzerindeki olumsuz etkilediği, Reşat Nuri de sarıklıların ve medreselerin toplumu nasıl manipüle ettiği tezinden hareket eder: "Ben Yeşil Gece’de itikadını, onunla beraber de ebedi hayat ümidini, uzun ve acı savaşlardan sonra kaybeden, kendi ölümlülüğüne, milletin ölümsüzlüğü fikrinde teselli arayan bir insanın romanını yazmak istiyordum." (Akt. Cevdet Kudret, Edebiyatımızda Hikâye ve Roman II, Varlık, 1978)

Reşat Nuri’nin, roman estetiği açısından en zayıf eseri olan Yeşil Gece’nin temel tezi, roman kurgusu içinde biçimlendirilemediğinden yer yer makale yapısına gerileyen bir anlatımla savunulur: " ‘Çok doğru söylemişler... İnkılap denilen şey bir günde olmuyor.’ dedi." (Yeşil Gece, İnkılâp ve Aka, 1971)

ZEHRA

Reşat Nuri Güntekin Yeşil Gece ile aynı yıl yayımlanan Acımak (1928) adlı romanında, doğrudan eğitimi ele almasa da Zehra öğretmen kişiliğinde, Şahin Efendi’de yarattığı abartılı idealizmi onarmak ister gibidir. Cumhuriyet öncesinde yeni mezun, idealist genç bir Mülkiyelinin meslek yaşamında ve sosyal ilişkilerindeki uyumsuzlukları ve çatışmaları aracılığıyla dönemin memuriyet yaşamına, köhne yapısına dair birçok olumsuzluk yansıtılır. Mürşit, yanlış bir evlilikle sefil bir sona doğru sürüklenir, ideallerini ve ilkelerini yavaş yavaş yitirir. Bu felaketten kurtarabildiği sadece kızı Zehra’dır ve o da oldukça yara almıştır.

Maarif Müdürü Tevfik Hayri, çalışkan, disiplinli, kararlı, yenilikçi Zehra öğretmenin yarasını şöyle gösterir: "Zehra’yı size bir kemal heykeli, ideal bir roman kahramanı olarak tasvir ettim. Fakat dikkat ediniz ki ‘tam bir insandır’ sözünü sarf etmedim... Doğruluk, temizlik, fedakârlık hastalığı onda insanlığın en kıymetli bir kabiliyetini öldürmüştür: Acımak kabiliyeti..." (Acımak, İnkılâp ve Aka, 1973)

Çocukların her türlü fiziksel ihtiyaçlarını karşılamış, fedakâr Zehra okulu adeta yeni baştan yaratmıştır; ama çirkinliğe ve zafiyete tahammülü yoktur. Öğrencileri birbirinin kopyası gibi yetiştirmeye çalışır; tıpkı bahçede ne kadar sakat, cılız, çarpık ağaç varsa budadığı gibi! Zehra içinde öldürdüğü insanlığın en kıymetli kabiliyeti olan "acımak" duygusunu ancak babasının ölümünden sonra bıraktığı günlüğünü okuyunca edinecektir. Böylece Cumhuriyet idealinin öğretmeni, bir nebze daha canlı kanlı insan hâli kazanacaktır.

ÖMER

İlk baskısı 1960’ta yapılan Kan Davası Reşat Nuri Güntekin’in olgunluk dönemine ait son romanlarındandır. Yazar yukarıda sözünü ettiğimiz eserlerinde olduğu gibi bu romanında da toplumun önemli bir sorununu ela alır: Kan davası. Konu geleneksel toplumsal ilişkilerin, feodal kültürün ürettiği Osmanlıdan Cumhuriyet’e miras kalmış bir sorundur ve yine eğitimle ve tabi öğretmenle çözülecektir.

Ancak Ömer öğretmende ne Feride’nin naifliği ne Nihal’in zoraki idealistliği ne Şahin’in katılığı ve dışarıda kalmışlığı ne de Zehra’nın bir felaketten doğmuş hoşgörüsüzlüğü ve merhametsizliği vardır. Öte yandan o, Feride kadar memleket sorunlarına duyarlı, Nihal kadar eğitimin gücüne inanan, Şahin kadar mücadeleci ve Zehra kadar kararlıdır. Devrimin bir gecede olamayacağını; insanlara dokunmadan, onların kafalarını değiştirmeden hiçbir yeniliğin benimsetilemeyeceğini ve sorunların çözülemeyeceğini kavramış; bireysel mücadelesine toplumun gücünü de katabilmiş bir dava adamıdır. Sabırlı bir mücadeleyle Aşağı Sazan ile Yukarı Sazan köyleri arasında yüzyıldır süregelen kan davasını sonlandırır ve iki köy arasındaki sınırı ortadan kaldırır.

Reşat Nuri Güntekin, döneminin başarılı bir edebiyatçısıdır. Tiyatro oyun yazarlığından aldığı güçle romanlarındaki diyalog ustalığı ve geniş toplum kesimleriyle kurduğu temasla edindiği konuşma dilinin yalınlığı, kendisinden sonra gelen Orhan Kemal gibi romancılarımıza yol açmıştır. İçtenlikli tutumu, aydınlık gerçekçi bakışı bir Cumhuriyet aydınlanmacısı olarak 97 yıldır, yarattığı 5 öğretmen karakterinin ellerindeki meşale gibi ışığını yaymaktadır. Yaymaya devam edecektir.

Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/resat-nuri-guntekin-bir-cumhuriyet-aydinlanmacisi-ozgurluk-meydani-aralik-2019

20190915

📚 📖 ✍️ 'Üç İstanbul' - Mithat Cemal Kuntay

KİTABIN ÖZETİ :

Çürüyen yozlaşan İstanbul ve bu İstanbul’un çürümüş yozlaşmış insanları .Bu romanda yazar İstanbulu’un üç kötü dönemini okuyucuya yansıtmaktadır.Yalnız kişisel çıkar ardında koşan insanlar, dalkavuklar, jurnalcalcılar, ikiyüzlüler, birbirlerinin kuyusunu kuyusunu kazanlar gibi kişilerden söz eder.Bu roman kısaca Osmanlının yıkılış romanıda denebilir.

Adnan sınıf değiştirmek isteyen tipik bir Osmanlı-Türk aydınıdır. 93 harbi sebebiyle, sekiz yaşındayken İstanbul’a göçen Adnan bir konak sahibidir. Refahına kavusup particiliğin tatlı yanlarına kandıktan sonra nihayet taparcasına sevdiği Belkis ile evlenir.Belkis yozlaşan bir tabakanın tipik bir örneğidir.

Adnan’la Belkis kişilikleri ilişkileri olaylar karşısındaki davranışları “sınıf değiştirmek isteyen bir aydınla, çöken bir zümrenim kadını” nın tipik kişilikleri ilişkileri, davranışlarıdır.

Üç İstanbul romanı üç ayrı dönemin toplum gercekliğimi yansıtması,Adnan’la Belkis gibi unutmuaz kahraman yaratması bakımından Mithat Cemal’in bu romanı bu gün ilgiyle okunmaktadır.

A. KİTABIN ANA FİKRİ : Yanlış batılılaşma ve buna sebep olan etkenler...

B. KİTAPLARDAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Hicbir romanımızda Üç İstanbul’da olduğu kadar bol troman kişisi yoktur.Adnan’la Belkis’in cevresinde gelişip genişleyen olaylat romanda irili ufaklı kırk kadar insanla anlatılmıştır.
Adnan,sonuna kadar,Belkis’e aşık ve hayran,Belkis karşısında eziktir.

C. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ DÜŞÜNCELER
Üç İstanbul’da o pek ilkel tesadüfler,durmadan veremden ölmeler,kaldırılan cenazeler,gereksiz ayrıntılar,süslü ifadeler vecize ve paradoks çabaları romanın güçsüz yanları.Ama bunlara rağmen roman gercekten üç ayrı dönemin toplum gercekliğini yansıtması romanı ayakta tutan en büyük güç.

D. YAZARIN HAYATI:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır!" mısralarıyla tanınan şair; 1885'te İstanbul’da doğdu. 1956'da İstanbul'da yaşamını yitirdi. Tek romanı "Üç İstanbul"la büyük başarı kazandı.
Vefa İdadisi’ni ve Mektebi Hukuku bitirdi. Doktora sınavını verdikten sonra Hukuk Mektebi'nde idare hukuku asistanlığı yaptı. Adliye Nezareti Özel Kalemi’ne girerek müdürlüğe kadar yükseldi. Birinci Hukuk Mahkemesi üyeliğinden sonra Beyoğlu Dördüncü Noteri oldu. 1956'da İstanbul’da ölümüne kadar bu görevi sürdürdü.

Yazmaya şiirle başladı. İlk şiiri "Elhamra" Resimli Kitap'ta yayınlandı. 2'nci Meşrutiyet'e kadar çeşitli dergilerde yayınlanan ve aruzun ustaca kullanıldığı, ulusal duyguların ön plana çıkarıldığı şiirleriyle tanındı. Milli Edebiyat Akımı'nın değerlerini benimsedi. "Üç İstanbul" romanında da canlandırdığı Mehmet Akif'le tanışması, sanatı ve düşünceleri üzerinde etkili oldu. Çınaraltı dergisinde 1943-1944'te yayınlanan son dönem şiirlerinde Yahya Kemal Beyatlı'dan da etkilendiği görüldü.

Yalın bir dil kullandığı "Kemal", "Yirmi Sekiz Kânun-ı Evvel" gibi oyunlarında yurt sevgisi konusunu işledi. Tek romanı ve en önemli eseri "Üç İstanbul"da, 2'nci Abdülhamit, 2'nci Meşrutiyet ve Mütareke yıllarının İstanbul'unu anlattı. Gerçekçi kişiler, ayrıntılı tahliller ve bu üç dönemin yaşantısından sunduğu canlı kesitlerle dikkat çeken bu roman televizyon dizisi olarak da yayınlandı ve büyük ilgi topladı. Edebiyat araştırmaları yapan Kuntay, inceleme ve araştırmalarını 1913'te yayınlanan "Hitabet ve Münazara Dersleri", 1914'te yayınlanan "Hitabet Dersleri" kitaplarında topladı.





Yazar Selim İleri'nin Gözüyle Üç İstanbul Romanı
Mithat Cemal Kuntay'ın ölümünü (1956) hayal meyal hatırlıyorum; yazar olmasından dolayı değil. Cihangir’e yeni taşındığımız o zamanlarda, “Beyoğlu 4. Noteri ‘fena hastalığa’ yakalandı” demişlerdi. Bir zaman sonra da o kibar yaşlı adamın öldüğünü söylediler. Yıllar sonra öğrenecektim ki, Beyoğlu 4. Noteri Mithat Cemal Kuntay'mış...

Vatan sevgisi, kahramanlık konusundaki ağdalı şiirleriyle edebiyata başlamış Kuntay. Roman türünde tek eser vermiş: Üç İstanbul . Bu roman uzun süre gözden ırak kalmış. İlk basım Üç İstanbul'u Ankara Caddesindeki Semih Lutfi Kitabevi'nin camekânında, kızıl kahverengi cildiyle şimdi yine görür gibiyim... Edebiyat tarihçileri, eleştirmenler yıllar yılı ilgilenmemişler.

Üç İstanbul 1976’da ikinci kez yayınlandıktan sonra farklı değerlendirmeler ortaya çıktı. Üç İstanbul nihayet gündem kazanıyordu.

Kuntay, bir “muaşeret romanı” yazdığını belirtiyor; bildiği, tanıdığı kişileri kaleme getirdiğini, pek çok belgeden, tanıklıktan, kişisel anılarından yararlandığını vurguluyor. Gerçek yaşamdan esinli bazı roman kişileri söz konusudur Üç İstanbul da, kimi eleştirmenler bu kişileri sadece saptamakla yetinmiş, Kuntayin romanda, onları nasıl işlediğine, nasıl roman kişisine dönüştürdüğüne pek önem vermemiştir.

Eserin kalabalık kadrosu, imparatorluğun son yüzyılından değişik portreler çizer. Ayrıca, o son dönemin İstanbul’u, eşyadan töreye, görgüden, siyasetten kültüre âdeta yetkin bir tutanakta yaşatılmıştır. Bu tutanağın yer yer akıllara durgunluk verici ayrıntılarla dolup taşması kimileyin okuru bunaltsa bile, edindirdiği ‘bilgi’ göz ardı edilecek gibi değil.

Üç İstanbul, imparatorluk başkentinin Üç dönemini, II. Abdülhamid, İkinci Meşrutiyet, Mütareke dönemlerini yansıtıyor. 93 Harbi’nde babasının şehit düşmesi üzerine, küçük yaştayken annesiyle birlikte İstanbul’a gelen Adnan, şimdi Yıkılan Vatan adını verdiği bir roman yazmaktadır.

Hukuk Mektebi mezunu Adnan —Mithat Cemal de Hukuk Mektebi’ni bitirmiştir-, Maliye Nazırı’nın kızı Süheyla’ya edebiyat, Erkân-ı Harp Müşiri’nin kızı Belkıs’a tarih dersi vermektedir. Süheylâ, Adnan’a; Adnan, evli Belkıs’a aşık olurlar. Genç adam bu arada gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girer.

Adnan, Süheylâ’nın başkaları aracılığıyla dile getirilmiş evlilik önerisini geri çevirecek, sonra kabul edecek, bu kez de gururu kırılmış Süheylâ evlenmek istemeyecektir. Tam o dönemde, Adnan cemiyetle ilişkisi sebebiyle tutuklanır...

Adnan İkinci Meşrutiyet’te avukatlık yapar, büyük para kazanır, toplumun önde gelen insanları arasına girer. Belkıs’sa gözden düşmüş bir ailenin kızı durumundadır. Devirler değiştikçe, mevki ve para da el değiştirmektedir. Adnan Belkıs’la evlenir.

Mütareke döneminde işleri bozulmuş, yoksullaşmış, gözden düşmüş Adnan’la, onu hiçbir zaman sevmemiş Belkıs ayrılırlar. Süheylâ yardım elini uzatır ve Adnan bu kez Süheylâ’yla evlenir.

Fakat Adnan annesi gibi veremden ölecek; Süheyla kocasının evrakı arasında Belkıs’ın fotoğrafını bulacak, aşkının boşunalığını anlayacaktır...

Üç İstanbul'dakî ‘aşk üçgeni’nin kaba özeti bu. Roman kalabalık kadrosuyla çok başka oluntulara da açılıyor. Bu kalabalık kadronun kişileri çoğu kez olumsuzluklara alıp götürür okuru. Büyük çıkar oyunları, siyasî entrikalar, bir türlü dinmeyen yükseliş ihtirasları ve çoğu kez kötülüğü erdem bilmiş roman kişileri... Onların ortasında silik bir iki olumlu kişi, sözgelimi Şair Raif, Süheylâ...

Yazarın sürekli karanlık tablolar çizmesi kimi eleştirmenlerce garipsenmiştir. Ne var ki, bu karanlık tablolar, içleri hesap kitap dolu kişiler, o dönemlerin panoramasını çizmede etkileyici bir «özellik gösterir, örnekse, Hidayet’in yükselişi, dinmeyen kibri, sonunda çöküp gidişi enikonu çarpıcıdır.

Üç İstanbul etkisini dalga dalga sürdürmüş, yarın da sürdürecek bir roman. Değerli Peride Celal 1980 sonrasında okumuştu, “unutulmayacak bir eser” demişti. Sevgili Ahmet Ümit 2010'larda okudu, çok beğendiğini söyledi bana...

Üç İstanbul Özeti

Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay'ın 1938 yılında yayımlanan tarihi romanı.

Roman Abdülhamit'in istibdat döneminde başlar ve Ankara Hükümeti'nin kurulduğu yıllarda son bulur. Romanın başkahramanı Adnan'dır. Romanın kapsadığı, Adnan'ın yaşamından da çıkarılabilecek olan 30-40 yıllık bir süreçtir. Eserin başında 20'li yaşlarda olan Adnan, romanın sonunda 50'li yaşlarında ölür. Romanda İstanbul'un üç dönemi (Abdülhamit dönemi İstanbul, İttihat ve Terakki dönemi İstanbul ve milli mücadeleyle önemini kaybeden İstanbul) anlatılır. Bu dönemler Adnan'ın yaşamındaki üç dönemi de kapsar; fakir ve idealist Adnan, zengin ve "önemli" Adnan, hasta ve bedbaht Adnan.

Adnan, romanın başında veremli annesiyle fakir bir hayat süren, para kazanmak için gazeteye yazılar yazan, özel dersler veren ve yaşadığı dönemi romanlaştırmak isteyen genç bir yazardır. İlerleyen bölümlerde İttahat ve Terakki'nin önemli bir kaç isminden biri ve ülkenin kaderinde söz sahibi, iktidar bağlantıları sayesinde zengin bir avukat olur. En sonunda ise ülkenin kaderinin belirlendiği Ankara'ya çağrılmayı ve eski itibarının iadesini bekleyen bedbaht bir avukat olarak ölür.


20171224

Mehmet Emin Yurdakul (13 Mayıs 1869 - 14 Ocak 1944)



MEHMET EMİN YURDAKUL
(13 Mayıs 1869 – 14 Ocak 1944)
13 Mayıs 1869’da İstanbul’da doğdu. 14 Ocak 1944’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Milli Edebiyat ve Türkçülük akımının önde gelen temsilcisi. Mektebi Mülkiye’nin idadi bölümünden ayrıldı. Devlet memuru oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Şiirleriyle İstanbul hükümetini eleştirince 1907’de Erzurum rüsumat nazırlığına atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra aynı görevle bu kez Trabzon’a gönderildi.
31 Mart Olayı’nın ardından 13 Nisan 1909′da İstanbul’a çağrıldı. Bahriye Nezareti Müsteşarlığı’na atandı. Hicaz ve Sivas’ta valilik yaptı. 1910′da İstanbul’a döndü. Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu dergisinin yayın sorumluluğunu üstlendi. İttihat ve Terakki ile anlaşmazlığa düşünce 1912′de Erzurum Valiliği’nden emekliye ayrıldı.
1914′te Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Musul milletvekili oldu. Aralık 1919′da Türk Fırkası’nı kurdu. İstanbul’un işgalinden sonra 1921′de Anadolu’ya geçti. Antalya, Adana, İzmir çevresinde çalıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Şarkikarahisar, sonra da Urfa ve İstanbul milletvekili oldu. Ölümüne kadar milletvekili olarak kaldı. Yazmaya şiirle başladı. İlk şiiri 1897’de Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı.

  • Döneminin şiir anlayaşının dışına çıktı, hece ölçüsüne dayalı yalın bir Türkçe kullandı. 
  • Türk edebiyatına halkın sesini getiren gerçekçi bir şair olarak değerlendirildi. 
  • Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan şiirler yazdı. 
  • Coşku, ulusal duygular, kahramanlık, yüreklendirme ve öğreticilik öğelerini ön plana çıkardı. Şiire biçim yenilikleri de getirdi. 
  • Dörtlük geleneğinin dışına çıkarak üçer, altışar, sekizer dizeden kurulu şiirler yazdı. 
  • Milli edebiat akımı ve Türkçülüğün önde gelen temsilcileri arasında yer aldı. 
  • “Türk Şairi”, “Milli Şair” diye bilinir.

ESERLERİ

ŞİİR
  • Türkçe Şiirler (1899-1918)
  • Türk Sazı (1914)
  • Ey Türk Uyan (1914)
  • Tan Sesleri (1915, 1956)
  • Ordunun Destanı (1915)
  • Dicle Önünde (1916)
  • Hastabakıcı Hanımlar (1917)
  • Turana Doğru (1918)
  • Zafer Yolunda (1918)
  • İsyan ve Dua (1918)
  • Aydın Kızları (1919)
  • Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
  • Ankara (1939)


DÜZYAZI
  • Fazilet ve Asalet (1890)
  • Türkün Hukuku (1919)
  • Kral Corc’a (1923)
  • Dante’ye (1928) 


“BEN BİR TÜRKÜM, DİNİM CİNSİM ULUDUR”
Bugün Mehmet Emin Yurdakul’un (13 Mayıs 1869-14 Ocak 1444) 67. ölüm yıldönümü… Yazımızın başlığını teşkil eden  “Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur” mısraı, şairin Selanik’te çıkan Asır gazetesinde 1897’de yayımladığı  “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken”  başlıklı şiirinin ilk dizesidir. Beş dörtlükten oluşan manzumenin belki de bu ilk mısraıdır ki Mehmet Emin’in tanınmasına ve kısa zamanda adının Osmanlı coğrafyasında yankılanmasına vesile olmuştur. Gerek mânâ, gerek âhenk bakımından pek de parlak olmayan bu manzumeye niye bu kadar önem atfedildiğini anlayabilmek için 20. yüzyıla girerken Osmanlı Devleti’nin genel görünümünü kısaca hatırlamak gerekir.
Tanzimat’la birlikte, Batı’nın baskısıyla gayrimüslim tebaaya verilen birtakım haklar kötüye kullanılıyor ve malum çevreler, özgürlükleri devleti yıkma yolunda altın fırsatlar olarak görüyorlardı. Yıkıcı ve bölücü faaliyetler öyle vahim noktalara ulaşmıştı ki Sultan II. Abdülhamit,  “Ceddim Abdülmecit Han’ın izinden giderek millete hürriyet vermekle hata etmişim” deyip Meclis-i Mebûsan’ı kapatmak zorunda kalmıştı.
Devlet mekanizmasında bunlar yaşanırken Osmanlı aydınları -İsmail Habip’in ifadesiyle-:  “Renk renk câmialar içinde asıl milleti bulacaklarına, asıl milleti (Türk milleti) inkâr ederek muhtelif renkleri bir renk farz edip bu rengarenk renksizliğe Osmanlı unvanı vererek”  Ermeni’yi, Bulgar’ı, Sırp’ı, Arnavut’u, Arap’ı  “Osmanlılık”  şemsiyesi altında toplama hayali peşinde koşuyorlardı.
Sadece Hıristiyan unsurlar değil, Arnavutlar yahut Araplar gibi Müslüman tebaa tarafından da arkadan hançerlendiğini gören halkın zihnini  “Bu toprakların asıl sahibi ne zaman ortaya çıkacak?”  sorusu meşgul etmeye başlamıştı. İşte Mehmet Emin’in  “Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur” çıkışı, halkın bu beklentisine cevap niteliği taşıdığı için o basit mısralar bir anda yurt sathında yankılanmıştı.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız, 20. asra girerken Osmanlı Devleti’nin yaşadığı sıkıntılarla, 21. yüzyıl başlarında Türkiye Cumhuriyeti olarak karşı karşıya olduğumuz sorunlar arasındaki benzerlik bilmem dikkatinizi çekti mi?.. O gün aydınlarımız  “Osmanlılık” peşindeydi, bugün de  “Türkiyelilik” revaçta… O gün de azınlıklara hak vermekle meşguldük, bugün de… O gün yakıp yıkanlar bugün de yakıp yıkıyorlar… Tanzimat’la başlayan bu süreç sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünüp parçalandığını biliyoruz. Bugün aynı süreci yaşadığımıza göre biz de o tarafa doğru mu gidiyoruz acaba?.. Neyse, anlayana sivrisinek saz…
Mehmet Emin’in şu mısraları da bugün hafızalardaki tazeliğini korumaktadır:
“Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et//Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet//Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”
Bence bu dizeler günümüzde şöyle okunmalıdır:  “Bugünkü gidişat karşısında vatanseverler, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi susarlar ve doğruları haykırmazlarsa yarın şikâyet etmeye hakları kalmaz. Zira sükût ikrardan sayılır.”
Maalesef tarih hep tekerrür ediyor. Dileriz sadece tarih tekerrür etmez; Mehmet Emin, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin, Mustafa Kemal gibi tarihî şahsiyetler de tekerrür eder. Aksi halde geleceğimiz karanlıktır.
Bu vesile ile ölümünün 67. yıl dönümünde Mehmet Emin Yurdakul’u rahmetle anıyoruz…
Ahmet Sevgi – Yeniçağ

Alıntı kaynak: http://www.altayli.net/ben-bir-turkum-dinim-cinsim-uludur.html

🎞️ I am not Turkish but 🇹🇷 ( Ben Türk değilim ama..) akımından... 🇹🇷Türkçe sözlü şarkılar

“Türk değilim ama…” akımı büyük ilgi görüyor -  Son zamanlarda sosyal medyada "I am not Turkish but" yani "Türk değilim ama...