20241230

📖 YUNAN İŞGALİ ÖNCESİ İZMİR VE ÇEVRESİNDE RUM FAALİYETLERİ


YUNAN İŞGALİ ÖNCESİ İZMİR VE ÇEVRESİNDE RUM FAALİYETLERİ
Yunan İşgali Öncesi İzmir ve Çevresinde Rum Faaliyetleri 33ÇTTAD, XIX/Özel Sayı, (2019)
Süleyman TEKİR*

(***Syf. 1 - 36***)⬇️

Öz

30  Ekim  1918’de  imzalanan  Mondros  Mütarekesi  ile  Yunanlıların  uzun  yıllardır bekledikleri  fırsat  karşılarına çıktı.  Mütarekeye  göre,  Osmanlı  Devleti’nin orduları  terhis edileceği  için  Anadolu’da  güvenlik  zafyeti  ortaya  çıkacaktı.  Böylece  Rumlar,  İzmir  ve çevresindeki  emellerini  kolayca  gerçekleştirebileceklerdi.  Mütarekenin  7. maddesine  göre güvenlik zafyeti yaşanan bölgelere İtilaf Devletleri müdahale edebilirlerdi. İzmir’de yaşayan Rumlar, beşinci kol faaliyetlerinde kullanılmak için uzun süredir kilise,  okul  ve  basın  aracılığıyla  hazır  hale  getirilmişti.  Durumdan  faydalanmak  isteyen Rumlar, İzmir’in asayişini bozarak güvenlik zafyeti çıkartmak için faaliyete başladılar. Rum teşkilatları  ve metropolithane bu sürecin  en  büyük destekçileriydi. Rum çeteleri  özellikle kıyı şeridinde köy basma, adam kaçırma, yol kesme gibi faaliyetlerle Türk ahaliyi bölgeden uzaklaştırmaya çalıştılar. Şehir merkezinde ise her fırsatta gösteri ve taşkınlık yapmaktan geri durmadılar.Yunanistan  hükümeti  ise  Salib-i  Ahmer/Kızılhaç  adı  altında  bölgeye,  silah  ve cephane sevk etti. İzmir’deki Türk idaresi ilk günlerden itibaren olayın mahiyetini anlamasına rağmen İstanbul’dan yapılan müdahalelerle sürekli olarak idareciler değiştirildi. Bu durum karşısında Rum teşkilatları ile etkili bir mücadele yapılamadı.Bu  çalışmada;  Mondros  Mütarekesi’ni  takip  eden  süreçte  İzmir  ve  çevresinde Rumlar tarafından İtilaf Devletleri’nin müdahalesini sağlamak için yapılan faaliyetler arşiv belgeleri ışığında ele alındı.Anahtar 

Kelimeler: Rum, Yunan, İzmir, Asayiş, Çete, Kızılhaç

Giriş

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ni takip eden süreçte, mütareke koşullarından yararlanmak isteyen Yunan hükümeti savaş yıllarından itibaren  planladıkları  teşkilatlanma  çalışmalarını  Anadolu’da  yaşayan  yerli Rumlar  vasıtasıyla  hayata  geçirmeye  başladı.  Yunanlılar  basın  aracılığıyla “Bizans’ın  mirasına”  sahip  çıkacaklarını  dile  getiriyorlardı.  Rum  yanlısı neşriyatlarda  Yunanistan’ın  İzmir  ve  İstanbul  üzerinde  hak  sahibi  olduğu iddialarına sıklıkla yer verilmeye başlanmıştı. Rumlar, Anadolu topraklarındaki emellerine  ulaşabilmek  için  iki  amaç  gözetiyorlardı.  Öncelikli  olarak  Batı Anadolu’da Rumların çoğunlukta olduğunu ispat etmeye çalışacaklardı. İkinci olarak teşkilatlandırdıkları Rumları kullanarak başta İzmir, Aydın ve Çanakkale bölgelerini içerisine alan  Batı Anadolu’da karışıklık çıkartarak  Yunan işgaline zemin hazırlanacaktı.1

Mütarekeyi  takip  eden  günlerde  Fener  Rum  Patrikhanesi  Sen Sinod Meclisi Mukaddes Nizamnamesi’ni  ikinci  plana  atarak  doğrudan  doğruya Yunanistan  Başbakanı  Venizelos’un  temsilcisi  gibi  siyaset  sahasına  atıldı. Patrikhane’nin mevcut yapısıyla istedikleri başarıyı yakalayamayacaklarını iyi bilen Venizelos, milyonlarca drahmiyi yapılacak teşkilatlanmada kullanılmak üzere  Patrikhane’ye  göndermişti.  Sağlanan  maddi  kaynakla  Anadolu’daki hedeere  daha  kolay  ulaşılabilecekti.2  Hemen  faaliyete  geçen  Patrikhane, cismani ve ruhani meclisin kararıyla Osmanlı Devleti ile var olan tüm irtibatını kesti.  Rum  okullarında  okutulmakta  olan  Türkçeyi  ise  resmen  kaldırdı. Kendilerinin  hamileri  olarak  gördükleri  İtilaf  Devletleri  temsilcilerine  her gün  müracaat  etmek suretiyle Rumların  mağdur  olduklarını iddia  etti.  Aynı zamanda  dini  etkisini  kullanarak  halkı  galeyana  getirme  yolunu  tercih  etti. Girit’ten getirdiği altmış kişilik jandarma birliği ile Patrikhaneyi koruma altına aldığı gibi İstanbul’un fethinden önce  Bizans  tarafından kullanılan bayrak da Patrikhaneye çekildi. İzmir, Amasya, İnöz, Çanakkale ve Trabzon metropolitleri çağrılarak ruhani meclise geçici üye olarak kaydedildi. Amerika ve Yunanistan başta olmak üzere önceki yıllarda göç eden Rumların yeniden İzmir ve Trakya bölgelerine  dönmeleri  için  propaganda  faaliyetine  girişildi.3  Rumlar,  devlet içerisinde yaşayan diğer unsurlar ile karşılaştırıldığında daha ileri gidiyorlardı. Özellikle  İzmir’den  gelen  Rum  Metropoliti,  Galata’da  bulunan  bir  kilise etrafında toplananlara Ayasofya’ya çekecekleri Yunan bayrağının takdisi için merasimler yaptırıyordu.4

Yunan  hükümetinin  İtilaf  Devletleri  nezdinde  yaptıkları  teşebbüsler, Patrikhane’nin  yoğun  çabaları  ile  birleşince  İzmir  ve  çevresinde  yaşayan Rumların devlete karşı ciddi teşebbüslere girişmelerini kaçınılmaz hale getirdi.

İzmir’de Rum Faaliyetleri 

Yunanlılar  ve  yerli Rumların içerisinde oldukları  siyasi  akımların  tek bir merkezden idare edildiğine şüphe yoktu. Osmanlı parlamentosundaki Rum mebuslar, siyasi ve  sosyal Rum kurullar, sokakları dolduran kalabalıklar tüm direktifleri  Fener  Rum  Patrikhanesi  ve  Mavri  Mira  Cemiyeti’nden  alıyordu. Osmanlı’da yaşayan  Rumların  kopuşları  her  defasında  aynı düzen içerisinde oluyordu:  Telkin,  silahlanma,  karışıklık,  büyük  devletlerin  müdahalesi  ve kopuş. Batı Anadolu’daki Yunan propagandası manevi yönünü yıllar içerisinde tamamlamıştı.  Kiliseler,  okullar  ve  Rum  basını  fikri  olgunluğun  oluşmasını sağlayan başlıca etmenler olarak ön plana çıkmıştı. Kıyıya yakın şehirlerdeki ve denize yakın bölgelerdeki Türk arazilerinin Rumların eline geçmesi için yoğun bir çaba göstermişlerdi. İpotek yoluyla malları ele  geçiren Rumlar  evlenirken dahi  belirli  plan  dâhilinde  hareket  etmişlerdi.  Erkekler  ve  kızlar  evlenmek istedikleri  kişileri  özellikle  adalardan seçiyordu. Böylece İzmir ve  çevresinde yaşayan Rum nüfusu azalmıyordu.5

Mütarekeyi  takip  eden  kargaşa  içerisindeki  günlerde  İtilaf Devletleri İstanbul ve Boğazları ele geçirme planları ile meşgullerdi. İzmir’i ikinci planda değerlendirdikleri için büyük bir kuvvet sevk etmeleri beklenmiyordu. Fakat İtalyan, Fransız  ve  Yunan  emelleri  İzmir  üzerinde  kesişiyordu.6 Mütarekenin akabinde İzmir’de olaylar çıkmaya başladı. Kasım 1918’den itibaren İzmir’de durum kritik bir seviyeye geldi. Rumların kışkırtıcı hareketleri şehrin asayişinin tamamen bozulmasına sebep olabilirdi.7 

5 Kasım 1918’de Vali Vekili Nureddin Paşa, İzmir Rumlarının çok sayıda Yunan  bayrağı  ile  beraber  İtilaf  hükümetlerinin  bayraklarını  tedarik  etmek suretiyle  gösteri  hazırlıklarına  başladıklarını  Dahiliye  Nezâreti’ne  bildirdi. Nureddin  Paşa  bir  gün  sonrasında  yaşanacakları  adeta  sezmişti.  İstanbul matbuatında  çıkan haberlere  göre  özel  günler  dışında bayrak  asmanın polis müdahalesine neden olacağı bildiriliyordu. Fakat konuyla ilgili resmi bir tebliğ vilayetlere  ulaşmamıştı. İzmir’deki  Rumların  ruh  halleri  dikkate  alındığında Müslüman ahalinin hissiyatını tahrik ile rencide etmeye cüret edecek bir durum söz  konusuydu.  Müslümanları  galeyana  getirmek  isteyen  Rumlar,  İzmir’in Yunanistan’a  verilmesi  ümidiyle  İtilaf  Devletleri’nin  fiilen  askeri  müdahale yapmalarını  sağlamak  istiyorlardı.  Bu  düşüncede  olanlara  karşı  şiddetli tedbirler almak gerekiyordu. Ayrıca  konuyla ilgili  İtilaf Devletleri’nin dikkati çekilmeliydi.8 

Mütarekeye  göre  bir  İngiliz  savaş  gemisinin  İzmir’e  geleceğinin duyulmasıyla birlikte şehirde yaşayan Rumlar geniş katılımlı bir karşılama töreni hazırlamaya  giriştiler.  İzmir’de  çıkan  Rum  gazeteleri  haberin  duyulmasının ardından  halkı  tahrik  etmeye  başladı.  İzmir’in  Rum  ahalisi  yıllardır  sabırla biriktirdikleri kini açığa vurma konusunda hiçbir beis görmüyordu. Hükümet bu  gibi  kışkırtıcı  faaliyetlere  karşı  ciddiyetle  gerekli  tedbirlerin  alınması noktasında çalışıyordu. Böyle bir süreç içerisinde 6 Kasım 1918’de, Rumların günler öncesinden karşılama hazırlıklarına başladıkları İngiliz monitörü İzmir’e geldi.  M.29  numaralı  bu  İngiliz  monitörü,  Binbaşı  Dixon  komutasındaki  10 askerle  Kramer  Palas ile  Pasaport  arasına demir  attı.  Etniki Eterya  Cemiyeti tarafından tertip edilen karşılama sırasında ellerinde Yunan bayrakları olan ve çoğunluğunu yerli Rumların oluşturduğu büyük bir kalabalık gösteri yapmaya başladı. Kordonun her köşesi mavi beyaz renkli Yunan bayraklarıyla doluydu. Rum  papaz  elindeki revolveri havaya boşalttıktan  sonra,  İngiliz  torpidosuna çıkarak  ruhani  bir  ayin  icra  etti.  Sonrasında  İzmir’in  Yunanistan’a  ilhakı için  takdis  etti.9  Karşılama  töreni  bitmesine  rağmen  kordondaki  Rumların sayısı  azalacağı  yerde  gittikçe  artıyordu.  Bu  durum  yaşanan  taşkınlıkların istenmeyen seviyelere gelmesine  neden olabilirdi. Rumlar bölgeden geçmekte olan  Türklerin  yakalarına  Venizelos’un  fotoğraflarını  ya  da  üzerinde  Yunan bayrağı  olan rozetleri  zorla  takmak  istiyorlardı.10  On  gün  öncesinde  valiliğe Yunan bayrak ve rozetleri basmak için yapılan başvuru reddedilmesine rağmen matbaalar bunları basmaktan geri kalmamışlardı. Rum  marangozlar günlerce bayrak  direkleri  hazırlarken,  merkeplerden  köpeklere  kadar  mavi  beyaza boyanmıştı.11  Rumların  karşılama  sonrası  ellerindeki  Yunan  bayraklarıyla İzmir sokaklarındaki gösterileri devam etti. Ayafotini kilisesinde ilhak için ayin yapıldı.12 Rumlar, Türklerin izzet-i nefsini rencide edici nümayişler yapmalarına rağmen hükümet yetkilileri ile  Türk  halkı bu kışkırtmalardan etkilenmeyerek itidallerini muhafaza etmeyi  başarmışlardı. Basına yansıyan birtakım bilgilere göre  monitöre  giderek  ayin  yapmak  isteyen  papaz  İngilizlerin  hakaretine uğrayarak  def  edilmişti.  Rivayete  göre  Rumlar,  1700-1800  lira  harcayarak yaptırdıkları bayrağı Ayafotini kilisesi üzerine çekmişlerdi. Kilisenin çanlarını sürekli  surette  çalarak  şehir  dahilindeki  heyecanı  artırmaya  çalışıyorlardı.13 Nureddin  Paşa  Harbiye  Nezaretine  verdiği  raporda,  Rumların  “Türkleri galeyana getirip karışıklık çıkartmak ve burasını Yunanistan’a verdirmek” olduğunu açıkça  yazıyordu.14  İzmir’de  bu  tarihten sonra olaylar bir  türlü  bitmeyecekti. Her dinden, her milletten ve dilden insanın huzur içerisinde yaşadığı İzmir’de, Rumlar,  emellerini  gerçekleştirmek  için  Türk  bayrağını  yırtacak  kadar  ileri gideceklerdi.15 İngiliz monitörü M.29 ve aralık ayında gelecek bir benzeri M.22 devamlı surette İzmir’de kaldılar. Süreç içerisinde çok sayıda İngiliz, Fransız ve İtalyan savaş gemisi de İzmir’e gelecekti.16 

Yunan  marşı  ve  papazların  alkışları  eşliğinde  Türk  halkını  galeyana getirmek için Ayafotini’ye çekilen bayrak 7 Kasım’da indirildi.  Rumların bu hareketi  yalnızca  Türkleri değil İngiliz  temsilcinin  yanında tüm  yabancıların nefretini  kazanmalarına  da  neden  olmuştu.  Rumlar  sadece  Türkleri  değil aynı  zamanda  İtalyanları  da  tahkir  etmeye  çalışıyorlardı.  Tamamı  ayak takımından oluşan bir grup, İtalyan bayrağını bir köpeğe sararak sokak sokak dolaştırmışlardı.  İngilizlerin gelmesiyle  başlayan  Rum  taşkınlıkları  saymakla bitmiyordu.  Rum  palikaryaları  Splandit  Palas’a  yaptıkları  baskında  Yunan bayrağı  takmadığı  için  otel  çalışanlarını  tehdit  etmişlerdi.  Bu  esnada  otelde yemek yemekte olan İngiliz Binbaşı Dixon ve monitör subayları, olaya müdahale ederek  Rumları  otelden uzaklaştırdıktan sonra  Yunan  bayrağını indirdiler. 7 Kasım’da Binbaşı Dixon,  İzmir’de yayın yapan tüm gazetelerin temsilcileriyle toplantı  yapmak  zorunda  kaldı.  Yaşanan  gelişmelerden  hoşnut  olmayan binbaşı, asayişin korunması konusunda hükümete yardımcı olunmasını istedi. Yapılan  taşkınlıkların  uygunsuz  olduğu,  yapılan  mütareke  ile  düşmanlığın sonlandırıldığı  vurgulandı.  İtilaf  tebaasından  birilerinin  taşkınlık  yapması durumunda ülke dışına çıkartılacağı vurgulandı.17 Oysa taşkınlık yapan Rumlar Osmanlı tebaasıydı. Binbaşı verdiği beyanat ile Rumların yaptığı faaliyetlerden rahatsızlığını  dile  getirmesine  rağmen  bu  durumun  Osmanlı’nın  iç  asayiş meselesi olduğunu da ima etmişti.

İzmir’e  İngiliz  temsilcisinin  gelişi  sırasında  yaşanan  olaylar  karşısında Türklerin kayıtsız kalması beklenemezdi. Rum emellerini boşa çıkarmak ve İzmir’in bir  Türk  şehri  olduğunu  Avrupa  kamuoyuna  duyurmak  için  İzmir  Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti kuruldu. Moralızadelerin başını çektiği bu oluşama İttihat ve Terakki’nin de yardımları olmuştu.18 Kurulduğu günden itibaren Cemiyet, Türk’ün sesini ilmi ve siyasi faaliyetlerle duyurmaya gayret edecekti.19 

İzmir ve çevresinde yoğun emelleri olan devletlerden İtalya bu süreçte yalnız kaldı. İtalyanların Anadolu’da beşinci kol faaliyetlerinde kullanabilecekleri kendilerine  yakın  bir  topluluk  bulunmuyordu.  Bu  bakımdan  Yunanlılar İtalyanlara göre oldukça üstün konumdaydılar. Şövalye Monfredi beraberinde getirdiği Arnavutlardan on kişinin yardımı ile İzmir’de Rumlara karşı faaliyet gösterecek bir çete kurmak istemesine rağmen başarılı olamamıştı.20

İngiliz  Binbaşı  Dixon  kısa  süre  içerisinde  hükümete  gelerek  İzmir Vali  Vekili  Nureddin  Paşa’yı  ziyaret  etti.    Daha  sonra  şehirde  bulunan İngiliz  konsolosluğuna  maiyetiyle  birlikte  geçen  Dixon,  Osmanlı  Devleti ile  İtilaf  Devletleri  arasındaki  tesis  edilecek  resmi  münasebeti  sağlayacaktı. Haberleşmenin  sağlanabilmesi  için  bir  subay  ile  altı  irtibat  memuru görevlendirildi.  6  Kasım’da  şehirde  yaşananlardan  sonra  İzmir  Vali  Vekili Nureddin  Paşa’nın  istifa  ettiğine  yönelik  dedikodular  çıktı.21  Oysa  29  Ekim 1918’de  Suriye  Valisi  Tahsin  Bey  Aydın  Valisi  olarak  atanmıştı.  Nureddin Bey halihazırda vali vekili olarak bulunuyordu.22 Tahsin Bey 9 Kasım 1918’de görevine  başladı.  İttihatçı  kimliğiyle  tanınan  Tahsin  Bey  kısa  bir  süre  bu görevde bulunduktan sonra 21 Kasım’da yerine Beyrut eski valisi Edhem Bey atandı.23 Hürriyet ve  İtilaf Fırkası’na mensup olan Edhem Bey’in görev  süresi içerisinde İttihat ve Terakki mensuplarıyla  mücadele için  çaba harcadığından Rumların  faaliyetleriyle  yeterince  ilgilenilemedi.  Bir  süre  Rum  gazetelerine sansür uygulayacağını söylese dahi valiliği süresince Rum gazetelerine sansür uygulanmadı. Milli menfaatler doğrultusunda yayın yapan Köylü gazetesini ise divan-ı harbe verip sansür uygulamaktan geri durmadı. Edhem Bey’in valiliği döneminde Atina’dan gelen emekli deniz subayları tarafından kurulan özellikle işgal döneminde faaliyet gösteren Rum İzcilik Takımı gibi yarı militer örgütler kovuşturulmaya dahi gerek görülmedi.24 Edhem Bey, hastalığını bahane ederek Aydın  Valiliğinden  istifa  etti.  Faaliyetlerinden  ötürü  adeta  ödüllendirilerek nazır yapıldı. 20 Ocak 1919’da Nureddin Paşa asaleten valilik görevine atandı.25

12 Kasım 1918’de İngiliz Monitörü Komutanı Binbaşı Dixon  Almanya, Avusturya  ve  Bulgaristan  konsoloslukları  üzerinde  bulunan  bayrak  ve armaların indirilmesini talep etti. Mütarekenin nasıl uygulanacağı konusunda bilgi sahibi olmayan  vilayet bu konuda ne  yapacağını bilmiyordu.26 13 Kasım itibariyle şehirde yaşanan olaylar nispeten azalmış iken yeni bir tehlike belirdi. Rahmi  Bey’in  İzmir  valiliği  sırasında  şehirden  uzaklaştırdığı  Metropolit Hrisostomos’un  yeniden  kente  geleceğine  yönelik  haberler  çıkmıştı.  Alınan istihbarata  göre  İzmir  Metropoliti  Hrisostomos, metropolitliği deruhte etmek üzere  14  Kasım’da  İstanbul’dan  hareket  ederek  İzmir’e  gelecekti.  Durumun haber alınması üzerine Hrisostomos’u parlak bir merasimle karşılamak isteyen Rumlar hazırlıklara başladılar. Köylerde ve kasabalarda yaşayan Rumlar dahi davet edilmek suretiyle büyük bir kalabalık toplanmak isteniyordu. Gençlerin yapacakları  taşkınlıkların önünün  alınması  mümkün  olamayabilirdi.  Bu tarz durumlara  karşı  tecrübeli  olan  Vali  Tahsin  Bey  metropolithanenin  bizzat nasihatte  bulunması  için  İngiliz  Binbaşı  Dixon’un  dikkatini  çekti.  Dahiliye Nezâreti’ne gönderdiği şifre telgrafta ise şiddetli miting ve gösterilerin önünün alınabilmesi için hükümet merkezi tarafından Patrikhane ve bizzat Hrisostomos nezdinde teşebbüs yapılmasını talep etti.27 Hrisostomos beklenen tarihte İzmir’e 
gelmemesine rağmen valilik sürekli bu konuda teyakkuz halindeydi.  16 Kasım itibariyle konuyla ilgili tüm tedbirler alınmıştı. Vali Tahsin Bey, sabık metropolitin yeni metropolit seçimi münasebetiyle İzmir’e gelmemesinin daha uygun olacağı görüşündeydi.28 İstanbul’da bulunan metropolitin İzmir’e gelmek istemesi normal kabul edilebilirdi. Fakat asıl normal olmayan durum 16 Kasım 1918’de Dahiliye Nezâreti’nin  metropolitin  İzmir’e  ulaşıp  ulaşmadığını  Aydın  Vilayeti’nden sormasıydı.29 Devleti parçalamak için faaliyette bulunan yapılanmanın bir parçası olan Hrisostomos özel olarak takip edilmiyordu. Mütarekenin henüz ilk günleri olmasına rağmen istihbarat ağı ciddi zafiyet yaşıyordu.

İzmir’de  Rumca  yayın  yapan  gazeteler  açıktan  açığa  İzmir’in Yunanistan’a bağlanması gerektiğini savunuyorlardı. Mütareke sonrası Türkçe basına karşı saldırıya geçmişlerdi.30 İzmir ve çevresinde yaşanan gelişmelerden birinci  dereceden  sorumlu  olanlardan  birisi  de  şehirde  etkili  olan  Rum basınıydı. İzmir’de çok sayıda Rumca gazete yayın hayatına devam ediyordu. Ayrıca  Yunan propagandasını  yaymak maksadıyla  Selanik’te yayınlanmakta olan  İngilizce,  Fransızca  ve  Rumca  gazeteler,  İngiliz  ve  Fransızların  askeri maksatlarla  kullandıkları Yunan  vapurlarıyla getirilerek  İzmir ve  Çanakkale gibi Batı Anadolu  şehirlerinde satılıyordu. Gazeteler incelendiğinde  bir ihtilal provasının  nüveleri  görülebiliyordu.31  İzmir’de  çıkan  ve  Yunan  emelleri çerçevesinde  yayın  yapan  gazetelerin  başında  Kozmoz  geliyordu.  Zararlı neşriyatlar  yerli  Rumları yaptıkları  yayınlarla kolayca kışkırtabiliyorlardı.  18 Kasım 1918’de  gazetelere  yansıyan  haberlere  göre Atina’da Asya-yı Suğralılar Kongresi toplanmıştı. Kongrede Trakya ve İzmir çevresinin Yunanistan’a ilhakı temennisi ayyuka çıkmıştı. Asya-yı Suğra’da 2.650.000 Yunan nüfusuna  karşı yalnızca  1.850.000  Türk nüfusu olduğu, kongrede  iddia  edilmişti. Kongrenin devamında  Asya-yı  Suğra’nın  kendilerine  verileceğine  dair  besledikleri kanaatleri  dile getirdiler.  Bu tarz  yayınların ülke  genelinde  sorun  yaratması üzerine matbuat ve haberleşmede  askeri sansürün henüz lağvedilmediği, örfi idarenin uygulanacağı Başkumandanlık Vekâletince ilgililere tebliğ edildi.32

Rum  basınının sürekli  olarak  Aydın  Vilayeti’nin  nüfusunu  gündeme getirerek  Rumları  fazla  gösterme  çabaları  üzerine  Aydın  Vilayeti  İstatistik Müdürü  Mustafa  İhsan  Bey  tarafından  1333/1917  nüfusunu  gösteren  bir istatistik  yayınlandı.  Yayınlanan  istatistiğe  göre  vilayette  yaşayan Türklerin nüfusu 1.291.962 kişiydi. Rum  unsur 233.914, Ermeni unsur 21.914  iken diğer Gayr-i Müslimler 3.611 nüfusa sahipti.33

****Sayfa 1 - 36****⬆️
........
..........
******Syf. 37 - 43****⬇️
Yunan İşgali Öncesi İzmir ve Çevresinde Rum Faaliyetleri37ÇTTAD, XIX/Özel Sayı, (2019)



















📖 Türk olmak.. Dünya Türkleri....

 


📰✍️🇹🇷Türk olmak nasıl bir duygudur? (Alıntı)


Türk olmak nasil bir duygudur?

Amerika'dan bir vatandasimizin; "Türkiye'nin ABD Seattle Fahri Konsolosu olan Sayin J.  F. Gökçen'in "Türk olmak nasil bir duygudur?" konulu yazisi.


Bu yaziyi sonuna kadar okumanizi ve biraz daha derinden düsünmenizi öneriyorum. Ben okurken hem sevinci, hem hüznü, hem ezikligi  hem de gururu hissettim. Aciyi da acimayi da; irkçiligi da evrenselligi de dostlugu da düsmanligi da bulabilirsiniz burada. Çeliskiler, gerçekler, hiciv, mizah, felsefe; ne araraniz bulursunuz. Hem yerin dibine geçer hem de göklerde uçarsiniz... Kisaca gülmek de mümkün, aglamak da , düsünmek de...
Türk Olmak.

Aslinda çok seydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanli'nin borcunu ödemektir. Hovarda babanin borçla yasayan evladi gibi.
Kosova'da ve Bosna'da, Bati Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asir geçmişte kalan meselelerin hesabini vermektir.
Türk olmak;  -         Kibris'ta, -         Hocali'da,
-         Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp
-         karsiliginda yapmadigin soykırımla suçlanmaktır
Türk olmak;
-         faşist olmaktir,
-         vatanina, milletine, tarihine sahip çiktiginda.
-         demokrat ve cagdaş olmaktir,
-         vatanina, milletine, tarihine sövüldügünde.

Türk olmak lisaninin Avrupa'da yasaklanmasidir ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktir.

Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktir,
-       atalarin bir çok ASIR önce Viyana'yi kuşattiğı için ve hos görülmemektir
- Tabii ki - sadece kuşatip; Napolyon gibi bütün Viyana'yi yakmadığın için.
Türk olmak;
-         Selanik'te Pontus ANITI'nin,
-         Viyana'da çignenen yeniçeri minberinin ve
-         Malta'da papazin üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
-         Üç kitadan dönüp,
-         bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.
-     Sayisiz imparatorluk kurmak Türk olmaktir,  ayni zamanda sayisiz imparatorluk yikmak da Türk olmaktir.
Türk olmak;
-         Arabaya kosulan ilk ATIN vatanında,
-         ilk yazili antlasmanin imzalandigi yurtta,
-         yazININ bulundugu,
-         paranin icat edildigi
-         her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta,
-         kalkinmak icin yabanci sermaye beklemektir.
Türk olmak;
-         Truva'dan bu yana,
-         Sümer'den bu yana serpilerek gelse de,
-         tarihten eski bu topraklarda,
-         bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek degerlerine ragmen,
-         bir haftalik hafıza ile yaşamaktir.
-         Dogu Roma'yi da
-         Bati Roma'yi da yıkıp,
-         yeni Roma olan AB'ye girmeye calışmaktır, Türk olmak.


Türk olmak;
-         Mostar'da köprüdür,
-         Kerkük'te kaledir,
-         Istanbul'da KIZkulesi'dir,
-         Anadolu'da bugdaydir,
-         Çukurova'da pamuktur,
-         Ege'de tütün,
-         Karadeniz'de fINDIK,
-         Trakya'da ayçiçegidir.
Türk olmak;
-         Çanakkale'de ölmektir.
-         Çanakkale'de ölmeden önce düsmana su vermektir,
-         onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
-         Düşmanin ardından rahmet okumak,
-         kanlisindan helallik almaktir.
-         Sabahlari odana rahmet dolsun diye, cami açmaktir.
-         Kar yağdığında kayak yapmayi degil, evsizleri düsünmektir.
-         Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktir.
-         Yagmura rahmet, kara bereket diye bakmaktir.
Türk olmak;
-         harap bir ülkede,
-         zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip,
-         tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile,
-         paylaşacak ve sahiplenecek tek varligi fakirlik olmasina ragmen,
-         yedi düvele meydan okumaktir.
Türk olmak;
-         askere davul-zurna ile ugurlanmaktir,
-         belki de dönmeyecegini bilerek.
Türk olmak;
-        annenin, sehit oglunun ardindan; 'Bir oglum daha olsun, onu da vatan icin gönderecegim. ' demesidir.
-         Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sagolsun!' demesidir.

Türk olmak;
-         'Türk çayinda radyasyon olmaz!' yalanlari ile,
-         'Gusül abdesti alana AIDS bulasmaz!' dolanlari ile yaşamaktır.

Her hükümetin
-         enkaz devraldigi, ama
-         asla ardinda enkaz BIRAKMADIGI ülkede olmaktir.

Türk olmak;
-         ecdadin yaşadigi kıtlıktan dolayi, çayın yaninda gelen şekerden fazla olani garsona geri vermektir.
-         Ayni nedenle Türk olmak, yemegi ziyan etmekten korkmaktir.
-         Göz hakkina, diş kirasina saygıdır.

Türk olmak;
-         Evindeki bir kap aşın yarısını Tanri misafirine vermektir.
-         Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak;
-         milli maçta ağlamaktır.
-         Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşik olmaktir.

Türk olmak;
-       ölesiye sevmektir.
-  Aşkı   icin ölmektir,
-         öldürmektir.
-         Sevdiceginin elini bir kez tutamadan, topraga girmektir.
En güzel ask şiirlerini yüreginde hissetmektir.
Eşkiyaya türkü yakmaktir, Türk olmak.

Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.


Türk olmak;
-         Yunus'u bilmektir,
-         Asik Veysel'i sevmektir.
-         Mevlana'yi, Haci Bektas-i Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi
-         tek bir satırını okumasa da yüreginde tasimaktir.

Türk olmak;
-         saz çaldiginda,
-         ney üflendiginde,
-         kös dövüldügünde ve kaval çaldiginda,
-         yüreginin derinlerinde bir sizi sezmektir,
-         bir de Yemen Türküsü'nde...
-         Hayatin sana verdiklerine 'Nasip',
-         vermediklerine 'KISmet' demektir.
-         Her isin 'HAYIRLISINA' inanmaktir ve
-         aglamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak;
-         Asya'da BATILI,
-         Avrupa'da dogulu diye tepki görmektir.
Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir.
-         Magazin programlari ile dizilerin arasina sıkışsa da,
-         silkinip üzerindeki ölü topragini atabilmektir.

Türk olmak;
-         mahalle maçi için ayni saatte,
-         on kisi buluşamazken,
-         milyon kisinin bir araya gelmesidir.
-         Tavla oynarken bile kavga ederken,
-         milyon kisinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak;
-         buhran zamaninda Arjantin'de de magazalar yagmalanırken,
-         daha agir buhranda sıraya girerek,
-         sorumlusuna en AGIR cezayi tek bir cam kırmadan SANDIKta kesmektir.

Türk olmak;
-         en zayif gününde bile dünyaya meydan okumak,
-         en dertli gününde bile her ufunetin bir safakta bitecegini bilerek
-         tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak. Türk olmak;
-         Anadolu'da her düsen yagmur damlasina hamdetmek,
-         her çikan basak için sükretmektir.
Türk olmak,
medeniyetler mezarligi Anadolu'da dik durabilmektir.


20241229

📖 Nardogan, Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan, kış gündönümüne denk gelen bir kutlamadır.



Nardogan, Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan, kış gündönümüne denk gelen bir kutlamadır.

Nardogan, güneşin yeniden doğuşunu ve kışın sona erip baharın başlangıcını simgeler. Kısacası, uzun ve karanlık gecelerin ardından güneşin gücünün geri dönmesini kutlar. Bu nedenle, Nardogan, umut, yeniden doğuş ve bereketin sembolü olarak kabul edilir.

Nardogan'ın kutlandığı tarih, kış gündönümüne denk gelir, yani yılın en uzun gecesi olan 21 veya 22 Aralık'a. Bu tarihte, güneş en düşük noktasına ulaşır ve ardından tekrar yükselmeye başlar. Bu da Nardogan'ın, güneşin tekrar gücünü kazanması ve doğanın uyanışı için bir umut simgesi olarak kabul edilmesinin sebebidir.

Nardogan'ın kutlanma şekli, farklı bölgelerde farklılık gösterir. Ancak genel olarak, bu kutlamada şu etkinlikler yapılır:
  • Ateş yakmak: Nardogan'ın en önemli geleneklerinden biri, güneşin gücünü simgeleyen ateş yakmaktır. Bu ateş, karanlığı aydınlatmak, kötülükleri uzaklaştırmak ve güneşin yeniden doğuşunu kutlamak için yakılır.
  • Şarkılar söylemek: Nardogan gecesi, güneşin dönüşünü ve doğanın uyanışını kutlayan şarkılar söylenir. Bu şarkılar, genellikle umut, mutluluk ve bereket temalarını içerir.
  • Dans etmek: Nardogan'da insanlar, güneşin gücünü ve doğanın uyanışını kutlamak için dans ederler. Bu danslar, genellikle halk danslarıdır ve coşkulu bir şekilde yapılır.
  • Yiyecekler paylaşmak: Nardogan gecesi, aileler ve komşular bir araya gelir ve birlikte yemek yerler. Bu yemekler, genellikle kışın hasadından kalan ürünlerle yapılır ve bereketin paylaşılmasını simgeler.
Nardogan, Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan bir kutlamadır. Bu kutlama, güneşin gücünü, doğanın uyanışını ve umudu simgeler. Nardogan'ın kutlanması, Türk kültürünün zenginliğini ve tarihini yansıtır.


📖 Nevruz nedir? Nevruz ne zaman?

 Nevruz nedir? Nevruz ne zaman?

Mart 21, 2014
Toprak ananın uzun bir sessizliğin ardından canlandığı, yeşilin her tonunun sayısız renkteki çiçekle buluştuğu baharın müjdecisi nevruz, birçok ülkede coşkulu etkinliklerle kutlanacak.
Yüzlerce toplulukta, farklı adlarla binlerce yıldan bu yana kutlanan nevruz, kültürel miras yoluyla nesilden nesile taşınıyor. UNESCO nezdinde “Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi”ne 2009′da dahil olan nevruz, BM tarafından da 21 Mart tarihi “Uluslararası Nevruz Günü” olarak ilan edildi.

Farklı toplulukların inanışlarında değişik isimler altında şenliklere konu olan dünyanın en eski bayramı nevruz, Avrasya’nın geniş coğrafyasında yaşayan halklarda baharın müjdecisi ve yeni gün olarak biliniyor. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan’da milli bayram olarak kutlanan nevruza verilen isimler yöreden yöreye bile değişiklik gösteriyor.

NEVRUZ’UN DİĞER İSİMLERİ

Farsça “yeni gün” anlamına gelen Nevruz, dünyadaki çeşitli Türk topluluklarında “en ulu gün” olarak biliniyor ve “navrız”, “yeni gün”, “mart dokuzu”, “ulu kün”, “şagaa”, “ısıah”, “yengi kün”, “çıl pazı” gibi isimlerle anılıyor.

NEVRUZ EFSANELERİ

Kimi topluluklar, bu günü Allah’ın dünyayı yarattığı gün, kimileri Nuh Peygamber’in yere ilk ayak bastığı gün, kimileri ise ilk insanın yaratıldığı gün olarak değerlendirirken, bazı topluluklar geceyle gündüzün eşit olduğu bu günü, baharın müjdecisi kabul ediyor.
Bu bayram, geleceğe dair umut, arzu ve temennileri de içinde barındırıyor. Bu yönüyle dünyada tek ve özgün olan Nevruz Bayramı, doğadaki dirilişin yanı sıra insana dair umudu ve en güzel dilekleri de temsil ediyor.

Eski Türkler ile İranlıların Yılbaşı kabul ettikleri gün, Türklerin ilk takvimi olan Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’nde de yer alıyor.
BARIŞ VE KARDEŞLİK GÜNÜ

Ateş, su , toprak, mağara gibi nevruz söylencelerinde geçen unsurlar tüm insanlığın vazgeçilmezleri arasında bulunuyor ancak özellikle ateş Türkler için hangi din veya inançtan olurlarsa olsunlar büyük önem taşıyor. Altay halklarından Tatarlara, Azerilerden Karaimlere, Gagauzlara kadar pek çok Türk halkı tarafından ateşle su ruhsal ve bedensel arınma için gerekli görülüyor. Bu nedenle Türk coğrafyasında nevruzda ateş yakmak ve iyi dileklerde bulunarak ateş üzerinden atlamak bir gelenek sayılıyor.

Dargınlar barıştırılıyor, fakirlere, kimsesizlere ve yaşlılara maddi ve manevi yardım yapılıyor.
NEVRUZ YEMEKLERİ

Özbekistan’da nevruz sabahı yeni elbiselerini giyen halk, hazırladıkları halim, sümelek, samsa, çorba, pilav gibi yiyeceklerle kırlara çıkıyor. Köpkari, güreş, at yarışları ve horoz dövüşleri gibi spor gösterileri düzenleniyor. Nevruz kutlamalarından esinlenilmiş tiyatro eserleri sahneleniyor.
Kırgızistan’da bahara giriş bayramı olarak kutlanan nevruzda “Nooruz köcö” denilen özel bir yemek yapılıyor. Türkmenistan’da hazırlıklarına bir hafta önceden başlanan nevruzda Türkmen çöreği, Türkmen petiri, külce, yağlı börek, şekşeke, koko, bovursak, Türkmen palavı ve bugünün özel yemeği semeni hazırlanıyor.

Azerbaycan’da, çeşitli renklere boyanmış, suda pişirilmiş yumurtalar, kapı kapı dolaşan çocuklara veriliyor.

20241227

📖'Sümerce Türk kökenlidir'

Uydurma Hint-Avrupa dezenformasyon efsanesini yıkmak: Sümerce Türk kökenlidir Aşağıdaki makale, Türkçe ve Sümercenin kelime, morfoloji ve gramer açısından ortaklığını kanıtlayan en yeni ve en gelişmiş çalışmadır. 2019 yılında Rus yazar Kurmaev tarafından yazılmıştır.

Kisamov bunu Rusçadan İngilizceye çevirmiştir. "1914-1915 yılları arasında Alman Sümerolog Fritz Hommel, anlam ve fonetik olarak eşleşen 200 Türkçe-Sümerce kelimeyi karşılaştırmış ve "Sümerce Türkçedir" adlı bir kitap için bir makale yazmıştır.


Ancak, makale, belki de daha sonra başlayan ırkçılık nedeniyle, araya giren I. Dünya Savaşı nedeniyle yayınlanmamıştır. Makalenin bir el yazması kopyası hala mevcuttur".

Noah Kramer, "Sümerler, Tarihleri, Kültürleri ve Karakterleri" adlı yayınında Sümer-Türk ilişkisini 1963 yılında kapsamlı bir şekilde ele almıştır. Vecihe Hatiboğlu, Osman Nedim Tuna ve Olcas Sülaymanov aynı konuda eserler yazmışlardır.


Osman Nedim Tuna 165 ortak Sümer Türkçesi kelimesi yayınladı. Sonra kelime sayısını artırdı. Süleymanov sadece "insan, doğa ve inanç" konularında 60 ortak Türkçe-Sümerce kelime gösterdi.
Muazzez İlmiye Çığ, "Sümerler Türklerinin Bir Koludur" adlı kitabında bu ilişkiyi kapsamlı bir şekilde ele aldı ve birçok kelime örneği verdi.


Şimdiye kadar en kapsamlı Sümer-Türkçe ortak kelime listesi Polat Kaya'nın İngilizce yayınlanan mini sözlüğüdür.


Sümercenin kökeni hakkında yapılan araştırmalarda yaşayan diller ile ilgili karşılaştırmada en büyük hata günümüz Türkçesiyle yapılmasıdır. Oysa bu Ural Altaik dilin dil ailesine dönüştüğü MÖ8-6yy esas alınmalıdır. Günümüzde ona en yakın Türkçe ise Çuvaşçadır.

Alıntı: https://x.com/AnadoluTarihii/status/1872891306856574981


✊🇹🇷Türk milleti bir bölünmez bütündür


Sorma bana oymağımı, boyumu
Beş bin yıldır millet gibi yaşarım 
Sorma bana ailemi, soyumu 
Soyum Türk’tür, soy büyüğüm hünkârım. 

Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı 
Türk’üm, bu ad her unvandan üstündür 
Yoktur Özbek, Nogay, Kırgız, Kazanlı 
Türk milleti bir bölünmez bütündür.

20241226

İzmir'in göbeğinde! Smyrna antik tiyatrosu ortaya çıkıyor

 İzmir'in göbeğinde! Smyrna antik tiyatrosu ortaya çıkıyor

İzmir'in tarihi miraslarından Smyrna Antik Kenti'nin 20 bin kişilik antik tiyatrosu, kazı çalışmalarıyla yeniden hayat buluyor. Tamamlandığında, bu görkemli yapı modern İzmir kent yaşamıyla iç içe bir deneyim sunacak.

İzmir'in göbeğinde! Smyrna antik tiyatrosu ortaya çıkıyor

Doğukan Şahin

Editor

MÖ 3. yüzyılda inşa edilen ve yaklaşık 1500 yıl önce toprakla kaplanan Smyrna Tiyatrosu, Konak ilçesinde Kadifekale'nin eteklerinde yer alıyor. 2016 yılından bu yana süren titiz kazı çalışmalarıyla tiyatro, bir sanat eseri gibi gün yüzüne çıkarılıyor. Bu süreçte 20 bin kapasiteli antik yapının "L" şeklindeki giriş yolu, 21 basamaklı seyirci alanı ve sahne bölümleri ortaya çıkarıldı.

İZMİR'İN KALBİNDE BİR KÜLTÜR MİRASI

Diğer antik tiyatrolardan farklı olarak kent yaşamıyla iç içe bulunan Smyrna Tiyatrosu, geçmişte gladyatör dövüşlerinden drama ve trajedi oyunlarına kadar çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapmış. Kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından, bu tarihi mekanın modern kültürel etkinliklerde kullanılabileceği belirtiliyor.

HADRİANUS DÖNEMİNİN İZLERİ ORTAYA ÇIKIYOR

Kazı başkanı Prof. Dr. Akın Ersoy, tiyatronun Roma İmparatoru Hadrianus döneminde büyütülerek kapasitesinin artırıldığını ifade etti. Ersoy, 2023 yılında yapılan kazılarda tiyatronun üst kısımlarındaki toprakların temizlendiğini ve Hadrianus dönemine ait heykel parçalarının bulunduğunu söyledi. Buluntular arasında heykel kolu, bacak ve parmak gibi toplam 165 parça yer alıyor. Ersoy, "Bu parçalar, tiyatronun sahne dekorasyonunun oldukça renkli ve hareketli olduğunu gösteriyor" dedi.

TARİHİ OYUNLAR VE GLADYATÖR DÖVÜŞLERİ

Smyrna'nın antik dönemdeki metropol yapısına vurgu yapan Ersoy, tiyatronun yalnızca bir eğlence mekanı olmadığını, aynı zamanda Roma İmparatorluğu döneminde "Asya Eyaleti Oyunları" gibi büyük organizasyonlara ev sahipliği yaptığını söyledi. Bu oyunların günümüz olimpiyatlarına benzetilebileceğini belirten Ersoy, "Tiyatro, aynı zamanda gladyatör dövüşleri ve halka yönelik duyurular için de kullanılıyordu" ifadelerini kullandı.

KÜLTÜREL VE SOSYAL ETKİNLİKLERE EV SAHİPLİĞİ YAPABİLİR

Ersoy, Smyrna Tiyatrosu'nun kent içerisinde böylesine büyük bir yapının örneklerinden biri olduğunu ve konservasyon çalışmaları tamamlandığında İzmir’in sosyokültürel yaşamında önemli bir yer edineceğini belirtti. Batı dünyasında benzer yapılar kültürel etkinliklerde kullanılırken, Smyrna Tiyatrosu'nun da benzer bir şekilde değerlendirilebileceğini ifade eden Ersoy, "Bu tiyatronun, gelecekte İzmir’in kültürel rotalarında önemli bir durak haline geleceğine inanıyoruz" dedi.

BÖLGENİN TURİZM POTANSİYELİ ARTACAK

Smyrna Antik Tiyatrosu, kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla hem İzmir için hem de dünya kültürel mirası açısından önemli bir değer olacak. Bu tarihi mekanın, Batı'daki örneklerinde olduğu gibi sanat ve kültür etkinliklerine ev sahipliği yapması hedefleniyor.



İzmir’in göbeğinde yer alıyor! Antik tiyatro Türkiye’nin Kolezyum’u olmaya aday

Son dakika İzmir haberleri... İzmir'in Konak ilçesinde bulunan Smyrna Antik Kenti'nin tiyatrosunda çlaışmalar tüm hızıyla sürüyor. Antik kentteki 20 bin kapasiteli ve bir kısmı ortaya çıkarılan tiyatro, çalışmaların tamamlanmasının ardından İzmir'in önemli lokasyonlarından biri haline gelecek.

AA

Son dakika İzmir haberleri... Milattan önce 3. yüzyılda inşa edilen ancak 1500 yıl önce üstü toprakla kapanan Smyrna Tiyatrosu, Konak ilçesi Kubilay Mahallesi'nde tarihi Kadifekale'nin eteğinde yer alıyor.

Antik tiyatroda 2016'dan bu yana devam eden kazı çalışmalarında arkeologların adeta nakış gibi işleyerek ilerlediği tiyatro daha da belirgin hale gelmeye başladı. Bu süreçte, 20 bin kapasiteli antik tiyatronun "L" şeklindeki seyirci girişi ile 21 basamak ve sahnenin belli kısmı ortaya çıkarıldı.

İzmir'in kent yaşamıyla iç içe olan antik tiyatro, bu yönüyle diğerlerinden farklılık gösteriyor.

Gladyatör dövüşleri gibi farklı şekilde kullanılan antik tiyatro, kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla günümüzün kültürel etkinliklerine ev sahipliği yapabilecek.

Kazı başkanı ve İzmir Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Türk İslam Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akın Ersoy, AA muhabirine, bu yıl 20 kişilik ekiple çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

Üç kademeden oluşan tiyatronun ilk kısmının ahşap olarak inşa edildiğini anlatan Ersoy, "Tiyatro, Roma İmparatoru Hadrianus döneminde önemli ölçüde büyütülmüş, kapasitesi artırılmış. Bu seneki kazılarda basamakların üstündeki toprak temizlendi.

Bazı heykellerin kol, bacak ve parmak gibi kısımlarına ait 165 parça buluntu ortaya çıktı. Bunların çoğu Hadrianus dönemi ait. Buluntularla tiyatronun çok renkli ve hareketli sahne binasını tasavvur ediyoruz. Tiyatronun ilk kademesini 2 yıl içerisinde ortaya çıkarmayı hedefliyoruz." dedi.

Ersoy, at nalı şeklinde tasarlanan açık hava tiyatrosunun Akdeniz'in en büyükleri arasında gösterildiğine işaret etti. 

"SMYRNA'DA 'ASYA EYALETİ OYUNLARI' GERÇEKLEŞTİRİLİYORDU"

10 yıl öncesine kadar üzerinde yaşamın bulunan Smyrna Tiyatrosu'nun Efes'teki antik tiyatro büyüklüğünde olduğunun altını çizen Ersoy, şunları kaydetti:

"Burası yaklaşık 20 bin izleyiciye sahip. Tarihte İzmir metropol kent olduğundan ticari ve ziyaret amaçlı Akdeniz'in her yerinden buraya gelenler oluyor. Roma döneminde Smyrna'da 'Asya Eyaleti Oyunları' gerçekleştiriliyordu ve bunu günümüzün olimpiyatları gibi düşünebiliriz. Tiyatroda drama ve trajedi oyunları sergileniyordu. Dönemin en önemli etkinlikleri olan gladyatör dövüşleri burada da yapılıyordu. Yöneticiler duyurmak istedikleri ve önerdikleri haberi burada halkla paylaşılıyordu."

Ersoy, antik tiyatronun yaşayan bir kentin içerisinde olmasının çok önemli olduğunu dile getirdi.

"ÖNEMLİ BİR LOKASYON OLACAK"

Çalışmaların tamamlanmasının ardından antik tiyatronun İzmir'in önemli sosyokültürel bir mekanı olabileceğini aktaran Ersoy, sözlerini şöyle tamamladı:

"Tiyatro İzmir'deki rotalar içerisinde önemli bir lokasyon olacak. Buranın konservasyonu da gerçekleşirse birçok etkinliklere ev sahipliği yapabilecek. Türkiye'de bu büyüklükte kent içerisinde böyle bir tiyatro örneği yok. Batı'da bunları çok görüyoruz. İtalya'daki Kolezyum birtakım kültürel etkinlikler için kullanılıyor. Buradan da bu doğrultuda umutluyuz. Yakın gelecekte Smyrna Tiyatrosu da Batı'daki örneklerde olduğu gibi birtakım sosyal ve kültürel etkinliklerde kullanacaktır. İnşallah bunu da başaracağız."






🎞️ İstanbul'un İşgalinde Kara Bir Gün ''8 Kasım 1919''

  İstanbul'un İşgali nde Kara Bir Gün ''8 Kasım 1919'' General Franchet d'Esperey, makalenin tercümesi önüne kon...