20210531

✍️ 🇦🇿 Azerbaycan milli şairi Mirze Ali Ekber Sabir


BUGÜN, Azerbaycan edebiyatının iftiharı olan:“Ben vücudumun etini halkımın yolunda çürüttüm.Eğer ömür vefa etseydi kemiklerimi de halkımın yoluna koyardım.Fakat, ölüm aman vermiyor”diyen büyük şair MİRZE ALİ EKBER SÂBİR’in ad günü (30.5.1862). Kalemiyle ölümsüz, adıyla ölümsüzdür.

Türkiye Azerbaycan Dostluk İşbirliği ve Dayanışma

20210526

Mustafa Kemal Atatürk’ün fiziki özellikleri...

Saçlar altın sarısı. Yüz, güneşten hafif yanmış koyu pembe. Alın, dikkati çe­kecek kadar enli ve kırışık. Kaşlar, gür ve şahlanmış gibi alna doğru kalkık. Göz­ler, iri, gök mavisi renginde ve çelik parıltılarla dolu. Elmacık kemikleri biraz çı­kık. Burun, kusursuz fakat kanatlan dolgun olduğundan büyük görünür. Dudak­lar, ince, üst dudak altındakinden daha mütebariz. Çene, azim ve kuvvet ifade eden yapıda geniş. Omuzlar da öyle: Geniş ve yuvarlak. Göğüs kabarık. Pazılar dolgun adaleli fakat ellerle parmaklar ince ve uzun. Karınsız, bacaklar düzgün, ayaklar da eller gibi ince. Atlet vücutlu, zarif endamlı, keskin ve derin bakışlı, ciddi tavırlı, hareketleri canlı ve çalak, her haliyle alımlı bir erkek güzeli. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün portresi. Boyu 1.74’tü, fakat vücudundaki tenasüp itibariyle daha uzun görünürdü. Kilosu 74 - 76 arasında değişirdi. 

 Yeni harflere dair fikir ve görüş teatisi için Dolmabahçe Sarayı’na davet edi­lenler arasında bulunup Atatürk’ü ilk defa orada yakından görmüş olan rahmetli şair Ahmet Haşim onu şöyle tarif ediyor: Bebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılmış bir çift gözün; mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabi bir çehre. Yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi. Muntazam taranmış, noksansız, sarı genç saçlar. Bütün zemberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu, gerilmiş ten ve taze bir uzviyet.

20210523

🎞🇹🇷Türkçe ve Karakalpak Arasındaki Benzerlikler

 

🎞 📚Hatasız NUTUK - Nutuk yıllar sonra, çeviri hataları düzeltilerek yeniden basıldı

Nutuk yıllar sonra, çeviri hataları düzeltilerek Kaynak Yayınları tarafından yeniden basıldı... 

Atatürk'ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un günümüze ışık tutan toplu eserleri de yeniden düzenlendi. 

Ceviz Kabuğu bu yeni eserleri uzmanların açıklamalarıyla ekrana getiriyor. 

Öte yandan; evrenin sırları ve matematik çözümleri anlatan bir çalışma da Ceviz Kabuğu'nda.. 

Doç. Dr. Şaduman Halıcı, Şule Perinçek ve Yrd. Doç. Dr. Ercüment Akat 
Ceviz Kabuğu - 05.12.2015 - Hatasız NUTUK
Ulusal Kanal’da Ceviz Kabuğu'nda...





20210519

Ali Sami Yen’in doğum yıldönümü


 


19 Mayıs 1919 sivillerin ve askerlerin dünyaya büyük bir meydan okumasıdır

 ''I. Dünya Harbi’nden sonra hiçbir mağlup millet direniş göstermedi. 19 Mayıs 1919 sivillerin ve askerlerin dünyaya büyük bir meydan okumasıdır.''

Prof. Dr. İlber Ortaylı



Her şeye rağmen muhakkak bir ışığa doğru yürümekteyiz.



 

20210518

Tarihin hafızasında ölümsüz ve efsanevi bir gerçek...

 


Atatürk: Yüzyılın en büyük lideri - Dr. Berna Bridge

  

Atatürk: Yüzyılın en büyük lideri

Dr. Berna Bridge

Bu röportajda Atatürk’ün yüzyılın en büyük lideri olduğu sonucu çıkan 18 yıllık Amerikan araştırmasının sonuçlarını paylaşıyoruz

Araştırmayı gerçekleştiren Prof. Dr. Arnold Ludwig Amerikalı bir tıp doktoru, psikiyatrist, akademisyen, tıp fakültesi bölüm başkanlığı yapmış, şu an ABD Rhode Island’da Brown Üniversitesinde emeritus profesör ünvanlı bir hoca. Alanı insan davranışını araştırmak. 18 yıl süren “Liderliğin Doğası” çalışmasında, 1900-2000 yılları arasında yaşamış, 200 farklı ülkeden 1941 lideri araştırıyor.

Ludwig “Politik Büyüklük Ölçeği” adında bir ölçek geliştirmiş ve bu ölçekte puanlama yapmış. Bu puanlama yapıldığında ayrıntılı bilgiye ulaşabildiği Roosevelt’ten Churchill’e, Mao’dan Fidel Castro’ya uzun bir listedeki 377lider arasında en yüksek puanı alan Atamız; Mustafa Kemal Atatürk. Ludwig, bu çalışması nedeniyle Amerika Atatürk Derneği’nden bir plaket almış ve kendisine ABD Atatürk Derneğinde yaşam boyu onursal üyelik verilmiş.

Dr. Berna Bridge: Çalışmanızın süresi ve içeriği nedir? Araştırdığınız liderleri nasıl ölçtünüz, başarı sıralaması neye göre yapıldı?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: 18 yılda 1200'ün üzerinde biyografi, antlaşma, tez vb inceledim. Geçmişte yaşamış Sezar, Napolyon, Büyük İskender, George Washington gibi toplumların başarılı addettikleri liderlerin özelliklerini belirleyerek bir ölçek oluşturdum. Bu ölçekte liderlerin özellikle yeni ülke yaratma, savaş kazanma, toprak kazanımı/kaybı, iktidarda kalma süresi, askeri başarı, sosyal mühendislik, toplumu olumlu yönde değiştirme, iyileşen ekonomi, devlet adamlığı, ideoloji, ahlaklı örnek oluşturma, yozluğa karışmama, politikmiras, yönettikleri ülke nüfusu gibi özelliklerine baktım. Politik Büyüklük Ölçeği özel yaşam gibi yoruma açık konularla alakalı değildir, yalnızca yukarıda saydığım somut ölçülebilir ülkeye ve topluma kazandırılan eylemlerle ilgilidir.

Dr. Berna Bridge: Ölçeğiniz toplam kaç puandan oluşuyor ve sonuç ne çıktı? Bu puanlamayı sizin dışınızda uygulayanlar oldu mu?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Toplam 37 puan üzerinden 31 puan alarak birinci Mustafa Kemal Atatürk çıktı. Bu puanlamayı herkes yapabilir. Ben yaptım, ayrıca benden bağımsız olarak 80 kişilik bir çalışma grubu da bu puanlamayı gerçekleştirdi. O çalışmada da Atatürk birinci çıktı. Bu puanlamayı siz de her istediğiniz lider için yapabilirsiniz.

Dr. Berna Bridge: Çalışmanızda Atatürk’ten sonra gelen liderler hangileriydi? Ülkemizden araştırdığınız başka lider oldu mu?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Mao Zedong, Franklin Roosevelt, Joseph Stalin, Lenin... Aklınıza gelen tüm liderler bu çalışmanın bir parçasıydı. Ülkenizden Atatürk dışında sadece Abdül Hamit hakkında bilgi bulabildim. O 12 puan aldı. Çiller’i de kadın liderler arasında daha kısa puanlamadan inceledim. Tüm bilimsel bulgular, metodoloji, istatistikler, ölçekler kitabın arka bölümünde yer almaktadır.

Dr. Berna Bridge: Bu araştırma süreciniz nasıl başladı ve gelişti?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Dördüncü kitabım The Price of Greatness (Büyüklüğün Bedeli). Bu kitabımda 18 farklı mesleği araştırıp, balerin, müzisyen, sporcu, politikacı gibi mesleklerde üstün başarı kazananları araştırdığımda gördüm ki politik başarı konusunda bir ölçek, bir ölçüt yok. Mimarlar yaptıkları binalarla, sporcular attıkları gollerle, sanatçılar aldıkları ödüllerle değerlendiriliyorlar. Peki, politik başarı nasıl ölçülüyor diye merak ettim ve böylece beşinci konu “Liderliğin Doğası” araştırmamın tohumları atıldı.

YOKTAN VAR ETMEK VE EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ YENİLİKLER GETİRMEK

Dr. Berna Bridge: Ana hatlarıyla politik büyüklük ölçeğini oluşturan öğeleri anlatır mısınız?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Bunlardan bir tanesi "Hiç yoktan bir şey var etmek"tir. Atatürk burada en yüksek puanı aldı, çünkü bitmiş, yok olmuş bir Osmanlı'dan yeni modern Türkiye'yi yarattı. Hiç yoktan var etti. Bir diğer öğe öncesine göre daha fazla toprak kazanması veya kaybetmesi. Burada Atatürk Sevr antlaşması ile kaybedilen toprakları Lozan antlaşması ile kazanarak yeni sınırları belirlemesiyle en yüksek puanı aldı. Bir diğer öğe dış destek olmadan ve hukuksuzluğa başvurmadan uzun yıllar iktidarını koruması. Tarihe geçmiş tüm başarılı liderlerin kazandığı savaşlar, yani savaş başarısı ve ülkesine kattığı topraklar var. Askeri muvaffakiyet. Atatürk de Çanakkale, Kurtuluş Savaşı ile yine en yüksek puanı alıyor. Bu en önemli noktalardan birisi.

Bir başka öğe de sosyal mühendislik: örneği görülmemiş yasal yenilikler getirmek. Atatürk'ün yaptığı harf, kıyafet, medeni kanun, kadına seçme, seçilme hakkı getirmesi, laiklik gibi devrimler sosyal mühendisliğe işaret ediyor. Diğer öğeler ekonominin iyileşmesi, devlet adamlığı, diplomatik ilişkiler, komşularla ve diğer ülkelerle iyi geçinilmesi, ideoloji, bıraktığı siyasi miras ve ahlaki örnek olması. Yani liderin yozluk yapmaması, çalıp çırpmaması, hanedan gibi hareket etmemesi gibi tutumlarıyla bütün öğelerden Atatürk tam puan alıyor. Buna efsane liderler deniliyor.

GERÇEK NEYSE O, SAPTIRILMADAN

Dr. Berna Bridge: Bu puanlamada en yüksek puanı Atatürk’ün alacağı sonucunu bekliyor muydunuz?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Bu sonucu kesinlikle beklemiyordum, bana sürpriz oldu. Bu araştırma tamamıyla objektif, tarafsız bir araştırmaydı. Sonuç tamamen sayısal bir puanlamayla oluşan, manipülasyona açık olmayan bir sonuçtu. Ben Amerikalı bir akademisyenim. Siyasetle de ilgilenmem. Hayatımda bir defa Türkiye'ye Atina’dan gelen kısa bir gemi turuyla uğramış bir kişiyim. Türk akrabam yoktur. Bu araştırmadan sonra Türk dostlar edindim, daha önce Türk arkadaşım da yoktu.

UNUTTURMA VE YIPRATMA PARADOKSU

Dr. Berna Bridge: Geçen yıllar ve olumsuz tutumlar, haksız suçlamalar, son zamanlarda gördüğümüz gibi hoş olmayan karalamalar Türk toplumuna ve dünyaya Atatürk'ü unutturabilir mi?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Ben bir psikiyatrist, insan davranışı araştırmacısı, bilim adamı olarak şunu netlikle söyleyebilirim. Baskılar ve manipülasyonlar gerçek değeri olan hiçbir şeyi unutturmaz, tersine daha çok bağlanırsınız. Örnek olarak, öğrencilerime veya hastalarıma "gözlerinizi kapayın ve ne yaparsanız yapın, mor bir fil düşünmeyin" derim. Siz de bunu deneyin. Benim söylememle düşünceleriniz değişecek mi? Somut olarak Atatürk’ün cephede ve daha sonra devlet adamlığında kazandığı başarılar onu tarihin hafızasında ölümsüz ve efsanevi bir konuma getirmiştir.

Dr. Berna Bridge: Bu kadar kapsamlı ve detaylı bir çalışmanın sonunda sizi en çok etkileyen lider hangisiydi? Neden?

Prof. Dr. Arnold Ludwig: Beni en çok etkileyen lider Atatürk ve Roosevelt idi. Atatürk’ün savaş başarısının ötesinde, sosyal mühendislik olarak topluma katkılarını çok etkileyici buldum. Harf devrimi, kadın hakları, kadına verdiği değer ki burada Latife hanımın da katkısının çok olduğunu eklemek gerek, kıyafet devrimi, medeni kanun, bunların her biri yadsınamayacak katkılar. İşte Atatürk böyle bir vizyoner liderdi.

Daha sonra bir kitaba dönüşen (King of the Mountain) bu araştırma aslında iki ayağı olan bir araştırma, uzun bir kitap yerine iki ayrı kitap olabilirmiş. Bir bölümü bir psikiyatristin liderliğin doğasını, insan davranışını ve psikolojisini örneklerle açıklaması. Bunu psikoloji, genetik, antropolojik açıdan genetiğimizin %99 örtüştüğü ve genelde çok sık kullanılan bilimsel bir metot olan primat liderlik davranışlarını insan davranışlarıyla karşılaştırarak yapıyor. Kitabın diğer bölümü ise liderlik özellikleri ve ölçek üzerine yoğunlaşıyor.

Sonuç olarak, bu çalışmanın en vurucu yanı, Ludwig’in yıllar önce bu araştırmaya başladığında Türkiye’yi ve Atamızı hiç tanımaması, siyasetçi olmaması, yani, bu araştırmanın tamamıyla liderliği araştıran akademik, tarafsız bir çalışma olması. Atamızın hakkıyla 377 lider arasında bu ölçekte birinci olması, torpille, dış ülkelerin desteğiyle, saptırma, medya desteği, parlatmayla değil, gerçek tavır, tutum, çalışma, cephede savaş ve mücadelesi ile tarihte hak ettiği yerin tekrar yabancı bir ağızdan 18 yıllık bilimsel yollarla hazırlanan, geçerliliği olan bir ölçekle ve çalışmayla vurgulanması oldu.

Söyleşimizin sonunda eşi Helen'ın hazırladığı leziz yemek boyunca bize bilgisayarını açıp şu an yaptığı araştırmadan bilgiler aktardı. Duvarları sanatçı oğlunun yaptığı resimlerle doluydu ve ayrıca evi hoş heykeller ile tam bir sanatçı eviydi. Yemek sonunda çıktığımız yürüyüşte yol boyu yine Atamızın büyüklüğünden, ülkemize kazandırdıklarından takdirle söz etti.

Bizim de yanıtımız, “Biz Türkler bunu biliyoruz, milyonda bir dünya yüzüne gelen ender liderden birinin bize geldiğini, ne şanslı olduğumuzu biliyoruz ama bunun tarafsız, yabancı ve akademik bir ağızdan bir daha işitilmesi bize mutluluk veriyor” dedik.

Atamızın başarılarının ve ülkemize, bağımsızlığımıza, ülkesel onurumuza katkılarını geçtiğimiz bu zor günlerde tarafsız ve siyasetçi olmayan bir araştırmacıdan duymak bizim için en güzel 19 Mayıs Bayramı hediyesi oldu… Bayramımız kutlu olsun…

Alıntı/Kaynak: https://www.ulusal.com.tr/ataturk-yuzyilin-en-buyuk-lideri-makale,8807.html

Ulusal Kanal

20210514

✍️ Köy Enstitüleri aydın fabrikasıydı-Cemal Türkmen

Köy Enstitüleri aydın fabrikasıydı

Cemal Türkmen

Türkiye Cumhuriyeti’nin 30’lu yıllarıdır. Cumhuriyet'in kısa geçmişinde iyi niyetli ve çalışkan millî eğitim bakanlarının yoğun çabasına karşın halkın ezici çoğunluğu halen okumaz yazma bilmez. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Vasıf (Çınar)'ın 1924’te kararlılıkla belirttiği Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı illerinde tek bir okul dahi olmadığı, ilköğretimin yokluğu” gerçeği, büyük ölçüde geçerliliğini korumaktadır. Ülkedeki 40 bin köyün ancak 5 bininde okul vardır.

Yaşamın her alanında peş peşe devrimler yapılmaktadır. Devrimlerin halka ulaşabilmesi amacıyla Millet Mektepleri, Halkevleri kurulmuştur. Ancak bunlar, halkı aydınlatmakta ve devrimleri halka götürmekte yeterince etkili olamamakta, yapılan ve yapılmakta olan devrimler, kent sınırlarını aşıp köye bir türlü ulaşamamaktadır. Çünkü halk; çocuğunu uyutmak için afyon koklatacak, çift sürerken ineğinin yanına kendisi koşulacak kadar çaresizdir. Bu köylü kitlesi, nüfusun % 80’ini oluşturmakta, bu % 80”in % 90’ı da okuma yazma bilmemektedir.

Devrimlerin ulusun efendisine ulaşabilmesi için, köylüye devimleri anlatacak aydınlara gereksinim duyulmaktadır. Fakat okuyamayan ve yazamayan, en alt düzeyde de olsa vatandaşlık bilgilerinden yoksun insanlara devrimleri anlatmanın zorluğu ortadadır. İşte bu nedenle ivedi olarak köylülerin en azından ilkokul düzeyinde bir okur-yazarlığa kavuşmaları için bir ilköğretim seferberliği başlatılmalıdır.

Atatürk, bir de eğitim kökenli olmayan birini, Saffet Arıkan’ı önerir Millî Eğitim Bakanlığı için. Saffet Arıkan, Atatürk’e ve devrimlere yürekten bağlı, asker kökenli bir aydındır. Sorunu kavramıştır, ancak çözümünü bulamamaktadır. Çözüm önerisi, bir toplantıda Atatürk’ten gelir: “Saffet, ilk aşamada askerliğini erbaş olarak yapmış köylülerden yararlanamaz mısın?” Arıkan, derhal, bu düşünceyi uygulayacak bir genel müdür arar kendine. Ve yakın çevresinin önerisiyle, eğitim çevrelerinin “Köylü İsmail” olarak adlandırdıkları İsmail Hakkı Tonguç’u -öğreniminin yetersizliğinden dolayı özellikle Halil Fikret Kanat’la Bakanlıktaki yükselme isteklisi bürokratların karşı çıkmalarını göğüsleyerek- İlköğretim Genel Müdürü yapar.

Tonguç, Yozgat ve Çorum’u kapsayan bir gezide köylerde çavuş ve onbaşılarla görüşür, sonuçta onların köy çocuklarına okuma yazma öğretebileceğine karar vererek eğitmen kursları için hazırlıklara başlar. Bunun için önce yurt düzeyinden seçtiği uygulamanın içindeki bazı eğitimcilerle görüşüp bir kurul oluşturur. Bu kurul, işin ayrıntılarını görüşüp ilkeleri saptar, bir yandan da eğitmenlere yardımcı olacak kılavuz kitapların hazırlanmasına başlanır.

CANLANDIRILACAK KÖY

Deneme nitelikli ilk eğitmen kursu, Ankara İlköğretim Müfettişi Emin Soysal yönetiminde Eskişehir’in Çifteler kasabasındaki harada 85 adayla açılır. Kursa ilgi duyan eğitimciler, aydınlar, yazarlar ve yöneticiler Çifteler'e giderek incelemeler yapıp izlenimlerini açıklarlar. Sonuç olumludur. Eğitmenler Ankara köylerinde görevlendirilir ve çalışmaları yakından izlenir. Denetimler sırasında pek çok eğitmenin başarı öyküsüne tanık olunur. Bunun üzerine eğitmen kurslarının sayısı artırılır.

Tonguç için eğitmen kursları, “canlandırılacak köy” için bir başlangıçtır. Köy çocuklarını sadece ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okutabilecek şekilde yetiştirilen eğitmenlerin verdiği eğitimle, köyün canlanamayacağını bilmektedir. Köye gerçek öğretmenler göndermenin yolunu aramaktadır. Öğretmen okullarını bitirenler, köye gidiyor, göreve başlıyor ve en kısa zamanda bir kent okuluna atanmanın yolunu bir şekilde buluyorlardı. Öğretmeni köyde kalacak, köylüye hizmetten zevk alacak bir anlayışla yetiştirmek gerektiğini düşünür. Bunun için yeni bir anlayış yeni bir kadro, yeni bir okul tasarlar. Düşlediği öğretmen tipini yetiştirmek için Çifteler’de ve İzmir Kızılçullu’da iki “Köy Öğretmen Okulu” açar. Bu okullara beş yıllık köy okulunu bitirmiş köylü öğrenciler alınır. O güne değin ilkokul sonrası okuma olanağı bulamayan köy çocukları için bir fırsattır bu okullar. Çoğu ana baba ineğini, koyununu, keçisini satarak, günlerce yayan yol yürüyerek götürüp kaydını yaptırır çocuğunun. Pek çok çocuk da kendi başına, eşek sırtında, karda kışta, yayan, kamyonla, trenle uzun ve zahmetli yolculuklar sonucunda ulaşırlar okullarına. İlk günler zor geçer; yurttan yuvadan, anadan babadan ayrı kalmak pişmanlıklara neden olur. Bir kısmı dayanamaz, kaçar köyüne. Bir kısmı hastalanarak ayrılır okuldan. İlk günlerin zorluğunu atlatanlar kalıcı olurlar okullarında.

Bu arada bazı siyasal gelişmeler olur, İnönü başbakanlıktan çekilir, yeni hükûmeti Celal Bayar kurar. Atatürk’e ve İnönü’ye içten bağlı olan Saffet Arıkan değişikliği içine sindiremeyip bakanlıktan ayrılır. Yeni Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Tonguç yeni bakanı kutladıktan sonra istifasını sunar. Ancak Hasan Ali, kendisiyle çalışmak istediğini belirterek, istifayı geri çevirir.

Bir yandan eğitmen kursları, diğer yandan da köy öğretmen okulları sürdürür eğitimini. Tonguç uygulamalardan edindikleri ışığında konunun yasal boyutuyla da ilgilenir. Hazırladığı yasa tasarısında köy öğretmen okullarının adını “Köy Enstitüsü” olarak belirler. Yasa uyarınca ülkenin çeşitli yerlerinde köy enstitüleri açılacak, buralara ilkokulu bitirmiş köy çocukları alınacak, beş yıl süreyle kültür ve sanat eğitiminden geçecekler, okul bitince öncelikle kendi köylerine atanacaklar, öğretmenlikleri süresince kendilerine yasada belirlenen aylığın yanında geçinmelik arazi ile tarım ve diğer iş araçları da verilecektir. Yasa 17 Nisan 1940’ta, Hasan Ali Yücel’in eğitime egemen oluşunun ve hatiplik yeteneğinin de katkılarıyla Meclis'ten çıkar. Artık Hasan Ali Yücel’in ve Tonguç’un önünde uykusuz geçecek pek çok gece, yürünecek uzun ve yorucu pek çok yol ve yapılacak pek çok savaşım vardır.

TONGUÇ'UN 10 BİN KÖYE ZİYARETİ

Tonguç gecesini gündüzünü enstitülere ve eğitmen kurslarına ayırır. Bitmez tükenmez yolculuklarının ardı arkası gelmez. 1940’ların ulaşım koşullarında 10 bin köye gider. Yaptığı en rahat yolculuklar İnönü’nün Beyaz Treni'nde yaptığı yolculuklardır. Diğer yolculuklarında trenlerin ikinci mevki vagonlarında, kimi zaman makinistlerin yanında, bazen yürüyerek, bazen kamyon sırtında, belli bir süre sonra da ordu malı bir ciple Anadolu’yu karış karış dolaşır. Taşıttan indiği zaman bir genel müdürden çok, yorgun bir şantiye şefi görünümündedir; üstü başı toz toprak içinde, kimi zaman da eski püskü ve hatta yamalı boz bir urbayla dolaşır yurdu. (Genel müdüründen, öğrencisine değin tüm enstitülülerin üzerlerinde, kendi işliklerinde diktikleri boz urbaları, ayaklarında sağlam asker potinleri vardır.) Öyle ki bir Gölköy ziyaretinde kız öğrenciler hâline acıyarak ona hemen orada bir gece içinde bir takım yeni boz urba dikerek giydirirler. Gezilerinde güvendiği, ileride enstitü müdürü olarak görevlendireceği eğitimci arkadaşlarıyla birlikte kentlerden uzak, köylere ve demiryoluna ya da şoseye yakın, insan emeğiyle tarım yapılabilir duruma getirilebilecek genişlikte araziler arar, enstitü kurmak için. Ama koşullar yeni kurumlar açmaya hiç de uygun değildir. Ülke, yanıbaşımızda süren İkinci Dünya Savaşı nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Yokluk ve kıtlık yıllarıdır. Çivinin, çimentonun, camın, tenekenin karaborsada bile bulunmadığı zamanlardır. Böylesi bir ortamda sınırlı bir ödenekle enstitüler açmak, altından kalkılacak bir iş değildir. Ama Tonguç ve büyük çoğunluğu ilköğretim müfettişlerinden oluşan yönetici kadrosunun içi ülküyle doludur. Onlar sanki zoru başarmak için yaratılmışlardır. Okul kurağı olarak belirlenen yerlerin çoğunda içine girilecek tek bir bina bile yoktur. Kızılay’dan ya da yöredeki göçerlerden alınan çadırlarda barınarak başlarlar işe. Kurucu müdürlerin ve kurucu öğrencilerin yoğun ve özverili çabalarıyla bozkır üzerinde okul binaları yükselir, kıraç topraklarda ekinler boy verir. Kendi ürettikleri tuğlalarla örerler duvarlarını, kendi kesip biçtikleri keresteyle çatarlar çatılarını, kendi ürettikleri buğdayla pişirirler ekmeklerini, kendi tuttukları balığı yerler, kendi diktiklerini giyerler, bazen çatısız yatakhanelerde, karın altında ot yataklarda yatarlar. Savaş koşullarında yarı aç yarı tok olsalar da, zaman zaman yakınsalar da, kendi kurdukları yuvalarında, köyde yaşayacak, köye yararlı olacak şekilde, iş içinde, iş yaparken öğrenerek ve üreterek eğitilirler. Kendi yağlarıyla kavrulurlar, işlerini yaptıracak işçi ve memur çalıştırmazlar, bu anlamda devlete hiç yük olmazlar. Salt kendi yuvalarını kurmakla yetinmezler, nerede bir enstitü açılacaksa hemen ekipler oluşturup dayanışmaya koşarlar. Çifteler ekibi Ladik’e, Kepirtepe ekibi Hasanoğlan’a, Savaştepe ekibi Pulur’a, Akçadağ ekibi Dicle’ye gidip derslik, yatakhane, işlik, hamam yaparlar. İş bitiminde yurdu dolaşarak dönerler enstitülerine. Bununla da yetinmezler; kimsesizlerin harmanını kaldırırlar, evsiz göçmenlere ev, depremzede öğretmenlere konut, okulsuz köylere okul yaparlar.

Köy enstitülerinin kendine özgü koşulları olsa da yaşamda karşılaşılan sorunlar orada da yaşanır. İş kazalarında sakat kalanlar, ölenler olur. Her ne kadar kayıt sırasında sağlıklı olmak koşulu aransa da sıtmadan, veremden ölümlere rastlanır. Öğrenciler, öğretmenler, öğretmenlerle öğrenciler arasında gönül ilişkileri de olur enstitülerde. Bunlar doğaldır ve belirli bir sınırı aşmadığı sürece anlayışla karşılanır. Hatta çizilen sınırların dışına çıkmamak koşuluyla sürdürülen ilişkiler desteklenir ve böylelerinin düğünleri enstitülerce yapılır. İlişkide aşırıya kaçanlara izin verilmez, derhal enstitüyle ilişkileri kesilir. Sayıları az da olsa, öğrencisine duyduğu yakınlık yüzünden görevden atılan öğretmenler, birbiriyle anlayış sınırlarını aşan ilişkiler kuran kız ve erkek öğrenciler okuldan uzaklaştırılır.

AYDIN FABRİKASI

Her birinin kendine özgü bir öyküsü olan yoksul köy çocukları, kendilerine bir ana baba sıcaklığıyla yaklaşan öğretmenlerinin rehberliğinde, gelişmiş bir okuma kültürüyle ve ileri bir demokratik anlayışla yetişirler. İşi kişiselliğe dökmemek koşuluyla her enstitülü (öğretmen, öğrenci, yönetici, aşçı, işçi, memur…) müdüründen bakanına kadar herkesi, ayıplanacağını, baskı göreceğini aklına getirmeksizin özgürce eleştirir, kendisini eleştirenleri de olgunlukla karşılar. Talip Apaydın, Enver Atılgan, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Doğan Çağlar, Nebi Dadaloğlu, Ali Dündar, Nadir Gezer, Ümit Kaftancıoğlu, Yahya Kemal Kaya, Hasan Kıyafet, Mahmut Makal, Abbas Cılga, Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Hasan Latif Sarıyüce, Osman Şahin, Ayşe Baysal, Saim Kaptan, Yahya Özsoy, Fikret Cantürk, Hayrettin Uysal, Niyazi Ünsal, Ali Yüce, Hasan Fehmi Güneş, Mustafa Üstündağ ve daha nice Türk aydını hep enstitülerin özgür, demokratik ve üretken havasını soluyarak yetişirler.

Tonguç’un temel sorunlarından biri, enstitülerde görev yapacak nitelikte öğretmen bulamamaktır. Enstitülerde mesleğinde başarılı ilkokul öğretmenlerinden bile yararlanma yoluna gidilmektedir. Tonguç, köy enstitüsünü bitiren başarılı öğretmenlerin alınacağı bir Yüksek Köy Enstitüsü açar Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde. Böylece hem enstitülere öğretmen, hem bakanlık kadrolarına bürokrat yetiştirecek, hem de yoksul köy çocuklarına yükseköğrenim olanağı sağlamış olacaktır. Bütün bunları Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den ve Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’den aldığı destekle başarır Tonguç.

1953 sayılamalarına göre, Köy Enstitüleri'ni bitiren 17,345 öğretmen, 8,675 eğitmen ile 1,350 sağlık memuru yurdun dört bir tarafındaki köylere atanır. Ellerinde çoğu dünya klasiği bavul dolusu kitap, yanlarında devlet tarafından verilmiş üretim araçları ile dalarlar karanlığın içine. Onların her biri enstitü karşıtı Eskişehirli toprak ağası ve milletvekili Emin Sazak’ın tanımlamasıyla kendilerini Atatürk sanmaktadırlar; nasıl Atatürk kendini ülkesini kurtarmaya adamışsa onlar da kendilerini köylerini kurtarmaya adamış köy kahramanlarıdır. Mitolojik baş tanrı Zeus’tan aldığı ateşi insanlara götürdüğü için cezalandırılan ateş tanrısı Promethe gibi duyumsarlar kendilerini. Görevleri ortaçağ karanlığında yaşayan köylerini aydınlatacak ışığı taşımaktır köylerine. Onlar dağ başlarında yaktıkları çoban ateşleriyle gecenin karanlığına fener tutan ışık emekçileriydiler. Yağmurda, karda, fırtınada, ayazda dağ başlarında dimdik ayakta duran meşeler gibiydiler. Ülkü ve gönül birliği içinde Türkiye’nin aydınlanma çağını başlattılar. İzin verselerdi, aydınlanma ateşinin üzerine su dökmeselerdi Türkiye aydınlanma çağını yaşayacak, bilim ve kalkınma çağına geçebilecekti.

Koşulların uygun olduğunu gören İnönü temel bir soruna el atar. Gündemine, sağlığında Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu Toprak Reformu'nu alır. Konuya ilişkin olarak Tonguç’a 200 bin tarım memuru yetiştirip yetiştiremeyeceğini sorar. Tonguç, kısa samanda bu kadar tarımcı yetiştirmenin olanaksızlığının farkındadır, üstelik konu en çok Tarım Bakanlığı'nın çalışma alanına girmektedir. Ne var ki İnönü’ye “olmaz” demeye içi bir türlü elvermez. Müdürlerini zorlar Tonguç, sığa (kapasite) artırımı için. Ancak müdürler isyan noktasına gelirler. Hasan Ali Yücel de beş senede 200 bin tarımcı yetiştiremeyeceklerini anlayınca İnönü’ye işin olanaksızlığı anlatılır. Meclis'teki büyük toprak sahibi milletvekillerinin şiddetli karşı çıkışlarına karşın İnönü ağırlığını koyarak Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nı geçirir Meclis'ten. Fakat bir süre sonra reformun mimarı Raşit Hatipoğlu bakanlıktan ayrılır, yerine reforma karşı olan toprak ağası Cavit Oral bakan olur. Bu bakan değişikliği, bir anlamda, devrimlerin ve köy enstitülerinin inişe geçişinin başlangıcı olur. Bir süre sonra CHP içindeki sağ kanat, Parti'ye egemen olur. 1946 seçimlerinin sonucunda İnönü kendi adayı yerine çevresindekilerin baskısıyla Recep Peker’i başbakan atar, o da kendi kadrosunu kurarak Hasan Ali Yücel’i kabine dışı bırakır. Yerine Tonguç’la barışık olmayan bakanlığın eski bürokratlarından Şemsettin Sirer geçer. Sirer, “ıslahat” adı altında enstitülere el atarak rayından saptırır. Bir süre sonra da Tonguç’u görevinden alarak Tonguç’un enstitülerdeki kadrosunu dağıtır. Diğer yandan geçirdiği soruşturma sonucu görevden alınan Kızılçullu’nun eski müdürü, Meclis'in yeni bağımsız milletvekili Mehmet Emin Soysal var gücüyle köy enstitülerine yüklenir. Ve enstitülerin kapatılmasıyla sonuçlanan süreç başlatılmış olur.

Günümüzde eğitim, halen rayına oturmuş değildir. Okumaz yazmazlık bir yana eğitim beklenen yararı sağlayamamıştır. Geçmişte köylerde yaşayan nüfus, günümüzde kentlerin varoşlarına taşınmıştır. Özelde varoşların, genelde tüm ülkenin kaliteli bir eğitimden geçmesinde ve tüketici toplumdan üretici topluma geçişte “köy enstitüleri” yararlanılması gereken çok önemli bir deneyimdir. Bunun için de köy enstitüleri olayının doğru anlaşılması gerekmektedir.

Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koy-enstituleri-aydin-fabrikasiydi-241377#1


Günümüz Sibiryalı Şaman Türkler gibi eski Türkler de Kam/Şaman dinine mensuptu

 


20210509

Yeni bir Yunus Emre nüshası keşfedilmiş

 ''Yeni bir Yunus Emre nüshası keşfedilmiş Vatikan arşivinde. Birkaç ay içinde TDK ‘nın iki cilt halinde yayınlayacağını okudum. Yunus Emre yılına denk gelmesi güzel olmuş.'

Alıntı: sosyal medya








20210508

1946+ yıllarında Atatürk'ün Politikalarından uzaklaşılması...



1946+ yıllarında Atatürk'ün Politikalarından uzaklaşan İ. İnönü uçak yapımında uğraş veren N. Demirağ'ın şikayetine de konu olmuştur. N. Demirağ kurduğu uçak üretim tesisi ve İnönü'ye Şikayeti’nden







🎞️🇹🇷Türk Dünyası'nın Yeni Bayrağı Ne Anlama Geliyor, Türk Birliği Kurulacak Mı?

ORTAK KÜLTÜR, ORTAK MİRAS  Ortak tarih, ortak edebiyat, ortak kültür... Türk dünyası, gücünü Türk Devletleri Teşkilatı ile artırıyor. Teş...