iyi komşuluk ilişkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iyi komşuluk ilişkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20220203

Ev alma, komşu al

 

Ev alma, komşu al

Osmanlı Veziri-azamlarından Hekimoğlu Ali Paşa, çok cömert ve hal ehli bir zat idi. Onun komşularından biri, paraya ihtiyacı olduğundan, evini satılığa çıkardı. "Kaça veriyorsun?" dediler. "Yüz bin akçeye" dedi. "Senin bu küçük evin o kadar eder mi?” dediklerinde; "Ya siz, Hekimoğlu Ali Paşanın komşuluğunu kaça almak istiyorsunuz?" dedi. "Komşu satın alınır mı?" dediklerinde, "Ev komşu için alınır. İyi bir komşu bir şey istenildiğinde memnuniyetle hemen verir. İstenilmezse bir şey lazım mı? diye sorar. Kendisine kötülük edeneiyilik eder. İşte Hekimoğlu Ali Paşa da bunlardan biridir. Böyle bir komşuya sahip olmak için evime yüz bin akçe çok mudur?”

Bu söz Hekimoğlu Ali Paşanın kulağına gidince bir hayli para verdi ve: "Bununla ihtiyacını gider, evini satma. Senin gibi kadirşinas komşudan ayrılmak istemiyorum" dedi.

20171228

Türklerde Komşuluk İlişkileri - Ortak Miras

Komşuluk: İyi komşu el aldırır, kötü komşu ev sattırıır




Dostluk ve komşuluk ince, duyarlı, ilişkiler gerektiren, insanca ve barış içinde yaşamanın olmazsa olmazıdır. Komşu tabiri bitişik veya yakın yerlerde yaşayanları tanımlar. Komşuluk bize bir dizi hak ve görevler yükler. İyi düzeyde yaşandığı zaman komşu insana en yakın Dost’ tur. Özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerlerde sosyal dayanışma açısından hem çok önemlidir ve hem de ailelerin huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlar. İyi komşuluk ilişkileri mutluluk ve sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde, kişilere ve ailelere büyük bir destektir. Sosyal bünyeyi, yapıyı güçlendirir.



 Komşu ve komşuluk ile ilgili kültürümüz tarihinde geçmişten günümüze süzülerek gelen birçok deyiş vardır; 
‘‘İyi ev alma iyi komşu al’’
 ‘‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır’’ 
 ‘‘Komşuda pişer bize de düşer’’ gibi. 

Örf ve adetlerimiz ... Türk insanına iyi komşuluk ilişkilerinde esas temelleri vaaz etmiştir. Komşu hastalandığında ziyaret etmek,zorda kaldığında yardımına koşmak , başarılarında tebrik etmek, bunu içtenlikle paylaşmak , cenazesinde bulunmak, aç ise açlığını paylaşmak ,nişan, düğün gibi özel günlerinde manen ve varsa maddeten yardımcı olmak. Günümüzde hızlı şehirleşmenin, şehir yapılaşmasının, hızlı yaşamın, trafiğin, değişen günlük yaşamın komşuluk ilişkilerini olumsuz etkilediği görülmektedir. Aynı apartmanda yaşayanların yardımlaşma, görüşme, dayanışma bir yana hiç tanışmayan, birbirlerini tanımayan insanlar var. Bu dayanışma noksanlığı maalesef küreselleşme ile tüm dünyada artmakta. 



Fethiye’ye yazın büyük bir istekle geliyoruz. Çok içten, duygulu sevecen, yardımsever komşularım var. Şu günlerde tüm komşularım ve ben de dâhil olmak üzere huzurumuz kaçtı. Zira çok yakınımızda olan 2 ev satılmış, alıcıları bütün kış evlerine bir çivi çakmamışlar. Bahçelerini otlar bürümüş. Tam bir görsel kirlilik gösteriyorlar. Evleri alanlar buralı yakın yerlerde oturuyorlar. Komşularımız defalarca bu konuyu gündeme getirmişler ama aldırış eden olmamış Belediyede komşudur diye şikâyet etmemişler. Tam da inşaat yasağının bulunduğu bu ayda her ikisi de evleri restore ettirmeğe kalktılar. Pazar günü dahi sabahın erken saatinde herkes uyurken tak tak etmeye. Başlıyorlar. Bu sıcakta herkesin camları açık uyuyorlar, gürültü tüm mahallede yankılanıyor. Huzur diye bir şey kalmadı insanlarda. Çok yakınında olanlar dahi şikayet edemiyor, zira her ikisi de saygısız ve terbiyesiz insanlar, kavga çıkıp olay olacak diye çekiniyorlar. 

Neticede; Tüm komşulara Belediyeye bu konuda hepimizin imzalayıp konuyu aktarmak için bir  dilekçe yazmamızı önerdim, kabul edildi. Ya bu deve güdülecek, ya bu diyardan gidilecek. Komşuluk ilişkileri önemli. İnsan kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yapmamalı, komşularımızı karşı saygılı olmalı, onları asla rahatsız etmemeli. Bu konuda yazdığım şiirimi takdim ediyorum, selamlar, saygılar, sağlık ve mutluluklar.

NAHİDE ÇELEBİ


KOMŞULARIM

Komşu bir servettir, derde devadır,
Bazen akrabadan üstün tutulur,
Sevgi saygıyla sohbet edilir,
İyi ki varsınız canlarım benim…

Toplanırız bahçelerde neşeyle,
Fıkra espri kahkahalar doyumsuz,
Çiçeklerin arasında yenir yemekler,
Gecelerde mest oluruz uykusuz.

Sabah deniz sefası dalgalarla,
Akşam programı plajda hazır,
Dönüş yolunda başlar hoş şakalar,
Moral kaynağıdır dost komşularım…

Sizinle eğlendim sizinle coştum,
Fethiye’ ye her yaz sevinçle koştum,
Açtı çiçeklerim sizinle hoştum,
Bana yaren, kardeş, dost oldunuz..

Bir komşu insanı ederse mutsuz,
Sattırır evi, barkı o vicdansız,
“Ev alma, komşu al “ der atalarımız,
Hayatın keyfidir komşularımız.

NAHİDE ÇELEBİ

15 Haziran 2005 Fethiye

Alıntı Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/iyi-komsu-el-aldirir–kotu-komsu-ev-sattirir/Blog/?BlogNo=423966

20171213

Atatürk’ün Ortadoğu Politikası Ve Bölgesel İşbirliğinin önemi

Atatürk’ün Ortadoğu Politikası


Yıllarca suren yıpratıcı savaşlardan yeni çıkmış olan Türkiye Lozan’dan sonra uluslararası alanda yerini sağlamlaştırmak için dış gelişmeleri yakından takip etmiş ve aktif bir dış politika izlemiştir. Mustafa Kemal, bölgesel işbirliğine gitmenin yanı sıra daha geniş paktlara katılmayı da milli menfaatlere uygun görmüştür. Yeni Türkiye iç politikada bir dizi reformları uygulamaya koymuştu. Bu reformların yerleşebilmesi için dışta barışa, içte ise istikrara ihtiyaç vardı. İstikrarı bozmamak için de Türkiye uluslararası gelişmeleri yakından izlemek zorundaydı.

Lozan Antlaşması’ndan sonraki yıllarda Türkiye’nin Doğulu devletlerle ilişkilerini Misak-ı Milli’de belirtilen amaçlar ve ilkeler belirlemiştir. Misak-ı Milli’nin temel ilkesi, Türk unsurunun çoğunlukta olduğu yerlerde Milli bir Türk Devleti kurmaktı. Buna göre, Osmanlı Devleti’nin varisi olan yeni Türk Devleti, İmparatorluğun yüzyıllarca egemenliği altında kalmış olan Arap ülkeleri üzerindeki iddialarından vazgeçmiş ve bir bakıma Misak-ı Millî ile amaçlarını, başka milletlerin çıkarlarına dokunmayacak şekilde sınırlamış oluyordu. Bu durumda Türkiye’nin bu ülkeler üzerinde kurulan yeni devletlerle ilişkilerinin dostça olmaması için hiçbir sebep yoktu.Diğer yandan Türkiye’nin Arap ülkelerine göre kısmen bağımsız sayılabilecek Afganistan ve İran ile de önemli bir çıkar çatışması bulunmuyordu.

Türkiye’nin Misak-ı Milli’deki Ortadoğu toprakları ile ilgili istekleri gerçekleşmedi. Ardından Lozan’da da bu topraklardan vazgeçmesi sonucunda Araplar batılı emperyalistlerle karşı karşıya kaldı. Orada kurulan yapay devletlerin temel amacı bağımsızlıklarını kazanmaktı. Bunun sonucunda Arap dünyası Türkiye’yi umut ışığı olarak görmeye ve Türkiye ile işbirliği yollarını aramaya başladı. Mustafa Kemal de emperyalizme karşı yaptığı savaşı kazanmış, Arap dünyasında da bu olumlu karşılanmıştı. Ayrıca Mustafa Kemal Azerbaycan, Irak, Suriye, Libya, Afganistan ve Hindistan’daki Müslümanlarla ilişkiler kurmuştu.

Mustafa Kemal Türk Milli Mücadelesi’nin sadece Türkiye’nin mücadelesi olmadığı, bunun bütün doğunun mazlum milletlerinin davası olduğunu “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnızca Türkiye’ye ait değildir, müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin bütün şarkın davasıdır.”sözleriyle vurgulamış ve diğer Müslüman halkların desteğini almak istemiştir. 

Milli Mücadele başarıya ulaşınca Ortadoğu ülkeleri Türkiye’den fiili yardım beklemeye başladı. Diğer yandan bu ülkelerin batılılara karşı savaşında M. Kemal Paşa’nın olumlu etkisi görülmekteydi. M. Kemal Paşa bir anlamda batılıların da yenilebileceğini bu ülkelere göstermişti. Mazlum milletler arasında batılılarla mücadele eden ülkelerde M. Kemal’in popülaritesi oldukça yüksekti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası öncelikle elde edilen bağımsızlığın sürdürülmesi ve milli menfaatlerin korunması temeline dayanıyordu. Bu politikanın ışığı altında yürütülmesi gereken diploması, iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek ve dünya politikasında ağırlıklı devletlerle işbirliğine girmekti. Yeni Türk Devletinin kurucuları, son dönemlerde Osmanlı Devleti’nin kendi coğrafyasında nasıl yalnız kaldığını görmüşlerdi. Yakın tarihi iyi değerlendiren yeni Türk Devletinin liderleri dış politikalarını planlarken karşılarında düşman bir Balkan ittifakı ve ret cephesi yaratmamaya özen göstermişlerdi. Mustafa Kemal’in barışçı politikası komşularla ilişkilerde öncelikle uygulamaya konuldu. Komşu ülkelerle dostluk ilişkilerinin kurulmasına önem verildi.

Lozan Barışının imzalanmasından sonra Türkiye’de köklü devrim hareketlerine girişildi. Bu arada Cumhuriyetin ilanından sonra hilafet de 3 Mart 1924 de ilga edildi/kaldırıldı. Hilafetin ilgası, laiklik yolunda atılan adımlar ve cumhuriyet Türkiye’sinin çağdaşlaşma politikaları, Müslüman halklarda (özellikle Araplarda) bazı tepkilerin belirmesine neden oldu. Aslında hilafetin kaldırılmasına karşı bazı Müslüman topluluklarında oluşan tepkinin arkasında sömürgeci ve emperyalist emellerini Ortadoğu’da gerçekleştirmek isteyen İngiltere ve Fransa’nın olduğu bilinmekteydi.

Güney Asya Müslümanları ilk anda hilafetin kaldırılmasında büyük bir şok geçirdiler. Müslümanlar nüfusça Hindulardan az oldukları için, Hindistan’ın İngiltere’den istiklalini kazanması onlar için istiklal olmayabilirdi. Bu açıdan İslam ve halife onların ayrı bir millet olmalarının başlıca sembolüydü. Ayrıca Türkiye’nin nüfuzunu bağımsızlıklarını kazanmak için kullanmak istiyorlardı. Güney Asya Müslümanları ilk şoku atlattıktan sonra Mustafa Kemal’in haklılığını kabul ettiler ve Türkiye’ye daha önceden beri verdikleri desteği daha sonra da devam ettirdiler.

Türkiye, İslam dünyasına batılıların yenilebileceğini gösterirken lider konuma ulaştı. Ancak Türkiye’de radikal reformların yapılmasıyla Arap dünyasının Türkiye’ye bakışı da değişti. Bu bir bakıma Türkiye’de yapılan reformların çağdaş bir toplum yaratmaya çalışması nedeniyle -Türkiye’nin dinsizleştiği yönünde olumsuz propaganda yapılırken- bu reformlarla güçlenen Türkiye’nin bölgeye tekrar döneceği korkusunu da depreştirdi. Bu iki faktör Arap dünyası ile Türkiye’nin arasını açtı. Bu durum 1924’den sonra Arap dünyası ile Türkiye arasında belirleyici faktör oldu.

Türkiye’deki laikleşme, çağdaşlaşma ve hilafetin kaldırılması bazı Müslüman halklarda tepki yaratmasına karşılık, bu halklar arasında Türkiye’nin başarılarını kendilerine örnek almak isteyenler de bulunuyordu. Bu düşüncede olanlara göre, Türkiye emperyalizme karşı savaşmış ve zafer kazanmış bir Müslüman devletti, Türkiye’nin bu hareketi kendi ülkeleri için örnek olabilirdi. Türk milleti ve onun lideri Mustafa Kemal gerçekleştirdiği inkılâpla henüz kendini bulamamış, hayatına yön verememiş milletlere, özellikle doğu dünyası ve üçüncü dünya ülkeleri için büyük bir tecrübe kaynağı ve rehber olmuştur. Türk İnkılabının İslam dünyasındaki etkisi ve yankılanması iki yönde gerçekleşmiştir. Birincisi olumlu yönde olmuştur. İlk zamanlar İran ve Afganistan daha sonraki dönemlerde Cezayir, Tunus, Pakistan gibi ülkelerde Mustafa Kemal ve Türk İnkılabı örnek alınmıştır. Uzun süre de bu ülkelerde Türk sevgisi sürmüştür. Diğer etkisi ise özellikle bazı Arap ülkelerinde olumsuz yönde olmuştur.

Milli Mücadele sırasında ve Lozan sonrasında Ankara Hükümeti, Osmanlı ülkeleri içinde bulunan, Ortadoğu ülkeleri üzerindeki haklarından vazgeçtiğini açıkladığı için Türkiye ile Arap ülkeleri arasında önemli bir çıkar çatışması bulunmuyordu. Yalnızca güney sınırlarının belirlenmesi sırasında Türkiye Cumhuriyeti, Irak ve Suriye manda rejimleriyle zorunlu ilişkilere girmişti. Lozan’da çözümlenemeyen Musul sorunu İngiltere ile 1926’da sonuçlandırıldı. Bundan sonra Irak’la ilişkiler iyi yönde gelişti. Diğer yandan Türkiye’nin yeni yöneticileri Irak ve Suriye’deki kamuoyunu kazanabilmek amacıyla bu ülkelerdeki manda yönetiminin sona ermesi gerektiğini her fırsatta tekrarlıyorlardı. İran ve Afganistan’la Türkiye’nin ilişkileri Arap ülkelerine göre daha yakın ve daha dostça olmuştur.

Atatürk’ün Ortadoğu’yu da kapsayan dış politika ilkelerini genel olarak şöyle sıralayabiliriz:

  • Milliyetçilik- Milli Dış Politika
  • Tam Bağımsızlık
  • Barışçılık
  • Gerçekçilik ve Diyaloga Açık Olma
  • Kendi Gücüne Dayanma–İttifaklara Girme
  • Aktif Fakat Serüvencilikten Uzak Olma
  • Çağdaşlaşma
  • Güvenlik
  • Akılcılık
Atatürk’ün yukarıdaki ilkeler çerçevesinde Ortadoğu’da hayata geçirdiği en önemli dış politika uygulaması Sadabad Paktı’dır. İran’daki Sadabad Sarayı’nda 8 Temmuz 1937’de Türkiye ile İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan bu pakt, Türkiye’nin Lozan sonrası Ortadoğu’da oluşturduğu güven ve denge politikasının en önemli sonucudur. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras alınan Ortadoğu’daki derin anlaşmazlık ve kırgınlıkların iyi niyet çerçevesinde çözülebileceğinin bir kanıtıdır. Atatürk, bu dönemde büyük devletlerin Ortadoğu’daki emperyalist emellerine set çekebilmek için Arap dünyası ile iyi ilişkiler kurulması gerektiğini savunmuştur. Bombay Cronicle’de yayınlanan ve Atatürk’e atfedilen 27 Temmuz 1937 tarihli bir haberde; Atatürk: “…Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur…” diyerek Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki emellerine karşı olduğunu ve bu emelleri engellemenin yegane yolunun da bölge devletleriyle iyi ve iş birliğine dayalı ilişkiler kurmak olduğunu belirtmektedir. Nitekim Sadabad Paktı bu hedefin önemli adımlarından biri olmuştur.

 İran Şahı Rıza Şah, antlaşma üzerine Atatürk’e geçtiği telgrafta; “İmzacı devletler sizin emperyalistlere karşı açtığınız mücadele sayesinde var olmuşlardır; bu sonucu, size ve Türk milletine borçluyuz.” demişti.  

Şu maddeler, paktın Ortadoğu ülkeleri için ne kadar önemli olduğunu açıkça göstermektedir:

Madde 1: Yüksek âkid taraflar, birbirlerinin içişlerine her türlü müdahaleden mutlak surette uzak duracak siyaset izlemeyi taahhüt ederler. 

Madde 2: Yüksek âkid taraflar, ortak sınırların tecavüzden korunmasına riayet etmeyi taahhüt ederler. 

Madde 3: Yüksek âkidler, ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslararası nitelikte her türlü anlaşmazlıkta birbirleri ile istişarede bulunmak hususunda mutabıktırlar. 

Madde 4: Yüksek âkidlerden her biri, diğeri muvacehesinde, hiçbir halde, gerek münferiden gerek bir veya daha fazla diğer devletle birlikte, diğer âkidlerden birine karşı hiçbir taarruz hareketinde bulunmamayı taahhüt eder. Aşağıdaki haller taarruz hareketi addedilir: 
1. Harp ilanı, 
2. Harp ilan edilmeksizin dahi olsa bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından diğer bir devlet arazisinin işgali
3. Bir devletin kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından harp ilan edilmeksizin dahi olsa diğer bir devletin arazisine, gemilerine veya tayyarelerine taarruz edilmesi,
4. Mütearrıza doğrudan doğruya veya bilvasıta yardım veya müzaheret.

Madde 7: Yüksek âkidlerden her biri, kendi hudutları içinde, yüksek âkidlerden diğer birinin müesses müessesatını devirmeyi veyahut bu diğer devletin topraklarında nizam ve emniyete zarar vermeyi istihdaf eden silahlı çetelerin birlik ve teşekküllerinin kurulmasına mani olmayı taahhüt eder.

Kaynaklar
Atatürk Dönemi Türkiye’nin Ortadoğu Politikası (1923-1938) - Öğretim Gör. Aydın CAN
Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri - Öğretim Gör. Aydın CAN
Aatatürk’ün Ortadoğu Politikası – Bayram BAYRAKTAR
Cumhuriyet ve Ulus Gazetelerinde Sadabad Paktı’nın İmzalanmasının Yankıları – Tufan TURAN, Esin TÜYLÜ TURAN

Alıntı kaynak: http://cumhuriyettarihimiz.blogspot.com/2015/07/ataturkun-ortadogu-politikas.html

📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)

İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...