20231030

📖 Atatürk’ün stratejik vasiyeti

Atatürk’ün vasiyeti·    

Doğu Perinçek, Aydınlık, Rota, 10 Kasım 2020

Atatürk, arkadaşlarına şöyle diyordu: Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyeceksiniz. Sovyet dostluğundan ayrılmayacaksınız.·    

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile dostluk, devrimi sürdürmenin güvencesiymiş, bu stratejik gerçeği devletçe öğrendik. İşte Atatürk’ün stratejik dehası, bu tehlikeyi yaşanmadan önce görmesidir.·    

1945 sonrası süreçte Türkiye’yi Atlantik istemine bağlayanlar, vasiyeti yerine getirmeyen öncülerin içinden çıktı. İktidar ve muhalefetiyle Batıya bağlandık.·    

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Eylül 2020 günü Birleşmiş Milletler kürsüsünden, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimi”ni bütün dünya ülkelerine ilan etti. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin 1945’ten beri devam eden 75 yıllık Atlantik dönemine noktayı koydu.·    

Atatürk’ün 1937 yılındaki vasiyetini 77 yıl sonra 2014 yılında yerine getiren bir sürece girdik.·    

....

Atatürk, 1937 yılında Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve arkadaşı Kılıç Ali ile görüşüyor. Onlara dünyanın büyük bir savaşın eşiğinde olduğunu anlatıyor. O koşullarda Sovyetler Birliği’yle dayanışmaya stratejik bir önem veriyor ve arkadaşlarına Sovyet dostluğundan ayrılmamalarını vasiyet ediyor.

ATATÜRK’ÜN YAKIN ARKADAŞLARINA EMANET ETTİĞİ STRATEJİK VASİYETİ

Atatürk, arkadaşlarına şöyle diyordu:

“Sovyetler Birliği’ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.”

Görüşmede bulunan üç devlet adamı da bu vasiyeti doğrulamışlardır.[1]

Atatürk, bu görüşme dışında Kılıç Ali’ye yine benzer şeyler söylüyordu:

“Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur, Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere’yle bir anlaşmanın faydası olur.”[2]

Yine Atatürk, Dolmabahçe’deki veda görüşmesinde İsmet İnönü’ye Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir.[3]

Büyük Devrimci Önder, Dolmabahçe Sarayı’nda bir başka veda görüşmesini Ali Fuat Cebesoy’la yapar. Harbiye’den sınıf arkadaşı ve silah arkadaşıyla bu son görüşmesinde dünya savaşı tehlikesine dikkat çekerek Sovyet dostluğunun önemini vurgular:

“Fuat Paşa, pek yakında İkinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Avrupa’da birkaç maceraperest Almanya ve İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet hükümeti, acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve muvazenesi kâmilen değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür.”[4]

ALTIN VASİYET

Atatürk’ün altın vasiyetidir bu: Batı sistemine bağlanmayacaksınız!

Atatürk, o tarihsel koşullarda, bağımsız kalmanın devrimi sürdürmenin güvencesini Sovyet dostluğunda görüyor. Çünkü o tarihte Sovyetler Birliği’yle dayanışma, basit bir dış siyaset tercihi değil, devrimin kaderini belirleyen bir mevzilenmeydi. Türk Devrimi, zamanın dünya dengelerinde emperyalizmin denetimi altına düşmemek için Sovyet Devrimiyle el ele yürümek zorundaydı.

ATLANTİK DERSLERİ

Atatürk’ün tarihsel vasiyetinin ne kadar kritik olduğu tecrübeyle anlaşılmıştır. Türkiye, 1945 yılından sonra Atlantik sistemine bağlanınca Kemalist Devrimin kazanımlarının aşındığı bir sürece girildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile dostluk, devrimi sürdürmenin güvencesiymiş, bu stratejik gerçeği devletçe öğrendik. İşte Atatürk’ün stratejik dehası, bu tehlikeyi yaşanmadan önce görmesidir.

Hayat kanıtlamıştır: İçinde bulunduğumuz çağda, Asyalı olmak ya da Asya devrimleriyle dayanışma, Türkiye’nin emperyalizme karşı başıdik yaşaması ve çağdaşlaşma yolunda ilerlemesi için bir yaşam sorunudur.

DEVRİMİN ÖNCÜSÜNÜN İÇİNDEN ÇIKAN ATLANTİK ROTASI

Bir devrim yapmışız ve Atatürk’ün ölümünden yedi yıl sonra başlayan süreçte ülke denetimi 

A B D emperyalizminin eline geçiyor! Nasıl oldu da Atatürk’ün kurduğu ve yönettiği CHP’nin içinden itiraz yükselmedi?  Devrimin öncüsü olan Parti, devrimden vazgeçilmesini niçin bu kadar kolay kabullendi? 1945 sonrasında “Küçük Amerika olacağız” hedefini ilk açıklayan CHP yönetimidir. O Atlantikçi formülü İsmet İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim ilan etmişti.

DP yönetimi de CHP’nin içinden çıktı. Celal Bayar, İttihat Terakki döneminden beri devrimci kadronun içindedir. İstiklâl Savaşının Galip Hoca’sıdır. İstiklâl Savaşından sonra Cumhuriyet Hükümetlerinde önemli görevler üstlenmiştir. Atatürk’ün son başbakanıydı. Demokrat Parti’nin diğer kurucuları Adnan Menderes ve Refik Koraltan, Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Müdafaa-i Hukuk-CHP örgütlenmesi içinde yer almışlar, milletvekilliği yapmışlardır. Her ikisi de İstiklâl Savaşı madalyalıdır. Diğer kurucu Fuat Köprülü, Cumhuriyet Devriminin önde gelen tarihçi ve düşünürlerindendi.Türkiye, Atlantik sistemine CHP hükümeti döneminde iktidar ve muhalefetiyle bağlandı. 1950’de DP’nin iktidara gelmesinden sonra yaşananlar da, sistemin iktidarı ile muhalefeti arasındaki uyuma işaret eder. CHP muhalefeti, Atlantik sisteminin muhalifi değildi, DP iktidarının muhalifi idi.1945 olayından şu tarihî dersi çıkarabiliriz: Devrimin öncüsü olan CHP’nin 1931 ve 1935 programlarında “Arasız devrimlerin” önündeki aşamaları tanımlayan azamî hedef konmamıştı. Millî Demokratik Devrimin arkasından kesintisiz olarak hangi devrim süreçlerine ilerleneceği konusunda bir bilinç yaratılmamış ve görev tanımı yapılmamıştı.  “Sınıfsız toplum”, “Yurtta barış cihanda barış” gibi azamî programla ilgili ülküler, Atatürk ve birkaç arkadaşının konuşmalarında ve yazılarında kalmıştı, Partinin programına dönüştürülmemişti. Kemalist Devrim önderliği, devrimin korunmasına odaklanmıştı ama devrimin kesintisiz olarak sürdürülmesi bilincini devrimin öncülerine vermemişti. “

ARASIZ DEVRİMLER” MİRASININ YOL GÖSTERİCİLİĞİ

Atatürk’ün “Arasız devrimler” mirası, bugünkü süreçte de yol göstericidir. Kemalist Devrimi tamamlama programını önüne koyan Vatan Partisi, tarihsel tecrübeyi değerlendirerek yakın amaç ile uzak amaç arasındaki kesintisiz bağlantıyı şöyle tanımlamıştır:        “Vatan Partisi, Türkiyemizin bugün Asya’dan yükselen çağdaş ve toplumcu uygarlığın önündeki seçkin yerini alması için, artık mafyalaşan         kapitalizmin her tür sömürü ve baskısını arasız devrimlerle ortadan    kaldırmayı ve imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum kurmayı hedefler.”[5]

DEVRİM YAPMAZSAK KARŞI DEVRİM YAPARLAR

Atatürk Devrimin en birikimli düşünürü olan Yusuf Akçura, Şeyh Sait Ayaklanmasının yaşandığı yıllarda, “İhtilal yapmazsak Avrupa bizi imha edecek” diyordu. 1925 yılının Haziran ayında İstanbul Darülfünunu’nda verdiği o tarihsel konferansta, devrimin iç cephedeki görevini tanımlıyordu. Emperyalizmin ve halife sultanlığın dayanağı olan “feodal rejim, feodal sistem, feodal hukuk, yalnız hukuken değil fiilen kaldırılmalı ve sökülüp atılmalıydı.”[6]

Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki emperyalist işbirlikçisi gerici ayaklanma dönemlerinde hazırlanan devlet raporları, devrim ile karşıdevrim arasındaki hesaplaşmaya dikkat çekti. Örneğin Naşit Hakkı Uluğ’un “Dersim sistemi böyle yıkılır mı” sorusuyla noktaladığı rapor, aynı zamanda bir edebiyat şaheseridir.[7] Bu raporlarda karşıdevrimin Cumhuriyete karşı kılıcını çektiği vurgulanır. Cumhuriyet de kılıcını çekmez ve karşıdevrimin hesabını görmezse sonuçları ağır olacaktır.   

İşte Atatürk, bu ortamlarda 1927 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası 2. Büyük Kongresi’nde, 15-20 Ekim günlerinde Büyük Nutkunu okudu. Nutuk, baştan sona karşıdevrimle hesaplaşma beyannamesiydi. Atatürk, bütün büyük devrimciler gibi, karşı güçlerin devrimin öncüleri arasında mevzilenmesini en büyük tehdit olarak görüyordu. İç cephenin öncüler safında sağlam tutulması belirleyici önemdeydi. Nutuk’un özü budur.[8]

    CHP’nin 1935 yılı Mayıs ayında toplanan 4. Büyük Kurultayında karşıdevrimin toplumsal ve ekonomik temelini oluşturan toprak ağalığının üzerine gidilmesi kararı alınır. Tarım Reformu artık Parti Programındadır. Atatürk, bu kurultayda “arasız devrimler” vurgusu yaptı.

1937 yılı Şubat ayında Altı Ok Anayasanın ikinci maddesine yazıldı: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”

2014 SONRASINDA ATLANTİK ZİNCİRİNİN KIRILMASI

Türkiye, 2014 baharından sonra Atatürk’ün vasiyetini yeniden keşfetme sürecine girmiştir.

.....

ATATÜRK’ÜN RUSYA DOSTLUĞU VASİYETİNİN 21. YÜZYILDA KEŞFEDİLMESİ

Atlantik sisteminin dışına çıktığımız 2014 sonrası süreçte, Atatürk’ün Rusya’yla dostluk vasiyetini keşfetmiş olduk. Türkiye, ABD ve İsrail’in sözde “Kürdistan” aslında İkinci İsrail girişimine karşı koyarken, zorunlu olarak Rusya, İran, Irak, Suriye ve Çin dostluğuyla tanıştı.

Ekonomik düzlemde yine benzer bir süreç yaşadık.  Türkiye, Atlantik sisteminin dayattığı borç batağından çıkma mücadelesinde, Asya ekonomileriyle ilişkiler geliştirdi. Daha 2020 yılı öncesinde ilk iki ticaret ortağımız Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti olmuştu. Atlantik sistemi Türkiye için borç batağına saplanmaktan, işsizlikten, iflaslardan ve ekonomik çıkmazdan başka bir anlam taşımıyordu. Bu koşullarda Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 13 Ağustos 2020 günü yaptığı açıklamada, sıcak parayla çarkı çevirmenin artık sürdürülemez hale geldiğini belirtti ve Üretim ve İstihdam Odaklı Ekonomiye geçme kararını ilan etti. Devlet girişimi özel sektörün önünde “sürükleyici” bir işlev görecekti.

TÜRKİYE’NİN YENİDEN ASYA GİRİŞİMİ

2014 yılında fiilen başlayan Asya mevzisine yerleşme sürecinin adı 2019 yılında kondu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 6 Ağustos 2019, 4 Şubat 2020 ve 24 Haziran 2020 tarihli toplantılarda, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimini” duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, 22 Eylül 2020 günü Birleşmiş Milletler kürsüsünden, “Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya kaydığı” gerçeğini vurguladıktan sonra, Türkiye’nin “Yeniden Asya Girişimi”ni bütün dünya ülkelerine ilan etti ve bu girişimin uluslararası ilişkilerimize “yeni bir dinamizm kazandıracağını” belirtti. Türkiye Cumhurbaşkanı, bu bildirisiyle Türkiye’nin 1945’ten beri devam eden 75 yıllık Atlantik dönemine noktayı koydu ve ülkemizin Asya’daki tarihî konumlanmasını bütün insanlığa bildirdi.

Atatürk’ün 1937 yılındaki vasiyetini 77 yıl sonra 2014 yılında yerine getiren bir sürece girdik.

TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR

Türkiye’nin Asya’da konumlanması, stratejik bir mevzilenmedir.

Bu konumlanma, Atlantik emperyalizmine karşı bağımsızlık ve üretim mevzisine girme anlamını taşıyor.

Türkiye, Atlantik sistemi içindeki büyük tecrübelerden sonra Atatürk devrimini tamamlayacağı Asya iklimine yerleşmektedir.

.....

.....

[1]         Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, 2. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2010, s.149 vd, 169 vd, 183 vd; yine Tevfik Rüştü Aras’tan akt. Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi IV, 3. basım, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1978, s.1490. Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras’ı kaynak göstererek Atatürk’ün ölüm yatağındaki vasiyetini doğrular. Bkz. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950, Yaylacılık Matbaası, İstanbul, 1968, s.217. Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri-Sovyet Arşiv Belgeleriyle, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2014, s.234 vd.

[2]         Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, 5. basım, Scala Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 1999, s.385’ten akt. Mehmet Perinçek, age, s.235.

[3]         İ. Andronov, “Soratniki Atatürka”, Novoe Vremya, 15 Eylül 1967’den akt. Mehmet Perinçek, age, s.235.

[4]         Ali Fuat Cebesoy, Siyasî Hatıralar II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, s.266 vd.

[5] Vatan Partisi Tüzüğü’nün 2. Madde 2. Fıkrası.

[6] Yusuf Akçura, “Çağdaş Türk Devleti ve Aydınlara Düşen Vazife” Türk Devriminin Programı, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2017, s.26. Akçura’nın devrimin öncü müfrezesi içinde yer alan aydınlara ve gençlere verdiği bu konferans, Kemalist Devrimin özünü ve görevlerini anlatan en önemli metinlerden biridir.

[7] Kemalist Yönetimin Şark Raporları için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-7 Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, 5. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2010, s.54 vd.

[8] Nutuk’un aslına uygun doğru basımını Şule Perinçek yönetimindeki Atatürk’ün Bütün Eserleri yayınladı. Bu yayın için Nutuk’un bütün basımları karşılaştırıldı ve eski Türkçe metinler yeniden doğru okundu, sonradan yapılan müdahaleler temizlendi. Bkz. Nutuk, Kaynak Yayınları, İstanbul.Doğu Perinçek

Alıntı/Kaynak: Aydınlık Gazetesi

Doğu Perinçek, Aydınlık Gündem 10 Kasım 2020, Salı

📖 🇹🇷Türkiye’nin Atatürk dönemindeki dış politikası

Kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının şu ana hedeflere yöneldiğini söyleyebiliriz: 1.Millî bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin korunması; 2. Yapılan barışın devamlı kılınması; 3. Hayat tarzımızda ve yönetim şeklimizde çağdaşlaşmanın sağlanması

Türkiye’nin Atatürk dönemindeki dış politikası

Bolşevik Rusya Misak-ı Millî’yi tanıyan ilk Devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.

Tugay Uluçevik / Emekli Büyükelçi

“Atatürk dönemi” 19 Mayıs 1919’dan 10 Kasım 1938’e kadar uzanan 19 yılı kapsamaktadır. Atatürk döneminde uygulanan dış politika konusunu üç ayrı devrede irdelemek mümkündür: 

  • Birinci devre, Millî Mücadele yıllarında dış politika.
  • İkincisi, Lozan Konferansı devresi. 
  • Üçüncüsü de Türkiye Cumhuriyeti yılları. Millî Mücadelemiz, sadece askerî alanda, askerî cephede belirli düşmanlara karşı cereyan etmiş değildir. Mücadelemizin amacı ve nihai hedefi hakkında o yıllarda içte ve dışta başlayan yanıltıcı, baltalayıcı propaganda karşısında milletlerarası topluma gerçeklerin anlatılması; mücadelemize siyasî ve maddî destek sağlanması ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bunun için de dış siyaset ve diplomasi cephesinde de kararlı bir mücadele verilmiştir.

MİLLÎ MENFAATLERİ ESAS ALAN ALDI

Millî Mücadele yıllarındaki ve sonrasındaki Atatürk’ün dış politikasının en başta gelen ayırıcı niteliği (eski dilde “fârik vasfı”) “millî” olmasıdır.

Atatürk’ün dış politikasının bir diğer ayırıcı niteliği de “barışçı” olmasıdır.

Millî Mücadelemizin başlamasıyla birlikte izlenen ve kurucu irade tarafından Türkiye Cumhuriyeti için de belirlenen dış politika, tarih bilinci içinde hedefi açık olarak belli, akılcı, gerçekçi, dengeli, devletler arasında egemen eşitlik ve “ahde vefa” ilkesine saygılı; güvenilir, öngörülebilir, inandırıcı, diyaloga açık ve “barışa” yönelik olmuştur.

Atatürk’ün dış politika anlayışında ve uygulanmasında iç siyaset kaygılarına, güdülerine, hesapsız hamasete, meydan okumalara ve maceracılığa yer verilmemiştir.

Dış politikamız siyasî, tarihî, dinî vs. dogmalardan, ön yargılardan, saplantılardan arındırılmış ve tarih bilincine sahip olarak sadece millî menfaatlerimize uygun hedeflere yöneltilmiştir.

Atatürk’ün Millî Mücadele döneminden itibaren dış politika uygulamalarında hassasiyetle gözettiği temel ilkeler arasında “eşitlik” başta gelmiştir.

Milletimize ve Devletimize uluslararası camiada eşitlik esasına göre kayıtsız ve şartsız egemenliğini ve bağımsızlığını kazandırmak O’nun için tutku ve ülkü olmuştur.

Sahip olduğu emsalsiz önderlik vasıflarına, askerî dehasına ve şahsî karizmasına rağmen Atatürk, Millî Mücadelemize kendi kişisel iradesini değil, Millet’in iradesini hâkim kılmıştır.

İstiklâl Savaşımız, TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Antlaşması ile taçlanmıştır.

GERÇEKÇİ DIŞ POLİTİKA: TÜRK-RUS YAKINLAŞMASI

Atatürk’ün dış politikada tarihî ve ideolojik saplantılara yer vermeyen, sadece millî çıkarları en başta gözeten gerçekçi uygulamasının en somut örneklerinden biri, Millî Mücadelemiz sırasında Bolşeviklerle, yani Sovyetler Birliği ile sağladığı yakınlaşma ve elde ettiği, siyasî, malî ve silâh, cephane ve askerî malzeme destek ve yardımları olmuştur.

Bellidir ki, Atatürk Millî Mücadele’nin hedefine ulaşabilmesi için sahada kazanılacak askerî zaferler kadar, bu zaferleri kolaylaştıracak hesaplı bir gerçekçi diplomasinin uygulanmasına da ihtiyaç olduğunu görmüştür. Bu ihtiyacın farkındalığı içinde tarihî ve ideolojik kaygı ve saplantılardan tecerrüt ederek uluslararası konjonktürün ortaya koyduğu fırsatlardan yararlanma dirayetini göstermiştir. Atatürk’ün Millî Mücadele’yi başlattıktan sonra Sovyetler Birliği ile gerçekleştirdiği yakınlaşma ve yaptığı anlaşma bu gerçeğin tarihî nitelikteki en somut örneğidir.

Gümrü Antlaşması TBMM Hükûmeti’nin akdettiği ilk anlaşma olarak tarihe geçmiştir.

Bu Andlaşma’nın asıl önemi, Andlaşma’nın 10. Maddesinde Ermenistan’ın Sèvres Andlaşması’nın açıkça “yok hükmünde” kabul etmiş olmasıdır.

16 Mart 1921’de “TBMM Hükûmeti” ile “Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Hükûmeti” arasında çeşitli kaynaklarda “Kardeşlik Antlaşması” olarak da adlandırılan “Moskova Antlaşması’nı” imza etmiştir. Andlaşma’nın Dibacesi’nde “halkların kendi kaderini tayin etme” ilkesi ve iki taraf arasında “emperyalizme karşı mücadele dayanışmasının” varlığı vurgulanmıştır.

Bu Antlaşma ile Bolşevik Rusya Misak-ı Millî’yi tanıyan ilk Devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.

Türkiye ile Rusya arasındaki bugünkü sınır o zaman belirlenmiştir.

İki taraf arasında akdedilmiş olan eski antlaşmalar iptal edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya’ya karşı üstlendiği malî yükler silinmiş, kapitülasyonlar kaldırılmıştır.

Moskova Andlaşması’nın en önemli sonuçlarından biri de Türkiye’nin Türk Dünyası’na açılan kapısı mahiyetindeki Türk yurdu Nahçıvan’ın statüsü hakkında olmuştur.

Moskova Antlaşması ile doğu sınırlarını emniyet altına alan TBMM Hükûmeti Batı Cephesi’ndeki ordularının gücünü kuvvetlendirme imkânı bulmuştur. Bu imkân Yunan kuvvetlerine karşı nihai zafer elde etmemize katkı yapmıştır.

1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında “Sadabat Paktı” olarak tarihe geçen bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştır. Böylece, Doğu’da bir güvenlik sistemi kurmuştur.

LOZAN DÖNEMİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Atatürk, 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’da başlattığı kurtuluş, millî bağımsızlık ve egemenlik mücadelesini 9 Eylül 1922 Cumartesi günü Ordumuzun İzmir’e girmesiyle kesin askerî zaferle sonuçlandırmıştır. Bu kesin sonucu getiren de O’nun verdiği emirle 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü şafakla başlayan Büyük Taarruzun 30 Ağustos Çarşamba günü Büyük Zaferle sonuçlanması olmuştur.

İşte bu kesin Zafer üzerine Vatanımızı işgal etmiş bulunan İtilâf Devletleri Ankara Hükümeti’ne mütareke teklif etmişlerdir. Ankara Hükûmetiyle 11 Ekim 1922’de imzalan Mütareke ile Osmanlı İmparatorluğu siyaseten ve hukuken sona ermiştir.

Mudanya Mütarekesi müzakereleri sırasında teati edilen notalarla arış görüşmeleri için Lozan’da bir Konferans toplanmasına karar verilmiştir.

Atatürk’ün emsalsiz önderliğinde kazandığımız İstiklâl Savaşımız, TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Antlaşması ile taçlanmıştır.

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye’nin, mutlak bağımsız ve egemen bir devlet ve milletlerarası camianın hukuken eşit bir üyesi olarak doğduğunu tescil eden belgedir.

TBMM’nin 29 Ekim 1923 günü “Türkiye Cumhuriyeti” olarak ilân ettiği Devletimizin tapu senedi mahiyetindedir.

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının başlıca şu ana hedeflere yöneldiğini söyleyebiliriz:

1. Millî bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin korunması;

2. Yapılan barışın devamlı kılınması;

3. Hayat tarzımızda ve yönetim şeklimizde çağdaşlaşmanın sağlanması.

Türkiye’nin ABD ile Lozan’da imzaladığı Antlaşma’nın onay için ABD Kongresi’nde oylanması üç buçuk yıl almıştır. 18 Ocak 1927 günü ABD Senatosu’nda yapılan oylamada Antlaşma’nın onaylanması, gerekli üçte iki çoğunluk- 6 oy eksiğiyle – sağlanamadığı için, reddedilmiştir.

Bu durumda Türkiye ve ABD, diplomatik ilişki kurabilmesi için ABD Kongresi’nden onay almayı gerektirmeyen yönteme başvurmuşlardır. Nota teatisi yoluyla 17 Şubat 1927 tarihinde bir “modus vivendi” yapmışlardır. Böylece iki Devlet arasında diplomatik münasebet kurulmuştur. Aynı yıl içinde karşılıklı Büyükelçi teati edilmiş ve büyükelçiler görevlerine başlamışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki en önemli diplomatik gelişmelerden biri de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında 17 Aralık 1925 tarihinde Paris’te imzalanan “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasıdır.”

Bu Antlaşma’nın Batı Avrupa’nın büyük güçlerine karşı bir tepki Antlaşması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü, Avrupalılar, Türkiye’ye başlangıçta çeşitli sorunlar çıkarmışlardır. Bunlarda en önemlisi Musul meselesidir. Diğeri de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak İstanbul’un kalması için yaptıkları baskı ve diplomatik boykot hareketleridir.

Türk-Rus Antlaşması’na göre, taraflardan biri saldırıya uğrarsa, diğeri tarafsızlığını koruyacak; her iki taraf, diğer devletlerle, birbiri aleyhine bir ittifak ya da siyasi içerikli bir anlaşma yapmayacak ve diğer devletlerle imzacı ülkelerden birine karşı girişilmiş düşmanca bir eyleme katılmayacaktı.

Üç yıl için geçerli olan antlaşma, sonraki yıllarda (1929 ve 1931) imzalanan protokollerle sürdürülmüştür. 7 Kasım 1935'te on yıl süreyle son kez uzatılmıştır. Ancak II. Dünya Savaşı'nda SSCB, 19 Mart 1945'te Türkiye'ye bir nota vererek, 7 Kasım 1945'te süresi bitecek olan antlaşmanın bu tarihten sonra geçersiz olacağını bildirmiştir.

SOMUT SONUÇLAR

Briand-Kellogg Paktı: Türkiye, 1928 yılında ABD Dışişleri Bakanı Frank B. Kellogg ile Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand öncülüğünde imzalanan ve temel ilkeleri, “savaşın millî politika vasıta olarak kullanılmasının yasaklanması” ve “devletler arasındaki ihtilâfların savaş ile değil barışçı yollardan halledilmesi” olan Briand – Kellogg Paktı’na 1929 yılında katılmıştır.

Paktı imzalayan diğer devletler şunlardır: ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Polonya, Belçika, Çekoslovakya, Japonya ve Sovyetler Birliği.

Balkan Antantı: Türkiye, Balkan Devletleriyle ikili dostluk ve tarafsızlık anlaşmaları imzalamıştır.

9 Şubat 1934’te de Türkiye’nin inisiyatifi neticesinde Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında “Balkan Antantı” olarak bilinen Pakt kurumuştur.

- Sadabat Paktı: 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında “Sadabat Paktı” olarak tarihe geçen bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştır. Böylece, Türkiye önce Batı’da, sonra Doğu’da bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli olan bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştir. 

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam) üye olması. 

Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi

Hatay’ın Türkiye’ye katılması. Vatanımızın kurtarıcısı ve Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ü sevgi, saygı, şükran, minnet ve bağlılık duygularımla rahmetle anıyorum.

Devletimizin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun şerefli 100’üncü yıldönümü, Cumhuriyet Bayramımız milletimize kutlu ve mutlu olsun.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 2’nci yüzyılı hayırlı, uğurlu ve üstün başarılı olsun!

Kaynak:https://www.aydinlik.com.tr/haber/turkiyenin-ataturk-donemindeki-dis-politikasi-429872

📖 Genç subay Mustafa Kemal’in 17 yıldır aklında cumhuriyet vardı

Bülent Sarıoğlu

Asırlık Cumhuriyet çınarı, bir fidan olarak Anadolu toprağına dikilmeden önce, en az 17 yıl boyunca genç devrimci Mustafa Kemal’in düşüncelerinde şekillendi.

Henüz 25 yaşında genç bir subayken, millet hâkimiyetine dayalı bir Cumhuriyet kurma fikrini, 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’e dile getirmişti...

“EFENDİLER YARIN CUMHURİYET’İ İLAN EDECEĞİZ”

Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde hükümet krizini görüştüğü İsmet Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Kazım Paşa, Fethi Bey, Fuat Bey ve Ruşen Eşref Bey’e tarihi kararını böyle açıkladı. Mustafa Kemal, bu tarihten 47 gün önce de bu iradesini ortaya koymuştu. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde 11 Eylül 1923’te tuttuğu notlar şöyleydi: “TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın odasında cereyan eden olaylar. Gazi’nin sözü hangi konu üzerine getirmek istediği belli idi. Yunus Nadi: Bunu en kuvvetli zamanımızda yapmalıyız. Gazi -kalemini masaya vurarak-:‘En kuvvetli zamanımız bugündür’ dedi.”

İLK 1906’DA SÖYLEDİ

Tarihi sürece bakıldığında, Türklerin yeni devleti için cumhuriyet rejimi bir emrivaki değildi. Asırlık Cumhuriyet çınarı, bir fidan olarak Anadolu toprağına dikilmeden önce en az 17 yıl boyunca genç devrimci Mustafa Kemal’in düşüncelerinde şekillendi. Mustafa Kemal, henüz 25 yaşında genç bir subay iken, millet hâkimiyetine dayalı yeni bir rejim kurma fikrini arkadaşlarına açmıştı. Yazar Münir Hayri Egeli, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet ve İnkılap düşüncesini 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’le yaptığı sohbette dile getirdiğini yazıyor:

NEDEN İLLÂ BİR PADİŞAH!

“Şam’da saltanata bağlılık şenlikleri düzenlenirken yakın arkadaşı Halil Bey’le bu şenliklerin gereksizliği üzerine konuşuyorlardı. Mustafa Kemal, padişah düşüncesine saplanılmamasını, cumhuriyetin kurulabileceğini belirtmiştir.” O diyalogu Mazhar Müfid Kansu Halil Bey’in dilinden şu şekilde anlatır: “Ya culus-u hümâyun veya veladet-i hümâyun şenlikleri yapılıyordu. Mustafa Kemal ile donanmayı seyretmeye çıkmıştık. Birden kolumu tuttu: ‘Halil’ dedi, ‘Bir millet kendi kurtuluşu için şenlik yapabilir. Kendisine pek büyük hizmetler etmiş olan bir adam için de şenlik yapabilir diyelim. Fakat hanedan-ı Âli Osmân içinde kazara bazıları bu memlekete hizmet etti diye, onun nesline neden donanma yapılsın?’ Bu kadar sıkı takip altında etrafımızda zaptiyeler dolaşırken bu kadar cesur konuşmaktan ürkmüştüm. Ben, ‘Peki memleketi nasıl idare edeceğiz? Giderse gene padişah lazım’ diyecek oldum, fena halde kızdı: ‘Neden mutlaka padişah fikrine saplanıyorsun Halil!’ diye bağırdı. ‘Cumhuriyet yaparız.’ Ben hemen elimi ağzına kapadım.”

İNGİLİZ İSTİHBARATI GÖRDÜ

- Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’in henüz Erzurum Kongresi açılmadan, zamanı gelince hükümetin şeklinin cumhuriyet olacağını kendisine söylediğini, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde anlattı. Sivas Kongresi’nden sonra İngiliz Amirali Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği raporda, Türkiye’deki gelişmelerin bir cumhuriyete doğru yöneldiğini yazmıştı. İngiltere’nin 14-21 Kasım 1919 tarihli İstanbul’daki istihbarat teşkilatının haftalık raporu, kararları beğenmezlerse Anadolu’daki milliyetçilerin cumhuriyeti ilan edeceğini bildiriyordu. Nitekim Mustafa Kemal, 1 Kasım 1922’de, Büyük Millet Meclisi’nde saltanatın kaldırılması görüşmelerinde sürecin cumhuriyete doğru gittiğini işaret etmişti: 

“Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurmuştur. Yeni Türk devleti, ‘eşhas (kişiler) devleti’ değil, ‘halk devleti’dir. Milli egemenlik bütün kişisel yönetimlere karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde tacidar (taç sahibi) yoktur, diktatör yoktur ve olmayacaktır. Devletin başında tek bir kuvvet vardır, o da milli egemenliktir.”

*Atatürk Araştırma Merkezi’nin Cumhuriyet Sempozyumu yayınlarından derlenmiştir.

Alıntı: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/genc-subay-mustafa-kemalin-17-yildir-aklinda-cumhuriyet-vardi-42352613

20231029

Türkiye, Cumhuriyet'in 100. yılında nadir toprak elementlerini işlemeye başladı


Beylikova Florit, Barit ve Nadir Toprak Elementleri Pilot Tesisi Nisan'da açıldı
• 7 nadir toprak elementinin üretimine odaklanılacak
• Yıllık 1200 ton cevher işlenecek

Ekonominin her alanında ve özellikle enerjide dışa bağımlılığı azaltmaya yönelik yürütülen çalışmalar kapsamında Türkiye, kuruluşunun 100. yılında nadir toprak elementlerini işlemeye başladı.

Duygu Alhan, Başak Erkalan  |

27.10.2023 Ankara

Anadolu Ajansının (AA) Cumhuriyet'in 100. yıl dönümü nedeniyle hazırladığı dosya haberler kapsamındaki bu haberde, ülkenin bir asırlık tarihinde yer alan önemli madencilik atılımları ve gelişmeleri anlatıldı.

AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, teknolojinin gelişmesine paralel nadir toprak elementi piyasasında her geçen gün artan talebin karşılanması amacıyla nisanda açılışı yapılan Beylikova Florit, Barit ve Nadir Toprak Elementleri Pilot Tesisi ile Türkiye, yıllık 1200 ton cevher işleyerek ekonomiye kazandırmayı hedefliyor.

Rezerv büyüklüğü bakımından 800 milyon tonluk rezervle dünyada ilk sırada yer alan Çin'deki Bayan Obo sahasından sonra 694 milyon ton nadir toprak elementi rezerviyle ikinci sırada Eskişehir'in Beylikova ilçesindeki nadir toprak elementi maden sahası yer alıyor.


Varlığı 1950'lere dayanan saha, 2011-2017 yıllarında yapılan çalışmalar sonucunda 4 milyon dolarlık yatırımla ve yıllık 1200 ton üretim kapasitesiyle Cumhuriyet'in 100. yılında işletmeye alındı.

Tesiste, ilk etapta 7 nadir toprak elementinin üretimine odaklanılacak ve ilk defa bu elementlerin de oksitleri üretilecek.

Elde edilecek florit, barit, lantan, seryum, praseodimyum, samaryum, gadolinyum, evropiyum, neodimyum gibi nadir elementler ve diğer 17 nadir toprak elementi de tesiste üretime konu olabilecek.

Tıpkı uranyum gibi bir nükleer yakıt ham maddesi olan toryum elementi de söz konusu tesiste işlenecek.

Tesiste işlenerek elde edilecek elementler, yüksek teknoloji ürünlerinde kullanılan yeşil enerji dönüşümünde, savunma sanayisinde, lazer güdüm sistemlerinde ve her türlü elektronik donanımda kullanılıyor. Ayrıca bu elementlerin ikamesinin de bu teknolojik düzeyde bulunmadığı belirtiliyor.

Pilot tesisten sonra endüstriyel tesise geçilerek yıllık 570 bin ton üretim yapılması ve ülkenin yıllık yaklaşık 220 milyon dolar gelir elde etmesi planlanıyor.

Altın ve kömür üretiminde rekor

Altın yatakları bakımından dünya altın rezervinin yüzde 2'sine ev sahipliği yapan Türkiye, 2001'de 1,4 ton altın üretimi yaptı. Ülkenin her geçen yıl artan altın üretimi, 2020'de 42 tona ulaşarak Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı.

Bunun yanı sıra son 5 yıllık verilere bakıldığında Türkiye ortalama altın üretimini yıllık 35 ton civarına yükseltti.

Aynı zamanda toplam dünya kömür rezervinin yaklaşık yüzde 2,1'ine sahip Türkiye, geçen yıl 105 milyon tondan fazla kömür üreterek bir rekor daha elde etti.

Türkiye'nin 2021'de satılabilir kömür üretimi 72,82 milyon ton linyit ve asfaltit, 1,24 milyon ton taş kömürü olmak üzere toplam 74,06 milyon ton olarak gerçekleşti.

Linyit açısından da önemli bir yere sahip olan Türkiye’de yaklaşık 20,84 milyar ton seviyesinde bulunan toplam kömür rezervinin 19,32 milyar tonunu linyit ve asfaltit, 1,52 milyar tonunu ise taş kömürü oluşturuyor.

2005-2022 yıllarında yapılan çalışmalar sonucunda ülkenin linyit rezervleri toplam 11,91 milyar ton (yaklaşık yüzde 143) artarak özel sektöre ait sahalarla birlikte 20,4 milyar tona ulaşmıştı.

Türkiye, madencilik sektörü için gerekli kaynağa ve kaynak çeşitliliğine sahip

Madencilik sektörü için gerekli kaynak ve kaynak çeşitliliği bakımından oldukça önemli bir konuma sahip olan Türkiye, çeşitli tabii kaynaktan 70'ini sınırları içinde bulunduruyor ve 60 madenin de ticaretini yapıyor.

Bor, mermer, trona, feldspat, barit, alçıtaşı, krom ve çimento gibi ham madde kaynakları açısından dünya sıralamasında ilk 5'te yer alan ülke, aynı zamanda altın, gümüş, nikel, alüminyum, demir, bakır, kurşun, çinko ve antimuan gibi çok çeşitli maden kaynaklarına da ev sahipliği yapıyor.

Bu bağlamda sırasıyla 1935'te Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ve Eti Bank, 1957'de Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ), 1983'te Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK), 1993'te Eti Maden, 2018'de Petrol ve Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) kurularak ülkede madenciliğin hızla geliştirilmesi sağlandı.

Madenciliğin geliştirilmesine yönelik çalışmalar neticesinde son 10 yılda ortalama yıllık 742 milyon ton maden üretimi yapan Türkiye, geçen yıl maden ihracatını bir önceki yıla kıyasla yüzde 9,1 artırarak 6,5 milyar dolara çıkardı ve bu alanda Cumhuriyet tarihinin rekoruna imza attı.

Madencilik sektörünün gayrisafi yurt içi hasılaya katkısı son 14 yılda 11 milyar liradan 93 milyar liraya çıktı ve madenciliğin milli gelir içindeki payı da her yıl kademeli olarak artarak son 8 yılda binde 8'den geçen yıl itibarıyla yüzde 1,4'e yükseldi.

Ülke aynı zamanda bor üretiminde ve ihracatında da Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesini yakaladı.

- Cumhuriyet'in 100. yılında Türkiye, bor karbür üretim tesisi kurdu

Türkiye'de bor madeninin katma değerini artırmaya yönelik atılan adımlarla ülkenin ilk bor karbür tesisi olma özelliği taşıyan Bandırma Bor Karbür Üretim Tesisi'nin martta faaliyete geçmesiyle, pazar değeri yaklaşık 60 milyar dolar olan bor karbür üretilmeye başlandı.

Dünyadaki 4 milyar ton bor rezervinin 3,3 milyar tonunu sınırları içinde bulunduran ve dünya bor rezervlerinin yüzde 73'ünü oluşturmasıyla dünyanın en büyük bor rezervine sahip ülkesi olma unvanını taşıyan Türkiye, bu bağlamda dünya pazarının yüzde 62'sini elinde tutuyor.

Türkiye'deki bor rezervini ekonomiye kazandırmak amacıyla çalışmalarını sürdüren Eti Maden'in geçen yıl yaptığı 2 milyon 650 bin tonluk rafine bor satışı, ülkeye 1 milyar 300 milyon dolar kazandırmış ve kurumun 2021'deki 1 milyar 30 milyon dolarlık bor satışını geride bırakarak rekor kırmıştı.

Söz konusu tesisle, Türkiye'de fazlaca bulunan ve ham maddeden uç ürüne kadar değerini 2 bin kata kadar katlayabilen bor cevherinin, katma değeri daha yüksek olan bor karbüre dönüştürülmesi sağlanarak bor ihracatından elde edilen gelirin artırılması amaçlanıyor.

Savunma sanayi başta olmak üzere nükleerde, metalürjide, otomotiv sektöründe ve aşınmaya dayanıklı mekanik parçaların üretiminde yaygın olarak kullanılan bor karbür, yüksek sıcaklığa dayanımı, sertliği, fiziksel mukavemeti düşük yoğunluğuyla, endüstriyel açıdan çok önemli bir malzeme.

Yıllık 1000 ton kapasiteye sahip Bandırma Bor Karbür Üretim Tesisi ile dünyada bor karbür üreten 5'inci ülke olan Türkiye, "Cevherden mücevhere" anlayışıyla bu alanda dünyanın sayılı ülkeleri arasına girerek bor cevherinin katma değerini yükseltmekle kalmıyor, aynı zamanda dünyanın en sert üçüncü malzemesinin üretiminde ve satışında kilit rol oynamayı hedefliyor.

Kaynak:https://www.aa.com.tr/tr/cumhuriyetin-yuzuncu-yili/turkiye-cumhuriyetin-100-yilinda-nadir-toprak-elementlerini-islemeye-basladi/3034194

Gagavuzya Özerk Bölgesi Valisi Evghenia Gutul’dan Cumhuriyet kutlaması

 



🎞🇹🇷 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili haber görüntüleri ve yapımlar...

  🎞 🇹🇷Türkiye Cumhuriyeti 100. yıl marşı - Turan Manafzade Azerbaycanlı sanatçı Turan Manafzade'nin Cumhuriyet'imizin 100. yılına özel bestelediği marş. 


🎞 🇹🇷Cumhuriyetimizin 100. Yılında Canlı Yayında 101 Pare Top Atışı! 

 

  🎞 🇹🇷CUMHURİYET’İN 100. YILINDA 100 SAVAŞ GEMİSİYLE RESMİ GEÇİT 



🎞 "VATANDAŞLAR GİRİŞTE UZUN KUYRUK OLUŞTURDU" | 🇹🇷100. Yıl Kutlamaları Özel Yayını 

 

 ''Ulusal 29 Ekim 2023 100. Yıl Özel Yayını
Cumhuriyet Bayramımız! Cumhuriyetimiz 100. Yılında! Ulu Önder Atatürk'ün Yolunda İlerliyoruz! İstanbul'da vatandaşlar kutlamalar için meydanlardaydı. Kutlamaların ilk adresi Vatan Caddesi oldu. Sağlık Bakanlığı ambulans helikopteri Türk bayrağı açtı. Dolmabahçe Sarayı'na da ziyaretçi akını vardı. İçeri girmek için uzun kuyruklar oluştu''. 

 #29Ekim #Cumhuriyet #Cumhuriyet100Yaşında

🎞 📰Aydınlık Gazetesi TCG Anadolu'nun Üzerinden Canlı Yayın Gerçekleştirdi! | 100. Yıl Özel Yayın 

Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Ulusal canlı yayınında TCG Anadolu Dünya'nın ilk SİHA gemisininin üzerinden Marmara Denizi'de Türk Donanmasının 29 Ekim Cumhuriyet bayramımızın 100. yıl kutlamalarını anlattı


  🎞 🇹🇷⚓️🛳 TCG Anadolu Üzerinde 100. Yıl Kutlaması! | Ayındılık | Mustafa İlker Yücel | 100. Yıl Özel Yayın 

  

🎞 🎆İstanbul Boğazı’nda Cumhuriyetin 100. Yılına Özel Işık, Havai Fişek ve Dron Gösterisi🎇 

 

  🎞🇹🇷⚓️🛳 Türk donanması İstanbul Boğazı'nda tarihinin en büyük geçit törenini yaptı 

 

Cumhuriyet'in 100'üncü yılı dolayısıyla Türk donanması, İstanbul Boğazı'nda 100 gemi ile tarihinin en büyük resmigeçidini gerçekleştirdi. "100'üncü Yılda 100 Gemi" adı verilen faaliyet kapsamında Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı fırkateynlerin, ada sınıfı korvetlerin, mayın avlama gemileri, amfibi gemileri, karakol gemilerinin, lojistik gemilerinin, hücumbotların, denizaltıların bulunduğu 100 gemi adalar bölgesinde toplandı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu'nun TCG Anadolu’dan sevk ve komuta ettiği boğaz geçişi öncesinde Hava Kuvvetleri Komutanlığının akrobasi timleri Türk Yıldızları ve Solotürk gösteri yaptı. TCG Anadolu rehberliğindeki gemiler Vahdettin Köşkü’nün karşısına geldiğinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı unsurları "çimariva" adı verilen denizcilere ait selamlama yöntemi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı selamladı. ..


🎞 MEB'den 100. yıla özel kısa film... Cumhuriyetin yüzüncü yılı için kısa film hazırlandı. Kurtuluş Savaşı'nın çocuk kahramanları anlatıldı. pic.twitter.com/K0OALYVtG8

🇹🇷100. yılında 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun...💐🧿👏

 



20231027

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarının aziz hatırasına....

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarına, Azîz Şehitlerimiz ve Kahraman Gazilerimize Selam Olsun

🎞 Orhon ve Runik yazıtlarının benzerlikleri


Orhon ve Runik yazıtlarının benzerlikleri 
 8 Eylül 2022- Doğu Perinçek - Çağıl Çayır

Ulusal Kanal ekranlarında Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek ve Tarih Felsefecisi Çağıl Cayır Orhun ve Runik yazıtlarının benzerliklerini tartıştı, Türkçenin köklerine indi...

📌Türkler tarih sahnesine nasıl çıktı?



🎞 165 Yıl Yaşayan Hunza Türkleri ve Hunza Kabilesinin Sırları

Hunza Türkleri Hun Türklerinden geliyor. Tamamı Müslüman olan Hunza Türk kabilesi 165 yıl yaşıyorlar. Çin ve Afganistan sınırında Pakistan’ın Keşmir kenti yakınlarında yaşayan Hunzaların ortalama ömürleri 110 ile 120 yıl. Burada 65 yaş, yolun yarısı sayılıyor. Peki Hunza kabilesi ve 

HunzaTürklerinin uzun yaşam sırrı ne?
Hunza Türkleri ve Hunza Kabilesinin sağlıklı ve uzun yaşam sırlarını 165 Yıl Yaşayan Hunza Türkleri ve Hunza Kabilesinin Sırları

🎞 Atatürk'ün Şişli'de Kaldığı Ev - Atatürk Müzesi | Cumhuriyetimizin 100. Yılına Özel

 ''Cumhuriyetimizin 100. Yılına özel Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul Şişli'de kaldığı ve günümüzde Atatürk müzesi olarak kullanılan mekanı ziyaret ettim. 

Müzede Atatürk'ün özel eşyalarıyla birlikte kurtuluş savaşı dönemini anlatan onlarca resim ve fotoğraf sergilenmektedir. Bir nevi Atatürk'ün evi (evlerinden) olarak bilinen bu evi ziyaret etmenizi öneriyorum.''

🎞 Cermen Runik Yazısının Türk Kökeni!

 

📌📖 Cermen Runik Yazısının Türk Kökeni

📌 Runik Yazı ile türkçe arasındaki benzerliğe dair bulgular neler?

🗣Çağıl Çayır: ‘’Dünya henüz Türk Tarihi ile tanışmış değil’'

🗣Çağıl Çayır:’’Türk Tarihini keşfetmemiz Türkiye Cumhuriyeti ile başladı''

📌 Türklerin ve Avrupalıların ortak noktaları var mı?
🗣Dr. Doğu Perinçek: ‘’Türkiye’nin bir çok yerinde 'runik yazılar’a rastlayabiliriz’'


📌 Medeniyet nasıl gelişti?

🗣Dr. Doğu Perinçek:’’Atı yemeyi bırakıp sırtına binmek bir medeniyet sıçraması''


📌 Avrupa’nın 'runic yazıları' ve Orhon Yazıtları
📌Türklerin ve Avrupalıların ortak noktaları var mı?


🎞🇹🇷Türkiye Cumhuriyeti nasıl kuruldu? Mustafa Kemal Paşa nasıl Atatürk oldu?

 

🎞'Török Vilag' şarkısı çok beğenildi! Hurşit Türkay'ın yeni şarkısı çıktı

Anadolu Folk Rock şarkıcısı Hurşit Türkay'ın yazdığı yepyeni Macarca nakaratlı şarkı büyük bir ilgi gördü. Türkay, mutluluğunu Ulusal Kanal ile paylaştı.

   


🎞 Türk Turan Kurultayı Türküsü 

Hursit Türkay 🇭🇺Macaristan'da toplanan Türk Kurultayı için 🇹🇷Denizlili sanatçı Hurşit Türkay bir beste yazıp seslendirdi

📰✍️ 🇹🇷Cumhuriyet’in şımarık çocukları - Attila Gökçe

25 Ekim 2023

Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlamaya başladığımız şu günlerde, tarihe kaydettiğimiz spor notlarına bakmakta yarar var. Öncelikle şunu anımsatarak başlamak istiyorum:

Mayası zaferler ve devrimlerle karılmış şanlı Cumhuriyetimizin hayatın her alanında etkisi, sözü ve damgası vardır. Elbet, sporcu evlatları da yüz yıllık tarihin hemen bütün dönemlerinde Devlet’ten ilgi, sevgi, destek ve anlayış görmüştür. Eğitimden kültür ve sanata, ekonomiden bilim ve teknolojiye kadar hemen her alanda Devlet Baba’nın evlatları olarak kucaklanan sporcular, iddia ediyorum ki Türkiye Cumhuriyeti’nin en haylaz, en afacan, en şımarık, aynı zamanda en sevimli, en başarılı, ama bu arada en savruk, en maceracı çocuklarıdır.

Atatürk’ün başkanlığındaki Cumhuriyet Hükümeti, tarihimizin en bağımsız ve sivil spor örgütü olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı (TİCİ) “kamu yararına hizmet eden” kuruluş olarak kabul ederken, onları kararlarında özgür bırakmış, bu arada devlet bütçesinden ayrılan paralarla da desteklemiştir. Sportif yapılanmamızdaki bu örnek maalesef uzun ömürlü olamamıştır. Nazi Almanyası’ndan davet edilen ünlü spor yöneticisi Karl Diem’in tavsiyeleriyle 1936’da Türk Spor Kurumu (TSK) yasa ile tarihteki yerini almıştır. Bu dönemde TİCİ’nin bağımsız ve özgür iradesi ortadan kaldırılmış ve TSK, CHP yapılanması içinde “siyasete bağlı” bir örgüte dönüşmüştür. Sadece iki yıl süren kötü deneyler döneminden sonra Atatürk, bizzat hazırlattığı 1938 tarih ve 3530 sayılı yasa ile yürütme hayatına katılan “Beden Terbiyesi Kanunu”nu devreye sokmuştur. Bu kanun Atatürk’ün döneminde hazırlanan son kanundur. Böylece spor, devletin “destekleyen”, “yöneten” ve “denetleyen” bir evladı statüsü kazanmıştır.

İşte şımarık çocuğun doğumu… Devlet bütçesinden aldıkları paylar ve desteklerle spor kulüplerimiz, sporcularımız ve her türlü spor yöneticilerimiz yapacakları her işte devletten ayrıcalıklı haklar sağlamakta gecikmemiştir.

En başta İstanbul, Ankara ve İzmir’de spor alanları, stadyumlar ve salonların inşası için kulüplere arazi tahsisleri yapılmış, bu uygulama futbolda 1959’da başlayan Milli Lig ve sonrasında oluşturulan alt liglerle Anadolu’da “tesisleşme” hamlelerini sürekli kılmıştır.

Arazi tahsisleri ve tesis yapımlarından sonra vergi indirimleri, ödenmeyen vergi borçlarının sık aralıklarla silinmesi, spor fonları oluşturulması gibi doğrudan paraya dayalı yardım, destek ve kolaylıklar yaygınlaşmış, 1951’de profesyonelliğin kabulüyle kulüpler borç yükü altında zorlanmaya başlamıştır.

Finansal sorunlarla boğuşmanın yanı sıra 1960’lı yıllarda şike, 2000’li yılların başında doping gibi spor ahlakıyla bağdaşmayan “kısa yoldan başarı arayışları” da sevimli çocuğun, bir başka şımarıklığı, sorumsuzluğu ve yaramazlığına dair mahcup edici örneklerdir.

100. Cumhuriyet Yılımızı heyecan ve sevinçle kutlarken, yeni spor yasasının da eski yanlışlar ve alışkanlıklara son verecek bir dönemi başlatmasını diliyoruz.

Evet, sporcularımız uyanık, şımarık, sorumsuz ama aynı zamanda becerikli, başarılı ve sevimliler.

Her şeye rağmen… Onları seviyoruz!

20231026

Neden 30 Ekim değil de 29 Ekim?


NEDEN 30 DEĞİL DE 29 Ekim?

ATATÜRK Cumhuriyetin ilanı için, neden 29 Ekim’i seçti? İlandan 2 yıl sonra Ekim 1925’te, Fahrettin Altay Paşa Atatürk’ün misafiridir. Zihnini hep meşgul eden bir soru sorar ulu öndere. “Paşam benim dikkatimi çekti… Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine denk gelmesi acaba bir tesadüfmüdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi” 

Bunun üzerine Atatürk ona şöyle bir cevap verir. 
“Fahrettin, mütarekenin ilk günlerini hatırlarmısın?..Saray ve hükümet, teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da itilaf devletlerinin elinin altına girmişti.Saray bu halden memnundu. Fakat ben bunu kabul edemezdim. Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik. Fakat benim inandığım ideale, benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hasıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl. 29 Ekim 1923 de Cumhuriyeti ilan ettik. İşte 5 yıla sığdırdığımız büyük inkilap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet, kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır. Çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükafatı işte budur. Bütün Dünya buna şahit olmuştur. Daha da şahit olacakları vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir. Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası çektiğim azabı bilirsin, yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir, Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır” Atatürk burada bir an durur, elini masanın üzerine koyar ve; ”Deyiniz ki bu, tarihten silinmek istenen bir milletin öcüdür” Fahrettin Altay “Ama paşam bundan niye hiç söz etmediniz?” diye sorar. Atatürk cevap verir “Şahsen övünmek olurdu. Oysa esas övünmek benimle beraber mefkureye inananların, milletin ve ordunun hakkıdır” Atatürk’ün Cumhuriyet ilanı için 29 Ekim tarihini seçmesinin özel nedeni, bu cümlelerden de anlaşılıyor. Ulu önder 30 Ekim 1918’de imzalanan “Mondros Mütarekesi” ile her anlamda teslimiyet içine girmiş, kendi tabiri ile esarete uğramış milletinin, kaç yıl bu esaret altında kaldığı sorusuna tam 5 yıl cevap vermek istemedi. O nedenle 4 yıl 364 gün sonra Cumhuriyeti ilan ederek bir ifadeyi kesinleştirmek istemiştir. Esaretten 1 gün önce Cumhuriyeti ilan ederek bir anlamda öc almak istemiştir. Türk Milleti 5 yıldır esaret altındadır demek ona zor geldiğinden Türk Milleti 4 yıldır esaret altında kalmıştır diyebilmek için 30 Ekim’e bir gün kala cumhuriyetin ilan edilmesini istemiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Mağrur ve galip olarak, batılı devletlere “Ben 30 Ekim’i tanımıyorum... Sizden bir gün öndeyim... Siz 29 Ekim’i tanıyacaksınız.” demiştir...

20231015

🎥🇹🇷 Her Türk vatandaşı muhakkak izlemeli. 🇹🇷Milli Mücadeleyi En Doğru Şekilde Anlatan TRT Yapımı KURTULUŞ Dizisi

(*Bu milli dizimiz Ulusal Kanal’da da Eylül-Ekim 2023’te tekrar yayınlanmıştır...)


Tekrar Tekrar İzlenesi: Milli Mücadeleyi En Doğru Şekilde Anlatan TRT Yapımı KURTULUŞ Dizisi

Bugüne kadar Milli Mücadele yıllarını anlatan çok sayıda dizi ve film yapılsa da içlerinden bir tanesi var ki izlediğiniz an kendinizi o atmosferde hissedeceksiniz. Rutkay Aziz'in Mustafa Kemal Atatürk'ü canlandırdığı TRT yapımı KURTULUŞ dizisini sizler için inceledik.

Milli Mücadele yıllarını anlatan çok fazla dizi ve film çekilse de içlerinden bir tanesi var ki her Türk vatandaşı muhakkak izlemeli.

1994 yılında TRT tarafından yayınlanan 6 bölümlük 'Kurtuluş' dizisi, Kurtuluş Savaşı'nı konu alan en iyi tarihi dizi diyebiliriz.



Senaryosunun Turgut Özakman tarafından yazılmasıyla tüm o savaş yılları atmosferini iliklerine kadar hissetmemize neden olan Kurtuluş, Türkiye Cumhuriyeti'nin nasıl zorlu şartlarla bu günlere geldiğini net biçimde anlatıyor.



II. İnönü Muharebesi'nin sonundan (1 Nisan 1921), Mudanya Mütarekesi'ne (11 Ekim 1922) kadar uzanan yaklaşık 1,5 yıllık dönemi anlatan dizi, dönemine göre enfes bir kurguya sahip.




SANATÇI KADROSU

Modern Türk tiyatrosunun usta isimlerini oyuncu kadrosunda barındıran Kurtuluş'un başrolünde Mustafa Kemal Atatürk'ü canlandıran Rutkay Aziz yer alırken, Aziz'e İsmet Paşa rolüyle Savaş Dinçel eşlik ediyor.




6 bölümlük dizide 103 konuşmalı rol bulunurken bu rollerin büyük çoğunluğu dönemin en büyük sanatçılarından oluşuyordu.




İşte birkaçı:

Altan Erkekli, Mahmut Cevher, Ayda Aksel, Taner Barlas, Uğur Polat, Aşkın Nur Yengi, Kenan Işık, Levent Ülgen, Cezmi Baskın, Müşfik Kenter, Mehmet Aslantuğ, Ege Aydan, Fikret Kuşkan, Macit Koper, Mustafa Alabora, Aytaç Arman, Timur Selçuk, Ali Sürmeli, Altan Gördüm, Füsun Demirel...

Bir ordunun sıfırdan kurulması ve imkansızlıklardan yeni bir devletin inşasındaki zorlukları tüm çıplaklığıyla anlatan dizi anlattığı dönemi öylesine gerçekçi ele aldı ki dizinin çekimleri tam 2 yıl sürdü.



Çoğu sahnesi gerçek mekanlarda geçen dizi için 
İstanbul sahili, 
İzmir kordonboyu 
ve I. TBMM Binası gibi mekanlar, 
çekim platolarında 1921'deki görünümlerine benzer biçimde yeniden inşa edildi.



Dönemin parasıyla 37 milyar 600 milyon TL harcanarak çok yüksek bütçeli bir iş olarak izlediğimiz Kurtuluş, ayrıca 344 kişilik oyuncu kadrosuyla en kalabalık işlerden biri olabilir.



Kalabalık oyuncu kadrosunun yanı sıra filmdeki savaş sahneleri için 200 bin sivil vatandaş ve 700 bin askerden oluşan yaklaşık 1 milyon kişi dizide rol aldı.



O döneme dair en ufak bir ayrıntının dahi atlanmadığı Kurtuluş, bu açıdan Türk televizyonlarının en kapsamlı ve titiz işlerinden biri olarak tarihe geçiyor.



Okullarda önemli gün ve bayramlarda izlediğimiz Kurtuluş'u TRT YouTube sayfasında ve trtizle.com adresinden izleyerek Cumhuriyet'in ne zorluklarla ilan edildiğini tekrar tekrar hatırlayabilirsiniz.



alıntı: 
https://onedio.com/haber/tekrar-tekrar-izlenesi-milli-mucadeleyi-en-dogru-sekilde-anlatan-trt-yapimi-kurtulus-dizisini-inceledik-1139510