ekonomik bağımsızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ekonomik bağımsızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20250803

📖 Atatürk'ün verdiği ekonomik kurtuluṣ savaṣı. II: Abdülhamid döneminde Yabancılara tanınan İmtiyazlar

 Atatürk'ün verdiği ekonomik kurtuluṣ savaṣı.

Ülkede ne varsa ecnebilerin.



İṢGAL KOMUTANINDAN TÜRK HALKINA BİLDİRİ

Kaynak: 

.Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, First Series 

.İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1939), Hazırlayan: Bilâl N. Şimşir, 

Bildirinin metni: aynı kaynak, p. 45-46: Şimşir adı geçen eser, s. 462-463;


Abdülhamid'in kız kardeşi Fatma Sultan'ın Fransızca öğretmenliğini yapan saraya girip çıkan A. Vambery'nin kitabindan.  Vambery Abdülhamid'i daha Padişah olmadan önce 16 yaşında  iken tanımış, uzun yıllar bu ilişkisini sürdürmüş ve  Padişahlık döneminde de epey zaman yanında bulunmuştur.

Tarihçi : Osman Selim Kocahanoğlu



1901 ABDULHAMID devrinde Londra elçiliğine tayini çıkan bir memurun günlükleri
Türk yok, Türkçe bilen yok


Alıntı: Kemalist adam 🇹🇷🇹🇷 @KemalistAdam11



20231220

📖 ✍️Cumhuriyet ve emperyalizm - Kuntay Gücüm


Cumhuriyet ve emperyalizm
Kuntay Gücüm
Teori Genel Yayın Yönetmeni

Eco National ser muharriri, Lozan Konferansı sona yaklaşırken Türk gazetecilere şunu söyler: 

“Şarkta Avrupalıların müdafaa edilecek menâfii bırakılmadığından Şark meselesi ortadan kalkmıştır.”

“Bilhassa İngiltere ve Fransa'nın sertini yapan; lordların, bankerlerin, büyük fabrikatörlerin hatır ve hayale sığmaz o servet ve daradlarını husule getiren müstemlekat ahalisinin ezici boyunduruk altında mütemadiyen çalışmasıdır.”

Bu cümle, Yusuf Hikmet Bey (Bayur) tarafından Ankara Hükümetinin Sevres Anlaşmasına cevabı olarak kaleme alınan Türk Muahede-i Sulhiyyesi ve Mahiyet-i Hakikiyesi adlı metinde yer alıyor. O tarihte Hikmet Bey Hariciye Vekaleti Umur-ı Siyasiye Müdür-ı Umumisi  idi ve vekaleten müsteşarlık görevini yürütüyordu.

Metin Ankara, Trabzon ve Kastamonu matbaalarına basılarak dağıtılmıştır; (1) kişisel değerlendirme değil, Ankara’nın görüşlerini içeren resmi evrak niteliğindedir. Hikmet Bey, Anlaşmanın Avrupa devletlerinin egemen sınıflar bloğunu oluşturan feodal kalıntılar (lordlar), finans kapital (bankerler) ve sanayi sermayesinin (büyük fabrikatörler) sömürgelerdeki insanların boyunduruk altında mütemadiyen çalıştırma amacına göre düzenlendiğini yazıyor. Böylece belge, Milli Hareketin hangi sınıflarla mücadele ettiğini de göstermiş oluyor. Bu sınıfların yatırımları/menfaatleri İmparatorluğa imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri karşılığı geliyordu ve bu kağıtlar Batı kapitalizminin Doğuya doğru hegemonyacı genişlemesini sağlayan temel araçlardır.

Hikmet Bey şunu söyler:

“Çünkü hür ve müstakil olan adam kendi rızasıyla kulluğa bahusus garp kapitalizminin kulu olmağa razı olamaz.”

Metinde Sevres Anlaşmasının neden bu şekliyle ortaya çıktığı incelenirken, şu da belirtiliyor:

“Anadolu, Kafkasya, Kırım vesair Rus sevahilinde bulanık suda balık avlamak, Bolşevik hükümetine karşı para ile itmaa ettikleri bazı ceneral ve serserileri saldırmak gibi arzular kaim olmuştur.”

Böylece Avrupa’nın iktidar sınıf bloğunun, devrimleri ezebilmek için toplumların tortularıyla da (para ile satın alınan bazı general ve serseriler) birleştiği tespit edilmiş oluyor. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin 19. yüzyılda o iktidar sınıfları ile derin bir ittifakı olmuştu.

Tanzimat ile başlayan süreçle Türkiye, Yusuf Hikmet Bey’in adlarını andığı Avrupalı sınıfların da teşvikiyle, Batıcı modernleşme sürecine girdi. Modernleşme maliyetli bir iştir. Tanzimat Fermanı feodal iltizam usulünün kaldırılmasını ve mültezim sınıfının tasfiye edilmesini vaat ediyordu. Merkezi hükümet tarafından vergilerin toplanması ülkenin her yerine yayılmış maliye teşkilatı, yetişmiş kadro ve o kadroları yetiştirecek eğitim kurumlarını; örgün eğitim yaygın eğitim örgütü ve eğitilmiş eğitimcileri; şerrî hukuku modern hukuk ile değiştirmek ülkenin her yerinde adliye teşkilatını, o kanunları yazacak ve uygulayacak eğitime sahip kadroları, onları eğitecek okullar ve eğitimcileri; merkezi devlet bütçesi gelir ve giderleri kontrol edip yönetecek donanımda teşkilat ve insanları; modern şirket yatırım ve yine eğitimli insanı; 19. yüzyılda modernleşmenin simgesi olan demiryolları güçlü sermayeyi ve teknik beceriyi gerektirir.

Batıda bu süreçler ulusal burjuva sınıflar tarafından üstlenilmişti; bu yetersiz kaldığında kıta içi finans piyasalarına başvuruluyordu. Avrupa’da burjuva sınıfı hem üretimi örgütleyerek modern ekonominin hem de vergi ödeyerek ve devlet tahvillerine yatırımlarıyla modern devletin inşacısıdır.

İmparatorluk kendi dinamiklerine sahip olmadığı için boşluğu, Tanzimatla başlayan süreçte Avrupa finans kapitali ile ittifak yaparak doldurdu. Yaşanan, üretici güçlerin Türkiye’de var edilmesi değil, Batıdaki üretici güçlerin Türkiye’ye doğru genişlemesidir. Tanzimat bir anlamda, imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri üzerinden Avrupa mali aristokrasisi tarafından finanse edilmiştir diyebiliriz. İstibdat dönemi de 19. yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin yaşadığı dönüşümün Levant coğrafyasındaki izdüşümü, bir yönüyle Avrupa’daki süreçlerin Türkiye özgülünde tekrarlanmasıydı. Avrupa mali aristokrasisiyle ilişkilerin daha da derinleştiği dönemdi. Berlin Anlaşması ancak II. Abdülhamid’in temsil ettiği monarşiyle uygulanabilirdi.

Modern mutlak monarşinin teorisi, Mahmut Nedim Paşalar tarafından 1870’lerin başından itibaren kurulmaya başlamıştır. Mütareke döneminde Damat Ferit-Vahdettin partisi mutlak monarşiyi tekrar ayağa kaldırmayı deneyecektir.

19. yüzyıl Türkiye açısından, bazı kesintilerine rağmen, 1920’de Ankara’nın savaştığını söylediği sınıflarla işbirliği yaparak geçti.

Milli Mücadele önderliğinin 1924’de halkçılardan ayrılarak Terakkiperver Fırkayı kuracak olan liberal kanadı, bu ittifakın sürdürülmesini önermiştir; fakat bu sefer Amerikan sermayesine dayanarak. Amerikan mandası önerisi, Sivas Kongresinde, Türkiye’nin sermayeye sahip olmadığı ve istikraz yapmadan ayakta kalamayacağı, Amerika’da fazlasıyla sermaye bulunduğu ve ancak o sermayenin sahipleriyle anlaşarak İmparatorluğun savaş öncesi sınırlarını muhafaza edebileceği tezleriyle savunuldu. Amerikan mandası başlığıyla önerilen, Amerikan mali sermayesiyle ittifak yoluyla İmparatorluğu kurtarmaktır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programında Batı mali sermayesiyle işbirliği fikri sürdürülmüştür. Parti programının 40 ve 41. maddelerinde 

  • devletin dünyadaki mali itibarını yani istikraz yapabilme olanaklarını artırmak için çalışılacağı; 
  • ülke çapında bayındırlık işlerinin yalnız kendi servet ve sermayesiyle gerçekleştirmek fikrinin doğru olmadığı; 
  • asayişin temini, istikrar ve yabancı sermayelere sağlanacak kolaylıklarla güven telkin edileceği; 
  • memlekete yabancı sermaye gelmesine mâni durumlardan biri olan kambiyo değişimine son vererek milli paranın yabancı paralarına karşı istikrarını temin için Devlet Bankası ile bir anlaşma imzalanacağı 
yazar. Bayındırlık işleri için yabancı sermayeye başvurmanın imtiyazlı şirketleri, borçlanabilme olanaklarını güçlendirmenin ise istikrazları devam ettirmek istenildiğini gösterdiği söylenebilir.

Milli Mücadelenin ilk aşamalarında gündemde olan manda tartışmalarının temelinde “İmparatorluğa tamam mı devam mı” tartışması vardı. İmparatorluğa devam iddiası manda fikrine ulaşmıştır. Tartışma, Misak-ı Milli kararıyla son buldu. Misak-ı Milli ile tanımlanan ulusal devlet, o gün için Amerikan mali sermayesi ile ittifak arayışlarının en temel gerekçelerini ortadan kaldırdı.

Misak-ı Milli sınır çizgilerini tayin etmez; üzerine sınırlar çizilmiş bir harita eki yoktur. Sınırlar için temel prensipler ortaya koyar. O sınırlar içinde, beyannamenin 6. maddesinde ifade edilen mali ve iktisadi bağımsızlığa sahip ulusal devlet hedeflenmişti. Lozan müzakereleri o amaç gözetilerek yürütüldü. Bu yüzden sadece toprak mücadeleleri üzerinden incelenerek Lozan metninin anlaşılamayacağını düşünüyorum. İçinde devletin kurulduğu sınırların nasıl çizildiği kadar, Türkiye’nin küresel sistemle ilişkisini nasıl düzenlediği de önemlidir. O bilgi de Lozan Konferansının özellikle imtiyazlı şirketler ile daha çok Fransızların muhatap olduğu Osmanlı borçları üzerine müzakerelerinde en açık şekilde kendini gösterir. Konferansın ikinci döneminde Fransız delegasyon başkanı General Pellé’nin başkanlığını yaptığı ikinci komite ve İtalyan delegasyon başkanı Montagna’nın başkanlığını yaptığı üçüncü komitenin tutanakları itinalı incelenmelidir.

Lozan görüşmelerinin ikinci dönemini Tevhid-i Efkar adına izleyen ve düzenli makaleler gönderen Velid Ebuzziya o görüşmelerle ilgili şu bilgileri okuyucularına aktarmış: (3)

“General Pellé buraya, kendi arzusu veçhile hareket için değil, hukûmetinin talimatı dairesinde ifâ-yı vazife için gelmiştir. Hükûmeti ise, istese de istemese de sermâyedarların şirketlerin taht-ı nufûs ve tesiri altındadır. Binaenaleyh şarkta biran evvel insâni bir gaye ile sulhun tesisini istemekten, asırlarca nice hukukunu pâyımâl ettikleri Türke karşı artık adl ve insaf dairesinde muameleyi düşünmekten ziyade sermayedarların meşru veyahut gayr-ı meşru menfaatlarını gözetmek mecburiyetinde bulunmaktadır.”

“Burada müzâkerât üzerinde en ziyâde icrâ-yı te’sir eden ve sulhün akdine mani olan avâmilden biri duyûn-i umumiyedir. Malûm olduğu üzere duyûn-i umûmiyyede ki dâyinler vekillerinden ikisi burada bulunmaktadır; ki bunlardan biri İtalyan dâyinler vekili Nogara, diğeri Fransız dâyinler vekili De Koloziyer’dir.”

“(…) Hükümet de bu açgözlü, doymak bilmez memleketlerin kuvvetine istinat ederek en haksız taleplerin dermeyanından utanmaz (imtiyazlı) şirketlerin, bu gibi tahammül edilmez taleplerini redde mecbur olmuştur.”

“Fransa’nın Şark siyaseti, gittikçe tehlikeye düşüyor ve bu da sırf Fransa sermayedarlarının âdi menfaatlerını himâye yüzünden vuku buluyor.

O tarihte Türkiye’de kapitalist ve sermayedar sıfatları sanayi burjuvazisi için değil, Osmanlı tahvil ve imtiyazlı şirketler hisse senetlerine yatırım yapan sınıflar için kullanılıyordu. Bizi yutmak isteyen kapitalizm de aslında emperyalizmdir. Velid Ebuziya’nın sayılarının 3000 kadar olduğunu söylediği sermayedarların direnci Lozan Anlaşmasının imzalanmasını birkaç hafta geciktirdi.

“(Fransızların) yapmak istedikleri bizi tamamen kendi sermâyedârlarının esâret-i iktisâdiyesi altında tutmaktan ibârettir.”

Sulh işinin böyle fâiz meselesine gelip dayanması başda Mösyö Poincaré olmak üzere bütün Fransa hükûmetinin mahâfil-i mâliyenin taht-ı nufûs ve te’sirinde olduğunu gösterir. Poincaré, bu nufûsdan yakasını sıyırabilse hiç şüphesiz sulhün akdi kolaylaşmış olurdu.”

Aynı bilgileri Lozan Konferansıİkdam gazetesi adına izleyen Ahmet Cevdet’in haberlerinde buluyoruz: (3)

“Fransız milletinden ziyade Fransız sermayedarların menâfii müzakerata hâkim olursa bittabi bundan iyi bir netice çıkmaz.”

“Diyorum ki Türkiye’yi maliye cihetiyle bilvasıta esarete sokmak istiyorlar.

“Şimdi son bir teşebbüs vâki oluyor ki o da muamelat-ı maliyede olsun bizi kayıt ve rabıta altında tutmak, ileride bizde kımıldanacak hal bırakmamaktır. Bütçemizin varidat ve mesarif kısmı arasında tevazün hasıl olmasından endişe ediyorlar, diye hükmediyorum. Bu muvazenet hasıl olmamak daima istikraza müracaat ederek açık kapatmaya mecbur olmaklığımız onlar için bir istikbal emelidir.”

Bir Avrupalı gazetecinin dediği gibi, Avrupa egemen sınıflarının Türkiye’de savunulabilecek çıkarı bırakılmadığından, 200 yıllık şark meselesi devrim yoluyla tasfiye edilmişti; emperyalist sınıfları temsil eden müttefiklerin istikbal emeli Türkiye’de gerçekleşmemiştir.

Millî Mücadele, Avrupa mali sermayesine ve Amerikan mali sermayesiyle ittifak arayışlarına karşı kazanıldı. Nasıl ki II. Abdülhamid dönemi istibdatı, Berlin Anlaşmasıyla Doğu’da kurulan emperyalist düzeneğe uyum sağlama biçimiyse, Cumhuriyet de küresel sistemden kopuşun rejimiydi.

Cumhuriyet’e, Türkiye’nin üretici sınıfları adına emperyalist sınıflarla mücadele yoluyla ulaşılmıştır.

DİPNOTLAR

1 Bu metin basılı halde sahaflarda bulunabiliyor. Kendi arşivimde Kastamonu baskısı var. Mete Tuncay tarafından Latin harflerine de çevrilmiştir. Alıntılar için Tuncay’ın çevirisini kullandım.

2 Velid Ebuzziya’nın Lozan’dan gönderdiği makaleler Ahmet Temiz tarafından derleyip yayınlanmıştır. Ahmet Temiz, Velid Abuzziya’nın Lozan Mektupları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.

3 Ahmet Cevdet’in Lozan’dan gönderdiği makaleler Nuri Sağlam tarafından derlenip yayınlanmıştır. Türk Basınında Lozan Ahmet Cevdet’in Lozan Makaleleri, Hazırlayan: Nuri Sağlam, alBaraka Yayınları, İstanbul, 2023.


Alıntı/Kaynak: https://www.teoridergisi.com/index.php/cumhuriyet-ve-emperyalizm

20210311

Osmanlı Devleti'nin borçları

 

Yıl: 1828–1829

Osmanlı tahtında Sultan 2.Mahmut oturuyor.
Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.
Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok buğday yok!
Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschilde başvurur

Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.
Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.

2. Yıl: 1834

Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.
Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi karalaştırılmıştır.
Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.
Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.

3. Yıl: 1853–1856

Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Kırım Savaşı sürmektedir.
Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.
Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild aracı olur,

Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.

4. Yıl: 1855

Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.

Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.
Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.
Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.
Rothschild bu teminatlarla yetinmez.

Çünkü Osmanlı devleti, buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.
İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.
Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.

5. Yıl: 1891

Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazinede para yoktur.
Bir kez daha Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.

6. Yıl: 1894
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdulhamit oturmaktadır ve kasa tam takırdır. Rorhchild yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir. Borcun ödeme süresi 61 yıldır. Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar

Tarih: 1.11.1922

T.B.M.M Osmanlı saltanatına son verdi, 17.11.1922 son Padişah Vahdettin İngiliz savaş gemisiyle kaçtı.

Tarih: 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması imzalandı.

Genç Türk devleti, Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.
Bu borçlar arasında Rorhschild’den alınmış borçlar da vardı. Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rorhschild’den alınmış olan borçlar Ailesi’ne ödendi.

Değerli Dostlar,
Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlı’nın borçlarını hesapladı. 2013 yılının kurlarına göre, Osmanlı devletinin toplam borcu 500 MİLYAR DOLAR tutuyordu.
Bu borcu, büyük devrimci Atatürk’ün önderliğinde “Yeniden Doğan” Türk milleti ödedi.
...
...

Alıntı/Kaynak: DORYLAİON ESKİŞEHİR sayfası

20200222

Köy Enstitüleri ve Türkiye’nin toplumcu yazarlarından Talip Apaydın


KÖY ENSTİTÜLERİNİN TOPRAĞINDAN DOĞAN AYDINLANMA SAVAŞÇISI VE EDEBİYATÇI TALİP APAYDIN’I KAYBETTİK … UĞURLAR OLSUN 
*** Alın Teriyle Yazılan Destan 
* KÖY ENSTİTÜLERİ 
* Talip Apaydın’dan bir anı 
* KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI



KÖY ENSTİTÜLERİNİN TOPRAĞINDAN DOĞAN AYDINLANMA SAVAŞÇISI
VE EDEBİYATÇI TALİP APAYDIN’I KAYBETTİK … UĞURLAR OLSUN...

Anadolu’nun bozkır toprağınla harmanlanan , çamurunla yoğrulan , sıcaktan kuruyarak çatlayan topraklarda aydınlanma destanına harç ve su taşıyan , Köy enstitülü , öğretmen , eğitimci , şair , yazar Talip Apaydın’ı da ışıklara uğurladık .Savaş yıllarında yokluk ve yoksulluk yaşanırken Atatürk’ün güçlü ve aydınlık Türkiyesinin temeline tuğla koyanlardan birisi oldu Talip Apaydın.

Aydınlanma savaşçıları beyaz taylara binerek gelmişlerdi.
Beyaz atlarına binerek bir bir gidiyorlar.

Saygı ve sevgiyle
uğurlar olsun Apaydın…

Talip Apaydın’ı sonsuzluğa uğurlarken seneler önce paylaşıma sunduğum Talip APAYDIN tarafından yazılarak 1967 yılında yayınlanan ”Karanlığın Kuvveti” kitabında yer alan “Bayramlarda çalışırız bayramlar için” isimli anısını yine bir kurban bayramı arifesinde paylaşmıştım.Bu kez de değerli Talip Apaydın’ın yaşamla vedalaşması yine kurban bayramı öncesine geldi.

Bu nedenle Apaydın’ın yaşamını ve de aynı öykü anıyı sizlerle tekrar paylaşıyor ve Köy enstitülerinin işlevini anlatmak yönünden “Alın teriyle yazılan destan” ve “Köy enstitülerinin kapatılması ” konusunu da takrar anımsatmayı yararlı gördüm.

Naci Kaptan
30 Eylül 2014

***

Susuzluk
Bozkırlar ortasındaKurudu dudaklarımÇağırmayın gelememBir tas su uzatınÇabuk olun birazBeni kurtarın

Talip Apaydın




Türkiye’nin toplumcu yazarlarından Talip Apaydın (d. 1926, Ankara Polatlı- ö. 27 Eylül 2014),

Hikâye ve roman yazarı, şâir. Polatlı’ya bağlı Ömerler Köyü’nde doğdu. İlk eğitimini Beypazarı’nda yaptı. Daha sonra Çifteler Köy Enstitüsü (1943) ve Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı.

İlk şiir ve hikâyelerini Köy Enstitüleri Dergisi’nde yayınladı (1945-1946). 1948-1950 yılları arasında Yücel, Varlık, Edebiyat Dünyası, Fikirler, İmece, Yeni Ufuklar vs. gibi dergilerde çıkan hikâyelerinden sonra romancılığa başladı.

Köy Edebiyatı akımının temsilcileri arasında yeraldı. İlk romanı Sarı Traktör ile tarımda makineleşme konusuna bir umut olarak yaklaştı. Yarbükü’nde ise köylüler arasında toprak ve su paylaşımı ile ilgili çekişmelerin olduğu zorlu yaşam koşullarını anlattı. Öykü ve romanlarında doğa betimlemeleri ve insan ilişkilerini tüm doğallığı ile yansıttı. Anı, oyun, çocuk edebiyatı türlerinde de eserler verdi.

Eserlerinde Yaşar Kemâl, Kemâl Tahir ve Orhan Kemâl’in etkisi görülür.

27 Eylül 2014 tarihinde vefat etmiştir.
Okula böyle geldiler

Talip Apaydın Eserleri

Şiir
Susuzluk (1956).

Hikâye
Ateş Düşünce (1967),
öte Yandaki Cennet (1972),
Koca Taş (1974),
0 Güzel İnsanlar (Çocuklar için hikâyeler, 1978),
Yolun Kıyısındaki Adam (1979),
Duvar Yazılan (1981),
Kökten Ankaralı (1981),
Yangın (Çocuklar için, 1981).

Roman
Sarı Traktör (1958),Yarbükü (1959),Emmioğlu (1961),Ortakçılar (1964, 1974),Ferhat ile Şirin (Halk için roman, 1965),Toprağa Basınca (Çocuklar İçin, 1966),Define (1972),Yol Duvar (1973),Toz Duman İçinde (1974),Tütün Yorgunu (1975),Kente İndi İdris (1981),Vatan Dediler (1981).

Hâtırat
Bozkırdaki Günler (1952),Karanlığın Kuvveti (1967).

Tiyatro
Bir Yol (1966).

Radyo oyunu
Yapılar Yapılırken,Otobüs Yarışı (Basılmadı).

Ödülleri
Tütün Yorgunu 1976 Madaralı Roman ÖdülüKöylüler 1992 Orhan Kemal Roman ArmağanıYapılar Yapılırken ve Otobüs Yarışı 1975 TRT Yayınlanmamış Radyo Oyunları Sanat Ödülleri

***
Naci Kaptan
17 Nisan 2013

* Köye eğitim hizmeti 1936 da başlamış ve bu tarih de 35.000 köyde ilkokul yoktur. 16 Milyon nüfusun 12 milyonu köylüdür. Bunlardan erkeklerin yüzde 76.7’sı kadınların ise yüzde 91.8’i okur-yazar değildir.
* “Biz,istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü, ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verene dek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine,köye devrimci düşüncenin adamını göndermeyi isteriz.” (Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel)
 
“Öyle bir köy öğretmeni tipi yaratmalıyız ki o, yalnız köylünün inançlarını işlemek, toplumsal kurumlarını etkilemekle kalmasın; köyün yüzünü ve ekonomik hayatını da değiştirsin.”
“Gözettiğim amaç, köy okulu talebelerinin Kemalist, yurtsever uluscul birer fert, kamuğasıyı (toplum çıkarlarını) özel düşünce üstünde tutan, ekonomik birer unsur olmasıdır.” (1935 TBMM Kültür bakanı Saffet Arıkan’ın konuşmasından)
 
 
 
 

Alıntı/Kaynak: http://nacikaptan.com/?p=4319


20200207

Cumhuriyet tarihimizde "0" enflasyonlu yılların sadece Atatürk döneminde yaşandı


Cumhuriyet tarihimizde "0" enflasyonlu yılların sadece Atatürk döneminde yaşandığını biliyor muydunuz?

".....Öyle ki, enflasyonsuz para politikası Cumhuriyet tarihinde sadece Atatürk zamanında uygulanabilmiştir. İsmet İnönü'nün şu sözleri çok enteresandır:
“Hükümet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile "evet" dedirtemedim". Türkiye Cumhuriyeti'nde enflasyon problemi Atatürk'ün vefatıyla başlamış ve bir daha da durdurulamamıştır (Aysan, 2000: 37).Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda enflasyonun yeri olmamıştır. Atatürk her zaman para değerinin istikrarına büyük önem vermiş, İstiklal Savaşı'nın en zor günlerinde bile tedavüle yeni para çıkarmamıştır.
Atatürk'ün sıkı para politikası anlayışı Cumhuriyetin kurulmasından sonra da devam etmiş, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti'nde karşılıksız para basılmamıştır. ..."

"Atatürk'ün Ekonomi Politikası" Doç. Dr. Hasan SABIR,

20200107

✍️ 'Kurtuluşun tek ve en sağlam yolu' - Güneş Erkul


Güneş Erkul: Kurtuluşun tek ve en sağlam yolu

"Tam bağımsız Türkiye" içi boş bir slogan değildir, etki ajanlarının söylediği gibi modası geçmiş bir kavram da değildir!

Kurtuluşun tek ve en sağlam yoludur.

İşte "bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bugüne ve yarına ışık tutan düşünceleri:
Biz “Barış istiyoruz” dediğimiz zaman “Tam bağımsızlık istiyoruz” dediğimizi herkesin bilmesi lâzımdır. Bunu istemeye hakkımız ve kudretimiz vardır. On sene, yirmi sene sonra aşağı görülerek ölmektense, şimdiden şeref ve haysiyetle ölmeyi üstün tutmalıyız.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, 89)
“Bugünkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayati kuruluşlarında bağımsızlık felç olur. Çünkü her devlet organı ancak malî kuvvetle yaşar. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart, bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve denk olmasıdır. Bundan ötürü, devlet bünyesini yaşatmak için dışarıya başvurmaksızın memleketin gelir kaynaklarıyla idareyi sağlama çare ve tedbirlerini bulmak lazımdır ve bu mümkündür… Azami tasarruf milli prensibimiz olmalıdır5”.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

***
Tam Bağımsızlık,bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı üstlenilmiştir. Bu vazifeyi yüklenirken, tatbik kabiliyeti hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat, netice olarak edindiğimiz görüş ve iman, bunda, muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin işledikleri hatalar yüzünden, milletimiz sözde mevcut zannolunan bağımsızlığında kayıtlı bulunuyordu. şimdiye kadar Türkiye’yi, medeniyet dünyasında kusurlu gösteren neler düşünülebilirse hep bu hatadan ve bu hataya uymadan doğmaktadır. Bu hataya uyma neticesi, mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün yaşama kabiliyetinden soyunma ve uzaklaşmasını gerektirebilir.
***
Biz, yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya uyma yüzünden bu özelliklerden mahrum kalmaya tahammül edemeyiz. Bilgin, cahil, istisnasız bütün millet fertleri, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın temini ve devam ettirilmesidir. 
Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz.
1921 ( Nutuk II, s. 623-624)

* * *
Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık olamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.  
Halbuki, Türk’ün haysiyet ve onur ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık, ya ölüm!
1919 (Nutuk I, s. 13)
Arzumuz, dışarda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hatta bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 71-72)
Bütün millet, bütün cihan bilsin ki, en nihayet ve en nihayet millet tam bağımsızlığının temin edildiğini görmedikçe, yürümeye başladığı yolda bir an durmayacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.110)

Alıntı/Kaynak: http://ilkkursun.site/gunes-erkul-kurtulusun-tek-ve-en-saglam-yolu

20191109

11 Kasım 1964: Türkiye'ye gönderilen gıda yardımları ve miktarları. ???


11 Kasım 1964: Dünya Gıda Programı kapsamında yapılan antlaşma doğrultusunda Türkiye'ye gönderilen gıda yardımları ve miktarları.

Türk Dış Politikası
@TrDisPolitika

 

20190503

Ulus'taki tarihi İş Bankası binası "İktisadi Bağımsızlık Müzesi" oldu


'Ankara'nın en güzel binalarından biri "İktisadi Bağımsızlık Müzesi" oldu bugün. Çocukluğumdan beri hayran olduğum Ulus'taki tarihi İş Bankası binası artık nefis bir müze. Emeği geçen herkesin eline sağlık.'

ÜNSAL ÜNLÜ @unsalunlu

 

20190313

✍️ Kabullendiğimiz sömürü - Turgut Karabekir

 
Kabullendiğimiz sömürü 
Turgut Karabekir 

Sorgusuz kabullenmiş olduğumuz bir ekonomi kuralı var: Bugünkü hâliyle Arz ve Talep!
Bunun bizim için ne anlama geldiğinin hiç düşündünüz mü?


Ekonominin ana unsurlarından birisi olan fakat kapitalizmin çarpıtmış olduğu bu düzen, bize uzun yıllardır sorgusuz kabul ettirildi. Bu sömürünün bilincinde olan Atatürk, kuruluşta önlem olarak “Devletçilik” ilkesini getirmişti.


Biliyoruz ki; devletçiliği, Komünizme bağlamak gerçekleri saptırmaktır. Devletçiliğin komünizmle alâkası yoktur. Devletçilik sömürüyü önleyebilmek için devlet tarafından yapılabilen, kontrol ve denetleme maksatlı bir yöntemdi. Bu nedenle de, uluslar üstü kapitalist sermayenin etkisindeki yönetimler tarafından yok edildi.

Bu sömürü düzeni her kolda yıllardır beyin yıkama yöntemleri ile maalesef sosyalist ve komünist olmayan ülkelere kabul ettirildi. Ekonomistlerin de kural olarak öne çıkardıkları bu düzen, artık düpedüz sömürünün kabulüdür. Şöyle ki:
Örnek olarak “A” ürününü ele alalım. Ülkemizin bu ürünü 1000 ton olarak yetiştirdiğini (arz), kullanılışın da (talep) 1000 ton olduğunu var sayalım. Bu durum “A” nın fiyatın, mâliyet+kâr dengeli olarak belirlenmiş olmasıdır. Şimdi, hava şartları veya âfetler nedeniyle üretimin 850 tona düştüğünü varsayalım. Başka masraflarda ânî bir değişiklik olamayan bir durumda satış fiyatının artmasında hiçbir neden olamaz. Artış varsa, talebe karşı yeterince mal (arz) olmamasından ötürü, fırsattan istifade, daha fazla kazanç temin etmek için yapılan sömürüdür. Hele bu artış çiftçiye değil de aracıya yarıyorsa, soygundur.

Hayatî ve kaçınılmaz, buğday gibi ürünler dışında; mevsimlik sebzeler gibi ürünlerde arada eksik kalan 150 ton ürünün yok olduğu için kullanılmaması ise, hiçbir zaman var olmamış bir ürünün kullanılmamasından farklı sayılmaz. Örnek olarak, azalan ıspanağı veya yeşilbiberi, bittiğinde yemesek ne fark eder? Fark etmez!

Ben gençken seralar yok gibiydi ve yerel bostanlarda doğal şartlarda yetişen ürünleri kullanırdık. Ürünün mevsimi geçtiğinde kimse şikâyet etmez ve ithal etmeye de yeltenmezdi. Domates yalnız ılık aylarda yetişirdi ve domates olmadığı zaman salça kullanılırdı. Salçayı da domates bol olduğunda, evde kendimiz yapardık.

Bugün ise halk öyle bir alıştırıldı ki, sanki her zaman, her şeyin her, yârde var olması doğal
hâle getirildi. Yâni, sömürü bizim suskunluğumuz ve kabulümüz nedeniyle gereken başarıya erişti!


Şimdi kendimize soralım:
Neden biz kendimize birçok yönden zarar verecek yöntemlerin etkisine giriyoruz?
Neden biz sorgulama hakkımızı kullanmıyoruz?
Çünkü biz artık çocuklarımızı da, sorgulamayan ve akıntıya kapılan benlik-siz insanlar olarak yetiştiriyoruz. Globalizm örtüsü altında yutturulan sömürü düzenin çalışmasına ve ilerlemesine çanak tutuyoruz. Suçlu biziz.

Şu da bilinmelidir ki; şayet üretici afetler nedeniyle zarar gördüyse, bunun faturası, enflasyona neden olan fiyat artışı olmamalıdır. Devlet tarafından üreticiye yardım yapılması daha mantıkî yöntemdir ve enflasyonu engeller.


Devletçilik ilkesi, bazı ürünlerin devletin üretiminde olmasından ötürü bu sömürüyü önlemekle kalmaz, enflasyonu da kontrol etmiş olur. Bazı şartlarda ve kollarda da, daha sağlıklı ürünler yememizi sağlar.

Biz Atatürk ilkelerini ve onun bu ülkenin halkı için seçtiği yoldan ayrıldıkça başımıza gelenlerin gerçek nedenlerini bile göremiyoruz. Bu körlük ve bigânelik devam ettikçe de, iyiye dönmemiz rahat ve huzura kavuşmamız hayalden farksız.
Umarım dönülmez noktaya gelmeden aklımız başımıza gelir.

Aşağıdaki şiirimi sizinle paylaşmak istedim:

Kimeyse

Aç mısın, susuz musun?
Evsiz misin, barksız mısın?
Yersiz misin, yurtsuz musun?
Derdin ne senin?

Yatacak yerin varsa,
Yiyecek aşın varsa,
Yaşamaya arzun varsa,
Ne derdin olur senin?

Yerini beğenmezsen,
Yiyeceğin beğenmezsen,
Vatanını beğenmezsen,
Sensin derdin senin?

Gözün doyarsa;
Anlarsın zenginliğini.
Vatansız kalınca;
Anlarsın değerini.

-Turgut Karabekir

Alıntı/Kaynak: 
 www.turgutkarabekir.com  @TurgutKarabekir 

"Basın, ulusun ortak sesidir. Bir güç, bir okul, bir yol göstericidir."  
Mustafa Kemal Atatürk 

20190208

'Atatürk Savaşın İçinde Borç Bile Almıyor Para Basmıyor'

''Atatürk Savaşın İçinde Borç Bile Almıyor Para Basmıyor Askeri-Ekonomi-Siyaset Hemen Farkedilip Takdir Alıyor Bu Lideri Düzeltmeye Ne Cüret''
 

Alıntı: Sosyal Medya
🇹🇷 TC.tarih‏ @okuSalar 9 Dec 2016

📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)

İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...