40 yıldan bu yana Türk tarihinin iki büyük atılımı üzerine incelemelerde bulunuyorum. Birincisi, Türklerin kabile toplumundan feodal uygarlığa geçiş sürecidir. İkincisi ise, Atatürk’le başardığımız millî devrim sürecidir. Bu iki dönemle ilgili bulguları, daha önce Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet, Orta Asya Uygarlığı ve dört ciltlik Kemalist Devrim başlıklı kitaplarda teorik sonuçlara ulaşarak açıkladım.
Türk adının bu iki atılım döneminde boy vermesi, dikkat cekicidir ve raslantı değildir. Bu yazıda, Türk adının tarih sahnesine 6-8. yüzyıldaki ilk çıkışı ile 20. yüzyıldaki ikinci çıkışı arasındaki ortak içerik tartışılacaktır. Türk adının, kökenbilimsel anlamı değil, zaman içinde bu ismin yüklendiği içerik üzerinde durulacaktır. Türk adının hem Türk (Göktürk) kağanlığı döneminde, hem de Kemalist Devrim’de siyasal bir içerik kazanması, tarihsel olgulara dayanılarak açıklanacaktır. Tarihsel gerçekler, Türk kavramını ırkçı ideolojik önyargılarla açıklayan görüşlerle tartışma zemini üzerinde değerlendirilecektir. Türk adı, bir ırkı mı, yoksa siyasal bir birliği ve ortak kültürü mü temsil eder sorusuna bilimsel verilere dayanılarak cevap üretilecektir. Amacımız, Türk kavramının tarihsel içeriğini açıklamak, Türklerin “uygarlık mayası” diyebileceğimiz tarih içinde kazanılmış toplumsal-ekonomik ve siyasal özellikler konusunda teorik sonuçlara ulaşmaktır.
I. TÜRK ADININ TARİH SAHNESİNE BİRİNCİ ÇIKIŞI
Türk adının kapsamındaki genişleme
Tarihte Türk/Türük adıyla ortaya çıkan ilk topluluk, bilindiği üzere Göktürklerdir. Göktürkler, 552 tarihinde Avar hâkimiyetine son verdiler ve Orta Asya'da yeni ve büyük bir kabileler konfederasyonu, daha doğrusu devlet kurdular.
Göktürk kağanlarının boyunu ifade eden Türük adı, zamanla "Türük bodunu" ifadesinde olduğu gibi, diğer Göktürk boylarını ve giderek Göktürklere akraba olan diğer kavimleri de kapsadı. yabancıların, zamanla Göktürk kağanlığına bağlı Türkçe konuşan bütün kavimleri Türk diye isimlendirdiği biliniyor.
Orhun Yazıtları'nın anlattığı devrim
Yaşanan süreçte Türk adıyla anılan kabilenin beyleri, zamanla diğer kabile ve kabile topluluklarını itaat altına alarak kendisine tabi kılmıştır. Kabileler arasındaki yağma savaşlarının ve baskınların yerini, yeni tabiyet ilişkilerinin biçimlendirdiği bir kurallar sistemi (törü veya töre) almıştır. Buna hukuk da diyebiliriz.
Toplum artık, klan (soy) esasına göre değil, yeni filizlenmekte olan özel mülkiyet ilişkilerine göre biçimlenmektedir. Klanlar dağılmakta, aynı klandan insanlar farklı yerlere kondurulmakta, farklı kabilelerin savaşçılarından oluşan askerî birlikler oluşturulmaktadır. Kanbağına dayanan toplumun çözülmesiyle ilin ve törenin düzene sokulmasının birbiri peşi sıra ifade edilmesi bir raslantı değildir. Orhun Yazıtları, baştan sona bu toplumsal gelişmeyi, bu devrimi anlatıyor.
Bu devrim sürecinde Kağan, "ili tutup, töreyi düzenlemektedir". Burada il belli bir toprak parçası ve o toprak üzerindeki halk anlamına gelirken, zamanla onun üzerinde kurulan siyasal örgütlenmeyi ve giderek devleti de ifade edecektir.
Gumiliev, Göktürk kağanlığının hâkim olduğu toprakların olağanüstü büyüklüğünü, güçlü bir toplumsal sistemin varlığıyla açıklar. Türkler, böyle bir sistemi kurmayı başarmıştı. (Gumiliev, 2004: 265).
Bu devrim sırasında, Hun ve Göktürk aristokrasisinden başlanarak Ortadoğu'nun Allah inancıyla aynı toplumsal gelişme aşamasını ifade eden Göktanrı keşfedildi ve diğer uygarlık inançlarına yöneliş başladı. Türklerin kağanlıklar kurma yönündeki atılımları, aynı zamanda Şamanizmi, yani büyücülüğü çözen ve sistemin kenarlarına iten süreci de ilerletti. Göktanrı inancı ticaretin geliştiği merkezlerden çevreye doğru yayılırken, Şamanizm ise ancak dağlık ve ormanlık alanlarda giderek zayıflayarak varolabildi.
Tarihsel içeriğe denk düşen kökenbilimsel yorumlar
Ziya Gökalp, Türk sözcüğünün kökenini töre veya törü sözcüğüne bağlayarak, aslında Türk kavramının kazandığı siyasal içeriği doğrulamaktadır (Gökalp, 1339: 4).
Thomsen, Orhun Yazıtları'ndaki törü sözcüğünü, kanun ve kurum diye çevirir. Yazıtlar'da "Türk bodununun siyasal teşkilatlanmasını ve kurumlarını kim yıkardı” diye sorulmaktadır (Thomsen, 1993: 104-105).
Yine Orhun Yazıtları'nda törü kavramı ile iktidar, yönetme, hukuk arasındaki ilişkiyi gösteren çeşitli açıklamalar bulunmaktadır. Örneğin: "Tahta oturarak Türk bodunun töresini yönetivermiş, düzenleyivermiş." (Tekin, 1995: 62-63).
Kaşgarlı Mahmud, törü sözcüğünün görenek, âdet anlamına geldiğini belirttikten sonra şu atasözüne yer verir: "İl bırakılır, törü bırakılmaz" (Kaşgarlı Mahmud, III, 1941: 221).
Töre sözcüğü, kabile toplumundaki görenek anlamından devlet yaptırımıyla, yani zor gücüyle uygulanan hukuka dönüşürken, Türk sözcüğü de tarih sahnesinde beliriyor.
Türk sözcüğünün Törük'ten kaynaklandığını ve töreli anlamına geldiğini öne süren tarihçi ve sosyalbilimciler, kökenbilimsel açıdan doğru veya yanlış, fakat tarihsel açıdan doğru bir tez ileri sürmüşlerdir.
Daha önce Türk adını taşımayan Türkçe konuşan kavimler, devlet kurduktan ve uygarlığa sıçradıktan sonra Türk adıyla anılmıştır. Türk, gerçekten de törelidir; devlet halinde örgütlenerek hukuk düzeni içine sokulmuştur.
Büyük kültürleri yaratan kavimler harmanı
Türkler, ciddî tarihçilere göre, farklı kavimleri bir konfederasyon halinde birleştirme yetenekleri ve savaş düzenleri sayesinde, diğer Orta Asya kavimlerine önderlik edebildiler ve 6. yüzyılın en gelişmiş sosyo-politik sistemini kurdular (Gumiliev, 2002: 105. Aynı şekilde Dennis Sinor, 2000: 388 vd).
Saf bir Türk ırkı, Orta Asya'nın bilinen geçmişinin ilk zamanlarında bile yoktu. Çeşitli kavimleri bir araya getiren konfederasyonlar, farklı kavimlerin arasındaki ilişkiler, göçler, savaşlar vb sebebiyle, Orta Asya'da yaşayan kavimler, çeşitli ırkların bir karışımını oluşturmuşlardır.
Son zamanlarda Batı’lı emperyalist çevrelerde, bir “Türk geni” safsatası ortaya atıldı ve bu “gen”in bugünkü Türkiye topraklarında yaygın olmadığı ileri sürüldü. Oysa Orta Asya’da bile “Türk geni” denebilecek bilimsel bir saptamada bulunma olanağı yoktur. Hun Kağanı, MÖ 176 yılında Çin Kağanı’na yazdığı mektupta şöyle diyor:
“...26 ülke ile birlikte herkes mahvedildi, öldürüldü, istila edildi. Bu şekilde bütün bunlar, Hun oldular.”
Hüseyin Namık Orkun, Hun Kağanı’nın bu satırlarını şöyle yorumlamaktadır: “İşte bu açık ifadeden anlaşılmaktadır ki, istila edilen, itaat altına alınan kavim, hakim unsura iltihak eder ve onun adını alarak o kavmin tarihine karışır.” (Orkun 2004: 31)
Türkler, ilkel etnik toplulukların ötesine geçen, kanbağını aşan toplumsal sitem kurmada gösterdikleri yetenek sayesinde büyük imparatorluklar kurabilmişlerdir. Bu nedenle ırkçılık, Türklerin imparatorluk kültürüne yabancıdır. Türk, devlet halinde örgütlediği etnik gruplar harmanına kendi siyasal ve kültürel damgasını vurmuştur.
Daha Asya'da iken siyasal bağ temelinde feodal toplum kuran Türk aristokrasisinin, hele Anadolu'ya geldikten sonra kanbağını esas alan bir topluma dönmesi, hatta bu bağların çözülmesini yavaşlatması mümkün değildi. Feodal bir toplum, kanbağı esasına dayanan kabileler içinde örgütlenemezdi. Bu nedenle Selçuklu ve Osmanlıların, Anadolu'da ve fethettikleri diğer coğrafyalarda yaşayan halkları kendi sistemleri içine alan siyasal örgütlenmelerini geliştirdiklerini görüyoruz.
Türk mayası
Türk'ün, daha ortaya çıkışından başlayarak, çeşitli etnik grupları kaynaştırdığı ve Türk dili içinde eriterek birleştirdiği görülüyor.
Bu özümleme (asimilasyon) olayında, Türk mayasını oluşturan üç etkenin rolü belirleyicidir:
İmparatorluk kuruculuğu, Türklerin ticaret yolları üzerindeki egemenliği ve Türk dilinin gücü.
Devlet kurma yeteneği, ticaretin büyümesi için elverişli koşulları yaratmak ve meta ekonomisinin yayılması için şart olan, yerelliği aşmış bir dil geliştirmek: Türklerin Orta Asya uygarlık birikiminin üç dinamiğini oluşturur.
İşte bu dinamikler, Türk adının ortaya çıktığı aşamada belli bir olgunluğa ulaşmışlardır. Göktürk imparatorluğu, İpek Yolu ve Göktürk parası, Orhun Yazıtları, toplam olarak Türk adıyla aynı döneme denk düşen uygarlık sıçramasının simgeleridir.
II. TÜRK ADININ TARİH SAHNESİNE İKİNCİ ÇIKIŞI
Devrimle millet olmak
Türk adının, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte yeniden tarihsel kökenindeki siyasal bağı öne çıkaran bir içerik kazanması çok anlamlıdır.
Atatürk, Medenî Bilgiler kitabında "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkı" diye tanımladığı Türk milletinin oluşumunu, Cumhuriyetin kuruluşuna bağlamıştır (Afetinan, 1988: 351 ve 18).
Mustafa Kemal Atatürk'ün millet tanımında, üç unsur göze çarpmaktadır: Türkiye, Türkiye halkı ve Cumhuriyet Devrimi.
Birinci unsur, Türkiye'dir; bağımsız bir cumhuriyet kurularak yaratılan vatandır. Millet, bu vatanın üzerinde yaşamaktadır.
İkinci unsur, Türkiye halkıdır. Milletin maddesi, yani hamuru halktır. Atatürk'ün, 1930 yılında, milleti oluşturan insan unsurunu Türkiye halkı olarak, yani belli bir coğrafya üzerinde yaşayan bütün halk olarak tanımlamaktadır.
Üçüncü unsur, o halkı millet haline getiren devrimdir. Bu üçüncü unsur, milletin oluşumunda belirleyicidir. Çünkü ülke unsuru ve o topraklar üzerinde yaşayan halk, zaten vardı. Türkiye halkı, Cumhuriyet Devrimi'ni gerçekleştirirken, kendisini de millet haline getirmiştir. Halkın cumhuriyeti kurma pratiği, milletin ortak yaşama bilincinin temelini oluşturmaktadır.
Atatürk, devrimle yaratılan millet tanımıyla, milletin oluşmasında siyasal bağın belirleyici olduğunu vurgulamıştır. 1926 yılında "Millet ve Milliyetler Prensibi" üzerine yazdığı notlarda, "millet" kelimesi ile "kavim" kelimesinin karıştırıldığını saptadıktan sonra şöyle der: "Millet kelimesiyle siyasî kuruluş anlaşılır. Kavim 'peuple' kelimesi ise her şeyden önce kök bağını ve ırkı hatırlatır." (Borak, 1997: 377).
Atatürk, bu notlarının devamında, milleti devletin yarattığını, milletin tarihsel bir kategori olduğunu, milliyetler prensibinin Fransız Devrimi'yle ortaya çıktığını, milletlerin farklı kavimleri özümleyerek oluştuğunu da belirler.
Milleti siyasal bağla tanımlayan anlayış, CHP 1931 yılı Programının 2. maddesine de konmuştur: "Millet, dil, kültür ve mefkûre (ülkü) birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve toplumsal heyettir." (Perinçek, 1999: 31).
III. SONUÇ: TÜRK ADININ İKİ DEVRİM DALGASINDAKİ
ORTAK İÇERİĞİ
Türk tarihi, iki büyük devrim dalgasını içerir.
Birinci devrim dalgası, kabile toplumundan devlete ve uygarlığa geçiştir. Türk adı, MÖ 1000 yıllarından MS 1000'lere kadar dalgalar halinde yaşanan bu devrim sürecinde, Türk (Göktürk) kağanlığının kuruluşunda, siyasal bağı vurgulayan bir içerikle ortaya çıkmıştır. Kağanlıkların kurulması, ticaret yollarının güvenliği için gerekli koşulları sağlayarak meta ekonomisini geliştiren süreçleri ateşlemiştir. Ticaretin gelişmesi ise, zenginlik birikimiine yol açmış, kabile toplumunu çözerek toplumun siyasal bağımlılık ilişkileri içinde örgütlenmesini sağlamış ve imparatorlukların dayandığı zemini pekiştirmiştir.
İkinci büyük devrim, 19. yüzyılın ortalarında başlayan ve hâlâ devam eden millî demokratik devrimdir. 150 yıldır devam eden bu sürecin en önemli atılımı, Kemalist Devrim'dir. Türk adıyla tarih sahnesine çakın ikinci devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, insan oluşturunu oluşturan Türk milletini, yine siyasal bağla ve kültürle tanımlamıştır.
Türk adı, toplam olarak baktığımız zaman, tarih içinde, her iki büyüt tecrübenin de kanıtladığı gibi, devrim, devlet, siyaset ve hukukla bağlantılı bir içerik kazanmıştır.
KAYNAKÇA
AFETİNAN (1988). Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. basım, Ankara, 1988.
BORAK, Sadi (1997). Atatürk'ün Resmî Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 1997.
GÖKALP, Ziya (1339): Türk Töresi, İstanbul 1339.
GUMİLİEV Lev Nikolayeviç (2002). Eski Türkler, Rusçadan çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, genişletilmiş 2. basım, İstanbul, 2002.
GUMİLİEV, Lev Nikolayeviç (2004). Son ve Yeniden Başlangıç, çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul, 2004.
KAŞGARLI MAHMUT (1941). Divan-ü Lügat-it Türk Tercümesi, çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1941, c.I.
ORKUN, Hüseyin Namık (2004). Türk Sözünün Aslı, AKDTYK TDK Yayını, Ankara 2004.
PERİNÇEK, Doğu (1986). Osmanlı'dan Bugüne Toplum ve Devlet, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 1986.
PERİNÇEK, Doğu (1999). Kemalist Devrim-3/ Altı Ok, Kaynak Yayınları, 1. basım, İstanbul, Haziran 1999.
PERİNÇEK, Doğu (2003). Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek, genişletilmiş 5. basım, Kaynak Yayınları, Şubat 2003.
PERİNÇEK, Doğu (2005). Orta Asya Uygarlığı, Kaynak Yayınları, 1. basım, İstanbul, Nisan 2005.
SİNOR, Denis –derleyen- (2000). Erken İç Asya Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
TEKİN, Talat (1995). Orhun Yazıtları, Simurg Yayınları, İstanbul, 1995.
THOMSEN, V.(1993). Çözülmüş Orhun Yazıtları, çev. Vedat Köken, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1993.