Sovyetler Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sovyetler Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20231030

📖 Atatürk’ün stratejik vasiyeti

Atatürk’ün vasiyeti·    

Doğu Perinçek, Aydınlık, Rota, 10 Kasım 2020

Atatürk, arkadaşlarına şöyle diyordu: Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyeceksiniz. Sovyet dostluğundan ayrılmayacaksınız.·    

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile dostluk, devrimi sürdürmenin güvencesiymiş, bu stratejik gerçeği devletçe öğrendik. İşte Atatürk’ün stratejik dehası, bu tehlikeyi yaşanmadan önce görmesidir.·    

1945 sonrası süreçte Türkiye’yi Atlantik istemine bağlayanlar, vasiyeti yerine getirmeyen öncülerin içinden çıktı. İktidar ve muhalefetiyle Batıya bağlandık.·    

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Eylül 2020 günü Birleşmiş Milletler kürsüsünden, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimi”ni bütün dünya ülkelerine ilan etti. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin 1945’ten beri devam eden 75 yıllık Atlantik dönemine noktayı koydu.·    

Atatürk’ün 1937 yılındaki vasiyetini 77 yıl sonra 2014 yılında yerine getiren bir sürece girdik.·    

....

Atatürk, 1937 yılında Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve arkadaşı Kılıç Ali ile görüşüyor. Onlara dünyanın büyük bir savaşın eşiğinde olduğunu anlatıyor. O koşullarda Sovyetler Birliği’yle dayanışmaya stratejik bir önem veriyor ve arkadaşlarına Sovyet dostluğundan ayrılmamalarını vasiyet ediyor.

ATATÜRK’ÜN YAKIN ARKADAŞLARINA EMANET ETTİĞİ STRATEJİK VASİYETİ

Atatürk, arkadaşlarına şöyle diyordu:

“Sovyetler Birliği’ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.”

Görüşmede bulunan üç devlet adamı da bu vasiyeti doğrulamışlardır.[1]

Atatürk, bu görüşme dışında Kılıç Ali’ye yine benzer şeyler söylüyordu:

“Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur, Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere’yle bir anlaşmanın faydası olur.”[2]

Yine Atatürk, Dolmabahçe’deki veda görüşmesinde İsmet İnönü’ye Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir.[3]

Büyük Devrimci Önder, Dolmabahçe Sarayı’nda bir başka veda görüşmesini Ali Fuat Cebesoy’la yapar. Harbiye’den sınıf arkadaşı ve silah arkadaşıyla bu son görüşmesinde dünya savaşı tehlikesine dikkat çekerek Sovyet dostluğunun önemini vurgular:

“Fuat Paşa, pek yakında İkinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Avrupa’da birkaç maceraperest Almanya ve İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet hükümeti, acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve muvazenesi kâmilen değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür.”[4]

ALTIN VASİYET

Atatürk’ün altın vasiyetidir bu: Batı sistemine bağlanmayacaksınız!

Atatürk, o tarihsel koşullarda, bağımsız kalmanın devrimi sürdürmenin güvencesini Sovyet dostluğunda görüyor. Çünkü o tarihte Sovyetler Birliği’yle dayanışma, basit bir dış siyaset tercihi değil, devrimin kaderini belirleyen bir mevzilenmeydi. Türk Devrimi, zamanın dünya dengelerinde emperyalizmin denetimi altına düşmemek için Sovyet Devrimiyle el ele yürümek zorundaydı.

ATLANTİK DERSLERİ

Atatürk’ün tarihsel vasiyetinin ne kadar kritik olduğu tecrübeyle anlaşılmıştır. Türkiye, 1945 yılından sonra Atlantik sistemine bağlanınca Kemalist Devrimin kazanımlarının aşındığı bir sürece girildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile dostluk, devrimi sürdürmenin güvencesiymiş, bu stratejik gerçeği devletçe öğrendik. İşte Atatürk’ün stratejik dehası, bu tehlikeyi yaşanmadan önce görmesidir.

Hayat kanıtlamıştır: İçinde bulunduğumuz çağda, Asyalı olmak ya da Asya devrimleriyle dayanışma, Türkiye’nin emperyalizme karşı başıdik yaşaması ve çağdaşlaşma yolunda ilerlemesi için bir yaşam sorunudur.

DEVRİMİN ÖNCÜSÜNÜN İÇİNDEN ÇIKAN ATLANTİK ROTASI

Bir devrim yapmışız ve Atatürk’ün ölümünden yedi yıl sonra başlayan süreçte ülke denetimi 

A B D emperyalizminin eline geçiyor! Nasıl oldu da Atatürk’ün kurduğu ve yönettiği CHP’nin içinden itiraz yükselmedi?  Devrimin öncüsü olan Parti, devrimden vazgeçilmesini niçin bu kadar kolay kabullendi? 1945 sonrasında “Küçük Amerika olacağız” hedefini ilk açıklayan CHP yönetimidir. O Atlantikçi formülü İsmet İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim ilan etmişti.

DP yönetimi de CHP’nin içinden çıktı. Celal Bayar, İttihat Terakki döneminden beri devrimci kadronun içindedir. İstiklâl Savaşının Galip Hoca’sıdır. İstiklâl Savaşından sonra Cumhuriyet Hükümetlerinde önemli görevler üstlenmiştir. Atatürk’ün son başbakanıydı. Demokrat Parti’nin diğer kurucuları Adnan Menderes ve Refik Koraltan, Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Müdafaa-i Hukuk-CHP örgütlenmesi içinde yer almışlar, milletvekilliği yapmışlardır. Her ikisi de İstiklâl Savaşı madalyalıdır. Diğer kurucu Fuat Köprülü, Cumhuriyet Devriminin önde gelen tarihçi ve düşünürlerindendi.Türkiye, Atlantik sistemine CHP hükümeti döneminde iktidar ve muhalefetiyle bağlandı. 1950’de DP’nin iktidara gelmesinden sonra yaşananlar da, sistemin iktidarı ile muhalefeti arasındaki uyuma işaret eder. CHP muhalefeti, Atlantik sisteminin muhalifi değildi, DP iktidarının muhalifi idi.1945 olayından şu tarihî dersi çıkarabiliriz: Devrimin öncüsü olan CHP’nin 1931 ve 1935 programlarında “Arasız devrimlerin” önündeki aşamaları tanımlayan azamî hedef konmamıştı. Millî Demokratik Devrimin arkasından kesintisiz olarak hangi devrim süreçlerine ilerleneceği konusunda bir bilinç yaratılmamış ve görev tanımı yapılmamıştı.  “Sınıfsız toplum”, “Yurtta barış cihanda barış” gibi azamî programla ilgili ülküler, Atatürk ve birkaç arkadaşının konuşmalarında ve yazılarında kalmıştı, Partinin programına dönüştürülmemişti. Kemalist Devrim önderliği, devrimin korunmasına odaklanmıştı ama devrimin kesintisiz olarak sürdürülmesi bilincini devrimin öncülerine vermemişti. “

ARASIZ DEVRİMLER” MİRASININ YOL GÖSTERİCİLİĞİ

Atatürk’ün “Arasız devrimler” mirası, bugünkü süreçte de yol göstericidir. Kemalist Devrimi tamamlama programını önüne koyan Vatan Partisi, tarihsel tecrübeyi değerlendirerek yakın amaç ile uzak amaç arasındaki kesintisiz bağlantıyı şöyle tanımlamıştır:        “Vatan Partisi, Türkiyemizin bugün Asya’dan yükselen çağdaş ve toplumcu uygarlığın önündeki seçkin yerini alması için, artık mafyalaşan         kapitalizmin her tür sömürü ve baskısını arasız devrimlerle ortadan    kaldırmayı ve imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum kurmayı hedefler.”[5]

DEVRİM YAPMAZSAK KARŞI DEVRİM YAPARLAR

Atatürk Devrimin en birikimli düşünürü olan Yusuf Akçura, Şeyh Sait Ayaklanmasının yaşandığı yıllarda, “İhtilal yapmazsak Avrupa bizi imha edecek” diyordu. 1925 yılının Haziran ayında İstanbul Darülfünunu’nda verdiği o tarihsel konferansta, devrimin iç cephedeki görevini tanımlıyordu. Emperyalizmin ve halife sultanlığın dayanağı olan “feodal rejim, feodal sistem, feodal hukuk, yalnız hukuken değil fiilen kaldırılmalı ve sökülüp atılmalıydı.”[6]

Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki emperyalist işbirlikçisi gerici ayaklanma dönemlerinde hazırlanan devlet raporları, devrim ile karşıdevrim arasındaki hesaplaşmaya dikkat çekti. Örneğin Naşit Hakkı Uluğ’un “Dersim sistemi böyle yıkılır mı” sorusuyla noktaladığı rapor, aynı zamanda bir edebiyat şaheseridir.[7] Bu raporlarda karşıdevrimin Cumhuriyete karşı kılıcını çektiği vurgulanır. Cumhuriyet de kılıcını çekmez ve karşıdevrimin hesabını görmezse sonuçları ağır olacaktır.   

İşte Atatürk, bu ortamlarda 1927 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası 2. Büyük Kongresi’nde, 15-20 Ekim günlerinde Büyük Nutkunu okudu. Nutuk, baştan sona karşıdevrimle hesaplaşma beyannamesiydi. Atatürk, bütün büyük devrimciler gibi, karşı güçlerin devrimin öncüleri arasında mevzilenmesini en büyük tehdit olarak görüyordu. İç cephenin öncüler safında sağlam tutulması belirleyici önemdeydi. Nutuk’un özü budur.[8]

    CHP’nin 1935 yılı Mayıs ayında toplanan 4. Büyük Kurultayında karşıdevrimin toplumsal ve ekonomik temelini oluşturan toprak ağalığının üzerine gidilmesi kararı alınır. Tarım Reformu artık Parti Programındadır. Atatürk, bu kurultayda “arasız devrimler” vurgusu yaptı.

1937 yılı Şubat ayında Altı Ok Anayasanın ikinci maddesine yazıldı: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”

2014 SONRASINDA ATLANTİK ZİNCİRİNİN KIRILMASI

Türkiye, 2014 baharından sonra Atatürk’ün vasiyetini yeniden keşfetme sürecine girmiştir.

.....

ATATÜRK’ÜN RUSYA DOSTLUĞU VASİYETİNİN 21. YÜZYILDA KEŞFEDİLMESİ

Atlantik sisteminin dışına çıktığımız 2014 sonrası süreçte, Atatürk’ün Rusya’yla dostluk vasiyetini keşfetmiş olduk. Türkiye, ABD ve İsrail’in sözde “Kürdistan” aslında İkinci İsrail girişimine karşı koyarken, zorunlu olarak Rusya, İran, Irak, Suriye ve Çin dostluğuyla tanıştı.

Ekonomik düzlemde yine benzer bir süreç yaşadık.  Türkiye, Atlantik sisteminin dayattığı borç batağından çıkma mücadelesinde, Asya ekonomileriyle ilişkiler geliştirdi. Daha 2020 yılı öncesinde ilk iki ticaret ortağımız Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti olmuştu. Atlantik sistemi Türkiye için borç batağına saplanmaktan, işsizlikten, iflaslardan ve ekonomik çıkmazdan başka bir anlam taşımıyordu. Bu koşullarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 13 Ağustos 2020 günü yaptığı açıklamada, sıcak parayla çarkı çevirmenin artık sürdürülemez hale geldiğini belirtti ve Üretim ve İstihdam Odaklı Ekonomiye geçme kararını ilan etti. Devlet girişimi özel sektörün önünde “sürükleyici” bir işlev görecekti.

TÜRKİYE’NİN YENİDEN ASYA GİRİŞİMİ

2014 yılında fiilen başlayan Asya mevzisine yerleşme sürecinin adı 2019 yılında kondu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 6 Ağustos 2019, 4 Şubat 2020 ve 24 Haziran 2020 tarihli toplantılarda, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimini” duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, 22 Eylül 2020 günü Birleşmiş Milletler kürsüsünden, “Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya kaydığı” gerçeğini vurguladıktan sonra, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimi”ni bütün dünya ülkelerine ilan etti ve bu girişimin uluslararası ilişkilerimize “yeni bir dinamizm kazandıracağını” belirtti. Türkiye Cumhurbaşkanı, bu bildirisiyle Türkiye’nin 1945’ten beri devam eden 75 yıllık Atlantik dönemine noktayı koydu ve ülkemizin Asya’daki tarihî konumlanmasını bütün insanlığa bildirdi.

Atatürk’ün 1937 yılındaki vasiyetini 77 yıl sonra 2014 yılında yerine getiren bir sürece girdik.

TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR

Türkiye’nin Asya’da konumlanması, stratejik bir mevzilenmedir.

Bu konumlanma, Atlantik emperyalizmine karşı bağımsızlık ve üretim mevzisine girme anlamını taşıyor.

Türkiye, Atlantik sistemi içindeki büyük tecrübelerden sonra Atatürk devrimini tamamlayacağı Asya iklimine yerleşmektedir.

.....

.....

[1]         Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, 2. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2010, s.149 vd, 169 vd, 183 vd; yine Tevfik Rüştü Aras’tan akt. Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi IV, 3. basım, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1978, s.1490. Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras’ı kaynak göstererek Atatürk’ün ölüm yatağındaki vasiyetini doğrular. Bkz. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950, Yaylacılık Matbaası, İstanbul, 1968, s.217. Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri-Sovyet Arşiv Belgeleriyle, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2014, s.234 vd.

[2]         Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, 5. basım, Scala Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 1999, s.385’ten akt. Mehmet Perinçek, age, s.235.

[3]         İ. Andronov, “Soratniki Atatürka”, Novoe Vremya, 15 Eylül 1967’den akt. Mehmet Perinçek, age, s.235.

[4]         Ali Fuat Cebesoy, Siyasî Hatıralar II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, s.266 vd.

[5] Vatan Partisi Tüzüğü’nün 2. Madde 2. Fıkrası.

[6] Yusuf Akçura, “Çağdaş Türk Devleti ve Aydınlara Düşen Vazife” Türk Devriminin Programı, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2017, s.26. Akçura’nın devrimin öncü müfrezesi içinde yer alan aydınlara ve gençlere verdiği bu konferans, Kemalist Devrimin özünü ve görevlerini anlatan en önemli metinlerden biridir.

[7] Kemalist Yönetimin Şark Raporları için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-7 Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, 5. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2010, s.54 vd.

[8] Nutuk’un aslına uygun doğru basımını Şule Perinçek yönetimindeki Atatürk’ün Bütün Eserleri yayınladı. Bu yayın için Nutuk’un bütün basımları karşılaştırıldı ve eski Türkçe metinler yeniden doğru okundu, sonradan yapılan müdahaleler temizlendi. Bkz. Nutuk, Kaynak Yayınları, İstanbul.Doğu Perinçek

Alıntı/Kaynak: Aydınlık Gazetesi

Doğu Perinçek, Aydınlık Gündem 10 Kasım 2020, Salı

20171224

DR. NECİP HABLEMİTOĞLU (28 Kasım 1954 – 18 Aralık 2002 )

DR. NECİP HABLEMİTOĞLU (28 Kasım 1954 – 18 Aralık 2002 )

1954 yılında Ankara’da doğan HABLEMİTOĞLU, Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra, üniversite eğitimine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın-Yayın Yüksek Okulu’nda devam ederek, 1977 yılında mezun oldu. 

1977 ve 1978 yıllarında Türkiye dışında yaşayan Türklerin sorunlarını irdeleyen “Dilde, Fikirde, İşde Birlik“ adlı aylık bir dergi yayınladı. 

Uzun yıllar çeşitli kuruluşlarda basın müşaviri olarak çalıştı, 1980 askeri darbesinden sonra YÖK’te basın müşaviri olarak görev yaptı. 

1982 yılında YÖK yasası ile birlikte kurulan Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. HABLEMİTOĞLU, yüksek lisans ve doktora programlarını burada tamamlayarak, 1990 yılında öğretim görevlisi oldu. 

Çalışma yaşamı boyunca, 25 yılı aşkın bir süre Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak araştırmalar yapan HABLEMİTOĞLU, Orta Avrupa ve Balkanlar’da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve şehitliklerimiz konularında alan araştırmaları yürüttü. Bu çalışmaları çeşitli günlük gazete ve dergilerde yazı dizisi olarak yayınladı. 



1995-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Örgütü Kalkınma Programı (UNDP)’nın TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ile yürüttüğü bir projesinde görev alarak Moldovya’da Gagauz Türkleri’nin Latin Alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. Buradaki çalışmaları sırasında, Cumhuriyet döneminin başında bölgede Atatürk tarafından görevlendirilen öğretmenlerin bulunduğunu belirleyerek, bir sözlü tarih çalışması yaptı. Bu kapsamda dönemin öğretmenlerinin bugün yaşayan öğrencilerinin anılarını derledi ve bunların bir kısmını ‘’Kemal’in Öğretmenleri’’ adı altında yayınladı. 

Çalışma alanına ilişkin çok sayıda kitap ve makalesi bulunan HABLEMİTOĞLU, üniversitedeki dersinden döndükten sonra evininin önünde suikaste uğradığı 18 Aralık 2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi’nde Doktor Öğretim Görevlisi olarak yirmi yıl boyunca Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi derslerini yürüttü.

İlk kitabı daha 19 yaşındayken yazdığı ve 1974 yılında yayınlanan; Sovyet Rusya’daki komünist rejimin halka yönelik baskılarını, sürgünleri ve etnik soykırımı ele alan “ Sovyet Rusya’da Ölüm Kampları “dır. Bu kitabı 2004 yılında “Sovyet Rusya’da Devlet Terörü” adı altında yeniden hiç bir değişiklik yapılmadan yayınlanmıştır. 

Ayrıca yine 1974 yılında, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Rusya tarafından Kırım Türkleri’nin kendi topraklarından zorunlu göç ettirilişini, bir anlamda Türklere yönelik en önemli soykırımlardan birini anlatan “Türksüz Kırım: Yüzbinlerin Sürgünü“ kitabı yayınlanmıştır. 



Diğer kitapları, 
“Çarlık Rusyası’nda Türk Kongreleri (1905-1917), 
“Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketi (1893-1920), 
Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası, 
Kırım’da Türk Soykırımı, 
Köstebek, 
Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacındaki Ülke: Türkiye, 
Milli Mücadelede Yeşil Ordu Cemiyeti 
ve Gaspıralı İsmail Bey” 
isimli çalışmalarıdır. 

HABLEMİTOĞLU’nun özellikle Türkiye dışında yaşayan Türk toplulukları ve Kırım Türkleri konusunda yayınlanmış tarihi belgelere dayalı çok sayıda makalesi bulunmaktadır. 

Anne ve baba tarafından Kırım Türkü olan Dr. Necip HABLEMİTOĞLU, Kırım Türkleri’nin Türkçü lideri İsmail Gaspıralı Bey’le kızı Şefika Gaspıralı’ya ait tarihi belgelerden oluşan bir arşive de sahipti. 

Bugün, araştırmacıların yararlanabilmeleri için bu arşivin bir kısmı, Kırım Bahçesaray Müzesi’ne, önemli bir bölümü de Türkocağı Bursa Şubesi’ne devredilmiştir. 

HABLEMİTOĞLU, bu çalışmalarının yanısıra, 

  • Türkiye’de ve yurt dışında faaliyet gösteren bölücü ve radikal dinsel terör örgütleri ve Alman Vakıfları ile Avrupa Birliği uyum yasaları içinde yer alan vakıflar yasası,
  • Türkiye’nin Ermeni meselesi, 
  • Türkiye’de sivil toplum olgusu 
gibi pek çok sosyo-politik konuda çeşitli araştırmalar yapmıştır. 

Suikaste uğradığı 18 Aralık 2002 tarihine kadar bitmeyen bir enerji ile çalışma alanına ilişkin Türkiye’de ve yabancı ülkelerde sempozyum, panel gibi bilimsel etkinliklere katılarak, sayısız konferanslar vermiş, çeşitli ulusal ve uluslararası televizyon, radyo programlarına katılmıştır. 



Necip HABLEMİTOĞLU, kendisi gibi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU ile evli, Kanije ve Uyvar adında iki kız çocuk babası idi. 

30 Mayıs 2015 yılında anısını yaşatmak, Necip HABLEMİTOĞLU’nu genç bireylere anlatmak ve yeni çalışmalar yapmak amacıyla ailesi ve öğrencilerinin girişimleri sonucunda; Hablemitoğlu Ankara Enstitüsü-HaE faaliyete geçmiştir. 

Ayrıca aynı yıl Enstitü tarafından ‘’Necip Hablemitoğlu Toplumsal Duyarlılık Ödülleri’’ adı altında bir anma etkinliği düzenlenmiştir. Bu etkinliğin her yıl düzenli olarak yapılmasına çalışılacaktır.

Alıntı Kaynak: http://hablemitoglu.org/necip-hablemitoglu/



20171214

'Sovyetler Birliği'ni bir Türk yönetecekti'


'Sovyetler Birliği'ni bir Türk yönetecekti'

Çek Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren Rus Kültür ve Bilim Merkezi Başkan Yardımcısı Oleg Soloduhin, bir dönemin SSCB lideri Yuri Andropov’un, Azerbaycan’ın yaşamını yitiren lideri Haydar Aliyev’i kendi halefi olarak gördüğünü kaydetti.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Merkez Komitesi Genel Sekreterliği görevini 12 Kasım 1982'den ölümüne değin 15 ay süreyle yürüten SSCB lideri Yuri Andropov'un, Azerbaycan’ın yaşamını yitiren lideri Haydar Aliyev’i kendi halefi olarak gördüğü ortaya çıktı.

“ZAMANSIZ ÖLÜMÜ ENGEL OLDU”

Fuad Safarov’un Sputnik’te yer alan haberine göre; Dönemin SSCB Başbakan Birinci Yardımcısı Aliyev'in danışmanı olan babası Yuri Soloduhin'in anılarını paylaşan Soloduhin şu ifadeleri kullandı:
"Babam, Aliyev'in en önemli Sovyet liderlerinden biri olduğunu anlatıyordu. Saygın şahsiyet idi. Peki neden Aliyev'in Sovyetler Birliği tarihindeki rolünden hiç bahsedilmiyor? Oysa o dönem bir çokları şunu biliyordu: Andropov Mihail Gorbaçov'u değil, Aliyev'i halefi olarak görüyordu. Andropov, Aliyev'i SSCB Başbakanı görevine getirmeyi ve ona geniş yetkiler verilmesini planlıyordu. Fakat SSCB lideri Andropov'un zamansız ölümü Aliyev'in iktidarda yükselmesine engel oldu."

Soloduhin, Aliyev'in SSCB Başbakan Birinci Yardımcısı olarak Sovyetler Birliği'nde çok önemli çalışmalara imza attığı ve 12 bakanlıktan sorumlu devlet yetkilisi olduğunu vurguladı.

ALİYEV: SSCB BAŞKANI OLSAYDIM ÜLKENİN YIKILMASINA İZİN VERMEZDİM

Ünlü Rus gazeteci Sergey Brilyov da kendi "Mihail Gorbaçov: Bugün ve O dönem" adlı belgeselinde, İngiltere'nin 1984 yılında SSCB başına Aliyev veya Gorbaçov'un getirilip getirilmeyeceği hususunda ciddi bir beklenti ve merak içine girdiğine dikkat çekmişti.


Azeri Haggın.az ajansına göre, 1990'lı yıllarda Rus milletvekillerinin "SSCB Başkanı olsaydınız Sovyetler'in kaderi nasıl olurdu?" sorusunu Aliyev,"SSCB'nin yıkılmasına hiç bir şekilde ve asla müsaide etmezdim" yanıtlamıştı.


20171213

Bunu biliyor muydunuz? -Türk askerinin orak-çekiçli arma taktığı ortaya çıktı


Türk askerinin orak-çekiçli arma taktığı ortaya çıktı

Türk ordusunun, 1917 Ekim devrimi döneminde orak, çekiç ve kızıl yıldızlı Sovyet armasını üniforma ile şapkalarda kullandığı ortaya çıktı

1917 Ekim Devrimi’nin Türk ordusu üzerindeki etkilerine dair çarpıcı bilgiler ortaya çıktı. Buna göre; o süreçte Türk ordusunda orak, çekiç ve kızıl yıldızlı Sovyet arması üniforma ile şapkalarda kullanılıyordu. Hatta, dönemin ordu komutanlarından Kazım Karabekir, bu armaların kullanılmasına izin vermişti.

Aydınlık gazetesi yazarı, emekli Astsubay Oktay Yıldırım, “Astsubay Hakkında Her Şey” adlı yeni çıkan kitabında; hem dünden bugüne astsubayların bilinmeyenlerini, hem de sorunlarının kaynaklarını ve çözüm yollarını yazdı. Kaynak Yayınları tarafından okuruyla buluşturulan kitapta, Ekim Devrimi’nin Türk ordusu üzerindeki etkilerine dair de oldukça ilginç anekdotlar bulunuyor.


İşte “Astsubay Hakkında Her Şey” adlı kitaptan ilgili bölüm:
“Bolşevik Devrimi'nin bazı uygulamalarının Türk ordusu üzerindeki etkisinden kısaca söz etmeliyim.

Bolşevik Devrimi en önce Çarlık ordusuna esir düşen Türk askerlerini etkilemeye başladı. Her ne kadar esir düşmek yerine iltica etse de kitabımızda sözünü ettiğimiz Süleyman Nuri buna iyi bir örnek.
Bunlar katıldıkları SSCB Komünist Partisi emriyle Türk esirlerinden teşkil ettikleri kuvvetlerle Denikin ve Wrangel ordularına karşı savaşmalarının yanı sıra Mustafa Suphi önderliğinde Anadolu'ya da kuvvet göndermeye çalışmışlardı. En önemli olarak da Türk ordusu içinde propaganda çalışmaları yürütüyorlardı ve bu propaganda karşılık da buluyordu.

Rütbeler yerine unvanların kullanıldığı, eşitlik ütopyasının hâkim olduğu bu sistem, Milli Mücadele yıllarında Sovyetler ile stratejik ortak konumundaki Türk ordusunda dikkatle izleniyordu. 1922 yılında apoletsiz ve rütbesiz üniformasıyla Türk cephesini ziyaret eden Tümen Komutanı Aralov'un en sık duyduğu sorular rütbesiyle ilgiliydi.
O sıralarda Türk ordusu içinde oldukça popüler olan Sovyet tarzı askerlik, erat ve küçük birlik komutanları düzeyinde apoletlerin sökülüp, rütbeleri astsubay rütbesi gibi kollara takılması, Sovyet işaretlerinin üniforma ve şapkalarda kullanılması hatta bazı birliklerin Sovyet flamalarından esinlenen kızıl yıldız armalarının kullanılması şeklinde olur. Bolşevizme karşıtlığı ile bilinen ama kendisi de bu tesirin altında, mesela Halil Paşa ile yazışmalarında "yoldaş" diye hitap eden Kâzım Karabekir bile bu durumun önüne geçilmeye çalışılmasının pek de doğru olmayacağını düşünerek, bir emir yayınlayıp bu işaret ve flamaların kullanılmasını kurumsallaştırmıştı.”

📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)

İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...