20250927

Kazak halkının cömert misafirperverliği,

Kazak halkının cömert misafirperverliği, bozkırdaki güneş ışığının sıcaklığını çağrıştırarak, başkaları için dost canlısı ve misafirperver bir atmosfer yaratır. #xinjiang #Kazakh


 

🎞️ UYGUR TÜRKLERİ: Ulusal bir bayram öncesi sokaklar


 

🎞️UYGUR TÜRKLERİ: Uygur mutfağından Sincan pilavı / Kazak mutfağı

 


 

🎞️ Come take a look at the making of Xinjiang Kazakh cuisine—it's so therapeutic to watch! 

🎞️ UYGUR TÜRKLERİ: Bir Uygur düğün töreni

 


 

🎞️ Çin'in Sincan kentindeki bir Uygur düğününde - her şey durmadan dans etmekle ilgiliydi... ve bunu yaparken nakit hediyeler kazanmak! 💕

UYGUR TÜRKLERİ: Semaver Dansı

Başının üstünde birkaç kilogram ağırlığındaki bronz bir tencereyi dengelerken zarafetle dans etmek mümkün mü? #Sincan, Çin'den Samawar dansı sanatı, cevabı olarak yankılanan bir "evet" sunuyor. 2.000 yıldan daha uzun bir süre önce ortaya çıkan Samawar #dansı, şarkı söylemeyi, dans etmeyi ve akrobasiyi birleştiriyor. Hem eğlenceli hem de rekabetçi. Samawar dansı, eski Qiuci #halkı arasında misafirleri karşılama töreninden gelişti. Yerel halk arasında çok popüler olan Sincan'da misafirleri ağırlamak için en yüksek görgü kurallarıdır.

Alıntı: Qiushi Journal @QiushiJournal





📍 Çanakkale'deki Troya kazılarında 4500 yıllık altın halkalı broş ve son derece ender bir yeşim taşı bulundu.

“Geleceğe Miras" projesi kapsamında sürdürülen çalışmalarda gün yüzüne çıkan Broş çok yakında Troya Müzesi’nde sergilenecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada broşun Troya II tabakalarında bulunmasının ise uzun yıllar süren Troya II'nin başlangıç tarihine ilişkin tartışmalara da son verdiği belirtildi. Öte yandan, toplumsal statü ve güç sembolü olarak kullanılan broşun yanı sıra aynı tabakada bronz iğne ile ender rastlanan bir yeşim taşının da bulunduğu aktarıldı.




Kaynak: TRT Haber (27.09.2025)

20250925

📰✍️ Atatürk'ün Araplar konusundaki çok önemli düşünceleri - Şule Perinçek

Araplar bizim d ü ş m a n ı m ı z mıdır?

Yayınlanma: 26 Kasım 2023

Şule Perinçek

AYDINLIK GAZETESİ


Biliyorsunuz CHP de dahil bazı çevrelerde müthiş bir Arap, hatta Asya düşmanlığı var.
Hem Atatürk’ün adını ağzınıza alacaksınız hem de Filistin, emperyalizme karşı varını yoğunu ortaya koymuş savaşırken karşı cephede yer alacaksınız.
Kuşkusuz bilmezlik değil. Bilinçli bir saf belirleme. Hatta bazıları için de şöyle söylenebilir: Belirlenen safta yer alma… Verilen bir görevi yerine getirme.


HEM ATATÜRK DİYECEKSİNİZ O ZAMAN BUNU HAK EDECEKSİNİZ


Atatürk, Türk Devrimin yönünü şu sözleriyle açık bir şekilde çizer:


“Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtaları ile Türk milletini emperyalizme vasıta yapmak istemelerine de mâni oluyoruz. Bu suretle bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniyiz.”


Bu sözleri izleyen cümle de safların nasıl belirlendiğinin bir işaretidir ve yine bugüne ışık tutmaktadır:


“Rus ve Türk milletlerini birleştirecek sağlam dostluk esaslarının ameli ve maddi bir surette semerelerini gösterebileceğinden ümitvar olmakla bahtiyar bulunuyorum.”1


İşte bu nedenle Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının icaplarını değil, tarihin hakiki icaplarını takip etmektedir. Gerçekten mevcut tarihlerin kaydettiği olaylar milletlerin hakiki fikirleri ve emelleri değildir.2


Bu emelleri doğru saptamak bilimsel bilgi ve öngörüye dayanır.


İşte bu nedenle de Türkiye'nin kurtuluş ve kuruluş mücadelesiyle mazlum ülkelerin bu emelleri tarih sahnesine çıkmıştır. Başarı yolunu tayin edici en önemli ve ayırt edici fark, emperyalizme karşı alınan kararlı, açık tutum ve ilk önce milli iradeyi yaratacak ve bu mücadeleye önderlik edecek, milli bir idarenin kurulması olmuştur.
Atatürk’ü Atatürk yapan budur.
Adını anmayı hak etmek gerekir. 




ARAP DÜNYASININ DİRENİŞİNİN TÜRK DEVRİMİ İÇİN ÖNEMİ


O zaman da Arap dünyasında aynı bugün bizde olduğu gibi emperyalizmin dur dediği yerde saf tutanlar vardı, Türkiye’de Millî Mücadelenin karşısındaydı. Yine aynı şekilde Mustafa Kemal’i bayrak yapan, alanlara çıkan Batılıların merkezlerine gönderdiği raporlarda taktığı sıfatla söylersek “Jön Araplar” vardı. Onların emperyalistlere karşı attığı her adım, yükselttiği her ses Ankara’dan büyük sevinçle karşılanıyor, daha da yüksek sesle Anadolu’nun mücadele cephelerine duyuruluyordu.3 Arap dünyasının direnişi, Türkiye Devrimi için de tayin edicidir.


Emperyalistler bunu pek güzel görüyordu. Vızır vızır raporlar merkeze akıyordu. Irak'ta bir İngiliz istihbarat subayı Eylül 1920 tarihli raporunda "Irak ihtilalinin milletlerarası bir komplonun parçası olduğunu, işin içinde Kemalistlerin bulunduğunu," İngiliz hâkim Arnold Wilson da "Kerbela'daki ihtilalcilerin Türklerden mayıs haziran aylarında yedi bin altın Türk lirası yardım gördüğünü, Kemalist ajanların Irak'ta milli heyecanın oluşmasında etkili olduklarını" belirtmektedirler.4


TARİHİN İCAPLARINI GÖRMEK KEHANET DEĞİLDİR


Ortaçağ İmparatorluklarının süresi dolmuştu. Millî devletlerin sahneye çıkışı “tarihin icaplarını” yerine getirmesi kaçınılmazdı.

Atatürk bunu daha 1905’te öngörmüştü.
“Dava” diyordu “yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan bir Türk devleti çıkarmaktır.” Osmanlı devletinin tasfiyesini büyük devletlere bırakmamak gerekirdi. Türk çoğunluğun yaşadığı topraklarda kendimiz bir millî devlet kurmamız gerekiyordu. İleriyi görmek istemeyenler İmparatorluk’tan toprak fedakârlığı yapılmasını hoş karşılamayacaktır, hatta ihanetle suçlayacaklardır; görüşündeydi.5


Nitekim 24 Ocak 1920 tarihli Hâkimiyeti Millîye gazetesindeki başyazıda bazılarının İmparatorluk sınırlarının korunması için “genel bir himaye ve vekâleti” savundukları vurgulanıyordu. “Oysa bu hürriyet ve bağımsızlığı, hayat hakkını tehlikeye sokmak anlamına geliyordu. Arabistan’la birlikte Türkiye’ye konulan himaye ya da vekâlet her iki milleti birden yabancı bir devletin özel çıkarlarına esir etmek olurdu. Emperyalist devletler kendi ekonomik ve siyasi çıkarları açısından Arabistan’ı, Irak’ı ve Anadolu’yu birbirinden ayıt etmeyeceklerdi. Demiryollarını da ekonomik merkezlerini de kendi ülkeleriyle olan ilişkiye göre ayarlayacaklardı. Arabistan ve Irak’ı içine alacak sınırlarda ısrar etmek Anadolu’nun bütün geleceğini yok etmek anlamına gelirdi.”


Bu bir kehanet ya da olağanüstü yetilere sahip olmaktan kaynaklanan ileri görüş müydü?


Tam tersine çok basit bir nedeni vardı. Mustafa Kemal Paşa daha çok gençken not defterine yazdığı gibi “maddeyi anlıyor, evvela sosyalist oluyordu”.


Onun için de bu kadarla kalmadı.


ARAPLAR KENDİ VARLIK VE KADERLERİ KONUSUNDA KARAR SAHİBİDİRLER


Şu fikirler art arda vurgulandı:


-Araplar kendi varlık ve kaderleri konusunda bizzat karar sahibidirler. Çünkü bir millet teşekkül etmiştir ve kendilerini yönetmeye yetenekleri vardır.


-Araplar bir millet teşkil etmek için icap eden şartlara sahip değildir demek, bağımsızlıkları uğrunda hâlâ mücadele eden ve eski bir medeniyete, olgun milli unsurlara sahip bir millet için gülünç olur.


-Mütarekeyle çizilen sınırın güneyinde dil, medeniyet ve hayat tarzı Arap'tır. Halep'ten aşağıda bütün Arabistan'ın milli çoğunluğunu teşkil ederler. Bu nedenle onların bağımsızlığı kabul edilen milliyet ilkelerine uygundur.6


1937'de Suriye Başvekili Cemil Mardam’ın Ankara’yı ziyaretinde yaptığı konuşmada "Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu'ndadır" der ve şöyle devam eder: 


"Balkan Harbi sonunda Gelibolu'daydım. Ben Talât Paşa'ya teklif ettim. 'Suriye'ye, Irak'a istiklâl veriniz' dedim. Talât Paşa 'Bunu başkasına söyleme, seni asarlar' dedi. Fakat yapılacak şey buydu. Eğer yapılsaydı, bugün Türkiye, Suriye ve Irak ki zaten kardeştiler, bugün daha samimi kardeş olacaklardı, müstakil Suriye, Irak ve Türkiye.''


104 YIL ÖNCEKİ TALİMAT


İşte sihirli formül budur.
İster Türk ister Müslüman bağımsızların ve emperyalizme karşı mücadele edenlerin kardeşliği


Atatürk özellikle şu fikrin üzerinde durur: 


"Maksat İslamcılık ve Turancılık gibi eğilimler olmayıp, sırf Türk ve İslam kavimlerini dahi herkes gibi hür ve mevcut medeniyetten istifadeye kadir bir hale getirmek"tir. “İslam alemi üzerindeki manevi nüfuzumuz, daima aralarında barışın tesisi, nifak ve anlaşmazlığın giderilmesi, eğitimin tamimi uğrunda sarf olunacaktır. Bunlara Batı emperyalistlerinin bütün İslam kavimlerini esaret altına almaktaki hırsları etraflı izah edilip bu cereyana karşı Bolşeviklere dayanmanın lüzumu anlatılacaktır. Bu isteğin husulü için de Bolşeviklere dahi İsl2am kavimlerin âdetlerine, hukukuna, ananelerine ve hürriyetine ve bilhassa memleketlerinin iktisadi kaynaklarına sahip olmaktaki meşru hukukuna riayet edilmesinin lüzumu anlatılacaktır. Ancak bu sayede Bolşeviklere İslam âleminin Batı emperyalizmine karşı birlikte harp edebileceği iyice izah edilmelidir.”7

 
Bu 104 yıl önce, 1920’de Moskova Sefiri Fuat Paşa’ya ve Doğu Cephesi Kumandanlığına izlenecek siyasetler konusunda talimattır.

Ana hatlarıyla geçerliğini hâlâ korumaktadır.


"Türkler, Doğu ve en çok da Arap milletlerine çok teşekkür ederler, çünkü Anadolu harbinden mütevellit felaketlerin yükünü hafifletmeye iştirak etmişlerdir.

“Türkler ve Araplar Doğu’nun yükselme muhafızlarıdır.


Gazi Paşa'nın buyurduğu latif sözler Türklerin Araplara dost hatta kardeş olduklarını ve Türklere eziyet verecek şeylerin Araplara da eziyet vereceğini ve bilakis Arapların düçar oldukları felaketlerden Türklerin de müteessir olacaklarını tebyin ve tesbit etmiştir.”8


El Irak gazetesinin nitelediği gibi "Doğu'nun anası hükmünde olan Türkiye"de başarıya ulaşan milli devlet projesi mazlum milletlere bir örnek olmuş ve aralarında dostluk ve dayanışmanın da temelini atmıştır.


Bugün bu temeli dinamitleyenlerin saflarının nerede olduğu tartışmaya kapalıdır.

Zaman bu temeli doğru zeminde güçlendirerek daha yükseklere doğru inşa faaliyetidir.



NOT: Çok değerli bir büyüğümü, her zaman Türkiye’nin millî çıkarlarını yeri geldiğinde kahramanca savunan büyükelçiliği yanında, mütevazi ama bir o kadar da çalışkan bilim insanı kimliğiyle beni çok etkileyen Bilal Şimşir’i kaybettik. Saatler süren sohbetlerimizden, dertleşmelerimizden çok şey öğrendim. Türk tarih arşivine katkıları çok büyüktür.
Minnettarlık duygularımla.


1 ATABE, 20 Haziran, 1920, c.8, s.345.
2 ATABE, 7 Temmuz 1922, c13, s.136.
3 Daha geniş bilgi için, bkz. Şule Perinçek, “Doğu Arap Dünyası ve Anadolu: Dünü, Bugünü ve Yarını” Uluslararası Sempozyumu, 27-28 Şubat 2008, Dimask (Şam) Üniversitesi Edebiyat ve Beşeri İlimler Fakültesi Tarih Bölümü, Şam Suriye, tebliğ; “Atatürk ve Arap Dünyası” Teori Dergisi, Mayıs 2019, Sayı: 352, s.30-54.
4 Hâkimiyeti Milliye, 9 Mart 1921.
5 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.108, 114vd.
6 Hâkimiyeti Milliye, 24 Ocak 1920.
7 ATABE, 1 Aralık 1920, c.10, s.130, 131
8 Bilal Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, c.2, s.239.


https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/araplar-bizim-dusmanimiz-midir-436045


20250924

🎞️New York'un ünlü Times Meydanı'ndaTürk kültürünün vazgeçilmez ikililerinden simit ve çay ikramı

 


 

📚📖 Sadece Türklerde, İskitlerde, Hunlarda ve Göktürklerde olan özellikler


SADECE TÜRKLERDE İSKİTLERDE HUNLARDA ve GÖKTÜRKLER DE OLAN ÖZELLİKLER: 

Kadınların üstün konumu, Hakanlık yapabilme özelliği, kız çocuk doğunca tanrının armağanı kabul etme inancı, 

Kımız, Kam'lık İnancı, Kurgan kültürü, Atalar kültü, Ateş, Dağ, Orman kültü, ekoloji/doğa inancı, Yer-su iyeleri, 

Balbal ve Taşbaba dikme kültürü, 

 Runik yazı, Altın işçiliği, Hayvan Üslubu Sanatı, Dövme, Mumyalama, At ve koyun kurban etme, Kan Kardeşliği Andı, And kadehi, Saç Örme, savaş zamanı At 🐎 kuyruğu bağlama gibi pek çok özellik sayesinde birbirlerini tanıyorlardı... 

Bu özellikler İskitlerde, Hunlarda ve Göktürklerde de devam ediyor ve bunlar Hint-Ari yani İranilerde yok. 


Bütün dünya bilginleri Sakalar/İskitler Türk diyor

Almanlar İskitler büyük atalarımız diyor. 

Bulgar, Slav aslımız İskit diyorlar. Ruslar tarihini İskit-Sarmat-Messaget'e bağlıyor...

Atilla'nın sarayında ak giysili kızlar İskitçe şarkılar söylüyor.

Büyük Türk Kağanlığı (Kök Türük-Göktürkler) Doğu Roma İmparatoruna( Bizans) İskitçe mektuplar gönderiyor. 

Bizans elçisi Göktürk diye bildiğimiz devlete İskit Türk Devleti diyor. 

Fransız Filolog J. Oppert, Med Yazıtlarını okuyup Med Dili Sakaca İskitce Türkçedir diyor(Paris, 1879).

İrlanda tarihi yazarı Prof. JOHN O’HART ,”Cennetin dili İskitçedir” diyor.

İskoçlar Papalığa başvurup köklerinin İskit olduğunu Vatikan'a onaylattırıyorlar (Tarih 1320). 

İskandinav mitolojisinde Odin bir İskit Kralı. İskitlerin en eski belgeleri Tevrat ve İncil ayetlerinde var. 

Ukraynalı yazar Oleg Yermekov Birleşik Alan Teorisini tarihe uyguluyor ve “Evrenden Dünya'ya gelen yaşam: Bütün sayesinde bir parça yaşıyor, bu dünya her şey sayesinde yaşıyor, Dünyamızın ilk kabilesi İskitlerdi diyor.  Ay'dan gelen insanlar; onların ay dili her şeyin köküdür....Bütün dillerin kökünde İskitçe vardır.” diyor.

Gördüğünüz gibi neredeyse bütün dünya bilginleri Sakalar/İskitler Türk diyor, Turani diyor, hatta  bizde İskit bizde Türk'üz diyor ama bizim akademideki mankurtlar İskitleri yıllarca ağzına bile almadı. 

Garip ama gerçek. ⤵️⤵️🔽

Ekten, 

Prof Dr Osman Karatay hocamızı dinleyin lütfen 🌿🌿🌿🧿 



Wikipedia 7 ay uğraştırdı ama sonra İskitlerin Türk olduğunu kabul etti. 

Wikipedia İskitler Genetik Araştırmalar: 🔽

mtDNA incelemeleri

Y-DNA haplogrubu analizlerine göre daha kolay olması nedeni ile Tunç Çağı ve Demir Çağında inşa edilen kurganlarda bulunmuş İskitli bedenlerinden alınan pek çok mitokondriyal DNA (mtDNA) örneği bulunmaktadır.

İlk çalışmalar genetik olarak çok derin ayrımlar verememiş ve sadece Doğu Avrasyalı ve Batı Avrasyalı gibi geniş gruplar içinde örnekleri sınıflandırmışlardır. Örneğin 2002 yılında yapılmış bir çalışma Kazakistan'da bulunan bir kurgandaki bir kadın ve bir erkeğin kafataslarından alınmış örnekleri incelemiş ve genetik olarak yakınlık bulamamıştır. Erkek bireyde bulunan HV1 mitokondriyal sekansı günümüzde Avrupalılarda yaygın olan Anderson sekansına benzemekle birlikte, kadın bireyin sekansının Asya toplumlarına daha yakın olduğu ortaya konmuştur.[92]

2004 yılından daha detaylı bir analiz günümüzde Altay Cumhuriyetinde bulunan bir kurganı incelemiş ve İskit-Sibiryalı bir erkek bireyden mtDNA örnekleri almıştır. Araştırma bireyin Batı Avrasya kökenli N1a maternal haplogrubuna sahip olduğunu ortaya koymuştur.[93] Aynı araştırma grubu 2 İskit-Sibiryalı iskeletleri üzerinde çalışmış ve Avrupalı-Asyalı karışımları olabileceği fikrine varmışlardır. Bir bireyin F, diğer birey ise D maternal haplogrubuna sahip olduğu da bulunmuştur. Bu iki grupta Doğu Avrasya toplumlarında yaygındır.[94]

Başka bir mtDNA çalışmasına göre İskitlerin Altay bölgesinden gelmiş olabileceği ihtimali vardır.[95]

Y-DNA incelemeleri

2009 yılında ise ilk Y-DNA çalışması gerçekleştirilmiş ve Sibirya'da bulunmuş M.Ö. 2. milenyum ve M.S. 4. yüzyıl aralığında yaşamış İskit ve Sarmat bireylerden alınan örnekler analiz edilmiştir. Neredeyse tüm bireylerin R-M17 haplogrubuna ait olduğu bulunmuştur. Bu araştırmacılarında desteklediği o zamanlar Tarım havzasında da yaşayan İskitlerin ve Andronovo kültürünün üyelerinin mavi veya yeşil renkli gözlere, açık renkli saçlara ve açık bir tene sahip oldukları fikrine büyük bir kanıt oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu araştırma İskitlerin genetik olarak Orta veya Güney Asya toplumları yerine modern Doğu Avrupa toplumlarına daha yakın olduğunu ortaya koymuştur.[96] Y-DNA'larındaki R1a haplogrubunun (hem Türk[97] hem de Hint-Avrupa halkları arasında yaygındır) İskitler arasındaki baskınlığı mtDNA profilleri arasındaki çeşitliliğe tezatlık oluşturmaktadır.

R1a haplogruplarının daha detaylı incelenmesi daha sonraki araştırmalarda Doğu Avrupalılar veya Güney Asyalılar yerine (R1a'nın en sık bulunduğu bölgeler) en yakın Y-DNA benzerliğinin Orta Asya'da yaşayan ve İrani diller konuşan topluluklar ile Batı Asya ve Doğu Avrupanın kuzey kesimlerinde yaşayan halklarının R1a profilleri ile olduğu sonucu bulunmuştur.[98][99][100]

Britanya'nın Nature Communications dergisinde yayımlanan bir DNA analizine göre İskit kurganlarından çıkarılan insanlar üzerinde yapılan bir DNA testine göre İskit DNA'sı en çok Orta Asya Türk'ü DNA'sına benzemektedir.[1] Benzer bir DNA testi Science Advances dergisinde de yapılmıştır ve sonuç yine İskitler'in Türklüğüne işaret etmektedir.[101] Eurogenes Blog'un yaptığı Avrasya stepleri'deki kurganlarda bulunan kişilerin naaşları üzerinde son yapılan genom ve mitokondriyal DNA çalışmaları sonuçlarına göre, kurganlarda bulunan Saka naaşlarına genetik yakınlık gösteren kişilerin hepsinin günümüz Türki halklara mensup olan bireyler oldukları görülmektedir.[102] Antik İskit mumyalarından alınan DNA testlerine göre İskitler Türk halkıdır.[103] 

İskitler - Vikipedi https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0skitler 

Yazdım, 5 milyon kişiye okuttum, ezberleri bozdum, gerisi akademilerin görevidir. ⏬ 


*****

Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu

Ahmet Haşim'in 3 Eylül 1919 tarihinde dönemin Manisa milletvekili Refik Şevket Bey'e gönderdiği mektubunu her türk vatandaşının defalarca okuması gerektiğini düşünüyorum.⤵️ 



ARZU GÜVEN

@arzuguvennet

📖 Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu

Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu
Sembolizmin öncülerinden olan, ünlü Türk şair Ahmet Haşim, 1917 senesinde "İaşe-i Umumiye İdaresi Heyet-i Teftişiyesi"ndeki vazifesi gereğince Niğde, Nevşehir ve çevresinde bulunmuştur. Anadolu izlenimlerini kaleme aldığı mektubunda 1919 senesinde geldiği Nevşehir Güvercinlik köyünden de bahsediyor.

Ahmet Haşim'in 3 Eylül 1919 tarihinde dönemin Manisa milletvekili Refik Şevket Bey'e gönderdiği mektubunu her türk vatandaşının defalarca okuması gerektiğini düşünüyorum.⤵️

(*Alıntı:  Sosyal medya - ARZU GÜVEN @arzuguvennet)

Sevgili Refik,

İhtimal sana fazla yazıyorum. Fakat ben bundan memnunum. Bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan oluşmuş ve bütün mesafeler boyunca sürekli maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. İletişimimizin bu gidişatı seni bunaltıyor mu? Geçen mektubumu Niğde’den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. Yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene Niğde’den yazıyorum. Gördüğüm anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?

 

Öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? Görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? Bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. Anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. Gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, “gıda” sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. Sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi…

Fakat boğazlarının kârına olarak aklın bütün maharetlerini ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir.

Refik; Ankara’da, Almanya imparatorunun anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? Beslenme eksikliği.

Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. İstisnasız nakil araçları kağnıdır. Ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. Uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.

 

Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. Tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir. Sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. Anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. Bütün havalarında o hoş koku solunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. Eski mısırlılardan ziyade Anadolular apis öküzüne hürmet etmeliydi. Öküz, burada hayatının genelinin zenbereğidir.

Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. Kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar.

Nevşehir’den yarım saat beride Güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. Anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. Kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda dönüşeceğini sen de bilirsin.

Anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum. Anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. Bundan da üzgün değilim. … Niğde teftişi son bulmuştur. İâşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum tutar iki bin liraya varmıştır. Benim zararım ise pek çoktur. Öncelikle sağlığım bozuldu. Hayli keçi eti yedim. birçok da gereksiz masraflar ettim ve rahatımdan da birçok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. Yakında, belki, üç gün sonra İstanbul’a gidiyorum.''

**Ahmet Haşim, 3 Eylül 1919** Şevket İnce

Ahmet Haşim Bütün Eserleri-VI, Hazırlayanlar: İnci Enginün, Zeynep Kerman, İstanbul, 1991, s.66-70, Dergâ


Ahmet Haşim Bütün Eserleri-VI, Hazırlayanlar: İnci Enginün, Zeynep Kerman, İstanbul, 1991, s.66-70, Dergâh Yayınları. 

***Kaynak: **güzel yazılar-mektuplar—türk dil kurumu yayınları(s.67–72) - o. karaveli, sakallı celâl, 5. baskı, 2004, pergamon yayınları, s. 45-46.

* Ahmet Haşim‘in bir mektubu üzerine düşünceler: 

Ahmet Haşim, 1917 senesinde "İaşe-i Umumiye İdaresi Heyet-i Teftişiyesi"ndeki vazifesi gereğince Niğde, Nevşehir ve çevresinde bulunmuştur.

1917 senesi için tarih bilgilerine müracaat edildiğinde görülecektir ki o dönemler her yönü ile zor, sıkıntılı bir dönemdir. 1. Cihan Harbi devam etmektedir. Rusya‘da Bolşevik devrimi olmuştur. Osmanlı Devleti bütün cephelerde ağır kayıplar vermiştir. Yoksulluk, çaresizlik alıp yürümüştür. Anadolu halkı ıssızlığın ortasında yaşama mücadelesi vermektedir. Salgın hastalıklar, bitmeyen savaşlar, cepheye gidip de dönmeyen yiğitler ve sönen ocaklar, yetimler... Kaderine terk edilmiş Anadolu‘da hazin haller yaşanmaktadır.

İstanbul‘da yaşayan edipler, 20. yüzyılın başlarında, Anadolu‘da yaşananları, olup bitenleri eserleri ile kayıt altına almaya başladılar. Anadolu gerçeği edebî eserlere konu oldu. 

Memleket gerçeğini anlama, anlatma çabası yeni eserler ile devam etti. Ahmet Haşim, bir teftiş vazifesi ile bulunduğu Niğde‘den arkadaşı Şevket İnce‘ye yazdığı mektubunda gördüklerini, yaşadıklarını, intibalarını, tespitlerini dile getirmiş. O dönemin acı gerçeklerini anlatırken yer yer sert ifadelerin de yer aldığı bu mektubu, devrin tarihî-sosyolojik şartları içinde değerlendirmek gerekir. Zira o yıllar evvelce de belirttiğimiz gibi ülkemizin en zor yıllarıdır. Bir çöküş dönemi yaşanmaktadır. Yokluklara ve yenilgilere rağmen ayakta durma mücadelesi verilmektedir. Anadolu insanının o dönem içindeki çaresizliği, hayat şartları, yoksulluğu bir mektup ile adeta resmedilmektedir.

Şair Ahmet Haşim‘in şiirlerinde içe dönük olan mizacı, nesirlerinde hayata ve insana yönelir. Dikkatli, keskin bir gözlem gücü ve etkili cümleler ile düzyazının güzel örneklerini verir.

Ahmet Haşim‘in bu mektubunu okuyunca, İstanbul‘da hayatlarını sürdüren, taşraya uzaktan bakan aydınlar zaman içinde adeta Anadolu insanına karşı yabancılaşıyorlar. Sanki başka bir iklimden kopup gelmişler gibi. Oysa yüzyıllardır cephelerde savaşan ve ülkeyi koruyan, doyuran Anadolu değil mi? İnsanımıza uzak düşenlere, onun yaşantısını beğenmeyenlere sorulacak bir soru var: "Ne ektiniz ki ne biçeceksiniz?"

Ahmet Haşim Kimdir?

Ahmet Haşim, 1884 senesinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yer alan Bağdat’ta dünyaya gelmiştir.

Babası Bağdat’ın eski ve bilinen ailelerinden biri olan Alusizadeler’e mensup Arif Hikmet Bey, annesi ise yine Bağdat’ın ileri gelenlerinden Kahyazadeler’in kızı Sara Hanım’dır.

Babasının Arabistan vilayetlerindeki memuriyeti nedeniyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Aynı sebepten, dil olarak sadece Arapça’yı öğrendi. Annesi vefat ettikten sonra 12 yaşındayken babası ile birlikte İstanbul’a geldi.

1897’de Galatasaray Sultanisi’nde yatılı olarak eğitim almaya başladı. Ahmet Haşim’in sanat ve edebiyata olan ilgisi Galatasaray Sultanisi’nde başlar. Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901 senesinde “Mecmua-i Edebiyye’de yayınlandı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve Piyale kitabına aldığı “Şi’r-i Kamer” serisindeki şiirleri, hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti  ile dikkat çekti.

1909’da kurulan Fecr-i Âti grubuna dahil oldu. Okuldan mezun olduktan sonra Reji İdaresi’ne memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam etti.

1914-1918 yılları arasında askerliğini yaparken Çanakkale Cephesi’nde bulundu. 1924’te Paris’ giden Haşim, 1932’de rahatsızlığı sebebiyle Frankfurt’a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Ahmet Haşim daha çok öğretmenlik yaptı.

Sanâyi-i Nefise Mektebi'nde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji, Mülkiye Mektebi’nde de Fransızca derslerine girdi. Bu görevlerine ölünceye dek devam etti. Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı. 1911 senesinde yayınlanan Göl Saatleri isimli şiiriyle haklı bir şöhret kazandı.

Fecr-i Âti dağıldıktan sonra, siyasi ve edebi akımların dışında kalarak kendine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı. Ahmet Haşim 4 Haziran 1933 tarihinde 49 yaşındayken yaşamını yitirdi.

ŞİİRLERİ

Ağaç , Akşam yine toplandı derinde, Bahçe, Bir günün sonunda arzu, Bir Yaz Gecesi Hatırası, BülBül, Başım, Gece, Gelmeden Evvel Geldin, Birlikte, Havuz,  Hayal-i Aşkım, Karanfil, Karanlık, Kari'e, Mehtapta Leylekler, Merdiven (Popüler), Mukaddime, O belde, O Eski Hücreye Benzer ki, Orman, Öğle, Parıltı, Seher, Sonbahar, Süvari, Şafakta, Şairsiz Dünya,  Tahattur, Yarı Yol, Göl saatleri, Piyale

Alıntı/Kaynak: https://www.haberalp.com/ahmet-hasimin-1919-anadolusunun-icler-acisi-halini-anlattigi-mektubu

20250922

📖 Atatürk'ün Cumhuriyet Rüyasına Gölge Düşüren Yakın Arkadaşları

 

Atatürk'ün Cumhuriyet Rüyasına Gölge Düşüren Yakın Arkadaşları

Mustafa Kemal, Cumhuriyet fikrine o kadar sarılmıştı ki, arkadaşları ile sohbet ettiği her fırsatta aynı konuyu gündeme getiriyordu. Bir keresinde arkadaşlarından biri;

- "Senin bu dediklerini yapabilmek için Padişah olmak gerek." dediğinde cevabı; 

- "Yoo hayır, çok daha fazlası." olmuştu.

1) Mustafa Kemal, sık sık oyun haline getirdiği Cumhuriyetçiliği oynuyor gibiydi... Kendi kafasında değerlendirdiği arkadaşlarına görevler verip bakanlıklara tayin ediyordu. Bu oyunlarda bir arkadaşını Maliye Bakanı yaparken, diğerine Dış İşleri görevini veriyor, bir başkasını Başbakan yapıyordu. Bunu açık açık arkadaşlarına da söylemekten çekinmiyordu. Bu davranışlarını şaşkınlıkla izleyen arkadaşları ise; "Hadi bizler bakan olduk, peki sen ne olacaksın?" diye soruyorlardı. Mustafa Kemal; "Sizleri o görevlere getiren kişi olacağım, yani Cumhurbaşkanı" diye cevapladığında sene 1908'di...

2) Yakın arkadaşlarının çoğu, onun gibi entelektüel olamadıkları için onun bu davranışlarını tuhaf karşılıyorlardı. Cumhuriyet, ağızlarda olan bir kelimeydi sadece... Hiçbir yönetim şekli saltanat ya da padişahın yerini alamazdı onlar için... Padişah kötü olabilirdi ama Padişahlık Sistemi ve Hilafetin dokunulamaz bir makam olduğunu düşünüyorlardı.

3) Yıl 1922 ve henüz Cumhuriyet ilan edilmemişti. Mustafa Kemal ve dört arkadaşı Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay hep beraber Refet Bele'nin bağ evinde toplanmışlardı. Daha yemeğe başlamadan Rauf Orbay doğrudan söze girdi:

– "Kemal, bu yemeği biz veriyor gibi görünmesine rağmen aslında yemeği vermemizi bizden isteyen Meclistir; kardeşim, Meclis senden korkuyor."

– "Nasıl yani? Meclis benden neden korkuyor?"

– "Meclis, saltanat makamının belki de hilafetin ortadan kaldırılması görüşünün benimsenmiş olduğu endişesiyle üzgündür. Senin Cumhuriyeti kurmak istemenden korkuyor."

– "Ne demek o? Bu korku nereden geliyor?"

– "Orasını bilmem ama evlerde toplantı yapıyorlar. Bu toplantılarda ne kararlar alıyorlarsa ertesi gün mecliste gelip bunları konuşuyorlar. Sen sinirlisin diye sana hiç gelmiyorlar, ben Başbakan'ım diye gelip bana söylüyorlar. O yüzden benden seni yemeğe çağırmamı ve sana durumu anlatmamı istediler. Senden ve senin ileride benimseyeceğin tutumdan şüphe etmektedirler. Bu bakımdan Meclis'e ve dolayısıyla millet ve kamuoyuna güven vermen gerektiğine inanıyorum. Yarın senin Mecliste kürsüye çıkıp milletin huzurunda Cumhuriyeti kurmayacağına, Padişah'a dokunmayacağına dair söz vermeni istiyorlar. Bu sözleri vermezsen seni Başkomutan seçmeyecekler."

4) Ankara Hükümeti'nin meclisi çelişkiler içindeydi. Bir yandan vatanın kurtulması için çalışırlarken, diğer yandan Ankara'ya ilerleyen Yunan ordusunu, Mustafa Kemal'in kışkırttığını, eğer o olmasaydı Yunan ordusunun İzmir'de kalacağını düşünüyorlardı. Madem ki Mustafa Kemal yüzünden Yunan ordusu harekete geçti, o halde bu sorunu onun halletmesi gerekiyordu. Ancak öte yandan Başkomutanlığı Mustafa Kemal'e verirlerse Padişahlığa zarar gelmesinden korkuyorlardı.

5) Mustafa Kemal, Rauf Orbay'ın bu sözlerine karşılık olarak ona bir soru yöneltir;

– "Peki Rauf, sen ne düşünüyorsun Padişah hakkında?"

– "Bir defa ben Müslümanım, o da bir halife, o taraftan ona bağlıyım. Üstelik benim babam Padişahın Baş mabeyniydi.Padişahın ekmeği benim babamın boğazındaydı, o ekmek şimdi benim gırtlağımda... Kardeşim ben yediğim ekmeğe ihanet edemem ve etmem. Dolayısıyla ben elbette Padişahlığın rejim olarak devam etmesini isterim. Kemal, biz senin arkandan geldik. Sen vatanın kurtulması adına harekete geçtin, sana hemen destek verdik. Bizim rejimle ilgili bir sorunumuz yok. Biz de bu vatanın kurtulmasından yanayız ama Padişahtan kurtulmaya değil.

Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. O da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar. Bu da asla doğru olamaz…"

Didem Yavuzyılmaz @didemyvzylmz

Alıntı: Sosyal medya


Kazak halkının cömert misafirperverliği,

Kazak halkının cömert misafirperverliği, bozkırdaki güneş ışığının sıcaklığını çağrıştırarak, başkaları için dost canlısı ve misafirperver b...