20210327

10 kıtalık İstiklal Marşı!


10 kıtalık İstiklal Marşı!

12 Mart 1921 tarihinde Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen İstiklâl Marşı... Mehmet Akif Ersoy'un kaleme aldığı 10 kıtalık İstiklal Marşı...

İstiklâl Marşı, Anadolu'da Millî Mücadele'nin devam ettiği sırada Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınmış şiirdir. Şairin Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk'a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirir. Şiir, 12 Mart 1921'de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir. 
Bestesi Osman Zeki Üngör'e aittir. 
Orkestrasyonu Edgar Manas tarafından yapılmıştır.

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy



20210325

İstanbul filmi - drone çekimiyle

 



 

20210319

''Türk'ün bayramı, Ergenekon destanımızın 4658. yılı kutlu olsun!''


''Türk'ün bayramı, Ergenekon destanımızın 4658. yılı kutlu olsun! 
Taş kırılır, tunç erir ama Türklük ebedidir!''


Alıntı: ϜϓſϞ 
Türkiye Bayrağı
 
Azerbaycan Bayrağı
@ulayoezer



Hürriyet Devrimi önderlerinden Talat Paşa’nın şehit edilişinin 100. yılı...




Bir Talat gider; bin Talat yetişir!

Bir Talat gider; bin Talat yetişir!

15 Mart 2021page1image47171648

İttihatçıların Sadrazamı Talat Paşa'nın şehit edilişinin bu yıl 100. yıldönümü.

Talat Paşa, 15 Mart 1921 günü Berlin'de İngiliz gizli servisinin kiralık adamı Ermeni militan Tehlirian tarafından tabancayla vurularak katledildi. Davası da uyduruk bir mahkeme süreciyle kapatıldı. Talat Paşa, fedai kuşağı devrimcilerinin teşkilatçı lideriydi.

Türk devrimine büyük hizmetlerde bulundu. Emperyalizme karşı büyük saldırıyı göğüsledi. Osmanlı'nın paylaşılmasını gördükleri için, önce güçlü bir ordu yarattılar. Bunun kurmayı Enver Paşa'ydı. Çanakkale Zaferi onların eseriydi. Dünya Savaşı'nı uzatarak Çarlık Rusya'sının çökmesini ve Bolşevik Devrimi'nin gelmesini hızlandırdılar. "Güneş batmaz" denilen İngiliz emperyalizmine kök söktürdüler. Büyük darbe vurdular ve hızla çöküşe sürüklediler...

Kapitülasyonların kaldırılması, milli ekonomiye geçiş, çağdaş kurumların ilk nüvesinin oluşması, halkçılık ve köycülük; kadın hakları, eğitimin yaygınlaştırılması, laikliğin ilk uygulamaları, basın hürriyeti ve sosyal hayatın canlanması yine onların eseriydi.

KAHPE KURŞUNLARA HEDEF OLDULAR

Talat Paşa fedai vatansever kuşağın öncüsüydü. Büyük bir teşkilat kurarak, gelmekte olan felakete karşı set oldular. Cumhuriyet Devrimi'nin yolunu açtılar. Tarihe Jön Türkler namını onlar hediye etti.

"İnkılâbın büyük teşkilatçısı” ... Bu tanımlama Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Talât Paşa’nın şehit edildiği haberi geldiği zaman, Atatürk gözyaşlarını tutamıyor ve “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti” diyor.

Talât Paşa, Cumhuriyet ve sonrasına kadar uzanan siyasal gelişmelerin kaynağında bulunan anahtar kişidir. O ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, bugünün Türkiye’sinin temellerini atanlardır. Bu inkâr edilemez” Talât Paşa kitabının yazarı Tevfik Çavdar onu, “bir örgüt ustası” olarak adlandırıyor. Kitapta pek çok durumdan hareketle Paşanın bu alandaki ustalığı anlatılıyor. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın, Hatırat-ı Niyazi kitabında yer alan Talât Paşa değerlendirmesi kısa ve öz: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bütün işleri hemen hemen Talât Bey’in tertibiyle Merkez-i Umumi tarafından karar altına alınmıştır.

HEDEFİNDE İKTİDAR OLAN BİR ÖRGÜT

Nasıl bir örgüt? Bu önemli sorunun yanıtını Atatürk veriyor: “İnkılâp” yapacak bir örgüt. Siyasal iktidara ulaşmak ve bu iktidarı sürdürmek için dayanılacak bir siyasal örgütün varlığı Talât Paşa’nın tüm mücadelesinin odağında yer alıyor. O, her durumda önceliği örgütüne veriyor.

“Cemiyet-i Mukaddese” yani kutsal dernek; Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde halk arasında İttihat ve Terakki’ye verilen addır bu. Anlaşılan kitleler kendisine özgürlüğü kazandıran örgüte, kutsallaştırılmış bir nitelemeyle teşekkür ediyor.

23 Temmuz 1908’e yani Meşrutiyetin ilanına kadar sınırlı bir grubun bildiği İttihat ve Terakki, bir anda yurt düzeyinde yaygın ve onurlu bir yeri olan örgüt konumuna yükseliyor. Daha sonraki yıllarda örgüte verilen diğer bir ad: “Cemiyet-i Hafiye” yani gizli dernektir. “Bir yanda cemiyetin görünen düşünsel yapısı vardır, bir yanda da önce “Fedailer” olarak bilinen sonra iktidardayken “Teşkilat-ı Mahsusa” adını alan gizli silahlı grup... Bu örgüt halktan insanların katılımıyla milis gücü oluşturur. Teşkilat-ı Mahsusa kurtuluş Savaşında, düzenli ordu kurulmadan önce de bu amaçla çalışmalar yapacaktır. Cemiyet legal olduğu zaman, bu örgütün gizliliği korunur. Talât Paşa, 1 Kasım 1918 günü gece yarısı yurtdışına çıkarken örgüte: “Enver dönemi bitti. Bundan böyle Mustafa Kemal’in emrindesiniz” talimatını verir.

KİŞİLİĞİ VE DÜŞÜNCE YAPISI

Cemiyet’in Merkez-i Umumi üyeleri gizli çalışma nedeniyle açıklanmadığı için 1908’in sonbaharında, Talât Paşa İstanbul için yeni ve bilinmeyen bir isimdir. Meclisi Mebusan’da, ilk Meclis reisleri seçileceği gün Mektebi Hukuk’ta “İlmi-i Servet” (ekonomi) hocası olan Cavit Bey, H. Cahit Yalçın’a “Talât’a oy ver” der. “Kim Talât” sorusuna, Cavit Bey’in verdiği yanıt: “Bizim Talât” olur. H. Cahit Yalçın, bu sözden hareketle şunları yazıyor: “İşte bu ‘bizim Talât’ yavaş yavaş sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlılıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu”

https://www.haber2021.com/bir-talat-gider-bin-talat-yetisir

20210315

Türkiye Tarım Ürünün Üretim haritaları

 


Cumhuriyetin ilanı döneminde ninesi elleriyle işledi! Gözü gibi bakıyor

 

Bolu'da yaşayan Erdal Ekim, ninesinin cumhuriyetin ilanı döneminde yaptığı Türk bayrağını iş yerinde sergiliyor.

AA
12 Mart 2021 

Bayrağı muhafaza edildiği sandıktan çıkaran Ekim, çerçevelettirdiği Türk bayrağını iş yerinin en güzel köşesine yerleştirdi.

Ekim, iş yerine gelenlerin hatıra fotoğrafı çektirdiği el yapımı bayrağa gözü gibi bakıyor.

Erdal Ekim, AA muhabirine, Türk bayrağının rengini şehitlerin kanından, ilhamını da kan gölüne yansıyan ay ve yıldızdan aldığını belirterek, "Cumhuriyet ilan edildiğinde kullanılan bu bayrak, ninem tarafından yapılmış. O tarihte bayrak olmadığı için kırmızı ve beyaz bez parçasından makasla oyularak yapılmış." dedi.

İş yerine gelenlerin bayrağı ve tarihini merak ettiklerini dile getiren Ekim, "Gelenlere önce bayrağın nasıl yapıldığını, hem kendim hem de bu ülke için önemini anlatıyorum. Zaman zaman almak isteyenler oluyor. Bir müşterime bayrağı anlattığımda çok duygulandı. Gözlerinden yaş aktığını gördüm. Benden almak istedi. Ben de 'Bayrağı anca burada görürsünüz fakat veremem.' dedim." diye konuştu.

Ekim, ninesinden yadigar bayrağı özenle korumaya devam edeceğini sözlerine ekledi.

 

Alıntı/Kaynak: https://www.star.com.tr/kultur-sanat/cumhuriyetin-ilani-doneminde-ninesi-elleriyle-isledi-gozu-gibi-bakiyor-haber-1615841/

20210312

İstiklal Marşı’mız...




Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Kara Harp Okulu'na Girişinin ve Harbiyeli Oluşunun 122'nci Yıl Dönümü

Ebedi ve Tek Önderimiz , Başkomutanımız Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Kara Harp Okulu'na Girişinin ve Harbiyeli Oluşunun 122'nci Yıl Dönümü Kutlu Olsun.

Bağımsızlık sembolümüz İstiklal Marşı’nın Kabulünün 100. yaşı Türk milletine kutlu olsun

 




İstiklal Marşının kabul tarihi 12 Mart 1921′dir.

Marşın kabul edilme sürecine kısaca şöyle özetlenebilir: Osmanlı Devleti, bir milli marşa sahip değildi. 

Ancak Birinci Dünya Savaşı sonucunda Anadolu’nun işgal altında bulunduğu günlerde, halkın heyecanını sürekli tutmak ve vatan millet sevgisini vurgulamak için bir milli marş yazılması fikri ortaya atıldı. 

Bu fikir, diğer ülkelerin marşları olduğu ve bu nedenle Türk milletinin de bir marşı olması gerektiği düşüncesiyle de destek buldu. 

Bunun üzerine “memleketin ve milletin genel durumu” nu yansıtacak bir milli marş belirlenmesi için Milli Eğitim Bakanlığınca ödüllü bir yarışma düzenlendi.

Ödül 500 liraydı.

Yarışmaya katılanlardan istenen, Kurtuluş Savaşının anlamını ve milletin bağımsızlık isteğini dile getirecek bir marş yazmalarıydı. 

Yarışmaya 724 şiir katıldı. 

Ancak hiçbir şiir milli duyguları ifade etmek için yeterli bulunmamıştı.

Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver), yakın arkadaşı ve dönemin ünlü şairi, Burdur milletvekili Mehmet Akif Ersoy’dan İstiklal Marşı’nı yazması için mektup aracılığıyla özel bir talepte bulundu. 

Çünkü Hamdullah Suphi Bey’e göre böyle bir şiiri ancak Mehmet Akif yazabilirdi. Akif’in Çanakkale Savaşı‘nda hayatını kaybeden Çanakkale Şehitlerine yazdığı şiir, bunun en net göstergesiydi. 

Mehmet Akif, böylesi bir marşı para için yazmayı kabul etmediğinden söz konusu yarışmaya katılmamıştı. 

Ona göre böyle bir hizmete maddi bedel karıştırılmamalıydı.

Nihayetinde Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif’in çekincelerini gidermeyi başardı ve onu bir şiir yazmak konusunda ikna etti. 

Mehmet Akif’in “kahraman ordumuza” ithafıyla başlayan şiiri, Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda yani İkinci İnönü Savaşının hemen öncesinde, oy çokluğuyla milli marş olarak kabul edildi. 

41 mısra ve 10 kıtadan oluşan İstiklal Marşı;
  • bağımsızlık, 
  • savaş, 
  • medeniyet, 
  • inanç, 
  • maneviyat, 
  • cesaret, 
  • kahramanlık 
  • ve umut 
gibi temalar üzerine örülmüştü.

Mehmet Akif o gün kendisini tebrik edenlere “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın” diyerek cevap verecekti. 

Ayrıca marşın tamamen Türk milletine ait olduğununu düşünen Mehmet Akif, tüm şiirlerini topladığı Safahat adlı eserinde, İstiklal Marşına yer vermemişti. 

İstiklal Marşının ilk bestesi, Ali Rıfat Çağatay’a ait olan ve 12 Mart 1924’te kabul edilen besteydi. 

Günümüzde kullanılmakta olan beste ise, 1930 yılında, dönemin Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör tarafından yapıldı. 


Alıntı/Kaynak: https://tarihibilgi.org/istiklal-marsi/



20210311

Osmanlı Devleti'nin borçları

 

Yıl: 1828–1829

Osmanlı tahtında Sultan 2.Mahmut oturuyor.
Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.
Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok buğday yok!
Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschilde başvurur

Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.
Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.

2. Yıl: 1834

Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.
Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi karalaştırılmıştır.
Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.
Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.

3. Yıl: 1853–1856

Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Kırım Savaşı sürmektedir.
Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.
Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild aracı olur,

Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.

4. Yıl: 1855

Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.

Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.
Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.
Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.
Rothschild bu teminatlarla yetinmez.

Çünkü Osmanlı devleti, buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.
İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.
Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.

5. Yıl: 1891

Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazinede para yoktur.
Bir kez daha Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.

6. Yıl: 1894
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdulhamit oturmaktadır ve kasa tam takırdır. Rorhchild yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir. Borcun ödeme süresi 61 yıldır. Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar

Tarih: 1.11.1922

T.B.M.M Osmanlı saltanatına son verdi, 17.11.1922 son Padişah Vahdettin İngiliz savaş gemisiyle kaçtı.

Tarih: 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması imzalandı.

Genç Türk devleti, Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.
Bu borçlar arasında Rorhschild’den alınmış borçlar da vardı. Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rorhschild’den alınmış olan borçlar Ailesi’ne ödendi.

Değerli Dostlar,
Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlı’nın borçlarını hesapladı. 2013 yılının kurlarına göre, Osmanlı devletinin toplam borcu 500 MİLYAR DOLAR tutuyordu.
Bu borcu, büyük devrimci Atatürk’ün önderliğinde “Yeniden Doğan” Türk milleti ödedi.
...
...

Alıntı/Kaynak: DORYLAİON ESKİŞEHİR sayfası

20210308

13 Kasım 1918'de Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa Garı'nda: "EMİR GEÇİR"

"EMİR GEÇİR"

13 Kasım 1918'de Mustafa Kemal Paşa,  Haydarpaşa Garı'nda trenden iner.

Tren ve peron cepheden gelen subay ve askerlerle doludur.

Osmanlı teslim olmuş ordular dağıtılmış, Komutanlar Istanbula çağrılmıştır.

Mustafa Kemal'i tanıyan ve trenden inişini izleyen bir çavuş, gür bir sesle perondaki askerlere komut verir:

-Dikkaaat, gelen Mustafa Kemal Paşa'dır, selaamduurr!

Tüyler ürperten bir an yaşanır.

Haydarpaşa Garı'ndaki tüm subay ve askerler bir anda yerinde çakılır, hazır ola geçip askerce selam verirler.

Mustafa Kemal Paşa, yavaş adımlarla çavuşun karşısına yürür, durur ve sorar:

-Nerede beraberdik?

Cevap çok şey ifade eden tek kelime ile gelir:

-Çanakkale!

Mustafa Kemal çavuşa şöyle der:

-Emir geçir, herkes köyüne memleketine silahı ile gitsin, bir şekilde silahını götürsün.

Emir geçirmek, askeri bir terimdir.

Emrin yüksek sesle değil, yavaşça kulaktan kulağa sessizce tekrarlanması demektir.

Çanakkale'den, yakın siperlerden, cephe günlerinden kalma bir önlemdir.

Çavuş emir geçirir, peron bir anda boşalır.

Yüzlerce asker silahı ile birlikte ortadan kaybolur, memleketine doğru yola koyulur.

Mondros Teslimiyet Anlaşması'nın öngördüğü, Türk Ordusu'nun tüm silahları teslim etmesi şartının aksine Mustafa Kemal daha İstanbul'a indiği ilk anda ilk emrini vermiştir;

-Silahları vermeyin!

Çünkü yarın her bir silah milli mücadelede lazım olacaktır.

Mustafa Kemal, İstanbul'a adımını atar atmaz, Milli Mücadele ruhunu da geldiği trenden adeta Haydarpaşa Gar'ındaki her bir neferin kalbine, şah damarına mühürlemiştir.

Kaynak: Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyet'e.

20210305

Türkiye Cumhuriyeti 1930 ve 1970 yıllarında basılan paraları


Üstteki setin arka planı.



 

Bakü Fatihi Nuri Paşa'nın ölümünün 72. yılı

Bakü Fatihi Nuri Paşa'nın ölümünün 72. yılı

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'yü 15 Eylül 1918'de Ermeni çeteleri ve Bolşevik birliklerinden kurtaran Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa'nın vefatının üzerinden 72 yıl geçti. 
( Kemal Delikmen - Anadolu Ajansı ) 02.03.2021



Şark Kartalı Selahaddin Eyyubi Selahaddin Eyyubi

Şark Kartalı Selahaddin Eyyubi

Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü 88 yıllık Haçlı işgalinden kurtararak İslam dünyasının en önemli kahramanlarından birisi haline geldi.



Türk Hikayeciliği'nin Öncü İsmi Ömer Seyfettin

 


20210302

✍️ 📰Kemalist Devrim’in sınıfsal karakteri - Uğurcan Yardımoğlu

 

Kemalist Devrim’in sınıfsal karakteri

UĞURCAN YARDIMOĞLU

Özgürlük Meydanı•
01 Mart 2020

Güncel ve tarihsel önemi ve önümüze koyacağı görevler bakımından Kemalizm’in sınıfsal karakteri tartışmasının yakın zamanda bitmesi mümkün görünmüyor. Tartışmanın derinleşmesine ve fikirlerin olgunlaşmasına katkıda bulunmak ise Türk vatanseverleri ve devrimcileri açısından teorik bir görev...

Teori Dergisi şubat ayında başlattığı Kemalist Devrim’in sınıfsal karakteri tartışmasını mart sayısında da sürdürüyor. Kemalist Devrim, bir burjuva devrimi miydi? Yoksa emekçilerin önderliğinde gerçekleşen bir Milli Demokratik Devrim mi? Devrimin liderlerinin sınıfsal analizini yapan Yıldırım Koç, bu devrime sivil-asker, memur kesiminin önderlik ettiğini ve memurların esas olarak emekçi sınıflardan sayılması gerektiğini söyleyerek, devrime burjuvazinin önderlik ettiği tezine karşı bir tez geliştirdi. Bu teze ek olarak Sovyet yöneticilerinin ve Komintern’in Kemalizm’e yönelik olumsuz değerlendirmelerinin altını çizdi. Koç’a göre, Sovyetlerin Kemalizm’in sınıfsal karakterine yönelik ‘yanlış’ tespitleri Türkiye solu içerisinde de bu devrimin burjuva devrimi olarak değerlendirilmesine yol açtı. Bugün bu yanlışı düzeltmenin tarihsel önemine dikkat çeken Koç, Kemalist Devrim’in doğru değerlendirilmesinin güncel görevleri belirlediğini de ifade etmişti. Şubat ayında bu konuda bir de çalıştay düzenleyen Teori Dergisi, bu tartışmanın güncel ve tarihsel öneminden hareketle mart sayısında da tartışmayı derinleştirdi. İlk olarak Doğan Avcıoğlu’nun Tevfik Rüştü Aras’la “Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Anlatıyor” başlığıyla yaptığı ve Yön Dergisi'nin 30 Ekim 1964 tarihli sayısında yayımlanan söyleşiye yer veren Teori Dergisi, Kemalist Devrim liderlerinin sosyalizme bakışına ilişkin önemli bir örneği gözler önüne sermiş oluyor.

BURJUVAZİYİ SANAYİYE YAKLAŞTIRMAYAN SİSTEM

Teori Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Kuntay Gücüm, bu sayıda Yıldırım Koç’un tezlerine destek vererek onu geliştiriyor. Türkiye’de 20’li yılların ticaret burjuvazisinin oldukça güçlü olduğunu belirten Gücüm, bunların İzmir İktisat Kongresi’ndeki etkilerini açıklıyor. Buna karşın Kemalizm’in burjuvaziye yönelik tavrının hiç de olumlu olmadığını örnekleriyle ortaya koyuyor. Kemalist önderliğin, ticaret burjuvazisini sanayi alanına yaklaştırmadığını, aksine güç kazanmasını engellediğini de belirtiyor. Dolayısıyla planlı kalkınmanın, özel sermayenin kontrolünün sıkı bir şekilde uygulandığını söyleyerek, Kemalist Devrim’in devlet sosyalizmi olduğunu savunuyor. Ayrıca Kemalizm’den geri dönüşün başladığı yıllarda, sanayi alanına girmek isteyen ticaret burjuvazisinin Kemalist yönetime dönük ‘vasilik rejimi’ eleştirisini de yazısına ekleyerek savını güçlendiriyor.

TARTIŞMALARIN DÖRT DÖNEMİ

Arslan Kılıç, ‘Yeni olan tartışmada ‘yeni’ ne var?’ sorusunu yazısının başlığına çıkararak okuru, Türkiye Sol Hareketi’nin tarihine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuğun rotası, bilimsel sosyalistlerin Kemalist Devrim değerlendirmeleri... Türkiye sosyalist hareketini dört döneme ayıran Kılıç, ilk dönemde Şefik Hüsnü ve arkadaşlarının liderliğindeki TKP’nin değerlendirmelerini ve 1938 yılındaki kapsamlı özeleştiriyi ele alıyor. İkinci dönemde 60’lı yıllarda yükselen gençlik ve emekçi hareketleriyle paralel olarak sol çevrelerde yürütülen ‘Kemalizm’ tartışmalarına değinerek esas olarak bugünkü olgunluğuna yakın sonuçlara ulaşan Aydınlık Hareketi’nin tespitlerini öne çıkarıyor. Bu tespitlere göre, Kemalist Devrim’in bir burjuva devrimi olduğu ancak yalnızca ülkesindeki feodal unsurlarla mücadele görevine değil emperyalizme karşı milli kurtuluş görevine de odaklandığı için 18. ve 19. yüzyılın burjuva devrimlerine benzemeyen bir yapıya sahip olduğunu ileri sürüyor. Halkçı-devletçi yönü güçlü olan bu devrim en nihayetinde ona önderlik edenlerin niyetlerinden ve sol tavırlarından bağımsız olarak geliştiğini ve ülkeyi sosyalizme değil kapitalist gelişmeye götürüyor. Dolayısıyla Kılıç, Kemalist Devrim liderliğini, sınıf dışı ‘sivil-asker aydın zümre’ gibi değerlendirmelerle ele almanın doğru olmadığını belirtiyor. Ancak bir devrimin burjuva niteliğe sahip olmasının kötü bir şey olmadığının da altını çiziyor. Burjuvazinin ilerici barutunun henüz tükenmediği yıllara işaret eden bu değerlendirmenin burjuvazinin günümüzdeki konumunu bağlamadığını da belirtmek gerekiyor. Türkiye burjuvazisinin bugüne ilişkin konumunun farklı ele alınması ise kaçınılmaz görünüyor.

DEVLET SOSYALİZMİ Mİ DEVLET KAPİTALİZMİ Mİ?

A. Cerrahoğlu’nun katkısı ise, Kemalist Devrim öncesinde İttihat ve Terakki’nin teorisyenlerinin ‘devlet sosyalizmi’ kavramını ele alışını tarihsel bir belgeye dayanarak açıklaması... Bu açıklamaya göre, özel girişimi ve özel mülkiyeti esas alan bir toplumsal düzen hedefleyen İttihatçıların ‘devlet sosyalizmi’ devleti tamamlayıcı bir role büründürüyor. Devletin, bizatihi girişimci olarak pazarda

bulunmasının sakıncalarını belirten İttihatçı teorisyen, aslında devlet kapitalizmini tarif etmiş oluyor. Bu yazı da Türk Devrimi’nin Kemalistlerden önce ekonomiye yaklaşımı hakkında fikir verici nitelikte.

Teori Dergisi'nin ‘Tarihimizden Belgeler’ bölümü, Türkiye ile Sovyetler Birliği’nin arasındaki ilişkiyi gözler önüne serecek nitelikte.

SONUÇ YERİNE

Güncel ve tarihsel önemi ve önümüze koyacağı görevler bakımından Kemalizm’in sınıfsal karakteri tartışmasının yakın zamanda bitmesi mümkün görünmüyor. Tarih biliminin yeni araştırmalarla gün yüzüne çıkan belgeler ışığında ve farklı bakış açılarıyla yeniden yorumlanmaya açık bir alan olduğunu da göz önünde tutarsak, insanlığın ve Türkiye’nin yararına olacak bu tartışmanın sürmesi gerekiyor. Tartışmanın derinleşmesine ve fikirlerin olgunlaşmasına katkıda bulunmak ise Türk devrimcileri açısından teorik bir görev.

İnsanlığın devrim mirasının ortak yönleri elbette var.Kemalist Devrim’in dünya devrimleri içerisinde hangi kategori içerisinde yer alması gerektiğini belirlemek onun benzersiz ve özgün yanlarını ortadan kaldırmaz. Devrimin hangi sınıflar tarafından gerçekleştirildiğini anlamak kadar onun hangi sınıfların gelişip serpilmesine yol açan bir pratiği olduğunu belirlemek gerekiyor. Açıkçası Kuntay Gücüm’ün yazısında ele aldığı yöntem ve Ankara Yazı Kurulumuzun (Dökümü bu sayıda yer alıyor.) yürüttüğü tartışmanın rotası doğru görünüyor. Kemalist Devrim’i Sovyetlerle ilişkileri, ya da Türkiye’nin ilk bilimsel sosyalistlerinin değerlendirmeleri ışığında değil, kendi pratiği ve ürettiği ekonomik, politik ve toplumsal ilişkiler bağlamında incelersek onun sınıfsal analizini doğru yapmaya yaklaşmış oluruz.

Tarih, sınıfların mücadelesinden ibarettir. Kimin hangi sınıfla, hangi sınıfların yararına mücadele ettiği onun insanlığın ilerici mirası arasında oturacağı yeri ve bugüne yapacağı katkıyı açıklar. Bu açıdan, Kemalist Devrim’in sınıfsal


karakteri tartışmasına daha fazla katkının yapılması -derginin yer vermekte güçlük çekeceği kadar!- dileğiyle

Alıntı/ Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/kemalist-devrim-in-sinifsal-karakteri-201892-1