20220731

Asırlık gelenek nohut ütmesi tarih oluyor


Asırlık gelenek nohut ütmesi tarih oluyor

Antalya’nın Elmalı ilçesinde yaz aylarında özellikle akşam saatlerinde mahallelerde yaşayan vatandaşların bir araya toplanarak gerçekleştirdiği nohut ütmesi geleneği adeta çağa karşı direniyor. Son yıllarda yok olmaya yüz tutan gelenek, bazı mahallerde vatandaşlar tarafından yaşatılmaya çalışılıyor.   

Elmalı ilçesi Gölova Mahallesi’nde asırlardır vatandaşların akşamları toplanarak yaptığı nohut ütmesi geleneği yok olmaya yüz tuttu. Gölova Mahallesi’nde vatandaşların bir kısmı özellikle akşamın geç saatlerinde bir araya gelerek, gündüz saatlerinde tarlalarından getirdikleri taze nohutları ateş yakarak ütmeye devam ediyorlar. Yaklaşık 30 dakika yanan ateşin üzerinde ütülen nohut tanecikleri, yere serpilerek soğumaya bırakılıyor. Bir süre sonra serpilen nohutların çevresinde toplanan vatandaşlar, yerden tek tek nohut tanelerini toplayarak yemeye başlıyorlar. Mahalleli arasında paylaşma duygusunun artmasına ve misafirperverliğin yaygınlaşmasına neden olan gelenek son yıllarda azaldı.

“İNSANLAR ARASINDA KAYNAŞMA VE DAYANIŞMA ARTIYOR"

Gölova’da nohut üretimi yapan Hüseyin Şallı, "15 Mart’ta nohutlar ekilir. Nohudun içerisinde yeşil nohutları toplarız. Ateş için kuru çalı buluruz. Nohutları bunun üzerine koyarız. Nohutları üzerinde üteriz. Sonra da eş dost tüketiriz. İnsanlar arasında kaynaşma ve dayanışma artıyor. Yavaş yavaş bu gelenek ölmeye başladı. Eskisi kadar eken de kalmadı" dedi.

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/asirlik-gelenek-nohut-utmesi-tarih-oluyor-329796

20220727

Konya Sille Selçuklu mezar taşı

Konya Sille  Selçuklu mezar taşı.

Türk Hayat Ağacı İkonografisi. Ağaç Türk Şamanizminde Yer Altı, Yeryüzü ve Gökyüzünü birbirine bağlayan "Kozmik Merkezlerdir". Şamanlar, ritüel Tanrısal yolculuklarını ağaca tırmanarak yapar.  Ağaçlar Tanrıya giden yol olarak görülür.

Bundan dolayı Türk mezar taşlarının üzerinde, Ağaç ikonografisi vardır. Ruh'a gökyüzü yolculuğunda yol gösterir ve O'nu Tanrı makamına taşır. Ağacın sağ ve solundaki iki disk Güneş ve Ay'dır. Güneş ve Ay tüm zıtlıkları ve dolayısıyla bütün Kozmos'u ifade eder.

Ay gece, Güneş gündüz'ün alegorisidir ve elbette her ikisi de kaçınılmaz olanın, yani "ZAMANIN" sembolüdür.


Alıntı/Kaynak:
Nuray BİLGİLİ @NurayBLGL1


📚📖Türkler. Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve Hinlikleri Üzerine İnceleme. Michel Balivet, Macaristanlı György.

Türkler. Türklerin Gelenekleri, Görenekleri ve Hinlikleri Üzerine İnceleme. Michel Balivet, Macaristanlı György.

🎞 🇹🇷✈️ Mustafa Kemal’in Uçakları: Atatürk Dönemi’nde Havacılık hamleleri



Tarihin Hikayesi - 6 Şubat 2021 
Cumhuriyet Tarihi Araştırmacısı İsmail Yavuz
Tarihçi-Yazar Ertuğrul Sertbaş - Ulusal Kanal
  • Mustafa Kemal’in Uçakları
  • Türk Havacılığının deposu: Uçak fabrikaları
  • Cumhuriyet mucizesi: Havacılık
  • Türk Havacılığında önemli isimler:
    • Nuri Demirağ
    • Vecihi Hürkuş
    • Mehmet Kum
    • Şükrü Er
    • Selahattin Alan
    • ve niceleri....
  • Türk Hava Kurumu (THK)’nun Kuruluş hikayesi
  • Atatürk Dönemi’nde Havacılık hamleleri

20220724

🇹🇷Lozan Barış Antlaşması 99 Yaşında







🎞🇦🇿Azerbaycan Türküleri - Türkü Diyenler


Azerbaycan Türküleri 
Türkü Diyenler - 25 Ekim 2020 - Devrim Aşkın Karasoy - Ulusal Kanal

🎞 Gelin Türküleri - Türkü Diyenler



Türkü Diyenler - Gelin Türküleri
6 Eylül 2020- Devrim Aşkın Karasoy - Ulusal Kanal

🎞 Azerbaycan Türküleri - Türkü Diyenler



Türkü Diyenler - Azerbaycan Türküleri
11 Ekim 2020 - Devrim Aşkın Karasoy - Ulusal Kanal

🎞 Aşık Veysel'siz 48 yıl

Dünyaca ünlü halk ozanı Aşık Veysel Şatıroğlu'nun ölümünün üzerinden 48 yıl geçti. O, birleştirici yönü, yapıcı kişiliği, tabiat sevgisi, mütevazılığı ve eserleriyle hafızalara kazındı. Sivas'ın Şarkışla ilçesindeki evi müze olarak kullanılıyor.


🎞 Mimar Sinan'ın Dehası | Gizemli Tarih | TRT Belgesel


Mimar Sinan’ın asırlardır açıklanamayan mühendislik dehasının perde arkasına uzanıyoruz.

Mimar Sinan’ın kıyamete kadar ayakta kalacak bir camii iddasında bulunduğu Süleymaniye Camii’ni nasıl inşa etti?

Prof. Dr. Hikmet Kırık’ın eşsiz anlatımıyla “Gizemli Tarih”, sır perdelerini TRT Belgesel’de aralıyor.

00:00 Mimar Sinan’ın Zekası
01:38 Süleymaniye Camii 🕌
06:20 Kazık Temel Tekniği ⛏️
07:25 Büyükçekmece Köprüsü

#GizemliTarih #MimarSinan #TRTBelgesel #Belgesel

🎞 Derinkuyu Yeraltı Şehri'ni Kimler İnşa Etti? | Gizemli Tarih | TRT Belgesel

Derinkuyu Yeraltı Şehri’ni kimler, ne zaman inşa etti? Şehir, hangi sırları saklıyor? 🧐

Eski uygarlıkların uğrak noktası olan Nevşehir Kapadokya’da bir Bronz Çağı toplumunun tarihe bıraktığı Türkiye’nin en büyük yeraltı şehri Derinkuyu’da ortaya çıkıyordu.

Prof. Dr. Hikmet Kırık’ın eşsiz anlatımıyla “Gizemli Tarih”, sır perdelerini TRT Belgesel’de aralıyor.

00:00 Derinkuyu Yeraltı Şehri Hikayesi
01:12 Uygarlıkların Uğrak Noktası: Kapadokya
02:00 Derinkuyu Yeraltı Şehri'nin Tarihi
04:02 Anadolu'nun Sahipleri Kim?
05:00 Derinkuyu Yeraltı Şehri Nasıl İnşa Edildi?

#GizemliTarih #Belgesel #TRTBelgesel


🎞Gizemli Tarih: Göbeklitepe | TRT Belgesel

Prof. Dr. Hikmet Kırık’ın anlatımıyla ekranlara gelen “Gizemli Tarih: Göbeklitepe”, bu gizemli yerin sır perdesini aralıyor. Bir çiftçi sayesinde Şanlıurfa’da keşfedilen ve sırlarla dolu bir medeniyete ev sahipliği yapan Göbeklitepe’de tuhaf ve ürkütücü sembollerin anlamlarını araştırıyoruz. 

Tarihin sıfır noktasından izleyici ile buluşan “Gizemli Tarih: Göbeklitepe”

🎞🇹🇷Anadolu'da Yaşam | Göl | TRT Belgesel



Anadolu’da Yaşam’ın bu bölümünde, göllerde süren farklı yaşam mücadelelerine tanık oluyoruz.
Yeryüzünün hayat dolu çukurları olan göllerden geçimlerini sağlayan insanların mücadelelerine ve geleneklerine ortak olurken donmuş gölde balıkçılığın nasıl yapıldığına, göl ekosisteminde yapılan çeşitli toplayıcılıklara ve bir balıkçı ile leyleğin dostluğuna tanık oluyoruz. “Anadolu’da Yaşam” ile Anadolu’nun eşsiz coğrafyası ve insan hikayeleri TRT Belgesel’de bir araya geliyor. 00:00 Anadolu’da Yaşam Tanıtım 02:04 Donmuş Gölde Balıkçılık 11:36 Balıkçı ve Leyleğin Dostluğu 20:58 Sülük Toplayıcılığı 28:41 Tuz Toplayıcılığı 36:44 Saz Toplayıcılığı 46:12 Anadolu'da Yaşam Jenerik


20220721

Abakan-Abakhan / Sagay Türkleri


Abakan-Abakhan

Hakasya Abakan'da yaşayan Sagay Türklerinin bir boyu olan Aba'lar, adlarını Aba yani Ayı'dan alır. Söylenceye göre ormana giden bir kız Ayı tarafından kaçırılır ve bir oğlan çocuğu doğurur. Aba'ların Ata Hayvanı Ayıdır.

Hakas Türkleri Ayının adı tabu olduğu için ona Aba şeklinde hitap eder. Abakan adı buradan gelir. Türk masallarında da bu mitolojinin kırıntılarını görürüz. Bir ayının bir kızı kaçırdığı Türk kültüründe de ayının adı direkt söylenmez, Karaoğlan ya da Kocaoğlan denir. Aslında Aba kelimesi Şaman inancındaki Abası Ruhları, yani yeraltı ile bağlantılı Karanlık, Kara-Ruhlar ile ilişkilidir.Kara Şamanlara Abası Oyun, Ak Şamanlara Ayı Oyun adı verilir. Abası kötücül, Ayı Aydınlık anlamına gelir. "Ayı Ata" Şamanların ruhlarını da simgeler.

Nuray BİLGİLİ  @NurayBLGL1

https://twitter.com/NurayBLGL1/status/1550064423896760320

20220709

İstanbul’un Kurulması

İstanbul’un Kurulması

Constantinus, Licinius Licinianus karşısında kazandığı zafer, ona Doğuyu teslim edince, daha 324'te, dâhiyane bir kararla, Bizans'ı seçti. Hemen başlayan çalışmalar 336 yılına kadar sürdü ve çok sayıda işçi çalıştırıldı: toprak tesviyecisi olarak, bir hamlede, 40.000 Got işe alındı. Yeni kentin süslenmesi için, birçok büyük kent, sanat yapıtlarından, sütunlarındaki anıtlardan ya da heykellerinden yoksun bırakıldı.

İstanbul’un Constantinus tarafından “kurulmasından söz ederken, bu kurulma sözcüğünün anlamı üzerinde anlaşmaya varmak gerekir. Söz konusu olan, hiç de, yeni bir yerde kurulmuş yeni bir kent değildir. Bizans’daki bu eski Megara kolonisi, daha önce de, Marmara Denizi ile Haliç’in oluşturduğu geniş doğal limanın arasında yer alıyordu.

Bizans’ın refahı ve aynı zamanda, geçirdiği birbirinden değişik durumlar da, Boğazların oluşturduğu büyük ticari yol ile Avrupa’yla Asya’nın birleştiği yerde, ilkçağın buğday yolu üzerinde bulunan bu olağanüstü konumunun sonucu olmuştur. Ama Constantinus İmparatorluk’a ikinci bir başkent yapmak amacıyla seçtiğinde, burası henüz ancak büyükçe bir kasabaydı.

Constantinus’tan önce Roma dünyasının bir başkenti vardı: Roma; Constantinus’tan sonra ise, kurumsal olarak iki başkenti oldu: Roma ve Konstantinopolis. Ama aslında, gerilemeye terk edilmiş olan Roma karşısında, İstanbul her gün biraz daha büyüdü ve sırf imparatorun oturduğu yer olmasının yanı sıra idarenin de merkezi olması, burayı gerçek başkent durumuna getirdi. Constantinus’un saltanat döneminin en temel olayı budur ve bence bu olay, kaçınılmaz sonu öne almış olan, Hıristiyanlığın kabulünden çok daha önemlidir.

Daha ilkçağdan beri, Constantinus’un, paganlığın kalesi Roma’dan, halkın orada artık kendisini sevmediği kanısına vardığı için ayrıldığı söylenmiştir. Sözde Eusebios’un tanıklığına bakarak, Konstantinopolis’i Hıristiyan bir kent yapmak istediğine inanmanın da yanlış olacağı gibi, bu da yanlıştır. “Kentin kuruluşuna, pagan ayinler eşlik etti ve Constantinus, kentte kiliseler yaptırmasına karşılık, var olan tapınakları bıraktı (hatta pagan Zosimos’un bu konuda güvenilir sayılabilen tanıklığına göre yenilerini inşa ettirdi). Constantinus, aslında, stratejik, ekonomik, politik düşüncelerle hareket ediyordu. “Stratejik”: İmparatorluk üzerindeki en büyük tehlikeler Gotlarla Perslerden geliyordu.

Zaten kendisi Germania ve Illirya kavimleri karşısında tehlikede olan Roma, bu iki harekât alanından çok uzaktaydı. Ele geçirilmez kale İstanbul, aynı zamanda, kuzeyin ve doğunun Barbarlarına [Lat. ‘barbarus’ > Vjn “barbaros”, Grek olmayandan Fr. barbare – Eski Yunanlılar, Romalılar ve daha sonra Hıristiyanlara göre kendi kavimlerinin dışında kalan herkes (Meydan Larousse) – ç.n.] karşı tam bir kara ve deniz hareket üssüydü. “Ekonomik”: karışık zamanlarda Boğazlar yolunu serbest tutmak, Karadeniz kıyılarındaki ülkelerle Akdeniz, Avrupa’yla Asya arasında ticari mübadeleyi sürdürmeyi sağlamak zorunluluğu vardı. Ve nihayet, “politik”: İtalya’nın, daha 2. yüzyılda pek apaçık olan genel gerilemesi hızlanmıştı; eski ayrıcalıklarının içinde gururla donup kalmış olan Roma, ölü bir kentti; Yunan Doğu, zenginliği ve uygarlığıyla, İmparatorluk’un yaşayan kısmı olarak açıklıkla ortaya çıkıyordu.

Zaten Roma daha 3. yüzyılda fiili başkent olmaktan çıkmıştı. Dörtler erkinin dört hükümdarından hiçbirinin ikametgâhının Roma’da olmaması ve İtalya’da da, o dönemde, Milano’nun yerini almış olması, anlamlı değil midir? Ve yine, zaten Constantin’in kendisi de Roma’da değil, Trier’de, Sirmium (Mitrovica)’da (bugün eski Yugoslavya’da Stremska Mitrovica – ç.n.), Nikomedeia’da oturmuştur: bunların her biri, Batı ile Doğu arasındaki, Konstantinopolis’ten de geçen, ama artık İtalya üzerinden gitmeyen anayol üzerindeki menzillerdir.

Constantinus, Licinius Licinianus karşısında kazandığı zafer, ona Doğuyu teslim edince, daha 324’te, dâhiyane bir kararla, Bizans’ı seçti. Hemen başlayan çalışmalar 336 yılına kadar sürdü ve çok sayıda işçi çalıştırıldı: toprak tesviyecisi olarak, bir hamlede, 40.000 Got işe alındı. Yeni kentin süslenmesi için, birçok büyük kent, sanat yapıtlarından, sütunlarındaki anıtlardan ya da heykellerinden yoksun bırakıldı.

Romalı önemli kişileri çekebilmek için, onlara yepyeni saraylar bağışlandı; halkı çekebilmek için de, “annona” (yıllık üründen alınan aynî vergi – ç.n.), Roma’da işlediği tarzda ihdas edildi ve bedava buğday dağıtımlarına başlandı. Kentin sınırlarını Constantinus kendisi çizerek, eski Bizans’ın kapladığı alanı, bir anda, dört ya da beş kat büyütmüştü. Kentin başkent, olarak açılış töreni 11 Mayıs 330 günü yapıldı. Ondan sonra da artık, imparator Konstantinopolis’te oturmaya ve İmparatorluk Meclisi de bu kentte toplanmaya başladı. Constantinus’un kendi adını verdiği kent aynı zamanda, daha sonra taşıyacağı “yeni Roma” adıyla da anılır.

Roma gibi, Konstantinopolis de yedi tepeli ve dört bölgeli olacaktır. Kentin bir forumu, bir capitolium’u, bir senatosu vardı; hatta daha da fazlasıyla, üzerinde bulunduğu alan, “italik” toprak, yani taşra toprağı olmayan toprak; dolayısıyla, demek ki vergiden bağışık sayıldı. Roma, henüz ayrıcalıklarından hiçbirini yitirmiyordu, ama bu ayrıcalıklara! Tümü, Konstantinopolis asıl başkent olurken, Roma da, yalnızlık ve unutulmuşluk içinde, şanlı geçmişinin jestlerini yineleyip durmaya terk ediliyordu. “330 yılının sikkelerinde, her iki kent, imparatorluk harmanili, defne çelenkli ve başlıklı büstler biçiminde görülür. Ama imparatorluk asası Konstantinopolis’in elindedir” (L. Brehier).

Bu durumun sonuçları pek büyük oldu. Her şeyden önce, kaçınılmaz bir gerilemeye terk edilmiş gibi görünen Latin Batı ile Yunan Doğu arasındaki karşıtlık kendini ortaya koydu. Konstantinopolis’in kurulması, Doğu’nun Batı ve çok doğululaşmış bir Helenizm biçiminin Latinlik üzerindeki zaferinin belirtisidir.

Konstantinopolis’in kurulması, aynı zamanda, yeni bir uygarlığın çıkış noktası oldu. Bu uygarlık, “Bizans” uygarlığı adını hak ediyordu, çünkü o güne kadar, tarihte hiçbir kent, Konstantinopolis kadar kendine özgü ve sürekli bir etki yapmamıştı. İmparatorluk her yandan tehdide, saldırıya uğrayacak, istila edilecek, ama Konstantinopolis, bütün bunlara, on bir yüzyıl boyunca direnecekti. Ve Bizans uygarlığını oluşturan Yunan-Latin, Doğu ve Hıristiyan öğelerinin birleşmesi, Konstantinopolis’in surlarının koruması altında, bu kentin sarayları, manastırları ve işliklerinde gerçekleşecekti.

Ve nihayet, yıkılması kaçınılmaz ve yakın olan Roma Barbar seli altında yok olunca ne olacağı düşünülsün. Bu durumda, tıpkı Batı’da birkaç yüzyıl içinde yok olduğu gibi, ilkçağ uygarlığının tüm mirasınım da onunla birlikte yok olması tehlikesi vardı. Başka hiçbir kent, Antiokheia (Antakya) ya da İskenderiye ile bu klasik öğrenimi kabul edebilecek yetenekte değildi: zaten, Arap fethi de yakındı.

Konstantinopolis, kurulur kurulmaz, Yunan-Latin uygarlığından kalan ne varsa, tümünü, hemen kendine çekti. Bu kent, tüm tarihi boyunca, gücü, zenginliği ya da saygınlığı sayesinde ve sadece, Yunan dilini kullanmayı muhafaza etmiş olması sayesinde, bu mirası korudu. Constantinus’un en büyük övüncesi, belki de, İmparatorluk’un merkezinde gerçekleştirilen uygun bir yer değiştirmeyle, kurtarılabilecek olanı kurtarmış olmaktır.

Alıntıdır: Paul Lemerle, Bizans Tarihi


20220703

Türk Alp Erginlenme törenleri -Erlik Atı, Erlik Adı, Erlik Küpesi, Erlik Kemeri, Erlik Kılıcı.

Erlik Atı, Erlik Adı, Erlik Küpesi, Erlik Kemeri, Erlik Kılıcı

Türk Alp Erginlenme törenlerinin en önemli kavramlarıdır. 14 yaşına gelmiş genç ata mağarasında bir dizi inisiyasyon ritüeline tabi tutulur. O artık Er olma ve savaşma yaşına gelmiştir.

Kulakları delinerek tüm soy mitleri ve soy sırları kulağına fısıldanır, ve Erlik Küpesi takılır. Erlik Kemeri ve Erlik Kılıcı kuşandırılarak Kağan’a bağlılık yemini ettirilir. Yemin, kadeh içine doldurulan bir içki eşliğinde yapılır ve Alp Ant İçer.

Türklerde Göbek Adı, geçici ad anlamındadır.Nedeni ergene ileriki yaşamında kalıcı bir kahramanlık adı verilecek olmasıdır. Göbek adı göbek bağı kesilirken verilir. Er adı ise avda başarı gösterenlere verilir.Dede Korkut destanında Er Adı alan Boğaç,öncesinde bir boğa ile güreşir

Ardından gence bir de Er Atı verilir. Artık savaşmaya hazırdır. Tüm bu törenler ergeni savaşa hazırlayan geçiş ritüelleridir. Her birinde önemli bir eşik atlar.

Nuray BİLGİLİ

@NurayBLGL1


20220702

Atatürk'ün Arap kahramanı! İngilizler teslim edilmesini istedi!

Atatürk'ün Arap kahramanı! İngilizler teslim edilmesini istedi!

Aydınlık

İngiliz casusu Lawrance'ın 'Irak Krallığı' teklifini reddeden ve Osmanlı ordusunun koruyuculuğunu yapan Uceymi Sadun Paşa'nın Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü neydi? İngiliz casus Lawrance için ne dedi? Cumhuriyet ilân edilince ne yaptı? İşte Sadun Paşa'nın emperyalizmle mücadelesinin hikayesi...

İngiltere kışkırtmasıyla Osmanlı'ya karşı ihanet içerisinde olan aşiretler varsa da, Türklere ihaneti aklının ucundan bile geçirmeyen vefalı insanlar da vardı.

İngiliz casusu Lawrance, Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah aracılığıyla Sadun Paşa'ya Türklere yardımı bırakması ve diğer aşiret liderleri için Türklere saldırması için teklif götürdü.

Karşılığında 'Irak Krallığı' teklif etti.

'O HAİN ELİME GEÇMESİN'

Sadun Paşa'nın cevabı çok sert oldu: 

O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir. Fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün böyle bir teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım.

 Uceymi Sadun Paşa’nın vefası, Osmanlı devlet yöneticileri tarafından hayranlıkla izleniyordu. Sultan Mehmed Reşad kendisine Osmanlı nişanı verdi. 


Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/ataturkun-arap-kahramani-sadun-pasayi-ingilizler-neden-istedi-uceymi-sadun-pasa-kimdir-324579



20220701

İşlemelerde Avrupa'da o yıllarda moda olan Türk etkisi

Puşkin'in torunu Kontes Sofia'nın tacı. İşlemelerde Avrupa'da o yıllarda moda olan Türk etkisi görülüyor