Türk kültür tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk kültür tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20250402

🌎Tarihte "Türkiye" Olarak Adlandırılan Bölgeler

 

🌎Tarihte "Türkiye" Olarak Adlandırılan Bölgeler

1- Torkestan (Türkistan): Türklerin kökeni olan Orta Asya topraklarıdır. Hunlar ve Göktürkler burada yükseldi (MÖ 3. yüzyıl ve sonrası).

2- Eastern "Tourkia" (Doğu Türkiye): Göktürklerin batı kolu ve Hazar Türklerinin Kuzey Karadeniz ile Güney Rusya’daki güçlü devletleri (6.-10. yüzyıl).

3- Western "Tourkia" (Batı Türkiye): Macarların Karpat Havzası’na yerleşmesi (9.-10. yüzyıl). Bizans kaynaklarında "Western Tourkia" olarak adlandırılan bu bölge, Macarların Türklerle benzer göçebe yaşam tarzı nedeniyle "Tourkoi" (Türkler) olarak anıldığı dönemi temsil eder.

4- Turcarum Imperium (Türk İmparatorluğu): Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayılan hakimiyeti (1299-1922).

5- al-Dawlat al-Turkiyya (الدولة التركية - Türk Devleti): Memlük Devleti, Türk kökenli komutanların Mısır ve Suriye’de kurduğu devlet (1250-1517).

6- Türkiye Cumhuriyeti: Modern Türk devleti, 1923’te Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde kuruldu.


Tarih ve Sanat  @tarih_sanat

20250106

Kuzey Irak Duhok - Türk Kaya resimleri


Kuzey Irak Duhok - Türk Kaya resimleri
bölgede dağ taş TÜRK diye bağırıyor.

Fotoğraf: Ümit ŞIRACI

Alıntı: Necattin KÖKTEN @KoktenNecattin

20250102

🎞️ 🇹🇷Türk kültüründe yılbaşı kutlaması | Ece Ataer ile H'ECE | Dr. Günnur Yücekal Arpacı

 

Ece Ataer ile H'ECE | Dr. Günnur Yücekal Arpacı

  • Hiçbir inançla kavgalı olmadık
  • Tanrıcılık ''Türk''ün değerler sistemidir
  • Eğitim sistemimiz yabancı kavramlarla yürüyor
  • Türk kültüründe cehennem yoktur
  • Erlik, Türklerin ana tarafı kökenini simgeler
  • Türkler, bütün bedensel varlıklıklarını dişil kabul eder
  • Türklerde 21 Aralık'ın sembolü köknar ağacıdır
  • Türklerde yılbaşı ayrıntılı şekilde vardır
  • Ağaç altına hediye koymak Türklere aittir
  • Türkler yılbaşında büyüklere değil çocuklara hediye verir
  • Türkler karanlığı aydınlıkla karşılar
  • Türklerde eşik atanın omurgasıdır
  • 100 ağaç dikmeyen, Türk değildir (Altay atasözü)
  • Türkiye'de Türklere ait yılbaşı süsü yok
  • Yeni yıl dileklerimiz dahi kendi kendi edebiyatımıza ait değil
  • Osmanlı Türkiye'sinde Nevruz çok önemlidir
  • Kıyafet zenginliğimiz ve giyim kültürümüz yok oluyor
  • Türk modası milletleşerek zenginleşir
  • Bir gün Altay'da toplanır mıyız?


📰✍️ 🇹🇷Türkler yılbaşını nasıl kutlamalı? - Ece Ataer

 

Türkler yılbaşını nasıl kutlamalı? - Ece Ataer

Yayınlanma: 23 Aralık 2024, 00:00

Milli Eğitim Bakanlığı “milli ve kültürel değerlere aykırı” gerekçesiyle devlet okullarında, yılbaşı kutlamalarını yasaklamış. Evet, Türk kültüründe yılbaşı 1 Ocak’ta kutlanmaz ama yılbaşı bizde binlerce yıl öncesinde vardır. Dr. Günnur Arpacı Yücekal’ın 2019’da çıkan “Türk Kültüründe Yılbaşı Kutlamaları” kitabı ilaç gibi. Arpacı, 2006 yılından itibaren Altay merkezli çeşitli Orta Asya kültürleriyle bağlantılı Gök Tanrı inancının temel prensipleri, değerler sistemi üzerinde çalışmış. Doktorasını Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde tamamlayan Arpacı, Altay’da yaptığı alan araştırmaları ile Altay Tanrıcı başı “Akay Kiney”le yaptığı görüşmeler sonucunda kitabını yazmış.

Atayurt’tan kopuk olunduğu hem de Türklüğe ait bilgileri Türk dışı kaynaklardan alma alışkanlığı nedeniyle “Tanrıcılık” ile ilgili birçok bilginin yanlış olduğunu fark eden Arpacı, Altaylara gider. Neden Altay? Çünkü uzak olsalar da tüm Türklerin hafızalarında genetik olarak kayıtlıdır. Yılbaşı kültürüne ait bulgular da bunun bir parçasıdır.

İnsan Davranışlarının, Eylemlerinin, Üretimlerinin Anlamlar Dünyasının Arka Planında İnanışlar Vardır

Arpacı Önce Gök Tanrı inancını, Şamanizm’i, kamı; bunlara bağlı gelişen hayatı Altay’ın ışığında tekrar masaya yatırarak Akay Kine’nin aktarımlarıyla mitolojik anlamda yılbaşı kutlamalarına bir zemin hazırlıyor. Akay Kine’nin sesine kulak veriyor.

“Kadim zamanlardan beri kutlanan iki bayramdan biri (21 Aralık) göçer Türkler tarafından yılbaşı kabul edilmiş; bir diğeri de (21 Mart) tarım yapan Türkler tarafından yılbaşı kabul edilmiş.” Bugün, bizde es geçilen her iki bayram da Türk dünyasında kutlanmaktadır. “Göçer Türklerin yılbaşı kutlamasında yer uykuya yatırılmaktadır (21 Aralık), buna karşın tarım yapan Türklerin yılbaşı kutlamasında (21 Mart) yer uyandırılmaktadır.”

Arpacı’ya göre Türklerin yılbaşı kutlaması “Gün Yanırgan-Kün Yanırgan- 21 – 25 Aralık tarihlerindedir. En uzun gece, en kısa günün yaşandığı 21 Aralık’ı 22 Aralık’a bağlayan geceden ayın 25. gününe kadar olan sürede “günün boşlukta” olduğu kabul edilir. Gün, 25 Aralık’tan itibaren “Güneş Yenilendi” sembolizmiyle uzamaya başlar.

21-25 Aralık tarihlerini kapsayan Güneş’in karşılandığı yılbaşı kutlaması, ailevi bir kutlamadır. Bu kutlamada dışarı çıkılmaz, evde kutlama yapılır. Erlik Bey’e, Yer Su’ya şükran sunulur, “algış” denilen dualar edilir. Ruhumuzu, manevi varlığımızı veren Tanrı’ya, Gök’e dua edilmez. Kanımızı, tüm varlığımızı veren dişi, Yer Su’ya dua edilir. 21 Aralık’tan 25 Aralık’a kadar ise Güneş’e… Bu ritüellerde kadın ön plana çıkar.

Yılbaşı ağacı, Muazzez İlmiye Çığ’ın da belirttiği gibi Hristiyanlara bizden geçmiştir. Erlik Bey’e ait olan köknar ağacı, toprağın altına nüfuz edip ulaşsın diye eve dikilir. Böylece toprak ile suyun gücü davet edilmiş olur. Yer uyansın, tekrar yemiş versin diye köknara (çama) yiyecekler, hediyeler asılır. Bu ağacın etrafında Güneş’in tersi yönünde 7 kez dönülür.

Bugün Erlik Bey’i Türk dünyasında Ayaz Ata temsil eder. Erlik ya da Ayaz Ata çocuklara hediyeler getirir. Bu hediyeler köknarın eteklerine serpiştirilir. Erlik, mavi giysisiyle eve gelince şarkılar söylenir. Tanrı’nın rengi ak, Yer Su’nun rengi mavidir. 21’i 22 Aralık’a bağlayan gece yemek yenir. Erlik, Ren geyikleriyle Yer Su’nun üzerinde dolaşır. Bu zamanda kötülüklerle savaşılmaz. 21-22 Aralık’ta kötülüğü iyilikle karşılamak için evler ışıklandırılır.

Arpacı’nın Araştırmasının Değerini Artıran Türkiye Türklerinin, Bu Kültürü Modern Hayata Nasıl Taşıyacağına Dair Önerileri…

Arpacı “modern” hayatın içinde bu kutlamalara yeni bir anlayış getirilebilir diyor. Önerilerini bir bir sıralıyor:

Yılbaşı kutlaması 21-25 Aralık tarihlerini kapsamalı. 21 Aralık’tan itibaren bu gelenekleri anımsatan ev dekorasyonları, giyimler, yiyecekler kökenden güç alınarak yılbaşına taşınmalı. Altay başta olmak üzere Türk devletlerinden getirilen objeler, Türkiye’ye getirilip satışa sunulmalı. Ritüellerdeki konuşmalarda kullanılan sözcükler Dede Korkut’tan, Manas’tan çıkmalı! 12 Hayvanlı Türk Takvimi Türklerden Çinlilere geçmiştir. Bu takvime göre o yıl hangi hayvana aitse o objeler evlerimize girmeli. Karanlığa ışıkla karşı koymak için evlerin lambaları yakılmalı; mumlar, kandiller alev almalı! Tüm şehirler, kasabalar, köyler kötülüğe, cahilliğe, kavgaya, umutsuzluğa karşı aydınlatılmalı ki olumsuzluklar dışarıda kalsın. Ülkemize barış, umut, sağlık, huzur gelsin.

Arpacı ekliyor “Kadim Türk bayram, kutlama ve ritüellerini başka bir dine ait öğeler olarak algılama yanlışına asla düşmemeliyiz. Bu kutlamaları, ritüelleri yerine getirdiğimizde mevcut dinimizden çıkmış gibi hissetmek beyhude bir endişe olacaktır.”

Özden gelip Türk’ü Türk yapan mitoloji, inanç, geleneklerle yoğrulmuş bu kutlu günlerin yaşatılması Türk kültürünün aktarılması için temel gereklilik değil midir? Yapılan her kutlama, yerine getirilen her ritüel kökleri yaşatmaz mı?

Akay Kine kimdir? Yılbaşı’nın rengi nedir? Bayramda insanlar neden maske takarlar? Neden göbek adlarıyla çağırılırlar? Neden saygı duyulan kişilerin adı ağza alınmaz? Yılbaşı ile ilgili buna benzer birçok sorunun yanıtlarını 27 Aralık Perşembe akşamı, Dr. Günnur Yücekal Arpacı tek tek açıklayacak. Nerede? Saat tam 23.00’te Ulusal Kanal’da H’ECE’de.

Alıntı: https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/turkler-yilbasini-nasil-kutlamali-500476

20241128

📖 Kalpak - Avrupa'da 🇹🇷 Türk modası

 ''Kalpak demişken!

Aşağıda ünlü Perseus’un kalpak (Yunancası skiadion) takmış halini görüyoruz/1 Bu görseli sadece historum.com/t/roman-byzant bağlantısı altında görebiliyorum. Fransuva Vazosu adlı Etrüsk ilinde bulunmuş bir eserin üstünde. Başka kaynak yok.''
Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Vase




Doğu ve Batı Roma'da 14./15. yy'da Türk kalpağı www'de yüzerken karşıma çıktı: Doğu Roma türküleri söyleyen grup/1 İmparator VIII Palaeologus 1438/2 Trionfo della Morte (Ölümün Zaferi)-Pisa 1341/3 Ak-kalpaklı Uzunbacak/4 * 'Türk modası yok' diyenin anlı karışlana!




Kaynak/ Alıntı:


20241117

📰✍️ Çok güzelsin ama, kimse seni sevmiyor - Gaffar Yakınca

 

Bu bayram Bursa’dan Balıkesir’e oradan İzmir’e kadar köy köy gezme imkanım oldu. Tarife gelmeyecek kadar güzel manzaralar gördüm, yaşadığım ülkeye bir kez daha aşık oldum.

Türkiye’nin her mevsimi güzel ama, baharın yeri bir başka. Çünkü bahar, geçiş mevsimi ve Türkiye de bir geçiş coğrafyası. Yani çeşitliliğin üzerine bir kat daha renklilik ve çeşitlilik biniyor.

Başka milletler çok daha kısır coğrafyalarını parlatmak için ellerinden geleni yapmışlar. İsviçre’nin, Çekya’nın, Yunanistan’ın, İtalya’nın hatta Hollanda’nın bile doğal güzellikleri, çok özel mucizelermiş gibi algılanıyor. Bizim cennet doğamız ise ancak köye gidince görülebilen “şaşırtıcı bir sürpriz” olabiliyor.

Zahirdeki sebebi basittir: Onlar ülkelerinin güzelliğini anlatmak için destanlar, şiirler yazmaktan, filmler çekmekten, resimler heykeller yapmaktan bir an bile vazgeçmiyorlar. Bizde ise bırakın bir sanat eserinin ülkemizin güzelliklerini anlatmasını, bunların kazara bir yapıtın içine girmesi bile mümkün olmuyor. Anadolu, kırk yıldır edebiyatımızda güzellikleri ile yer bulamıyor, sinemamız taşrayı anlatırsa sadece sıkıntısını anlatıyor, doğamız bestecilerimizin aklına gelmiyor, müziğe konu olamıyor… Plastik sanatlara ise hiç girmiyorum… En küçük ulusların bile yüzlerce pastoral ressamı varken bizim coğrafyamızı anlatan ressamlarımızın isimleri bile bilinmiyor.


Bir ülkenin sevilmesinin yolunun turizm reklamlarından geçtiğini zannetmemiz ne acı! Türkiye, her yıl turizm tanıtma faaliyetlerine yüz milyonlarca lira para harcıyor. Şüphesiz bunlar da çok gerekli işler ama sadece tanınmanıza yarıyor, sevilmenize, özlenmenize, imrenilmenize hizmet etmiyor. Bu saydığım ikinciler için coğrafyanızın fotoğrafını videosunu göstermeniz, havalı reklam filmleri çekmeniz yetmiyor, başka bir şeyler gerekiyor.

O “başka bir şey” ise aslında çok basit bir formüle dayanıyor: Önce siz ülkenizi ne kadar çok sevdiğinizi anlatmayı başarabilmelisiniz. Resimleriniz ile, edebiyatınız ile, sinemanız ile memleketinize duyduğunuzu aşkı anlatmalı, ülkenin taşından toprağından önce bu eserleri tanıtmalısınız. Bunu yapmayı başarabilirseniz, anlattığınız hisler yabancılara da geçiyor.

İnsanların Paris sevgisi sadece tanıtımdan mı ileri geliyor sanıyorsunuz? Paris’e dair yazılan sayısız şiir, roman, öykü, piyes, sayısız resim, onlarca beste, ve yüzlerce film sayesinde Paris, Paris oluyor. Fransız sanatçılarının, Fransız entelektüellerinin kendi şehirlerine duydukları aşk, tüm dünyayı saran bir duyguya dönüşüyor. İnsanlar en özel günlerinde Paris’te olmak istiyor, üzerinde Paris yazan giysiler giyiyor, hatta onu görmeyen kişiler bile onun hayalini kuruyor.



Turizmi ve kültürü, ticarete ait marka vb. kavramlar ile izah etmeye çalışan bir zihnin yapısı, işin bu tarafını kavrayamıyor. Çok reklam yapılırsa çok turist gelir deyip defteri kapatıyor. Oysa sorun çok turist gelmesi değil, çok para kazanmanız da değil. Dünya üzerinde olabildiğince çok sayıda insanın kalbini kazanmanız.

Tabii kalbini kazanmamız gerekenler sadece yabancılar değil. Kendi insanımızın da bu coğrafyayı sevmesini sağlamamız gerekiyor. İnsanımız, gördüğü doğal güzellikler karşısında hayrete düşüyor, “ne kadar güzel bir yer” diyerek hayranlığını dile getiriyor. Ancak bir süre konakladığı o güzel yerleri bırakıp evine dönerken çöpünü, pisliğini arkasında bırakıyor. Sevse bunu yapar mı sanıyorsunuz? Acı gerçek şu ki insanımız, ülkemizin doğasından etkileniyor ama onu sevmiyor. Memleketin toprağına, ağacına, hayvanına aşk beslemiyor. Onu kullanıp atılacak değersiz bir eşya gibi görüyor.

İhtimal, bunun da altında estetik eğitiminin ve sanat üretiminin yetersizliği yatıyor. Ülkemizin doğal güzellikleri hangi dolayımlar ile halka ulaşıyor dersiniz? Ya TRT’de belgesel olarak veya yol yapımı, baraj yapımı sırasından bir ihtilafa konu olduğunda! Aydınlar, sanatçılar memlekete aşk ile yaklaşan işler üretmiyorsa, memleketi yüceltip baş tacı etmiyorsa halk ne yapsın?

Aydınlık, 15 Nisan 2024

Twitter : @GaffarYakinca
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : Gaffar.Yakinca
YouTube: Gaffar Yakınca
http://www.gaffaryakinca.com/2024/04/14/cok-guzelsin-ama-kimse-seni-sevmiyor/

20231008

🎞 Dede Korkut diyor ki...

 "Vuruştuğunda kara çelik öz kılıcın çentilmesin.

 Dürtüşürken alaca mızrağın ufalanmasın 

Ak sakallı babanın yeri cennet olsun.

Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun.

Ahir sonu arı imandan ayırmasın

Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin." 

Dede Korkut

"Eski pamuk bez olmaz, Eski düşman dost olmaz.” 

Dede Korkut, Türk hakanlarının hocalığını yapması ile âdeta bir üst bilince sahiptir.

🎞 Dede Korkut'u Yakından Tanıyalım - Türk Halk Edebiyatı 

20230116

📰✍️ Türk arkeoloji ve kültürel mirasımız ve devrimlerimiz - Şule Perinçek

15 OCAK 2023 00:09

Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı kuruluyor. Ne zamandır bekliyordum. Kanun teklifi Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda kabul edildi, Genel Kurul’a gidiyor. Türk ve İslam arkeolojisi ile ilgili alanlarda bilimsel çalışmalar yapacak, bu alanlarda kütüphane ve müzeler açacak, kültürel miras konusunda iş birlikleri yapacak, yurt dışında arkeolojik kazı, araştırma ve incelemelerde bulunacak, destekleyecek…

Bu belki de yarım kalmış bir görev. Daha Cumhuriyet’in ilk yıllarında… yok yanlış oldu… Meclis’in İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı ilk günlerden bu yana özellikle duyarlık gösterilen bir konu.

Atatürk’ün Meclis’i açış kapanış konuşmaları… kadınlara, öğretmenlere, yurt gezilerinde halka yaptığı seslenişlerinde mutlaka bir biçimde geçer.

Devrimin liderinin aklı ölüm döşeğinde bile bu konuda.

26 Eylül 1938’de hekimler kesin istirahat demişler. Doktorlar konuşmasına bile izin vermiyorlar. Yanına belli sürelerle girilebiliyor. Dolmabahçe’de denize bakan odalardan birinde yatakta.

Afet İnan içeri girince gazetelerden haberler veriyor, Mustafa Kemal okuduğu kitaplardan bilgiler aktarmasını istiyor. Bir de Türk Tarih Kurumu’nun devam eden arkeolojik kazı işlerinden, yeni buluntularından ayrıntılı haberler…(Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 30, s.280, 26 Eylül 1938)

Bu kazılara çok önem veriyor, büyük kaynaklar ayrılıyor.

Prof. Dr. Eugene Pittard ve eşi Helene 1938’de Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde konferanslar vermeye gelmişler. Onlarla da Çankaya’da otururken masanın üzerindeki sigara kutusunun üzerindeki bir haritadan başlarlar konuşmaya. Atatürk, bugünkü Türklerden Osmanlılar’a ordan Selçuklular’a Etiler’e asırlar boyunca geri gider Asya’ya kadar… İlk tartışma da zaten Avrupa’daki tahıl ve hayvanların köklerinden başlamıştır.

Pittard, bu görüşmeyi şu sözlerle aktarıyor:

“Büyük millet olmuş bu milletin tarihini arkeolojik vesikalar, tabletlere kazınmış kitabelerle canlanmış görmeyi tasavvur ediyor.” 

(ATABE, c.30, s.197)


TÜRK TARİHİ DEVRİMLE YENİDEN YAZILDI

Tarih ve coğrafya elbette önemliydi.

Başkentte yeni kurulan Üniversite’nin adını koyarken bile özen gösteriliyordu.

Türk tarihi bir devrimle yeniden yazılıyordu.

Üstelik bu dünyada kendi alanında bir ilk devrimdi.

Türk ve İslam kültürünün öncü ve kurucu özellikleri üzerine kendine özgü yepyeni bir inşa faaliyeti yükseliyordu.

Kuşkusuz geri dönüp tarihsel gerçeklik irdelenmeli. Gün ışığına çıkarılmalıydı.

Devrimin başarısı onun yaşamasına bağlıydı.

Sağlam ellere ve özgür ve başıdik yurttaşlara teslim edilmeliydi.

O yurttaşlar bu kültürle donatılmalıydı.

İbn Haldun’un dediği gibi “Tarih bilimlerin anası”dır.

Birinci Tarih Kongresi toplanırken Türk tarihinin ana hatları, kaynakları araştırılması ve arkeoloji yoluyla yeni bilgilere ulaşmak hedefleniyordu. Arkeoloji, antropoloji, etnoloji bütün bu alanlarda araştırmaları Batılılar yönetiyordu. Bizim zenginliklerimizi de bize aktaran, yorumlayan, tanıtan onlardı. Batı merkezli bakış açısı egemendi. Biz de kendimize böyle bakıyorduk. Daha doğrusu Tanzimatçı böyle bir damar dayatılmaya çalışılmıştı. Türk milletinin bünyesi kabul edemezdi.

İşte bu alana müdahalemiz böyle başladı. Tarih, gerçeklere ve bilime dayanarak yeniden yazılacaktı. Araştıracak, bulacak, keşfedecek, inceleyecek, yorumlayacak yeni uzmanlarımız yetişmeliydi. (ATABE, c.28, s.154)

BİZ DİYE BAŞLAYAN TÜMCELER NASIL BİTECEK

Bağımsızlığın tacı evet doğru, ekonomi.

Ama taşıyacak baş daha da önemli.

Ekonomiyi bile o yönlendiriyor.

Biz yaparız.

Çünkü biz…!

Diye başlayan tümceler nasıl bitecek? Buna biz karar vereceğiz,

Bugün de bu tartışma sürüyor.

Çünkü bizim Ordumuz… Çünkü bizim Atatürk’ümüz… Çünkü bizim milletimiz…

Çünkü bizim dinimiz… Çünkü bizim tarihimiz… Çünkü bizim komşularımız, dostlarımız, düşmanlarımız…

Yapamaz … edemez mi…

Yoksa yaptık, daha iyisini yine yaparız mı…

... (İstihbarat)  raporlarına yazıyorlar ya… bu Türkleri tarihlerinden koparmak gerekir.

İşte tam tersine yarım kalmışları tamamlamak üzere bu çalışmalar bizi bu açıdan çok heyecanlandırıyor.

Yarım kalmış gerçekler o kadar çok ki…

Bizden tarihimiz saklandı.

Bizden devrimlerimiz saklandı.

Bizden Hz. Muhammed, Atatürk bile saklandı.

Ya da Datça’da şerefine buzlu rakı kadehi tokuşturmaya ve yanında Yunan mezesi atıştırmaya ve de arkasından karton bardaklı filan marka kahve suyu içmeye indirgendi.

Bilimi, sanatı, siyasetimizi, ekonomimizi ve tayin edici olan kültürümüzü özgürleştireceğiz!

Önümüzde önemli fırsatlar var.

Milletimiz hazır.

TÜRK ARKEOLOJİ VE KÜLTÜREL MİRAS VAKFI’NIN AMACI 

Vakıf, amaçları kapsamında öncelikle Türk ve İslam arkeolojisi ile kültürel mirası olmak üzere antropoloji, sanat tarihi, tarih, epigrafi, nümismatik gibi tüm ilgili alanlarda Türkiye, Avrupa, Orta Doğu, Balkanlar, Akdeniz, Ege, Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Güney Asya ve dünyanın diğer bölgelerinde tarihi çağlar boyunca var olan kültürlerin ve sanatların, Türk bilim insanları ve öğrenciler tarafından her yönüyle çalışılmasını teşvik edecek ve bu alanlarda yapılan bilimsel araştırma ve çalışmaları destekleyecek.

Vakıf, faaliyetlerini tek başına gerçekleştirebileceği gibi kültürel mirasın korunması, yönetimi ve geliştirilmesi için kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile işbirliği yapabilecek.

Vakıf, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel kuruluşlara, uluslararası kuruluşlara proje teklifleri sunabilecek, ulusal ve uluslararası yarışmalara katılabilecek, ulusal ve uluslararası yarışmalar düzenleyebilecek.

Vakfın faaliyetlerinden Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı Yönetim Kurulu tarafından belirlenenler, vakıf bünyesinde oluşturulan ve merkezi Gaziantep'te bulunan Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü tarafından yürütülecek.

GÖNLÜNÜZ SİZE DOĞRU OYU SÖYLER

Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nün yayımladığı kitapları ilk görünce diyorsunuz ki biz neyiz de haberimiz yok

...

https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/turk-arkeoloji-ve-kulturel-mirasimiz-ve-devrimlerimiz-361237


20220903

🎞Yurdumuzun Türküleri: 🇹🇷Türkçe'nin eşsiz kavramı: ‘gönül’💞

Türkçe'nin eşsiz kavramı: gönül Devrim Aşkın Karasoy, hazırlayıp sunduğu Yurdumuzun Türküleri programında bu hafta türkülerimizde "Gönül" kavramının izini sürüyor.

 




20210430

Kadim Türkler - Türklük hakkında

 


Kadim Türkler

Kadim Türkler

Kaşkarlı Mahmut,

Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini” 

“Gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı demek olduğunu söylemiş.

Kutsallığa bakın lütfen…

Bizler için söylenmiş sözler o kadar değerli ki, peki biz bunların da farkında mıyız?

Dünyanın birçok yerinde, Türk’lerle ilgili araştırmalar yaptığımda bildiğimden çok daha fazlalarının olduğunu öğrendim. Dünyada var olan bir TÜRK destanı var.

Destanlar kahramanlık üzerine,

Destanlar, yüreklerin çelik kadar sert olduğu halde, gül yaprağı kadar narin olduğu, mertlikle zarafetin, savaşçı olmayla, duygusallığın hiçbir millette bu kadar yoğun yaşanmadığını da bildiklerime;

‘Kanıtlanmış ifadeler ve yazılarla öğrendiğimde bir şeye karar verdim.’

Ömrüm boyunca Türk’leri yazsam çok azını yazabilecektim ve çok geç kalmıştım.

Türk önemliydi, yazılması gerekenler çok değerliydi.

Fransız Bilgin Gelland;

“Türkler kahramandırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.”

“Siz Türk’leri tanıyor musunuz?

Üstelik bunu yabancılara değil kendimize de soralım.

Mustafa Kemal Atatürk;

“Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir”demiş.

Bende, Türk olarak dünyaya gelmiş, Türk olarak büyütülmüş ve Türk olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlara verdiği haklarla bir Türk kadını olarak yaşamış ve bir Türk yazar olarak kitaplarımı yazmış biriyim.

Kadim Türk’ler kimlerdi, neler yapmışlardı?

Dünyanın asırlardır TÜRK’leri tanımasının aslı neydi?

Son zamanlarda Türk’lerin insanlık tarihine kadar uzanmış olabileceğinin araştırmaları yapılırken hala mı duracaktım ve yazmayacaktım.

Türk Zincirikitabımda tarihten esinlendim, oralara gittim ve sizlere anlatmaya karar verdim. Bu kitap fantastik bir Türk kitabıdır.

Nazan Şara Şatana


Alıntı/Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/kadim-turkler/Blog/?BlogNo=615223

20201020

Güdül Kaya Resimleri

 

Güdül Kaya Resimleri

bilimdili Bilimdilibilimdilibeti

İnsan, var olduğu günden beri kendini ifade etme ihtiyacı duymuştur. Düşlerini, yaşantılarını, kültürlerini yazıdan önce kayalara ve mağara duvarlarına nakşetmişlerdir. Çoğu damga, çizim, resim bir toplumun kültürel belleğini anlamak için birçok ipucu sunmaktadır. Dünya’nın birçok noktasında, çok sayıda kaya resim alanı bulunmaktadır. Kolektif hafıza, kayalardaki resimlerde gayet açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Tarihin en eski medeniyetlerinden birisine sahip olan Türkler de göç ettikleri coğrafyalarda kayalar üzerine resimler çizmiş, ilk milli alfabeleri olan Köktürk alfabesinin de köklerini atmıştır. Mağara resimleri ve kayalar üzerindeki şekiller Türk yazısının ilk prototipleridir. Kayalar üzerine çoğunlukla resimler çizildiği gözlenmektedir. Hayvan figürleri ve av sahneleri; Zelenin; neolitik, mezolitik, paleolitik ve prehistorik dönemlerdeki avlanma biçimlerinin farklı kültür sahalarında da ortak olduğunu dile getirmiştir. Son dönem araştırmaları ise sadece hayvan ve avlanma figürlerinin değil insan-tabiat, insan-evren ve kozmolojik konularda yapılmış resimlerin de oldukça benzer niteliklere sahip olduklarını göstermektedir.

Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda yapılan araştırmalar; Türk düşünce sisteminin kayalar üzerine işlendiğini anlamamızı sağlar. Orta Asya’dan Anadolu’ya hatta Balkanlara değin birçok sahada benzer figür ve damgaların bulunduğu kayalar tespit edilmiştir. Neredeyse tüm sahaların bulunmasını ve kamuoyuna sunulmasını sağlayan rahmetli Servet Somuncuoğlu’dur. Somuncuoğlu, büyük bir Türklük sevdasıyla dolu bir araştırma insanıdır. Yapmış olduğu çalışmalarda ise özellikle ben değil biz kavramını ön plana almıştır. İşte bu özveri sayesindedir ki çalışmaları büyük bir başarıyla üç büyük anıt kitaba dönüştürülmüştür.  “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” bu alandaki ilk çalışmasıdır. “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” adını taşıyan ikinci çalışması da yine Orta Asya coğrafyası başta olmak üzere Türklerin adım attığı tüm yerler büyük bir titizlikle takip edilerek ortaya çıkartılan bir eserdir. Sonuncusu belki de tüm çalışmalarının bir ana fikri olarak ifade edebileceğimiz “Damgaların Göçü- Ankara Güdül Kaya Resimleri” adlı kitap ise Ankara’ya bağlı Güdül ilçesindeki saha araştırmalarını içeriyor. Güdül’ün Salihler köyünde tarihte ilk defa yapılan bu muazzam çalışma neticesinde Türklerin Orta Asya’daki kaya resimleri ile neredeyse birebir figür, resim, çizgi ve damgaları görebileceğimiz bir alanla karşı karşıya kalıyoruz. Kayı damgasının bulunduğu kaya ise çalışmanın en dikkat çekicileri arasındadır. “Kağan Panosu” adı verilen dev kayanın üzerinde ise o kadar çok malzeme var ki… Türk mitolojisi, halk bilimi, antropolojisi açısından oldukça değerli bir kaya Kağan Panosu… Salihler köyüne ilk kez adım atan araştırmacı Servet Somuncuoğlu’dur ve bu konuda da, keşke bu işler bana kalmasaydı, demiştir.

Servet Somuncuoğlu, bu çalışması ile ilgili ayrıca şunları dile getirmiştir: “Her insanın ya da her olayın kendine has bir hikâyesi vardır ve her hikâye kendince özeldir. Fakat hikâyeler kişilere özeldir, benim için öncelikli olan hikâyeden doğan işin ortaya konulmasıdır. Belgeselde hiçbir şekilde hikâyemizi anlatmadık, sadece gerçek bir keşfi dile getirmeye çalıştık. “Damgaların Göçü”, fırtınaları değil, limana giren gemiyi gösteren bir çalışma olarak ortaya çıktı. Mutlaka çok şey söylenecek, olumlu ya da olumsuz eleştiriler yapılacaktır. Biz, yeni bir keşif hakkında ilk sözü söyleme cesaretinden yoksun değildik ve bunu söyledik…” Bu çok önemli bulduğumuz çalışmaya: “Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, Doç. Dr. S. Yücel Şenyurt, Doç. Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Cengiz Saltaoğlu, Öğr. Gör. Atakan Akçay, Arkeolog Yunus Ekim, Tarık Emre ve yerel rehber olarak Cemil Söylemezoğlu” danışmanlık yaptılar.

Güdül Kaya Resimleri çalışması ile Türklerin 1071’den çok önceleri de Anadolu’da oldukları kanıtlandı. Böylelikle batı merkezli tarih algısı derinden sarsıldı. Salihler’de dikkati çeken bir başka olgu da kayalardaki inanç vurgusu. Kurban ritüeli, kadın-erkek ilişkisi, göksel figürler Türklerin inanç ve dünyayı algılayış şekilleri ile ilgili çok önemli bilgiler sunuyor. Göktanrı dininin bir tür ibadet merkezi olabileceği düşünülen bu sahada henüz açılmamış kurganlar olduğu da düşünülüyor. Ayrıca Servet Somuncuoğlu’nun büyük keşfi olan bu alanda yeni kaya resimleri de buluyor olabilir.

Servet Somuncuoğlu’nun bu önemli keşfinin önünde saygıyla eğiliyor ve rahmetli hocamıza dualarımızı, şükranlarımızı sunuyoruz…


Yazan: Ömer ÜNAL

Alıntı/Kaynak: https://bilimdili.com/arkeotarih/tarih-tarih/gudul-kaya-resimleri/

20200821

'Türk Şamanlığında saç vücutta ruhun bulunduğu yerlerden biridir

''Türk Şamanlığında saç, vücutta ruhun bulunduğu yerlerden biridir ve saçla ilgili pek çok ritüel vardır. Mesela Sibiryalı Hakaslarda evlenmemiş kadınlar 1. fotodaki gibi 'sürmes' adı verilen çok sayıda ince örgüye sahipken, evli kadınların 'tuluñ' adı verilen iki örgüsü bulunmaktaydı.''

Alıntı: Dr. Nükhet Okutan Davletov @ndavletovart




20200508

🎞 36 yıl önce göç ederek Van'a yerleşen Kırgız Türklerinin 'han otağı'

20200117

✍️🇹🇷📚 Türkoloji Nedir? Dünyada ve Türkiye'de Türkoloji çalışmaları


Türkoloji Nedir?
Türkoloji (Osmanlıca Türkiyat) veya Türklükbilimi, Türk halkları ve özellikle Türk dil ve lehçeleriyle ilgilenen bilim dalı.

  • Türk dilini, edebiyat, tarih, din ve Türk toplumlarının manevi, maddi kültürünü sistematik şekilde toplar ve araştırır. 
  • Geçmiş ve günümüz Türkçesi ve Türk toplumları ana konusunu oluşturur. 
  • Bu bilimde uzmanlaşan kişilere Türkolog denir.


Şarkiyat, Türkiyat ve Türkoloji

Türkoloji Batı’nın “Doğu”yu öğrenme/değerlendirme çabası olan oryantalizm/şarkiyatçılık bağlamında bir sistematik kazanmıştır. İlk Türkoloji Kürsüsü 1795’te Paris’te “Ecole des Languages Orientales Vivantes”da kurulmuştur. Bunu Şarkiyat ve Türkoloji ile ilgili enstitüler takip etmiştir. Moskova’da (1814) Paris’te (1821) ve Londra’da (1906) kurulan bu tür kuruluşların yayımladığı çok sayıda bilimsel eser, dergi, makale ve bültenler mevcuttur.

Türkoloji, yani  Türklük bilimi, Türk’e ait olan bütün maddi ve manevi değer üzerinde çalışan bir bilim dalı olduğu hâlde, Türkiye’de bu çalışma alanına olan ilgi oldukça azdır. Zaten Türkoloji, öncelikle Batılı bilim adamlarının çalışmalarıyla sistemli bir hâle gelmiş, çok sonraları Türkiye’de bu bilim dalına ilgi uyanmıştır. Türk dili ve tarihine ışık tutan en önemli belgeler olan  Orhun Yazıtları‘nın bulunup okunmasının hep Batılı bilim adamları tarafından gerçekleştirilmesi,  Türklük bilimini çok geç fark ettiğimize bir örnektir.

Her ne kadar Türkoloji‘yi geç fark etmiş ve bu alandaki çalışmalarda Batılı bilim adamlarına göre geç kalmış olsak da, iki yüzyıl gibi bir süreç içerisinde Türklük biliminin özellikle Türkiye’de ve diğer Türkî cumhuriyetlerde ciddi anlamda geliştiğini görmek mümkündür. Hem bu gelişmenin seyrini hem de Türkoloji’nin çalışma alanını daha iyi görebilmeniz için konuyu aydınlatacak bilgileri sizlere sunuyorum:

Dar anlamda Türk Dili ve Lehçelerini, geniş anlamda ise Türkleri ve Türklükle ilgili olan bütün konuları inceleyen bilim koludur. Türk Dili, tarihi, kültürü, edebiyatı… gibi konuların tümü, Türklük Bilimi’nin kapsamı içindedir.

Türklük Bilimi çalışmalarını iki bölüm hâlinde değerlendirebiliriz. Bunlardan 

  • birincisi “Türklerin” yaptığı çalışmalar, 
  • diğeri ise “Türk olmayanların” yaptıkları çalışmalardır. 

Türkler, soylu ve köklü bir ulus oldukları için yazılı tarihimizin başladığı Orhun Yazıtları‘ndan önceki döneme ait bilgilerimizin tümü, dış kaynaklardan alınmıştır. 

Bu kaynaklardan en önemlileri “Latin – Bizans” kaynaklarıdır. Bütün Avrupa halkları, Türkler hakkındaki bilgileri 4. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında yaşamış olan Priskos, Apolinaris ve Jordanes gibi Latin veya Bizans kökenli yazarlardan öğrenmişlerdir.

Türkler hakkındaki bilgilerin önemli bir kaynağı da “Çin” kaynaklarıdır. Milattan önceki dönemlerden itibaren, Çince yazılmış belgelerde Türkler ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Çin kaynaklarında “Türk” adı, “T’u-küe” biçiminde geçmektedir. Hatta “Orhun Yazıtları” bile, Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarının batı yüzlerindeki Çince metinlerden yola çıkılarak çözülmüştür. “Tang Sülalesi Tarihi” ve “Yeni Tang Sülalesi Tarihi” adlı eserlerde de, Bilge Kağan ve Kül Tigin’den bahsedilmiştir. Ayrıca Çinli şair “Ye-lü-Zhu” da şiirlerinde Yazıtlar‘dan bahsetmektedir.

Pian del Carpine, Villem Van Ruysbroek, Marco Polo, İbni Batuta… başta olmak üzere, çeşitli gezginlerin yazdıkları da Türkler’in geçmişi hakkında bilgi edindiğimiz kaynaklardandır. 14. yüzyılın başlarında Türk Dili üzerine, Avrupa’da İtalyanlar ve Almanlar tarafından “Codex Cumanicus” adlı eser yazılmıştır. Osmanlı Türkleriyle Avrupalılar arasında yaşayan savaşlar ile birlikte, Avrupa’da Türklük Bilimi araştırmaları artmaya başlamıştır. Johann Schildtberger, Philipp Johann von Strahlenberg ve Pietro Ferraguto gibi kişiler, Avrupa’da başlayan Türklük Bilimi’nin öncülerindendir.

Pietro Ferraguto, 17. yüzyılda “Grammatica Turca” adlı eseriyle Türk dilinin gramerini ilk defa sistemli olarak tespit etmiştir. 
Türklük Bilimi ile ilgilenen 

  • savaş tutsaklarının yanı sıra, 
  • Türklerle siyasi ve ticari ilişkiler içinde bulunan bazı kişiler 
  • ve türlü amaçlarla kurdukları kurum ve kuruluşlarla Hristiyanlık propagandası yapan bazı misyonerler de 

Türkler hakkında araştırmalar yapmışlardır.

Avrupa’daki ilk Türkoloji kürsüsü, Paris’te 1795 yılında açılan “Ecole des Langues Oriantales Vivantes“ta kurulmuştur. Ancak “Türkoloji kürsüsü” niteliğinde olmasa da Türkler hakkında araştırma yapan ve daha önce kurulmuş bazı okullar da vardır. Bu kurum ve okulların en eskisi, 1627′de Roma’da kurulan “Collegium de Propaganda Fide“dir. Daha sonra Paris, Rusya, İtalya, Almanya ve İngiltere’de benzer okul ve enstitüler kurulmuştur. Çalışmaların değerlendirildiği ilk “Doğu bilimcileri” kurultayı ise, “Congres International Orientales” adıyla 1873 yılında Paris’te yapılmıştır.

Türklerle ilgili bilgi kaynaklarının çoğalması ve bu konularla ilgilenenlerin artmasıyla, Türklük Bilimi çalışmaları 18 – 19. yy’da hız kazanmış ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Türklük Bilimi araştırma merkezleri kurulmuş, üniversitelerde Türklük Bilimi (Türkoloji) bölümleri açılmıştır.

Ziya Gökalp, Avrupa’da ortaya çıkan Türklük Bilimi çalışmalarını, iki boyutta değerlendirmiştir. Bunlardan 


  • birincisi Fransızcada “Turquerie” denilen “Türkperestlik, Türk severlik“tir. Auguste Comte, Mismer, Pierre Loti, Lamartine… gibi kişiler, bu duruşla Türklerle ilgili dostça yazılar yazmışlardır. 
  • İkinci boyut ise; Türklük Bilimi, Türkiyat veya Türkoloji adıyla bir bilim kolu olarak gelişmiştir. Özellikle Rusya, Almanya, Macaristan, Danimarka, Fransa, İngiltere… gibi ülkelerde eski Türkler, Hunlar ve Moğollar araştırılmıştır.

Avrupalıların dışında, Arap ve Fars kökenli bazı tarihçiler de Türklerle ilgili bazı araştırmalar yapmışlardır. Ebu Hayyan ve İbn Mühenna gibi Arap dilcileri, Memluk Türkçesi üzerinde çalışmışlardır. İranlı tarihçi Cüveyni ve Fahrettin Mübarekşah, 12. ve 13. yüzyıllarda Göktürklere ait yazıtlardan söz ederler.

Türklük Bilimi’nin ikinci gelişim çizgisi yerli kaynaklara dayanmaktadır. Bu kaynaklara göre, Türklük Bilimi çalışmaları, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan “Divan-ü Lügati’t Türk” adlı eser ile başlar. Kaşgarlı’dan sonra ilk çalışmalar Ali Şir Nevai‘nin “Muhakemetü’l-Lügateyn“; Bergamalı Kadri’nin de “Müyessiretü’l-Ulâm” adlı eseriyle devam etmiştir.

19. Yüzyıldan Sonra Bizde Türkoloji

Bizde Türklük Bilimi’nin 19. yüzyıldan sonraki önemli temsilcileri şunlardır: 

  • Ahmet Vefik Paşa, 
  • Süleyman Paşa, 
  • Ahmet Cevdet Paşa, 
  • Fuat Paşa, 
  • Ali Süavi, 
  • Şemseddin Sami, 
  • Veled Çelebi, 
  • Bursalı Tahir, 
  • Ahmet Mithat Efendi, 
  • Abdurrahman Fevzi Efendi…

19. Yüzyılda Türklük Bilimi çalışmaları ile siyasi Türkçülük bir arada yürümektedir. Her ne kadar yöntemleri, amaçları ve yaklaşım biçimleri farklı olsa da, Türklük Bilimi çalışmaları her zaman siyasi Türkçülüğe malzeme olabilecek veriler ortaya koymuştur.

Türkoloji araştırmaları, bizim için “milli” bir özellik taşımakla birlikte, artık önemli ölçüde “uluslararası” nitelik de kazanmıştır. Bugün ABD, Almanya, Çin, Danimarka, İngiltere, İran, İtalya, Macaristan, Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi onlarca ülkede, birçok Türkolog çalışmalar yapmaktadır.

20. Yüzyıl ve Cumhuriyet Döneminde Türkoloji çalışmaları

Kaşgarlı ile başlayıp Osmanlı Türkleriyle gelişmeye devam eden Türkoloji çalışmalarının “bilimsel bir disiplin” içerisinde ele alınması oldukça yakın bir dönemde gerçekleşmiştir. Ziya Gökalp’in sosyolojik incelemeleri Türkoloji çalışmalarına bir ivme kazandırmış ve Fuat Köprülü‘nün 1924 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak kurduğu “Türkiyat Enstitüsü” ile Türkoloji artık önemli bir aşamaya kavuşmuştur.

Ulu Önder Atatürk‘ün, özellikle Türk Dili, tarihi ve coğrafyası üzerinde araştırmalar yapılması için “Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi“, “Türk Dil Kurumu” ve “Türk Tarih Kurumu“nu kurması, Türklük Bilimi ile ilgili çalışmalara çok büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü“, “Türklük Bilimi Araştırmaları Merkezleri” ve üniversitelerimizde ilgili yeni bölümlerin açılması ile Türkiye, Türkoloji çalışmalarının odağı konumuna gelmiştir.

Türkçenin ve Türk kültürünün envanterini kaydetmek için, dönemin çok kısıtlı kaynaklarına rağmen, özverili araştırmacıların çabalarıyla, 

  • Derleme Sözlüğü, 
  • Tarama Sözlüğü, 
  • Türkçe Sözlük, 
  • Yazım Kılavuzu 
  • ve benzeri eserler 
bilimsel alana kazandırılmıştır.

2000 sonrası Türkoloji

Türkiye’de 100’e yakın Türk dili ve edebiyatı bölümünde “Türk dilbilimcisi” unvanıyla Türkolog yetiştirilmektedir. 

Her yıl mezun olan binlerce Türk dili ve edebiyatı bölümü mezunu kişinin Türklük bilimi yerine edebiyatçı olarak nitelendirilmesi ve bölümlerin de Türkoloji konusunda bilinçsiz olması neticesinde Türkoloji adında yeni bölümler ve enstitüler kurulmuştur.

Türkiye dışında da Türkoloji bölümleri vardır. 57 ülkedeki 223 merkezde akademik eğitimin yanında ticari ve turistik amaçlarla da Türkçe öğretimi yapılmaktadır. Türkiye dışında Türkçe öğretilen merkez sayıları şöyledir:

Amerika Birleşik Devletleri (20), Afganistan (1), Almanya (13), Arnavutluk (1), Avustralya (1), Azerbaycan (1), Belarus (6),Belçika (4), Bosna-Hersek (2), Bulgaristan (6), Çin Halk Cumhuriyeti (2), Danimarka (1), Endonezya (2), Estonya(2), Filipinler (1), Finlandiya (2), Fransa (2), Güney Kore (6), Güney Kıbrıs Rum Kesimi (1), Gürcistan (1), Hollanda (3), Irak (2), İngiltere (6), İran (1), İspanya (4), İsveç (2), İsviçre (1), İtalya (3), Japonya (6), Kazakistan(1), Kırgızistan (8), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (6), Litvanya (2), Lübnan (1), Macaristan (2), Mısır (3), Moğolistan (1), Moldova (3), Özbekistan (1), Pakistan (1), Polonya (2), Romanya (8), Rusya (14), Sırbistan (1), Singapur (1), Suriye (2), Tayland (2), Tayvan (2), Türkmenistan (1), Ukrayna (13), Ürdün (4), Yakutistan (1), Yugoslavya (1), Yunanistan (5). 
Türkiye dışında 48 ülkede Türkçe yabancı dil olarak okutulmaktadır.

Bazı önemli Türkologlar


  •     Adile Ayda (1912–1992)
  •     Agop Dilaçar (1895–1979)
  •     Ahmet Caferoğlu (1899–1975)
  •     Ahmet Temir (1912–2003)
  •     Albert von Le Coq (1860–1930)
  •     Aleksandr Borovkov (1904-1962)
  •     Aleksandr Mihayloviç Şerbak (1926-2008)
  •     Anatoly Khazanov (1937- )
  •     Anna Vladimirovna Dybo (1959- )
  •     Andrey V. Anokhin (1867–1931)
  •     Annemarie von Gabain (1901–1993)
  •     Ármin Vámbéry (1944–1991)
  •     Aydın Məmmədov (1832–1913)
  •     Bahaettin Ögel (1923–1989)
  •     Bekir Çobanzade (1893-1937)
  •     Benjamin P. Yudin (1928-1983)
  •     Bernát Munkácsi (1860–1937)
  •     Chokan Valikhanov (1835–1865)
  •     Christopher Beckwith (1945- )
  •     Dimitri Kantemiroğlu (1673-1723)
  •     Ebu’l Gazi Bahadır Han (1605–1664)
  •     Édouard Chavannes (1865–1918)
  •     Edward Gibbon (1737–1794)
  •     Ekrem Čaušević
  •     Étienne de la Vaissière
  •     Franz Altheim
  •     Gabdulkhay Akhatov (1927–1986)
  •     Gerard Clauson (1891–1974)
  •     Gerhard Doerfer (1920–2003)
  •     Gerhardt Friedrich Müller (1705–1783)
  •     Gunnar Jarring (1907–2002)
  •     Gustaf John Ramstedt (1873–1950)
  •     Gustav Haloun (1898–1951)
  •     Günay Karaağaç
  •     Gyula Mészáros (1883–1957)
  •     Gyula Németh (1890–1976)
  •     Hagani Gayıblı
  •     Hamilton J. R.
  •     Harold Walter Bailey (1899–1996)
  •     Hasan Bülent Paksoy
  •     Jalairi Kadir Galy
  •     Jan Jakob Maria de Groot (1854–1921)
  •     Jean-Paul Roux (1925–2009)
  •     Johannes Benzing (1913–2001)
  •     Josef Markwart
  •     Joseph de Guignes (1721–1800)
  •     Julius Klaproth (1783–1835)
  •     Irène Mélikoff (1917–2009)
  •     Karl Wittfogel (1896–1988)
  •     Kimal Akishev (1924–2003)
  •     László Rásonyi (1899–1984)
  •     Leonid Kızlasov (1924-2007)
  •     Lev Nikolayeviç Gumilyov (1912–1992)
  •     Liu Mau-tsai (Liu Guan-ying)
  •     Bazin Louis (1920-2011)
  •     Marcel Erdal
  •     Martti Räsänen (1893–1976)
  •     Matthias Castrén (1813–1852)
  •     Mehmet Fuat Köprülü (1890–1966)
  •     Mikhail Artamonov (1898–1972)
  •     Mirfatyh Zakiev
  •     Ahmet Nejdet Sançar (1910–1975)
  •     Nicholas Poppe (1897–1991)
  •     Nikolai A. Baskakov (1905–1995)
  •     Nikolai M. Yadrintsev (1842–1894)
  •     Orazak Ismagulov
  •     Osman Fikri Sertkaya (1946-…)
  •     Otto Donner (1835–1909)
  •     Paul Pelliot (1878–1945)
  •     Peter Zieme
  •     Philip Johan Tabbert (1676-1747)
  •     Philip Johan von Strahlenberg
  •     Rásonyi László (1899–1984
  •     Hüseyin Nihal Atsız (1905–1975)
  •     René Girard (1904–1968)
  •     René Grousset (1885–1952)
  •     Reşit Rahmeti Arat (1900-1964)
  •     Robert Mantran (1917–1999)
  •     Saadet İshaki Çağatay (1907–1989)
  •     Saul Abramzon (1905–1977)
  •     Sergey Malov (1880–1957)
  •     Talat Tekin
  •     Tibor Halasi-Kun (1914–1991)
  •     Vasily Bartold (1869–1930)
  •     Vasily Radlov (1837–1918)
  •     Vilhelm Thomsen (1842–1927)
  •     Vladimir Dal (1801–1872)
  •     Walter Bruno Henning (1908-1967)
  •     Walther Heissig (1913–2005)
  •     Wang Guowei (王国维, 1877–1927)
  •     Wikander S.Stig Wikander (1908–1983)
  •     Willi Bang (1869–1934)
  •     Wilhelm Radloff (1837-1918)
  •     Yavuz Akpınar
  •     Yevgeny Polivanov (1891–1938)
  •     Yury Zuev (1932–2006)
  •     Zeki Velidi Togan (1890–1970)
  •     Zeynep Korkmaz
  •     Ziya Gökalp (1886–1924)

Alıntı/Kaynak: https://www.krkariyerrehberlik.com/siyasi-tarih/turkoloji-nedir.aspx#kapat

📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)

İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...