20201113

Lord Kinross denilen John Patrick Douglas Kinross Atatürk dönemine tanık değildir

Lord Kinross denilen John Patrick Douglas Kinross İngiltere'nin Ortadoğu'daki istihbarat ajanlarından biriydi. Atatürk dönemine tanık değildir. Atatürk biyografisini uydurma anıları harmanlayarak yazmıştır. Bir gri propaganda çalışması olan bu kitap kaynak olarak kullanılamaz.

Cengiz Özakıncı
@cengizozakinci

Mustafa Kemal Paşa: ''Gayemiz bir olmalıdır...''

 Kaynak Yayınları @kaynakyayin

17. Kolordu Kumandanı Bekir Sami Bey'e: 
"Gayemiz bir olmalıdır. Genel dünya vaziyetinin ve bilhassa son Kafkas hadiselerinin benim için ümit verici olduğunu müjdelerim. Vaziyetinizden ve olayların akışından sık bilgi vermenizi rica ederim."

(Mustafa Kemal, 9 Haziran 1919)


20201110

Türkiye Basınında - 10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü'nde

 























Milli Mücadele Sergisi’nde tarihe yolculuk

 

Milli Mücadele Sergisi’nde tarihe yolculuk

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Beştepe’deki Millet Kütüphanesi’nde hazırlanan, İstiklal Harbi’ne ve Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık eden özel eserlerden oluşan Milli Mücadele Sergisi, ziyaretçilerini eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor.

29 Ekim’de açılan sergi, Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü işbirliği, TBMM, Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Atatürk Müze Köşkü, Ankara Üniversitesi, İnönü Vakfı ile özel arşiv ve koleksiyonların katkısıyla hazırlandı. Yaklaşık 100 üzerinde obje ve belgeden oluşan sergi, İstiklal Mücadelesi’nin bazı önemli tarihi kayıtlarını da ilk kez gün ışığına çıkardı. 


İLK BAYRAK

Milli Mücadele Sergisi’nde, 23 Nisan 1920’de TBMM binasına çekilen ilk bayrak ve sancak, Cumhuriyet’in ilanının ilk resmi belgesi, Büyük Taarruz’da öncü kuvvetlerin elinde bulunan, elle dikilmiş, ay ile yıldızın üzerinde işgalden kurtarılan şehir ve kasabaların isimleri ve düşmandan geri alınma tarihlerinin yer aldığı bayrak da ilk kez sergilendi. Sergi aralık ayı sonuna kadar açık kalacak.

ATA’NIN KALPAĞI, DÜRBÜNÜ

- Sergide Mondros Mütarekesi belgesi, Mustafa Kemal Paşa’yı Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak görevlendiren kararname, Samsun’daki görevini bildiren telgraf, evrak çantası, Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi kararları, Erzurum Kongresi mührü, Sivas Kongresi kararları, Misak-ı Milli Belgesi, Sevr Andlaşması belgesi, Lozan Andlaşması belgesi de yer alıyor.


- Askerlerin elbiseleri, mataraları, silahları, o dönemde kullanılan telefon santrali, sahra telefonu, Atatürk’ün İstiklal Harbi’nde kullandığı dürbünü, mührü, “Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri” emrinin metni de sergide yer alıyor.



- Atatürk’ün kalpağı, pelerini, bastonu, Ankara esnafının hediye ettiği Cumhurbaşkanlığı mührü, İsmet İnönü’nün satranç takımı, kılıcı, Celal Bayar’ın daktilosu, gözlüğü, Mareşal Fevzi Çakmak’ın üniforması, Kazım Karabekir’in İstiklal Madalyası, üniforması, TBMM’nin açılış genelgesi, İstiklal Marşı’nın tasdikli sureti ve Nutuk’un kaleme alındığı masa da sanatseverler ve tarih meraklılarıyla buluşuyor.


Ayrıca sergide Milli Mücadele’nin ruhunu daha yakından hissedebilmek adına, Namazgah Tepe’de ordu için yapılan dualar ve Halide Edip Adıvar’ın Sultanahmet Mitingi’ndeki konuşması ile dönemin çocuk kahramanları için interaktif odalar ve Nutuk için özel oda oluşturuldu.
Alıntı/Kaynak:
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/milli-mucadele-sergisinde-tarihe-yolculuk-41658566?utm_source=t.co&utm_medium=post&utm_campaign=milli-mucadele-sergisinde-tarihe-yolculuk-41658566&utm_term=post


✍️ Gardırop Atatürkçülüğünden, Sosyal Medya Atatürkçülüğüne - Cem Gürdeniz

Gardırop Atatürkçülüğünden, Sosyal Medya Atatürkçülüğüne

Atatürk’ün aramızdan ayrılığının 82. Yılındayız. Türk tarihinin yetiştirdiği en büyük komutanı, devrimciyi, devlet adamı ve kurucu lideri bir 10 Kasım gününde özlemle anıyoruz. Hem hüzün hem heyecan hem gurur hem de öfke duyguları içindeyiz. Hüzünlüyüz böyle büyük bir lideri devrimleri tamamlayamadan kaybettiğimiz için. Heyecanlıyız, devrimci fikirleri ve sunduğu reçete 21.yüzyıl koşullarında sadece Türkiye için değil, tüm insanlık için kurtuluş ve huzur sunmaya devam ettiği için. Gururluyuz. Böylesi üstün bir şahsiyet, mensubu olduğumuz Türk milletinin bağrından çıktığı için. Bazen içimizdeki mandacılar, batı hayranlıklarını ve teslimiyetlerini dışa vururken "Türklerin uygarlığa ne katkısı olmuş ki?’’ Sorusunu sorarlar ya! Onlara verilecek cevap şudur: Türkler her yüzyılda uygarlığa katkı sunmuştur. Ancak en büyük katkı, 20. Yüzyılda Mustafa Kemal Atatürk ve Türk devrimidir. 1981 yılını UNESCO Atatürk yılı ilan ettiğinde gerekçesinde şunları yazmıştı:

‘’Atatürk, uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, UNESCO’nun yetki alanlarında yenilikler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önderlerden biri, insan haklarına saygılı, insanları ortak anlayışa ve devletleri dünya barışına teşvik eden, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.’’ Öfkeliyiz, Mustafa Kemal Atatürk’e Türk siyaseti ve müesses nizamının sergilediği iki yüzlülük için.

NADİR NADİ: BEN ATATÜRKÇÜ DEĞİLİM

Bu iki yüzlülük o kadar büyük ve çarpıktır ki Atatürk’e yakın çevrelerden Cumhuriyet Gazetesi Kurucusu Merhum Nadir Nadi, 12 Eylül 1980 sonrası Atatürkçülük adına yapılanları görerek isyan etmişti. Aydın ve Atatürkçü olması gereken kişilerin kimi zaman gizli, kimi zaman açıkça bu çıkarcıların ve Atatürk karşıtlarının yanında yer aldıklarını görünce ‘Ben Atatürkçü Değilim’ demekten kendini alamamış, bu başlıkla bir de kitap yazmıştı. Atatürk ile devrimlerinin teori ve pratikteki en büyük buluşması şüphesiz "Altı Ok" ilkeleridir ve 89 yıldır tam olarak hayata geçirilememiştir. Bu sonuçtaki en ciddi engel, Atatürk’ü ve Kemalizm’i açık şekilde tehdit olarak gören karşı devrimciler kadar, Nadir Nadi’ye "Ben Atatürkçü değilim’’ dedirten görünüşte Atatürkçü maskesi takan iki yüzlülerdir.

GARDIROP ATATÜRKÇÜLERİ

Nadir Nadi bu ifadeyi 12 Eylül’ün sert ikliminde söylerken, ondan 14 yıl önce İlhan Selçuk, 9 Eylül 1966 tarihinde Yön Dergisinde bir makale yazar. Bu yazının başlığı ‘Gardırop Atatürkçülüğü’ dür. 60 yılların konjonktürüne isyan eder derecede son derece güçlü duygu ve düşüncelerle harmanlanan yazıda merhum İlhan Selçuk gardırobu kullanan iki yüzlüleri şöyle tarif eder: ‘’ Türkiye’de hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar Atatürkçülüğe zarar vermedi. Hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar devrimleri kemiremedi. Hiç kimse Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine erişmek çabasını gardırop Atatürkçüsü kadar baltalayamadı…Batı toplumunu tenkit ve tahlil eden çağdaş düşünceyi ve akımları küfür sayan…Atatürk’ün milli kurtuluş savaşını, Amerikan kapitalizmine, emperyalizmine satmakta mezat memuru…Son yılların olayları iyice ortaya çıkıyor ki, Atatürk’ün bağımsızlık ve kurtuluş hareketini yabancılarla ortak çıkarlarla eritenlerin başında gardırop Atatürkçüleri gelmektedir. Bunların menfaatleri uğruna yapmayacakları hiçbir şey yoktur…Atatürk’ün bükülmez iradesi altına girip hizmet görmeyi hiçbir zaman için çıkarlarına uygun bulmamışlardır…Bunların yüzündendir ki devrim halka mal edilememiştir, bunların yüzündendir ki Atatürkçülük anlayışı fakir halk tabakaları karşısında iktisadi içerikten yoksun bir anlamsızlık içinde kalmıştır...Halkın vicdanında yoğunlaşmış inançlara küfretmek, ama o inançların sahiplerine hiçbir hak tanımamak mesleği bunlarındır. Çıkarcılıkları, inançsızlıkları, eyyamcılıkları, ikiyüzlülükleriyle gerçek halk çocuklarının güvensizliğini, kişiliklerinde toplayanlar bunlardır. Bunların verdikleri kötü örnekler, Atatürkçülüğün kurutulması için en başta gelen rolü oynamışlardır. Gerçek Atatürkçülere ve Atatürkçülüğün devrimcilik-devletçilik-halkçılık temel ilkelerine düşmandırlar…Emperyalizme karşı her çıkış ve emperyalizmin içerdeki temsilcilerine karşı her tedbir içerde ve dışarda kıyameti koparır. Gerçek Atatürkçüler Batı mukallitlerinin Türk kurtuluş hareketini nasıl yozlaştırdığını iyice tahlil etmelidirler. Bugün Asya’nın ve Afrika’nın mazlum milletlerinin emperyalizme baş kaldırmasını yeren kişiler, şapka da giyseler, çarşafa karşı da olsalar, yeni yazıya taraftar da olsalar, Atatürkçü sayılmazlar. Onlar devrim hareketlerini gardırop değişikliği sanan zavallılardır…’’

ATATÜRK'Ü UNUTTURMAK

Hukukçu ve yazar Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da 29 Ağustos 1976 tarihinde Cumhuriyet Gazetesindeki ‘’Atatürk’ü Unutturmak’’ başlıklı yazısında şunları yazıyordu: “Bir bölük politikacı, idareci, teknokrat, yazar-çizer ve öğretim üyesi, hainler takımı gibi Atatürk’ü karalamak, tarihten silmek girişiminde bulunmuyor…Atatürk’ten “Büyük Mustafa Kemal, yüce Önder, Büyük Kumandan” gibi övücü nitelemelerle söz ederek, Atatürk’ü güya benimsemiş görünüyorlar…Ne yazık ki, bu edebiyatı yapanların birçoğu O’nun ilke ve direktiflerinden hiçbirini benimsemiyor. Bu gibiler, Atatürk’ü tarihten silmeyi başaramayacaklarını biliyorlar. Bu kadarcığına akılları eriyor. Şu hâlde, Atatürk’ü değil, Türkiye’de Atatürkçülüğü unutturmalı ki onun adı havada kalsın ve kendi gizli emelleri bir gün bu yöntemle gerçekleşsin. Bence Atatürk’e karşı olanların en tehlikelileri bunlardır. Çünkü sinsidirler, izledikleri yöntem. “Atatürk’ü güya benimseyerek Atatürkçülüğü yozlaştırmak ve unutturmak” yöntemidir…Bir de Atatürk’üngerçekleştirdiği devrimi yeterli bulmadıkla için onu Türkiye bakımdan yok sayan, ona «Burjuva Kemal» diyen Atatürk düşmanları vardır.  Bu bedbahtlar unutuyorlar ki Atatürk’ün devrimleri olmasaydı, bugün şurada burada düşüncelerini yazmak fırsatını bile bulamayacaklardı. Bu gibilerAtatürk’ü karalama doğrultusunda, MütarekeDönemi hainleriyle ay yollardan gidip sonunda birleşmektedirler.’’ 

KEMAL ANADOL'UN İSYANI

1 Mart 2003 tezkeresinin reddine önderlik eden 18. ve 22. dönem CHP Milletvekili Kemal Anadol da gardırop Atatürkçülerini 9 Kasım 2020 günü yayınladığı mesajı ile şiddetle eleştiriyor ve şöyle diyor: ‘’Atatürk ve Kemalizm her girdiği kabın şeklini alan bir sıvı değildir…Ulusal bağımsızlığı sözde değil özde amaçlamayan bir anlayışın Atatürk ile yan yana gelmesi düşünülemez. Antiemperyalizm ve ulusal bağımsızlık etle tırnak gibi kaynaşmış kavramlardır…12 Mart ve 12 Eylül’ün gardırop Atatürkçüleri hem Atatürk'ün kişiliğine hem de demokrasiye büyük zarar vererek tarihe geçmişlerdir…Atatürk ve İnönü’yü "iki ayyaş" olarak tanımlayanların, "laiklik oy getirmiyor" diyerek anti-laik uygulamalar karşısında susarak onay verenlerin 10 Kasım söylemleri sadece timsah gözyaşlarıdır!’’

SOSYAL MEDYA ATATÜRKÇÜLERİ

Bugün sadece Türkiye’de değil tüm dünyada kamuoyu oluşturma, kamu diplomasisi ve halkla ilişkilerde en önemli araçlar arasında sosyal medya öne çıkıyor. Bu ortam yazılı ve görsel medyanın bile önüne geçmiş durumda. Sosyal medyada Twitter, whatsup grupları, youtube, instagram ve facebook uygulamaları gençler başta olmak üzere sayısal teknoloji dünyasında yepyeni siyasi iklim ortamları yaratabiliyor. Bilginin hem çok kısa sürede hem de değişik ortamlarda (görsel, duysal, grafik, sunum, bilgisel, infografik vb.) sunulabilmesi Atatürk’ün hayatına, dünya görüşüne, başarılarına, Kurtuluşa, Kuruluşa ve Kemalizm’e yönelik görüş ve düşüncelerin halkın değişik katmanlarına erişmesinde ve bilinç kazanılmasında büyük rol oynuyor ve kuvvet çarpan etkisi yaratıyor. Ancak aynı sosyal medya, diğer taraftan psikolojik harp için de bulunmaz fırsatlar sunuyor. Atatürk’ün sadece şekilde aktarıldığı, fikirlerinin, teori ve pratiğinin, okuduğu kitapların, yaptığı tartışmaların anlatılmadığı; Kemalizm’in sadece yaşam tarzına indirgendiği bir Atatürk’ün hedeflendiği tablolar sunuluyor. Yani özde değil, derinliği, düşünce yolu ve felsefesi olmayan vitrin sunuyor. Bu uygulamanın bir benzerini görsel ve yazılı medya organlarında görüyoruz.  Yıl boyunca Atatürk ideallerine ve vizyonuna tamamen ters uygulama ve vizyon içindeki kurum ve kuruluşların 10 Kasım günlerinde her biri birbirinden güzel Atatürk anma klipleri veya posterleri yayınladığını görebiliyoruz. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu dış ve iç yakıcı konjonktürde siyaset ve iç bütünlüğü, birlik ve beraberliği için tek seçeneğinin Atatürkçülük olmasına rağmen kitle siyasi partileri içinde bir tanesinin bile programında Atatürkçülüğü göremiyoruz. 10 Kasımlarda duygularımızı coşturan mesajları verenler neden Türk siyasetinde Atatürk varlığını istemiyor? Bunun için baskı yapmıyor, lobi oluşturmuyor? Neden muhalefetin neredeyse tamamı iktidara gelebilmek için Atatürk’ün bağımsızlık karakterine tamamen zıt şekilde AB ve ABD’den onay ve destek almaya çabalıyor? Her iki yapının Doğu Akdeniz, Ege, Güneydoğu Anadolu’muz ve Kıbrıs’ta aleyhimize jeopolitik manevraları artık açıkça ortadayken bu yaranma ve yakınlaşmanın sosyo genetiğini anlamakta zorlanıyoruz. Soruldu mu herkes Atatürkçü. Ancak hem Atlantikçi hem Atatürkçü olmak mümkün mü? Atatürk bir ideolojidir. İdeolojisi Kemalizm’dir. Bağımsızdır. Devrimcidir. Cumhuriyetçidir. Devletçidir. Milliyetçidir. Halkçıdır. Laiktir. Denizcidir. Atatürk’ü, rakı ve leblebi masasında, ya da zeybek oynadığı fotoğraflara eklenen birkaç kelimelik sloganla değil, gereken yer ve zamanda uğrunda bedel ödenecek büyük bir mücadelenin bugünkü fedaileri olarak düşünmeli, rehber edinmeli ve içimizde yaşatmalıyız.

Aramızdan ayrılışının 82. Yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk’ü bize hür yaşadığımız Anavatan ile Mavi Vatanı kazandırdığı için sonsuz vefa ve şükranla anıyor, aziz hatırası önünde tazimle eğiliyorum.

Alıntı/Kaynak: https://www.veryansintv.com/gardirop-ataturkculugunden-sosyal-medya-ataturkculugune


20201109

🎞 Atatürk Türkiye'dir Türkiye Atatürk.

           Atatürk Türkiye'dir

20201107

🎞 İbrahim Sadri 'nin Türkan Şoray' a ithafen yazdığı bir şiiri ✍️

 

20201106

Bir yabancı ressamdan...

 


Vatansever Türk aydını, besteci ve müzisyen Timur Selçuk hayatını kaybetti

 


 

📚Kitap: 🖋Şiir: Doğu Tabletleri - Hüseyin Haydar


Biz kollarımızı veriyoruz, kollarımızın ikisini de.

Sizden istiyoruz iki öküzün birisini.

Biz ciğerlerimizi veriyoruz, kimse istemeden.

Veriyoruz ciğerlerimizin akını karasını.

Körük istiyoruz sizden ve kükürtün yarısını.
HÜSEYİN HAYDAR




Şaman Fin-Ugor uluslarından Hantı milletine mensup geleneksel giysili genç bir kadın

 


20201102

İzmir Depremi 30 Ekim 2020 - Can kaybı 79, yaralı 962, Artçı sarsıntı 1120

 







İzmir depreminde can kaybı 73'e yükseldi


İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), İzmir'deki depremde vefat edenlerin sayısının 62'ye yükseldiğini bildirdi.



İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığından (AFAD) yapılan açıklamada, İzmir'de saat itibarıyla depremin ardından 43'ünün büyüklüğü 4'ün üzerinde olmak üzere, 947 artçı sarsıntı yaşandığı belirtildi.

Açıklamada, 940 kişinin yaralandığı, bunlardan 722'sinin tedavilerinin ardından taburcu edildiği, 218'inin ise tedavisinin devam ettiği kaydedildi.

İzmir'de 8 binada arama kurtarma çalışmalarının sürdüğü aktarılan açıklamada, depremin ardından 43'ünün büyüklüğü 4'ün üzerinde olmak üzere 947 artçı sarsıntı yaşandığı belirtildi.


HAYATINI KAYBEDEN SAYISI 73'E YÜKSELDİ

AFAD'dan yapılan açıklamada depremde hayatını kaybedenlerin sayısının 73'e yükseldiğini bildirdi.

ÇADIRDA İKİNCİ GECE

Öte yandan depremzedeler, AFAD ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından farklı bölgelerde kurulan çadırlarda ikinci gecelerini geçirdi.

Türk Kızılay ve sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle yiyecek içecek ikramı yapılan depremzedelerden bazıları ateş yakarak ısınmaya çalıştı.

Aşık Veysel Rekreasyon Alanı'nda kurulan çadırlarda kalanlar vatandaşlardan İrfan Adanır, depremde evinde çatlaklar oluştuğunu, eve girmeye korktuklarını anlattı.

Ailesiyle bir süre daha çadırda kalacaklarını belirten Adanır, "65 yaşındayım, hayatımda ilk kez böyle bir depreme şahit oldum. Nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Çok korktuk. Anlatmak çok zor" dedi.

Türkiye'nin bu depremle tek yürek olduğuna tanıklık ettiğini belirten Adanır, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Hakikaten Türkiye böyle şeylerde birleşmesini biliyor. Böyle kötü şeyler, belki bize çok güzel şeyler üretiyor. Keşke böyle kötü şeyler olmadan güzel şeyler olsa. Burada hiçbir sorunumuz yok. Yiyemeyeceğimiz kadar bol yiyecek var. Her yerden yardıma gelenler var."

'ENKAZ ALTINDAKİLERİ DÜŞÜNÜYORUM'

Enkazların bulunduğu bölgeye yakın konumda kurulan çadırda, eşi ve iki çocuğuyla kalan 34 yaşındaki Mehmet Aktaş da depreme, yıkılan Rıza Bey Apartmanı'nın yanındaki iş yerinde yakalandığını söyledi.

Depremin etkisinin büyük olduğuna dikkati çeken Aktaş, "Yıkılan apartmanlarda yaşayan tanıdığımız insanlar vardı. Bazıları kurtuldu ama birçoğu da maalesef hayatını kaybetti. Elimizden bir şey gelmiyor. Evimizde bir sıkıntı yok ama yanındaki yüksek katlı binada yıkılma tehlikesi var. Onun için boşalttık. Bizde bir sorun yok, enkazın altındakileri düşünüyorum" ifadelerini kullandı.


20201101

✍️🇦🇿 Hepimiz Azeriyiz! - Onur Caymaz



Hepimiz Azeriyiz!
Onur Caymaz

Cemal Süreya, yazı hayatının düşünceyle başladığını söylediği Vedat Günyol’u şöyle anlatır: “Çok iyi öğrenim görmüştü. Birkaç dil biliyordu. Kendisinden yararlanmak istediler. Bugün Türkiye’nin en zengin avukatı olabilirdi. Ne yaptı? Tercüme Bürosu’nda görev aldı. Orta öğretim kurumlarında yabancı dil öğretmenliğini yeğ tuttu. Evet, düşünce. Yücel dergisindeki kitap tanıtma yazılarında sanat yapıtlarında hep ana düşünceyi, dünya görüşünü yakalama ve her şeyi ona göre değerlendirme çabası içindeydi.” İhale takipçiliği, evet efendimcilik, param olsun da rezil bile olurumculuk tarzı meslekler yerine dergi çıkarmayı, çeviri yapmayı seçmiştir.

Dünya görüşü diye bir şey var değil mi? Sahici aydın Günyol, daha sonra çıkaracağı Yeni Ufuklar dergisinin 1955 yılı Kasım sayısında Bölmeli Kafalar başlıklı bir başyazı kaleme alır. Burada, bugün bile kendine aydın diyen (insanın kendini böyle tanımlamasındaki trajedi Macbeth’e eşdeğer) kitleye nefis “ayar verir.” Vegan köfteden (vegansak neden köfte), sahildeki pet şişeye dek akla gelen her konu, her “katliam”, “soykırım” için harekete geçerken yani imza toplarken (başka şey yapamazlar), Azerbaycan’da Ermeni ordusunun katlettiği sivillere dair tek söz etmemiş bu kişilere ne denebilir? 

Bu kalabalığın meşhur sloganı “hepimiz Ermeniyiz” olduğu için mi Azerbaycan’a ses etmediler? Sanmam. O slogandaki inceliği görmüyor değilim. Peki bu yanda ölenler? Memleketin aslan evladı Hrant Dink için canı yanan insanın, Azerbaycan’da katledilen iki aylık bebe için ses çıkarmaması mümkün mü? Diyeceksin ki herkes her şey hakkında konuşmak zorunda mı? Değil tabii efendim. Sorumluluktan, somutun sınavından, gerçeğin çölünden tüymenin en güzel yolu da budur zaten. Oysa gizli ve neredeyse sözsüz bir anlaşmayla bizde çoğu aydın her zaman “bir taraf”ın insanıdır, düşüncenin değil. Bir şehit ailesi için tek laf etmemiş usta yazar, hayatını “gerilla” için konuşmaya, Türkler onun bunun malına çöktü tarzı tapu kaydı solculuğuna harcar durur!

Günyol da tam bu durumu özetler işte. Kendilerine aydın diyenlerin bir kısmının en büyük sorununu. Bu kimselerin kendine ait bir “duyarlı olunacak konular” listesi var, doğru. O listenin dışına çıkan “insani” sorunlar, ciddi sükut suikastıyla karşılanır. Bak Günyol’a, ne diyor: “Adına aydın dediğimiz kişiler var, birbirleriyle uzlaşmaz düşüncelere kafalarında yer vermeyi düşünce özgürlüğü sayıyorlar.” Oysa, “kültürlü bir kafanın övünebileceği biricik şey, birbiriyle uzlaşmaz düşüncelere yer vermemek, çelişmezlikleri ortadan kaldırmak, kısaca, düşüncelerini bir düzene sokabilmek yetkisi değil mi?”

Aydın olabilmek, düşünceleri metot üzere toplamayı gerektiriyor. Hayata bakarken perspektif oluşturabilmek. Berkin Elvan’a üzüldüğün kadar Eren Bülbül’e; Ali İsmail’e üzüldüğün kadar Aleyna öğretmene de yanabileceğin bir düşünce sistemi... Çocuk ölümü ya da genç ölümü, siyaset tanımaz şeydir. Aydının sistemi, insanlık olmalı. Ermenistan’dan, AB’den gelecek üç kuruşluk fon ya da PKK’lı “yoldaşlar” kızmasın diye sıkı sıkıya kapanmış dudaklar, kendine aydın adını takanlara yakışmaz. Düşüncesini söylemekten caymayan, düşüncesi için özür dilemeyen; fobik derler, faşist derler diye çekinmeyen kişidir oysa aydın.

Örnek mi gerek. Duyarlılık hastalığına, empati marazına kapıldığından değil, anası Ermeni olduğundan sahici Ermeni olan Cem Karaca’nın, Karabağ adlı şarkısına kulak ver. Şarkı 1992 yılında yayımlanan Nerede Kalmıştık albümünde. Söz müzik, Cem ustaya ait... Almanya sonrası Türkiye'ye dönüşünde çalıştığı müzisyenler Cahit Berkay ve Uğur Dikmen'in yardımlarıyla hazırlanıyor albüm. Pop müziğin patladığı sıralarda çıkış şarkısı da yine politik göndermeli Raptiye Rap Rap’tı, hatırla. Karabağ’a döneyim. Aydın namusunu hatırlar belki kimileri: “Karabağ'da talan var / Ak gerdana saldıran var / Demirsen durun gedim / Gözü yolda kalan var / Demirsen durun durun gedim / Gözü yolda kalan var / Şeyh Ahmet Yesevi'nin yaktığı ateş / Ateş değil sanki şerbet iç dolu dolu / Şeyh Ahmet Yesevi'nin yaktığı ateş / Ateş değil sanki şerbet iç dolu dolu / Bin bir nakış söyler yerde kilimler / Ata yurttan Balkan'a ille Anadolu, ille Anadolu / Bu asla bir turan değil muhteşem bir tufandır / Kavuşan elâlem değil Can ile Canan'dır / Şimdi türkü söylemenin işte tam zamanıdır / İki gözüm bu işin yok sağı solu, yok sağı solu...”

Haydar Aliyev, altmışlarda yurtdışında yapılan toplantıda anısını anlatıyor; “Karabağ'da,” diyor “soyunup nehre girdim, bir Ermeni de gelip kıyafetlerimi çaldı.” Oradan bir aydın (!) arkadaş tepki gösterip o zamanlar Karabağ'da Ermeni yoktu diyor. Aliyev’in cevabı net: “İşte ben de size tam bunu anlatmaya çalışıyorum!” Durum biraz böyle işte. Kaldı ki Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti, etrafındaki işgal altında diğer bölgelerle birlikte, Azerbaycan topraklarının %20’sidir ki burayla birlikte Ermenistan topraklarının %60’ını oluşturur. Varsın görmesinler!

Dünyanın ABD destekli en büyük grubu soykırım lobisinin işi olacak, Ermenistan’ın Hocalı katliamıyla bölgeden Bakü’ye sürdüğü binlerce Azeri’den hiç söz edilmez. Tarihin cilvesi olmalı. Hocalı vardır tabii. Hiç konuşulmaz aydınlar tarafından. Evet, aydın namusudur, ben Sumgayıt’ı da anabilirim korkmadan ama dilinden soykırım düşürmeyenlerin Hocalı dediğini, Bosna dediğini hiç göremem. Ne bileyim, o kadar rahat biri hiç olamadım. Tiksindim bu aydınlardan ben!

Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/hepimiz-azeriyiz-222194


20201029

Kadim Türk Tarihi 15 bin yıl geriye gidiyor...






SİVAS Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Necati Demir, yıllar süren araştırmalarının sonucunu açıkladı: Türkler 15 bin yıldır muhteşem bir medeniyet inşa etmiş. Sibirya’dan Afrika’ya kadar, kaya üzeri resimler de bunu kanıtlıyor.

15 bin yıldır varızKaya üzeri resim ve yazıların Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’da görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Demir: Türkler 15 bin yıldır dünya üzerinde muhteşem bir medeniyet inşa etmiş

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Necati Demir, kaya üzeri resim (petroglif) ve figürler konusunda yıllar boyu süren araştırmalarında, Türk karakterli kaya üzeri resim ve yazıların Asya ve Avrupa kıtasının büyük bölümü ile Kuzey Afrika’da yaygın olarak görüldüğünü söyledi. Prof. Dr. Necati Demir, bilim adamlarının çağların başlangıcını yazının bulunmasından başlattıklarını, halbuki kaya üstüne nakşedilen resim ve figürlerin M.Ö. 14 binlerde başladığını bildiklerini söyledi. Petrogliflere tıpkı yazı gibi okunup anlam verilebildiğini, yaklaşık 15 bin yıllık insanlık tarihinin anlamlandırılabildiğini ifade eden Demir, şöyle konuştu: “Türk karakterli kaya üstü resim ve figürler Asya ile Avrupa kıtasının büyük bir bölümünde ve Afrika kıtasının kuzeyinde karşımıza çıkmaktadır. Yer isimleri, mimari ve diğer kültür unsurları, kaya üstü resim ve figürleri ile paralellik göstermektedir. Bütün kültür unsurları Türklerin yaklaşık 15 bin yıldır dünya üzerinde olduğunu ve muhteşem bir medeniyet ortaya koyduğunu göstermektedir. Türkler gittikleri hemen her yerde kimlik kartlarını coğrafyaya yer isimleri ile de kazımışlardır.”

10 bin yıl aydınlatılmalıEn eski yazılı kaynakların M.Ö. 3000’den daha ileri gitmediğini hatırlatan Prof. Dr. Demir, “Sibirya’nın Irkuts bölgesinde yer alan Lena kaya resimlerinin çizilişi M.Ö. 14-12 binlere kadar uzandığına göre arada kalan 10 bin yıl aydınlatılmaya muhtaçtır. Dünya ve Türk tarihinin karanlıkta kalan 10 bin yılının aydınlatılması için petroglif ve figürler ile dokumaların üzerindeki motifler tek tek incelenmelidir” dedi. Demir, Türk (Runik) alfabesinin de kaynağı olan kaya üzerine çizilen Türk karakterli resimler ve figürlerin yayılma alanının aynı zamanda Türklerin ve Türk kültürünün yayılma alanlarını da ortaya koyduğunu belirtti.

Orhun yazıtlarından daha eskiProf. Dr. Demir, Ordu Mesudiye ve Ankara’da tespit ettiği yazıların çok zengin ve detaylı olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Bu aynı zamanda bir yazı, Orhun abideleri gibi yazılmış bir yazı. Yani aynı metin, aynı yazı. Yüzde 80 benzerlik gösteriyor. Bu kitabelerin dil özelliklerinden anladığım kadarıyla Orhun abidelerinden 500, 600 yıl daha eski olduğunu düşünüyorum. Metin büyüklüğü açısından Orhun Yazıtları’ndan sonra şimdiye kadar tespit edilebilen ikinci büyük yazıt ise Türkiye’de Ordu sınırları içerisinde.”

Yazıların okunmasıyla insanlık tarihi de değişebilirProf. Dr. Necati Demir, bu yazıların tam anlamıyla okunmasıyla insanlık tarihiyle ilgili pek çok şeyin değişeceğine inandığını söyledi. Bütün tarih kitaplarında ’Türkler Anadolu’ya, 1071’de Alparslan önderliğinde Selçuklu döneminde geldi’ yazdığını hatırlatan Demir, “Ama bir bakıyorsunuz ki milattan önce yazılmış yazılar var Anadolu’da. Onları dikkate aldığınızda bir bakıyorsunuz ki Türkler aslında Anadolu’ya boydan boya gelmişler ve yerleşmişler. Selçuklular ve Müslüman Türkler 1071’de gelmiş oluyor. Öyle olunca tabii her şeyi yeniden ele almak ve incelemek gerekiyor.” Prof. Dr. Demir, Türkiye’de bununla ilgili bir enstitü kurulması ve burada kendisini yetiştirmiş hocaların yeniden Türkiye’yi, belki dünyayı taramaları halinde çok farklı şeylerin ortaya çıkabileceğini söyledi.

Alıntı/ Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk-15-bin-yildir-var-23436h.htm

Çinliler Sun Yat Sen gibi Atatürk'ü de çocukluklarından beri biliyor- Kamil Erdoğdu



Çinliler büyük değer verdikleri öğretmenlerine şükranlarını sunmak için 10 Eylül'ü Öğretmenler Günü olarak kutluyor. Bu anlamlı gün dolayısıyla Çin'de Atatürk üzerine araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hu Zhenhua'dan bahsetmek istiyorum. Prof. Dr. Hu'nun "Mustafa Kemal Atatürk ve 1911'deki Çin Devrimi'nin öncüsü Dr. Sun Yatsen'in aynı role sahip oldukları" şeklindeki sözleri bulunan haber 13 yıl önce Türk basınında yer aldı.

Aynı zamanda Kırgız dili ve edebiyatı alanında çok sayıda çalışması olan ve Merkezi Milliyetler Üniversitesi'nde ders veren Prof. Dr. Hu "Milliyet Kültürleri Araştırmaları" adlı son kitabının bir bölümünü Atatürk'e ayırdı. Çinli Müslümanlar ile Çin'de yaşayan çeşitli milliyetlerin dil ve kültürleri hakkında bilimsel çalışmaların aktarıldığı kitapta, Çin'de yapılan Atatürk araştırmalarına da yer verildi. 

"Ölümünün ardından 70 yıl geçmesine rağmen Atatürk'ün ismi ve davasının Çin'de geniş kesimler tarafından bilindiğini ve Çin halkı tarafından saygı duyulduğunu" belirten Çinli profesör, Çin'de 1930'lu yıllarda daha hayattayken Atatürk hakkında kitaplar yayımlandığını kaydetti. 

ATATÜRK KİTAPLARDA LENIN VE GANDHI İLE BİRLİKTE

Çin halkına önderlik yapan Dr. Sun Yat Sen gibi Atatürk'ü de çocukluğundan beri çok iyi bildiğini ifade eden Prof: Dr. Hu, şöyle konuştu: 
"Çin'de Mustafa Kemal Atatürk'ü bilmeyen lise öğrencisi hemen hemen hiç yoktur. Çünkü bizim ülkemizde yıllardan beri lisede mecburi ders kitabı olarak okutulan 'Yakınçağ ve Çağdaş Dünya Tarihi' kitabı, Mustafa Kemal ve onun önderliğindeki Türk devrimini de içermektedir. Hatta kitabın ilk sayfasında Lenin ve Gandhi'ninkilerle birlikte Atatürk'ün de portresi bulunmaktadır. Kitabın içinde de Atatürk'ün kara tahta başında yeni harfleri öğretirken resmi vardır." 
1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Atatürk hakkındaki araştırmalara devam edildiğini ve bu araştırmaların laiklik ile harf reformu gibi konulara yoğunlaştığını söyleyen Prof. Dr. Hu, bunlardan başvuru ve deneyim kaynakları olarak yararlanıldığına işaret etti. Prof. Dr. Hu, Çin Halk Cumhuriyeti yeni kurulduğunda Rusça'dan Atatürk ile ilgili çok sayıda kitap çevrildiğini, daha sonraki yıllarda bunları Türkçe ve İngilizce'den çevrilen kitapların izlediğini söyledi. 

Hui etnik grubuna mensup bir Müslüman olan 76 yaşındaki Prof. Dr. Hu, bilimsel toplantılara katılmak için birçok kez Türkiye'ye geldi ve 1986-87 ders yılında AÜ DTCF'de ders verdi. Prof. Dr. Hu'nun aynı zamanda Donggan Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü, Çin Türk Dilleri Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcılığı ve Kırgızistan Ulusal Bilimler Akademisi Onursal Akademisyenliği gibi unvanları bulunuyor. Kırgızistan Devlet Başkanı'nın Manas madalyasına da layık görüldü.

Özetle, öğreten insanlara çok şey borçluyuz.

Kamil Erdoğdu

Alıntı/Kaynak: http://www.criturk.com/criturk-yazar/kamil-erdogdu-37/cinliler-sun-yat-sen-gibi-ataturku-de-cocukluklarindan-beri-biliyor-166457