20230627

🇹🇷Bayramımız kutlu olsun... ''Gelecek kuşaklara bıraktığımız değerler kutlu olsun!”

 "Adımız miskindir bizim

Düşmanımız kindir   

           bizim:

  Biz, kimseye kin tutmayız:

   Kamu alem birdir bize

              Yunus Emre


Dr. Doğu Perinçek’in #KurbanBayramı mesajı:

"Büyüklerimizin emanet ettiği erdemler sonsuz olsun!

Gelecek kuşaklara bıraktığımız değerler kutlu olsun!”


''İnsanın var ettiği bütün erdemler ve güzellikler sanki yürekleri ısıtmak için bugünü bekliyor, gönülden gönüle akıyor.’’
''Mazlumun zalimden ebediyen kurtulduğu, kardeşliğe dayanan yeni çağın umudu.''
AYDINLIK GAZETESİ  



Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk anısına bazı devletlerin basmış olduğu pullar






20230626

Altay Özerk Cumhuriyeti


Sonsuzluğa uzanan beyaz buzla kaplı Altay Dağlarının eteğinde yaşayan soydaşlarınızın, dinî ve sosyal hayatlarını size anlatmaya çalışacağım. Altay Cumhuriyeti iç işlerinde bağımsız; dış işlerinde Rusya Federasyonuna bağlıdır. Yani cumhurbaşkanı, başbakanı, meclisi (el-kurultay), bakanları ve milletvekil­leri vardır.

Altay, Avrasya kıtasının ortasında bulunmaktadır. Cumhuriyetin yüz ölçümü 92.6 bin kilometre karedir. Moğolistan, Çin, Kazakistan Cumhuriyetleri, Rusya Federasyonu’na bağlı olan Tuva, Hakasya Özerk Cumhuriyetleri komşu ülkeler­dir. Altay’ın havası, genelde çok soğuktur. Yazları kısa, kışları uzun olur. Kışın sıcaklık -50 -60 dereceye kadar düşebiliyor. Altay’ın rölefi, yüksek dağlarla ve ince, derin ırmak ovalarıyla karakterize edilir. Sibirya’nın en yüksek dağı Beluha’dır. Beluha, Altay Türkçesinde “kadın başı” demektir. Yüksekliği 4506 met­redir. En büyük nehirlerimiz Kadın ve Biy nehirleridir. Toplam 60 bin kilomet­re uzunluğunda 20 bin tane nehir ve 600 kilometre kare alana sahip 6000 tane göl bulunmaktadır. Kadın ve Biy nehirleri birleşerek Sibirya’nın en büyük neh­ri olan Ob nehrini oluşturmaktadır. En büyük gölü sayılan Teletskoe gölü (Altın göl) 230.6 kilometre kare alana ve 320 metre derinliğe sahiptir.

İnsanlar, Altay’ın vadilerine bir buçuk milyon sene önce yerleşmişler. Baş­kentimiz Gorno-Altaysk’ta bulunan dünyaca ünlü Ulalu adlı ilk insan yerleşim yerinin yaşı da bu zamana denk geliyor. M.Ö. 8. ve 3. yüzyıllar arasında Al­tay’da yaşayan İskif ve Pazırıklar Altay hayvan sanatı stilini yaratmışlar.

Altaylılar, günümüzdeki Türklerin atalarıdır. Burada, eski Türkler 552 yılın­da, kağanlıklarını kurmuşlar. Bu zamanda ilk Türk dili oluşturulmuş ve okuma yazma geliştirilerek, kağanlığı meydana getiren uluslara yayılmıştır. O dönemde kullanılan yazı, günümüzde Orhun-Runik yazısı olarak bilinmektedir. Bunun so­nucunda günümüz ilim dünyasında “Altay Dilleri Grubu” terminolojisi ortaya çıkmıştır. Japon-Kore, Tunguz-Mançu, Türk-Moğol şeklinde üç büyük dil gru­bunun bir arada düşünülmesiyle bugün Altayistik adını verdiğimiz özel bir bilim alanı ortaya çıkmıştır.

Altay, jeopolitik yerleşimi sebebiyle Avrasya kıtasının merkezinde olup, ta­rihin değişik zamanlarında farklı etnik grupları ve kültürleri birleştirmiştir. Cen­giz Han İmparatorluğu kurulduğunda, Altay onun içinde yer almıştır. 1756 tari­hinde Merkezî Asya’da gelişen bazı tarihî olayların neticesinde Altaylıların ço­ğu kendi isteğiyle Rusya İmparatorluğu’na girmiş, 1922 yılında Altay bölgesin­de Oyrot otonom eyaleti kurulmuş, 1946 yılında da bu ad Gomıo-Altay olarak değiştirilmiştir. Mayıs 1992’de ise, Altay Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur.

Ülkeye ekonomik açıdan baktığımızda üretim etkin değildir. Sanayi çok za­yıftır. Halk tarım ve hayvancılıkla geçinmekte ve buna çok önem vermektedir. Enerji, iletişim, ulaşım ve su işletmeciliği çok gelişmemiştir. Gıda, tekstil, inşa­at, sanayi ve madencilikte 1950’li yılların teknolojisi kullanılmakta. Nüfusun % 25’i ziraatla uğraşmakta ve ülkenin gayrisafi hasılasının % 60’ı bu sektörden sağlanmaktadır.

Ülkede eğitim seviyesi de çok düşüktür. Altay Türkçesiyle kitap çıkarmak zor; çünkü maddî imkânlar yoktur. Yabancı dillerde eğitim verilmemekte. Öğ­retmenler maaşlarını aylardır alamıyor. Altay Türkçesiyle eğitim, sadece başken­timiz olan Gomo-Altaysk şehrindeki bir kolejde verilmekte. Orada ise sadece yerel halkın üst seviyesinde (milletvekili v.b.) olanların çocukları okumakta. Sı­radan birinin çocuğu iyi eğitim almakta zorlanıyor. Gereken eğitimi alamayan Altaylılar, maaşlarının zamanında ödendiği ve yüksek gelirli yerlerde çalışamı­yor. Altay Türklüğünün hayvancılık yapmasını isteyen üst yönetim, Altaylı gençlerin Moskova’da, Türkiye’de ve Avrupa’da okuması için imkânlar yaratmıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin verdiği öğrenci burslarında ise, mahallî yönetim ve önde gelen kişilerin hiçbir etkisi yok. Bizim devletimiz olan Rusya Federasyonu ile dostluk ve iş birliği yapan Türkiye’nin (MEB ve YÖK’ün) bu problemi çözebileceğini sanıyorum.

Radyo ve televizyon yayınlarında Altay Türkçesiyle günde toplam bir saat yayın yapılmakta. Hâlbuki Altay Cumhuriyeti Anayasasına göre, Rusça ve Altay Türkçesi arasında eşitlik sağlanmıştır; fakat uygulanmamaktadır. Eğitimi olma­yan bu küçük halkın geleceğinden bahsetmek de zordur. Geçen sene Altay top­raklarının korunması için UNESCO ile bir sözleşme yapılmıştı. Bana göre, Al­tay, uzay araçlarının deneme alanı olarak kullanılıyor. Altay Yıldızı yerel gaze­tesinin 25. baskısındaki bir yazıya göre, bir uzay aracının parçaları “Korgan” kö­yünde bir vatandaşın bahçesine düşmüş. Dağ eteğindeki halk, uzay aracının ya­kıtı olarak kullanılan proton maddesiyle zehirleniyor. Ve sakat çocuklar doğuyor. Rusya Federasyonu’nun içinde çocukların ölüm oranı sıralamasında Altay birin­cidir. Çocukların ölümünden korkunç bir şey yoktur. Altay halkının geleceği yok diyebiliriz. Erkeklerin ortalama yaş sınırı 45-50’dir. Maddî sıkıntıdan dolayı gençler, paralı asker olarak savaşa gidiyor veya dertlerini alkolle unutmaya çalı­şıyorlar. Sonuçta alkolik oluyorlar.Hastanelerde ilaç bulunmadığı için ilaçları hastanın akrabaları getirmektedir. Eğer ilaç gelmezse, hasta ölümünü bekleye bekleye ölüyor. Meselâ ilaçsızlıktan son 9 ayda, 2500 kişi hayatını kaybetmiş. Avuç içi kadar bir halk için bu rakam dehşet vericidir. Altay Özerk Cumhuriyeti’nin nüfusu 202.000 kişi. Bu rakamın % 40’ı Altay Türk’ü. Yani 70- 75 bin kişi. Ama bu rakam da gittikçe aşağıya iniyor.

 Kaynak/ Alıntı: https://www.altayli.net/altaylarda-turkler-ve-inanclari.html

20230625

Türkler, Bizans, Hıristiyanlık ve Türk Kültürü

●Suyla vaftiz etme, Tanrı dininin önemli bir merasimidir. ●Bu bir Altay töresidir : Çünkü kadim Altaylarda yeni doğmuş bebekler buzlu suya batırıp çıkartılıyordu. ●Böylece, insanoğlu bu merasimle Sonsuz Mavi Gökyüzü dünyasına giriyordu. Türklerde “arıg” kelimesi kullanılmaktaydı. ●Bu kelime, manevî açıdan “temiz”, “taze” anlamına geliyordu. Kutsal arınma töreninden geçen insan “arıd” diye adlandırılıyordu. ●İlk Hıristiyanlarda böyle bir dinî merasimin olması hiç mümkün değildi. Avrupa, bu merasimi ancak Kıpçakların Avrupa’ya gelişinden sonra öğrenmişti. ●Hıristiyanların vaftiz için kullandıkları havuzları, Avrupalılar ancak IV. asırda inşa etmeye başlamışlardır! ●Tanrı inancının bugün bile muhafaza edildiği Tibet’te, eskiden olduğu gibi arıalkın ve arı-sili töreleri hâlâ da mevcuttur!

●Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Avrupa’ya yerleşen Hıristiyan kültürünün doğuşunun temelinde Türkler vardır. ●Putperest Roma Hristiyanlıkla tanışmıyordu bile! ●Türk milletinin tarihini kasten değiştirdiler. Buna Kıpçaklara karşı asırlar boyu süren Batı Kilisesi’nin oluşturduğu siyaset sebep olmuştur… ●Türklerin mukaddeslerinden sayılan Ejderha Efsanesini bile değiştirip kendilerine mal edip Türklere unutturdular çoktan! ●Yunan Hıristiyanlar Derbent’te 311 yılında ortaya çıkmıştır. ●Onlar oraya hayırlı bir iş için gelmemişlerdir. ●Yunanlar, izleri bugüne kadar dahi ustalıkla gizlenmiş ve inanılması zor bir oyunu plânlamışlardı.

●Putperest Romanın Türkler ile ve Hristiyanlıkla tanışması, Bizans'ın kuruluşunda Türkleriin yer alması, Türklerin Roma'da etkin görev almaları 310'lu yıllara kadar uzanır! ●Roma İmparatorluğu topraklarında büyük bir kargaşa yaşanıyordu. Taht için yedi aday savaşıyordu.

●Soyut paganizm, Helen tanrıcılığı ve mitolojisi, Hint, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu putperestliği ile birleşerek, Roma Dini'ni oluşturdu. ●Senatörlerden oluşan din adamları sınıfı, tapınaklar ve putlar da, böylece ortaya çıktı.

●Helen topraklarının, MÖ 146'da ele geçirilmesiyle; Yunan tanrıcılığı, felsefe ve kültürü, Roma'yı etkilemiştir. ●Yunan putperestliği ve felsefesi, Roma elit tabakası ve halkı arasında hızla yayılmıştır.

●Romalılar Tanrıları’nın güçsüzlüğünü açıkça dile getiriyorlardı. Her yerde kaos hakimdi. ●Avrupalılar arasında siyasetin en eski ve en önemli bir kaidesini ilk olarak Yunanlar hatırlamışlardı: ●Tanrı kimde ise veya başka bir deyişle Tanrı kimin ise, hakimiyet onundur!

●Yunanlar bu şuurla ve kurnazlıkla Gök Tanrı’yı çalmak ve böylece Avrupa üzerinde hakimiyetlerini kurmak maksadıyla Türklere gittiler. ●Yedi imparator adayından biri Yunan Konstantin idi.

●Konstantin de, diğerleri gibi bir “çıplak” imparator idi. ●Askeri yoktu, ancak bir unvana sahipti. ●Akdeniz’e, Macsentsius hakim durumda idi, yani gerçek imparator. 

●Macsentsius’un Roma’ da askeri vardı.

●Konstantin Kıpçaklar ile anlaşarak Kıpçak askerlerini yanına almıştı. ●Konstantin ve Macsentsius 312'de Milvan Köprüsünde karşı karşıya geldiler. ●Haçlı bayraklı olan Kıpçak süvarilerinden oluşan Konstantin ordusu savaşı kazandı!

masculineepic.com/index.php/2021/03/28/battle-of-milvian-bridge-312/



●9-Savaşı Türk süvarileri kazanmış, ama zafer, askeri bile olmayan Yunanlara mal olmuştu. ●Haçlı bayraklar taşıyan Kıpçak askerleri Roma ordusunu çok kolay yenmişti. 
●Bunu da Gökyüzü’nün, yani Tanrı’nın bir işareti olarak kabul etmişlerdir.


●10-Konstantin çok kurnaz bir siyasetçiydi. ●O, hemen yeni Tanrı inancını da kendi üzerine almasının, O’nu ve Türkleri de kendisine ait olarak göstermesinin çok önemli olduğunu anlamıştır.


Konstantin, Litsinius’ dan hemen sonra, Kafkasya’da yeni doğmuş olan Hıristiyanlığı kabul etmek istediğini bildirdi. ●Bizans, demir sikkelerinin üzerine Güneş amblemi basıyordu, daha doğrusu “güneş” amblemli eşit kenarlı haçlar… “Güneş işaretleri”.


Konstantin hakkında ise, sadece “güneş gücüne tapan” biri olduğu söyleniyordu. ●Dahası var : Türk dili uzun zamanlar boyunca Bizans ordusunun kullandığı dil idi : bu dili “asker” dili olarak adlandırıyorlardı. Binlerce Bozkır ailesi Yunan eline taşınmışlardır. yıl 320ler

●Onlara en iyi yerler veriliyordu. Onların taşınması için Deşti Kıpçak hanlarına büyük miktarda altın veriliyordu.

●Avrupa’nın doğusundaki en güçlü devlet olan Bizans’ı zaten Kıpçaklar kurmuşlardır. ●Üç nesilden sonra burada, iki halkın birliğinin meyvesi sayılan Bizans kültürü oluşmuştur. ●Ancak bir fark vardı : Bizans hükümdarları Türkler değil, Yunanlardı.


Konstantin, kolay inanan ve ikna edilebilen Kıpçakları kullanmaya devam ediyordu; bunun için hiçbir fedakârlıktan çekinmiyordu. ●İmparator, 324 yılında yeni başkentin, yani Konstantinopolis’in temelini atmıştı. 
●Bu işi de Türk ustalarına havale etmişti.

Yeni başkenti Roma’nın aksine doğu usulünde inşa etmelerini istedi… ●Kurnaz Konstantin, olabilecek her şeyi tahmin edebilmişti. ●Böylece Bizans doğdu.

Konstantin 325 yılında Nikea (İznik) şehrinde bütün Hıristiyan din adamlarını toplamıştır. Bu I. Ruhban Toplantısı idi. Bu toplantı İznik Konsülü olarak bilinmektedir. Konsül’ün tek bir gayesi ardı, bu hedef gizlenmiyordu.


İmparator Konstantin, Hıristiyan Kilisesi’nin Türk usulüyle değil, Yunan inanç usulüne göre tanzim edilmesini istiyordu. Konstantin’in hedef ve planına göre, Yunan tarzı Kilisede, Tanrı ve Hristos aynı sıfatla, daha doğrusu tek Tanrı olarak birleştirilecekti…


Yunanlar kendi kiliselerini kurup Tanrı inancını benimserken, Türklerin dualarını, törelerini, tapınaklarını ve Türklere ait bütün manevî değerleri de sahiplendi. Türklerin asırlar boyunca biriktirdikleri miras bu yeni teşebbüsle Bizans’a ve Bizans Kilisesi’ne geçti.

●20-Tanrı’yı ve insanı karıştırmak, bir araya koymak ve eşit görmek mukaddesatı tahkir etmek ve günümüzde bu değerleri tepe tepe kullanan devşirme kültürü yani kökenleri Bizans olan Bizansın çocuklarıdır! ●Çünkü Onlar Hep yönetti!!

1453 ÖNCESİ TÜRKLERİN HIRİSTİYANLIĞA HİZMET EDEN OĞULLARI; ●TURKOPOLLER! Bizans’ın Türk askerleri; Turcopoles, Turcoples, Turcopoli, Turcopolier Haçlı Seferleri döneminde , turkopoller (aynı zamanda “turcoples” veya “turcopoli”; kelimenin tam anlamıyla “Türklerin oğulları”) ●Bizans İmparatorluğu ve Haçlılar tarafından istihdam edilen yerel atlı okçular ve hafif süvarilerdi, daha sonra Tapınak Şövalyeleri’nde kıdemli bir subaya ve Rodos ve Malta’nın kıyı savunmasından sorumlu Kudüs Aziz John Hastanesi Nişanı’na verilen bir unvan olan Turcopolier olarak belirlendi.


■1-XIV. Yüzyılın başında Osman Bey"in bağımsızlığını ilân etmesiyle Osmanlı devleti kuruldu. ■Yeni devlet, Bizans topraklarını ele geçirip genişledikçe, gerek kılıç altında zorla, gerek Türklerin gücünü ve adaletini görerek gönül hoşluğuyla Müslüman olanların sayısı arttı.

■2-Bunların birçoğu dinlerini değiştirip Türk savaşçıları arasına katıldıktan sonra eski benliğini unuttu; toplum içinde eriyip gitti. ■Kişilik kazanıp sivrilenlerin bir bölüğü ise, eski benliğini bir türlü unutamadı.

■3-Kaynaşmış görünmekle birlikte, kendi ırkını dize getiren Türklere karşı beslediği düşmanlık duygusunu gizlice sürdürdü. ■Bunun sonucu olarak "kötü Türk, kaba Türk" gibi deyimlerle içini boşaltmaktan kendini alamadı.

■4-Anadolu"dan Rumeli yakasına geçiş, Müslüman olanların sayısını artırdı. ■Din bağlılığını ulus sevgisinden üstün tutmağa başlayan Türkler, Müslüman olan Hıristiyanları kendilerinden saydıkları halde, dinlerini bırakan Hıristiyanlar, Türklere bir türlü alışamadılar.

■5-Daha sonraları, Türk toplumu içinde kişilik kazanmış olan öteki Müslüman ırklar da, kendilerine gösterilen saygınlığa omuz silkerek, Türkleri hor görenlere katıldılar. ■Böylece Türklük, büyük bir hıyanet şebekesinin kurduğu ağa düşmüş oldu.

Kaynaklar:
1- Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi Murat Adji 
2- Agâh Sırrı Levend, Türklüğü Hor Görenler ve Türk Diline İhanet Edenler, Türk Dili, sayı 241, Ekim 1971, sh. 105-Taner Ünal arşivi 

Romalılar henüz Demir ile tanışmamıştı. Türk halkına demiri hediye eden Tanrı’ya inanma Avrupalılar için ulaşılmaz bir değer olmuştu Hunlar Roma sınırlarına dayandığında! ●Yeni gelenler yani HUNLAR çok farklı idi; demirden yapılmış zırhları ve silâhları, onları adeta Avrupalıların gözünde başka bir gezegenden gelmiş kişiler olarak gösteriyordu. ●Onlar, Tanrı’ya ait yüksek ve sonsuz Gökyüzü altında yaşayan aydın bir dünyadan gelmişti.


●Bu sözlerin anlamını kavramak için basit bir örnek yeterli olabilir. ●Demir kılıçla yapılan iyi bir vuruş tunçtan yapılmış kılıcı kolayca ikiye bölüyordu! ●Roma askerleri Kıpçakların karşısında sopalı yabaniler gibi kalıyordu! ●Türk Tanrısı demiri, Roma Tanrısı Jüpiter ise tuncu simgeliyordu! ●Roma İmparatorluğu yıkılmaya mahkûmdu! ● Romanın Ortaçağ savaş anlayışını Türk Süvariler bitirmiştir.




Alıntı: Sosyal Medya










20230622

✍️🇹🇷Atatürk ve dünya liderleri - Feyziye Özberk

Editör
FEYZİYE ÖZBERK

Mustafa Kemal’i yalnız yüreğimizle değil, aklımızla da sevelim. Onun bize vasiyeti olan; Kemalizm’in ilkelerinin ve Rusya ile dostluğun yeniden yaşama geçirilmesi için mücadele edelim. Milletimize ancak böyle hizmet edebiliriz.

Mustafa Kemal, olayların nasıl gelişeceğini önceden saptayan, o gidişe teslim olmayan, onlara müdahale gücünü, iradesini, cesaretini ve kararlılığını kendinde ve daha da önemlisi milletinde bulan bir büyük devrimci önderdir.

Mustafa Kemal’in gençlik yıllarında ve öncesinde, dünyada ve Osmanlı'da olağanüstü bir altüst oluş gerçekleşiyor. Tüm dünyayı sarsan 1789 Fransız Devrimi'ni, 1917 Sovyet Devrimi izliyor. Yani iki büyük devrim gerçekleşiyor. Bu devrimlerin rüzgârı tüm dünyayı özellikle aydınları etkiliyor. İmparatorluklar yıkılıyor ve millî devletler kuruluyor. 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı geniş toprakları kana buluyor. Çok büyük acılar, kayıplar yaşanıyor.

İşte Mustafa Kemal, tüm bu gelişmeleri derin tarihi, kültürel ve siyasi birikimi, stratejik bakış açısı ve parlak zekâsıyla değerlendirebiliyor. Gazi’yi; devrimci bir önder, kurucu ve kurtarıcı yapan birikimi, özellikleri bu koşullarda oluşuyor. O bir milletin örgütlenmesini, halk iradesini, kurtuluşunu, sonra da devrimci bir Cumhuriyet'le taçlanmasını, hepsini önce zihninde planlayıp adım adım inşa ediyor. Yani önce kuruluşu sonra kurtuluşu hayata geçiriyor.

Atatürk, büyük bir asker olduğu kadar belki de daha önemlisi büyük bir düşünce adamıdır. O, aynı zamanda devrimci bir eylem adamıdır. Yerli ya da yabancı pek çok bilim insanı, aydın, politikacı Atatürk’ün bir dâhi olduğunu yazdılar. Türk siyasal tarihi uzmanı Sina Akşin, çok haklı olarak Atatürk’ü; “Bir dâhi, gelmiş geçmiş bütün Türklerin en büyüğü olarak.” sözleriyle değerlendiriyor.  

Değerli felsefecimiz Bedia Akarsu, 2007’de kendisiyle İstanbul’da yaptığım söyleşide; Atatürk’ün bir dâhi oluşunun yanı sıra onu yaratan tarihi birikime dikkat çekmişti: “Türklerin önemli bir tarihleri var. Böyle bir birikimi olmayan bir toplumda birdenbire bir dâhi çıkamazdı. Atatürk, koskoca bir imparatorluktan süzülüp gelen bu tarih-kültür birikiminin ürünüdür. Bu halk, bu tarih olmadan Atatürk de olamazdı.”

Mustafa Kemal, Nutuk’un son sayfasında, Millî Mücadele'nin başarılmasını ve devrimci bir Cumhuriyet'in kurulmasını sağlayan etkenin; özetle yüzlerce yıl çekilen acıların yarattığı millî uyanış ve dökülen kanlar olduğunu belirtiyor:

“Efendiler, bu beyanatımla, millî hayatı bitmiş farz edilen büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayalı milli ve asri bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım. Bugün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen millî musibetlerden doğan uyanışın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum.”

Mustafa Kemal, olayların nasıl gelişeceğini önceden saptayan, o gidişe teslim olmayan, onlara müdahale gücünü, iradesini, cesaretini ve kararlılığını kendinde ve daha da önemlisi milletinde bulan bir büyük devrimci önderdir. Devrimci bir kararlılık ve sabırla milleti örgütlüyor. Israrlı ve başarılı politik ve askeri mücadelelerle iktidarı Saraydan devralıyor. Meclis'e, yani millete dayanan,  Devrimci Hükümeti kuruyor. Orduyu düzenliyor. Güçlendiriyor. Sovyet Rusya’nın dostluğunu ve mali ve askeri desteğini kazanıyor. Gerekli parayı, silahı vb. adeta yoktan var ediyor. En önemlisi de mücadeleye kattığı milletten tüm ülkede devrimci kahramanlar yaratıyor. Koşullarla birlikte insanları da değiştirmeyi başarıyor.  

Mustafa Kemal’in bu olağanüstü kurucu ve kurtarıcı niteliği tanınmış aydın ve siyaset insanlarınca da dile getiriliyor. Söz konusu aydınlar Atatürk'ü iz bırakmış tarihi kişilerle karşılaştırıyorlar. Benzerlikleri vurguluyorlar.

ÖNCE ATATÜRK'ÜN ÖVGÜYLE ANDIĞI ADLAR

Atatürk'ün büyük hayranlıkla söz ettiği Türk olan iki tarihi kahramanı var: Emir Timur (1336-1405) ve Fatih Mehmet (1428-1481),  Atatürk, Timur için, “O kesinlikle dünyanın en büyük askeridir.” diyor. Ona hayranlığını şöyle açıklıyor: “Ben Timur zamanında olsaydım onun yaptığını yapabilir miydim, onu söyleyemem; fakat o benim zamanımda olsaydı, belki daha fazlasını yapabilirdi.”

Gazi, Fatih için de benzeri bir değerlendirme yapıyor: 

“Çok kere Fatih’in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı hal çarelerine varmışımdır. Yalnız Fatih benim karşısında kaldığım hadiseleri nasıl halledebilirdi? Bunu merak ederim. Fakat Mehmet büyük adamdı, büyük.”

1923’ün Temmuz ayında Ankara’da ABD’li bir gazeteciyle konuşan Mustafa Kemal, Washington ve Lincoln’den övgüyle söz ediyor:

“Biliyor musunuz, Washington ve Lincoln niçin beni daima etkilemiştir? Söyleyeyim size. Onlar sadece Birleşik Devletlerin şerefi ve kurtuluşu için çalıştılar; oysa öbür başkanların çoğu, öyle görünüyor ki kendilerini tanrılaştırmaya çabaladılar. Kamu hizmetlerinin en yüksek şekli bencil olmayan çabalardır.”

İSKENDER, NAPOLYON VE ATATÜRK

Atatürk İskender ve Napolyon’a benzetilmekten hiç hoşlanmıyor: “İskender dünyayı fethetmişti. Ben böyle bir şey yapmadım. O dünyayı istila edeyim derken vatanını unutmuştu. Ben vatanımı hiçbir zaman unutmayacağım.”

Prof. Sadi Irmak’ın tanıklığına göre kendisini Napolyon’a benzeten bir konuğuna da şöyle yanıt veriyor: “O bir zalim ve günahkârdır. Zafer işareti için kan dökülmez. Harp ancak bir milletin varlığı için yapılırsa meşru olur.”

Atatürk, Emil Ludwig’le yaptığı ve Neue Freie Presse’de yayımlanan bir söyleşisine, Napolyon’u eleştirerek başlıyor. Anlaşılan o yıllarda bu iki ünlü asker arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Atatürk, Napolyon’un eski sistemi devam ettirdiğini, yeniden hükümdar olduğunu, demokrasinin gelişini 60 yıl geciktirdiğini, söylüyor. “Ayrıca onun işe başlarken temel bir ilkesi yoktu, olayların akışında planlar kurmaya başladı.” diyerek eleştiriyor. Böylece kendisinin pek çok şeyi önceden düşünmüş, planlamış olduğunu da açıklıyor.

Ludwig’in Atatürk’e ilişkin gözlemleri şöyle: 

“… Öyle biri ki Napolyon onun yanında hayalperest kalıyor. Millici, kendini tek bir ülküye kaptırmış, bu ülkünün kölesi, aynı zamanda efendisi.” 

Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’da yaşamış bir İngiliz gazeteci Grace Ellison, Atatürk’le, yaptığı söyleşide ona, “… Kendisinin Napolyon’a hayranlık derecesinde ilgi duyduğunu sandığını, öyle işittiğini söylemesi üzerine Atatürk’ün verdiği yanıt olağanüstüdür: “Ne garip bir söylenti! Doğaldır ki, ben tüm büyük strateji uzmanlarını incelemişimdir; ama Sakarya’yı Austerlitz’le karşılaştırmayı büyük bir kompliman saymam beklenemez.” Napolyon’un yükselme hırsını ön planda tuttuğunu belirten Atatürk, sözünü şöyle bitiriyor: 

“Dava için değil, kendi için savaştı ve sonunda kaçınılmaz hezimete uğradı.”

Mustafa Kemal milletine sevdalıdır. Onun mücadelesinin amacı vatanına, milletine hizmettir. Attığı tüm adımları bu hedefine göre planlıyor. En küçük kişisel bir beklentisi yoktur.

Mao ve Nehru da Atatürk'ü büyük hayranlıkla anıyor.

BÜYÜK PETRO VE ATATÜRK

Bazı yazarlar Atatürk’le Petro arasında benzerlik olduğunu belirtiyorlar. Bulgar yazar Paraşkev Paruşev’e göre: “Her yeni başlangıcın ilk kıvılcımı olmak istemiştir. Bu nedenle de onu Büyük Petro ile kıyaslarlar. Yeni ufuklar açma düşüncesi, onu anlatılmaz bir güçle kendine çekmiştir.”

Fransız yazar Paul Gentizon da Atatürk’le Büyük Petro arasında benzerlik olduğunu düşünüyor: 

“Bugünkü Türkiye’nin durumu ile Büyük Petro döneminde Rusya’nınki arasında büyük bir benzeşme gözükmektedir. Kuşkusuz çok ayrı iki çağ arasında kesin bir mukayese yapmak söz konusu olamaz. Ama bu durum, sosyal hayatların bazı görünüşleri bakımından XVI. yüzyılın sonlarındaki Ortodoks Rusya ile XX. yüzyılın başlarındaki Türkiye arasında benzeşmeyi sezmeyi engelleyemez. Bu özellik o kadar göze çarpmaktadır ki bu iki ayrı dönemde yenilik fikrini kişiliklerinde temsil eden Büyük Petro ile Mustafa Kemal’in ikisi de eski alışkanlıklara, tutuculuğa, bağnazlığa karşı çıkmışlardır.”

“Büyük Petro gibi Mustafa Kemal de kendini kısmen cehalet ve dini tutuculuğun egemen olduğu bir toplum karşısında buldu. Batılı düşüncelerden esinlenerek onu değiştirdi. Modern Rusya’nın gerçek kurucusu Çar gibi dogmayı akıldan, dini siyasetten, devleti ruhaniyetten ayırdı. Onun gibi kurumlara, ülkesinin geleneklerine, göreneklerine mistik karmaşadan ve teokrasiden uzak, yeni ve akla uygun biçim vermek için çaba harcadı.”

Fransız aydınlarından M. Jacques Bainville Atatürk’ü Cengiz Han ve Büyük Petro ile mukayese ediyor ve şu öngörüde bulunuyor: “Belki 20 sene sonra, Büyük Sultanların sonuncusu olarak ortaya çıkacaktır.” Atatürk gibi bir kişiliğin tarihte bir benzeri olmadığını vurgulayan M. Jacques Bainville: “Onun benliğinde Washington ve Cengiz Han’dan bir şeyler var ama en çok benzediği tarihi şahsiyet Büyük Petro’dur.” diyor.

Garrett Ward Sheldon’a göre Atatürk ile ABD kurucularından Thomas Jefferson tarih, kültür ve mizaçları yönünden ayrışıyor görünüyorlar. Fakat daha yakından incelendiğinde bu iki tarihi siyasi figürün yetiştirilişleri, ilgi alanları ve ideallerinde çarpıcı benzerlikler ortaya çıkıyor.

“Atatürk'ün Liderlik Sırları” kitabının yazarı Hikmet Özdemir, Mustafa Kemal'i Simon Bolivar’la karşılaştırıyor: “Modern Türkiye’nin lideri Atatürk ve Latin Amerika halklarının efsanevi lideri Simon Bolivar (1783-1830) arasında çok ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Venezuelalı General Simon Bolivar, Atatürk'ten yüz yıl önce; Bolivya, Panama, Kolombiya, Ekvator, Peru ve Venezuela’nın İspanyol egemenliğinden kurtuluşu için verilen istiklâl savaşının komutanıdır. Atatürk ise Batılı emperyalist güçler tarafından ordusu dağıtılan, başkenti ve toprakları yer yer işgal edilen bir milletin bağımsızlık mücadelesinin muzaffer başkomutanı ve lideridir. Bolivar-Atatürk karşılaştırmasında ilginç bir nokta da Bolivar ve Atatürk’ün bugünkü Venezuela ve Türkiye devletlerinde bağımsız kurumlar, halk ve bireyler üzerinde karizmatik saygınlıklarını yükselen bir popülarite ile sürdürüyor oluşlarıdır.” İki büyük antiemperyalist önder yıllar geçtikçe daha da çok sayılıyor ve seviliyorlar.

 Atatürk, Timur için “O kesinlikle dünyanın en büyük askeridir.” diyor.

MAO ZEDUNG, FİDEL CASTRO VE NEHRU

Dünyada Mustafa Kemal’den etkilenen, esinlenen sayısız devrimcinin olduğunu biliyoruz. Cezayir’in millî kahramanları Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafını ceplerinde taşıyorlar. Mazhar Müfit’in aktardığına göre: ta 1920 yılında Fransız işgali altındaki Beyrut’ta ünlü bir otelin yemek salonda kalabalıktan bir kişi: “Allah yansur Mustafa Kemal Paşa” diye bağırıyor. Bir Hoca Efendi de Mustafa Kemal Paşa’nın zafer ve muvaffakiyeti için uzun bir dua okuyor. 

Büyük devrimci liderler de Mustafa Kemal’i övgüyle anıyorlar

Çin Devrimi’nin lideri Mao Zedung'un, Uzun Yürüyüş öncesinde, 1935’te, Şangay Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye ilk sözü: “Ben Çin’in Mustafa Kemal’iyim” oluyor.  

Küba Devrimi’nin lideri Fidel Castro, Büyük Söylev’inde, “Devrim yapmayı Mustafa Kemal Atatürk’ten” öğrendiğini açıklıyor.

Nehru, Hindistan’ın bağımsızlığı için Gandi’yle birlikte mücadele etmiş ve zaferden sonra Hindistan’ın ilk başbakanı olmuştur. Nehru’nun mektuplarından, Mustafa Kemal’in başarılarını adım adım dikkatle izlemiş olduğunu öğreniyoruz. Ondan takdir ve hayranlıkla söz ediyor:

“Tükenmiş çökmüş görünen bir ulusun yeniden doğuşuna en çarpıcı örnek Türkiye’dir. Bunun onuru, büyük ölçüde, her şey kendisine karşı görünürken boyun eğmeyi reddeden kahraman lider Mustafa Kemal Paşa’dadır. Kemal Paşa sadece ülkesini özgürleştirmekle kalmadı, modernleştirdi, tanınmaz ölçüde değiştirdi. Saltanata ve hilafete, kadının dışlanmasına ve eski adetlere son verdi. (…) Zaferden sonra muazzam bir itibar kazanmış olmasına rağmen, dikkatli hareket etti; çünkü bir halkı uzun süreden beri gelenekler ve din temelinde yükselen eski alışkanlıklarından çekip almak kolay değildir.”

Mustafa Kemal’in hem kendi tutumu hem de dünyanın büyük önderlerinin değerlendirmesi bize önemli bir ölçü veriyor: Kazanılan savaşlar, kahramanlıklar, iktidar gücü bir milletin bağımsızlığına, siyasi ve ekonomik olarak gelişmesine hizmet ediyorsa kıymetlidir. Tarih böyle kahramanları ölümsüzler tahtına oturtuyor.

Acı bir gerçek, günümüzde üstelik Atatürkçü olduğunu söyleyen bazı politikacılar, ünlü yazarlar iktidar olmak, daha fazla oy almak için başta 6 Ok olmak üzere Kemalizm’in tüm ilkelerinden vaz geçiverdiler.

Mustafa Kemal’i yalnız yüreğimizle değil, aklımızla da sevelim. Onun bize vasiyeti olan; Kemalizm’in ilkelerinin ve Rusya ile dostluğun yeniden yaşama geçirilmesi için mücadele edelim.  Milletimize ancak böyle hizmet edebiliriz. Ayrıca zıttı bir tutum kazandırmıyor da…

Kaynaklar:

- Hikmet Özdemir, Atatürk'ün Liderlik Sırları, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2022.
- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C: 2, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1960.
- Grace Ellison, Ankara’da Bir İngiliz Kadını, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999.
- Jawaharlal Nehru, Türkiye ve Batı Asya Tarihi, Derleyen ve Çeviren Dr. Cüneyt Akalın, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015.

Kaynak: Aydınlık Gazetesi

20230620

Devlet programının önemi


 

🎞 ❝9 oğlum, 9 kızım var. Tüm çocuklarımın hepsi bu mağarada yetişti, büyüdü❞