20221226

Türk Alp'lık kurumunda kemer,kemer tokaları gibi aksesuarlar erlik ve rütbe sembolüydü.

Türk Alp'lık kurumunda kemer,kemer tokaları,küpe,şahin kanadı,başa bağlanan renkli bez, erlik ve rütbe sembolüdür.Bunların dışında geniş "Yakalı" kaftanlar da "Rütbe" işaretidir.Sanat eserlerindeki figürlerin Türk olup olmadığı, geniş yakalı kaftanlarından hemen ayırt edilebilir.

Göktürk Alp'larının çeşitli renklerdeki "Yakalı Kaftanları" kendi aralarındaki "Hiyerarşiyi" belirler. Bu Osmanlı "Yaka Rütbelerinde" de böyledir.Renkler, Komutan ve askerlerin rütbesini ve branşını gösterir. Türklerde "Al-Kırmızı" renk askerlikte en önemli ve en yüksek rütbedir.

Bu rengin elbette Türk kozmoloji ve mitolojisi ile de alakası vardır. Kırmızı renk Kızagan Tengri yani savaş gezegeni Mars'ı simgeler. Al-Bay rütbesi onu yani Mars'ı ifade eder. 

Bu arada Yakut yani Sakha-Saxa adı, Proto-Türkçe Jaka'dan yani "Yaka"dan ödünç alınmıştır.

Nuray BİLGİLİ



🎞Ulusal kelimesi nereden geliyor?

Ulusal kelimesi nereden geliyor? - Şener Mete ile Güzel Türkçemiz - 19 Eylül 2022 - Ulusal Kanal

🎞 Şener Mete ile Güzel Türkçemiz: Müzik ile iletişim - Kamûs-ı Türkî nedir?

Müzik ile iletişim

 - Şener Mete ile Güzel Türkçemiz - 21 Eylül 2022 - Ulusal Kanal


Kamûs-ı Türkî nedir?

 - Şener Mete ile Güzel Türkçemiz - 22 Eylül 2022 - Ulusal Kanal


Bugün dünyaca ünlü matematikçimiz Cahit Arf'ın ölüm yıldönümü

 Bugün dünyaca ünlü matematikçimiz Cahit Arf'ın ölüm yıldönümü. 

  • Hasse-Arf Teoremi, 
  • Arf Değişmezi, 
  • Arf Halkaları 

gibi katkıları literatüre girdi. TÜBİTAK'ın kuruluşunda yer aldı. MB onun şerefine banknot bastı. Hayatını kitabımda yazmıştım: 

https://kirmizikedi.com/ozlem-ozdemir

Özlem Özdemir @ozlemozdemir





20221216

Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde, her evde bir Kur'an ve din kitabı bulundurulması...

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde, her evde bir Kur'an ve din kitabı bulundurulması, okutulması ve her ailenin çocuğuna din kurallarını öğretmesi zorunlu idi.Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi imzalı belgeyi
Atatürk Kur'an okunmasını yasakladı diyen müfterilere gösterin.

Mehmet Eyüp KIZILOK 🇹🇷



20221205

📰✍️ Uşaklığın zirvesindeki komprador aydınlar - Attila İlhan


Uşaklığın zirvesindeki komprador aydınlar
Attila İlhan

Cumhuriyet döneminde Türkiye'yi yönetenler veya Türk aydınlarının ağzında medeni dünya diye bir lâf yoktu. O dönemler Türkiye büyük bir hızla ve gayretle muassır medeniyet seviyesini yakalamak peşindeydi.

Hür dünya diye bir tanım bilmiyordu. Hür dünya tanımı bizim sözlüklerimize demokrasiden sonra girmiştir. Demokrasi hareketi başladıktan sonra Türkiye'de bazı parti liderleri medenî dünya, medenî dünya ile aynı düzeyde olmak, medenî dünyanın değerlerine sahip olmak ve onlar gibi olmak prensibini ortaya atmışlardır.

İktidar olmuş partilerimizin pek çok lideri pek çok nutkunda bu medenî dünya deyimini kullanırlar. Bunu rahatlıkla kullanırlar ve hiç bir zaman düşünmezler ki medenî dünya diye Batı'yı kastederlerken dünyanın geri kalanını gayrı medenî ilân ediyorlar.

Batının Evrensellik İddiası Emperyalizm Döneminde Başladı

Kendi kendisine medenî dünya demesi, kendi kültürünü, kendi sanatını evrensel sayması ve bütün dünyaya karşı hakim kılacak şekilde örgütlemek istemesi Batının emperyalizmiyle birlikte başlamıştır.

Ondan önce onlar sadece Hıristiyan değerlerine güveniyorlar, Hıristiyan değerlerine inanıyorlar ve dünyayı Hıristiyan yapmak istiyorlardı. Fakat bunun adına evrensellik izafe etmeleri ve bunu bütün dünyaya yaymak istemeleri aşağı yukarı sömürgeciliğin dünyaya hakim olmasıyla ortaya çıkmıştır. Yeni kuşaklar bunu bilmezler ama biz ilkokula başladığımız zaman bile dünyada Afrika kıtasının neredeyse tümü, Asya'nın üçte birinden fazlası sömürgeydi ve Güney Amerika sömürgeye çok yakın bir konumda bulunuyordu.

Daha da dramatik olanı, Birinci Cihan Harbi'nin sonunda eğer Sevr Anlaşması uygulanabilseydi dünyadaki bütün Müslümanlar sömürge halkı oluyorlardı. Böyle bir ortam içerisinde Batılı, kendini Şangay'da, Bombay'da, Kahire'de, sömürgenin herhangi bir şehrinde vakarla, hakim, üstün ve onların üzerinde hissetmek için çok rahat bir şekilde kendisini evrensel bir değer, evrensel bir güç ve evrensel bir medeniyet sahibi sayıyordu.

Komprador: Ana Kültürüyle Yerli, Misyoner Eğitimiyle Yabancı

Sömürgecilik dünyaya yayılmaya başlayınca Bu yayılmada biz nasıl bir yol kullanacağız tartışmaları doğmuştur o zamanlar. Çok güzel bir yol buldular. Üzerine hakimiyet kurmak istedikleri toprakları önceden tespit ediyorlar. Bu topraklarda onlar için elverişli bazı şeylerin olması lâzım geliyordu. Bunlar iktisadi imkânlardı. Eğer bunlar varsa oraya misyonerlerini gönderiyorlardı. Misyonerlerin yanı sıra misyoner okulları gidiyordu. Onların yanı sıra da bazı büyük şirketler oralarda acentelar açıyorlardı, ticaret başlıyordu.

Bu ticareti geliştirebilmek için de bir takım büyük ticaret firmalarının temsilcileri o ülkelere, daha doğrusu o limanlara gidiyorlardı.

Böyle bir yere geldikleri zaman kolonyalizmin temsilcilerinin en büyük güçlüğü yerli halktı. Niye güçlük oluyor? Bu yerli halkların hepsinin kendilerine mahsus bir medeniyeti, bir kültürü, bir dini var. Bir dili var. Halbuki bunlar, gelenler şu kesin inançtaydılar ki, asıl gerçek din Hıristiyanlıktır. Gerçek kültür de kendi kültürleridir. Yerliler aslında barbardırlar. Fakat bunlarla iş yapmak zorundalar.

Bunlarla iş yapabilmek için onlarla temas etmek lâzım. Onların dilini öğrenmekte zorluk çekiyorlar. Hatta biraz da tenezzül etmiyorlar. Hal böyle olunca yapılması lâzım gelen şey çok net ve açık ortada; misyoner mekteplerinde bunların bir kısmını Hıristiyan yapıyorlar. Hıristiyan yaptıkları insanlara kendi dillerini öğretiyorlar ve kendi kültürlerini zerk ediyorlar. Ortaya yeni bir tip adam çıkıyor. Bu yeni çıkan adam tipi dokusuyla, ana kültürüyle baba kültürüyle yerli; fakat misyonerlerden aldığı eğitimle ve öğrendiği şeylerle yabancı. Eğer sen şimdi bu ortaya çıkmış garip tipi şirketinde önemli bir yere koyarsan birden bire hayatı kurtuluyor ve bu defa menfaatiyle oraya bağlanmış oluyor.

İlk defa bunlara kompradore diyorlar; Kompradore, doğrudan doğruya bir yerli halkın içinden seçilmiş, dini, dili ve kültürü değiştirilmiş, yani kültürsüzleştirilmiş bir adamın hakim metropol ülkeye tâbi bir insan olarak kulanılması anlamına gelıyor.

Kültürsüzleştirilmiş Bir Halkın Yabana Gitmiş evlâtları

Bu en çok hangi ülkelerde ortaya çıkmış, dikkatle bakıp incelemek gerek. Bu, ciddi şekilde Hindistan'da ortaya çıkmış. Hintlilerden çok komprador tüccar çıkıyor fakat tüccarlıkta kalmıyorlar, sonradan sanayici de oluyorlar. O kadarla da kalmıyorlar, entellektüel oluyorlar hatta sanatçı oluyorlar. Yani adam Hindu fakat dinine bakıyorsun püriten, yani İngilizlerin dinine ait, kültürü tamamen İngiliz.

İngilizlerle beraber eğitim görmüş hatta İngiltere'ye gitmiş, Oxford'da, Cambridge'de okumuş, sonra memleketine dönmüş, memleketinde İngiliz kültürünün öncülüğünü yapmış. Şaheserler yaratmış, İngilizce olarak yaratmış. Hatta kraliçe veya kral tarafından sir ünvanıyla lord ünvanıyla takdir edilmiş adamlar var orada.

Şimdi bunlar Hint edebiyatının veya Hint kültürünün büyükleri değil. Bunlar İngiliz edebiyatının büyükleri de değil. İşte bunlar komprador edebiyatının büyükleri. Kültürsüzleştirilmiş bir halkın yabana gitmiş insanları bunlar.

Peki aynı şey başka nerede görülüyor? Fransızlar bu işi Kuzey Afrika'da yaptılar. Kuzey Afrika'da çok ciddi bir şekilde Fransızlaştırma operasyonu yapılmıştır ve bu operasyonun sonunda da şimdiki Fransız edebiyatındaki romancıların çoğu Kuzey Afrikalıdır. Görüyoruz şimdi isimlerini Fransız olarak yazıyorlar. Adamın adı Ahmet, Hüseyin, bilmem ne. Aslında onlar Arap. Kuzey Afrikalı Arap. Tunuslu, Faslı, Cezayirli. Fakat o vasıflarını kaybediyorlar, o dili kaybediyorlar, o kültürü kaybediyorlar ve Fransa da, berbat bir halde yaşıyorlar ve kendilerini Fransız sayıyorlar. Fransız değiller. Arap sayıyorlar Arap da değiller. İkisinin arasında bir yerdeler.

Aynı şekilde aynı kültürü Uzak Doğu'da görüyoruz. Uzak Doğu'daki bazı kavimlerde de böyle. Malezya kökenli, Çin kökenli bazı kişiler aynı şekilde komprador tüccar, komprador sanayici, komprador entellektüel olmuşlar ve ortaya çıkmışlardır. Ve bu insanlar sömürge düzeni devam ettiği sürece metropollerde çok itibar gördüler. Çünkü kendi halkları aleyhine çalışan, kendi halklarının kültürünü reddeden ve o ülkeye metropol kültürünü yaymaya çalışan insanlardır.

Kanatları Düşmüş Osmanlı'nın Sömürgeleştirilmesi

Bunun bizimle alâkası var. Osmanlı İmparatorluğu emperyalizmin dikkatini Napolyon Savaşı'ndan sonra ciddi şekilde çekmiştir. Napolyon'un Mısır'a kadar gelmiş olması ve Osmanlı'nın onları atamaması ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyan ederek neredeyse Bolu'ya kadar gelmesi ve padişahı tehdit etmesi, sonunda Batılıların araya girmesiyle ara bulunmasıyla birlikte Batı emperyalizmine Osmanlı İmparatorluğu'nun da içinde taşıdığı birçok zenginliklerle pekalâ bir sömürge olabileceği düşüncesini getirmiştir.

Tıpkı Çin gibi, Hint gibi. Büyük bir imparatorluk, büyün zenginlikler içinde ve üstelik jeostratejik olarak çok önemli hele İngiltere için Hindistan yolunu kapatan bir olay. Eğer bu sömürgeleştirilirse fevkalâde cazip bir şey ortaya çıkabilir. Ama karşılarındaki Afrika'daki veya Malezya'daki bir kabile devleti değil. 600 seneden beri devam eden bayağı güçlü bir imparatorluk ama şimdi görülüyor ki, kanatları düşmüş, Napolyon'u kovamıyor. Hatta isyan eden bir valisiyle başa çıkamıyor. Buna karşı bir çare düşünmek lâzım.

Tanzımatı Hayriyye Değil, Tanzımat-ı Şeriyye

Zaten hasbelkader kabul edilmiş kapitülasyonlar var. O kapitülasyonlar da Batı sermayesine ve Batı emperyalizmine zaten bir takım haklar tanımış. Şimdi nasıl yapılırsa bu imparatorluk aynı oyuna getirilebilir. Tanzimat buldukları çaredir Batılıların. Bu Osmanlı'yı nasıl yeriz? düşüncesinin bulunmuş çaresidir.

Bunu İngilizler istemişlerdir. Tanzimat-ı Hayriye diye ilân edilen şey tam anlamıyla, Tanzimat-ı Şerriye'dir. Bir belâ dır. Çünkü o zaman onlar Osmanlı halklarını serbestliğe, medenî haklara, medenî dünyaya, medenî hürriyetlere kavuşturuyoruz diye kendi kurallarını Osmanlı'ya kabul ettirmeye başlamışlardır.

Mesela Tanzimat'ın ilân edildiği dönemde burada İngiliz sefiri olan adamın karısının anılarında bu olay çok açık görülmektedir. Nasıl oynuyorlar bizimle. Sadrazam Sait Paşa hep bunlarla uğraşıyor. Yani bir yere bir vali tayin edilecek, o valiyi tayin etmek için mücadele vermek zorunda kalıyorlar çünkü oraya meselâ Erzurum Valiliği'ne tayin edilecek olan adamın aslında Hıristiyan olmasını istiyor İngilizler. Bizimkiler vermek istemiyorlar. Çünkü oraya bir Hıristiyan tayin edersek sonra orada bir Ermeni valisi isteyecekler. Arkasından da özerklik isteyecekler, biliyorlar.

Bunun için ne yaptı peki Batı? Çok basit bir şey yapmış. Aynen öbürlerine yaptıkları gibi misyoner mekteplerini Osmanlı'nın içine salıvermişler. 1800'lerde birden pıtrak gibi Anadolu'da ve Orta Doğu'da her taraf bu okullarla dolmuştur. Ve özellikle de şunu seçiyorlardı: Çeşitli azınlıkların bulunduğu bölgelere daha yoğun gönderiyorlardı.

Mesela Lübnan Fransızların tercih ettiği bir bölgeydi. Musul, Irak tarafı aynı şekilde daha çok İngilizlerin tercih ettiği bir bölgeydi.

Güneydogu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesi Amerikalıların tercih ettiği bir bölgeydi. Oralarda bunların mektepleri dolmuştu. Çeşitli tarikatlardan çeşitli insanlar… Bunların hepsinin de başkenti Robert Koleji. Buralarda Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinden gelmiş ve aslında etnik özellikleri farklı kişiler tamamen onların medenî dünya dedikleri kendi dünyaları ölçüleri içerisinde yetiştiriliyorlar.

Bunların ileride Osmanlı'nın yönetiminde yer almasına dikkat ediyorlardı. Fakat bu iş bu kadarla kalmamıştır. Bizim orduyu, donanmayı da onlar adam edecekler gibi bir tavra girilmiştir Tanzimat'tan hatta öncesinden itibaren. Bunun için de meselâ kara ordusunu Almanlara, deniz ordusunu da İngilizlere emanet etmişiz. Oradan da İngiliz kafalı deniz subayları, Alman kafalı kara subayları yetişmiş. Osmanlı İmparatorluğu kendisini bağımsız bir devlet hatta bir imparatorluk sayıyor fakat yetiştirdiği aydınlar artık başka bir kültürle yetişiyorlar ve onu adam edeceğiz diye öteki kültüre uydurma yollarını araştırıyorlar.

Tanzimat Da Meşrutiyet De Yabancıların Etkisiyle Olmuştur

O zaman onların Hindistan'dakilerden pek bir farkı kalmıyor. Hindistan da böyle oldu çünkü. Bizdeki Tanzimat hareketi de, Meşrutiyet hareketi de dikkat edilirse yabancıların etkisiyle ve onların istekleri istikametinde olmuştur.

O zamanın sadrazamlarına bakıyorsun Koca Vasıf Paşa İngiltere taraftarı, Halil Paşa İngiltere taraftarı, Fuat Paşa İngiltere taraftarı, Sait Paşa o kadar İngiltere taraftarı ki halk ona İngiliz Sait Paşa diyor. Mahmut Nedim Paşa Rus taraftarı, Nedimof demişler. Bu Tanzimat'ın tablosu. Yani yönetim zaten dominyon haline gelmiş.

Birdenbire bir yeni inkılap yapıyoruz, Jöntürkler yapıyorlar. Jöntürk hareketi, Jöntürklerin yaptığı inkılabın halkımızla hiç alâkası yok. Gene o okullardan yetişmiş kişilerin yaptığı bir hareket. Alman İmparatorluğu not düşmüş; Bizim askerlerin, bizim asker dediği de onlarda eğitim görmüş askerler, Enver Paşa'yı kastediyor. Onların yaptığı bir devrimdir diyor. İtalyanlar da diyorlar ki, Bizim masonlar bu işi örgütlediler falan. Nitekim her ikisi de doğru. O kadar doğru ki 1908'de Meşrutiyet ilân edilir, 1911'de İtalyanlar Trablusgarp'a çıkarlar. Yeni hükümet harp ilân etmez. Ona yardım ettiler diye diyet olarak veriyor Trablusgarp'ı.

Tipik bir sömürge muamelesi görüyoruz Batılılar tarafından ve başka yerde yaptıkları şeyleri aynen burada yapıyorlar. Sömürge aydını yetiştirebilmek, sömürge memuru yetiştirebilmek için buraya bir defa yabancı okullar giriyor, misyoner okulları hem din değiştirmek için işi yapıyorlar hem aynı zamanda kültür değiştirme. Eğer dinini değiştirebilirse ne alâ, değiştiremezse kültürünü değiştiriyor. O da onun işine geliyor çünkü halka yabancılaşıyor.

Bir de Osmanlı'nın inanılmaz avantajları var diğer ülkelerde olmayan. Osmanlı tebasının önemli bır kısmı Hıristiyan, onlara din değiştirmek de gerekmiyor. Onlara merhaba diyorsun, mezhep değiştir diyorsun, yani Ermeni Gregoryansa bakıyorsun Katolik oluyor. Fransızların hizmetine giriyor böylelikle.

Sömürge Limanlarında Komprador Şehirleri

Özellikle iki harp arasında çekilen filmlerde bu çok işlenirdi. Uzakdoğu'nun egzotik limanlarında, Afrika'nın egzotik limanlarında bir takım aşklar yaşanır oralara gitmiş olan birtakım Batılılar ya yerli kızlardan biriyle veyahut da oraya gelmiş Batılı fahişelerden biriyle inanılmaz maceralar yaşarlar.

Oraya gitmiş olan komprador tüccarlar Avrupalı mahallesinde otururlar, bir de komprador yöneticiler Avrupalı mahallesinde otururlar. Diğerleri yerli mahallelerinde otururlar. Hatta yerli mahallelerine gitmek tehlikeli sayılır Batılılar için.

Bunlar hangi şehirlerdir? İskenderiye'dir, Kazablanka'dır, Şangay'dır, HongKong'tur, Makao'dur. Bunlar çok danınmış, özellikle sömürgecilik döneminde öne çıkmış olan şehirlerdir. Bu şehirlerin içerisinde elinle koymuş gibi bulabileceğin bir Avrupalı şehri vardır. Onun etrafında daha fakir yoksul ve küçümsenmiş olan bir yerli şehri vardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun içerisinde Selanik, İstanbul, İzmir, Beyrut ve İskenderiye aynen böyle bir komprador limanı olmuşlardır. Bu limanların içerisinde de aynen o şehirlerde olduğu gibi bir Avrupalı yerleşim yeri vardır. O Avrupalı şehri Selânik'te Beyazkule civarıdır, İstanbul'da Beyoğlu'dur, İzmir'de de meşhur Frenk mahallesi dir.

Tanzimat Aydını Ülkeyi Sevr'e Getirdi

Tanzimat sonları Meşrutiyet başlarına doğru Avrupa'ya okusunlar diye gönderilmiş aydınların da evcilleştirilmesi suretiyle Beyoğlu'nda, Beyazkule'de veya Frenk mahallesinde yerli Hıristiyanlarla beraber artık Batılılaşmış, yani medenî dünyaya ait olmuş sayılan bir aydın kesimi belirmiştir.

Bu aydın kesimi Türkiye'yi ileriye götürme teşebbüsü içinde görünür fakat aslında Sevr muhadenesine götürürler. Sevr muhadenesini imzalamayı da çok yerinde bir şeymiş gibi yapmışlardır. Ve onlara karşı Kemalist hareket belirmiştir.

Kemalist hareketin neye karşı belirdiği çok nettir. Batılı senin topraklarına el koymaya karar veriyor. Senin topraklarına el koymak için uyguladığı evcilleştirme süreci, devşirme süreci aynen sömürgelere uyguladığı süreç. Önce seni dinden kaydırmaya çalışıyor, sonra dilden kaydırmaya çalışıyor, yavaş yavaş zevklerini ve yaşama biçimini değiştiriyor. Sen gittikçe ona uyuyorsun ve bunu ilericilik ve medenîlik zannediyor ve savunmasını yapıyorsun. Halbuki seni kültürsüzleştiriyor.

Mustafa Kemal Paşa medenî dünya dememiştir. Tam tersine Batıya inanılmaz suçlamaları vardır. Mustafa Kemal Paşa onların yaptığı gibisini aynen yapalım demiyor. O biz medenî olacağız diyor ve kendi medeniyetimizi yapmaya çalışacağız diyor. Bunun için de Türk tarihine, Türk diline ayrı önemler veriyor.

Cumhuriyet Türkiyesi'nde Ulusallık Esas

Cumhuriyet Türkiyesi'nde Mustafa Kemal'in uyguladığı dış politika inanılmaz esneklikteki bir dış politikadır. Sovyetleri İngilizlere karşı kullanmıştır. İngilizleri Sovyetlere karşı kullanmıştır. İngilizlere karşı Sovyetlerle beraber Fransızları kullanmıştır. Fransızlara karşı İtalyanları kullanmıştır. Mustafa Kemal Paşa bunların hepsini kullanır, hiç birisine taviz vermez. Cumhuriyet onun için tam bağımsızdır. Bunda çok ısrarlıdır. Rusya büyük dostumuzdur, Rusya'ya da taviz vermez. Ya da yönetime burnunu soktukları anda karşılarına çıkar.

Ulusallık esastır. Ulusallığı ekonomide istemiştir. Ulusal bir ekonomi kurmaya gayret etmiştir, bunun için de kendi tabiriyle bir devlet sosyalizmi yapmak istiyor. Bunu yapmak istemesinin sebebi de çok net çünkü amele sınıfı yok, olmayınca öbür sosyalizm olmazdı. Çok akıllıca bir şey, devlet vasıtasıyla böyle bir şey yapabilirim diye düşündü.

Buna kalkışırken bunun ulusal olmasında çok ısrarlıdır, çünkü olmadığı takdirde sömürge haline düşüyorsun, perişan oluyorsun. Ulusal bir kültür yaratmak gayreti içindedir. Bunun için de dili mümkün olduğu kadar ulusallaştırmaktan yanadır. Bunu yaparken de ulusal kültür eserleri verilmesinden yana çıkmıştır. Kısa süren hayatı içerisinde yönetimde bunları yapmaya gayret etmiştir.

İlk Ray Değiştirme 1938'De

Peki biz ne zaman ray değiştirdik? İlk ray 1938'de değiştirildi. 1938'de Gazi'yi kaybedince ray değiştirdik. ok kısa bir süre sonra o zamana kadar Batıyla hiç bir anlaşma yapmamış Türkiye Cumhuriyeti Fransa ve İngiltere'yle ittifak anlaşması yapmıştır. 1940'ta Yunan-Latin tabanına dönülmüştür. Bunun Tanzimat demek olduğu çok güzel gizlendi, büyük bir ilericilikmiş gibi sunuldu. Ve 1941'den itibarenden de milli eğitim milli olmaktan çıkarıldı. Aynı zamanda hem dini eğitime fırsat verildi hem yeniden sömürge okulları memleketin her tarafında pııtrak gibi bitmeye başladı.

Soğuk Savaş buna tüy dikti. Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra teorik olarak yalnız kalması o zamankileri dehşete düşürdüğü için kendilerini büsbütün Anglo-Saksonların kucağına attılar. Anglosaksonlar da burasını Hindistanmış gibi çok güzel biçimlendirdiler.

Ne oldu? Türkiye 1960'lara doğru tekrar eskiden olduğu gibi komprador tipli aydın, komprador tipli tüccar, komprador tipli sanayici yetiştirmeye başlamıştır.

Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk yıllarında birer birer ulusallaştırılmış, kamulaştırılmış olan ecnebî şirketlerinin yerine yenileri geldiler. Ve burada o şirketlerin vaktiyle acentesı durumunda olan kişiler bilâhare o şirketlerin Türkiye'deki fabrikalarını kurdular, şirketlerini kurdular yani onlara ortak oldular. Böylelikle çok tipik manada komprador bir ekonomi oluşmaya başladı.

Komprador Kültürün Tüccarları

1970'lerden sonra gittikçe daha hızlı olmak üzere komprador bir kültür, komprador kültürün sanatçıları, komprador kültürün tüccarları yetişmeye başladı. Bunlar şimdi yeniden medenî dünyadan bahsediyorlar ve o medenî dünyanın standartlarına göre yaşamak lâzım geldiğini söylüyorlar. Ve medeniyetin ancak onların medeniyetini benimsemek demek olacağını söylüyorlar. Yani çağdaş bir Türk medeniyeti, çağdaş bir Hint medeniyeti, çağdaş bir Çin medeniyeti olamazmış gibi koyuyorlar bu sorunu.

Bu ne şekle dönüşüyor, şu şekle dönüşüyor kendi edebiyatın reddediliyor, kendi sanatın reddediliyor, kendi kültürün reddediliyor. Bunun yerine yabancı kültürü ta eski köklerine kadar bilmek, onların gelişmesini taklit etmek, onlar gibi yapmak marifet sayılıyor. Ve eğer eskaza kendi yaptıklarını orada bir beğenirler de yayınlar, oynar veya takdir ederlerse sen çok zirveye varmış sayılıyorsun. Bu uşaklığın zirvesi tabiatıyla, köpekliğin zirvesi. Fakat bunun farkında değiller. O kadar devşirilmiş oluyorlar ki, kendilerini oralı sayıyorlar artık.

Çıtırbom Yazarlar Aslında Acente

Bizim sanatkârımız da öyle oluyor. Yani Mustafa Kemal Paşa zamanında Anadolu edebiyatı, Anadolu sanatı teşebbüsü vardır. Onlar Batılıları örnek almıyorlardı. Tanzimatçılar alıyorlardı, Meşrutiyetçiler de almışlardır. Cumhuriyetçiler almıyorlardı, Cumhuriyetçiler kendi kültürlerini yaratmaya çalışıyorlardı.

Ne zamandan itibaren bu iş başladı? Garip hareketinden itibaren başladı. Garip hareketi çok net bir şekilde Fransız edebiyatından bir akımın Türkiye'deki temsilcisi olarak ortaya çıktı. Acenta oldu yani. Tıpkı onun gibi arkadan İkinci Yeni akımı geldi, o da bir acenteydı.

Onun arkasından da bu çıtırbom yeni romancılar geldiler. Bunlar da acente, bunlar da Batıdaki rüzgârın cereyanı. O cereyan da çok açık, çok seçik, çok belli. O Salman Rüştü, Teslime Nesrin şeklinde görünen cereyan, yani aslında Üçüncü Dünyalı olup Üçüncü Dünya halklarını küçük gören ve Batıyı öne çıkarmaya çalışan ve onların haklı olduğunu söyleyen devşirilmişlerin edebiyatı.

Şimdi biz de bunları üretmekle meşgulüz, oraya geldik. Komprador bir kültür yaratmaya çalışıyoruz ve bunun kendi kültürümüzle uzaktan yakından bir ilişkisi olmadığı gibi kendi kültürümüzü zaten horgörüyor. Böyle bir durumdayız.

Demek ki şimdi Türkiye ekonomide Ortak Pazar sayesinde yani Avrupa Birliği sayesinde, IMF ve Dünya Bankası sayesinde zaten komprador ekonomiye dönmüş durumdadır. Komprador ekonominin başını çeken de TÜSİAD'dır. Politikada zaten hep başından beri, yani NATO'ya girdiğimizden beri artık bağımsız bir dış politika güdemiyoruz. Doğrudan doğruya onların etkisi altındayız. Partilerimizin hemen hepsi komprador, acente oradaki bir firmanın Türkiye'deki temsilcisi halinde politik düzeyde. Edebiyatta da durum aynı, sanatta da durum aynı. Son derece kötü, komprador bir hayat içerisindeyiz.

Geçenlerde bu söylediğimi teyit eden bir olay gördüm. Ben bunu daha evvel söylemiştim Orhan Pamuk'tan bahsederken. Demiştim ki, Salman Rüştü gibi olmak istiyor. Bir Batı Avrupa dergisinde bu konularla ilgili yazılar vardı; Orhan Pamuk'un ismini Teslime Nesrin ile beraber gördüm. Yani ne oldukları böylelikle tespit edilmiş oldu. Söylediğim doğru, onlar içimizden seçip kendi aleyhimizde adam arıyorlar. Bunu buldukları zaman da paye veriyorlar ve ne olurlar bunlar böyle giderlerse asıl mesele bu. İşte bunun önünün kesilmesi lâzım.

Komprador Aydın Tipini Çok Takmamak Lâzım

Şimdi Türk halkının büyük bir sakinlikle bunu görmesi lâzım. Biz bu duruma düşecek bir ülke değiliz. Biz en kötü zamanımızda, pekalâ ulusal demokratik devrimimizi yaptık. Bununla da kalmadık, ulusal kültürümüzü yarattık. Yani medenî milletlerin medeniyetine muhtaç değiliz. Tarih birikimimiz çok. Kendi kültürümüze dayanarak, kabile kültürümüzden beri, ümmet kültürümüz de dahil olmak üzere bunları benimseyip koruyarak, tamamen çağdaş ulusal ve gelişmiş bir kültür yaratabiliriz.

Mustafa Kemal Paşa'nın yazdıklarını okuyanlar Mustafa Kemal'in ısrarla Türk halkına şunları söylemek istediğini görür: Kendine güven. ünkü Osmanlılar kendine güvenmiyordu. Kendine güvenirsen yaparsın. O kendine güvendi ve yaptı. Ve bu güce sahip olduğunu göstermiştir.

Nasıl bir dramdır ki, daha o zamandan bizim toplumumuzda aynı hataların yapılıp, aynı yerlere götürecek insanlar olduğunu görmüş ve o şartlar altında bile yapman lâzım gelen görev neyse onu da söylemiştir: Bunların hepsi başınıza gelebilir, aldırmayın. Siz güçlüsünüz, eğer dayanırsanız bunların da üstesinden gelebilirsiniz.

Bu bakımdan komprador aydını tipini çok dakmamak lâzım. Bunu tam önleyemeyiz ama önlemenin yolları var.

Yapılması gereken birinci iş, artık ulusallığını kaybetmiş olan eğitim ve öğretimi ulusallaştırmaktır. Bunun için de ilk önce ecnebî okullarının ortadan kaldırılması lâzım. Yabancı dille tedrisatın hele de devlet okullarında kesinlikle ortadan kaldırılması lâzım. Yabancı dil öğretsinler ama başka yollarla öğretsinler. Ve ayrıca da mutlaka Batı dillerini öğretmek zorunda değilsiniz. Dünya dilleri dendiği zaman bunun içinde İspanyolca da var, Rusça, Arapça, Çince ve Japonca da var. Bunları niye öğretmiyorlar acaba? Bunun dışında ulusal ekonomiye yönelik tedbirler almak gerekiyor.

AB ile Gümrük Biriği kurma rezaletimizi mutlaka ortadan kaldırmamız lâzım. Bu anlaşmayla 1838'de İngilizlerle yaptığımız Ticaret Anlaşması arasında hiç bir fark yok. AB'ye karşı ticarî ve iktisadi alanda mutlaka tedbirler almak lâzım. Bizim ekonomimiz acente ekonomisi değil. Bizim ekonomimiz ulusal, kendi kendini yaratan bir ekonomi. Mustafa Kemal Paşa Etibank'ı, Sümerbank'ı ortaya çıkardı. Biz kendi sanayimizi kuruyorduk. Şimdi o sanayiler, o fabrikalar elimizden alınıyor. Kendi kurduğumuz sanayii acente haline getiriyorlar.

Kompradorluk gerçekte sömürgeleşme yolunda bir acente mantığının bir ülkenin her şeyine hakim olmasıdır. Yani orada ulusal hiç bir şey kalmaz. Ulusal olan her şey ikinci plana atılır. Yabancının değer ölçüleri hakim olur. Sen onların acentesı olarak görev yaparsın. Edebiyattan tut politikaya, ekonomiden tut bilime kadar böyle olmuştur.


20221125

‘En büyük Efe’miz Atatürk’ün aziz hatırasına’: Efe ve zeybeklerin kökeni sözcükte gizli

 

‘En büyük Efe’miz Atatürk’ün aziz hatırasına’: Efe ve zeybeklerin kökeni sözcükte gizli

Kuşkusuz bir sözcüğün kökeni, içerdiği anlam nedeniyle önemlidir. Özellikle 'zeybek' ve 'efe'nin içerdiği anlamla, Türklerin tarih boyunca edindiği ve kanıtlanmış özellikleri olan kahramanlık, liderlik, fedakârlık, elseverlik gibi sıfatların anlamının aynı olması dikkat çekici.

‘En büyük Efe’miz Atatürk’ün aziz hatırasına’: Efe ve zeybeklerin kökeni sözcükte gizli

KUBİLAY KIZILDENİZLİ (YAREN ZEYBEK KULÜBÜ)

Efeler ve zeybeklerden günümüze, sadece gösterişli giysileri, erkeksi dans figürleri ve zaman zaman sazın ama esasen davul ve zurnanın eşlik ettiği içimizi ısıtan müzikleri kaldı. Zeybekler, günümüzün en iyi zeybek dans icracısı olarak kabul edilen değerli Evrim Çetin’in (1) dediği gibi Aydın ve yöresinde doğmuş ve “bir su damlası suya düştükten sonra halkalar halinde Muğla, Denizli, İzmir, Uşak, Burdur, Antalya, Isparta, Afyon, Manisa, Balıkesir, Çanakkale, Bursa, Kütahya ve hatta Kastamonu’ya kadar yayılmıştır.” Bununla birlikte ileride de göreceğimiz gibi doğduğu yörenin Efes ve İzmir olduğunu belirten araştırmacılar da mevcut. Zeybekler, yöre halkı tarafından desteklenip korunmuş, Atçalı Kel Mehmet gibi Osmanlı’ya örgütlü olarak başkaldırarak tüm Batı Anadolu’da başa geçip daha âdil bir vergi sistemi ile halkın çıkarlarını korumuş, kendi zeybek alaylarıyla Osmanlı döneminde yurt savunmasında görev almış ve nihayetinde Yörük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe’nin önderliğinde Batı Anadolu Kuvayi Milliye’yi örgütleyerek Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Bu son tarihsel görevlerinden sonra “düze” inerek Cumhuriyet’le kucaklaşmışlardır.

HALA YAŞAYAN MÜZİKLERİ VE FİGÜRLERİ

Kuşkusuz popüler tarzda yazılmış bu yazı dizisi, okuyucuyu bu konuda tamamen bilinçlendirmeyi hedefleyen bir akademik çalışma değildir. Bununla birlikte bu yazı dizisinde sarf edilen her bir sözcüğün arkasında bilim insanları tarafından yapılmış çalışmaların izi bulunmaktadır.

Bu yazı dizisinde, “zeybekler kimlerdir, hangi sosyal ve ekonomik koşullarda ortaya çıktılar, neden çıktılar, oyunlarına eşlik ettikleri müzikleri ve figürleri neden kurumsal olarak ortadan kalktıktan yüzyıl sonra bile dinleyen ve izleyenleri etkilemeye devam etmektedir” gibi sorulara verilen yanıtlar derlenmeye çalışılmıştır.

Genellikle her araştırmacı öncelikle efe ve zeybek sözcüklerinin kökenini araştırarak Türkçe veya başka bir dil ile bağı olup olmadığına bakmışlar. Bu konuda günümüzde dikkati çeken iki önemli araştırmacı var. Bu araştırmacılar, Onur Akdoğu ve Ali Haydar Avcı’dır. Nitekim bu yazı dizimizde, Onur Akdoğu’nun 3 ciltlik “Bir Başkaldırı Öyküsü Zeybekler, Tarihi, Ezgileri ve Dansları” ve Ali Haydar Avcı’nın “Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi” adlı kitaplarını esas aldık. Yine Sabahattin Burhan’ın “Yörük Ali Efe, Çakırcalı Mehmed Efe”, Ali Haydar Avcı’nın “Atçalı Kel Mehmet İsyanı” adlı kitapları ve Mehmet Ali Türk’ün ‘Aydın Yöresine ait 9/4’lük Zeybeklerde Yöresel ve TRT Ritim İcrâlarının Karşılaştırılması’ konulu yüksek lisans tezi bu yazı dizisine kaynak olmuştur. Kuşkusuz tüm bu araştırmacılar da kendilerinden önce gelen önemli araştırmacılar ve günlük gazetelerden yararlanarak eserlerini meydana getirdiler.

ZEYBEK VE EFE SÖZCÜKLERİNİN KÖKENİ

Zeybek sözcüğünün kökenini Çağataycaya dayandıran araştırmacılar da var, Yunancaya dayandıranlar da ve zeybekler ele avuca sığmadığı için “zıypmak, zıplamak, zeybek” gibi zamanla sözcük evrilmesine dayandıran araştırmacılar da var. Ancak gerçekten de Çağatayca sözlüğünde “kısa boylu, gerdanı ve boynu kısa olan adam” anlamında “zeybak” sözcüğü bulunuyor. Ahmet Vefik Paşa’nın sözlüğünde ise “hafif tüfekçi asker-piyade”, Selçuklular zamanında Aydın ve Teke yöresinden toplanarak Mısır’a gönderilen Zeybak, zaptiye askeri isimlendirmesi ve Özbekçede Şaybak adıyla yine yaya asker anlamlarıyla kullanılmış. Ayrıca tarihçi Hammer, Özbek Han’ından bahsederken Şeybek olarak not düşmüş.

Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügati’t Türk’ünde ise Saybak sözcüğünü oluşturan ilk hecesi Say’ın, ‘katı, taşlık, vücuda giyilen zırh’ ve ikinci hece olan Bak’ın ise ‘sağlam, sıkı, güçlü’ anlamları olduğu belirtiliyor. Böylece “saybak”tan zamanla evrilen sözcükten “sağlam, güçlü, koruyucu” anlamına gelen zeybek sözcüğüne ulaşılıyor. Akdoğu’nun da katıldığı bu hipoteze Ali Haydar Avcı gibi bazı araştırmacılar “çok zorlama olduğu” yönünde karşı çıkıyor ve bu konuda maalesef bir uzlaşı bulunmuyor. Ali Haydar Avcı, “Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi” (2) adlı yapıtında bu konuya geniş yer ayırmış ve aslında araştırmacılar tarafından “Türk dilinin ve sözcüklerin yöresel anlamlarının bilinmediği” eleştirisini yaptıktan sonra “Zağmak” sözcüğü üzerinde durarak bu sözcüğün bölgelere göre ‘kaçmak, kayar gibi akıp gitmek, hareket etmek, hızla bir yere gitmek, yaman, atik, çevik’ gibi anlamlarına atıfta bulunup, “mak” ekinin pekiştirici bir etkisi olduğunu belirterek zamanla “zağmak” sözcüğünün zeybek sözcüğüne dönüşmüş olabileceğini belirtmektedir.

Hemen her araştırmacı zeybek sözcüğünün kökeni konusuna yapıtlarında yer ayırmış, kendilerinden önce söylenenleri derlemişler ve kendi birikim ve kanaatlerine göre bir sonuca ulaşmışlardır. Ancak hepsi de, zeybeklerin hızla hareket eden dinamik yapıları nedeniyle, geçmişe doğru giderek hem ses uyumu açısından hem de sözcük anlamı bakımından bu tanıma uyan sözcüklerin peşine düşmüşler ve zamanla bu sözcüklerin günümüzde kullanılan “zeybek” sözcüğüne evrildiği şeklinde bir kanaate ulaşmışlardır. Bununla birlikte “ataman” ve “saybak” sözcüklerinin liderlik özelliğine ilişkin anlamları nedeniyle, zeybek sözcüğünün temeli saybak da olabilir. Özellikle ileride bu sözcüğün anlamı içinde olan “koruyucu” yanı üzerinde duracağız.

EFES KENTİ

Efe sözcüğü ile ilgili de birçok hipotez var. Bunlardan biri, Onur Akdoğu’nun (3) tercih ettiği Efes harabelerinin bulunduğu bölgeye verilen Efesos ismindeki Yunanca ek olan “sos” eki düştükten sonra Efe sözcüğünün kaldığı ve bu bölgenin Osmanlı döneminde Efelik olarak anıldığı, ardından bölge halkına da efe denmeye başlandığı şeklindeki hipotezdir. Efe, ayrıca İzmir ve Aydın zeybekleri arasında “ağa”, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ortaya çıkan çetecilere verilen ad ve zeybekler arasında kahramanlıklarıyla öne çıkanlara verilen unvan olmuş. Kısaca efe sözcüğünün temeli Onur Akdoğu’ya göre Efesus’dur. Bununla birlikte Ali Haydar Avcı bu görüşe katılmaz.

EFELİK OTU

Bu sözcüğün “Türkçe kökenli olduğunu düşünüyoruz” diyerek; Orta ve Batı Anadolu’da kullanıldığını “başlık, ağabey” anlamlarına geldiğini hatta bu sözcüğün Avşar Ağıtı’nda da geçtiğini belirterek “Efesini bana verin/ Ben belime sokucuyum / Ehmed oğlum düğün kurmuş / Ben halaya çıkıcıyım”, bir diğer ağıtta ise “Efesini bana verin / Ben başıma takacağım / Derviş’im halaya girmiş / Ben boyuna bakacağım” denildiğini, ayrıca “Orta Anadolu’da efelik adıyla anılan bir otun olduğunu” belirtmektedir. Kuşkusuz bir sözcüğün kökeni, içerdiği anlam nedeniyle önemlidir. Özellikle zeybek ve efenin içerdiği anlamla, Türklerin tarih boyunca edindiği ve kanıtlanmış özellikleri olan kahramanlık, liderlik, fedakârlık, elseverlik gibi sıfatların anlamının aynı olması dikkat çekicidir. Bu yazıda daha çok bununla ilgilenmekle birlikte, araştırmacıların sözcüklerin kökeni konusundaki çabalarını önemsiyoruz. Bununla birlikte, bu konuya dilbilimcilerin de el atması önemlidir. Çünkü sözcüklerin oluşumu veya evrimi sırasında bir halkın geçirdiği sosyal olayların ve kültürle bağlarının sözcüğün evrimine etkilerini ancak dilbilimcilerin bakış açısıyla bulmak mümkündür.

ZEYBEK BAŞI EFE

Efe, zeybeklerin örgüt hiyerarşisinde en tepedeki adamdır. Zeybek başıdır. Seymenler ise İç Anadolu yiğitleri oluyor ve yine seymen sözcüğünün kökeni de araştırmacıların bir kısmının belirttiği gibi aynı zeybek sözcüğünde olduğu gibi Say kökünden geliyor. Zamanla “sayman” sözcüğü de Seymen sözcüğüne dönüşmüş. Akdoğu’ya göre eski Türk kavimlerinde bir tür Başbuğ anlamına gelen Ata-man kelimesinde olduğu gibi, zırh- koruma anlamındaki say-man kelimesinin günümüze kadar geçirdiği değişim sonucu oluşmuştur. Burada da görmekteyiz ki aslında zeybek ve seymen sözcükleri aynı yerden kök almakta ve aynı tip insan için kullanılmaktadır. Ali Haydar Avcı daha önce andığımız eserinde, Asya’dan Anadolu’ya göç eden dört önemli grubun geldiğini, bunlardan silahlı ve gözü pek olanlarının zamanla Orta Anadolu’da seymen ve Batı Anadolu’da zeybek adını aldığını yazmaktadır. Bununla birlikte zeybek ve seymenlerin gelenek ve törelerinin birbirinin neredeyse aynı olduğunu belirtir.

DİPNOTLAR:

(1) Aydın-Germencik’te doğan Evrim Çetin, İzmir Devlet Türk Dünyası Topluluğu Dans Sanatçısıdır ve Ege Üniversitesi Konservatuvar mezunudur.

(2) Ali Haydar Avcı Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi, E Yayınevi, 551 sayfa 2017

(3) Onur Akdoğu Bir Başkaldırı Öyküsü Zeybekler, Tarihi, Ezgileri ve Dansları” 3 Cilt 1278 Sayfa, 2004

YARIN: KİM BU ZEYBEKLER, TÜRK MÜ, CEZAYİRLİ Mİ RUM MU, LİDYA TÜRKLERİ Mİ?


Alıntı/ Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/en-buyuk-efemiz-ataturkun-aziz-hatirasina-efe-ve-zeybeklerin-kokeni-sozcukte-gizli-352767


20221112

📚📖Şemseddin Günaltay, "İslam dünyasının inhitatı (gerilemesi) sebebi Selçuk istilası mıdır?"


 

 

 

 

 

 

 


Kaynak: https://www.academia.edu/41643331/Şemseddin_Günaltay_İslam_dünyasının_inhitatı_gerilemesi_sebebi_Selçuk_istilası_mıdır_Türk_Tarih_Kurumu_Belleten_Nisan_1938?email_work_card=abstract-read-more



20221031

🗺 🇹🇷Türkiye yüzölçümü olarak kaç Avrupa ülkesinden büyük?


🇹🇷Türkiye, 783.562 km² yüzölçümüyle dünya ülkeleri arasında 37. sırada yer alıyor. Peki Türkiye'nin içine kaç Avrupa ülkesi sığıyor? Yaklaşık hesaplamayla bu sorunun yanıtı...

Alıntı/Kaynak:

🎞🇹🇷🚗 Milli akıllı cihaz Togg banttan indi -Togg'un sıra dışı özellikleri


🎞 Milli akıllı cihaz Togg banttan indi - Teknoloji Bülteni -
30 Ekim 2022 - İnci Erdoğan
 


🎞 Togg'un sıra dışı özellikleri
Türkiye'nin milli otomobili Togg, İleri teknolojik özelliklerle donatıldı, çok sayıda aşamadan geçti. Sıfırın altında 40 derece dahil her türlü iklim şartında denendi. Togg'un 30 dakikada şarj edilebilmesi ve tek şarj ile 500 kilometre yol alması hedefleniyor. 2030'a kadar tek platformdan 5 farklı model üretimiyle toplam 1 milyon adet araç üretilmesi planlanırken araçlarda kullanılacak renk ve isimler de belli oldu. 
 


 Liderler Togg fabrikasının açılışında bir araya geldi 
Togg'un seri üretime geçeceği Gemlik Kampüsü açılışı gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı konuşma sonra törene davet edilen liderlerle birlikte, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın okuttuğu dua eşliğinde fabrikanın açılışı gerçekleştirildi.

 


Doğu Perinçek'in Nevşin Mengü'ye dua yanıtına destek yağdı

TOGG'un üretim tesisi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıldı. Açılış törenine katılan siyasi liderler arasında yer alan Doğu Perinçek de kürsüye davet edildi. Tören, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın duasıyla sona erdi.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in törende yapılan duaya katılması Gazeteci Nevşin Mengü'yü rahatsız etti.

Nevşin Mengü sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Perinçek'in dua ettiği kareyi paylaşarak “Perinçek’e bunu eden hayat sana bana ne etmez” yazdı.


PERİNÇEK’TEN TEK FOTOĞRAF İLE ANLAMLI CEVAP

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek Mengü’ye tek bir fotoğraf ile yanıt verdi. Perinçek, Mengü’nün paylaşımını alıntılayarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında dua eden fotoğrafı ile cevap verdi.

İŞTE O DESTEK PAYLAŞIMLARIMDAN BAZILARI

 -“Ülkemizin, Devletimizin, ulusumuzun milli menfaatlerinde birlik içinde olmak gerekir. Olması gereken budur.”

 -“Doğu bey sizi ayrı tebrik ediyorum, her konuda Devlet ve Hükümet kavramını karıştırmayarak, doğru kararları veriyorsunuz. Yine Cumhurbaşkanlığına aday olmanız imza toplamanız gerekirse ben sizin için imza vereceğim”

 -“Doğu Perinçek yeri geldiğinde eleştiriyor ama fayda verecek bir olayda hep destek veriyor. Muhalif olmak haklının yanında yanlışın karşısında durmaktır. Bu arada Nevşin Mengü’ye harika kapak olmuş.”

 -“Tek bir fotoğrafla yanıt. Yine çok şıksınız Sayın Perinçek.”

 -“Biz çocukken bu fotoğraf dedemlerin evinde vardı. Çok güzel cevap olmuş.”



20221028

En büyük bayramımız... 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun...

 


110 yıl önce bugün 28 Ekim 1912 Ömer Seyfettin şu soruyu soruyor

 110 yıl önce bugün 28 Ekim 1912 Ömer Seyfettin Balkanlarda İç Cephedeki bölünme nedeni ile yaşanan utanç verici mağlubiyet ve kayıplardan sonra şu soruyu soruyor:

 ‘’…AH! ACABA BU FELAKET'DEN SONRA AKLIMIZ BAŞIMIZA GELECEK Mİ?”

(Balkan Harbi Hatıraları. Ömer Seyfettin. 

Hazırlayan Tahsin Yıldırım.  

DBY Yayınları. İstanbul 2011. 

Bursa İl Halk Kütüphanesi No: 75802 s.130)

20221025

🎞Mardin Ana kanalı

 

Mardin Ana kanalı |


20221022

🎞Şener Mete ile Güzel Türkçemiz: ‘dezenformasyon'

 

🎞 Tarihteki ilk dezenformasyon
 - Şener Mete ile Güzel Türkçemiz - 18 Ekim 2022 - Ulusal Kanal
 

🎞 Çanakkale savaşında dezenformasyon 
- Şener Mete ile Güzel Türkçemiz - 19 Ekim 2022 - Ulusal Kanal

🎞 Kitlesel dezenformasyon
- Şener Mete ile Güzel Türkçemiz - 20 Ekim 2022 - Ulusal Kanal

Şener Mete ile ‘Güzel Türkçemiz'

 

Kaynak: https://www.ulusal.com.tr/ara?key=Şener%20Mete%20ile%20Güzel%20Türkçemiz


Sarı Çizmeli Mehmet Ağa ve Barış Manço

 


SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA :

Barış Manço’nun 1979 Yılında meşhur ettiği, Mehmet Ağa Aslen Karamanlı bir Toprak ağasıyken, Osmanlı Dönemi yetkilileri Mehmet ağayı çağırarak Kıbrıs Girne’de büyük bir tarla vererek " Karaman’daki Bahçelerin gibi ek, biç,halka iş ver bizde sana toprak bağışlayalım. Hayvancılık ve Tarımı geliştir" derler...

1810-1920 tarihleri arasında yaşamış Karaman’ dan Kıbrıs’a 5 kardeşinide alıp gelmiştir. Yörük Türkmendir... Kıbrıstaki Köyünün adının Göçeri olması, Yörüklerin konar göçer hayatından gelmektedir. Yörükler köyü de derlermiş Göçeri köyüne ..

Sarı Çizmeli Mehmet ağa, Devlete söz verdiği gibi Tarımda ve hayvancılıkta binlerce kişi çalıştırır, İş verir büyük bir aile olurlar...

Zamanla 3 bin dönümden fazla toprağı olur. Kavgalıları barıştırır,bekarları evlendirir, eşyalarını hediye eder, ev verir, en az da birer dönüm toprak bağışlarmış.

Fakir fukara bir kahvehaneye, ya da lokantaya gittiğinde para ödemez, yer içer, tüm hesapları Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ya yazdırırlarmış.

Ağa her Cuma namaz öncesi esnafı dolaşır,halkın borçlarını ödermiş.

Kendi gibi gönlü de zengin bu ağa malını mülkünü hep başkalarının hesabını ödeyerek harcadığından, yokluk içinde ölmüştür.

Torunları hala Girne İli, Dikmen Beldesi, Göçeri Köyünde yaşamaktadır. 

Barış Manco anlatıyor : Kıbrıs’a gittiğim zaman bu mezarı arayıp buldum.

Beni çok üzen konu ise, Mezarın sahipsizliği...

Kabri aradığımı taksiciye söyleyince, Öyle bir bakış attıki anlatamam... " Abi Ben yıllardır burada taksiciyim, böyle bir mezar duymadım" demiştir.

Taksicide kulaklarıyla duydu ve amcada aynen böyle diye doğruladı ve bize mezarı şu karşı tepede diye gösterdi.

İşte bu hikayeyi 1971’de Kıbrıs’a gittiğinde duyan ve araştıran Barış Manço Kabri ziyaret eder fakat çok bakımsızdır kabri (1977) 

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa şarkısını yapar ve sonrasında Mehmet Ağa’nın köyündeki mezarını yaptırır (1982).

İşte o harika şarkının kaynağı bu hayat hikayesidir

Şimdi sözlerinin daha bir anlamlı olduğunu fark edeceksiniz.

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

Yaz dostum güzel sevmeyene adam

denir mi

Yaz dostum selam almayana yiğit denir mi

Yaz dostum altı üstü beş metrelik bez için

Yaz dostum boşa geçmiş ömre yaşam denir mi

Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı

Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı

 

Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile

Gittiğimiz köyde bir amcaya denk geldik ve sorduk. 

Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile

Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu

Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile


Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı

Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı


Yaz dostum Barış söyler kendi bir ders alır mı

Yaz dostum su üstüne yazı yazsan kalır mı

Yaz dostum bir dünya ki haklı haksız karışmış

Yaz dostum boşa koysan dolmaz dolusu alır mı


Yaz tahtaya bir daha tut defteri kitabı

Sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı. 

 

20221015

📚📖Kitap: Atatürk’ü Anlamak

Kitap Adı
Atatürk'ü Anlamak
Yazar
Faruk Çil
Yayınevi
Teen
Hamur Tipi
2. Hamur
Ebat
13,5 x 21
İlk Baskı Yılı
2019
Baskı Sayısı
1. Basım
Barkod
9786057954466


20220926

🎞 🎧🎼 ‘Ayrılmagız' Tatar Şarkısı

 

🎞🎧🎼 🇫🇮Finladiya’daki Tatar (Türk) Müziği: ‘Qarlar’ (Karlar) and Ani (Anne)


Qarlar yawa

Appaq qarlar yawa, qarlar yawa

(Apak karlar yağar, karlar yağar)

cir dä kışnı sağınıp köte miken?

(yer de kışı özleyip bekler mi acaba?)

sağınıp köter keşe bulsa gına

(özleyip bekler, kişi olsa ancak)

bu ğömärlär matur üte iken

(bu ömürler güzel geçer imiş)

appaq qarlar yawa, qarlar yawa

(apak karlar yağar, karlar yağar)

e küñleme minem yawa moñlar

(ve gönlüme benim yağar dertler)

qarday saflıq öçen can birärmän

(kar gibi saflık için can veririm ben)

sin bulmasañ mine kem soñ añlar

 (sen olmasan beni kim artık anlar)

 ......


Ani

"Äniyemneñ Tuğan Köne"

Bäyrämnäre küp tormışnıñ

Bayramları çok hayatın

bäyräm belän tua köne

bayram ile dua günü 


olı bäyräm bugün bezdä

ulu bayram bugün bizde


äniyemneñ tuğan köne

anneciğimin doğum günü 

qotlı bulsın tuğan köneñ 

kutlu olsun doğum günün


bezdän siña izge teläk

bizden sana iyi dilek


qartaymıyça yäşä äle 

kartlaşmadan (yaşlanmadan) yaşa böyle

gel yäş bulıp bezneñ belän

 gel genç olup bizim ile


ğömereñneñ tağın da ber

ömürünün daha da bir

yılı ütep kitkän iken

yılı geçip gitmiş imiş

üz tirenge bezne cıynar 

öz (kendi) yanına bizi yığar (toplar)

köneñ kilep citkän iken

 günün gelip yetmiş (çatmış) imiş.


YORUMLAR:

Eren Biroğlu

Bu Tatar şarkılarına benim kanım ayrı bir kaynıyor gerçekten. Türküyü o İskandinav havasıyla ne kadar da güzel karıştırmışlar çok hoşuma gitti

Apak tertemiz değil, burdaki asıl manası bem beyaz dır