islam dini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islam dini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
20200820
20200414
✍️ Müslüman olan Türkler ayakta kaldı ve devrim yaptı - Doğu Perinçek
Bugün Merhaba Kamuculuk yazılarına bir günlüğüne ara veriyoruz. Aslında Kamuculuk konusu, Türklerin medeniyet ve devrim birikimiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla Türklerin İslam Medeniyeti havzasına girmeleri ve o çağın medeniyetine önderlik etmeleriyle de bağlantılıdır. Bu nedenle şu sıra Türk Milletine ait ne varsa, yobazlık ölçüsünde düşmanlık yapanları görmezden gelemeyiz. İslamiyet, Türk ve Arap düşmanlığında her tür hurafeye sarılan sözde bilim adamları, sözde köşe yazarları, bir takım enteller var.
Bunların adları da, dilleri de, kıbleleri de Atlantik. Örneğin kendilerine Think Thank Araştıma adını veren bir grup var. Bakınız bu Think Thankçiler, kimliklerini nasıl sergiliyorlar:
TEZLERE BAKIN
Yalnız bu grup değil, laiklik adına Türklerin Medeniyet kuruculuğuyla savaşan bir takım çevreler ortaya çıktı. Bunların başlıca tezleri şöyle:
1.Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleri gericileşmektir, benliğini kaybetmektir, Araplaşmadır.
2.Osmanlı Devleti, Türk devleti değildir, bizim değildir.
3.Asıl Türkler, Müslüman olmayan, Şamanlığı sürdüren, Hıristiyan ve Musevi Türklerdir.
MÜSLÜMAN TÜRKLERİN DEVLETLERİ VAR
Önce şu dünyamıza bakalım, şu anda devleti olan Türklerin hepsi Müslüman. Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan devletlerinin Türk olan halkları büyük çoğunlukla Müslüman. Ve bu ülkelerin hemen hepsinin arkada kalan iki yüzyıllık Türk ve Sovyet Devrimleri sayesinde çok esaslı Laiklik ve Çağdaşlaşma birikimleri var. Çağdaş devrim tecrübeleri de onlarda. Çünkü Hunlardan, Göktürklerden, Uygurlardan, Kırgızlardan, Moğol-Türk tecrübesinden, Karahanlılardan, Gaznelilerden, Selçuklu ve Osmanlıdan, Volga ve Kırım Tatarlarından, Altınordu’dan, Timurlulardan, Çağataylardan gelen bir devlet birikimleri var.
İSLAM İKLİMİNDE ZENGİNLEŞEN BİRİKİM
Türklerin devlet ve ordu birikimi, Türklerin İslamiyeti kabul ettikleri Karahanlılardan bu yana hep İslam ikliminde gelişti. İslamiyeti kabul eden Türk kavimleri devletli olmuşlardır. İslamiyeti kabul etmeyerek Asya’nın kenarında kuytusunda Şamanlıkta kalanlar medeniyet kuramadılar. O şamanlar, Hun ve Göktürk atılımlarının da kenarlarındaydılar, dağlarda ve ormanlardaydılar.
Orhun Yazıtları’na şöyle bir bakın, orada Şamanlığa ait bir unsur var mı, Gök Tengri’nin Şamanizmle en küçük bir ilgisi kurulabilir mi?
Hıristiyan ve Musevi olan Türkler ise, Kıpçak/Kumanlarda, Peçeneklerde, Bulgarlarda veya Karay ve Gagavuzlarda görüldüğü gibi, Rus bozkırında veya Doğu Avrupa’da diğer halklara karışmış ve erimişlerdir.
Çok öğreticidir: Hıristiyan olan Kıpçaklar devletsiz kalıp Rusya ve Doğu Avrupa halklarına karışırken, aynı Kıpçakların Müslüman olanları Mısır’da 1240’tan 1517’ye kadar kendilerinin Devlet-it Türkî adını verdikleri Memlûklu Devletini kurmuş ve medeniyet yaratmışlardır. 13. yüzyılda Türkçenin çok önemli eserlerini yazdılar.
DÜNYA DİLLERİNDEKİ EN ESKİ ALLAH SÖZCÜĞÜ
Türkler, İslamiyeti kabul etmeden önce de Tek Tanrıcı idiler. Buna Batılı tarihçiler “Tengrisizm” diyorlar. Dünyada ilk Tanrı sözcüğü de, bugüne kadarki bilim dağarcığına göre, Türkçedir. Ta MÖ 4. Binden söz ediyoruz. Sumer tabletlerindeki Tingir ile Türkçe Tengri/Tanrı ve Moğolca Tenri/Tengri arasında köken birliği olduğu, Tarihçiler ve Dilciler arasında genel kabul görmüştür.1
Eski ve Orta Türkçedeki Tengri sözcüğü, Türkiye Türkçesinde Tanrı olmuş ve Türk dilinin bütün ağızlarında var.
Hunlarda: Çengli=Tengri.2
Göktürklerde: Tengri, Türük Tengrisi.3
Divan-ı Lügat-it Türk’te: Tengri.4
Oğuz Kağan Destanı’nda: Tengri.5
Kıpçak/Kumanlarda: Tengri, Tengeri, Bey Tengri, Beymiz Tengeri, Ata Tengri, Tengiri Ata.6
Azeri Türkçesinde: Tanrı.
Türkmenlerde: Tanrı.
Kazak ve Baraba Türkçesinde: Tengri, Tenri.
Kumuk Türkçesinde: Tenniri.
Sarı Uygur, Sagay ve Kırgız Türkçesinde: Tenir.
Oyrat ve Altay Türkçesinde: Teneri.
Sor Türkçesinde: Tegre.
Özbek Türkçesinde: Tängri.
Hakas Türkçesinde: Tigir.
Karaçay Türkçesinde: Teyri.
Başkurt, Kazak ve Kazak Tatarları ve Uygur Türkçesinde: Tanri.
Soyon Türkçesinde: Der.
Çuvaş Türkçesinde: Torı.
Teleüt Türkçesinde: Tenere, Tenre.
Yakut Türkçesinde: Tanara.7
ATLI ÇOBAN EKONOMİSİNE DAYANAN DEVLET KURUCULUĞU VE TEK TANRI
Bugün İslamiyete karşı Türklük adına Şamanizm güzellemeleri yapanlar, hem cahildir, hem de medeniyet düşmanıdır. Çünkü Şamanizm, din değildir, büyücülüktür. İslam öncesinde devlet kuran, medeniyet kuran Türklerin dinleri Tek Tanrıcılıktır, Budizmi ve Maniheizmi kabul edenler de oldu. İslamiyetten sonra devlet kuran Türkler ise Müslümandı veya Müslüman oldular.
Tek Tanrının bir toplumsal-ekonomik temeli var. Atlı Çoban kültürü tarla tarımından farklı olarak çok geniş alanların denetim altına alınmasını gerektiriyordu. Türklerin devlet ve ordu kuruculuğunun kökleri bu ekonomik kuruluşa dayanır. Atlı çobanlar, örgütlenme ve savaş yetenekleri sayesinde Mezopotamya, Hint ve Çin’in verimli ırmak boylarındaki zenginliklere hükmederek devletler kurdular. Tek Tanrı ise, Atlı Çoban Kültürünün geniş coğrafyada tek güçlü otorite ihtiyacının gereği olarak doğdu. Türk imparatorluk kültürü ile Tek Tanrı arasındaki bağı en güzel anlatan cümle şudur: “Gökyüzünün nasıl tek bir güneşi varsa, yeryüzünün de tek bir hakanı vardır.” Tek tanrı ve tek hakan, Atlı Çoban ideolojisinin özetidir.
TÜRKLERİN UYGARLAŞMA TARİHİNİN DORUĞU
Tek tanrı nedeniyledir ki, Türk Hakanları İslamiyeti kolayca benimsediler. İslamiyet, Türklerin uygarlaşma tarihinin doruğudur. İslamiyet, Türklerin büyük medeniyet atılımının buluştuğu en sistemli inanç ve değerler sistemiydi. Hazreti Muhammed’in önderlik ettiği Ticaret Devrimini düzenleyen İslamiyet, Türk Hakanlıklarının ticaret yollarını kontrol sistemi için, çağın en gelişmiş tecrübesi ve ideolojisiydi.
Türk Hakanlıklarının İslamiyeti kabulüyle birlikte, uygarlığın önderliği de Türk devletlerine geçti. Bu konuda yazılmış en esaslı kitaplardan biri olan Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” kitabı, olayı çok güzel anlatıyor. Dünya uygarlığının öncüleri, 7-15. Yüzyıllarda Araplar, Farslar ve Tüklerdi. Batıda bilim ve sanat, 15. Yüzyıldan sona İslam Uygarlığından beslenerek gelişti. Arapları ve İslamiyeti aşağılamaya kalkanlar, medeniyetsiz cahillerdir.
Sözün kısası, Müslüman olmak Türkleri gericileştirmedi. Tam tersine o çağda İslamiyet, Türk hakanlıklarının büyük medeniyet atılımı için, zamanın en ileri değerler ve hukuk sistemiydi.
İşte bu nedenledir ki, Müslüman olan Karluklar, Uygurlar, Oğuzlar, Tatarlar ve Memluklü Kıpçakları büyük imparatorluklar ve uygarlıklar kurdular. Şamanlıkta ya da Büyücülükte kalanlar, medeniyet havzasına giremediler. Hıristiyan ve Musevi olan Türkler ise, ayakta kalmadılar.
TÜRKLERİN BÜYÜK MEDENİYET VASFI
Türklerin benliği nedir? Atatürk’ün “Türklerin büyük medeniyet vasfı” dediği özellikleri nedir? Çağın medeniyetine sırt çevirmek, Asya’nın kenarlarında çobanlıkla uğraşıp şaman davulu çalmak mıdır, yoksa İskitlerin, Hunların ve Göktürklerin Medeniyet atılımını İslamiyet havzasında sürdürerek Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı, Memlûk, Altınordu, Timurlu, Çağatay devletleri örneğinde olduğu gibi dünya uygarlık tarihinde önder konumlarda olmak mıdır?
SELÇUKLU VE OSMANLI MİRASINI REDDETME BUDALALIĞI
Selçuklu ve Osmanlı mirasını reddetmek ve karalamak, Türklük adına budalalık derecesinde bir cahilliktir, uygarlık adına sınır tanımayan bir ahlâksızlık ve gericiliktir.
Hele bu medeniyet düşmanlığını, bu Türk düşmanlığını Atatürk adına sergilemek, Atatürk’e yapılan en büyük ihanettir. Çünkü Türklerin Selçuklu ve Osmanlı mirası olmasaydı, ne Türk devrimi olurdu, ne de Atatürk olurdu.
Atatürk, niçin Şaman Yakutların, Hıristiyan Gagavuzların veya Musevi Karayların içinden çıkmadı da, Selçuklu ve Osmanlı birikiminin içinden çıktı?
İslamiyet, Arap, Fars, Selçuklu ve Osmanlı mirasını aşağılayan köksüzlerin bu soruya verecekleri bir yanıt var mı?
İMPARATORLUK MİRASI = DEVRİM BİRİKİMİ
20. ve 21. Yüzyıla bakınca Türk, Rus, Çin ve İran devrimlerinin damgasını görürüz. Bu devrimlerin hepsi de imparatorluk coğrafyalarında oldu ve oluyor.
Think Thankçiler, hani gösterin, Hıristiyan, Musevi ve Şaman Türklerin yaptığı bir devrim gösterin, bir uygarlık atağı gösterin!
Think Thankçiler, Hıristiyan, Musevi ve Şaman Türklerin içinden çıkmış bir Atatürk gösterin, bir Satuk Buğra Han, bir Birunî, bir İbnî Sina, bir Farabî, bir Harezmî, bir Kaşgarlı Mahmut gösterin, bir Yusuf Has Hacip gösterin, bir Nizamülmülk, bir Yunus Emre gösterin, bir Ali Şir Nevai gösterin, bir Timurlenk, bir Fatih Sultan Mehmet gösterin, bir Fuzulî, bir Mimar Sinan, bir Nazım Hikmet gösterin!
Türklerin Müslüman olmasını aşağılayanlar, aslında nesnel olarak Türklerin imparatorluk kuruculuğunu, örgütlenme birikimini, medeniyet kuruculuğunu, devrim mirasını ve devrim yeteneğini hiçe sayıyorlar. Bunu üstelik Türklük ve sözümona Atatürkçülük adına yapmaları, Türklüğe de Atatürk’e de ihanettir.
1) Osman Nedim Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi ilgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, 1997; Tuncer Gülensoy, I, s.857; Zeki Velidî Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s.13,17; Roux, Türklerin Tarihi/ Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl, Kabalcı Yayınevi, Şubat 2007, s.52; Landsberger, “Sümerler”, Ankara DTCF Dergisi, 1943, N.5, s.95-69; V. Christian, Die Sprachliche Stellung des Sumerischen, Babilonica XII, Paris, 1932.
2) Talât Tekin, Hunların Dili, s.10.
3) Talât Tekin, Orhun Yazıtları, Kültigin Güney 1 (s.20-21) ve Doğu 1 (s.24-25); Bilge Kağan, Kuzey 1, (s.44-45) ve Doğu 1 ve 10 (s.50-53).
4) Divan-ı Lügat-it Türk, c.III, Ankara, 1941, s.376-377.
5) W. Bang-G.R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı. 1936 ve 1000 Temel Eser, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1970, s.3 ve 19.
6) Grønbech, s.183 vd.
7) Hepsi için bkz. Tuncer Gülensoy, II, s.857.
Alıntı/Kaynak: https://aydinlik.com.tr/musluman-olan-turkler-ayakta-kaldi-ve-devrim-yapti-205425-1#1
20200115
📚 📖'İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküş' - Cengiz Özakıncı
Bugün İslam dünyasında bilimsel gerilemeyi Gazali'yle başlatan Türk Tarih Tezi'ne dayalı "İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü" kitabımın
20. doğum günü.
Bunu Türk Tarih Tezi'nde Gazali konusunu işleyen Ş.Günaltay'ın 1938 tarihli yazısıyla kutluyoruz.
Alıntı/Kaynak: Cengiz Özakıncı @cengizozakinci
20171028
Bir Karşıdevrim Hamlesi: Müftülük nikahı / Sinan Meydan
Bir Karşıdevrim Hamlesi: Müftülük nikahı
“Resmi tören yapmaksızın nikah kıyan hakim veya vekili ile hakim veya vekili hazır olmadan, yetkisi olmaksızın nikah kıyan imamlar bir aydan altı aya kadar hapsedilirler…” (Ceza Kanunu'nda 1917'de yapılan değişiklik)
Önce müftülere nikah yetkisi verilecek dendi. Sonra bir şark kurnazlığıyla, müftülere nikah yetkisi, müftülüklere nikah yetkisine dönüştürüldü. Müftülüklere nikah yetkisi demek, aynı zamanda müftülerin görevlendireceği imamlara da nikah yetkisi demek… Bilindiği gibi 1926 Türk Medeni Kanunu'na göre müftülerin ve imamların, halk arasındaki tabirle, “resmi nikah” kıyma yetkisi yoktur.
Müftülüklere (müftülere ve imamlara) nikah yetkisi verilerek Türkiye'ninnereden nereye götürülmek istendiğini görmek için tarihte bir yolculuğaçıkmaya ne dersiniz?
Müftülüklere (müftülere ve imamlara) nikah yetkisi verilerek Türkiye'ninnereden nereye götürülmek istendiğini görmek için tarihte bir yolculuğaçıkmaya ne dersiniz?
İSLAM'DA DİNİ NİKAH VAR MI?
Öncelikle İslam hukukunda nikah akdi, dini bir akid değildir. İslam hukukunda nikah akdini bir din adamının yapması veya nikah sırasında bir din adamının (müftünün veya imamın) hazır bulunması, ya da dini bir tören yapılması zorunluluğu yoktur. Çünkü İslam hukukunda evlenme, tamamıyla medeni bir sözleşmedir. Kadın ve erkeğin irade beyanlarını iki şahit huzurundadile getirmeleri ve kadına ödenecek belli bir mihrin tespit edilmesi halinde nikah geçerlidir.
“İyi de o zaman ‘dini nikah' veya ‘imam nikahı' kavramı nereden geliyor?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim!
Anlatayım!
“İyi de o zaman ‘dini nikah' veya ‘imam nikahı' kavramı nereden geliyor?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim!
Anlatayım!
OSMANLI'DA NİKAH
Osmanlı Devleti'nde klasik dönemde nikahlar, bizzat kadılarca veya kadılardan alınan izinle imamlarca kıyılırdı. Eğer nikaha kadı (yargıç) katılmışsa “Hüccet-i Nikah” adlı bir belge düzenlenirdi. Fatih Kanunnamesi'nde kadıların nikah sebebiyle alacakları harçlar dahi belirlenmişti. Kadıların mahkemelerde kıydıkları nikahlar, Şeriye Sicillerine kaydedilmişti. Ancak nikahların ne kadarının kadılarca, ne kadarının imamlarca kıyıldığına ilişkin kesin bir bilgimiz yoktur.
Osmanlı'da kadılar veya kadı naipleri, nikah için imamlara “İzinname” adlı resmi bir evrak veriyordu. Ancak 1881'e kadar İzinnamesiz evlilikler de yaygındı, çünkü bunun bir yaptırımı yoktu.
Nikahı imamın kıyması, nikaha dini bir nitelik kazandırmak için değildi. Ulaşımın ve iletişimin sınırlı olduğu bir dönemde evlenecek tüm çiftlerin mahkemelerde kadıların huzurunda evlenmesi pratik olarak çok zor olduğundan imamlar da bu işle görevlendirilmişti. Bu durum zamanla bir örfi hukuk kuralı haline gelmişti.
İmamların nikah kıyması ancak 1881'de Sicilli Nüfüs Nizamnamesi'yle yasallaştı.
Osmanlı'da kadılar veya kadı naipleri, nikah için imamlara “İzinname” adlı resmi bir evrak veriyordu. Ancak 1881'e kadar İzinnamesiz evlilikler de yaygındı, çünkü bunun bir yaptırımı yoktu.
Nikahı imamın kıyması, nikaha dini bir nitelik kazandırmak için değildi. Ulaşımın ve iletişimin sınırlı olduğu bir dönemde evlenecek tüm çiftlerin mahkemelerde kadıların huzurunda evlenmesi pratik olarak çok zor olduğundan imamlar da bu işle görevlendirilmişti. Bu durum zamanla bir örfi hukuk kuralı haline gelmişti.
İmamların nikah kıyması ancak 1881'de Sicilli Nüfüs Nizamnamesi'yle yasallaştı.
OSMANLI'DA NİKAHTA YENİLİKLER
Osmanlı'da Tanzimat döneminden itibaren nikahta bazı düzenlemeler yapıldı.
1841'de çıkarılan bir fermanla velisi tarafından evlenmesine izin verilmeyen ergen genç kızların ve evlenip ayrılmış kadınların, “kadı”nın izniyle evlenmelerinin önü açıldı.
7 Ekim 1874 tarihli bir iradeyle mehir miktarları, çiftlerin ekonomik ve sosyal durumlarına göre, üst sınır şeklinde belirlendi ve bu bedel dışında herhangi bir hediyenin (başlık vb.) verilmeyeceği belirtildi.
2 Eylül 1881 tarihli “Sicilli Nüfus Nizamnamesi”nin 26. maddesiyle Müslüman nikahlarının şeri hakimler veya naipleri (vekilleri), gayrimüslim nikahlarının ise ruhani reisleri veya yetkili vekilleri tarafından kıyılacağı öngörüldü. Evlenmek için İzinname alınması ve evlenmeyi gerçekleştiren imamın nikah sonrası 15 gün içinde bunu nüfus idaresine bildirmesi zorunlu kılındı. Bu bildirimi gerçekleştirmeyen imamlara para cezası getirildi.
1913'te bir kanunla, 1858 tarihli Ceza Kanunu'nun 200. maddesine bir fıkra eklenerek, İzinname olmaksızın nikah kıyan imamlar için 3 ay ile 2 yıl arasında değişen bir hapis cezası öngörüldü. 1914'te ise bu miktar biraz azaltıldı; ancak bu kez izinsiz nikahlanan çiftlere de 2 ay ile 1 yıl arası hapis cezası verilmesi kararlaştırıldı.
1916'da ise bazı mezhep yorumlarından yararlanılarak, kadına bazı nedenlerle mahkemeye başvurup boşanma (tefrik) hakkı tanındı.
Değişen dünya, Osmanlı'yı, klasik İslam hukukunu zorlayan yeni hukuki düzenlemelere mecbur etti.
1841'de çıkarılan bir fermanla velisi tarafından evlenmesine izin verilmeyen ergen genç kızların ve evlenip ayrılmış kadınların, “kadı”nın izniyle evlenmelerinin önü açıldı.
7 Ekim 1874 tarihli bir iradeyle mehir miktarları, çiftlerin ekonomik ve sosyal durumlarına göre, üst sınır şeklinde belirlendi ve bu bedel dışında herhangi bir hediyenin (başlık vb.) verilmeyeceği belirtildi.
2 Eylül 1881 tarihli “Sicilli Nüfus Nizamnamesi”nin 26. maddesiyle Müslüman nikahlarının şeri hakimler veya naipleri (vekilleri), gayrimüslim nikahlarının ise ruhani reisleri veya yetkili vekilleri tarafından kıyılacağı öngörüldü. Evlenmek için İzinname alınması ve evlenmeyi gerçekleştiren imamın nikah sonrası 15 gün içinde bunu nüfus idaresine bildirmesi zorunlu kılındı. Bu bildirimi gerçekleştirmeyen imamlara para cezası getirildi.
1913'te bir kanunla, 1858 tarihli Ceza Kanunu'nun 200. maddesine bir fıkra eklenerek, İzinname olmaksızın nikah kıyan imamlar için 3 ay ile 2 yıl arasında değişen bir hapis cezası öngörüldü. 1914'te ise bu miktar biraz azaltıldı; ancak bu kez izinsiz nikahlanan çiftlere de 2 ay ile 1 yıl arası hapis cezası verilmesi kararlaştırıldı.
1916'da ise bazı mezhep yorumlarından yararlanılarak, kadına bazı nedenlerle mahkemeye başvurup boşanma (tefrik) hakkı tanındı.
Değişen dünya, Osmanlı'yı, klasik İslam hukukunu zorlayan yeni hukuki düzenlemelere mecbur etti.
MECELLE
Cevdet Paşa'nın başkanlığında 1869'da oluşturulan Mecelle Komisyonu, 1878'e kadar 16 kitaptan oluşan Mecelle-i Ahkam-ı Adliye'yi hazırladı.

Ahmet Cevdet Paşa
Mecelle, İslam fıkhına dayanarak değişen ihtiyaçlara uygun bir medeni kanunyaratma iddiasıyla hazırlandı. Ancak çağdaş bir medeni kanunun iskeleti durumundaki birey hukuku, aile hukuku ve miras hukuku gibi kısımlar Mecelle'de yoktu. Dolayısıyla aile hukukuna ilişkin hükümler, yine Hanefi mezhebine göre yazılmış fıkıh ve fetva kitaplarından çıkarılıyordu. Yani Mecelle aile hukuku alanını şeriata bırakmaya devam etti. Osmanlı'da aile hukuku alanındaki ilk düzenleme, 1917 Aile Hukuku Kararnamesi'dir.
1917 AİLE HUKUKU KARARNAMESİ
Yeni koşullar, yeni hayat, yeni kurallar gerektiriyordu. Özellikle I. Dünya Savaşı, kadınların toplumsal hayata katılmalarını sağladı. Erkeklerin cepheden cepheye koştuğu bir ortamda kadınlar ister istemez evleri çekip çevirmeye başladı. Artık sayıları az da olsa çalışan ve okuyan kadınlar vardı. Kadın dergileri çıkıyordu. Yavaş yavaş bir kadın hareketi gelişiyordu. Bütün bu gelişmeler ister istemez kadın haklarını gündeme getirdi. Ama Osmanlı'da, bu yeni hayata uygun bir aile hukuku yoktu.

20. Yüzyıl'ın başında Osmanlı'da bir ‘kadın hareketi' ortaya çıkmıştı.
I. Dünya Savaşı sırasında İttihatçılar, Mecelle'de bazı değişiklikler yapmak için komisyonlar kurdular. Bu komisyonlardan biri de Aile Hukuku Komisyonu'ydu. Bu komisyon, 26 Mayıs 1916'da Isparta mebusu Mahmut Esat (Bozkurt)'un başkanlığında çalışmalara başladı. Osmanlı'daki üç din mensubuiçin de ayrı hükümler belirledi.
25 Ekim 1917'de Aile Hukuku Kararnamesi hazırlandı. Anlaşıldığı kadarıyla Meclis'te kanunlaşamayacağı endişesiyle Meclis'e sunulmadan geçici bir kanun (kararname) olarak kabul edildi. Aile Hukuku Kararnamesi, iki kısım (kitap), 157 maddeden oluşuyordu.
Kararname, evlilikten önce nikahın ilan edilmesi şartını getiriyordu.
İlk kez evlenmede belli bir yaş sınırı belirliyordu. Buna göre, evlenebilmek için erkeğin 18, kadının ise 17 yaşını doldurmuş olması gerekiyordu.
Çocukların, hiçbir şekilde, velileri tarafından bile evlendirilemeyeceklerinibelirtiyordu. Zorunlu haller hariç akıl hastaları için de aynı hüküm geçerliydi.
Şiddet ve cebirle (baskıyla) gerçekleştirilen evlenmeleri geçersiz sayıyordu.
Bulaşıcı hastalıkları ve kocanın nafaka bırakmadan ortadan kaybolmasınıkadın için boşanma sebebi görüyordu.
Evlenmeden önce evlenmeye engel bir durum olup olmadığınınaraştırılmasını şart koşuyordu.
Kararname, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini, ilk kadının onayına bağlıyor, böylece çok eşliliği de kısmen sınırlandırmak istiyordu. Gayrimüslimlerde ise çok eşliliği tamamen yasaklıyordu. (Onlarda zaten çok eşlilik pek görülen bir durum değildi.)
25 Ekim 1917'de Aile Hukuku Kararnamesi hazırlandı. Anlaşıldığı kadarıyla Meclis'te kanunlaşamayacağı endişesiyle Meclis'e sunulmadan geçici bir kanun (kararname) olarak kabul edildi. Aile Hukuku Kararnamesi, iki kısım (kitap), 157 maddeden oluşuyordu.
Kararname, evlilikten önce nikahın ilan edilmesi şartını getiriyordu.
İlk kez evlenmede belli bir yaş sınırı belirliyordu. Buna göre, evlenebilmek için erkeğin 18, kadının ise 17 yaşını doldurmuş olması gerekiyordu.
Çocukların, hiçbir şekilde, velileri tarafından bile evlendirilemeyeceklerinibelirtiyordu. Zorunlu haller hariç akıl hastaları için de aynı hüküm geçerliydi.
Şiddet ve cebirle (baskıyla) gerçekleştirilen evlenmeleri geçersiz sayıyordu.
Bulaşıcı hastalıkları ve kocanın nafaka bırakmadan ortadan kaybolmasınıkadın için boşanma sebebi görüyordu.
Evlenmeden önce evlenmeye engel bir durum olup olmadığınınaraştırılmasını şart koşuyordu.
Kararname, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini, ilk kadının onayına bağlıyor, böylece çok eşliliği de kısmen sınırlandırmak istiyordu. Gayrimüslimlerde ise çok eşliliği tamamen yasaklıyordu. (Onlarda zaten çok eşlilik pek görülen bir durum değildi.)
İLERİ BİR ADIM
1917 Aile Hukuku Kararnamesi, İttihat Terakki'nin birkaç laik adımından biriydi. Diğerleri, 1916'da Şeyhülislamlığın kabineden çıkarılması, Şeriat Mahkemelerinin Şeyhülislamlıktan alınarak Adalet Bakanlığı'na bağlanması, Evkaf idaresinin Meşihattan ayrılarak ayrı bir statüye kavuşturulması ve bütün Medreselerin Meşihattan alınarak Maarif Bakanlığı'na bağlanmasıydı. (Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, 16. bas, s. 459).
Aile Hukuku Kararnamesi, getirdiği yeniliklere rağmen çağdaş bir aile kanunu değildi. Çok eşliliğin yasaklanması, boşanan kadına mehir dışında bir tazminatın ödenmesi, boşanma durumunda çocukların bakımı ve gözetimi, vesayet, mal rejimi, nafaka hükümleri düzenlenmemişti.
Ancak kadınların hala kocalarıyla bile lokanta, gazino ve parklaragidemedikleri, tramvaylarda ve vapurlarda perde çekili bölümlerde oturdukları bir dönemde (Berkes, age, s. 446) Aile Hukuku Kararnamesi ileri bir adımdı.
Aile Hukuku Kararnamesi, getirdiği yeniliklere rağmen çağdaş bir aile kanunu değildi. Çok eşliliğin yasaklanması, boşanan kadına mehir dışında bir tazminatın ödenmesi, boşanma durumunda çocukların bakımı ve gözetimi, vesayet, mal rejimi, nafaka hükümleri düzenlenmemişti.
Ancak kadınların hala kocalarıyla bile lokanta, gazino ve parklaragidemedikleri, tramvaylarda ve vapurlarda perde çekili bölümlerde oturdukları bir dönemde (Berkes, age, s. 446) Aile Hukuku Kararnamesi ileri bir adımdı.

Son padişah Vahdettin'in kızı Ulviye Sultan'ın İsmail Hakkı Bey'le nikahından görüntüler.
Bu kararname, iki kesimin tepkisini çekti: İslamcılar, Kuran ve sünnete aykırı olduğunu ileri sürerek; gayrimüslimler ise cemaat mahkemelerinin yargı yetkisini elinden aldığı için kararnameye karşı çıktılar. İstanbul'u fiilen işgal altında tutan İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliği, kararnamenin kaldırılmasını istedi. Yazılarında, “İslam'da kadın ve erkek eşit değildir”diyen Şeyhülislâm Mustafa Sabri, 19 Haziran 1919 tarihli bir kanunla, kararnameyi yürürlükten kaldırdı. (Berkes, age, s. 447).
Aile Hukuku Kararnamesi, Osmanlı'da sadece 1 yıl 9 ay yürürlükte kalmış olmasına rağmen Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin gibi ülkelerde çok daha uzun süre yürürlükte kaldı; Hatay Cumhuriyeti'nin 1939'da Türkiye'ye katılmasına kadar Hatay'da da uygulandı.
Türkiye'de dinsel, mezhepsel bağlardan uzak evrensel hukuk kurallarınadayanan ilk çağdaş medeni kanun, 1926'da İsviçre'den alınan medeni kanundur. Bu medeni kanunla Müslüman Türk kadını ilk kez kadınlık onuruna yakışır biçimde temel haklara sahip olabildi. İsviçre Medeni Kanunu,Türkiye'den önce Japonya'da, Türkiye'den sonra ise Çin'de de kullanıldı. (Berkes, age, s. 530).
Aile Hukuku Kararnamesi, Osmanlı'da sadece 1 yıl 9 ay yürürlükte kalmış olmasına rağmen Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin gibi ülkelerde çok daha uzun süre yürürlükte kaldı; Hatay Cumhuriyeti'nin 1939'da Türkiye'ye katılmasına kadar Hatay'da da uygulandı.
Türkiye'de dinsel, mezhepsel bağlardan uzak evrensel hukuk kurallarınadayanan ilk çağdaş medeni kanun, 1926'da İsviçre'den alınan medeni kanundur. Bu medeni kanunla Müslüman Türk kadını ilk kez kadınlık onuruna yakışır biçimde temel haklara sahip olabildi. İsviçre Medeni Kanunu,Türkiye'den önce Japonya'da, Türkiye'den sonra ise Çin'de de kullanıldı. (Berkes, age, s. 530).
Nikahta hakim veya vekili hazır olacaktı
1917 Aile Hukuku Kararnamesi'nin 37. Maddesiyle –1881 Sicilli Nüfus Nizamnamesi'ndeki gibi- nikahın, hakim veya vekili (naip) tarafından gerçekleştirilmesi ve mahkemece tescil edilmesi zorunlu olacaktı. Nikahta hakim veya naip hazır bulunacak, nikahı kıyıp nikah belgesini düzenleyip tescil edecekti.
Müslümanların evlenmeleri durumunda, nikah mahkeme dışında kıyılacaksa, hakim, muhtarı ya da imamı, nikah kıymakla görevlendirebilecekti.Kararnamenin 9. maddesiyle imamlara özel izinle nikah kıyma yetkisiveriliyordu.
Kararnamenin gerekçesinde Hristiyanlıkta nikahın ruhani din adamlarıtarafından kıyıldığı, Yahudilikte ve Müslümanlıkta ise nikahın din adamlarıtarafından kıyılması şartının olmadığı açıkça ifade ediliyordu. Bu nedenle kararname, Müslümanların nikahının din adamının değil, hakim veya onun naibinin (vekilinin) huzurunda kıyılması şartını getiriyordu. Yani özel izinlenikah kıymakla görevlendirilen imamın yetkisi dinsel değil, idariydi.
Nitekim Ceza Kanunu'nun 200. Maddesi'nde yapılan değişiklikle, hakim veya naibi (vekili) hazır olmaksızın nikah kıyan imamlar cezalandırılacaktı. Kanun maddesindeki ifadesiyle, “Resmi tören yapmaksızın nikah kıyan hakim veya vekili ile hakim veya vekili hazır olmadan, yetkisi olmaksızın nikah kıyan imamlar dahi bir aydan altı aya kadar hapsedilirler.”
Müslümanların evlenmeleri durumunda, nikah mahkeme dışında kıyılacaksa, hakim, muhtarı ya da imamı, nikah kıymakla görevlendirebilecekti.Kararnamenin 9. maddesiyle imamlara özel izinle nikah kıyma yetkisiveriliyordu.
Kararnamenin gerekçesinde Hristiyanlıkta nikahın ruhani din adamlarıtarafından kıyıldığı, Yahudilikte ve Müslümanlıkta ise nikahın din adamlarıtarafından kıyılması şartının olmadığı açıkça ifade ediliyordu. Bu nedenle kararname, Müslümanların nikahının din adamının değil, hakim veya onun naibinin (vekilinin) huzurunda kıyılması şartını getiriyordu. Yani özel izinlenikah kıymakla görevlendirilen imamın yetkisi dinsel değil, idariydi.
Nitekim Ceza Kanunu'nun 200. Maddesi'nde yapılan değişiklikle, hakim veya naibi (vekili) hazır olmaksızın nikah kıyan imamlar cezalandırılacaktı. Kanun maddesindeki ifadesiyle, “Resmi tören yapmaksızın nikah kıyan hakim veya vekili ile hakim veya vekili hazır olmadan, yetkisi olmaksızın nikah kıyan imamlar dahi bir aydan altı aya kadar hapsedilirler.”
Osmanlı'nın son dönemlerinde çıkan Kadınlar Dünyası dergisi…
Dinsel hukuk dayatmasının sonu
Her ne kadar İslam hukukunda nikah dinsel değil, medeni bir akit olsa da ve Osmanlı'da imamlara dinsel gerekçeyle değil, tamamen pratik nedenlerle –üstelik özel izinle- nikah kıydırılmış olsa da toplumda nikahın dinsel bir akit olduğu düşüncesi çok yaygındır. Nitekim bugün müftülüklere (müftülere ve imamlara) nikah yetkisinin ardında, iktidarın yeniden Osmanlılaşma ve dinsel hukuk özlemi vardır. Bu iş, sadece imamlara nikah kıydırmakla sınırlı kalamayacaktır, aile hukuku tümden dinselleştirilmek istenecektir. İşte müftülüklere nikah yetkisiyle bu kapı aralanacaktır.
Dinsel hukuk dayatmasının kadınlarımızı götüreceği son şudur: Çocuk gelinler, çok eşlilik, nikahta bile kadın ve erkeğin yan yana gelmemesi, gayrimeşru ilişkilerin meşrulaşması, kadının boşanma hakkının gasp edilmesi; kısacası kadının her bakımdan ikinci sınıf olması… Kadını köleleştiren bu düzene önce kadınlar başkaldırmalıdır.
Demem o ki, Türk kadını, Atatürk'ün 1926 Türk Medeni Kanunu'na sıkı sıkıya sarılmalıdır.
Dinsel hukuk dayatmasının kadınlarımızı götüreceği son şudur: Çocuk gelinler, çok eşlilik, nikahta bile kadın ve erkeğin yan yana gelmemesi, gayrimeşru ilişkilerin meşrulaşması, kadının boşanma hakkının gasp edilmesi; kısacası kadının her bakımdan ikinci sınıf olması… Kadını köleleştiren bu düzene önce kadınlar başkaldırmalıdır.
Demem o ki, Türk kadını, Atatürk'ün 1926 Türk Medeni Kanunu'na sıkı sıkıya sarılmalıdır.
Müftülük nikahı ve çok hukukluluk
Osmanlı'da yabancılar özellikle medeni hukuk konusunda kendi konsolosluk mahkemelerinde kendi hukuklarına göre yargılanırdı. İttihatçılar, 1914'de tek taraflı olarak kapitülasyonları kaldırınca konsolosluk mahkemelerinin yargısal yetkileri de kaldırıldı, ancak cemaat mahkemelerinin yetkilerine dokunulmadı.
1917 Aile Hukuku Kararnamesi'yle cemaat mahkemelerinin yargı yetkisi de ellerinden alınarak yargı birliğine gidildi.
Sevr, Türkiye'ye azınlık haklarının daha da genişletildiği “çok hukukluluk”dayatıyordu. Lozan'la bu dayatmayı kırdık. Karşılıklılık esasıyla, azınlıkların temel haklarını korumayı kabul ettik. 1926'da İsviçre Medeni Kanunu'nu kabul edince gayrimüslim cemaatler azınlık haklarından vazgeçip bu çağdaş medeni kanuna tabi oldular.
Kısacası müftülüklere nikah yetkisi, Atatürk Cumhuriyeti'nin 90-95 yıl önce kapattığı çok hukukluluk tartışmasını yeniden açacaktır.
Müftülere, imamlara, papazlara, hahamlara nikah kıydırmanın sonu cemaat mahkemelerine, bu da kapitülasyon hukukuna dönüşür. Bu, bağımsız ve laik ulus devlete vurulmuş bir darbe olur.
Başkanlık sistemiyle siyaseten 1908 öncesine dönüldü. Müftülüklere nikah yetkisiyle de aile hukuku yönünden 1917 öncesine dönülecektir.
Bırakın cumhuriyeti, meşrutiyet elden gidiyor kardeşim! Laiklik yok ediliyor. Türkiye tam yol teokratik monarşiye doğru sürükleniyor… Türkiye'nin yönünü, yeniden çağdaş uygarlığa doğru çevirmeye mecburuz.
1917 Aile Hukuku Kararnamesi'yle cemaat mahkemelerinin yargı yetkisi de ellerinden alınarak yargı birliğine gidildi.
Sevr, Türkiye'ye azınlık haklarının daha da genişletildiği “çok hukukluluk”dayatıyordu. Lozan'la bu dayatmayı kırdık. Karşılıklılık esasıyla, azınlıkların temel haklarını korumayı kabul ettik. 1926'da İsviçre Medeni Kanunu'nu kabul edince gayrimüslim cemaatler azınlık haklarından vazgeçip bu çağdaş medeni kanuna tabi oldular.
Kısacası müftülüklere nikah yetkisi, Atatürk Cumhuriyeti'nin 90-95 yıl önce kapattığı çok hukukluluk tartışmasını yeniden açacaktır.
Müftülere, imamlara, papazlara, hahamlara nikah kıydırmanın sonu cemaat mahkemelerine, bu da kapitülasyon hukukuna dönüşür. Bu, bağımsız ve laik ulus devlete vurulmuş bir darbe olur.
Başkanlık sistemiyle siyaseten 1908 öncesine dönüldü. Müftülüklere nikah yetkisiyle de aile hukuku yönünden 1917 öncesine dönülecektir.
Bırakın cumhuriyeti, meşrutiyet elden gidiyor kardeşim! Laiklik yok ediliyor. Türkiye tam yol teokratik monarşiye doğru sürükleniyor… Türkiye'nin yönünü, yeniden çağdaş uygarlığa doğru çevirmeye mecburuz.
Alıntı Kaynak: http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/bir-karsidevrim-hamlesi-muftuluk-nikahi-2059389/


Alıntı
(sosyal medydan. Yukarıdaki yazıyla kaynak bakımından ilşkili değildir.)
(sosyal medydan. Yukarıdaki yazıyla kaynak bakımından ilşkili değildir.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)
İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...
-
Bu yazımızda Milli Edebiyat Dönemi'nin en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken" şii...
-
Ülkemiz yer şekilleri bakımından oldukça farklı özelliklere sahiptir. Yer şekillerindeki farklılık iklimlerin bölgelere göre değişiklik...
-
Kendilerini "trakya'nın yerlileri" olarak kabul eden, 1300'lü yıllardaki ilk osmanlı fetihleriyle birlikte trakya'ya ...