20201029

Kadim Türk Tarihi 15 bin yıl geriye gidiyor...






SİVAS Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Necati Demir, yıllar süren araştırmalarının sonucunu açıkladı: Türkler 15 bin yıldır muhteşem bir medeniyet inşa etmiş. Sibirya’dan Afrika’ya kadar, kaya üzeri resimler de bunu kanıtlıyor.

15 bin yıldır varızKaya üzeri resim ve yazıların Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’da görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Demir: Türkler 15 bin yıldır dünya üzerinde muhteşem bir medeniyet inşa etmiş

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Necati Demir, kaya üzeri resim (petroglif) ve figürler konusunda yıllar boyu süren araştırmalarında, Türk karakterli kaya üzeri resim ve yazıların Asya ve Avrupa kıtasının büyük bölümü ile Kuzey Afrika’da yaygın olarak görüldüğünü söyledi. Prof. Dr. Necati Demir, bilim adamlarının çağların başlangıcını yazının bulunmasından başlattıklarını, halbuki kaya üstüne nakşedilen resim ve figürlerin M.Ö. 14 binlerde başladığını bildiklerini söyledi. Petrogliflere tıpkı yazı gibi okunup anlam verilebildiğini, yaklaşık 15 bin yıllık insanlık tarihinin anlamlandırılabildiğini ifade eden Demir, şöyle konuştu: “Türk karakterli kaya üstü resim ve figürler Asya ile Avrupa kıtasının büyük bir bölümünde ve Afrika kıtasının kuzeyinde karşımıza çıkmaktadır. Yer isimleri, mimari ve diğer kültür unsurları, kaya üstü resim ve figürleri ile paralellik göstermektedir. Bütün kültür unsurları Türklerin yaklaşık 15 bin yıldır dünya üzerinde olduğunu ve muhteşem bir medeniyet ortaya koyduğunu göstermektedir. Türkler gittikleri hemen her yerde kimlik kartlarını coğrafyaya yer isimleri ile de kazımışlardır.”

10 bin yıl aydınlatılmalıEn eski yazılı kaynakların M.Ö. 3000’den daha ileri gitmediğini hatırlatan Prof. Dr. Demir, “Sibirya’nın Irkuts bölgesinde yer alan Lena kaya resimlerinin çizilişi M.Ö. 14-12 binlere kadar uzandığına göre arada kalan 10 bin yıl aydınlatılmaya muhtaçtır. Dünya ve Türk tarihinin karanlıkta kalan 10 bin yılının aydınlatılması için petroglif ve figürler ile dokumaların üzerindeki motifler tek tek incelenmelidir” dedi. Demir, Türk (Runik) alfabesinin de kaynağı olan kaya üzerine çizilen Türk karakterli resimler ve figürlerin yayılma alanının aynı zamanda Türklerin ve Türk kültürünün yayılma alanlarını da ortaya koyduğunu belirtti.

Orhun yazıtlarından daha eskiProf. Dr. Demir, Ordu Mesudiye ve Ankara’da tespit ettiği yazıların çok zengin ve detaylı olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Bu aynı zamanda bir yazı, Orhun abideleri gibi yazılmış bir yazı. Yani aynı metin, aynı yazı. Yüzde 80 benzerlik gösteriyor. Bu kitabelerin dil özelliklerinden anladığım kadarıyla Orhun abidelerinden 500, 600 yıl daha eski olduğunu düşünüyorum. Metin büyüklüğü açısından Orhun Yazıtları’ndan sonra şimdiye kadar tespit edilebilen ikinci büyük yazıt ise Türkiye’de Ordu sınırları içerisinde.”

Yazıların okunmasıyla insanlık tarihi de değişebilirProf. Dr. Necati Demir, bu yazıların tam anlamıyla okunmasıyla insanlık tarihiyle ilgili pek çok şeyin değişeceğine inandığını söyledi. Bütün tarih kitaplarında ’Türkler Anadolu’ya, 1071’de Alparslan önderliğinde Selçuklu döneminde geldi’ yazdığını hatırlatan Demir, “Ama bir bakıyorsunuz ki milattan önce yazılmış yazılar var Anadolu’da. Onları dikkate aldığınızda bir bakıyorsunuz ki Türkler aslında Anadolu’ya boydan boya gelmişler ve yerleşmişler. Selçuklular ve Müslüman Türkler 1071’de gelmiş oluyor. Öyle olunca tabii her şeyi yeniden ele almak ve incelemek gerekiyor.” Prof. Dr. Demir, Türkiye’de bununla ilgili bir enstitü kurulması ve burada kendisini yetiştirmiş hocaların yeniden Türkiye’yi, belki dünyayı taramaları halinde çok farklı şeylerin ortaya çıkabileceğini söyledi.

Alıntı/ Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk-15-bin-yildir-var-23436h.htm

Çinliler Sun Yat Sen gibi Atatürk'ü de çocukluklarından beri biliyor- Kamil Erdoğdu



Çinliler büyük değer verdikleri öğretmenlerine şükranlarını sunmak için 10 Eylül'ü Öğretmenler Günü olarak kutluyor. Bu anlamlı gün dolayısıyla Çin'de Atatürk üzerine araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hu Zhenhua'dan bahsetmek istiyorum. Prof. Dr. Hu'nun "Mustafa Kemal Atatürk ve 1911'deki Çin Devrimi'nin öncüsü Dr. Sun Yatsen'in aynı role sahip oldukları" şeklindeki sözleri bulunan haber 13 yıl önce Türk basınında yer aldı.

Aynı zamanda Kırgız dili ve edebiyatı alanında çok sayıda çalışması olan ve Merkezi Milliyetler Üniversitesi'nde ders veren Prof. Dr. Hu "Milliyet Kültürleri Araştırmaları" adlı son kitabının bir bölümünü Atatürk'e ayırdı. Çinli Müslümanlar ile Çin'de yaşayan çeşitli milliyetlerin dil ve kültürleri hakkında bilimsel çalışmaların aktarıldığı kitapta, Çin'de yapılan Atatürk araştırmalarına da yer verildi. 

"Ölümünün ardından 70 yıl geçmesine rağmen Atatürk'ün ismi ve davasının Çin'de geniş kesimler tarafından bilindiğini ve Çin halkı tarafından saygı duyulduğunu" belirten Çinli profesör, Çin'de 1930'lu yıllarda daha hayattayken Atatürk hakkında kitaplar yayımlandığını kaydetti. 

ATATÜRK KİTAPLARDA LENIN VE GANDHI İLE BİRLİKTE

Çin halkına önderlik yapan Dr. Sun Yat Sen gibi Atatürk'ü de çocukluğundan beri çok iyi bildiğini ifade eden Prof: Dr. Hu, şöyle konuştu: 
"Çin'de Mustafa Kemal Atatürk'ü bilmeyen lise öğrencisi hemen hemen hiç yoktur. Çünkü bizim ülkemizde yıllardan beri lisede mecburi ders kitabı olarak okutulan 'Yakınçağ ve Çağdaş Dünya Tarihi' kitabı, Mustafa Kemal ve onun önderliğindeki Türk devrimini de içermektedir. Hatta kitabın ilk sayfasında Lenin ve Gandhi'ninkilerle birlikte Atatürk'ün de portresi bulunmaktadır. Kitabın içinde de Atatürk'ün kara tahta başında yeni harfleri öğretirken resmi vardır." 
1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Atatürk hakkındaki araştırmalara devam edildiğini ve bu araştırmaların laiklik ile harf reformu gibi konulara yoğunlaştığını söyleyen Prof. Dr. Hu, bunlardan başvuru ve deneyim kaynakları olarak yararlanıldığına işaret etti. Prof. Dr. Hu, Çin Halk Cumhuriyeti yeni kurulduğunda Rusça'dan Atatürk ile ilgili çok sayıda kitap çevrildiğini, daha sonraki yıllarda bunları Türkçe ve İngilizce'den çevrilen kitapların izlediğini söyledi. 

Hui etnik grubuna mensup bir Müslüman olan 76 yaşındaki Prof. Dr. Hu, bilimsel toplantılara katılmak için birçok kez Türkiye'ye geldi ve 1986-87 ders yılında AÜ DTCF'de ders verdi. Prof. Dr. Hu'nun aynı zamanda Donggan Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü, Çin Türk Dilleri Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcılığı ve Kırgızistan Ulusal Bilimler Akademisi Onursal Akademisyenliği gibi unvanları bulunuyor. Kırgızistan Devlet Başkanı'nın Manas madalyasına da layık görüldü.

Özetle, öğreten insanlara çok şey borçluyuz.

Kamil Erdoğdu

Alıntı/Kaynak: http://www.criturk.com/criturk-yazar/kamil-erdogdu-37/cinliler-sun-yat-sen-gibi-ataturku-de-cocukluklarindan-beri-biliyor-166457



20201026

✍️ Ötüken-Vatikan - Begümşen Ergenekon

 Ötüken-Vatikan

Begümşen Ergenekon

16 Ekim 2020

“Ötüken ve Vatikan aynı kelimenin değişik söylenişidir. Gerçek anlamı GÜNEŞ TANRISI demektir (Mutlu 2008:123).” Eski Türklerin ÖTÜKEN inancı, şimdi Rusya ile Moğolistan arasında ormanlarla kaplı bir dağda, toprağa (yeryüzü) ve güneşe olan saygının gösterildiği önemli Göktürk başkenti ve Tengri inancı merkezidir. 

İzmirli Homer ve Bodrumlu Heredot’a göre Turova (Troya/Çanakkale), Batı Anadolu ile Akdeniz bölgemizden İtalya’ya göç edenlere Etrüsk denir. Onların kurduğu Roma şehrinde gün doğarken Güneş Tanrısına dua ettikleri tepenin ismi de, konuştukları Türkçe lehçesinde VATİKAN’dır . Yani OT + OKAN/ÜLGEN = GÜNEŞ + TANRI = ÖTÜKEN demektir. 

Sümer Türkçesinde ise UTU+UGUN = GÜNEŞ+YARADAN = Yaratan Ateş/Güneş anlamına gelir (1). OT veya OD Türkçe’de ateş aynı zamanda ateş demektir. İskandinav ve Cermenlerce Savaş Tanrısı olarak MÖ 1. Yüzyıl) kutsallaştırılan Türk Hakanı ODİN’nin ismi de ateş saçan manasını taşır ve ODUN ile bağlantılıdır. 

Cermen Dillerinde Çarşamba günü ateş saçan ODİN’e atfedilir ve tapılırdı, İngilizcedeki Wednesday (woodensday) gibi. Şimşek ve yıldırım tanrısı TOR (THOR) filmlerinden akıllarımızda kalan bu inanç yine Anadolu kökenlidir. Thursday, Cermen dillerinde haftanın Tor’a tapılan günüdür. Dörog Macarcasıdır. Turovalı demirci bir yiğidin adı olarak da bilinir. 

Türk dilli Hattilerde TARU, Sümerlerde UBUBUL, Hititlerde TEŞUP, Etrüsklerde APULLU/APLU, onlardan esinlenen Latinler ve Mora Yarımadası kent devletlerinde APOLLO, Hurri’lerde yine APLU, İnkalarda İLYAPA, Arapçada EBABÜL (kuşu)dur. 

ALP-ULLU ise Trakyada 1926-27 yılında kurulan tarihi şeker fabrikasının kurulduğu ALPULLU kasabasının ismidir. Kırklareli ilinin, Babaeski ilçesine bağlıdır. Lüleburgaz’da ilk okul birinci sınıfa giderken, babamın tugay kurmay başkanlığı sırasında fabrika lojmanında oturan mühendis bir akrabamızı ziyarete ettiğimiz nahiyenin ta kendisidir. 

DUMUGİRATUKU 

Göbeklitepe, Çatalhöyük, Turova, Frig, Efes gibi antik Türkiye uygarlıklarından Avrupa ve ABD’ye göçedenler pek çok kelime ve simgeyi de oraya taşımıştır. “Örneğin DEMOKRASİ kavram ve kelimesinin ilk görüldüğü uygarlık Sümer uygarlığıdır (MÖ 4000-2000). Sümerce DUMUGİRATUKU kelimesi günümüze Demokratika, Demokrasi olarak gelmiştir. Bu kelimeyi ve kavramını Sümer Uygarlığının doğuşundan 3000 yıl sonra tarih sahnesinde görülen Mora Yarımadası kent devletlerini Yunan/Grek (adı altında yaratılan yapay tarih) uygarlığına mal etmek, bilim ve insanlık adına utanç verici bir tutumdur. 

“Sümerler ve Etrüskler Türkçenin Orta Doğu ve Batı dillerinin özünü oluşturmasına neden olmuştur. Dahası (Lidya/Anadolu kökenli) Etrüskler Avrupa’da, Sümerler Orta Doğu’da ortaya çıkan tüm uygarlıkların altyapısını oluşturdular ve hiçbir zaman silinmeyecek şekilde halen yaşayan damgalarını vurdular. 

ABD’nin sembolü olan Özgürlük heykeli bir Sümer Tanrıçasının simgesidir. Batı dünyasının kullandığı alfabe özünde bir Etrüsk (Türk) alfabesidir. Avrupa Birliğinin bayrağındaki 12 yıldız, Musevilikteki 12 kabile, Hıristiyanlıktaki 12 Havari, Müslümanlıktaki 12 İmam, Sümer Tanrılar Evindeki 12 Tanrı inancının etkisinden başka ne olabilir? Çağımızın siyasal koşulları içinde, Sümerce ve Etrüskçenin birer arkaik Türk lehçeleri olduğu gerçeğini saklamaya çalışsa da bu tür siyasi yaklaşımlar, bilimsel gerçeklerin karşısında her zaman diz çökmüştür, diz çökecektir. (Mutlu, 2008:119-120). 

Etrüskler Avrupa’nın ilk uygarlığıdır çünkü Etrüsklerin Avrupa’ya, (antik Türkiye’den getirdiği) uygarlıklar şöyledir: Alfabe ve yazı, şehircilik, hukuk ve devlet, kanalizasyon ve drenaj; yol, tünel, su kemerleri, sulama kanalları, su seti, lağım ve boşaltılması, Çatı kemeri, tonoz, kubbe, metalürji, ayna, heykel, dans, bale, gala, tiyatro, şiir, müzik, cumhuriyet ve daha niceleri Etrüsklerin armağanıdır. Türklük özellikleri ise RASENNA Etrüsklerin kurucusu olan boy, ASENA (Aşina, Zena) ise Göktürkleri kuran boyların ismi olarak ortaya çıkar.  

Etrüsk dişi kurdu Rasenna

(1) Mutlu, M. Ünal, “Sümerce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir”, tarihten bir kesit, Etrüskler Sempozyumu Bildirileri, Bodrum 2-4 Haziran 2007 Bodrum; Ankara 2008


https://aydinlik.com.tr/otuken-vatikan-220925#2


20201025

Şiirlerinde doğayı, hayatı, vatan sevgisini işleyen vatan şairi Aşık Veysel'in aziz hatırasına

 


Karadeniz'de yaylacıların renkli yolculuğu...

 









Ordu bir Halk Mektebidir

 


🇦🇿Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilov'un güven mektubunu verirken yaptığı konuşma - 14 Ekim 1921

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, 14 Ekim 1921 tarihinde Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilov'un güven mektubunu verirken yaptığı konuşmaya yanıt olarak yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: 

"Saygıdeğer Temsilci Hazretleri! Azeri Türklerinin ve toplumsal Azerbaycan Şûra Hükûmetinin kardeşlik selamına Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu meclisin ordusu adına yüksek kişiliğiniz aracılığıyla yine kardeşçe karşılık vermekle mutluyum. Türkiye halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun ordusu Azerbaycanlıların ve temsilcisi olduğunuz hükûmetin haklarında gösterdiği içtenlik eserleri ve ilgi göstermeden duygulanmış ve mutludur. Düşünsel istila ile açılmış Dünya savaşını sona erdiren kazananlar, teklif ettikleri barış koşulları ile ana topraklarımızı, bağımsızlık ve özgürlüğümüzüelimizden almaya, yüzyıllardan beri İslamın ve Türklüğün özverili koruyucusu olan milletimizi tutsak derecesine indirmeye kalkıştılar. İki yıldır Rumeli ve Anadolu'da görülen hareketlerimiz bu acımasızca saldırının tepkisinden, her var olanın yaradılıştan taşıdığı kendini korumahakkının kullanılmasından başka bir şey değildir. Millî sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız olarak yaşamak istiyoruz. Bu yasal amacımızı elde etme için uğraşıyoruz. Şu kutsal mücadelede milletimiz, İslamın kurtuluşuna, dünya mazlumlarının gönenç artırmasına hizmet etmekle övünendir. 

Milletimiz bu gerçeğin kardeş Azerbaycan'ın temsilcisi tarafından onaylandığını işitmekle büyük bir mutluluk duyar. Rumeli ve Anadolu halkı Azeri kardeşlerinin kalbi kendi kalbi gibi çarptığını bilirler. Bunun için getirdiğiniz selam hediyesinin ne kadar derin ve yüce bir duygunun eseri olduğunu takdir eder ve bu selamı alırken Azeri Türklerinin de bir daha tutsaklığa düşmemeleri ve hukuklarının sürünmüş edilmemesi dilek ve isteğini belirtirler. Azeri Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların isteklerine erişmeleri, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi pek çok sevindirir. Türkün mutluluğu ve mazlumların kurtuluşu yolunda Azerbaycan Türklerinin de kanını dökmeye hazır bulunduklarına dair olan demeciniz istilacılara karşı Türkün ve mazlumların gücünü artıran pek değerli bir sözdür. 

Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Hükûmetinin iki kardeş millet arasındaki bağlar ve ilişkinin daha sağlam ve daha dayanıklı bir duruma konulmasına bütün gücüyle çalışacağını, bu konuda yüce kişinize elden gelen her türlü yardımları yapacağına güvence veririm. Saygıdeğer Temsilci Hazretleri! Kardeş Azerilerin gösterdikleri içtenlik eserlerinden pek çok duygulanmış olduğumu bir daha bildirir ve ordumuzun başarıları adına gösterdiğiniz dileklere karşı içten teşekkürlerimin kabulünü isterim."

Prof. Dr. Aziz Sancar: ''BBC beni aradı. Bana 'Arap mısınız, Kısmen mi Türk'sünüz'... ''


 

20201024

✍️🇹🇷 Türkiye Cumhuriyeti bugün daha çok mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır - Şule Perinçek

İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri “kanun yapma, adliye ve icra kuvvetinden ibaret olan üç kuvvetini ihlal etmiş ve bu vaziyet karşısında vazife yapmaya imkân göremediğini hükümete resmen tebliğ ederek” 18 Mart 1920’de Meclis'i Mebusan'ı dağıtmıştır.

Mustafa Kemal Heyeti Temsiliye adına, 19 Mart 1920'de askeri ve sivil makamlara bir genelge gönderdi:

Hilafet ve saltanat makamının bağımsızlığının dokunulmazlığını ve Osmanlı Devleti'nin kurtarılmasını temin edecek tedbirleri düşünmek ve tatbik etmek üzere millet tarafından, “Ankara'da fevkalade salahiyete salahiyete sahip bir meclis, milletin işlerini döndürmek ve denetlemek üzere toplanacaktır.” (1)

MUSTAFA KEMAL OY HESABI YAPSAYDI

Seçimler yapılır. Meclisi Mebusan'dan 88, yeni seçilen 369 olmak üzere 437 mebus BMM üyeliğine hak kazanır. Yeni seçilen 104 ve İstanbul'dan gelen 127 üye ile 23 Nisan 1920'de Meclis açılır. 24 Nisan'da 120 mebusun katıldığı toplantıda 110 oy alan Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçilmiştir. Atatürk'ün çok uzun, 1927 Nutuk benzeri önemli bir konuşması vardır. Bir muhasebedir. Bir dönemin kapanışıdır.

Aslında Atatürk'ün daha sonra 1927'de özellikle vurguladığı gibi İstanbul’dan çıkmadan düşündüğü ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığı memleketin içine düştüğü bu durum karşısında uygulanabilecek tek bir karar vardı:

“O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız yeni bir Türk Devleti kurmak.”

Bu aldığınız oya bağlı değildir. İşte Atatürk'ün ayırt edici en önemli özelliklerinden biri budur. Gelişmeyi öngörmek ve cesaretle önderlik etmek.

BUGÜNLER İÇİN DERS ÇIKARIYORUZ

Atatürk olmasa yine Cumhuriyet'imiz kurulurdu. Türkiye toprakları bu doğuma hazırlanıyordu. Belki biraz daha geç olacaktı.

Birinci Meclis, 1 Nisan 1923 tarihinde seçim kararı aldı. Son toplantısını 16 Nisan 1923’de yaptı. BMM İkinci Dönem 11 Ağustos 1923 ve 2 Ağustos 1927 yılları arasındadır. Yine bir muhasebe yapılacak, geleceğe bütün hesaplar kapatılarak yol alınacaktır.

1923 seçimleri 72 seçim çevresinde yapıldı, 286 üye Meclis'e girdi.

Seçim kararını alırken 1 Nisan 1923'te Gazi Mustafa Kemal Meclis'te İstanbul'a ve bütün cihana şöyle sesleniyordu:

“Yeni Türkiye devletinin yapısının özü milli hâkimiyettir; milletin kayıtsız şartsız hâkimiyetidir. Bir milletin hâkimiyetini idrak etmiş olabilmesi ve onu emniyetle muhafaza altında tutabilmesi, birtakım özel vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasıyla mümkündür. Bir milletin ki, siyasi terbiyesinde, toplumsal terbiyesinde vatanperverlik sevgisinde noksan vardır; öyle bir millet hâkimiyetini lüzumu derecede kuvvetle elinde tutamaz.” (2)

Aslında bu bir anlamda seçilecek “milletin vekillerinin” milletimizin tanımıdır.

“Yüce Meclis’in bugün almış olduğu yüce karar ile bütün bu vasıflar, bütün bu meziyetler bilhassa milletimizin rüşt ve kemali bir kat daha yüceltilmiş ve bütün cihana, bu hakikati görmek istemeyen cihana ilan olunmuş ve gösterilmiştir. Bu kararla yeni Türkiye devletinin inkılabının temeli olan yeni ve verimli milli ilkeleri, yüce ülküleri sarsılmaz bir surette bir kere daha tespit edilmiş ve kuvvetlendirilmiştir.

“Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacdâr yoktur! Diktatör yoktur! (Kahrolsun tacdâr sesleri.) Tacdâr yoktur ve olmayacaktır! Çünkü olamaz. (Şiddetli alkışlar.) (Bravo sesleri.)  

“Ben, yüksek heyetiniz içinde bir üye ve bir arkadaş bulunmakla fevkalade memnun ve mesudum. Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır: O da milli hâkimiyettir. Yalnız bir makam vardır: O da, milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. (Alkışlar.)” (3) 

ARTIK ADI KONULUYOR TARTIŞMA BAŞLIYOR

Ve artık adının konulması gerektiği zaman gelmiştir. Zaten bir süredir basında yer almaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 22 Eylül 1923'te Neue Freie Presse muhabiri Joseph Hans Lazar'a Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun ilk maddelerinin bir kelimede özetleneceğini söyler: “Cumhuriyet!”

“Yeni Türkiye'nin yenileşme işinde yolun sonuna kadar gidilmelidir!” (4) 

Tartışmalar başladı. İki gemi farklı kapsamda olsa da, o zaman da vardı.

Atatürk'ün liderliği devreye girer.

28 Ekim akşamı Mustafa Kemal, yakın çevresinden yedi kişiyi Çankaya'ya yemeğe davet eder ve kararı açıklar:


https://aydinlik.com.tr/turkiye-cumhuriyeti-bugun-daha-cok-mesut-muvaffak-ve-muzaffer-olacaktir-221585-1#2



✍️ 🇫🇷'Fransız Ana-Babanın Bordolu 🇹🇷Türk kızı şimdi Ankara'da yatıyor'


Ahmet Taner Kışlalı 21yıl önce bugün katledilmişti.
Eşi Nicole (Nilgün) ise ondan daha önce, 1995 yılında bir trafik kazasında ölmüştü.
Kışlalı'nın, eşinin ölümü üzerine yazdığı yazıyı okuduğum günü sarsılmıştım; hiç unutamıyorum..
O yazıyı aşağıya aynen iliştiriyorum.
Ağlamak ayıp tabi, kimse görmemeli.
Ama siz...
İçin için ağlayabilirsiniz, kimseler görmeden...

"Tanıdığımda adı Nicole´dü.
Sevgisi uğruna, doğduğu toprakları, ailesini, alışkanlıklarını, sınırsız dostlarını bırakıp Türkiye´ye geldiğinde de adını değiştirmemişti. 25 yıllık geçmişi ile köprüleri atmış, ama adını ve dinini korumuştu...
Kışlalı soyadını alışının ikinci yılındaydı... Altınay´a hamileliğinin de son aylarında... Gözlerinden taşan bir mutlulukla kapıda karşılamıştı beni:
Hem Türk, hem Müslüman olmak istiyorum... Ben Tanrı´ya inanırım. Senin Tanrın ile benimki farklı değil ki!.. Çocuklarımız iki toplum arasında kalmamalı. Ben de her şeyi seninle, onlarla ve bu toprakların insanlarıyla paylaşabilmeliyim.
Meğer yakın arkadaşlarımla birlikte müftüye gidip konuşmuş. İsmini bile seçmiş. Ama sabredememiş “sürpriz”inin sonuna kadar...
O gece “kelime-i şahadet”i sabırla ezberledi. Heyecandan uyuyamadı. Ertesi sabah müftünün yanından çıkarken, elinde artık “Nilgün Kışlalı” olduğunu kanıtlayan bir belge vardı.
Ankara Müftülüğü´nün mühürlü kağıdını anne ve babama göstermek için merdivenleri ikişer ikişer atlayarak çıkarken çok mutluydu. Çünkü bunun onlar için taşıdığı anlamı biliyordu.
Annemle babam ağlarken, O da gözyaşları içindeydi.

Her zaman çalıştı.
Sekreterlik yaptı. Mağaza yönetti. Halkla ilişkiler sorumluluğu taşıdı. Protokol danışmanlığı üstlendi... Hem evde çalıştı, hem dışarda.
Yaptığı iş ne olursa olsun, çalışmaktan hep onur duydu... Her yaptığı işe yüreğini verdi. Hep başarılı oldu...
Kocası bakanken, 86 metrekarelik sosyal meskeninin bulunduğu binanın merdivenlerini sabunlu sularla silerdi...
Komşular hayretler içindeydi. Ama O bundan değil, ancak, gelen yabancı konukların Türklerin temizliği ile ilgili düşüncelerinden utanırdı.
Bütün insanları severdi. Ama O, artık “biz Türkler”den biriydi; “onlar”dan değil.

Ulusal günlerde pencereye bayrak asar; Altınay ile Dolunay´a, büyük bir heyecanla Atatürk´ün büyüklüğünü anlatmaya çalışırdı.
Dinsel geleneklere uymak için çaba gösterirdi.
Sorunu olduğunda, içi sıkıldığında Hacıbayram´a gider dua ederdi. Türkçe olarak, içinden geldiği gibi...
Ama benzer bir gereksinmeyi yurtdışında da duyduğunda, aynı rahatlık ve gönül huzuru ile güzel bir kiliseye gidip mum dikmekten de çekinmezdi... Ve duasını gene kendine göre yapardı. Çoğunlukla da Türkçe olarak.

Onun için din, inanç ve iyilik demekti.
Oruç tutar, kurban keser, herkesin yardımına koşardı...

Bir yurtdışı resmi gezi dönüşümde, her zamanki gibi uçağın merdivenlerinin ucundaydı. Güneş gözlükleri ile saklanmaya çalışılan kızarmış, şişkin gözler. Dudaklarında zorlama bir gülümseme.

“Ahmet boşanalım” dedi, “benim yüzümden senin siyasal kariyerini yıkacaklar!”
Meğer sağcı basın yokluğumda bir kampanya başlatmış.

“Kültür Bakanı´nın Hıristiyan karısı” neler yapmış neler... Koca bakanlığı Hıristiyanlık için kullanan O. Hatta müzelerdeki ikonaları çaldırtıp yurtdışına kaçırtan da O...
Evinde yabancı bir kültüre “teslim olmuş” bir Kültür Bakanı.

Sekiz sütun “haberler”... Ve zihnimden silinmeyen köşe yazılarından örnekler... “İkonalar ve Kokonalar”, “Madam Kislali”, daha niceleri...

Nilgün, bana saldırmak için niçin kendisini kullanmaya çalıştıklarını bir türlü anlayamıyordu... Türk ve Müslüman doğmuş olmak, bunları kendi istenci ile benimsemiş olmaktan daha mı önemliydi?

Sevgi doluydu.
Çiçekleri, ağaçları, kelebekleri severdi... Kuşları, köpekleri, kedileri severdi... Çocukları, yaşlıları severdi... Tanrı´yı severdi, Atatürk´ü severdi...
“İnsan”ı severdi.
Bir hastanedeki umutsuz hastaları her gün ziyaret etmeyi; onları neşelendirmeyi, onlara umut dağıtmayı; paylaştığı acıları içine gömüp, gözyaşlarını eve saklamayı severdi.
Bakanlarla, büyükelçilerle, generallerle, çok ünlü yazarlarla, bilim adamları ile de arkadaştı... Kapıcılarla, bekçilerle, çaycılarla, şoförlerle, işçilerle, koruma polisleri ile de arkadaştı.
O bir “insan”dı...
28 yılını benimle paylaştığı için çok mutlu olduğum, kendimi şanslı saydığım, kendisiyle övündüğüm bir insan.

Piaf’ı ve Pavarotti´yi de beğenirdi, Sezen´i ve Gürses´i de.
Dev tenorun olağanüstü sesini, araba dağlardan geçerken, çok yüksek tonda dinlemekten hoşlanırdı. Ölüme yaklaştığımız dakikalarda ise, kasetçalardan süzülüp içimizde bir şeyleri titreten müziğin sözleri kulaklarımdan bir türlü gitmiyor:
“Yine mevsimler geçecek / Yine yapraklar düşecek / Giden sevgililer geri gelmeyecek...”

Nedense bana hiç söylememişti.
Türk bayrağı ile gömülmek istediğini ilk kez dostum Şahin Mengü´ye açmış. O “olamayacağını” ne kadar anlatmaya çalıştıysa da vazgeçmemiş. Başka dostlara da bu “rica”sını iletmiş...
Sevgili Mehmet Açıktan, tabutun bir kenarına bayrak eklemeyi başarmıştı... Nilgün toprağa verilirken, Altınay ile Dolunay, bir bayrağı da kefenin üzerine koymayı başardılar...
Fransız ana-babanın Bordolu Türk kızı şimdi Ankara´da yatıyor.
Ve de benim kalbimde..."
Ahmet Taner KIŞLALI 

Aşık Veysel 126 yaşında...

 


'Türk Milliyetçiliği' fikir akımının öncülerinden Ziya Gökalp'in Vefatının 96. yılında...


 

20201022

😷🇹🇷Türk mühendisten yapay zeka ile Covid-19 teşhisi! Doğruluk oranı yüzde 99,4


Türk mühendisten yapay zeka ile Covid-19 teşhisi! Doğruluk oranı yüzde 99,4

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (Van YYÜ) Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi Murat Canayaz, röntgen görüntüleri üzerinden yapay zeka ve derin öğrenme uygulamalarını kullanarak korona virüsü teşhis eden çalışmasında yüzde 99.4 oranında başarı sağladı.

Tüm dünyayı ve Türkiye’yi etkisi altına alan koronavirüs, akciğerlerde ağır semptomlara neden olarak insanlarda ağır sonuçlar doğurmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütünce ‘pandemi’ olarak tanımlanan bu hastalığın tanı ve tedavisi için çalışmalar devam ederken, Van YYÜ’de de teşhis konusunda sevindirici bir haber geldi.

PRESTİJLİ DERGİDE ÇEVRİMİÇİ OLARAK YAYIMLANDI

Derin öğrenme ve yapay zeka uygulamaları kullanılarak geliştirilen sistem, hastanelerde röntgen görüntülerinde korona virüsü teşhisine yardımcı olacak bir yaklaşım sunacak. Yüzde 99.4 oranında başarı sağlayan sistem, prestijli Biomedical Signal Processing and Control Dergisinde çevrimiçi olarak yayımlandı.

İHA muhabirine konuşan Van YYÜ Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden Dr. Öğretim Üyesi Murat Canayaz, röntgen görüntülerinden korona virüs teşhisi yapan bir çalışma yaptığını belirtti.

Geliştirilen sistemin korona virüsün teşhis çalışmalarına katkı sunacağını ifade eden Dr. Öğretim Üyesi Canayaz “Çalışma kapsamında röntgen üzerinde korona, zatürre veya normal sağlıklı bir kişinin görüntülerini birbirinden ayıran yapay destekli bir çalışmadır. Bu çalışmaya başlarken dünya üzerinde 6.2 milyon vaka vardı. Şu an ise 10 milyon civarında vaka sayısı var. Hastanelerde PCR testlerine ek olarak röntgen veya tomografi görüntüleri istenmektedir. Ancak röntgen görüntülerinde bazen kontrast problemi ile karşılaşmaktayız. Her cihazdan daha net bir görüntü elde edilemiyor. Bu çalışmada öncelikle görüntü işleme teknikleriyle kontrast problemine çözüm sundum. Algoritmalar aracılığıyla bu problemi de hallettikten sonra açık kaynaklı sitelerden temin ettiğim görüntülerden oluşan veri setini algoritmalar aracılığıyla geliştirdim.” dedi.

“YÜZDE 99.4 ORANINDA BAŞARILI”

Çalışmanın korona virüs tanısında önemli bir başarı sağladığını dile getiren Canayaz “Bu çalışmada her birinden 364 olmak üzere 3 sınıf bulunmaktadır. Bunlar koronavirüs, zatürre ve normal görüntülerden oluşmaktadır. Yapay zeka modelleriyle görüntüleri eğittim ve bunlardan özellikler çıkardım. Daha sonra sezgisel yöntemler aracılığıyla bunlardan anlamlı özellikler çıkardık. Bunu da sınıflandırma algoritmalarıyla sınıflandırdık. Bu çalışmada yüzde 99.4 oranında görüntülerde korona virüsü teşhis eden bir çalışma yaptık. Çalışmamız ulusal saygınlığı olan Elsevier’de yayınlanan Biomedical Signal Processing and Control Dergisinde online olarak basıldı. Şubat 2021 tarihinde de yayımlanacak.” diye konuştu.

“KARAR VERMEDE DOKTORLARIN YARDIMCISI OLACAK”

Çalışmayı web platformuna aktarmayı düşündüğünü, böylece hastanelerde doktorlara hastanın sağlık durumu hakkında haber vermede yardımcı bir uygulama olacağına dikkat çeken Canayaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Doktorlarımız bu konuda başarılıdırlar ve teşhis edebiliyorlar ama bizim çalışmamız da karar vermede yardımcı olacak. Bu çalışma üniversitemiz tarafından Bilimsel Araştırma Proje Koordinatör Birimi desteklenen yapay zeka ve derin öğrenme uygulamaları adlı projenin de bir çalışma alanıdır. Bu konuda desteklerinden dolayı Bilimsel Araştırma Proje Koordinatör Birimine ve üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Hamdullah Şevli'ye teşekkür ederim.”

20201021

🎞🇬🇷Yunan Gazeteci Stelyo Berberakis ile Yunan Kaynaklarında 🇹🇷Kurtuluş Savaşı Üzerine Söyleşi


Ünlü Yunan Gazeteci Stelyo Berberakis ile başta Sakarya Meydan Muharebesi olmak üzere Türk Kurtuluş Savaşı üzerine söyleşi yaptık. Tarihten ders alınması gerektiğini açıklayan Berberakis, Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleşen Kurtuluş Savaşı hakkında önemli bilgiler veriyor. 

Küçük Asya Felaketi nedir? 

Yunanlılar, İstiklal Savaşı’nı müteakip başta İzmir olmak üzere Ege havalisinden kaçmak zorunda kaldıkları Eylül 1922’deki bozgunları için “Küçük Asya Felaketi” (Mikra Asiatiki Katastrofi) demektedirler. Küçük Asya Felaketi, aynı zamanda Yunanistan'ın kuruluşundan itibaren bir yüzyıl Yunan Devleti’nin siyasetinde egemen olan ve “Megali İdea” olarak bilinen politikasını da bitirmiştir. Yunanlıla,; Küçük Asya Felaketi’ni Yunan Ordusu için bir yenilgi olmanın yanı sıra, 1924 Nüfus Mübadelesi ile Anadolu'daki Rum/Yunan nüfusun (İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada hariç) yok olmasına da neden olduğunu düşünmektedirler. Yunanistan’da her sene Eylül ayı sonlarında Küçük Asya Felaketi ile ilgili anma merasimleri düzenlenir. Çünkü Küçük Asya Felaketi, Türklerin kendilerine yaptığı bir soykırım olarak da addedilmektedir. 

Stelyo Berberakis kimdir? 

Atia Teknik Üniversitesi Geni İnşaat Fakültesi’ni bitirmeye 1 yılı kalmışken babasının vefat etmesiyle birlikte çalışmak zorunda kalan Stelyo Berberakis, Türkçe ve Helence bilgisinin yardımıyla ilk önce Tercüman ve Milliyet gazetelerinin Atina’da ki muhabirlerinin (Özdemir Kalpakçıoğlu ve Özgen Acar) yanında asistanlık yaptıktan sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde as muhabir olarak çalışmaya başlamıştır. Daha sonra Hürriyet, Kanal D, Show TV ve ATV’de çalışmıştır. Halen Sabah Gazetesi ve NTV’nin Atina muhabiri olarak çalışmaya devam etmektedir. Ankara doğumludur. Yaşantısının ilk gençlik yıllarını Türkiye’de özellikle de İstanbul’da geçirmiştir. Askerliğini Burdur’da yapmıştır ve halen Türk vatandaşıdır.

''Temel ilke, Türk Ulusunun Onurlu ve Şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır...''

 



Trakyalı evli çift

 


20201020

Güdül Kaya Resimleri

 

Güdül Kaya Resimleri

bilimdili Bilimdilibilimdilibeti

İnsan, var olduğu günden beri kendini ifade etme ihtiyacı duymuştur. Düşlerini, yaşantılarını, kültürlerini yazıdan önce kayalara ve mağara duvarlarına nakşetmişlerdir. Çoğu damga, çizim, resim bir toplumun kültürel belleğini anlamak için birçok ipucu sunmaktadır. Dünya’nın birçok noktasında, çok sayıda kaya resim alanı bulunmaktadır. Kolektif hafıza, kayalardaki resimlerde gayet açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Tarihin en eski medeniyetlerinden birisine sahip olan Türkler de göç ettikleri coğrafyalarda kayalar üzerine resimler çizmiş, ilk milli alfabeleri olan Köktürk alfabesinin de köklerini atmıştır. Mağara resimleri ve kayalar üzerindeki şekiller Türk yazısının ilk prototipleridir. Kayalar üzerine çoğunlukla resimler çizildiği gözlenmektedir. Hayvan figürleri ve av sahneleri; Zelenin; neolitik, mezolitik, paleolitik ve prehistorik dönemlerdeki avlanma biçimlerinin farklı kültür sahalarında da ortak olduğunu dile getirmiştir. Son dönem araştırmaları ise sadece hayvan ve avlanma figürlerinin değil insan-tabiat, insan-evren ve kozmolojik konularda yapılmış resimlerin de oldukça benzer niteliklere sahip olduklarını göstermektedir.

Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda yapılan araştırmalar; Türk düşünce sisteminin kayalar üzerine işlendiğini anlamamızı sağlar. Orta Asya’dan Anadolu’ya hatta Balkanlara değin birçok sahada benzer figür ve damgaların bulunduğu kayalar tespit edilmiştir. Neredeyse tüm sahaların bulunmasını ve kamuoyuna sunulmasını sağlayan rahmetli Servet Somuncuoğlu’dur. Somuncuoğlu, büyük bir Türklük sevdasıyla dolu bir araştırma insanıdır. Yapmış olduğu çalışmalarda ise özellikle ben değil biz kavramını ön plana almıştır. İşte bu özveri sayesindedir ki çalışmaları büyük bir başarıyla üç büyük anıt kitaba dönüştürülmüştür.  “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” bu alandaki ilk çalışmasıdır. “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” adını taşıyan ikinci çalışması da yine Orta Asya coğrafyası başta olmak üzere Türklerin adım attığı tüm yerler büyük bir titizlikle takip edilerek ortaya çıkartılan bir eserdir. Sonuncusu belki de tüm çalışmalarının bir ana fikri olarak ifade edebileceğimiz “Damgaların Göçü- Ankara Güdül Kaya Resimleri” adlı kitap ise Ankara’ya bağlı Güdül ilçesindeki saha araştırmalarını içeriyor. Güdül’ün Salihler köyünde tarihte ilk defa yapılan bu muazzam çalışma neticesinde Türklerin Orta Asya’daki kaya resimleri ile neredeyse birebir figür, resim, çizgi ve damgaları görebileceğimiz bir alanla karşı karşıya kalıyoruz. Kayı damgasının bulunduğu kaya ise çalışmanın en dikkat çekicileri arasındadır. “Kağan Panosu” adı verilen dev kayanın üzerinde ise o kadar çok malzeme var ki… Türk mitolojisi, halk bilimi, antropolojisi açısından oldukça değerli bir kaya Kağan Panosu… Salihler köyüne ilk kez adım atan araştırmacı Servet Somuncuoğlu’dur ve bu konuda da, keşke bu işler bana kalmasaydı, demiştir.

Servet Somuncuoğlu, bu çalışması ile ilgili ayrıca şunları dile getirmiştir: “Her insanın ya da her olayın kendine has bir hikâyesi vardır ve her hikâye kendince özeldir. Fakat hikâyeler kişilere özeldir, benim için öncelikli olan hikâyeden doğan işin ortaya konulmasıdır. Belgeselde hiçbir şekilde hikâyemizi anlatmadık, sadece gerçek bir keşfi dile getirmeye çalıştık. “Damgaların Göçü”, fırtınaları değil, limana giren gemiyi gösteren bir çalışma olarak ortaya çıktı. Mutlaka çok şey söylenecek, olumlu ya da olumsuz eleştiriler yapılacaktır. Biz, yeni bir keşif hakkında ilk sözü söyleme cesaretinden yoksun değildik ve bunu söyledik…” Bu çok önemli bulduğumuz çalışmaya: “Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, Doç. Dr. S. Yücel Şenyurt, Doç. Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Cengiz Saltaoğlu, Öğr. Gör. Atakan Akçay, Arkeolog Yunus Ekim, Tarık Emre ve yerel rehber olarak Cemil Söylemezoğlu” danışmanlık yaptılar.

Güdül Kaya Resimleri çalışması ile Türklerin 1071’den çok önceleri de Anadolu’da oldukları kanıtlandı. Böylelikle batı merkezli tarih algısı derinden sarsıldı. Salihler’de dikkati çeken bir başka olgu da kayalardaki inanç vurgusu. Kurban ritüeli, kadın-erkek ilişkisi, göksel figürler Türklerin inanç ve dünyayı algılayış şekilleri ile ilgili çok önemli bilgiler sunuyor. Göktanrı dininin bir tür ibadet merkezi olabileceği düşünülen bu sahada henüz açılmamış kurganlar olduğu da düşünülüyor. Ayrıca Servet Somuncuoğlu’nun büyük keşfi olan bu alanda yeni kaya resimleri de buluyor olabilir.

Servet Somuncuoğlu’nun bu önemli keşfinin önünde saygıyla eğiliyor ve rahmetli hocamıza dualarımızı, şükranlarımızı sunuyoruz…


Yazan: Ömer ÜNAL

Alıntı/Kaynak: https://bilimdili.com/arkeotarih/tarih-tarih/gudul-kaya-resimleri/

“Bir avuç Türk, dünyaya meydan okudu”


20201019

'Nevşehir Simidi'

Nevşehir Esnaf Odaları Birliği tarafından ürünün coğrafi işaret tescili almasına ilişkin 8 Temmuz 2020’de Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvuru gerçekleştirilmesi Nevşehir simidi nasıl yapılır? Nevşehir simidinin malzemeleri nelerdir? Nevşehir simidinin şekli nasıldır? sorularını akıllara getirdi. İşte Nevşehir simidine dair merak edilenler...

Muhteşem lezzeti ile birçok simide taş çıkartan ve sadece Nevşehir il sınırları içerisinde yapılan bu simit, taş fırında ve fındık kabuğunda yanan ateşte pişiriliyor.

MEŞHUR NEVŞEHİR SİMİDİ ŞEKLİ NASILDIR? 

120 yıllık tarihi olan Nevşehir Simidi, Türkiye’nin diğer illerinde üretilen simit formundan farklı olarak dikdörtgene yakın yuvarlak kenarlı bir hamur işidir.

NEVŞEHİR SİMİDİNİN MALZEMELERİ NELERDİR? 

Hamurun mayalandırılmasında hazır maya değil, Nevşehir’in maharetli ustalarının hazırladığı doğal günlük nohut mayası kullanılmaktadır. Şeker ve tuz ilave edilmeden hazırlanan Nevşehir Simidinin yedi ila on güne kadar bayatlamadan tazeliğini koruduğu bilinmektedir.

Nevşehir Simidi, üretiminde kullanılan ve ustalık mahareti ile hazırlanan nohut mayası ve üzeri baskılı dış görünüşü ile farklılaşarak yöreyle ünlenmiştir. Nevşehir Simidinin üretim metodu, yörenin beşeri sermayesi ile kuşaklar boyu aktarılan kültürel bilgi birikimi ile yaşamını devam ettirmiştir.  

Alıntı/Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/nevsehir-simidinin-tarifi-nedir-nevsehir-simidinin-malzemeleri-nelerdir-nevsehir-sim-309372h.htm

20201018

Ürdün'de Osmanlı Türkleri, Türkçe'ye sarılıyor!



Ürdün'de ciddi bir nüfusa sahip olan Osmanlı Türkleri, son dönemlerde yeniden kimlik kazanmaya çalışıyor.

Başkent Amman'da yoğunlukla bulunan Osmanlı Türkleri'nde yeni nesil, dil konusunda ciddi problemler yaşıyor. Bu kapsamda bölgede Türkçe kursları dil konusunda büyük katkı sağlıyor. Türkçe dil kurslarından sadece Osmanlı Türkleri değil, Ürdün Kraliyet ailesinden 5 kişi de faydalanıyor.

Ürdün'de resmi kayıtlarda yaklaşık 15 bin ile 20 bin arası bir nüfusa sahip olan ve soyadları genellikle El-Türk olan Osmanlı Türkleri, Osmanlı Devleti'nin dağılmasının ardından, atalarının Filistin'de kaldığını ancak İsrail'in baskılarından dolayı Ürdün'e geçtiklerini vurguluyorlar.

Ürdün'de Türk Hayır Cemiyeti

Ürdün Türk Hayır Cemiyeti, 1975'te Türk toplumunun bir araya gelmesi, muhtaçlara ve öğrencilere yardım etmesi amacıyla kuruldu. Cemiyette, halkın dili daha iyi öğrenmesi için Türkçe kursu veriliyor.


20201009

🎞 KKTC'de Gazimağusa’da bulunan hayalet şehir Maraş kademeli olarak açıldı

 Gazimağusa’da bulunan hayalet şehir Maraş, yani eski adıyla Varoş, yarından itibaren kademeli olarak halka açılıyor. 

🎞 🇹🇷Türk Tarih Kurumu'ndan Bir Kıbrıs Belgeseli: "Kapalı Maraş"

       

Türk Tarih Kurumu'ndan Bir Kıbrıs Belgeseli: "Kapalı Maraş" 

#KKTC #TürkTarihKurumu #Maraş 

***

Kıbrıs Maraş neresi? Kapalı Maraş neden kapalı ve önemi nedir? “Kıbrıs Maraş neresi?” ve “Kapalı Maraş neden kapalı?” sorularının cevabı, son günlerde Türkiye başta olmak üzere dünya gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. Bunun nedeni ise 45 yıldır kapalı olan Kıbrıs Maraş’ın yeniden açılmasıyla ilgili Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Hükümeti’nin harekete geçmesi… Peki, Kıbrıs Maraş neresi? Kıbrıs Maraş neden kapalı? İşte merak edilenler… Kıbrıs’ın KapalI Maraş Bölgesi’nin yeniden sivil hayata açılması ile ilgili Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Hükümeti’nin harekete geçiyor. Konuyla ilgili gündemde sık sık yer alan haberler sonrası kamuoyunda “Kıbrıs Maraş neresi?” ve “Kapalı Maraş neden kapalı?” sorularının cevabı en çok araştırılanlar arsında ilk sıralarda yer alıyor. Peki, 1974 yılında sivil hayata kapatılan ve 45 yıldır kapalı olan Kapalı Maraş neden kapalı? Kapalı Maraş Kıbrıs’ın neresinde? Önemi nedir? İşte detaylar… 

KAPALI MARAŞ NEREDE VE NEDEN KAPATILDI? 

Maraş, KKTC'nin Gazimağusa şehrinde bulunan mahalle, ülkenin en ünlü bölgesiydi. Maraş, Akdeniz’in Las Vegas’ı olarak biliniyordu. 'Hayalet Şehir' olarak da bilinen Maraş, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar uyarınca hem yerleşime hem de iskâna kapatılmıştı. Maraş, 1974 yılında 13 Ağustos'ta (o gün son bulan) İkinci Kıbrıs Harekâtı sırasında Maraş, 1974 yılında 13 Ağustos'ta İkinci Kıbrıs Harekâtı sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirildi. 1974 öncesi Akdeniz'in en ünlü tatil merkezlerinden biri olan Maraş, şu sıralar Birleşmiş Milletler tarafından denetlenen ve Kıbrıs adasını ikiye ayıran "Yeşil Hat" tampon bölgesindedir. İçerisinde BM'ye ait bir adet bina bulunmaktadır. Yaklaşık 400 metre ilerisinde ise altı apartman Türk Silahlı Kuvvetleri'ne orduevi yapılması için tahsis edilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile orduevi yanında bulunan kız öğrenci yurdunda kalan öğrenciler dışında içeriye giriş kesinlikle yasaktır. Hayalet şehri görmek isteyen yabancı turistler Maraş İkon Kilisesi'nden öteye gidememektedirler. Ancak 2016 yılından itibaren turistlerin kiliseye de girmeleri yasaklanmıştır. Askeri kartı olanlar, yurtlarda kalanlar ve kayıtlı taksiler haricinde hiçbir şekilde sivil araç ve yaya Kapalı Maraş Bölgesi'ne alınmamaktadır. 

CNNTürk

Minaresiz "kubbesine haç takılmış" Ayasofya