İttihat ve Terakki Cemiyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İttihat ve Terakki Cemiyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20250621

🎞️🇹🇷Talat Paşalar kahramandı. Sadece cephede değil... Jön Türklerin yaktığı o meşale, Kurtuluş’a giden yolu aydınlattı.

1908, ABDÜLHAMİD'E KARŞI HÜRRİYET DEVRİMİ » ©2008

𓂀 Evet, Talat Paşalar kahramandı. Sadece cephede değil... Jön Türklerin yaktığı o meşale, Kurtuluş’a giden yolu aydınlattı. 1908 Hürriyet Devrimi’ni anlattığımız belgesel, bugünkü tartışmalara ışık tutuyor. 

#TalatPaşa #ittihad 

▶️  HÜRRİYET DEVRİMİ

 Kam Film  @kam_film


20250315

📰✍️📖 Devrimci, Alçakgönüllü, Nazik ve Cesur... Talât Paşa - Feyziye Özberk

Devrimci, Alçakgönüllü, Nazik ve Cesur... Talât Paşa

Talât Paşa, 15 Mart 1921 günü, Ermeni bir katil tarafından, Berlin’de evinin bulunduğu sokakta vurularak şehit edildi. 

Talât Paşa’nın katledildiği haberini aldığında Atatürk’ün gözleri doluyor ve 

'Memleket büyük bir evladını kaybetti' diyor.

15 Mart 2025

Feyziye Özberk yazdı! 

Devrimci, Alçakgönüllü, Nazik ve Cesur... Talât Paşa

Feyziye Özberk

Paşa, şehit edildiğinde çoğu zaman yaptığı gibi tek başına korumasız yürüyor. Çevredekiler tarafından suçüstü yakalanan katil yargılanıyor. Alman yetkili makamları, katilin mutlaka cezasını göreceğini belirten demeçler veriyor. Fakat Türklerin gösterdiği savunma tanıkları dahi dinlenmeden –“Ermeni kurtuluş hareketinin” bir gösteri alanına dönüştürülen– mahkemede, katil beraat ettiriliyor.

Bu ölüm yıldönümünde Talât Paşa’nın; niteliklerini, devrimci kişiliğini anlatmak istiyorum. Paşa kişilik olarak her bakımdan örnek alınacak büyük bir değerimizdir.

AYAKLARIN BAŞ OLMASI

23 Temmuz 1908’de Hürriyet’in ilanından sonra, o tarihe kadar yalnızca İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri arasında; Selanik ve çevresinde tanınan Talât Bey’in adı, ülke çapında duyuluyor. Aralık 1908’de Edirne milletvekili seçiliyor. 23 Aralık 1908’de 215 oydan 116’sını alarak Meclisi Mebusan’ın Birinci Reis Vekili oluyor. Birinci Reis, yine İttihatçıların adayı olan ve o günlerde daha çok tanınan Ahmet Rıza Bey’dir. Talât Bey, 1917 yılına kadar birkaç kez Dâhiliye ve Posta ve Telgraf nazırlığı yapıyor.

Tam adıyla Mehmet Talât Bey, 4 Şubat 1917’de Sadrazam oluyor ve Paşa unvanını alıyor. Osmanlı’da paşa unvanı yalnızca askerlere özgü değildir; sadrazam olanlara da paşa unvanı veriliyor. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez, halk tarafından seçilen bir milletvekili, bir dönem posta memuru olarak çalışmış, halktan biri, bu göreve geliyor. Yaşanan siyasal ve toplumsal bir devrimdir.

O güne kadar yaşanılanın, alışılmışın dışındaki bu gelişme, bir halk deyişiyle “ayakların baş olması,” toplumda şaşkınlık yaratıyor. Anonim birçok taşlamaya konu oluyor:

“Sen yakışmaz dersin emma kel başa şimşir tarak,
Sadrazam oldu Talât, cilve-i takdire bak.”

Halk ayaklar baş oldu derken, aslında bilgece bir anlatımla devrime işaret ediyor. Yaşanan bir altüst oluştur. Talât Bey onlardan yani halktan biridir. Nasıl olur da sadrazam olur? Onlar bu konumu kendine, kendinden birine, dolayısıyla Talât Bey’e yakıştırmıyor. Yıllar yılı bu duygu, halkın kendini aşağı görmesi, kafalara nakşedilmiştir. İttihat ve Terakki örgütü liderleri de uzun süre bizzat iktidar olmaya cesaret edemiyor. Eski devrin paşalarını yönlendirmeye, iktidarını bu yöntemle yürütmeye çaba harcıyor. Tabii amaçladıkları hedeflere bu yöntemle ulaşamıyorlar. İttihat ve Terakki’nin yaptığı en önemli hatalardan biri, belki de budur.

Talât Paşa da bu hatayı kabul ediyor. Le Temps’in muhabiri M. Jean Rodes’e verdiği demeçte bunu belirtiyor: “Yalnız bir şeye yeriniyorum. O da, vaktiyle işlerin yönetimini ele almamızdır. Çünkü böyle yapsaydık, irtica olayı yapılmayacaktı. (31 Mart gerici ayaklanması) Ama dünyaya karşı kendimizin bir çıkar düşüncesiyle hareket etmediğimizi göstermek istiyorduk.” Hatalarının temelinde yatan duygu bile yanlış anlaşılmamak isteği…

İttihat ve Terakki’nin 1908-1918 toplam on yıllık iktidar döneminden, (üstelik tam bir ittihatçı hâkimiyetinden de söz edilemezken), denilebilir ki “yüz yıllık tarih” ve siyaset çıkmıştır. Çünkü bu on yıl, hem dünyanın hem de Osmanlı’nın altüst olduğu yıllardır.

VATANIN TALAT'I

Cemiyet’in Merkez-i Umumi üyeleri gizli çalışma nedeniyle açıklanmadığı için 1908’in sonbaharında Talât Paşa, İstanbul için yeni ve bilinmeyen bir isimdir. Meclisi Mebusan’da, ilk Meclis Reisleri seçileceği gün Mektebi Hukuk’ta “İlmi-i Servet” (ekonomi) hocası olan Cavit Bey, Tanin gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’a: “Talât’a oy ver” der. “Kim Talât?” sorusuna, Cavit Bey’in verdiği yanıt: “Bizim Talât” olur. Hüseyin Cahit Yalçın, bu sözden hareketle şunları yazıyor: “İşte bu ‘bizim Talât’, yavaş yavaş sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlılıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu.”

Talât Paşa’nın daima muhafazakâr ve ileri unsurlar arasında uzlaşma adımlarıyla yürüdüğünü yazan Hüseyin Cahit Yalçın, Paşa’nın vatanseverliğini ve cesaretini vurguluyor: “Vatanı için hayatını feda etmek lüzumu ile karşılaşsa idi katiyen eminim ki bu cezri hareketi memnuniyetle, tereddütsüz göze alırdı. Fakat siyasi hareketlerde onu radikal, cüretkâr ve çok ileri adımlara sevk etmek kabil değildi.”

Bu açıklama biraz eleştiri koksa da bize Paşa’nın içinde bulunduğu kitleyi kucakladığını ondan kopmamaya çalıştığını da gösteriyor. Ayrıca Paşa’nın, vatanın kaderi söz konusu olduğunda Bâb-ı Âli Baskını gibi radikal, çok cesur bir harekete önderlik ettiğini de biliyoruz.

Kendi de İttihat Terakki üyesi olan İsmet İnönü, 1969 yılında bir söyleşisinde Talât Paşa’yı Meşruiyetin ilanından evvel tanıdığını belirtiyor ve kusursuz denebilecek kişiliğine dikkat çekiyor: “Vaktiyle posta memuru oluşunun hatırlatılması rakiplerinin kendisinde kolay kolay kusur bulamayışlarındandır. Talât Paşa siyasi kariyerine ufak bir memur olarak başlamış, on sene zarfında siyasi hayatın en yüksek kademesine Sadrazamlığa kadar ilerlemiştir, daha önemlisi İttihat Terakkinin fikriyatını, politikasını nihayetine kadar sadakatle ve sebatla takip eden zümreye örnek olmuştur.”

Hasan Babacan, Paşa’nın önder ve etkin kişiliğini belirtiyor: “Talât Paşa, son dönem Osmanlı devlet adamları arasında, üzerinde müspet veya menfi olarak çok şey yazılan ve söylenen bir devlet adamıdır. Çünkü o, kurucuları arasında bulunduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetleriyle ki en önemli faaliyeti II. Meşrutiyetin ilanıdır, 23 Temmuz 1908’den 30 Ekim 1918’e kadar geçen on yıllık bir dönemin hâkimi durumundaki kişidir. Üzerinde çok şey yazılan ve konuşulan böyle bir dönem…”

Onu bir yabancı gözüyle tahlil eden Bernard Lewis de, Talât Paşa’nın şahsiyetini takdir ederek, “Triomviranın üçüncüsü ve hepsinin çok ötesinde daha yetenekli olan Talât Paşa, süratli ve nüfuz edici bir zekâ sahibi, gerektiği zaman şiddetli fakat hiçbir zaman fanatik ve kindar olmayan bir adamdı. Çağdaş bir Avrupalı gözlemciye göre Türk Devriminin Danton’uydu” diyor.

Halil Menteşe’nin kitabında Paşa’nın bir yönetici olarak, hayati durumlarda çalışma arkadaşlarına nasıl davrandığını yansıtan hoş bir anı var. Sakız ve Midilli adalarının iade edilmemesi, Kasım 1913 barış anlaşmasına rağmen, İstanbul için savaş anlamına geliyor. Bu nedenle donanmayı güçlendirmek için büyük gayret sarf ediliyor. Bir Fransız bankasından kötü şartlarda alınan kredi sayesinde Brezilya üzerinden İngiliz yapımı bir zırhlı geminin satın alınması mümkün oluyor. Halil Bey’in aktardığına göre Maliye Nazırı Rıfat kredi anlaşmasını imzalamakta tereddüt edince, “Talât Bey onu kucaklayıp, ‘Beyim adaları alacağız, santim düşünecek zamanda değiliz’ diye bağırdı. Onu okşayıp sakalını öpmek suretiyle tatlılıkla baskı uyguladı. Kendisini bankacının beklediği odaya götürdü ve imzalamaya mecbur etti.”

ÖRGÜT USTASI BİR LİDER

Talât Paşa usta bir örgüt lideridir. O aynı zamanda iktidar mücadelesinin en önemli aracının siyasal bir örgüt (parti) olduğunu bilen, buna inanan bir önderdir. Siyasi yaşamında örgütlü olmaya ve örgütüne büyük bir özen göstermiştir.

İttihat ve Terakki, çok karışık ve nazik bir örgüttür. Ömer Nâci’nin ifadesiyle “kırk türlü ‘mecnun’dan mürekkep” bir kuruluştur, İttihat ve Terakki… Aralarında eşitlik var. Liderliği reddediyorlar. Hepsi “kardeş.” İtaat edecek olanlar, bu itaatin gerekliliğine ikna olmalılar. “Vatan sevgisi” konusunda anlaşıyorlar. Ancak hükümet biçiminden yönetim tarzına, sosyal önlemlere kadar herkes farklı düşünüyor. Aralarında çok büyük ayrılıklar var. Bu durum dikkate alındığında, örgütte bir uyumsuzluk olmadan işleri yürütebilmek için faal, yumuşak, insan duygularını ve ihtiraslarını ölçebilmekte usta bir zekâ ve kişiliğe gereksinim var. Talât Paşa da bu tekniğin en büyük ustası. Alçakgönüllü, nazik ve cesur... Ona göre küçük ve sıradan entrikalar, yalan ve iftiralar düşmana karşı bile bir silah olarak kullanılmaz. En büyük düşmanına bile açıktan, cepheden hücum edebiliyor. Çıkarcı değil. Seviliyor, sayılıyor, sözü dinleniyor. Daima çevresindekileri sabırla dinlemeyi ciddiye alıyor. Merkezi Umumi ile ilişkilerini hep sıcak tutuyor.

Tekrarlarsak İttihat Terakki örgütünde, liderliği doğru bulmayan bir anlayış egemen… Bu anlayışa karşın, zorluklar karşısında sürekli çözüm arayan, gelecekte ulaşılacak başarıya olan inancında ısrarlı, umudunu hiç kaybetmeyen, mücadeleci ve esnek kişiliği, Talât Paşa’nın liderliğini tartışmasız kılıyor. Cavid Bey, Talât Paşa’nın vazgeçmeyen yapısını şöyle tanımlıyor: “Bugün kazanamadığımı yârin kazanırım, der ve işe başlar.”

Doğu Perinçek, Talât Paşa’nın “öncelikle büyük bir devrimci” olduğunu vurguluyor. “Büyük teşkilatçıdır. İttihat Terakki, Türk devrim tarihinin çok önemli kök teşkilatıdır. Hatta dünya devrim tarihinde yeri olan bir partidir. Talât Paşa işte o partinin önderidir. Büyük bir ahlak ve fedakârlık örneğidir. Büyük devlet adamlarımızdandır.”

Talât Paşa’yı bu kıymetli devrimci önderi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

📖 Kaynak:

  • Feyziye Özberk, Talât Paşa İttihat Terakki Tarihi/Posta Memurluğundan Devrim Önderliğine, Kırmızı Kedi Yayınevi, Ekim 2021, İstanbul.
Alıntı: AYDINLIK GAZETESİ 


20210319

Bir Talat gider; bin Talat yetişir!

Bir Talat gider; bin Talat yetişir!

15 Mart 2021page1image47171648

İttihatçıların Sadrazamı Talat Paşa'nın şehit edilişinin bu yıl 100. yıldönümü.

Talat Paşa, 15 Mart 1921 günü Berlin'de İngiliz gizli servisinin kiralık adamı Ermeni militan Tehlirian tarafından tabancayla vurularak katledildi. Davası da uyduruk bir mahkeme süreciyle kapatıldı. Talat Paşa, fedai kuşağı devrimcilerinin teşkilatçı lideriydi.

Türk devrimine büyük hizmetlerde bulundu. Emperyalizme karşı büyük saldırıyı göğüsledi. Osmanlı'nın paylaşılmasını gördükleri için, önce güçlü bir ordu yarattılar. Bunun kurmayı Enver Paşa'ydı. Çanakkale Zaferi onların eseriydi. Dünya Savaşı'nı uzatarak Çarlık Rusya'sının çökmesini ve Bolşevik Devrimi'nin gelmesini hızlandırdılar. "Güneş batmaz" denilen İngiliz emperyalizmine kök söktürdüler. Büyük darbe vurdular ve hızla çöküşe sürüklediler...

Kapitülasyonların kaldırılması, milli ekonomiye geçiş, çağdaş kurumların ilk nüvesinin oluşması, halkçılık ve köycülük; kadın hakları, eğitimin yaygınlaştırılması, laikliğin ilk uygulamaları, basın hürriyeti ve sosyal hayatın canlanması yine onların eseriydi.

KAHPE KURŞUNLARA HEDEF OLDULAR

Talat Paşa fedai vatansever kuşağın öncüsüydü. Büyük bir teşkilat kurarak, gelmekte olan felakete karşı set oldular. Cumhuriyet Devrimi'nin yolunu açtılar. Tarihe Jön Türkler namını onlar hediye etti.

"İnkılâbın büyük teşkilatçısı” ... Bu tanımlama Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Talât Paşa’nın şehit edildiği haberi geldiği zaman, Atatürk gözyaşlarını tutamıyor ve “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti” diyor.

Talât Paşa, Cumhuriyet ve sonrasına kadar uzanan siyasal gelişmelerin kaynağında bulunan anahtar kişidir. O ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, bugünün Türkiye’sinin temellerini atanlardır. Bu inkâr edilemez” Talât Paşa kitabının yazarı Tevfik Çavdar onu, “bir örgüt ustası” olarak adlandırıyor. Kitapta pek çok durumdan hareketle Paşanın bu alandaki ustalığı anlatılıyor. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın, Hatırat-ı Niyazi kitabında yer alan Talât Paşa değerlendirmesi kısa ve öz: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bütün işleri hemen hemen Talât Bey’in tertibiyle Merkez-i Umumi tarafından karar altına alınmıştır.

HEDEFİNDE İKTİDAR OLAN BİR ÖRGÜT

Nasıl bir örgüt? Bu önemli sorunun yanıtını Atatürk veriyor: “İnkılâp” yapacak bir örgüt. Siyasal iktidara ulaşmak ve bu iktidarı sürdürmek için dayanılacak bir siyasal örgütün varlığı Talât Paşa’nın tüm mücadelesinin odağında yer alıyor. O, her durumda önceliği örgütüne veriyor.

“Cemiyet-i Mukaddese” yani kutsal dernek; Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde halk arasında İttihat ve Terakki’ye verilen addır bu. Anlaşılan kitleler kendisine özgürlüğü kazandıran örgüte, kutsallaştırılmış bir nitelemeyle teşekkür ediyor.

23 Temmuz 1908’e yani Meşrutiyetin ilanına kadar sınırlı bir grubun bildiği İttihat ve Terakki, bir anda yurt düzeyinde yaygın ve onurlu bir yeri olan örgüt konumuna yükseliyor. Daha sonraki yıllarda örgüte verilen diğer bir ad: “Cemiyet-i Hafiye” yani gizli dernektir. “Bir yanda cemiyetin görünen düşünsel yapısı vardır, bir yanda da önce “Fedailer” olarak bilinen sonra iktidardayken “Teşkilat-ı Mahsusa” adını alan gizli silahlı grup... Bu örgüt halktan insanların katılımıyla milis gücü oluşturur. Teşkilat-ı Mahsusa kurtuluş Savaşında, düzenli ordu kurulmadan önce de bu amaçla çalışmalar yapacaktır. Cemiyet legal olduğu zaman, bu örgütün gizliliği korunur. Talât Paşa, 1 Kasım 1918 günü gece yarısı yurtdışına çıkarken örgüte: “Enver dönemi bitti. Bundan böyle Mustafa Kemal’in emrindesiniz” talimatını verir.

KİŞİLİĞİ VE DÜŞÜNCE YAPISI

Cemiyet’in Merkez-i Umumi üyeleri gizli çalışma nedeniyle açıklanmadığı için 1908’in sonbaharında, Talât Paşa İstanbul için yeni ve bilinmeyen bir isimdir. Meclisi Mebusan’da, ilk Meclis reisleri seçileceği gün Mektebi Hukuk’ta “İlmi-i Servet” (ekonomi) hocası olan Cavit Bey, H. Cahit Yalçın’a “Talât’a oy ver” der. “Kim Talât” sorusuna, Cavit Bey’in verdiği yanıt: “Bizim Talât” olur. H. Cahit Yalçın, bu sözden hareketle şunları yazıyor: “İşte bu ‘bizim Talât’ yavaş yavaş sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlılıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu”

https://www.haber2021.com/bir-talat-gider-bin-talat-yetisir

20200804

İsmail Enver Paşa



 

20200423

📚 📖 'İttihatçılıktan Kemalizme' - Feroz Ahmad

Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme’de Genç Türkler dönemini ve Kemalist Türkiye’yi süreklilik ve kopukluklarıyla inceliyor. Yazar, dönemin yayın organlarından konuyla ilgili kitaplara; anılardan İngiliz Resmi Arşivi’ndeki (Public Record Oce) gizli-açık belgelere, mektuplara uzanan titiz bir çalışmayla, yerel ve uluslararası güç merkezleri arasındaki ilişki sunuyor: 
“Özgün karakterine rağmen Kemalizmin hem düşünce hem de toplumsal temel bakımından öncelleri vardı. Böyle bir ideolojiyi, Mustafa Kemal’in geliştirdiği bazı kirlerin ilk kez ortaya atılıp tartışıldığı Genç Türk döneminin katkısını göz ardı ederek ele almak tarih dışı bir tutum olur…”

20200418

Her sayfasında vatan ve devrim heyecanı olan kitaplar

''Her sayfasında vatan ve devrim heyecanını hissettiren iki canlı kitap. Temaşa ve nümayişlerin içinde buluyorsunuz kendinizi. ..''

Alıntı: Mustafa İlker Yücel 
@milkeryucel
  

20200110

✍️ Hürriyet Mücadelesinin Şanlı Ocağı İttihat ve Terakki - Berat Karaaslan

Enver Paşa’nın ölüm haberi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine, Enver Paşa hakkındaki fikirleri sorulduğu zaman şu cevabı vermiştir:

GÜNEŞTEN GURUBA YOLCULUK-1
HÜRRİYET MÜCADELESİ’NİN ŞANLI OCAĞI İTTİHAT VE TERAKKİ

Enver Paşa’nın ölüm haberi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine, Enver Paşa hakkındaki fikirleri sorulduğu zaman şu cevabı vermiştir:
“Enver bir güneş gibi doğmuş bir gurub ihtişamıyla batmıştır. Arasını tarihe bırakalım”
Bu yazı dizimizde, Türk Devrimi sürecinin kilometre taşlarından biri olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, dünüyle bugünüyle inceleyeceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Enver Paşa hakkında yukarıdaki ifadesi, aslında Enver Paşa’dan ziyade bütün bir İttihat Terakki Cemiyeti için de söylenebilir. Bu açıdan yazı dizimizin ana başlığını bu şekilde belirledik.

O halde şimdi Güneş ve Gurub arasındaki şanlı tarihi incelemeye başlayalım.

Ülkemizin değişmez ve bir o kadar da bilgi kirliliği, barındıran tartışmalarının başında gelir, Tarih tartışmaları... Tarihi, ezen ve ezilen mücadelesi olarak okuduğumuzda ve mühim dönemeçlerin, bu sınıfsal mücadelenin kriz anları olduğu farkedildiğinde, ülkemizin mühim tartışmasından birinin de Milli Mücadele dönemi olduğu açık bir gerçekliktir.

Sınıfsal açıdan milli mücadele, değişen dünya ekonomik sistemine gerici, feodal kalıntıları sebebiyle ayak uyduramayan, kapitalistleşen batı karşısında kavrulan Osmanlı ekonomisinin, siyasi ve askeri alanları da etkileyen gerilemesi karşısında, feodalizmi yıkacak olan milli demokratik devrimini, kökü 1908’e uzanan bir vatan mücadelesi içerisinde verişidir. Bu uzun ve anlaşılması belki zor olacak tanımı şöyle açalım.

Marx, toplumların devrimci gelişim süreçlerini Feodalizm, Kapitalizm ve Sosyalizm olarak koyar ve gelişen toplumlarda gerici feodalizmi yıkacak unsurun emekçiler ve o günün devrimcisi lakin sonradan gericileşecek burjuvalar olduğunu söyler.1 Bu anlamıyla aşamalı bir devrim tanımlaması yapar. Bu aşamalı devrimin ilk ayağını ise var olan sınıf çelişkilerinden ortaya çıkacağını söyler. Teorik olarak haklı olan Marx’ı tarihin pratikte yanılttığı yön de buradadır. Devrimci süreci Avrupa’dan bekleyen Marx’ın aksine devrim, aslında kapitalistleşmenin tam olarak oluşmadığı hala feodalizmin hüküm sürdüğü bölgelerde Asya ülkelerinde gerçekleşmiştir. Bu ülkelerin yaşadığı devrimci süreçlerde başat unsur, var olan sınıf çelişkisinden değil iki temelden ilerlemiştir. Bunların birincisi savaş döneminde var olan ekonomik problemler ve bir otorite boşluğu, iç karışıklık diğeri ise savaşın bir sonucu olan işgaldir. Rusya’da bu süreç, çok çok kısaca söylersek, bir iç karışıklık döneminde dostlarından yardım bulamayan Çar rejimin yıkılması ile gerçekleşmiştir. Osmanlı’da ise yarı sömürge haline gelmiş devlet sisteminin emperyalist ülkeler tarafından resmen işgal edilmesi sonucu gerçekleşen bir vatan savaşı ile gerçekleşmiştir. 1908 devrimi için ise Sosyalist Açıdan Jöntürk Hareketi kitabında Petrosyan şöyler der: "...Emperyalizme karşı ilk karşı çıkış ve bağımsız bir ülke için ilk siyasi manifesto..."2 Bu açıdan Türk Devrimini iki sac ayağında ilerleyen bir süreç olarak görüyoruz. 1908’de yarım kalmış bir zafer 1923 tam bir Cumhuriyet devrimi...

Teorik tartışmalara fazla gömülmeden bu yazı dizisine başlayalım.

İlk Zamanlar

Osmanlı aydınlanmasının lider isimlerinin başında Ahmet Rıza Bey gelmektedir. Yeni Osmanlılar hareketinin tasfiye edilmesinden sonra Paris’e gitmiş ve 1889 tarihinde askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan Osmanlı Birliği ile temas etmişti. Ahmet Rıza pozitivist felsefenin güçlü etkisi altında bulunuyordu. Pozitivistlerin parolası olan Düzen ve İlerleme kavramlarını cemiyet’in ismine verecek kadar bu fikri benimsemişti. Tarık Zafer Tunaya, pozitivizmin ilk etkisinin örgütün adının İttihat ve Terakki’ye dönüştürülmesi olduğunu belirtir. Ahmet Rıza önderliğinde devam eden mücadele çok kısa zaman sonra temelden bir ayrılık yaşayacak ve örgüt ikiye bölünecekti. 1902 tarihinde toplanan ilk Jöntürk Kongresi aynı zamanda bir bölünme kongresi hükmü taşıyordu. Kongrede iki görüş belirginleşti. Bir yanda Sultan Abdülhamit’in yeğeni, iyi eğitim görmüş ve Frederic Le Play etkisi altında kalmış Prens Mehmet Sabahattin’in liderliğinde silahlı mücadeleye başlanması, devlet sisteminde adem-i merkeziyetçi bir çizgiye gelinmesi ve gerçekleştirilecek devrimde dış ülkelerden yardım alınmasını savunurken diğer yanda Ahmet Rıza’nın liderliğinde silahlı mukavemet şartları oluşmadığını, İmparatorluğun tüm uyruklarına eşit haklar sağlayacak anayasal monarşi koşullarında sıkı bir merkezi yönetimin şart olduğunu ve dış ülkelerden destekli yapılacak devrimin ilkesel olarak kabul edilir olmadığını savunan bir grup vardı.

Kongre katılımcılarının bölünmesi, bu bölünmeden sonra iki ayrı örgütün oluşmasına yol açtı. Ahmet Rıza grubu Terakki ve İttihat Cemiyet’ini kurdu. Prens Sabahattin ise Teşebbüs-ü Şahsi ve Ademi-i Merkeziyet Cemiyet’ini örgütledi. Terakki ve İttihat grubu merkeziyetçilikten yana olan ve yabancı müdahalesine karşı herkesi birleştirdi. İkinci Jöntürk Kongresinin yapılacağı 1907 tarihine kadar faaliyetlerine Paris’te devam eden bu örgüt 1907’de yapılan kongreden Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşerek tekrardan adını İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirdi. İkinci Jöntürk Kongresinde ise muhalif örgütler silahlı mukavemet için anlaşmışlardı. Ancak ayaklanmanın tarihini ve şeklini belirleyen etmen 1907 kongresi değil 1908 yılında Makedonya’da gerçekleşen olaylardı.

Meşrutiyet Günleri

Manastır’da, Ohri’de ve Rumeli’nin çeşitli vilayetlerinde birlikleri ile beraber ilan-ı hürriyet için dağlara çıkan İttihatçı subayların durumunu öğrenmek ve isyanı bastırarak bölgeyi kontrol altına almak için Yıldız Sarayından tam yetki ile görevlendirilen Şemsi Paşa’nın Manastır telgrafhanesi önünde Mülazım Atıf (Kamçıl) tarafından Temmuz 1908’de öldürülmesi üzerine, Hıfzı Paşa saraya sadece beş kelimelik bir telgraf çekiyordu.

“Manastır’da kulunuzdan gayrı herkes ittihatçıdır”3

Çok değil aynı ayın 23’üncü günü tüm Makedonya vilayetlerinden Saray’a yağan telgraflarda Meşrutiyetin ilan edildiği yönünde haberler alınmakta idi. Ertesi gün bizzat Sultan Abdülhamid’in İlan-ı Hürriyet iradını duyurmasını sağlayan telgrafı Selanik’ten Binbaşı rütbesinde adı Enver olan bir zat çekecekti.

“Hastayı tedavi ettik. Bulgar vatandaşlarımız bizimledir. Beyhude kan dökülmemek için muhik olan matlabımızın is’afına tavassut buyurunuz”4

İşte bu tarihten sonra Osmanlı devletinin kaderine de talihine de hükmedecek yegane güruh vardı: İttihat ve Terakki Cemiyeti.

Denetleme Dönemi

Cemiyet, meşrutiyetin ilanından sonra iktidarı tek başına ele almadı. Bunun için yeterli deneyime sahip kadroları yoktu. İttihat Terakki bir grup vatansever, cesur, namuslu ama genç, ama tecrübesiz öncüden oluşuyordu. Büyük çoğunluğu subay ve yaşları en fazla 30 olan bu genç kuşak, o günden sonra memlekete kazandırdıkları meşrutiyeti koruyacak, yaşanan olumsuzluklara karşı bir denetleme mekanizması işlevi görecekti. Bu sebeple ilk dönemlerde korkulan, çekinilen İttihat Terakki mensupları çok kısa zaman sonra muhalifler tarafından aslında korkulacak bir hali olmayan bir grup olarak anılacak ve eski devrin kurt siyasetçileri tekrardan inisiyatifi ellerine geçirme çabasına girişeceklerdi. Bunun en açık örneğini Kıbrıslı Kamil Paşa tecrübesinde görüyoruz. Kabinesi döneminde, ısrarla İngilizlerle arayı iyi tutma heveslisi olan, düvel-i muazzamayı karşıya almamak için eskinin zafiyet gösteren politikalarını devam ettiren bir tutum izledi. Bunun karşısında fırkalaşma döneminde aksaklıklar gösteren Cemiyet, hürriyet mücadelesini anlayamamış ve güçlünün yanında olup o günün koşullarında bir köşe kapmak derdine düşen insanları mebus yaptığından kritik dönemeçlerde, mecliste çoğunluğu kaybedecek ve Abdülhamit kışkırtması sonucu çıkacak gerici isyan da hareket ordusu gelene kadar sürece müdahale edemeyecekti.

Volkan gazetesi öncülüğünde meclisin basıldığı, bir sürü mektepli subayın katledildiği gerici isyan dönemine bu koşullarda gidildi. İstanbul’da saltanat sevdalılarının bu pervasız saldırıları Rumeli’de olağanüstü bir tepki ile karşılanıyordu. İstanbul o günlerde İttihatçılar için güvenli değildi. Meşrutiyetten önce görüşmeler yapmak için İstanbul’a geldiğinde İstanbul münevverlerinin pısırıklıkları karşısında hayal kırıklığına uğrayan Talât Paşa, meşrutiyetten sonra bile Cemiyet merkezini İstanbul’da değil Selanik’te tutmaya devam edecekti.5 İktidarı almak kolay olmayacaktı.

1889 yılında mekteb-i tıbbiye öğrencileri tarafından kurulmuş ve içerisinde bütün Abdülhamid karşıtlarını barındıran bu örgüt 1908 yılında Meşrutiyeti ilan ettirerek 1913’e kadar denetleyici olacak ve 1913 yılında Edirne meselesi üzerine meşhur Bab-ı Ali baskını ile tam iktidar dönemine başlayacaktı. Kendisini Osmanlı Devletinin modernleşmesi mücadelesinde başat unsur haline getiren İttihatçılar, iktidar dönemlerinde I. Cihan harbine girecekler ve mağlubiyetin ardından 10 Sene önce Kahraman-ı Hürriyet, Hazret-i Şehriyari olarak anılan isimler 1 Kasım 1918 akşamı, geri gelmek ve adil koşullarda yargılanmak sözü vererek sessizce bir Alman torpidosuyla ülkeden ayrılacaklardı. İttihat Terakki ise resmen tarihe karışacak ve yerine yeni örgütler ve yapılar kurulacaktı.

Üzerine düzinelerce kitaplar yazılan bir dönemi anlatmaya niyetlendiğimiz bu yazılarımızın girişini burada noktalayalım. Bir sonraki yazı da İttihat Terakki’nin 1. Dünya harbinde, tarih karşısında karşılaştığı ve itham edildiği konular üzerinden tam iktidar dönemini inceleyeceğiz.

Berat Karaaslan
TGB İstanbul Üniversitesi Birim Örgüt Yöneticisi

KAYNAKÇA

1)Karl Mar-Friedrich Engels, Komünist Part Manifestosu, İleri Yayınları, 2017
2)Yuriy Aşatoviç Petrosyan, Sosyalist Açıdan Jöntürk Hareketi, Yordam Yayınları, 2015
3))Murat Bardakçı, Enver, İş Bankası Yayınları, 2018
4) Murat Bardakçı, Enver, İş Bankası Yayınları, 2018
5) Tevfik Çavdar, Talât Paşa, İmge Yayınları, 2017

Alıntı/Kaynak: https://tgb.gen.tr/serbest-kursu/hurriyet-mucadelesinin-sanli-ocagi-ittihat-ve-terakki-29213

20190629

✍️ Osmanlı’yı Yıkan Petrol - Dr. Tuğrul Kihtir

Osmanlı’yı Yıkan Petrol
Tuğrul Kihtir

Avrupa 1914 yılı yaklaşırken karışıyor ve ülkeler iki kutuba ayrılmış olarak büyük bir savaşa doğru gidiyordu. Almanya ve İtalya kendi iç birliklerini İngiltere ve Fransa gibi kıtanın diğer güçlü devletlerinden çok daha sonra, 1871 yıllarında tamamlayabilmişler ve onlar gibi genişleyip sömürgeler elde edememişlerdi. İlerlemiş sanayileri için ucuz hammadde elde edecek ve ürettiklerini satacak sömürgeler ve pazarlar bulmaları gerekiyordu. Nitekim 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp’ı ele geçirmeleri de bu nedenle olmuştu. Almanya’nın gözü de Orta Doğu’daydı.

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ilk önce İngiltere’de başlamış olan sanayi devrimi çağında enerji kaynağı olarak artık kömür yerine buhar kullanılıyordu. Boulton ve Watt Şirketi’nin 1786 yılında piyasaya sürdüğü elli beygir gücündeki buharlı makina ilk olarak bir un fabrikasına satılmış, onu da hemen iplik, dokuma ve demir fabrikaları ile maden ocakları izlemişti. Sanayi demek enerji demekti.

PETROL BULUNUYOR 




19. yüzyılın ikinci yarısında ise enerji kaynağı olarak petrol kullanılmaya başlandı. Kömür ve buhara göre çok daha güçlüydü. Lambalarda ışık kaynağı olarak yüzyıllardır bilinen yer üstüne sızan petrol, yerin altından ilk olarak 1859 yılında ABD’nin Pennsylvania eyaletinde çıkarıldı. Aslında emekli bir demiryolu kondüktörü olan Edwin Drake dünyanın ilk petrol kuyusunu, emekliliğinde adına çalışırken Titusville’de, bir demirci ustası olan William Smith’e inşa ettirdi. Üstü ahşap yapılı bu ilk kuyunun içinden yerin 21 metre altına girmeyi başarmıştı. Edwin Drake, buluşunun patentini almayı aklına getirmediği için kendisine bir ev verilerek ödüllendirildi.

1871 yılında yapılan araştırmalar ise Ortadoğu’da Fırat-Dicle Vadisi’nde Kerkük ve Musul bölgesinde zengin petrol yatakları bulunduğunu ortaya çıkardı. Rockefeller’in 1879’da kurduğu Amerikan sermayeli Standard Oil Şirketi ile Sir Henry Deterding’in kurduğu İngiliz sermayeli Royal Dutch-Shell Şirketi petrol arama konusunda kıran kıran bir mücadeleye girdiler. İngilizler Osmanlı devletine başvurarak tüm masraflarını kendileri karşılamak üzere arkeolojik kazılar amacıyla izin istediler. Amaç bölgedeki petrol yataklarını araştırmaktı.

ARKEOLOJİK KAZILAR 

Dönemin padişahı II. Abdülhamid, İngiltere ile yakın ilişki kurmak düşüncesiyle arkeolojik kazılara izin verdi. Bir yandan da kazı alanlarında görevlendirdiği yerli işçiler aracılığıyla kazıların amacını takibe aldı. II. Abdülhamid bunun aslında petrol arama faaliyeti olduğunu anlayınca açılan kuyuları kapattırdı. Petrolü bir koz olarak kullanarak sondaj ve üretme imtiyazı vermeksizin Almanlara yanaştı. Alman mühendis Paul Groskopf’a yaptırdığı incelemeyle petrol yataklarının bulunduğu bölgeleri tesbit ettirdi. 1888 ve 1898 yıllarında yayınladığı iki fermanla da Musul ve Bağdat illerindeki petrol alanlarını Hazine-i Hassa’ya yani kendi özel padişah hazinesine devretti, petrol bölgelerini ‘Emlak-ı Şahane’ yani padişah mülkü ilan etti. Artık petrol işletme hakkı tamamen kendisinin hukuki ipoteği altına alınmıştı, II. Abdülhamid Bağdat ve Hicaz Demiryollarını da petrol bölgelerinden geçiriyordu.

1901 yılında bir Alman teknik görevlinin bölge için “Gerçek bir petrol gölü” tanımını kullanması ve Musul bölgesini gezen bir Alman gazetecinin de “Bölgenin tamamının petrole bulanmış olduğu” yönündeki tanımlaması, Batılı devletlerin Ortadoğu iştahlarını daha da açtı.

Churchill’in de daha sonra söyleyeceği gibi “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerli” duruma gelmişti. Yine ABD Başkanlarından Harding’in belirteceği gibi “Dünya ekonomisinin anahtarı ve geleceğin en kuvvetli teminatı petroldü” artık. 1908 yılında ABD’nin, Amiral Chester’i temaslar için İstanbul’a göndermesiyle Osmanlı-ABD ilişkileri de resmen başladı. Ancak dünyada güç henüz Avrupa’daydı.

Padişah II. Abdülhamid, toplumda Meşrutiyet yani meclis sistemi taleplerinin arttığı bir dönemde, din taraftarlarının çıkardığı 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran askerler tarafından 27 Nisan 1909’da tahttan indirildi. Yönetimi devralan İttihat ve Terakkiciler, II. Abdülhamid’in özel mal varlığını yani Hazine-i Hassa’yı 1909 yılında Ticaret ve Nafia (Bayındırlık) Nezareti’ne devrettiler.

Büyük savaş yaklaşırken Osmanlı Devleti’nin elinde kalan petrolden zengin geniş topraklarını bir ittifaka dahil olmadan tek başına koruması mümkün görünmüyordu. İttihatçıların Osmanlı hükümetleri, daha güçlü gördükleri için İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yanında yer almayı tercih ediyorlardı. Daha 1911 yılının sonlarında Ticaret Nazırı Cavit Bey, İngiltere’ye bir mektup yazarak müttefik olmayı teklif etti ancak İngiliz Dışişleri Bakanlığı bu teklifi kabul etmedi.

PAYLAŞMA SAVAŞI 



1914 yılına gelindiğinde İngiltere’nin güçlü Mısır Komisyonu Şefi ve Mısır-Hindistan ordularının komutanı Lord Kitchener artık çıkacak büyük savaştan sonra ülkesinin petrolden zengin Orta Doğu’da elde edeceği kazanımların planlarını yapmaktaydı. Nitekim savaş çıktıktan birkaç gün sonra da Savaş Bakanı oldu. Artık zayıf Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve topraklarının bölüşülmesi için zaman gelmişti.


Osmanlı’da ise durum vahimdi. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın yedi yıldır süren büyük isyanını sona erdirebilmek için İngiltere ile 1838 yılında imzalanan Baltalimanı Ticaret Antlaşması’ndan sonra, ülkenin ekonomisi adeta tamamen İngilizlerin eline geçmişti. Haksız rekabet nedeniyle hiçbir sanayi hamlesi yapamayan ülkede, artık yönetimi elinde bulunduran İttihatçılar, ekonominin Türklere ait olması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak İttihatçılar, yabancıların da dediği gibi “Artık milliyeti kalmamış bir ülkenin milliyetçi liderleriydiler.” 1789 yılındaki Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’ya hakim olmuş olan milliyetçilik-ulus kavramı ve devlet yapısı Osmanlıya girememişti. Ulus yerine dini kimlik ön plandaydı; değişik dinlerden otonom insan toplulukları ve oligarşik bir merkezi idare vardı.

SON ÇABALAR

Son bir çaba olarak 1914 yılının Mayıs ve Temmuz aylarında önce Bahriye Nazırı Cemal Paşa Fransa’ya, sonra da Dahiliye Nazırı Talat Paşa Rusya’ya müttefik olma teklifinde bulundular. Ancak bu teklifler de kabul edilmedi. Karşı taraftaki Almanya’nın ise yanında güçlü Avusturya-Macaristan Habsburg İmparatorluğu ve daha sonra fikir değiştirerek karşı tarafa geçecek olan İtalya vardı. Almanlar bir süredir yakın ilişki içinde oldukları Osmanlılar ile ittifak yapmak istiyordu. Osmanlıların da başka seçeneği kalmamıştı.

1914 yılında Osmanlı-İngiltere ilişkileri iyice gerildi. Osmanlılar birkaç yıl önce İngiltere’ye zamanın en ileri teknolojisi ve silahlarıyla donanımlı iki savaş gemisi sipariş etmiş ve gemilerin maliyeti de güç durumda olan devlet tarafından ve büyük ölçüde de halkın bağışlarıyla karşılanmıştı. İsimleri bile hazırdı; Reşadiye ve Sultan Birinci Osman.

 

Ancak İngiltere Donanma Bakanı Winston Churchill, 27 Temmuz’da bu iki güçlü geminin Osmanlılara verilmeyip, kendi donanmalarına katılmasını hükümetine önerdi. İngiliz hükümeti de Başbakan Herbert Asquith başkanlığında bu öneriyi kabul etti. Ertesi gün de yani 28 Temmuz 1914’de Avusturya Veliahtı Arşidük Franz Ferdinand Saraybosna’da, Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Birinci Dünya Savaşı olarak anılacak ve sonu Osmanlılar için bütün Orta Doğu topraklarını kaybetmek ve Sevr Antlaşması’yla anayurdu Anadolu’da da parçalanmak olacak olan büyük savaş başladı...

20190525

✍️ 🇹🇷 İttihad-ı Osmani nasıl kuruldu? - Hikmet Çiçek


İttihad-ı Osmani nasıl kuruldu?
Hikmet Çiçek

aydinlik.com.tr, 21.5.2019
___________________

21 Mayıs 1889: İttihad-ı Osmani kuruldu. Daha sonra derneğin ismi İttihat ve Terakki Cemiyeti oldu. 

23 Temmuz 1908 Devrimi’nden sonra da fırka (parti) olacaktı.

NASIL KURULDU?

İttihad-ı Osmani’nin nasıl kurulduğunu anlatalım.

4 Haziran 1889’da İstanbul’da Sarayburnu’nda Demirkapı’da olan Mektebi Tıbbiye-i Şahane’de kurulan bir örgüt, gelecekte Türkiye’nin geleceğini değiştirecekti: “İttihad-ı Osmani.”

Abdülhamit dönemindeki gizli örgütlenmelerin beşiği Tıbbiye-i Şahane (Askeri Tıbbiye ) olmuştur. İttihad-ı Osmani burada oluşturulan ilk örgüttür. Bu örgüt İtalyan devrimci Carbonari örgütünden esinlenmiş ve hücreler halinde örgütlenmiştir. Carbonari’deki gibi gizlilik gereği her üyeye bir numara verilmiştir. Bir numaralı üye İbrahim Temo’dur.

Cemiyetin kurucuları Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin ilk sınıfında okumaktadırlar. Toplantılarını genellikle tıbbiyede yapmaktadırlar. Tıbbiye dışındaki ilk toplantısını ise Edirnekapı dışında bulunan bir kahvehanede Haziran 1899’da yapmıştır.

Bu toplantıya 12 üye katılmıştır. Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, buradaki toplantıya İbrahim Temo, İshak Sükutî, Abdullah Cevdet, Çerkez Mehmet Reşid, Asaf Derviş, Hersekli Ali Rüştü, Giritli Muharrem, Hikmet Emin, Ali Şefik ve adı tespit olunamayan bir kişimin katıldığını belirtmektedir.

İttihadı Osmani, Askeri Tıbbiye Mektebi öğrencilerinden İbrahim Temo, Harputlu Abdullah Cevdet, Kafkasyalı Mehmed Reşid, Bakülü Hüseyinzade Ali ve Diyarbakırlı İshak Sükuti tarafından 1308 (1889) tarihinde kurulmuştu.

Cemiyeti kurma kararının, Demirkapı'daki eski Tıbbiye Mektebi odunluklarında yapılan bir toplantı sırasında verildiği yazılır. Cemiyetin kitabet (katiplik) görevini Şerafettin Mağmumi Bey yapıyordu. Cemiyetin kuruluş tarihinin, Fransız Devrimi’nin 100. yılına rastlaması kuşkusuz bir tesadüf değildir.


BİR ÖĞRENCİ DERNEĞİ

Mektebi Tıbbiye-i Şahane öğrencilerinin 1889 yılında kurdukları İttihad-ı Osmani Cemiyeti, Sultan Hamit rejimine karşı kurulan bir öğrenci derneğidir. Cemiyet, kurulduktan sonra askerî ve sivil yüksekokul öğrencileri arasında taraftar kazanarak hızla büyüdü. Örgüt, Askeri Tıbbiye sınırlarını kısa zamanda aşacak Harbiye, Baytariye, Mülkiye, Bahriye, Topçu ve Mühendislik okullarına yayılacaktır.

Mekteb-i Tıbbiye öğrencilerinin neredeyse hepsi İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ne üye olmuşlardır. Cemiyet, toplantılarını cuma günleri farklı yerlerde yapmaktadır.

Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa ve Mehmet Emin gibi yurtsever yazarların eserleri gençler arasında elden ele dolaşmaktadır. Harbiye, Baytar, Mülkiye, Topçu ve Mühendishane gibi mekteplerdeki talebelerin çoğunluğu Cemiyetin etkisi altındaydı.

Sivil ve askeri okulların gençliği, Yeni Osmanlılar’ın vatan sevgisini dile getiren şiirleriyle beslenen bir gençliktir. Okullarında Rum ve Ermeni liberal hocalardan “serbest rekabet”i, “hür teşebbüs”ü öğrenmektedirler. Rejim tarafından birkaç yıl içinde etkisiz duruma getirilir, üyeleri dağıtılır, sürgüne yollanır.

Tarık Zafer Tunaya’nın deyişiyle, “Bir iç dinamik simgesi olarak asıl İttihat ve Terakki 1906’da Selanik’te 3. Ordu subaylarının girişimiyle kurulacaktır.”

TEMO ANLATIYOR

İbrahim Temo, İttihad-i Osmani’nin kuruluşunu şöyle anlatır:
“Aziz vatanın bugünkü hali ve tarz-ı idaresiyle izmihlale uğrayacağına kani” olan dört Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane öğrencisi, “bu tehlikenin ref’i için” 2 Haziran 1889’da faaliyete geçmiş ve bir gün sonra İttihad-i Osmani Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Tıbbiye’de yaygın olan Darvinist ve biyolojik materyalist görüşlerin etkisi altında bulunan İbrahim Temo’nun öncülüğünde bir araya gelen öğrenciler arasında Diyarbekirli İshak Sukuti, Çerkez Mehmed Reşid ve Arapkirli Abdullah Cevdet de bulunmaktadır. Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dönüşecek olması itibarıyla literatürde kendine daimi bir yer bulan İttihad-i Osmani Cemiyeti’nin kuruluşu, örgütün İstanbul-Merkez Şubesi’nin bir numaralı üyesi İbrahim Temo tarafından hatıratında ele alınmıştır.”
Cemiyetin ilk adı, “İttihad-ı Osmanî” ya da “İnkılâb-ı Osmanî”dir. Tarık Zafer Tunaya, “bu hareket bir orta sınıf burjuvazi hareketidir” der.


Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/ittihad-i-osmani-nasil-kuruldu-hikmet-cicek-kose-yazilari-mayis-2019

20190318

📚 📖 Kitap: 'İttihat Terakki ve Cihan Harbi' - Zafer Toprak


1908 Devrimi’yle iktidara gelen İttihat ve Terakki’nin 10 yıllık iktidarı iki evreden oluşur. 1913’e kadar çoğulcu denilebilecek parlamenter bir dönemde İttihat ve Terakki geri planda kaldı. Kabineleri denetledi; zaman zaman kabineye nazır soktu, beğenmediği kabineyi düşürdü. Sait Paşa’nın istifasından sonra kısa bir süre muhalefette kalan İttihat ve Terakki, Babıâli Baskını’nın ardından fiilen iktidar oldu. Bundan böyle Osmanlı Devleti İttihatçı kadrolardan sorulur oldu.

Başlangıçta Maliye Nazırı Cavit Bey’in önderliğinde liberal bir iktisat politikası izleyen İttihat ve Terakki Cihan Harbi’nin zorlu koşullarında devletçiliğe yöneldi. Türkiye’de devletçilik ilk kez İttihat ve Terakki döneminde görüldü. Cihan Harbi yıllarında kapitülasyonları kaldıran İttihat ve Terakki milli bir burjuvazi yaratmak amacıyla İaşe Nazırı Kemal Bey’in önderliğinde çok sayıda milli şirket kurdu. Yerli üretim özendirildi. Osmanlı parasının dış değerini korumak amacıyla kambiyo işlemleri Kambiyo Muamelatı Merkez Komisyonu’na verildi. “Milli İktisadiyat” anlayışı bu dönemde geçerli oldu.

Meşrutiyet’i Milli Mücadele noktaladı. Cumhuriyet Türkiye’si İttihat ve Terakki’nin mirasını devraldı. Milli Mücadele kadroları Cihan Harbi’nde bilendi. II. Meşrutiyet yıllarında İttihatçı çevrede gelişen milliyetçilik, halkçılık ve devletçilik Cumhuriyet hükümetlerinin ve Halk Fırkası’nın benimseyeceği temel ilkeleri oluşturdu.

(Tanıtım Bülteninden)



Alıntı yapılan sayfa: http://www.pdfindirmek.com/ittihat-terakki-ve-cihan-harbi-pdf-kitap-indir/

📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)

İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...