20190630

🗣Talat Paşa'nın vatanseverliği

🇹🇷⚓️ Türk ulusunun🛳 Kabotaj Bayramı kutlu olsun!⛴🚢🚤🛥






1 Temmuz 1926 dan itibaren Denizlerimizde Türk bayrağı dalgalanmaya başladı Kabotaj Bayramı kutlu olsun.




1 Temmuz 1926'da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu kapsamında milli bayram ilan edilen Denizcilik ve Kabotaj Bayramı'nın 92'nci yılı, yurt genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanacak. Kabotaj Bayramı, gemi işletmeciliğini desteklemek ve kabotaj hakkının elde edilişini kutlamak için her yıl Temmuz ayında yapılan bayramdır.




KABOTAJ NE DEMEK?

Kabotaj, bir devletin kendi limanlarına deniz ticareti konusunda tanıdığı ayrıcalıktır. Bu ayrıcalıktan yalnızca yurttaşlarının yararlanması, millî ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından, devletler yabancı bandıralı gemilere kabotaj yasağı koyma yoluna gitmişlerdir. Bazı uluslararası sözleşmelerde de kabotaj yasağı koyma yetkisine ilişkin hükümler yer alır.




KABOTAJ BAYRAMI

Ülkemizde, 20 Nisan 1926 Tarihinde kabul edilmiş olan kabotaj Kanunu, 1 Temmuz 1926'da yürürlüğe girmiş ve bu Kanun, “Türkiye Limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri, Türk Vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılır” hükmünü getirerek daha önceden yabancılara açık olan bu faaliyetleri bundan böyle sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yapabileceğini belirtmiştir. Bu nedenle her yıl 1 Temmuz gününü “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutluyoruz.

Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar çerçevesinde yabancı ülke gemilerine tanıdığı kabotaj ayrıcalığı Lozan Barış Antlaşması’yla 1923 yılında kaldırıldı. 20 Nisan 1926 tarihinde de kabul edildi. Kabotaj Kanunu 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girdi. Bu yasaya göre; akarsularda, göllerde, Marmara denizi ile boğazlarda, bütün kara sularında ve bunlar içinde kalan körfez, liman, koy ve benzeri yerlerde, makine, yelken ve kürekle hareket eden araçları bulundurma; bunlarla mal ve yolcu taşıma hakkı Türk yurttaşlarına verildi. Ayrıca; dalgıçlık, kılavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık ve benzeri mesleklerin Türk yurttaşlarınca yerine getirilebileceği belirtildi. Yabancı gemilerin yalnız Türk limanlarıyla yabancı ülkelerin limanları arasında insan ve yük taşıyabileceği kabul edildi.


Alıntı

🗺 🌍 Gagauz Yeri Özerk Bölgesi ve Tarihi



GAGAUZLARIN Türk Dünyası içerisinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Gagauzlar toplam 350 bin kişi ile Balkanlardaki tek Hıristiyan Türk toplumudur. Adları Hıristiyan, soyadları Türkçe'dir.


 



Büyük bir kısmı Moldova toprakları içinde yer alan Gagauz yeri özerk bölgesinde yaşarlar. Gagauz bölgesinin Yüzölçümü 1.850 kilometrekaredir. Komrat, Çadır-Lunga, Vulkaneşti olmak üzere üç büyük kenti vardır. 


Nüfusu yaklaşık olarak 224 bin civarındadır. 29 köyü vardır. Nüfusun çoğu köylerde yaşar. Bu köylerinin kiminin nüfusu 9 bine kadar çıkar. Kentleşme oranı yüzde 40'tır. İdari merkez Komrat'tır. 

Gagauz Özerk bölgesinin resmi dili Gagauzca, Moldovaca ve Rusça'dır. 

Yönetim biçimi başkanlık sistemidir. 17 Aralık 2006 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerde Mihail Formuzal Cumhurbaşkanı olmuştur.

Gagauzlar 1990-1994 yılları arasında özerk bir cumhuriyet iken bağımsızlıklarını koruyamamış, Moldova toprakları içinde "Gagauz Yeri Özerk Bölgesi" olarak adlandırılmıştır. Moldova Anayasası değişmediği sürece Gagauzların kendi kaderlerini tayin hakkı yolu tıkalıdır. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Moldova hükümetine bağlıdırlar. Ancak Moldova anayasasıyla ters düşmeyecek anlaşmalar yapabilirler.

Gagauz Özerk Bölgesi'nin geçim kaynağı genelde tarıma dayanır. Bölgede şarap üretimi geniş yer tutar. 
Üretilen başlıca tarım ürünleri arasında buğday, ay çekirdeği ve ceviz yer alır. Bölgede kısıtlı miktarda Türk yatırımcıların kurdukları fabrikalar bulunur. Bunların başında Yeşim Tekstil gelir. 

Gagauz Yeri Özerk Bölgesi'nde İlkokul, ortaokul ve lise düzeyinde eğitim veren 55 okul bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin maddi yardımlarda bulunduğu Komrat üniversitesi bulunmaktadır. TİKA, Komrat'ta yöredeki en önemli kültür merkezi olan Atatürk Kütüphanesi'ni kurmuştur. Bölgede yaşayan gençlerin büyük bir bölümü yüksek öğrenimlerin Türkiye'de tamamlamaktadırlar. Türkiye'deki üniversitelerden mezun olan Gagauzlar, iş imkanlarının kısıtlı olmasından ve hayat standardının düşük olmasından dolayı ülkelerine geri dönmek istemeyerek Türkiye'de kalmayı tercih etmişlerdir. Türk vatandaşlığına geçerek burada hayatını devam ettiren bir çok Gagauz mevcuttur. Ayrıca Türkiye'de 50 bin kadar Gagauz kadın kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Türkiye'de yaşayan bu geniş Gagauz toplumu şimdiye kadar hiçbir örgütsel yapılanmaya gitme yolunda bir adamı atmamıştır.



GAGAUZYA TARİHİ
Gagauzlar daha önceleri Dobruca başta olmak üzere Balkan yarımadasının çeşitli bölgelerinde yaşarken 18.yüzyıl boyunca kısa aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus savaşlarını takiben, Bulgarların baskısı ve Rusların teşviki ile eski yurtlarını bırakıp Moldova içine göç etmeye başlamışlardır.Bu göçte Moldova Boyarları Gagauzlara bazı hususlarda yardımcı olmuşlardır. Ayrıca bu göçte 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasının da etkili olduğunu unutmamak gerekir.



1770 yılında Moldova'da biri Çadır diğeri de Orak adlı iki köy kuran;işlerine bağlı,dürüst ve cömert Gagauzlar, 1812 yılında yapılan Bükreş Antlaşması sonucu Tatarların Bucaktan çıkarılması üzerine yine Rusların teşviki ve her çorbacıya (aile reisine) toprak verilmesinden dolayı Bucak'a yerleşmiş. 1818'de Çadırlı Gagauzlar Çadır-Lungayı,Oraklı Gagauzlar da Avdarma köyünü kurmuşlardır. 19.yüzyılın başlarında başka bir çok göçmenin yerleşip kurdukları köyler olmuştur.


Yüz yıla yakın Rus ve Romenlerin egemenliğinde yaşayan Gagauzlar 1906 yılını Ocak ayında, milli kültür ve kimliklerini korma amacıyla,Atmaca Pavli oğlu Andre Galatan önderliğinde hem Rus hemde Moldovanlara karşı ayaklanmış, Komrat'ta cumhuriyet ilan etmişlerdir. Ne varki, bu hareket Çarlık Rusyası Askerleri Komrat'a girerek halkı Kilise önünde toplamış,kar üzerine diz çöktürmüş ve çeşitli işkenceler yapmışlar ve bu bağımsızlık hareketini bastırmışlardır. Komrat Cumhuriyeti'nin ömrü iki hafta gibi çok kısa bir süre devam etmiştir.

Gagauzların bir kısmı geçim sıkıntısı nedeniyle 1909 - 1910 yıllarında Orta Asya'ya göç ederek Turgay bölgesine yerleşirken daha sonra bir kısım Gagauz da 1925 yılında yine Orta Asya'ya göçüp Taşkent civarına yerleşmişlerdir. Ruslarla Romenler arasında sık sık el değiştiren Besarabya bölgesi son olarak 10 Şubat 1947 yılında imzalanan Paris Antlaşması neticesinde Rusya'ya bağlanmış, nihayet daha sonra Moldova SS Cumhuriyeti adı ile tarih sahnesinde yerini almıştır.

Moldova SS Cumhuriyeti'nin kurulması,Gagauz topraklarının geliş güzel ikiye bölünmesine sebep olmuş, sonuçta Gagauz nüfusunun %80'i Moldova, %20'si Ukrayna'da kalmıştır. Böylece Bucak bölgesinde yaşayan gagauz halkı da ikiye bölünmüştür.1980'li yıllarda Sovyetler Birliği içinde canlanan milli hareketlilik ortamından yararlanan Gagauzlar 1987 yılında Gagauz Halkı Örgütü adlı bir teşkilat kurmuş,bu hareket 12 Kasım 1990 yılında Gagauz Millet Meclisi oluşturulmuş ve Stefan Topal Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

1994 yılı ortalarında Moldova Cumhuriyeti Gagauzya'nın idari yetkisini Gagauz halkına devretme kararı almış,bu çerçevede hazırlanan Gagauz Yeri'nin özel statüsü üzerine kanun tasarısı 23 aralık 1994 tarihinde kabul edilmiştir.

Söz konusu yasaya göre Gagauzlara Moldova Anayasası'na ters düşmemek kaydıyla çeşitli alanlarda yasa çıkarma hakkı verilmiştir.Yasaya göre Gagauz yeri Başkanı kamu idaresinin en yüksek makamıdır.Gagauz Yeri'nin bütün makamları Başkana bağlıdır. Gagauz Yeri'nin resmi dili Gagauzca, Moldovanca ve Rusça'dır. Gagauz Yeri'nin başkenti ise Komrat'tır. Gagauzlara bu kanunla kendi mukadderatını tayin etme hakkı tanınmıştır. Gagauzlara özel statü tanıyan bu yasaya göre Gagauz Halk Topluşuna (parlomentosu) kültür,bilim,eğitim,belediye hizmetleri, sağlık, bütçe, ekoloji, finans ve ekonomi alanlarında Moldova Anayasasını ters düşmemek kaydıyla kanun yapmaya yetkili kılınmıştır.

5 Mart 1995 tarihinde Özerk Gagauz Yeri Cumhuriyetinin sınırlarını belirlemek üzere yapılan referandum sonucunda 3'ü şehir 29'u köy olmak üzere toplam 31 yerleşim biriminde Gagauz Yeri'ne bağlanma sonucu çıkmıştır.

Gagauz Yeri'nin başkenti Komrat Gagauzya, üç dolaydan(ilçeden) oluşmaktadır.Komrat Dolayı, Çadır-Lunga Dolay, Vulkaneşti Dolayı. Bu ilçelerin idari merkezlerini Gagauz Yeri'nin bu üç kasabası oluşturmaktadır.



COĞRAFYA

Gagauz Yeri yoğun olarak Moldova'nın güneyinde yaşayan ve sayıları 170.000 civarında olan Gagauzların yaşadığı bölgeye denmektedir. Doğusunda Ukrayna, Batısında Romanya bulunmaktadır.

1837,9 kmetrekare yüzölçümüne sahip olan Gagauz Yerin'de 171,500 nüfusun % 82,6'sını Gagauzlar, 
% 5,1'ini Bulgarlar, 
% 4,6'sını Moldovanlar,
% 3.7'sini Ruslar,
% 3'ünü Ukraynalılar,
% 1'ini de diğer milliyetlerden 
kişiler oluşturmaktadır. 

KÜLTÜR
Gagauz yerinin bütün yerleşim birimlerinde 'Kültür Evi' bulunmaktadır. Her türlü kültürel etkinliğin yapıldığı kültür evleri 1940 yılından itibaren yapılmaya başlamış, 1970 yılına kadar bütün yerleşim birimlerinde tamamlanmıştır. Kültür evlerinde çevre halkının katılımına açık olarak: Tiyatro, Halk dansları, Halk müziği vb. konularda eğitici çalışmalar yapılmakta, tiyatro ve dans gösterileri, konserler, film gösterileri düzenlenmektedir. Gagauz Yeri'nde 1997 yılı itibariyle 27 kültür evi, köyler dahil olmak üzere 60 kütüphane, yaklaşık 721,000 kitap bulunmaktadır.


GAGUZLARIN SORUNLARI

Gagauz Dostluk-Kültür ve Dayanışma derneği olarak Türkiye'de yaşayan Gagauz topluluğunun şu sorunlarını tespit ettik:

1- Gagauz vatandaşları Moldova kimliği taşımaktadır. Türkiye'ye gümrüksüz kapılarından aldıkları bir aylık vizeyle girmektedirler. Ancak bu insanların çoğu çalışmaya gelmekte ve ülkemizde kayıt dışı olarak çalışmaktadırlar.

2- Bir aylık vize ile girdikleri Türkiye'de kimi Gagauzlar senelerce çalışmakta ve bunlar bir türlü kayıt altına alınamamaktadır.

3- Türkiye'de sigortasız çalışan Gagauzlar kimi zaman çalıştıkları parayı işverenlerinden almakta sorun yaşamaktadırlar.

4- Vize süresini aşan Gagauzlar Türkiye'den çıkarken gümrük kapılarında ciddi bir para cezası ödemek zorunda kalmaktadırlar ve çalışarak biriktirdikleri paranın büyük bir bölümünü ceza olarak ödemek zorunda kalmaktadırlar. Ayrıca Gagauzlara, vize tarihlerini aştıkları sürenin iki katı kadar ülkeye giriş yasağı konulmaktadır.

5- Vize tarihi dolan Gagauzlar başına adli bir vaka geldiğinde polise gitmekten çekinmektedirler.

6- Vizesi dolan Gagauzlar polisten mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışmakta, yakalandığı taktirde de rüşvetle kurtulma yoluna başvurmaktadır. Bu durum Polis teşkilatı içinde sürekli bir mekanizma haline gelmiştir.

7- Gagauz vatandaşları Türkiye'ye gelirken sadece hava yolunu kullanmak zorunda kalmaları zaten yaşam standardı düşük olan bu Türk toplumunu ekonomik olarak etkilemektedir.

8- Bulgaristan ve Romanya Moldova vatandaşlarına transit vize uygulamasını kaldırmıştır.

9- Moldova dışında yaşayan Gagauzlar hemen hemen yaşadıkları toplumla asimle olmuşlardır. Sürdürülen bilinçli politikalarla bu topluluk tamamen köklerinden kopartılmak istenmektedir.

10- Yüzyıllardır kendi geleneklerine göre baskı görmeden yaşayan Gagauzlar kendi kültürlerini yavaş yavaş unutmaktadırlar.

ALINACAK ÖNLEMLER

1- Türkiye'de yaşayan Gagauzların vize süresini aştıkları için yüklü cezalar ödemelerinin önlerine geçilmesi için geçici ikamet tezkeresi çıkartılması.

2- Türkiye'den mezun olan Gagauzlar için geri dönüşüm projelerinin geliştirilmesi. Bu kapsamda Türk işadamlarının bölgeye yatırım yapması için gerekli projelerin hazırlanması.

3- Gagauzlar için daha iyi iletişim imkanı sağlayacak bir web sitesinin dernek bünyesinde kurulması.

4- Bütün Gagauzlara "Din farkı gözetmeksizin" gerekli bütün hukuki ve diğer desteklerin dernek vasıtasıyla sağlanması.

5- Moldova'da faaliyet gösteren Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) ile ortaklaşa projelerin geliştirilmesi.

6- Gagauz Yeri Özerk Bölgesi'nde Türk televizyonlarının yayınlarının aktif hale getirilmesi.

7- Haklarında yasal işlem yapılacağı korkusuyla polisten kaçan Gagauz kadınlarının Fuhuş çetelerinin eline düşmesinin önlenmesi. Bu çetelerin eline düşen kadınlara gerekli bütün maddi ve manevi desteğin verilmesi.

8- Türkiye'de çalışan Gagauzların kayıt altına alınması için gerekli girişimlerin yapılması.

9- Moldova dışında yaşayan Gagauz topluluklarıyla irtibata geçilerek bu toplumun kökenlerini unutmamalarının sağlanması.


Alıntı/Kaynak: http://www.gagauzya.com/sayfa.asp?id=30



💊🧫 İki 🇹🇷Türk doktor, dünyadaki cerrahlara robotik cerrahi öğretiyor📿🧿

Robotik cerrahi başta üroloji olmak üzere, kadın hastalıkları, genel cerrahi, göğüs cerrahisi, kulak burun boğaz alanlarında kullanılıyor. Türk cerrahlar ise bu alanda dünyaya örnek çalışmalar yapıyor. Bu kapsamda Avrupa Üroloji Derneğinin Robotik Üroloji Grubunda yer alan Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Erdem Canda ve Prof. Dr. Derya Tilki de dünya cerrahlarına eğitim veriyor.

Yaptığı bilimsel çalışmalarla dünyaca bilinen Avrupa Üroloji Derneğinin yönetim kurulundaki iki Türk cerrah, İngiltere, İspanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelerin cerrahlarına eğitim vermeye devam ediyor.

Avusturalya'dan gelen cerrahlara eğitim verdiler

Prof. Dr. Erdem Canda ve Prof. Dr. Derya Tilki bu defa da Belçika'da bulunan dünyanın en büyük Robotik Cerrahi Eğitim Merkezi'nde Avusturalya'dan gelen cerrahlara eğitim verdi. Bu merkezin de eğitmeni olan her iki cerrah, yaptıkları canlı ameliyatlarla çok sayıda cerraha, robotik üroloji ameliyatları ile ilgili ders verdi.

Derya Tilki ve Erdem Canda, "İki Türk olarak Avrupa'nın merkezinde yer alan dünyanın en büyük robotik cerrahi eğitim merkezlerinden birinde Avusturalya'dan gelen meslektaşlarımıza eğitim vermekten mutluluk duyuyoruz. Oldukça ilgi gören ve başarılı geçen bu kurslarımızın sayısının giderek artacağını düşünüyoruz'' dedi.

Almanya'da bir kliniğin Prostat Kanseri Merkezi'nde çalışan Prof. Dr. Derya Tilki, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdem Canda ile birlikte Avrupa Üroloji Derneğinin Robotik Üroloji Yönetim Kurulu üyeleri olarak dünya cerrahlarına eğitim veremeye devam edeceklerini belirtti.

🎞 Gagauzya - Gagauz 🇹🇷Türkleri - 2. Bölüm 🧿


Gagauzya - Gagauz Türkleri - 2. Bölüm
Ay Yıldızın İzinde - TRT Avaz

🎞 Avrupa'daki 🇹🇷Türk Soluğu Gagauzlar (1.Bölüm)🧿




Tanrı Dağları'nın gök rengiyle buluştuğu sarp yamaçların ulaşılmaz zirvelerinin çocukları onlar... Asya'nın bozkırlarını kanlarıyla sulamış, tarih yazmış, iz bırakmış Oğuzlar onlar... Avrupa'daki Türk Soluğu Gagauzlar

🎞 Gagavuzya Başkanı'nın Gagavuz 🇹🇷Türkçesiyle 2019 yeni yıl mesajı🧿

Gagavuzya Başkanı Irina Vlah

🎞 Bu reklam Gagavuz (Gökoğuz) 🇹🇷Türkçesinde çekildi. 🧿


Kısa Bilgi: 
Atatürk 1931'de TürkOcağı Genel Bşk. Suphi Tanrıöver'i Romanya Büyükelçisi yapar. Görevi aynı zamanda oradaki Gagavuz Türklerine destek olmaktır. Buradan 200 öğrenci getirilir. 80 Türkçe öğretmeni de gönderilir.Gagavuz Türklerinin Türkçeye yakınlığı tesadüf değildir.

İlginç ve güzel Yorumlar:



ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın Nasreddin Hoca hayranlığı




Dr. Işıl Acehan

1208 yılında Eskişehir’deki Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğduğu ve medrese eğitimi aldığı söylenen, ünlü nüktedan halk kahramanımız Nasreddin Hoca’nın hikâyeleriyle milyonlarca kişi büyümüştür.


Konya, Akşehir’e yerleşen ve yaşamını tamamlamasının ardından yüz yıllar içerisinde ünü dünyaya yayılan Nasreddin Hoca fıkraları Türk halklarının yanı sıra Araplar, Bulgarlar, Çinliler, Farslar, Macarlar, Ruslar gibi farklı toplumlarda da yer edinmiştir.

1996 yılı UNESCO tarafından tüm dünyada Nasreddin Hoca Yılı olarak kutlanmıştı ve günümüzde halen Nasreddin Hoca adına şenlikler, yarışmalar ve bilimsel toplantılar düzenlenmektedir.

Nasreddin Hoca’nın nükteli hikayeleri, onu bir kültür elçisi rolüyle de ön plana çıkarmıştı. Türkler hakkında Batı toplumlarındaki önyargı ve olumsuz düşüncelerin kırılmasında önemli rol oynamıştı.

Nasreddin Hoca’nın Orta Doğu ve Asya sınırlarını da aşan ünüyle ilgili çok fazla bilinmeyen konulardan birisi de 1912-1921 yıllarında ABD Başkanlığı yapmış, I. Dünya Savaşı sonunda ortaya koyduğu prensipleriyle Birleşmiş Milletler’in kuruluş sürecini başlatan Woodrow Wilson’ın bir Nasreddin Hoca hayranı olduğu.

Kuyuya Düşen Ay ve Paris Barış Konferansı

ABD’nin 28. başkanı Woodrow Wilson’ın, Nasreddin Hoca fıkralarını sık sık ABD’nin üst düzey yetkililerine anlattığı biliniyor. Özellikle anlattığı ise “Kuyuya Düşen Ay” fıkrasıdır. Fıkra şöyle:

Bir gece Nasrettin Hoca evinin bahçesindeki kuyudan su almaya gider. Kuyuda ayın yansımasını görünce hanımına “kadın kadın, bana çabuk bir kanca getir, yoksa ay boğulup ölecek” diye bağırır. Hanımı kancayı getirir. Nasrettin Hoca kancayı kuyuya atar, çeker de çeker, ancak kuyudaki taşlardan birisine takılan kanca gelmez.

Ayın ağrırlından kancanın gelmediğini düşünen Hoca, “Galiba ayı tuttum” der. Hoca, kancanın ipini daha da güçlü çekince sonunda ip kopar, Hoca da sırt üstü düşüverir. Bu sırada gökyüzündeki ayı görünce sevinçle “Çok uğraştık ama zavallı ayı da kurtardık” der.

Wilson’ın “Kuyuya Düşen Ay” fıkrasını, I. Dünya Savaşı sonrası düzenlenen Paris Barış Konferansı’nda dünyayı kurtarma ve barışı sağlama çabalarını tarif etmek için söylediği biliniyor.

Ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman, “Turkey in My Time” (Benim Zamanımda Türkiye) kitabında, Başkan Wilson’ın Nasreddin Hoca fıkralarını yakın arkadaşı olan, Chicago’lu varlıklı iş adamı ve Arap edebiyatı uzmanı Charles Crane’den öğrendiğini belirtiyor. Charles Crane aynı zamanda Wilson’ın Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı topraklarının durumunu saptamak üzere kurduğu King-Crane Komisyonu’nun başında bulunuyordu.

Charles Crane, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin de mütevelli heyetindeydi. Crane, I. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan mandası kurulması konusunda araştırma yapmak üzere İstanbul’a geldiğinde Halide Edip’le tanışmış, Halide Edip gazeteci ve yazar Sabiha Sertel-Zekeriya Sertel çiftinin ABD’de Columbia Üniversitesi’nde eğitim görmesi için önermiştir.

Ahmet Emin Yalman, Charles Crane’in Nasreddin Hoca fıkralarını çok iyi bildiğini ve pek çok durumu tarif etmek için ustalıkla anlattığını söylemiştir.


🇹🇷Türk kadın sanatçı 6 aylık New York izlenimlerinden sergi açtı🧿

Türk sanatçı Fatma Bucak’ın ‘A Colossus on Clay Feet’
(Kil Ayaklı Dev Heykel ) isimli sergisi New York İtalyan Kültür Merkezi’nde ziyaretçilerini bekliyor

Forum USA

Fatma Bucak çalışmalarında performans, fotoğraf, ses ve video medyumlarını kullanırken; politik kimlik, kültür ve cinsiyet normlarının yanı sıra tek elci tarih yazımına; peyjaza ve toprağa odaklanıyor.

6 aydır New York’ta bulunan sanatçı bu şehrinde gözlemleri sonucu ortaya çıkan eserler, New York İtalyan Kültür Merkezi’nde sergiliyor.

🇺🇸 Amerikalı sanatçı: ''İngilizce değil 🇹🇷Türkçe şarkı söylemeyi seviy🧿rum''



Dünyanın en büyük yüksek öğretim fuarı NAFSA geçtiğimiz günlerde başkent Washington’da gerçekleşti. Yarışmaya katılan tüm üniversite çalışanlarının da davet edildiği bir gece organizosyonu yapıldı. Etkinlik kapsamında New York’lu sanatçı Jesse Manno’nun seslendirdiği parçalar salondakileri inanılmaz etkiledi.
Ahmet Kaya’nın ‘Saza niye gelmedin’ şarkısından ‘Ankara’nın Bağları’na kadar bir çok Türkçe şarkıyı neredeyse aksansız söylüyordu. Manno sadece şarkı – türkü söylemiyor aynı zamanda saz, ud, bağlama ve kanun da çalıyor.
10 yaşındna beri Colorado’nun Denver şehrinde yaşayan Amerikalı sanatçı Jesse Manno 1984 yılından beri Türk müziğiyle ilgileniyor. İşte Amerikalı Manno ile röportajımızın satırbaşları.

Röportaj: Anıl Sural – Forum USA

Öncelikle Türk müziğiyle nasıl tanıştınız?
1980’lerde California’da Türk ve Balkan müzikleri seminerine gittiğimde tanıştım. Orada çok iyi hocalarla konuşma fırsatım oldu. Sanatçı Bora Özkök’ün davulcusu hastalandı ve bana davulu sen çalar mısın diye sordu. Davul çalmayı bilmiyordum ama yardımcı olmaya çalışacağımı söyledim. O zurnacı, ben de davulcu oldum. Türk müziğiyle böyle tanıştım ve çok sevdim. Ben Amerikalıyım ama Türk müziğini çok seviyorum. Biraz Türkçe konuşabiliyorum. Kelime bilgim maalsef çok az. 35 yıldır Türk müziğiyle ilgileniyorum.



Yani sizi aileniz Türk müziğine yönlendirmiş oldu diyebiliriz?
Evet lise yıllarımın son zamanlarında annem ve babam bir uğraş olması için California’da Türk ve Balkan müziği seminerine göndermişti. Gündüzleri müzik eğitimi akşamları ise canlı dans gösterileri oluyordu. 10 gün orada kaldım ve Türk, Yunan, Balkan ve Makedon müziğini çok sevdim.

Müziğinizi nerelerde sergiliyorsunuz?
Genellikle festival ve şenliklerde Türk müziklerini çalıyoruz. Bazen de özel gecelerde performans gösteriyoruz. Türk müziği beni mutlu ediyor.



Colorado’da Türk sanatçılar var mı?
Yıllar önce California’da tanıştığım hocalarla hâlâ iletişim halindeyim. California’da çok fazla Türk sanatçı var. Korkut Onaran, Latif Bolat, Ömer Faruk Tekbilek gibi alanında oldukça başarılı insanlar var.

Peki ne dersiniz Türk müziği yapmak zor mu?
Ben nota kullanmıyorum. Müzik kulağım iyi. Dinleyince ve iyi insanlarla çalışınca hemen öğreniyorum. Ben sevdiğim için kolay geliyor. Eşsiz bir müziğiniz var.


 

Daha önce hiç Türkiye’ye gittiniz mi?

Türkiye’yi iki kez ziyaret ettim. İlk gittiğim 1998 yılında bir ay kaldım ve müzik eğitimi aldım. Diğer gidişimde ise 6 hafta kaldım. 2004 yılıydı ve çocuğum yeni doğmuştu henüz bebekti. Eşim de Türkiye’yi çok seviyor. Şu an kızım 16 yaşında düşününce epey uzun süre olmuş. Türk yemeklerine, kültürüne ve ülkedeki tarihi yerlere hayran kaldık. Umarım tekrar gidebiliriz.

Etkinliğin olduğu gece salona girince sizin Türk olduğunuzu düşündüm. Çok iyi söylüyorsunuz. Gerçekten başarılısınız…
Çok teşekkür ederim. Bu sözleriniz beni mutlu etti. Az da olsa Türkçe’yi konuşuyorum. Amerikalıyım ama Türk müziğini çok seviyorum. Türkçem malesef bozuk ama Türkçeyi çok seviyorum.

Dışarıda insanlardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Sizin gibi tepkiler aslında. Konuşmaz sadece şarkı türkü söylersem Türk sanıyorlar. Ama konuşursam o zaman aksanımdam dolayı Türk kökenli Amerikalı sanıyorlar. Konuşmak çok ayrı. Evet söylemek de zor ama iyi bir kulağım olduğundan ve 35 senemi aynı şarkı türkülere verdiğimden haliyle iyi söylüyorum.

Gitarda da çok iyiymişssiniz hala çalıyor musunuz?
Sadece Türk müziği değil Yunan müziklerini de söylüyorum. Artık gitar değil bağlama, ud ve buzuki çalıyorum. Bunlar bana daha çok zevk veriyor. Akdeniz müzikleri bir başka. İngilizce değil Türkçe söylemeyi seviyorum. Türkçe şarkı söylemek bana huzur veriyor. 

Türkiye’den bir anınızı paylaşabilir misiniz?
Türkçe şarkı söylediğim için çok rahat yeni insanlarla tanışıyordum. Düşününce yabancının birisi Türkçe şarkı söylüyor bu size çok sempatik geliyor. Bence de öyle. Adana Havalimanında uçağımız 4 saat rötar yapmıştı. O zamanlar akıllı telefonlar da bu kadar yaygın değil insanlar bekliyor. Bağlamamı çıkardım ve başladım ‘Burası da asfalt değil Halilim’ diye. İnsanlar çok beğendiler keşke rötar uzasa diyenler oldu. O gece havalimanında şarkı ve türkü gecesi yaptık. Eğer sosyal medya olsaydı video milyonlarca izlenmişti.




Son olarak neler söylemek istersiniz?
Bu güzel müzik ve kültür için tüm Türklere çok teşekkür ederim. Türkiye çok renkli kültürlere ev sahipliği yapıyor. İzmir’den Diyarbakır’a, Kars’tan Edirne’ye her yerin ayrı müzik, kültürü ve insanı var. Tüm insanların ortak özelliği ise çok arkadaş canlısı olmaları.

Jesse Manno kimdir?
1966 yılında New York’ta dünyaya geldi. 10 yaşından beri Colorado’da yaşıyor. Colorado Üniversitesi – Boulder’de Asya Çalışmaları bölümünü bitirdi. Mezun olduktan sonra aynı üniversitede dans bölümünde müzik direktörü olarak işe başladı. Birçok enstrüman ve müzik türü ile çalışmayı seviyor ve seyahatleri sırasında kaydettiği ilginç ses ortamlarını işine dahil ediyor. Şerefe adlı müzik grubuyla Colorado, California, New Mexico ve bölge eyaletlerde Türkçe, Balkan, Yunan ve Orta Doğu müzikleri çalıyor. Halen Colarodo Üniversitesi’nde Modern Dans Direktörü olarak çalışıyor.

Alıntı/Kaynak: https://forumusa.com/interview-roportaj/35-yildir-turk-muzigi-yapan-amerikali-jesse-manno/


“Uçan profesör” - Eski atlet ve doktor Arman Çağdaş vefat etti


Türkiye Atletizm Federasyonundan yapılan açıklamada, Türk atletizminin 1960’lı yıllardaki rekortmen sırıkçısı ve milli atlet Arman Çağdaş’ın 81 yaşında İzmir’de vefat ettiği kaydedildi.

Açıklamada, Çağdaş’ın 1966-1968 yıllarında sırıkla atlamada 3 kez Türkiye şampiyonluğu kazandığı, 23 Nisan 1966’da Ankara’da düzenlenen şampiyonada ise 4,12 metrelik derecesiyle Türkiye rekorunu yenilediği belirtildi.

Başarılı atletizm kariyeri dolayısıyla “uçan profesör” olarak da anılan Çağdaş’ın, estetik cerrahinin dünyadaki sayılı isimlerinden biri olarak ün yaptığının aktarıldığı açıklamada, federasyon olarak Çağdaş’a Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dilendi.

Arman Çağdaş’ın naaşı, yarın Alsancak Hocazade Camisi’nde öğle vakti kılınacak cenaze namazının ardından Işıklar Mezarlığı’na defnedilecek.

Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri


Sivrihisar'inkini bilmem ama Akşehir'de, 5-10 Temmuz arasında yapılan Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri'nde çok bulundum. Rahmetli Erol Günaydın'ın Nasreddin Hoca olarak canlanıp, ters bindiği eşeğiyle ilçeyi dolaşıp göle maya çaldığı zamanları iyi bilirim.

Sivrihisar şenliklerine haklı eleştiriler gelmiş. Akşehir'in şenlik programında,
  • karikatür, 
  • resim, 
  • fotoğraf, 
  • matbaa, 
  • motif, 
  • hat sergileri, 
  • atölye çalışmaları, 
  • tiyatro, sinema, 
  • halk oyunları gösterileri, 
  • Altın Eşek Karikatür ödülleri, 
  • çocuklar için el sanatları atölyeleri 
var.


Fırsatı olan iyisi mi Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri'ne gitsin. Hazır gitmişken eşeğe ters/ düz binme yarışmalarına katılabilir. :) Batı Cephesi Karargahı Komutanlığı'nı da gezer, istasyonda Atatürk'ün gölgesinde kahvesini yudumladığı çınara sarılıp döner.


Batı Cephesi Karargâhı ve 1712 yılında dikilen, Atatürk'ün gölgesinde soluklandığı tren istasyonundaki cânım çınar. Akşehir.

Alıntı: Öniz Özsoy @onizozsoy

🎞 🗣 Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak’a göre Atatürkçülük

20190629

Türk Kurtuluş Savaşı'ndan (İstiklal Savaşı'ndan)

Eski eser diye Osmanlı'da petrol aramışlar


Eski eser diye Osmanlı'da petrol aramışlar

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Güven Dinç, bazı batılı ülkelerin Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde Ortadoğu'da petrol arama çalışmalarını gizlemek için arkeolojik araştırmalar adı altında faaliyet yürüttüklerini belirtti.

Dinç, "19. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nde eski eser anlayışının doğuşu ve bu alanda uygulanan politikalar" konulu Fatma Şimşek ile yürüttüğü çalışmalar kapsamında çok ilginç bilgilere ulaştıklarını söyledi.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yaptıkları kapsamlı incelemede o dönemde eski eserlere ilginin ve çalışmaların ortaya çıkarıldığını anlatan Dinç, Osmanlı Devleti'nin kendine özgü eski eseri tanımlama ve değerlendirme biçimi bulunduğunu kaydetti.


İNGİLİZ VE ALMANLARIN GİZLİ AMAÇLARI

Dinç, araştırmaları sırasında Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarlarını korumak için her türlü yola başvurduklarını gördüklerini dile getirerek, şöyle konuştu:

"Bu devletler, genellikle asıl amaçlarını perdeleyen görüntüler sergileyerek faaliyetlerini yürütüyordu. İngiltere ve Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerin özellikle Musul ve Kerkük bölgelerinde petrol arama çalışmalarını gizlemek amacıyla arkeolojik araştırmalar adı altında Osmanlı Devleti'nden aldıkları izin belgelerine ulaştık. Yani amaçlarını gizlemek için kullandıkları önemli unsurlardan biri, eski eser araştırmaları adı altında izin almaktı.

İngiliz ve Alman araştırmacılar, eski eser arama bahanesiyle özellikle Musul ve Bağdat bölgelerinde petrol arama faaliyetleri yapıyordu. Dönemin Padişahı Abdülhamit, bu devletlerin asıl niyetlerinin petrol aramak olduğunu sonradan fark ederek gerekli tedbirleri aldı. Abdülhamit, dost ve müttefik olarak gördüğü Almanların bu tavrı karşısında şaşkınlığa uğramış, ayrıca kendisi de eski eserlerden ziyade petrole önem verdiğini göstermiştir."

NİZANNAME İSTİSMAR EDİLDİ

Yrd. Doç. Dr. Dinç, Osmanlı Devleti'nde eski eserler konusunda ilk bilinçli uygulamaların ancak Tanzimat sonrası görüldüğünü, eskiye duyulan ilginin eski eserlerin sanatsal, ekonomik, kullanım değerlerine veya dini kökenli korku saygı gibi faktörlere dayandığını kaydetti.

Eski eserler bakımından oldukça zengin olan Osmanlı coğrafyasının hem hukuki eksiklikler hem de yöneticilerin ve halkın bu konuda yeterli bilince sahip olmamasından dolayı talan edilmeye müsait bir durumda bulunduğunu ifade eden Dinç, Tanzimat döneminde Ali Paşa tarafından yayımlanan Müze ve ilk Asar-i Atika Nizamnamesi ile kazı izinleri belirli bir düzene oturtularak eski eser kaçakçılığının önlenmeye çalışıldığını ancak görevlilerin keyfi davranışları, büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’daki elçilerin yaptıkları baskılar sonucunda nizamnamenin zaman zaman istismar edildiğini vurguladı.


OSMANLI DAVA AÇMIŞTI

Osman Hamdi Bey'in Müze-i Hümayun Müdürlüğünü atanmasıyla bu alanda yeni düzenlemeler yapıldığını ve devletin eski eserler üzerinde mülkiyet hakkı ve korumacılığının güçlendirildiğini belirten Dinç, "Yabancı araştırmacıların suistimallerinde akla gelen ilk isim Heinrich Schliemann'dı.

Schliemann'ın suistimalleri bilindiğinden çalışmaları esnasında yanında bir gözetmen memur bulundurulmasına özen gösteriliyordu ama yaptığı kazıların sürekli takip edilebilmesi de mümkün değildi.

Schliemann, Truva bölgesindeki kazılarda bulduğu eserleri ülke dışına çıkarmıştı. Truva hazinesini İngiltere’ye götürmesi nedeniyle Osmanlı Devleti kendisine dava açmıştı" dedi.

Alıntı/Kaynak: https://sondevir.gaste24.com/hayat/eski-eser-diye-osmanlida-petrol-aramislar-h260634.html


T.C. BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ

Arşiv, Osmanlı Tarihi araştırmaları bakımından dünyanın en zengin arşivi olma özelliği taşımaktadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1922 yılına kadar olan dönemini kapsamaktadır. Sayısı 95 milyonu bulan Osmanlıca belgeye sahiptir. Sahip olduğu içerik ile ilgili detaylı bir inceleme için arşive ait internet sitesinde yayınlanmakta olan Osmanlı Arşivi Rehberi’ne buradan bakılabilir.

I. Dünya Savaşı kapsamında incelenebilecek Osmanlı Dönemi Fonları ise şu şekilde sıralanabilir:

Alıntı/Kaynak: http://www.cihanharbi.com/t-c-basbakanlik-osmanli-arsivi/

✍️ 🇹🇷 Siz Anadolu'ya geldiğinizde, biz buradaydık diyenlerin tarih tezi çöktü!



.
Siz Anadolu'ya geldiğinizde, biz buradaydık diyenlerin tarih tezi çöktü!

Herodot tarihi der ki;
M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/iskit ordusunu (Alper Tunga'yı) yenene kadar tüm Anadolu"ya Saka'lar hakimdi.


Saka'lar MÖ. 5. Yy.da Altından elbise yaparken, o tarihte ne Rus vardı, ne Alman ne de Fransız vardı.

Biraz daha geriye gidelim...
Sümerlere( yani orta asyali Kengerler)
Turukku'ya, "Türk" Turku krallığına gidelim...

Bizi bu da kesmez bilirim...
Çünkü Anadolu medeniyetini kuranların eski Yunan Medeniyeti olduğu tezi bize yıllardır yutturulmustu ya.... biraz öfkeliyiz bu tarihi yalanlara karşı!

---

Iste şimdilerde Dünya çapında Arkeoloji Profösörleri topraktan çıkardıkları kemiklerin Dna'larıyla o yöredeki köylülerin DNA'larını karşılaşınca şok geciriyorlar.. çünkü Dna'ları yüzde 97 uyumlu.

Örneğin; antik Burdur -İsparta tarihi Aglasun kazılarınından...
Burdur ve Isparta'da ki SAGALASSOS uygarlığı da Ön-Türk uygarlığı çıktı.(Belçika LEUVEN Katolik üniversitesi'nden Prof.Dr. Matc WAELKENS, Ağlasun kasabasında yaptığı kazılar esnasında ortaya çıkan kemiklerin DNA’sını köylülerle karsılaştırınca şok oldu. Toprak altından çıkan 6-8 bin yıl öncesinin kemikleriyle çalıştırdığı işçi-köylülerin dna'sı yüzde 97 aynı çıktı) yani onlar da Ön-Türklerin bir kolu olan SAGALASSOS çıktı.

Frigyasi da boyle Yazilitaşı da böyle,
Urartusu da böyle Hititi de boyle...
Eskiden Batılı Arkeolog"lar buluntuları çalıp çırpıp ülkelerine kaçırıp, Anadolu tarihini uyduruk Helen diye bize kakalasalar da bizimkiler de aksini ispat etmeyi başarıyor hele şükür...
buna bir örnek de Assos;
Assos"u kuranlar da Ön-Türklerin bir kolu Lelegler ve Pelasglar çıktı....

----

Ey Atatürk sen ne büyuk adam çıkıyorsun her geçen gün böyle...
Teee Alacahöyük kazılarını yaptırdığında bunları söylemiştin, sana inanmayanlar utansın! 

Kemalist tarih tezi diye küçümseyip kenara atılan "Türk Tarih Tezinin Ana Hatları" kitabını okullardan kaldırtanlar utansın!...

---

Anadolu uygarlığını eski Yunan'ın kurduğu tezi bize yutturuldu demiştik!
Oysa Helenlerin bile 3/4'ü Ön-Türk çıktı.

Ön-Türk Pelasglar ile Kuzey Batı Avrupa topluluğu olan Dorların karışımından oluşmuş Helenler.

Daha sonra da bu karışıma diğer Ön-Türk halkları Traklar ve Mekadonlar eklenmişti.

Sırada ne var?
Tabi ki Göbeklitepe Ön-Türk uygarlığıyla, Turukku krallığı ve yine Urumiye deki Urmu teorisini de ögreteceğiz halkımıza...

S.N Kramer ile Prof. Osman Turan hoca,
Sümerce'deki 950 kelimenin kokeni Türkçedir dedi veeee batıda ki diyaspora tarihcileri sus pus oldular....

Ahh bu kelimeler Türkçe degilde, örnegin; Yunanca yada Ermenice çıksaydıııı....
o zaman dünyayı ayağa kaldırırlardı...

Anladınız sebebini de değil mi?...

Sonuç: 

Bugün Hun/Macarlardan, Almanlara, İtalyanlardan (Etruksler=Ön-Türklerin bir kolu), İspanyol'a, hatta İngiliz ve İskoclara kadar neredeyse tüm batı tarihini Sakalara /Iskitlere bağlama telaşında....
Hemen hepsi köklerini Azerbaycan'in Gobulistanına, Albania'sina, Gabanasına ve daha kuzeyine bağlamaya basladı...çünkü biraz geri gidince tarihleri kökleri olmadığını öğrendiler.

Antik Yunan tanrılarının bile Mısırdan çalıntı olduğunu öğrendiler.(bunu ilk kez Herodot da demişti ama her ne hikmetse unutmuslardı...)
Batı artık "Kara Atena" yı yazdı...
tarihi ile yüzlesip köklerini Türklere bağlıyor....


Bu aslında iyi bir şeydir,
ticari açıdan da tarihi bir firsat olabilir. İs bilenin demiş atalarımiz...
Artık Turklüğümüzle Atatürk gibi gurur duyabileceğiz, tabi Atalar kültüne inanan bizim gibi köklü hissiyati olanlar duyacak...

Bahtiyar Aydın.
26 Ağustos 2018- Istanbul

📚 Genç Kemalist Cumhuriyete karşı yapılan isyanlar hakkında kitaplar


Şeyh Said’i yargılayan Müfit Bey:
 ''Bağımsız Kürdistan amacına yürüdünüz. Cumhuriyet ordusu bunu mahv ve perişan etti. Herkes bilmelidir ki genç Cumhuriyet fesat ve irticaya izin vermeyecektir. İşte Cumhuriyet’in kahhar fakat adil kanunlarının hükmü budur. Mahkûmları götürünüz.”


✍️ Osmanlı’yı Yıkan Petrol - Dr. Tuğrul Kihtir

Osmanlı’yı Yıkan Petrol
Tuğrul Kihtir

Avrupa 1914 yılı yaklaşırken karışıyor ve ülkeler iki kutuba ayrılmış olarak büyük bir savaşa doğru gidiyordu. Almanya ve İtalya kendi iç birliklerini İngiltere ve Fransa gibi kıtanın diğer güçlü devletlerinden çok daha sonra, 1871 yıllarında tamamlayabilmişler ve onlar gibi genişleyip sömürgeler elde edememişlerdi. İlerlemiş sanayileri için ucuz hammadde elde edecek ve ürettiklerini satacak sömürgeler ve pazarlar bulmaları gerekiyordu. Nitekim 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp’ı ele geçirmeleri de bu nedenle olmuştu. Almanya’nın gözü de Orta Doğu’daydı.

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ilk önce İngiltere’de başlamış olan sanayi devrimi çağında enerji kaynağı olarak artık kömür yerine buhar kullanılıyordu. Boulton ve Watt Şirketi’nin 1786 yılında piyasaya sürdüğü elli beygir gücündeki buharlı makina ilk olarak bir un fabrikasına satılmış, onu da hemen iplik, dokuma ve demir fabrikaları ile maden ocakları izlemişti. Sanayi demek enerji demekti.

PETROL BULUNUYOR 




19. yüzyılın ikinci yarısında ise enerji kaynağı olarak petrol kullanılmaya başlandı. Kömür ve buhara göre çok daha güçlüydü. Lambalarda ışık kaynağı olarak yüzyıllardır bilinen yer üstüne sızan petrol, yerin altından ilk olarak 1859 yılında ABD’nin Pennsylvania eyaletinde çıkarıldı. Aslında emekli bir demiryolu kondüktörü olan Edwin Drake dünyanın ilk petrol kuyusunu, emekliliğinde adına çalışırken Titusville’de, bir demirci ustası olan William Smith’e inşa ettirdi. Üstü ahşap yapılı bu ilk kuyunun içinden yerin 21 metre altına girmeyi başarmıştı. Edwin Drake, buluşunun patentini almayı aklına getirmediği için kendisine bir ev verilerek ödüllendirildi.

1871 yılında yapılan araştırmalar ise Ortadoğu’da Fırat-Dicle Vadisi’nde Kerkük ve Musul bölgesinde zengin petrol yatakları bulunduğunu ortaya çıkardı. Rockefeller’in 1879’da kurduğu Amerikan sermayeli Standard Oil Şirketi ile Sir Henry Deterding’in kurduğu İngiliz sermayeli Royal Dutch-Shell Şirketi petrol arama konusunda kıran kıran bir mücadeleye girdiler. İngilizler Osmanlı devletine başvurarak tüm masraflarını kendileri karşılamak üzere arkeolojik kazılar amacıyla izin istediler. Amaç bölgedeki petrol yataklarını araştırmaktı.

ARKEOLOJİK KAZILAR 

Dönemin padişahı II. Abdülhamid, İngiltere ile yakın ilişki kurmak düşüncesiyle arkeolojik kazılara izin verdi. Bir yandan da kazı alanlarında görevlendirdiği yerli işçiler aracılığıyla kazıların amacını takibe aldı. II. Abdülhamid bunun aslında petrol arama faaliyeti olduğunu anlayınca açılan kuyuları kapattırdı. Petrolü bir koz olarak kullanarak sondaj ve üretme imtiyazı vermeksizin Almanlara yanaştı. Alman mühendis Paul Groskopf’a yaptırdığı incelemeyle petrol yataklarının bulunduğu bölgeleri tesbit ettirdi. 1888 ve 1898 yıllarında yayınladığı iki fermanla da Musul ve Bağdat illerindeki petrol alanlarını Hazine-i Hassa’ya yani kendi özel padişah hazinesine devretti, petrol bölgelerini ‘Emlak-ı Şahane’ yani padişah mülkü ilan etti. Artık petrol işletme hakkı tamamen kendisinin hukuki ipoteği altına alınmıştı, II. Abdülhamid Bağdat ve Hicaz Demiryollarını da petrol bölgelerinden geçiriyordu.

1901 yılında bir Alman teknik görevlinin bölge için “Gerçek bir petrol gölü” tanımını kullanması ve Musul bölgesini gezen bir Alman gazetecinin de “Bölgenin tamamının petrole bulanmış olduğu” yönündeki tanımlaması, Batılı devletlerin Ortadoğu iştahlarını daha da açtı.

Churchill’in de daha sonra söyleyeceği gibi “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerli” duruma gelmişti. Yine ABD Başkanlarından Harding’in belirteceği gibi “Dünya ekonomisinin anahtarı ve geleceğin en kuvvetli teminatı petroldü” artık. 1908 yılında ABD’nin, Amiral Chester’i temaslar için İstanbul’a göndermesiyle Osmanlı-ABD ilişkileri de resmen başladı. Ancak dünyada güç henüz Avrupa’daydı.

Padişah II. Abdülhamid, toplumda Meşrutiyet yani meclis sistemi taleplerinin arttığı bir dönemde, din taraftarlarının çıkardığı 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran askerler tarafından 27 Nisan 1909’da tahttan indirildi. Yönetimi devralan İttihat ve Terakkiciler, II. Abdülhamid’in özel mal varlığını yani Hazine-i Hassa’yı 1909 yılında Ticaret ve Nafia (Bayındırlık) Nezareti’ne devrettiler.

Büyük savaş yaklaşırken Osmanlı Devleti’nin elinde kalan petrolden zengin geniş topraklarını bir ittifaka dahil olmadan tek başına koruması mümkün görünmüyordu. İttihatçıların Osmanlı hükümetleri, daha güçlü gördükleri için İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yanında yer almayı tercih ediyorlardı. Daha 1911 yılının sonlarında Ticaret Nazırı Cavit Bey, İngiltere’ye bir mektup yazarak müttefik olmayı teklif etti ancak İngiliz Dışişleri Bakanlığı bu teklifi kabul etmedi.

PAYLAŞMA SAVAŞI 



1914 yılına gelindiğinde İngiltere’nin güçlü Mısır Komisyonu Şefi ve Mısır-Hindistan ordularının komutanı Lord Kitchener artık çıkacak büyük savaştan sonra ülkesinin petrolden zengin Orta Doğu’da elde edeceği kazanımların planlarını yapmaktaydı. Nitekim savaş çıktıktan birkaç gün sonra da Savaş Bakanı oldu. Artık zayıf Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve topraklarının bölüşülmesi için zaman gelmişti.


Osmanlı’da ise durum vahimdi. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın yedi yıldır süren büyük isyanını sona erdirebilmek için İngiltere ile 1838 yılında imzalanan Baltalimanı Ticaret Antlaşması’ndan sonra, ülkenin ekonomisi adeta tamamen İngilizlerin eline geçmişti. Haksız rekabet nedeniyle hiçbir sanayi hamlesi yapamayan ülkede, artık yönetimi elinde bulunduran İttihatçılar, ekonominin Türklere ait olması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak İttihatçılar, yabancıların da dediği gibi “Artık milliyeti kalmamış bir ülkenin milliyetçi liderleriydiler.” 1789 yılındaki Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’ya hakim olmuş olan milliyetçilik-ulus kavramı ve devlet yapısı Osmanlıya girememişti. Ulus yerine dini kimlik ön plandaydı; değişik dinlerden otonom insan toplulukları ve oligarşik bir merkezi idare vardı.

SON ÇABALAR

Son bir çaba olarak 1914 yılının Mayıs ve Temmuz aylarında önce Bahriye Nazırı Cemal Paşa Fransa’ya, sonra da Dahiliye Nazırı Talat Paşa Rusya’ya müttefik olma teklifinde bulundular. Ancak bu teklifler de kabul edilmedi. Karşı taraftaki Almanya’nın ise yanında güçlü Avusturya-Macaristan Habsburg İmparatorluğu ve daha sonra fikir değiştirerek karşı tarafa geçecek olan İtalya vardı. Almanlar bir süredir yakın ilişki içinde oldukları Osmanlılar ile ittifak yapmak istiyordu. Osmanlıların da başka seçeneği kalmamıştı.

1914 yılında Osmanlı-İngiltere ilişkileri iyice gerildi. Osmanlılar birkaç yıl önce İngiltere’ye zamanın en ileri teknolojisi ve silahlarıyla donanımlı iki savaş gemisi sipariş etmiş ve gemilerin maliyeti de güç durumda olan devlet tarafından ve büyük ölçüde de halkın bağışlarıyla karşılanmıştı. İsimleri bile hazırdı; Reşadiye ve Sultan Birinci Osman.

 

Ancak İngiltere Donanma Bakanı Winston Churchill, 27 Temmuz’da bu iki güçlü geminin Osmanlılara verilmeyip, kendi donanmalarına katılmasını hükümetine önerdi. İngiliz hükümeti de Başbakan Herbert Asquith başkanlığında bu öneriyi kabul etti. Ertesi gün de yani 28 Temmuz 1914’de Avusturya Veliahtı Arşidük Franz Ferdinand Saraybosna’da, Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Birinci Dünya Savaşı olarak anılacak ve sonu Osmanlılar için bütün Orta Doğu topraklarını kaybetmek ve Sevr Antlaşması’yla anayurdu Anadolu’da da parçalanmak olacak olan büyük savaş başladı...

✍️ 22 Haziran 1919, Amasya Tamimi - Dr. Tuğrul Kihtir

22 Haziran 1919, Amasya Tamimi

Tuğrul Kihtir

Bİrİncİ Dünya Savaşı’nın ilk yarısında Avrupa cephesinde ve Çanakkale’deki başarısızlıklar sonucu istifa eden Herbert H. Asquith hükümetinin düşmesiyle, 1916 yılının sonlarında İngiltere başbakanı olan David Lloyd George, Türklere karşı takındığı sert ve tavizsiz tutumuna ve Osmanlı devletini bir an önce ortadan kaldırma plânını uygulamaya devam ediyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın Osmnalı cephesini bitiren Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan iki hafta sonra da İstanbul geçerli hiçbir neden olmadan 13 Kasım 1918 günü işgal edildi. İşgalin geçerli hiçbir nedeni yoktu ve anltaşmanın İngiliz tarafı olan Amiral Calhrope tarafından verilen söze aykırı olarak gerçekleşmişti. Sonuçta İstanbul 22’si İngiliz, 17’si İtalyan, 12’si Fransız ve 4’ü Yunan donanmasından olmak üzere 55 gemi ve 3 bin 500 asker tarafından işgal edilmişi. Türk ordusu da zaten antlaşma gereği terhis edilmiş, komutanları ve paşaları başkent İstanbul’a dönmüştü.

Bir süre sonra da Lloyd George, Anadolu’yu işgal konusunda daha önce anlaşmış olduğu İtalyanlar yerine onlardan daha güçsüz ve kontrol edebileceği bir devlet olan Yunanlıların Anadolu’ya çıkmasını istedi, destekledi ve İzmir de 15 Mayıs 1919 günü işgal edildi.
İzmir’in işgalinin ertesi günü ise Mustafa Kemal Paşa, köhne Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a hareket etti. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığında artık yeniden Anadolu topraklarındaydı. Kendisine savaş sonrasında Samsun ve havalisinde isyan eden Türklerle baş edebilmesi ve hükümetinin gücünü gösterebilmesi için mutlak yetkiler verilmişti.

GENİŞ YETKİLER 

Mustafa Kemal Paşa’nın hangi neden ve şekilde olursa olsun kimsenin karşı çıkmadığı bu hassas görevlendirme ve şartlarını içeren ferman bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın istediği şekilde yazılmıştı. Kendisine 9. Ordu Müfettişliği verildi. Görevi bölgede düzenin kurulması, olayların araştırılması, silah ve cephanelerin toplanarak Osmanlı depolarına yerleştirilmesi ve Türk direniş topluluklarının dağıtılmasıydı. Fermanda Mustafa Kemal’in 3. ve 4. Kolordular ile Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara ve Kastamonu illerinin Kolordu Komutanlarına doğrudan emir verebileceği yetkisi de yazıyordu. Bu ferman ile 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal, Anadolu coğrafyasının tüm doğu kısmına emir verebilecek yetkilere sahipti. Mustafa Kemal Paşa’ya 38 yaşındayken verilen yetkiler, imparatorluğun diğer bir zor döneminde, 80 yaşındaki Köprülü Mehmed Paşa’ya sadrazamlığı kabul etmesi için Sultan IV. Mehmed tarafından 1656’da verilen çok geniş yetkilerle aynı düzeydeydi.

Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Bandırma Vapuru’nda 18 kişi vardı. Miralay-Albay 3. Kolordu Komutanı Refet Bey, Miralay Manastırlı Kâzım Bey, Miralay Doktor İbrahim Tali Bey; Kaymakam-Binbaşı Mehmet Arif, Hüsrev, Kemal, Doktor Refik Beyler; Yüzbaşı Cevat, Mümtaz, İsmail Hakkı, Ali Şevket ve Mustafa Beyler ve Yaver Hayati, Abdullah, Hikmet, Muzaffer, Faik ve Memduh Beyler onun yanındaydılar. Eski Bahriye-Denizcilik Nazırı ve Hamidiye Kahramanı Hüseyin Rauf Bey, İzmit Eski Sancak Beyi İbrahim Süreyya Bey, Yüzbaşı Osman Nuri Bey ile Mülazım-Teğmen Recep Zühtü ve Abdurrahman Beyler de kendisine karayoluyla gelerek katıldılar.

İZMİR’İN İŞGALİ 

Mustafa Kemal bir hafta boyunca Samsun’da Mantıka Palas’ta kaldı. Bölgedeki çatışmaları araştırdı. Ancak fermanda yazılı Türk direniş topluluklarının dağıtılması görevinin aksine bizzat kendi eliyle milli direniş örgütleri kurulmasını teşfik etti. İngilizlerin denetiminden uzaklaşmak için de 25 Mayıs günü Samsun’dan Havza’ya gitti. Orada on yedi gün kaldı. Havza’da Anadolu’nun ve halkın genel durumunu bizzat yerinde görerek milli istiklal hareketin fikirsel alt yapısını oluşturdu. Erzurum ve Ankara’da bulunan kolordular ile telgraf yoluyla iletişim kurdu. Mondros Mütarekesi sonrasında yurdun dört bir yanında kurulmuş olan Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetleri’ne 28 Mayıs 1919 günü bir genelge gönderdi ve İzmir’in işgalinin protesto edilmesini istedi. İnfial ve umutla bekleyiş içindeki Anadolu halkı ona çoktan hazırdı. Anadolu’nun heryerinde 96 miting gerçekleşti. Havza’dan da 12 Haziran günü Amasya’ya geçti. Anadolu’nun kalbindeki mücadelesi başlamıştı.

Amasya’da 21 Haziran günü Saraydüzü Mevkii’ndeki 5. Kafkas Fırkası’nın karargâhı olan Saraydüzü Kışla Binası’nda ilk milli toplantısını düzenledi. Toplantıya Mustafa Kemal Paşa’nın yanında 3. Kolordu Komutanı Refet Bey, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Yıldırım Kıtası Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Arif Bey, İbrahim Süreyya Bey, Osman Nuri Bey, Tufan Bey, Recep Zühtü Bey, Abdurrahman Bey ve Arif Bey katıldılar. Erzurum 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile Edirne 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa da telgraf aracılığıyla toplantıya katıldılar.


HALKIN BEKLEDİĞİ KIVILCIM
21 Haziran günü başlayan görüşmeler 22 Haziran sabahına kadar devam etti. Toplantı sonunda alınan kararlar, yurdun dört bir yanına gönderilen Amasya Tamimi (Genelgesi) ile duyuruldu. Halka beklediği kıvılcım gelmişti. İstiklal mücadelesi başlamıştı ve mücadele bir milli hareketti. Amasya Tamimi “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyordu, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetleri ve belediye başkanları tarafından seçilecek delegelerle Erzurum ile Sivas’ta toplanacak milli kongreleri duyuruyordu ve askeri ya da sivil kuruluşların hiçbir suretle terk ve başkasına verilmemesini belirtiyordu. Amasya Tamimi’nin birinci maddesi şöyleydi:
“Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletleri’nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürmektedir. ‘Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.’ Milletin durumunu ve davranışını göz önünde bulundurarak haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin varlığı gerekmektedir. Bunun için her taraftan vuku bulan teklif ve milli istek üzerine Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için, bütün illerin her livasından parti ayrılıkları dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin güvenini kazanmış üçer kişinin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir milli sır halinde tutularak ve delegelerin gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmeleri gereklidir.”

Amasya Tamimi, tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk belgeydi. Anadolu, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde yeniden dirilmişti. Ertesi gün, yani 23 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa, İngiliz Yüksek Komiseri’nin baskısıyla İstanbul’daki hükümet tarafından görevinden alındı. Ancak Anadolu’da İstiklal Savaşı’na giden süreç resmen başlamıştı.

Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/22-haziran-1919-amasya-tamimi-tugrul-kihtir-kose-yazilari-aralik-2018

📰✍️🇹🇷Milli Devlet Devrimci İradeyle korunur ve güçlenir -Ercan Dolapçı

Milli devlet devrimci iradeyle korunur ve güçlenir İşgale uğradık, ordumuzu örgütledik, emperyalizmi yendik, Cumhuriyetimizi, millî devletim...