20200110

✍️ Hürriyet Mücadelesinin Şanlı Ocağı İttihat ve Terakki - Berat Karaaslan

Enver Paşa’nın ölüm haberi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine, Enver Paşa hakkındaki fikirleri sorulduğu zaman şu cevabı vermiştir:

GÜNEŞTEN GURUBA YOLCULUK-1
HÜRRİYET MÜCADELESİ’NİN ŞANLI OCAĞI İTTİHAT VE TERAKKİ

Enver Paşa’nın ölüm haberi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine, Enver Paşa hakkındaki fikirleri sorulduğu zaman şu cevabı vermiştir:
“Enver bir güneş gibi doğmuş bir gurub ihtişamıyla batmıştır. Arasını tarihe bırakalım”
Bu yazı dizimizde, Türk Devrimi sürecinin kilometre taşlarından biri olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, dünüyle bugünüyle inceleyeceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Enver Paşa hakkında yukarıdaki ifadesi, aslında Enver Paşa’dan ziyade bütün bir İttihat Terakki Cemiyeti için de söylenebilir. Bu açıdan yazı dizimizin ana başlığını bu şekilde belirledik.

O halde şimdi Güneş ve Gurub arasındaki şanlı tarihi incelemeye başlayalım.

Ülkemizin değişmez ve bir o kadar da bilgi kirliliği, barındıran tartışmalarının başında gelir, Tarih tartışmaları... Tarihi, ezen ve ezilen mücadelesi olarak okuduğumuzda ve mühim dönemeçlerin, bu sınıfsal mücadelenin kriz anları olduğu farkedildiğinde, ülkemizin mühim tartışmasından birinin de Milli Mücadele dönemi olduğu açık bir gerçekliktir.

Sınıfsal açıdan milli mücadele, değişen dünya ekonomik sistemine gerici, feodal kalıntıları sebebiyle ayak uyduramayan, kapitalistleşen batı karşısında kavrulan Osmanlı ekonomisinin, siyasi ve askeri alanları da etkileyen gerilemesi karşısında, feodalizmi yıkacak olan milli demokratik devrimini, kökü 1908’e uzanan bir vatan mücadelesi içerisinde verişidir. Bu uzun ve anlaşılması belki zor olacak tanımı şöyle açalım.

Marx, toplumların devrimci gelişim süreçlerini Feodalizm, Kapitalizm ve Sosyalizm olarak koyar ve gelişen toplumlarda gerici feodalizmi yıkacak unsurun emekçiler ve o günün devrimcisi lakin sonradan gericileşecek burjuvalar olduğunu söyler.1 Bu anlamıyla aşamalı bir devrim tanımlaması yapar. Bu aşamalı devrimin ilk ayağını ise var olan sınıf çelişkilerinden ortaya çıkacağını söyler. Teorik olarak haklı olan Marx’ı tarihin pratikte yanılttığı yön de buradadır. Devrimci süreci Avrupa’dan bekleyen Marx’ın aksine devrim, aslında kapitalistleşmenin tam olarak oluşmadığı hala feodalizmin hüküm sürdüğü bölgelerde Asya ülkelerinde gerçekleşmiştir. Bu ülkelerin yaşadığı devrimci süreçlerde başat unsur, var olan sınıf çelişkisinden değil iki temelden ilerlemiştir. Bunların birincisi savaş döneminde var olan ekonomik problemler ve bir otorite boşluğu, iç karışıklık diğeri ise savaşın bir sonucu olan işgaldir. Rusya’da bu süreç, çok çok kısaca söylersek, bir iç karışıklık döneminde dostlarından yardım bulamayan Çar rejimin yıkılması ile gerçekleşmiştir. Osmanlı’da ise yarı sömürge haline gelmiş devlet sisteminin emperyalist ülkeler tarafından resmen işgal edilmesi sonucu gerçekleşen bir vatan savaşı ile gerçekleşmiştir. 1908 devrimi için ise Sosyalist Açıdan Jöntürk Hareketi kitabında Petrosyan şöyler der: "...Emperyalizme karşı ilk karşı çıkış ve bağımsız bir ülke için ilk siyasi manifesto..."2 Bu açıdan Türk Devrimini iki sac ayağında ilerleyen bir süreç olarak görüyoruz. 1908’de yarım kalmış bir zafer 1923 tam bir Cumhuriyet devrimi...

Teorik tartışmalara fazla gömülmeden bu yazı dizisine başlayalım.

İlk Zamanlar

Osmanlı aydınlanmasının lider isimlerinin başında Ahmet Rıza Bey gelmektedir. Yeni Osmanlılar hareketinin tasfiye edilmesinden sonra Paris’e gitmiş ve 1889 tarihinde askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan Osmanlı Birliği ile temas etmişti. Ahmet Rıza pozitivist felsefenin güçlü etkisi altında bulunuyordu. Pozitivistlerin parolası olan Düzen ve İlerleme kavramlarını cemiyet’in ismine verecek kadar bu fikri benimsemişti. Tarık Zafer Tunaya, pozitivizmin ilk etkisinin örgütün adının İttihat ve Terakki’ye dönüştürülmesi olduğunu belirtir. Ahmet Rıza önderliğinde devam eden mücadele çok kısa zaman sonra temelden bir ayrılık yaşayacak ve örgüt ikiye bölünecekti. 1902 tarihinde toplanan ilk Jöntürk Kongresi aynı zamanda bir bölünme kongresi hükmü taşıyordu. Kongrede iki görüş belirginleşti. Bir yanda Sultan Abdülhamit’in yeğeni, iyi eğitim görmüş ve Frederic Le Play etkisi altında kalmış Prens Mehmet Sabahattin’in liderliğinde silahlı mücadeleye başlanması, devlet sisteminde adem-i merkeziyetçi bir çizgiye gelinmesi ve gerçekleştirilecek devrimde dış ülkelerden yardım alınmasını savunurken diğer yanda Ahmet Rıza’nın liderliğinde silahlı mukavemet şartları oluşmadığını, İmparatorluğun tüm uyruklarına eşit haklar sağlayacak anayasal monarşi koşullarında sıkı bir merkezi yönetimin şart olduğunu ve dış ülkelerden destekli yapılacak devrimin ilkesel olarak kabul edilir olmadığını savunan bir grup vardı.

Kongre katılımcılarının bölünmesi, bu bölünmeden sonra iki ayrı örgütün oluşmasına yol açtı. Ahmet Rıza grubu Terakki ve İttihat Cemiyet’ini kurdu. Prens Sabahattin ise Teşebbüs-ü Şahsi ve Ademi-i Merkeziyet Cemiyet’ini örgütledi. Terakki ve İttihat grubu merkeziyetçilikten yana olan ve yabancı müdahalesine karşı herkesi birleştirdi. İkinci Jöntürk Kongresinin yapılacağı 1907 tarihine kadar faaliyetlerine Paris’te devam eden bu örgüt 1907’de yapılan kongreden Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşerek tekrardan adını İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirdi. İkinci Jöntürk Kongresinde ise muhalif örgütler silahlı mukavemet için anlaşmışlardı. Ancak ayaklanmanın tarihini ve şeklini belirleyen etmen 1907 kongresi değil 1908 yılında Makedonya’da gerçekleşen olaylardı.

Meşrutiyet Günleri

Manastır’da, Ohri’de ve Rumeli’nin çeşitli vilayetlerinde birlikleri ile beraber ilan-ı hürriyet için dağlara çıkan İttihatçı subayların durumunu öğrenmek ve isyanı bastırarak bölgeyi kontrol altına almak için Yıldız Sarayından tam yetki ile görevlendirilen Şemsi Paşa’nın Manastır telgrafhanesi önünde Mülazım Atıf (Kamçıl) tarafından Temmuz 1908’de öldürülmesi üzerine, Hıfzı Paşa saraya sadece beş kelimelik bir telgraf çekiyordu.

“Manastır’da kulunuzdan gayrı herkes ittihatçıdır”3

Çok değil aynı ayın 23’üncü günü tüm Makedonya vilayetlerinden Saray’a yağan telgraflarda Meşrutiyetin ilan edildiği yönünde haberler alınmakta idi. Ertesi gün bizzat Sultan Abdülhamid’in İlan-ı Hürriyet iradını duyurmasını sağlayan telgrafı Selanik’ten Binbaşı rütbesinde adı Enver olan bir zat çekecekti.

“Hastayı tedavi ettik. Bulgar vatandaşlarımız bizimledir. Beyhude kan dökülmemek için muhik olan matlabımızın is’afına tavassut buyurunuz”4

İşte bu tarihten sonra Osmanlı devletinin kaderine de talihine de hükmedecek yegane güruh vardı: İttihat ve Terakki Cemiyeti.

Denetleme Dönemi

Cemiyet, meşrutiyetin ilanından sonra iktidarı tek başına ele almadı. Bunun için yeterli deneyime sahip kadroları yoktu. İttihat Terakki bir grup vatansever, cesur, namuslu ama genç, ama tecrübesiz öncüden oluşuyordu. Büyük çoğunluğu subay ve yaşları en fazla 30 olan bu genç kuşak, o günden sonra memlekete kazandırdıkları meşrutiyeti koruyacak, yaşanan olumsuzluklara karşı bir denetleme mekanizması işlevi görecekti. Bu sebeple ilk dönemlerde korkulan, çekinilen İttihat Terakki mensupları çok kısa zaman sonra muhalifler tarafından aslında korkulacak bir hali olmayan bir grup olarak anılacak ve eski devrin kurt siyasetçileri tekrardan inisiyatifi ellerine geçirme çabasına girişeceklerdi. Bunun en açık örneğini Kıbrıslı Kamil Paşa tecrübesinde görüyoruz. Kabinesi döneminde, ısrarla İngilizlerle arayı iyi tutma heveslisi olan, düvel-i muazzamayı karşıya almamak için eskinin zafiyet gösteren politikalarını devam ettiren bir tutum izledi. Bunun karşısında fırkalaşma döneminde aksaklıklar gösteren Cemiyet, hürriyet mücadelesini anlayamamış ve güçlünün yanında olup o günün koşullarında bir köşe kapmak derdine düşen insanları mebus yaptığından kritik dönemeçlerde, mecliste çoğunluğu kaybedecek ve Abdülhamit kışkırtması sonucu çıkacak gerici isyan da hareket ordusu gelene kadar sürece müdahale edemeyecekti.

Volkan gazetesi öncülüğünde meclisin basıldığı, bir sürü mektepli subayın katledildiği gerici isyan dönemine bu koşullarda gidildi. İstanbul’da saltanat sevdalılarının bu pervasız saldırıları Rumeli’de olağanüstü bir tepki ile karşılanıyordu. İstanbul o günlerde İttihatçılar için güvenli değildi. Meşrutiyetten önce görüşmeler yapmak için İstanbul’a geldiğinde İstanbul münevverlerinin pısırıklıkları karşısında hayal kırıklığına uğrayan Talât Paşa, meşrutiyetten sonra bile Cemiyet merkezini İstanbul’da değil Selanik’te tutmaya devam edecekti.5 İktidarı almak kolay olmayacaktı.

1889 yılında mekteb-i tıbbiye öğrencileri tarafından kurulmuş ve içerisinde bütün Abdülhamid karşıtlarını barındıran bu örgüt 1908 yılında Meşrutiyeti ilan ettirerek 1913’e kadar denetleyici olacak ve 1913 yılında Edirne meselesi üzerine meşhur Bab-ı Ali baskını ile tam iktidar dönemine başlayacaktı. Kendisini Osmanlı Devletinin modernleşmesi mücadelesinde başat unsur haline getiren İttihatçılar, iktidar dönemlerinde I. Cihan harbine girecekler ve mağlubiyetin ardından 10 Sene önce Kahraman-ı Hürriyet, Hazret-i Şehriyari olarak anılan isimler 1 Kasım 1918 akşamı, geri gelmek ve adil koşullarda yargılanmak sözü vererek sessizce bir Alman torpidosuyla ülkeden ayrılacaklardı. İttihat Terakki ise resmen tarihe karışacak ve yerine yeni örgütler ve yapılar kurulacaktı.

Üzerine düzinelerce kitaplar yazılan bir dönemi anlatmaya niyetlendiğimiz bu yazılarımızın girişini burada noktalayalım. Bir sonraki yazı da İttihat Terakki’nin 1. Dünya harbinde, tarih karşısında karşılaştığı ve itham edildiği konular üzerinden tam iktidar dönemini inceleyeceğiz.

Berat Karaaslan
TGB İstanbul Üniversitesi Birim Örgüt Yöneticisi

KAYNAKÇA

1)Karl Mar-Friedrich Engels, Komünist Part Manifestosu, İleri Yayınları, 2017
2)Yuriy Aşatoviç Petrosyan, Sosyalist Açıdan Jöntürk Hareketi, Yordam Yayınları, 2015
3))Murat Bardakçı, Enver, İş Bankası Yayınları, 2018
4) Murat Bardakçı, Enver, İş Bankası Yayınları, 2018
5) Tevfik Çavdar, Talât Paşa, İmge Yayınları, 2017

Alıntı/Kaynak: https://tgb.gen.tr/serbest-kursu/hurriyet-mucadelesinin-sanli-ocagi-ittihat-ve-terakki-29213