Cemal Türkmen
Türkiye Cumhuriyeti’nin 30’lu yıllarıdır. Cumhuriyet'in kısa geçmişinde iyi niyetli ve çalışkan millî eğitim bakanlarının yoğun çabasına karşın halkın ezici çoğunluğu halen okumaz yazma bilmez. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Vasıf (Çınar)'ın 1924’te kararlılıkla belirttiği Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı illerinde tek bir okul dahi olmadığı, ilköğretimin yokluğu” gerçeği, büyük ölçüde geçerliliğini korumaktadır. Ülkedeki 40 bin köyün ancak 5 bininde okul vardır.
Yaşamın her alanında peş peşe devrimler yapılmaktadır. Devrimlerin halka ulaşabilmesi amacıyla Millet Mektepleri, Halkevleri kurulmuştur. Ancak bunlar, halkı aydınlatmakta ve devrimleri halka götürmekte yeterince etkili olamamakta, yapılan ve yapılmakta olan devrimler, kent sınırlarını aşıp köye bir türlü ulaşamamaktadır. Çünkü halk; çocuğunu uyutmak için afyon koklatacak, çift sürerken ineğinin yanına kendisi koşulacak kadar çaresizdir. Bu köylü kitlesi, nüfusun % 80’ini oluşturmakta, bu % 80”in % 90’ı da okuma yazma bilmemektedir.
Devrimlerin ulusun efendisine ulaşabilmesi için, köylüye devimleri anlatacak aydınlara gereksinim duyulmaktadır. Fakat okuyamayan ve yazamayan, en alt düzeyde de olsa vatandaşlık bilgilerinden yoksun insanlara devrimleri anlatmanın zorluğu ortadadır. İşte bu nedenle ivedi olarak köylülerin en azından ilkokul düzeyinde bir okur-yazarlığa kavuşmaları için bir ilköğretim seferberliği başlatılmalıdır.
Atatürk, bir de eğitim kökenli olmayan birini, Saffet Arıkan’ı önerir Millî Eğitim Bakanlığı için. Saffet Arıkan, Atatürk’e ve devrimlere yürekten bağlı, asker kökenli bir aydındır. Sorunu kavramıştır, ancak çözümünü bulamamaktadır. Çözüm önerisi, bir toplantıda Atatürk’ten gelir: “Saffet, ilk aşamada askerliğini erbaş olarak yapmış köylülerden yararlanamaz mısın?” Arıkan, derhal, bu düşünceyi uygulayacak bir genel müdür arar kendine. Ve yakın çevresinin önerisiyle, eğitim çevrelerinin “Köylü İsmail” olarak adlandırdıkları İsmail Hakkı Tonguç’u -öğreniminin yetersizliğinden dolayı özellikle Halil Fikret Kanat’la Bakanlıktaki yükselme isteklisi bürokratların karşı çıkmalarını göğüsleyerek- İlköğretim Genel Müdürü yapar.
Tonguç, Yozgat ve Çorum’u kapsayan bir gezide köylerde çavuş ve onbaşılarla görüşür, sonuçta onların köy çocuklarına okuma yazma öğretebileceğine karar vererek eğitmen kursları için hazırlıklara başlar. Bunun için önce yurt düzeyinden seçtiği uygulamanın içindeki bazı eğitimcilerle görüşüp bir kurul oluşturur. Bu kurul, işin ayrıntılarını görüşüp ilkeleri saptar, bir yandan da eğitmenlere yardımcı olacak kılavuz kitapların hazırlanmasına başlanır.
CANLANDIRILACAK KÖY
Deneme nitelikli ilk eğitmen kursu, Ankara İlköğretim Müfettişi Emin Soysal yönetiminde Eskişehir’in Çifteler kasabasındaki harada 85 adayla açılır. Kursa ilgi duyan eğitimciler, aydınlar, yazarlar ve yöneticiler Çifteler'e giderek incelemeler yapıp izlenimlerini açıklarlar. Sonuç olumludur. Eğitmenler Ankara köylerinde görevlendirilir ve çalışmaları yakından izlenir. Denetimler sırasında pek çok eğitmenin başarı öyküsüne tanık olunur. Bunun üzerine eğitmen kurslarının sayısı artırılır.
Tonguç için eğitmen kursları, “canlandırılacak köy” için bir başlangıçtır. Köy çocuklarını sadece ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okutabilecek şekilde yetiştirilen eğitmenlerin verdiği eğitimle, köyün canlanamayacağını bilmektedir. Köye gerçek öğretmenler göndermenin yolunu aramaktadır. Öğretmen okullarını bitirenler, köye gidiyor, göreve başlıyor ve en kısa zamanda bir kent okuluna atanmanın yolunu bir şekilde buluyorlardı. Öğretmeni köyde kalacak, köylüye hizmetten zevk alacak bir anlayışla yetiştirmek gerektiğini düşünür. Bunun için yeni bir anlayış yeni bir kadro, yeni bir okul tasarlar. Düşlediği öğretmen tipini yetiştirmek için Çifteler’de ve İzmir Kızılçullu’da iki “Köy Öğretmen Okulu” açar. Bu okullara beş yıllık köy okulunu bitirmiş köylü öğrenciler alınır. O güne değin ilkokul sonrası okuma olanağı bulamayan köy çocukları için bir fırsattır bu okullar. Çoğu ana baba ineğini, koyununu, keçisini satarak, günlerce yayan yol yürüyerek götürüp kaydını yaptırır çocuğunun. Pek çok çocuk da kendi başına, eşek sırtında, karda kışta, yayan, kamyonla, trenle uzun ve zahmetli yolculuklar sonucunda ulaşırlar okullarına. İlk günler zor geçer; yurttan yuvadan, anadan babadan ayrı kalmak pişmanlıklara neden olur. Bir kısmı dayanamaz, kaçar köyüne. Bir kısmı hastalanarak ayrılır okuldan. İlk günlerin zorluğunu atlatanlar kalıcı olurlar okullarında.
Bu arada bazı siyasal gelişmeler olur, İnönü başbakanlıktan çekilir, yeni hükûmeti Celal Bayar kurar. Atatürk’e ve İnönü’ye içten bağlı olan Saffet Arıkan değişikliği içine sindiremeyip bakanlıktan ayrılır. Yeni Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Tonguç yeni bakanı kutladıktan sonra istifasını sunar. Ancak Hasan Ali, kendisiyle çalışmak istediğini belirterek, istifayı geri çevirir.
Bir yandan eğitmen kursları, diğer yandan da köy öğretmen okulları sürdürür eğitimini. Tonguç uygulamalardan edindikleri ışığında konunun yasal boyutuyla da ilgilenir. Hazırladığı yasa tasarısında köy öğretmen okullarının adını “Köy Enstitüsü” olarak belirler. Yasa uyarınca ülkenin çeşitli yerlerinde köy enstitüleri açılacak, buralara ilkokulu bitirmiş köy çocukları alınacak, beş yıl süreyle kültür ve sanat eğitiminden geçecekler, okul bitince öncelikle kendi köylerine atanacaklar, öğretmenlikleri süresince kendilerine yasada belirlenen aylığın yanında geçinmelik arazi ile tarım ve diğer iş araçları da verilecektir. Yasa 17 Nisan 1940’ta, Hasan Ali Yücel’in eğitime egemen oluşunun ve hatiplik yeteneğinin de katkılarıyla Meclis'ten çıkar. Artık Hasan Ali Yücel’in ve Tonguç’un önünde uykusuz geçecek pek çok gece, yürünecek uzun ve yorucu pek çok yol ve yapılacak pek çok savaşım vardır.
TONGUÇ'UN 10 BİN KÖYE ZİYARETİ
Tonguç gecesini gündüzünü enstitülere ve eğitmen kurslarına ayırır. Bitmez tükenmez yolculuklarının ardı arkası gelmez. 1940’ların ulaşım koşullarında 10 bin köye gider. Yaptığı en rahat yolculuklar İnönü’nün Beyaz Treni'nde yaptığı yolculuklardır. Diğer yolculuklarında trenlerin ikinci mevki vagonlarında, kimi zaman makinistlerin yanında, bazen yürüyerek, bazen kamyon sırtında, belli bir süre sonra da ordu malı bir ciple Anadolu’yu karış karış dolaşır. Taşıttan indiği zaman bir genel müdürden çok, yorgun bir şantiye şefi görünümündedir; üstü başı toz toprak içinde, kimi zaman da eski püskü ve hatta yamalı boz bir urbayla dolaşır yurdu. (Genel müdüründen, öğrencisine değin tüm enstitülülerin üzerlerinde, kendi işliklerinde diktikleri boz urbaları, ayaklarında sağlam asker potinleri vardır.) Öyle ki bir Gölköy ziyaretinde kız öğrenciler hâline acıyarak ona hemen orada bir gece içinde bir takım yeni boz urba dikerek giydirirler. Gezilerinde güvendiği, ileride enstitü müdürü olarak görevlendireceği eğitimci arkadaşlarıyla birlikte kentlerden uzak, köylere ve demiryoluna ya da şoseye yakın, insan emeğiyle tarım yapılabilir duruma getirilebilecek genişlikte araziler arar, enstitü kurmak için. Ama koşullar yeni kurumlar açmaya hiç de uygun değildir. Ülke, yanıbaşımızda süren İkinci Dünya Savaşı nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Yokluk ve kıtlık yıllarıdır. Çivinin, çimentonun, camın, tenekenin karaborsada bile bulunmadığı zamanlardır. Böylesi bir ortamda sınırlı bir ödenekle enstitüler açmak, altından kalkılacak bir iş değildir. Ama Tonguç ve büyük çoğunluğu ilköğretim müfettişlerinden oluşan yönetici kadrosunun içi ülküyle doludur. Onlar sanki zoru başarmak için yaratılmışlardır. Okul kurağı olarak belirlenen yerlerin çoğunda içine girilecek tek bir bina bile yoktur. Kızılay’dan ya da yöredeki göçerlerden alınan çadırlarda barınarak başlarlar işe. Kurucu müdürlerin ve kurucu öğrencilerin yoğun ve özverili çabalarıyla bozkır üzerinde okul binaları yükselir, kıraç topraklarda ekinler boy verir. Kendi ürettikleri tuğlalarla örerler duvarlarını, kendi kesip biçtikleri keresteyle çatarlar çatılarını, kendi ürettikleri buğdayla pişirirler ekmeklerini, kendi tuttukları balığı yerler, kendi diktiklerini giyerler, bazen çatısız yatakhanelerde, karın altında ot yataklarda yatarlar. Savaş koşullarında yarı aç yarı tok olsalar da, zaman zaman yakınsalar da, kendi kurdukları yuvalarında, köyde yaşayacak, köye yararlı olacak şekilde, iş içinde, iş yaparken öğrenerek ve üreterek eğitilirler. Kendi yağlarıyla kavrulurlar, işlerini yaptıracak işçi ve memur çalıştırmazlar, bu anlamda devlete hiç yük olmazlar. Salt kendi yuvalarını kurmakla yetinmezler, nerede bir enstitü açılacaksa hemen ekipler oluşturup dayanışmaya koşarlar. Çifteler ekibi Ladik’e, Kepirtepe ekibi Hasanoğlan’a, Savaştepe ekibi Pulur’a, Akçadağ ekibi Dicle’ye gidip derslik, yatakhane, işlik, hamam yaparlar. İş bitiminde yurdu dolaşarak dönerler enstitülerine. Bununla da yetinmezler; kimsesizlerin harmanını kaldırırlar, evsiz göçmenlere ev, depremzede öğretmenlere konut, okulsuz köylere okul yaparlar.
Köy enstitülerinin kendine özgü koşulları olsa da yaşamda karşılaşılan sorunlar orada da yaşanır. İş kazalarında sakat kalanlar, ölenler olur. Her ne kadar kayıt sırasında sağlıklı olmak koşulu aransa da sıtmadan, veremden ölümlere rastlanır. Öğrenciler, öğretmenler, öğretmenlerle öğrenciler arasında gönül ilişkileri de olur enstitülerde. Bunlar doğaldır ve belirli bir sınırı aşmadığı sürece anlayışla karşılanır. Hatta çizilen sınırların dışına çıkmamak koşuluyla sürdürülen ilişkiler desteklenir ve böylelerinin düğünleri enstitülerce yapılır. İlişkide aşırıya kaçanlara izin verilmez, derhal enstitüyle ilişkileri kesilir. Sayıları az da olsa, öğrencisine duyduğu yakınlık yüzünden görevden atılan öğretmenler, birbiriyle anlayış sınırlarını aşan ilişkiler kuran kız ve erkek öğrenciler okuldan uzaklaştırılır.
AYDIN FABRİKASI
Her birinin kendine özgü bir öyküsü olan yoksul köy çocukları, kendilerine bir ana baba sıcaklığıyla yaklaşan öğretmenlerinin rehberliğinde, gelişmiş bir okuma kültürüyle ve ileri bir demokratik anlayışla yetişirler. İşi kişiselliğe dökmemek koşuluyla her enstitülü (öğretmen, öğrenci, yönetici, aşçı, işçi, memur…) müdüründen bakanına kadar herkesi, ayıplanacağını, baskı göreceğini aklına getirmeksizin özgürce eleştirir, kendisini eleştirenleri de olgunlukla karşılar. Talip Apaydın, Enver Atılgan, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Doğan Çağlar, Nebi Dadaloğlu, Ali Dündar, Nadir Gezer, Ümit Kaftancıoğlu, Yahya Kemal Kaya, Hasan Kıyafet, Mahmut Makal, Abbas Cılga, Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Hasan Latif Sarıyüce, Osman Şahin, Ayşe Baysal, Saim Kaptan, Yahya Özsoy, Fikret Cantürk, Hayrettin Uysal, Niyazi Ünsal, Ali Yüce, Hasan Fehmi Güneş, Mustafa Üstündağ ve daha nice Türk aydını hep enstitülerin özgür, demokratik ve üretken havasını soluyarak yetişirler.
Tonguç’un temel sorunlarından biri, enstitülerde görev yapacak nitelikte öğretmen bulamamaktır. Enstitülerde mesleğinde başarılı ilkokul öğretmenlerinden bile yararlanma yoluna gidilmektedir. Tonguç, köy enstitüsünü bitiren başarılı öğretmenlerin alınacağı bir Yüksek Köy Enstitüsü açar Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde. Böylece hem enstitülere öğretmen, hem bakanlık kadrolarına bürokrat yetiştirecek, hem de yoksul köy çocuklarına yükseköğrenim olanağı sağlamış olacaktır. Bütün bunları Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den ve Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’den aldığı destekle başarır Tonguç.
1953 sayılamalarına göre, Köy Enstitüleri'ni bitiren 17,345 öğretmen, 8,675 eğitmen ile 1,350 sağlık memuru yurdun dört bir tarafındaki köylere atanır. Ellerinde çoğu dünya klasiği bavul dolusu kitap, yanlarında devlet tarafından verilmiş üretim araçları ile dalarlar karanlığın içine. Onların her biri enstitü karşıtı Eskişehirli toprak ağası ve milletvekili Emin Sazak’ın tanımlamasıyla kendilerini Atatürk sanmaktadırlar; nasıl Atatürk kendini ülkesini kurtarmaya adamışsa onlar da kendilerini köylerini kurtarmaya adamış köy kahramanlarıdır. Mitolojik baş tanrı Zeus’tan aldığı ateşi insanlara götürdüğü için cezalandırılan ateş tanrısı Promethe gibi duyumsarlar kendilerini. Görevleri ortaçağ karanlığında yaşayan köylerini aydınlatacak ışığı taşımaktır köylerine. Onlar dağ başlarında yaktıkları çoban ateşleriyle gecenin karanlığına fener tutan ışık emekçileriydiler. Yağmurda, karda, fırtınada, ayazda dağ başlarında dimdik ayakta duran meşeler gibiydiler. Ülkü ve gönül birliği içinde Türkiye’nin aydınlanma çağını başlattılar. İzin verselerdi, aydınlanma ateşinin üzerine su dökmeselerdi Türkiye aydınlanma çağını yaşayacak, bilim ve kalkınma çağına geçebilecekti.
Koşulların uygun olduğunu gören İnönü temel bir soruna el atar. Gündemine, sağlığında Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu Toprak Reformu'nu alır. Konuya ilişkin olarak Tonguç’a 200 bin tarım memuru yetiştirip yetiştiremeyeceğini sorar. Tonguç, kısa samanda bu kadar tarımcı yetiştirmenin olanaksızlığının farkındadır, üstelik konu en çok Tarım Bakanlığı'nın çalışma alanına girmektedir. Ne var ki İnönü’ye “olmaz” demeye içi bir türlü elvermez. Müdürlerini zorlar Tonguç, sığa (kapasite) artırımı için. Ancak müdürler isyan noktasına gelirler. Hasan Ali Yücel de beş senede 200 bin tarımcı yetiştiremeyeceklerini anlayınca İnönü’ye işin olanaksızlığı anlatılır. Meclis'teki büyük toprak sahibi milletvekillerinin şiddetli karşı çıkışlarına karşın İnönü ağırlığını koyarak Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nı geçirir Meclis'ten. Fakat bir süre sonra reformun mimarı Raşit Hatipoğlu bakanlıktan ayrılır, yerine reforma karşı olan toprak ağası Cavit Oral bakan olur. Bu bakan değişikliği, bir anlamda, devrimlerin ve köy enstitülerinin inişe geçişinin başlangıcı olur. Bir süre sonra CHP içindeki sağ kanat, Parti'ye egemen olur. 1946 seçimlerinin sonucunda İnönü kendi adayı yerine çevresindekilerin baskısıyla Recep Peker’i başbakan atar, o da kendi kadrosunu kurarak Hasan Ali Yücel’i kabine dışı bırakır. Yerine Tonguç’la barışık olmayan bakanlığın eski bürokratlarından Şemsettin Sirer geçer. Sirer, “ıslahat” adı altında enstitülere el atarak rayından saptırır. Bir süre sonra da Tonguç’u görevinden alarak Tonguç’un enstitülerdeki kadrosunu dağıtır. Diğer yandan geçirdiği soruşturma sonucu görevden alınan Kızılçullu’nun eski müdürü, Meclis'in yeni bağımsız milletvekili Mehmet Emin Soysal var gücüyle köy enstitülerine yüklenir. Ve enstitülerin kapatılmasıyla sonuçlanan süreç başlatılmış olur.
Günümüzde eğitim, halen rayına oturmuş değildir. Okumaz yazmazlık bir yana eğitim beklenen yararı sağlayamamıştır. Geçmişte köylerde yaşayan nüfus, günümüzde kentlerin varoşlarına taşınmıştır. Özelde varoşların, genelde tüm ülkenin kaliteli bir eğitimden geçmesinde ve tüketici toplumdan üretici topluma geçişte “köy enstitüleri” yararlanılması gereken çok önemli bir deneyimdir. Bunun için de köy enstitüleri olayının doğru anlaşılması gerekmektedir.
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/koy-enstituleri-aydin-fabrikasiydi-241377#1