'Ya İstiklal Ya Ölüm' dizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
'Ya İstiklal Ya Ölüm' dizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20200428

🎥🗣💬 'Ya İstiklal Ya Ölüm'ün senaristi: ''Yazarken gözlerim doldu''



Ya İstiklal Ya Ölüm'ün senaristi: 
Yazarken gözlerim doldu

27 Nisan 16:13
Altı hafta geçip gidiverdi, Ya İstiklal Ya Ölüm dizisinin tadı damağımızda kaldı. Dizinin senaristi Funda Çetin’i merak ettik. Acaba hangi duygularla yazmıştı da bu kadar etkilemişti bizi?

FÜSUN İKİKARDEŞ

TRT ekranlarına 16 Mart’ta gelen Ya İstiklal Ya Ölüm dizisi, 23 Nisan’ın 100. yıldönümüne yaraşır bir kutlama yaşattı izleyiciye. Dizinin senaristi Funda Çetin, 13 yıldır başarılı işlere imza atmış, işin ustası bir yazar. Çetin’le tamamı gerçek olaylara ve gerçek kişilere dayalı bu sıradışı dizinin yazım sürecini ve sonuçlarını konuştuk. Dizi için ‘Reyting olarak değil, ama kalbimin birincisi’ dedi.


HUKUKTAN YARARLANMIŞ BİR YAZAR

Sizi tanıyalım…

Devlet memuru anne babamın tayinleri nedeniyle, çocukluğumda farklı şehirleri, kültürleri tanıma şansı buldum. Ege Üniversitesi’nde bir yıl fizik eğitimi aldıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitimimi tamamladım. Öğrencilik yıllarımda ansiklopedik madde yazarlığından haber ajansı muhabirliğine, animatörlükten tekstil desinatörlüğüne kadar farklı pek çok alanda çalıştım. İstanbul’un kültür ve insan mozaiğiyle haşır neşir oldum, şiirlerim ve öykülerim edebiyat dergilerinde yayınlandı. Bu birikimlerin bir gün atılacağım senaristlik mesleğimde yararlı olacağını o zamanlar bilmiyordum tabi ki.

Aslen hukukçusunuz, hatta basından 17 yıl avukatlık yaptığınızı okuduk. Sonra yazarlık-senaristlik işine girip neredeyse daha ilk işinizden itibaren çok da başarılı olmuşsunuz. Hukuk ile senaryo yazarlığının ortak noktası nedir? Adliye koridorları ve kalın hukuk kitapları size nasıl bir yol açtı?

Çok naziksiniz, teşekkür ederim ama ilk işimden itibaren çok başarılı olduğum değil, giderek yükselen bir başarı grafiği çizdiğim söylenebilir. Bana göre iyi bir hukukçuluk ile iyi bir senaryo yazarlığı arasındaki ortak nokta, her ikisinin de sabır, güçlü hafıza ve konsantrasyon, kıvrak bir zeka kadar, analitik düşünme yetisini de gerektirmesidir. Bu anlamda kendimi şanslı buluyorum. Çünkü bugün isimleri efsane gibi anılan hukuk duayenlerinden çok iyi bir eğitim aldım ve bunun faydasını senaryo yazarlığı yaparken ziyadesiyle gördüm. Tabi hukuki konularda bir sahne yazarken hiç zorlanmamam ve danışma ihtiyacı hissetmemem de cabası oldu. Düşündükçe ortak başka noktalar da geliyor aklıma. Mesela her davanın, her sinema veya dizi filmi gibi bir genel öyküsü vardır. Avukat da senarist de önce öyküye hakim olur, sonra kademe kademe bunu işler. Avukat davayı kazanmak, senarist yüksek reytingi yakalamak için mücadele eder. Bunun için de neyi nasıl anlattıkları çok önemlidir. İyi kurgulanmış, dili iyi ve ilk satırdan itibaren dikkati üzerinde toplayan senaryo bir senarist için, böyle bir dava/cevap dilekçesi de bir avukat için başarının anahtarıdır. Keza avukatlık yaparken, toplumun her kesiminden insan tanıyıp gözlemlediğim gibi, bir konuya çok farklı açılardan bakabilmeyi de öğrendim. Demek istediğim, hukuk eğitimimin ve avukatlık mesleğimin, senaryo yazarlığında bana büyük faydası oldu.

ROMAN ÖYKÜ VE SENARYO

Tarih merakınız var mı? Tarih ve aşk romanı denilince, hangisini okumayı ve hangisini yazmayı tercih edersiniz?

Evet, tarihe ilgim var, bu konuda araştırmayı, okumayı çok seviyorum. Bir okur ve izleyici olarak, tarih ve aşk romanı veya filmi söz konusuysa, tercihimi tarihten yana kullanıyorum. Ama bir yazar olarak büyük bir ayırımım yok. Komedi, dram, tarih gibi farklı tür ve temalarda yazmak güzel. Dönem işleri tabi bir başka heyecanlandırıyor beni. Çünkü gerçek yaşanmışlıklara dayanmasının samimiyeti bir yana, o dönemi araştırıp hakim olma fırsatı da veriyor.

Senaryo yazmak, roman-öykü yazarlığından farklı ya da benzer midir? Hani edebiyatta “Yazarın kendinden izler vardır” denir ya, senaryo yazarlığı için de geçerli mi bu tez?

Senaryo bir edebiyat türü sayılabilir ama roman ve hikaye yazmaktan epeyi farklı. Edebiyat eserlerinin malzemesi sözcüklerdir. Edebiyatçının hikayesi, duyguları, görüşleri sözcükler aracılığıyla okuyucuyla; senaristinkiler ise ekrandaki veya beyaz perdedeki görüntüler aracılığıyla izleyiciyle buluşur. Edebiyatçı kendisi veya karakterleri ağzından hikayeyi, karakterlerin duygularını, görünüşlerini, amaçlarını, açmazlarını anlatırken; senaryo yazarı, kahramanlarının hareketleriyle, yaptıklarıyla, aldıkları kararlarla, söyledikleri ya da söylemedikleri şeylerle öyküyü göstermelerini sağlar. Yani edebi eserdeki sözcükler tv ekranı veya beyaz perdede görüntüye dönüşür. Kullanılan dilden, tekniğine, eserin süresine, anlatım yolundan karakter sayısına kadar pek çok farklılıkları vardır. Öte yandan edebiyatçı yazarken daha özgür ve yazdığı eserin başkaları tarafından değiştirilmemesi açısından daha şanslı kanımca. Senarist olarak, eserlerimizin rızamız, iznimiz veya onayımız olmadan değiştirilmesine veya birileri tarafından gasp edilip kendine mal edilmeye çalışılmasına tanık olabiliyoruz. Maalesef fikir emeği hırsızlığı ve gaspı rastlanan bir şey ve sektörün geleceği açısından umut kırıcı. Diğer sorunuza gelince, edebiyatta olduğu gibi, senaryoda da yazarın kendinden izler zaman zaman olabiliyor. Yaşadığımız tecrübeler, karşılaştığımız insanlar, zaman zaman bir şekilde hikayenin bir yerinde kendini gösterebiliyor. Başka bir deyişle, yazarken tecrübelerimizden de referans alabiliyoruz.

100. YIL HEYECANI

Ya İstikal Ya Ölüm dizisi ilk dönem diziniz mi? Size senaristliği teklif edildiğinde (ya da işe başlarken diyebiliriz) hiç tereddüt ettiniz mi? Sizin için yeni bir proje miydi? Ne bakımdan yeni ya da ne bakımdan diğerleriyle eşdeğerdi?

İlk yazdığım dönem dizisi, 2012 yılında dördüncü bölümde dahil olduğum Veda dizisiydi. Hikaye İstanbul’un işgaliyle başlıyordu. Dolayısıyla derinlemesine olmasa da o döneme dair tarih okumalarım olmuştu. Daha sonra iki dönem dizisi daha yazdım, Fatih ve Seddülbahir 32 Saat. Bir de Bosna Savaşı’na dair bir dramı anlattığım Annemin Yarası adıyla vizyona giren bir sinema filmi. TRT‘den İstanbul’un resmi işgaliyle başlayıp Ankara’da Meclisin açılmasıyla sonlanacak 6 bölümlük bir dizi yazma teklifi aldığımda heyecanlandım. Çok özel bir süreç olduğu gibi, 100. yılına denk gelmesi de çok anlamlıydı. Tabi ufak bir tereddüdüm de oldu. Zaman çok sınırlıydı ve kısa sürede tarihsel hata yapmadan iyi bir eser ortaya koymam, yetiştirmem gerekiyordu.

ÇARPITMAM MÜMKÜN DEĞİLDİ

Pek çok TV dizisi daha çok aşk ve aile ilişkilerini ele alır. Hatta Muhteşem Yüzyıl gibi ses getiren dönem dizilerinde de merkezde bireyleri ve kişisel rekabetleri, husumetler işlendi. Konu olan, merak ettirilen hırslar, özlemler, yenilgiler hep kişiseldi… Ya İstiklal Ya Ölüm dizisinde toplum ve ülke boyutu var. Yazarken zorluk yaşadınız mı?

Haklısınız, o anlamda Ya İstiklal Ya Ölüm diğerlerinden epeyi farklı bir proje oldu. Başka türlü yazamazdım, yazmazdım daha doğrusu. Dizide adı geçen bütün karakterler gerçek kişiler. Kimi biliniyor, kimileriyse tarihin tozları içinde unutulmuş, kaybolmuş. Ama onların soyları yaşıyor. Prensip olarak, etik ve vicdani olarak, gerçeklere ve gerçek kişilerin anılarına saygısızlık edebilmem, çarpıtmam, “esinlenilmiştir” demem mümkün olamazdı. Yazarken yaşadığım zorluklar elbette oldu. Her bir günü İstanbul ve Ankara’daki dizi kahramanlarım ve siyasal gelişmeler açısından olaylarla dolu geçen 45 günlük bir süreci altı bölümde anlatabilmek hiç kolay değildi. Elimdeki malzemenin en azından üçte birini kullanamadım bile. Ya da çok hızlı anlatıp geçmek zorunda kaldım. Öte yandan hem gerçeklere sadık kalıp hem ayrıştırıcı değil bütünleştirici bir dil kullanmaya özen gösterdim. Yeri gelmişken, ilk andan son ana kadar bana güvenen, hür ve huzur içinde çalışmamı temin eden TRT yetkililerine ve yapımcılarımıza da teşekkürü borç bildiğimi söylemek isteri.

Diziyi yazarken gerçek ama gerçeküstü bir iş çıkartmanız gerekti. Diyalogları yazarken hayal gücünüzü sınırlı hissetiğiniz oldu mu? Kendinize nasıl bir sınır koydunuz?

Hayal gücümü sınırlı hissetmek değil de hayal gücümü diğer projelere göre daha fazla zorlamam gerekti. Her bir karakteri bulabildiğim bütün kaynaklardan araştırıp, tahlil ettikten sonra, onları konuştururken kendilerine özgü doğru dili, ifade tarzını bulmaya çalıştım. Karakterlerin veya onları tanıyanların anılarından da yararlandım. Dolayısıyla oyuncu arkadaşların da samimi ve özverili gayretleriyle, olabildiğince gerçeğe yakın bir canlandırma yapmayı başarabildiğimizi düşünüyorum.

BENİM AÇIMDAN MUCİZEYDİ

Dizinin yazımına ne zaman başladınız, ne kadar zaman harcadınız? Her haftanın taslağı, en başından belli miydi?

Teklif bana Ekim başında geldi. Gece gündüz, doğru dürüst uyumadan, hummalı bir şekilde tarih araştırması yaptım. Döneme ait pek çok kitabım vardı ama yazarlarının subjektif bakış açısına göre olayların yorumları değişebiliyordu veya bazı hususlar eksikti. Bu nedenle sayısız doktora tezi ve döneme dair belgeler ve anıları da inceledim, karşılaştırdım, sağlamalarını yaparak önce gün gün dönemin kronolojisini doğru bir şekilde çıkardım. Bu zor süreçte asistanım Leman da benimle beraber fedakarca çalıştı. Sonra karakterlerin hikayelerini kronolojik olarak altı bölüme paylaştırdım. Kasımın ilk haftasında altı bölümün hikayesini hazırlamıştım. Ardından tek tek her bir bölümün hikayesini tekrar elden geçirerek, tretmanlarını, sonra da senaryolarını yazdım ve son bölüm senaryoyu Ocağın üçüncü haftası teslim ettim. Bu benim açımdan bir mucizeydi.

BİLİNÇLİ İZLEYİCİ DİZİMİZİ SEVDİ

Sizce Ya İstiklal Ya Ölüm 3-5 yıl önce ekrana gelseydi, bugünkü kadar tutar mıydı? Ya da neden 3 ya da 5 yıl önce değil de 2020’de geldi?

Kendi adıma, ilk kez bir dönem işinde tarihçilerin gerçeklere uygun yazıldığı konusunda hem fikir olması ve takdir etmeleri çok kıymetli. Tarihi bilen izleyici yanı sıra, önyargısız izleyerek doğru okuma yapan bilinçli izleyici de dizimizi çok sevdi, sahip çıktı. Ama reyting sıralamasına bakılacak olursa, Türk halkı tarihi gerçekleri anlatan bu temayı ve içeriği o kadar da önemsemiyor, tercih etmiyor görünüyor. Belki sizin de dediğiniz gibi merkeze toplum ve ülke boyutundan bakışı değil, bireysel bir anlatımı, özlemleri, hırs ve çatışmaları, aşkları ve entrikaları koysaydık, reytingi daha yüksek olabilirdi. Dolayısıyla, dizimiz 3 ya da 5 yıl önce yayınlansaydı da yine bilinçli izleyici tarafından ilgi görürdü diye düşünüyorum. Bugün, 2020’de ekrana gelmesinin nedeni ise Cumhuriyete giden yolda, milli iradeyi hakim kılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100. Yıldönümü olması.

2. sezon ya da Cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam etmesi gibi bir proje var mı? Bu konuda gönlünüzden geçen nedir? Bugüne kadar yaptığınız en iyi işler sıralamasında kaçıncı?

Bu soruyu sanırım bana değil yayıncı kanal TRT’ye ve yapımcılara sormanız gerekir. Ne düşünüyorlar bilmiyorum. Bence çok zengin bir tarihimiz ve ondan alınacak çok fazlasıyla ders ve anlatılacak pek çok gerçek hikaye var… Son sorunuza gelince, reyting açısından bakılırsa en iyi işler arasında yer almaz. Ama yazmaktan en çok gurur duyduğum proje oldu diyebilirim ve bu anlamda benim kalbimin birincisi.

DALLAS İLE BAŞLAYAN KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

TV dizilerinde bir dönem zengin-fakir çelişkisi modaydı, bir dönem feodal düzendeki ağa çocuğu ve şehirli kız çelişkiler… Sonra Batı’dan esintiler geldi, ABD’de tutan diziler Türkiye’ye uyarlandı, arkadaşlar birbirinin kuyusunu kazdı, kadınlar erkekler için birbirlerini zehirledi Sizce her dizinin belli tarihi dönemlerde bir işlevi var mı?

Elbette. Mesela, ilk olarak Dallas, ardından neslin yetiştirilmesi emanet edilmiş ve ailenin temel direği olan kadınların izlediği gündüz kuşağında uzun yıllar her gün yayınlanan Yalan Rüzgarları ve Cesur ve Güzel dizileriyle kültürel emperyalizm ülkemizde de başarıyla uygulanmıştır. Karşılaştırmalı sosyolojik inceleme, bu tür dizilerin toplumsal ve ailevi değerler ve bağların çözülmesinde nasıl bir etkisi olduğunu ortaya koyar kanımca.

YAZARKEN GÖZLERİM DOLDU

Ya İstiklal Ya Ölüm dizisi hem belgesel ve tarihi gerçeklerle örtüşüyor, hem de öykü boyutu var. Diziyi izlerken pek çok sahnede seyirciyi ağlattınız, duygular sel oldu, o da sizin öykücülüğünüz, marifetiniz... Siz de yazarken ağladınız mı? Şaşırdınız mı?

Teşekkür ederim. Ben sadece bir aracıyım, anlatıcıyım burada. O karakterlerin istisnasız her biri yaşadı ve vatanın kurtuluşu için canını hiçe sayarak mücadeleye hizmet etti. Ve kısa süre içinde anlattıklarımızdan çok daha fazla sıkıntılar çektiler, çok şeyi göze aldılar. Milli mücadeleye hizmet eden her bir karaktere sonsuz saygı ve minnet duydum yazarken. Evet, onların hikayelerini bulup çıkartırken de yazarken de zaman zaman gözlerim doldu. Her birinin ruhları şad olsun. Ve yine evet, azimleri, kararlılıkları, cesaretleri ve manevi güçleri beni çok etkiledi, şaşırttı. Aslında anlattığım döneme dair çok şey etkileyici, düşündürücü ve herkesin hatırlaması, ders alması gereken şeyler. Bunları kimi zaman bazı karakterlerin ağzından da haykırdım. Zor bir çağda yaşıyoruz, ayrılıkçılık değil birlik duygusunu tekrar yakalamak adeta bir beka sorunu kanımca. Tarih bize örneklerle geleceğin nasıl şekillenebileceğini gösteren, anlatan harika bir öğretmen aslında. Diziyi yazarken iç duygum buydu.

KÖTÜ SENARYODAN İYİ İŞ ÇIKMAZ

Senaryonun sağlamlığı neye bağlı? Olay kurgusu-akış, çatışma-çözüm gibi matematik kuralların yanısıra “işin tutması“ için neleri gözetirsiniz?

Cevabı sorunuzun içinde verdiniz aslında; güçlü ve doğru bir olay kurgusu-akış, çatışma-çözüm gibi senaryo matematiğini doğru yapmak. Ama hepsinden önemlisi ve ilk adımı, iyi ve dişi bir öykünüzün olması gerekiyor. “İşin tutması” için bir şeyleri gözetmek zorunda kalmak ise senaristi sınırlayan ve özgürlüğünü kısıtlayan bir durum aslında. Ama maalesef bunu yapmak zorunda kalıyoruz. Mesela özellikle TV için yazdığımız senaryolarda yapımcının işaret ettiği hedef kitle önemli oluyor. “Kadın işi” mi yapıyorsunuz, “gençlik işi” mi “erkek işi mi” veya Totale veyahut AB grubuna hitap etmeyi mi hedefliyorsunuz? Buna göre içerikten dile kadar değişen hassasiyet gösterebiliyoruz. Örnekler çoğaltılabilir. Ancak şunun altını çizmek lazım; işin tutması sadece senaryoya bağlı bir şey değil. Fransız yönetmen ve senarist Rene Clair “İyi bir senaryodan kötü bir film yapılabilir ama kötü bir senaryodan iyi bir film asla yapılamaz” diyerek bunu çok güzel ifade ediyor. İyi bir senaryonun hak ettiği başarıya ulaşabilmesi için, senaryoyu değiştirmeyecek ve baltalamayacak, sadece parlak sahne çekmeyi düşünen değil hikayenin bütününü gören ve ona hizmet eden iyi bir rejiye teslim edilmesi ve doğru bir kast seçimi gerekir. Keza yapımcı ve kanalın uyumlu bir iş birliği içinde olması, projenin arkasında durması, projenin rekabete uygun strateji ile yayına sokulması… Bunların hepsi sizin ifadenizle “işin tutması” açısından çok önemli.

20200420

🎞 Ya İstiklal Ya Ölüm (9. ve 10. Bölüm)





Ya İstiklal Ya Ölüm 9 -10. Bölüm Özet:

Millet Meclisi’ni kurmak için Ankara’ya gelenlerin yaşadığı zorluklar, fikir ayrılıkları ve Meclisi açmak için yaptıkları çabalar anlatılacak. Bölümde ayrıca hükümetin başında olan Damat Ferit Paşa’nın Ankara’da Meclisi açmayı düşünen Milli Mücadele taraftarlarına karşı mücadelesi ile İngilizlerin de desteklediği Kuva-yi İnzibatiye ordusunu kurması yer alacak. Anadolu’da çıkan isyanlar ile Anzavur’un ordusuyla beraber Ankara sınırına kadar olan ilerleyişi ve Meclisin açılmasına mani olmaya çalışan tehditler de işlenen diğer konular olacak.

Dürrizade Abdullah Efendi’nin fetvası ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin bir beyannamesi Takvim-i Vakayi ile diğer İstanbul gazetelerinde yayımlanacak ve İstanbul çalkalanacaktır. Fetva, İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu topraklarına atılırken, Anadolu’nun her tarafına çeşitli vasıtalarla ayrıca yola çıkarılacaktır. Bu durum Milli Mücadeleciler arasında tedirginliğe yol açacaktır.

Ankara’da tüm bunlar yaşanırken İstanbul’da da işler iç açıcı değildir. Milli Mücadelenin etkin üyelerinden olan Hüsamettin Bey ile Osman Kahya tutuklanacaktır. Onların tutuklanmasının ardından ise açığa çıkma korkusu yaşayan Topkapılı, Hafız Kemal ve diğerleri de daha dikkatli hareket edeceklerdir. Tutuklanma sürecinde düşman askerleri Hüsamettin’den her ne kadar itiraf almayı deneseler de Hüsamettin davasına ihanet etmeyecektir.

İstanbul’un fetvası karşısında zor duruma düşen Ankara’dakiler de yeni bir fetva arayışı içine gireceklerdir. Mustafa Kemal, Rifat Bey ve önemli kişilerden oluşan bir heyetten tam karşı yönde bir fetva isteyecektir. Böylece kendilerine yönelik olan düşmanca düşünceleri olanları kendi taraflarına çekmeye çalışacaklardır.

Tüm bu sorunların yanı sıra Meclisin açılışı için Ankara’ya gelenlerin sayısı artmış ve ihtiyaçlarını karşılamak da bir hayli zorlaşmıştır. Eldeki para da bitince yeni kaynaklar bulmaya çalışan Milli Mücadeleciler birçok arayışın içine girecektir.

Anadolu’daki isyanların yanı sıra Damat Ferit Paşa ve İngiliz destekli Milli Mücadele karşıtı Anzavur kuvvetleri de güçlü bir şekilde Ankara’ya doğru yürüyeceklerdir. Hedefleri Mustafa Kemal ve beraberindekilerinin Nisan ayının son haftasında planladıkları Millet Meclisi’nin açılışına mani olmaktır. Beraberindeki kalabalık asker sayısı ve güçlü silahlarla önüne çıkan engellerin hepsini aşan Anzavur, ara ara Milli Mücadele komutanları tarafından yavaşlatılsa da tam manasıyla durdurulamayacak ve Ankara sınırına kadar dayanacaktır.

🎞 Ya İstiklal Ya Ölüm (7. ve 8. Bölüm)



Ya İstiklal Ya Ölüm 7 - 8. Bölüm Özet:

Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in çağrısına uyarak yeni bir meclis açmak için Ankara’ya ulaşan mebusların yaşadığı süreç anlatılıyor. Ayrıca istifa eden Salih Hulusi Paşa hükümetinin yerine İngilizler ile iş birliği içinde olan Damat Ferit Paşa hükümetinin kurulması ve planları, Anadolu’ya silahları ulaştıran İstanbul’daki milli mücadele sevdalılarının faaliyetleri ve İhsan Bey’in kurduğu gizli telgraf merkezinde Ankara ile kurdukları irtibat yer alıyor.

Milli mücadele için Anadolu’ya silah sevkiyatı yapan Topkapılı Mehmet ve arkadaşları, kendilerini yakalayan İngiliz askerlerinden, son anda kurtulurlar. Mustafa Kemal’e suikast yapmak için görevlendirilen Mustafa Sagir ise planının bir sonraki aşaması için Ankara’ya geçmek istemektedir ve bunun için de formaliteden bir cemiyet kurar. Milli mücadeleye yardım için geçişleri onaylayan mühür de Hüsamettin Beydedir, fakat Hüsamettin Bey bu duruma biraz tedbirli yanaşmakta ve Mustafa Sagir’in ajan olabileceği konusunda endişeler taşımaktadır.

Salih Hulusi Paşa hükümetinin istifa ettiği haberi ortalığı karıştırmıştır. Yeni hükümeti Damat Ferit Paşa’nın kuracağı söylentisi hızla yayılmaktadır. Bu durum milli mücadele yanlılarını tedirgin ederken, karşıtlarını coşturmakta, tarafsızları ise daha temkinli olmaya ve milli mücadeleye mesafeli durmaya itmektedir. Damat Ferit Paşa hükümetinin başa geçmesi milli mücadele yanlılarını da tedirgin etmiştir, çünkü İngilizleri bir süredir oyalayan Salih Hulusi Paşa’nın aksine Damat Ferit Paşa İngilizler ile iş birliği içindedir. Ferit Paşa, Anadolu’daki milli mücadeleye katılan herkesi isyancı olarak görmektedir. Damat Ferit Paşa bununla kalmayarak kendine yakın gazetecilere milli mücadele yanlıları hakkında yalan haberler yaptırmakta, Şeyhülislam aracılığıyla fetvalar verdirmekte ve Kuva-yi Milliye’ye karşı Kuva-yi İnzibatiye ordusunu kurdurup, Anadolu’da çeşitli isyanlara da açıktan destek vermektedir.

Ankara’da yeni açılacak meclis için yola koyulan mebuslar ise hedeflerine ulaşıp Ankara’ya varırlar. Yunus Nadi, Halide Edip, Adnan, Cami, Hüsrev Bey’ler nihayet kendilerini özgür hissedebilecekleri toprağa ayak basmışlar ve mücadelelerine Ankara’da devam ederek Millet Meclisi’ni açmaya biraz daha yaklaşmışlardır.

20200419

🎞 Ya İstiklal Ya Ölüm (5. ve 6. Bölüm)


Ya İstiklal Ya Ölüm 5 -6. Bölüm Özet:

İtilaf devletlerince işgale uğrayan İstanbul’daki Mebusan Meclisi mebuslarının, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in de talimatına uyarak yeni kurulacak meclis için Ankara’ya olan yolculukları ve de milli mücadeleye destek sağlamak için Anadolu’ya silah sevkiyatını başlatan halkın mücadelesi anlatılacak... 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri askerlerince işgal edilen İstanbul’daki milli mücadelenin kilit isimleri ve Mebusan Meclisi’ndeki mebuslar, Mustafa Kemal’in önderliğinde Ankara’da kurulacak meclis için çok zorlu ve önemli bir yolculuğa çıkıyor… Halide Hanım, Adnan Bey, Cami Bey ve Hüsrev Bey oldukça zor koşullarda, düşmanın nefesini adeta enselerinde hisseder bir şekilde yol almaktadırlar. Geçtikleri köylerde kısa süre dinlenen ve yollarına devam eden grup için Ankara’ya ulaşmak düşündüklerinden daha da zor bir hal alır. 

Düşman kuvvetlerinin Ankara’da Meclisi açmaya niyetli Mustafa Kemal’i suikastle ortadan kaldırma planları da usul usul işlemektedir. Suikast için görevlendirdikleri Mustafa Sagir, Fatih’te bir eve yerleşir. Sagir, cami cemaati arasında, kahvelerde dolaşıp, sempatik ve sıcak tavırlarla insanlarla diyalog kurup, kendini Hint Hilafet Komitesi üyesi olarak tanıtır. Milli Mücadeleyi över, Hintli Müslüman kardeşlerini temsilen desteğini ve katkısını vermek üzere geldiğini söyler, fakat asıl amacı Mustafa Kemal’e suikast düzenleyip Anadolu’daki direnişi kırmak ve meclisin açılmasını engellemektir.

Milli mücadeleye katılan herkes gibi üzerine düşen görevi üstlenen Galip de kendisine verilen Damat Ferit Paşa’nın yalısına gizlice sızma görevini başarıyla tamamlamak istemektedir. Nazan’ın babası ve aynı zamanda Damat Ferit Paşa’nın sır katibi olan Hikmet Bey, bu sızma girişiminin en kilit rolündeki kişidir. İşgalden dolayı okulunu yarıda bırakması, iş arıyor olması ve İngilizce ve Fransızca’yı çok bilmesi, gibi unsurlar birleşince, Galip için yalıya girmenin şartları da oluşmuştur, ama öncelikli olarak Hikmet Bey’in güvenini kazanması gerekmektedir.

Anadolu’daki direniş ve milli mücadele için İstanbul’daki silah ve cephane de Topkapılı Mehmet ve beraberindekiler sayesinde aktarılmaya çalışılmaktadır. Topkapılı Mehmet, Hüsamettin Bey, Hafız Kemal, şeyhin oğlu Nazım Ceylan Efendi, Ethem Pehlivan ve Osman Kahya bir aradadırlar ve silah deposu soygunu ile büyük bir risk almaktadırlar. Başarılı olurlarsa, düşmana karşı mücadelede önemli bir eşik aşılacaktır… Sevkiyat sırasında bir grup İngiliz askerini taşıyan araba limanın başında durur. Arabadan inen askerler, limanda bağlı taka ve gemilere yönelmeye başlarlarken, bunu gören Topkapılı “işi hemen bitirmek” için diğerleriyle birlikte hızı artırır… Ancak o sırada Topkapılı’nın en son karşılaşmak istediği kişi karşısına çıkacaktır…

🎞 Ya İstiklal Ya Ölüm (1. ve 2. Bölüm)


Ya İstiklal Ya Ölüm 1. Bölüm ve 2. Bölüm Özet: 

Tarihler bundan tam 100 sene önce 16 Mart 1920’yi göstermektedir. Bomboş sokakların sessizliğini işgal kuvvetlerine ait askerlerin postal sesleri bozmaktadır. Kamyonlardan inen Hindu ve İngiliz askerlerinin girdiği karakolda çıkan çatışmalar sonucu acı kayıplar yaşanmaktadır.


İstanbul Telgraf Merkezi’ne işgalin haberi ulaştığında moraller bozulmuştur. Fakat böylesine zorlu bir günde dimdik ayakta durmak gerekmektedir. Ankara ile irtibat kurmayı başaran İstanbul Telgraf Merkezi, kendi üzerine düşen vazifeyi öğrenecektir. Ancak işgal kuvvetlerinin oraya da baskın yapması, durumu vahim bir hale getirecektir. 

İstanbul’da tüm bunlar yaşanırken, Ankara’da teyakkuz halindedir. İşgal güçlerinin İstanbul’da yaptıkları, Ankara’da bulunan Mustafa Kemal ve yanındakileri de birçok tedbir almaya itmektedir. İstanbul’daki Mebussan Meclisi’nin işgal güçlerince zorla kapatılması, Ankara’da meclis kurma fikrine daha da yardımcı olmuştur ve İstanbul’daki mebuslar zor koşullar altında Ankara’ya gitmeye çalışmaktadırlar.

İstanbul’un işgali halk arasında da huzursuzluğa neden olmuştur ve vatanseverler vatanı kurtarmak için çareler aramaya başlamıştır. Topkapılı Mehmet, Hüsamettin Bey, Ethem Pehlivan, Galip, Halide Edip başta olmak üzere, daha nice isimsiz kahramanın bu işgal karşısında tek bir düşüncesi vardır: “Ya İstiklal Ya Ölüm.”

📰 İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936)

İngiltere Kralı Edward'ın Ziyareti (4 Eylül 1936) İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul'a gelirken uğradığı Çanakkale'de 3 Eylül...