20231228

📖Halk Müziği ne demektir? Halk Müziğinin özellikleri nelerdir? Türk Halk müziğinin genel özellikleri nelerdir?

TÜRK HALK MÜZİĞİ

Halk Müziği; bir ulus ya da ülkenin kültürünü yansıtan sözlü ve sözsüz ezgilerin kulaktan kulağa iletildiği müzik dalıdır. Esin kaynağını ilgili ulusun duyuş, düşünüş ve yaşayış biçiminden alır. Çıkış biçimi ve çalgı çeşitleri bölgelere ve halk topluluklarına göre değişik özellikler gösterir. Sanat müziğiyle sürekli bir alışveriş içerisinde olup ortaçağdan sürekli bir alışveriş içerisinde olup ortaçağdan başlayarak müziğin çeşitli dallarını etkilemiştir. Ortaçağ başlarında çok sesli sanat müziğinde 15. ve 16. yüzyıl müziğinde 17. 18. yüzyılın süit türündeki bestelerde halk müziğinin önemli ölçüde etkileri görülür.

Ülkemizde halk müziği sözlü ya da sözsüz olmak üzere iki bölüme ayrılır. Sözlü müzik, tüm türleriyle halk türkülerini ve türkülü oyun havalarının, sözsüz müzikse türküsüz halk oyunlarının ezgilerini kapsar. Türküler ve oyun havaları gibi ölçüsü ve ritmi belli olan parçalar kırık hava genel adı altında anılan ve koşmaları, yiğitlemeleri, güzellemeleri, taşlamaları, ninnileri vb kapsamına alır. Sadelik, duyguluk ve içtenlik gibi özellikler taşıyan bu ürünlerde köy yaşantısının tüm konuları, yansımaları bulunur. Uzunhavalar’da ise ölçü ve ritim serbesttir; ancak dizisi bilinir ve dizi içindeki seyri belli kalıplara bağlıdır.

Türk Halk Müziği ürünleri, melodi, ritim, ölçü ve tonalite bakımlarından da Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde değişik ve renkli özellikler gösterirler. Türkülerde sözler (güfte) belirli bir hece kalıbına (4+4; 4+3, 4+4+3 vb) uydurularak oluşturulur. Bu, kimi zaman bir halk ozanının yaratması olup sonradan türkü haline geçmiştir ya da doğrudan türkü olarak yakılmıştır. Her iki durumda da sözler her zaman melodiyle uyuşmazlar; melodideki bazı notalar açıkta kalır. Bu durumda halk, sözleri melodiye ya birkaç notayı bir hece üzerinde toplayarak ya da dizeye of, oy, da vay, aman, gel yarim gel, ay balam gibi eklemeler yaparak aksaklığı düzeltir.


Türk Halk Müziği’nde klasik Türk Müziği’nin büyük formları ve büyük usulleri kullanılmaz.

Buna karşılık küçük usuller ve makamlar her iki müzikte de aynıdır. Yine de kültür merkezlerinden uzaklaştıkça ayrımlaşma başlar. Genelde birer cümlelik ezgiler yinelenir Bu, tek cümlelik, tek kısımlık türkü şekli doğar. Ancak genişletilmiş, birkaç bölümlü parçalar da vardır. Genellikle aynı tonla kalmayan, başka tonlara da geçişler yapılarak yaratılmış ürünler bu parçalarda görülür.

Oyun havaları da bölgelere göre değişik adlar alırlar. Genellikle sıralanarak ya da halka oluşturularak oynanan oyunlar olduğu gibi, tek başına oynananlar da vardır. Ayrıca halk oyunları oynanılan yere ve amaca göre de sınıflandırılır. Ayak ve vücut hareketlerine göre de adlandırılan oyunlar açık ya da kapalı yerde oynanmalarına göre de ayrılır. Genellikle davul ve zurna eşliğinde oynanan oyunlara bölgelere göre başka sazlar da katılabilir: Karadeniz’de kemençe; Doğu Anadolu’da kaşık, tef, zil vb. Flüt, gayda, alphorn keman, laterna, kastanyet, davul, gitar, mandolin, armonika, santur, akordeon, banco, buziki vb Batı’da kullanılan yaygın halk müziği çalgıları arasında yer alır.

Alıntı: https://www.nkfu.com/halk-muzigi-nedir-turk-halk-muziginin-ozellikleri-nelerdir/

📚📖 Turovalı Helene ve Türkçe kökenli ‘Helene'

 Helene of Troy and the Turkish Etymology of ‘Helene’

Ön Türk Akademisi 35. Biligtayında konuk 

"İliada'ya Saka Türkleri Etkisi” 

konulu sunumu ile 

Araştırmacı Semra BAYRAKTAR.















📰✍️🇹🇷Türk ve 🇳🇴Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. - Hıncal Uluç (2022)

Bu yazı, bir hafta evveline ait.. Özellikle bugüne beklettim. Birincisi pazar ve tatil, rahat okursunuz. İkincisi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ertesi.. Büyük askeri, siyasi ve sosyal lider Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı zaferle bitirdikten sonra, asıl büyük savaşına başlamıştı..

Anadolu'daki darmadağın insanlardan bir ulus yaratmak.. Ve bu ulusu devrimlerle çağdaş uygarlık düzeyine hızla ulaştırmak.

Ulusa hizmet için Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları'nı kurdu. Türk Tarih Kurumu'nun araştırmaları ve sonuçlarını hemen tarih kitaplarımızda görmeye başladık.

"Türklerin anayurdu ve göç yolları!."

Orta Asya'dan dünyaya yayılan yolları gösteren oklarla dolu harita, bizim kuşakların hâlâ ezberinde.. Sonra giderek bu haritayı unutturur oldular.. O tarih tezi ile alay edilmeye başlandı..

Oysa ben, gittiğim yerlerde, o tezi doğrulayan ne izlere rastladım.. Meksika'da, Aztekler'de.. Nevada Çölü'nde, Amerikanlaşmayı reddedip hâlâ eski kovboy filmlerindeki gibi kendilerine ayrılmış bölgede yaşayan Hopi Kızılderilileri arasında.. Finlandiya, İsveç ve Norveç'in kuzeyindeki Laponlar'da..

Hele Laponlar.. Onlar kendilerine takılan ve "Yamalı" anlamına gelen "Lapon" adından nefret eden Laponlar..

Lapon bölgesine gittiğimde, orda bizim Yörük Türklerinin rengârenk kıyafetlerini giymiş insanlar gördüm. Güneyliler bu rengârenkleri "Yama" gibi gördükleri için onlara Lapon demişti zaten.. Evlerindeki kilimler, aynen Anadolu desenleriydi. Kökeni Orta Asya olan desenler.. O zamanlar üstünde durdum ama, ilgilenen olmadı. Dil ve Tarih Kurumları ve üniversiteler dahil..

Geçen hafta Norveçli dünyaca ünlü Koro Şefi Ragnar Rasmussen, ülkemize geldi. Devlet Çoksesli Korosu'nu yönetti. Anadolu Ajansı, ünlü şefle de konuşarak çok önemli bir haber yaptı.. Yazılı basın itibar etmedi. Ben internette bulup okudum. Siz de okuyun istedim ve bu hafta sonu, hem tatil, hem de 23 Nisan ertesi diye, bugüne sakladım.

İşte "Türk ve Norveç Halk Müziği'nin pek çok ortak noktası var" diyen Ragnar Rasmussen haberi..


***


Devlet Çoksesli Korosu, Norveçli ünlü koro şefi Ragnar Rasmussen yönetiminde ve Norveçli besteci Henning Sommerro eşliğinde, cumartesi günü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın CSO salonunda "Aynı Güneşin Altında" başlıklı bir konserle İskandinav ezgilerini ve dinleyicilerini bir araya getirdi. Adana ve Ankara gösterilerinin ardından Rasmussen, Türkiye ve Norveç halk müziğinin pek çok ortak noktası olduğunu söyledi.

Rasmussen, başkent Ankara'da Anadolu Ajansı'na (AA) yaptığı açıklamada, "Türk halk müziği ile Norveç halk müziğinin pek çok benzerliği ve buluşabileceğimiz pek çok noktası var, bu da onu şimdi yaptığımız gibi bütün bir konser için ilginç kılıyor. Bu yüzden tam olarak buna dayalı bir konsept oluşturduk. Çok ortak noktamız var.

Türk kültürü hakkında ilk düşündüğüm şey onun çok eski olması. Çok eskilere uzanan bir geçmişi var ve bu da onu kendi içinde ilginç kılıyor. Ama sonra, Türk müzisyenler ve şarkıcılarla birlikte çalışmaya başladıktan sonra, o zaman çok şey oldu. Türk Halk Müziği ile Norveç Halk Müziği'nin birçok yönden ne kadar benzer olduğunu açıkça görüyorum" dedi.

"Türk Halk Müziği kulağa çok farklı şeyler içeriyormuş gibi geliyor" dedi.

Türkiye'nin Akdeniz, Ege ve Karadeniz kıyılarına atıfta bulunarak, "Yani üç farklı sahil şeridinden müziğiniz var" dedi.

"Yani, tabii ki İskandinavyalıyım. Bu benim için egzotik. Aynı zamanda çok dokunaklı, bu yüzden aynı iplere dokunuyor."

Rasmussen, daha önce Türkiye'de bulunduğunu söyledi.

"Bu bir ayrıcalık. Ankara'ya döndüğüm için kendimi çok ayrıcalıklı hissediyorum. Şu anda oturduğumuz bu salonda, bu toplulukla daha önce bir konser vermiştim" dedi.

Aralık 2020'de hizmete giren yeni konser salonuna atıfta bulundu: "Ankara'da sahip olduğunuz bu harika mekânda bir konser daha yapma fırsatı bulmanın benim için büyük bir ayrıcalık."

Türk insanının sanata ve müziğe olan ilgisiyle ilgili olarak, "Türkiye'deki otellerimde veya lokantalarımda tanıştığım normal insanlarla yaptığım konuşmalardan anladığım kadarıyla insanlar buna çok meraklıymış gibi geliyor. Ve bu da tabii, burada performans sergilememe izin verilmesini daha da güzel kılıyor" dedi.

Sanat ve müziğin gücünün, siyasi ve diğer farklılıklara rağmen insanları birbirine bağlayabileceğini vurguladı: "Müzik güçlüdür, gerçekten güçlüdür ve iyiye de kötüye de kullanılabilir."

Rasmussen, bir müzisyen, koro ve orkestra şefi olarak insanları bir araya getirebileceğini hissettiğini söyledi. Bu nedenle kolektif müzisyenlikle çalışıyor.

"Bizi bir araya getir ve sonra her şeyi farklı görmemizi sağla. Gör ki hepimiz aynı güneşin altında yaşıyoruz" dedi.

"Biz kardeşiz ve farklılıkları beslemeli ve kutlamalı ve birbirimizi sevmek için çok çalışmalıyız. Bu kolay değil."

Müziğin insanlığın uyumundaki rolünü övdü: "Milliyetçi müzik yapmak istemiyorum. Şu anda buna ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum ama farklı kültürlerin bir araya gelmesi gerekiyor. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz."


***


LAPONLAR, TÜRK ASILLI İNSANLAR!..

İsveç, Norveç ve Finlandiya'ya birkaç kez gittim. Kuzey Kutbu yakınlarına, yani Lapon ülkesine de çıktım. Gördüklerim beni çok şaşırttı. Her halleri ile Orta Asya'dan göçtükleri belliydi. Az bir araştırma ile konuştukları dilin de "Ural/Altay" yani Orta Asya kökenli olduğunu öğrendim.

Rasmussen'in Anadolu Ajansı'yla yaptığı röportajdan sonra, Laponlar'ı bir daha araştırdım. Üç İskandinav ülkesi, kuzeylerindeki Laponlar'ı asimile etmek, kendilerine karıştırmak istiyorlardı ama, onların ne ülkelerini, ne gelenek ve göreneklerini ve de hatta bayraklarını terk etme niyetleri yoktu..

Vikipedi'de Laponlar'ı buldum. Çok ama çok ilginç şeyler vardı.

Buyurun siz de okuyun. Okuyun da, Norveç ve Türk Halk Müzikleri arasındaki ortak şeylerin kökenini görün, sevgili dostlar!.


***


Toplam 80 ile 100 bin arası nüfusa sahip olan bu halk , kendilerine Lapyalı denmesini kesinlikle istemiyorlar, çünkü "Lapp" yama anlamına geliyor ve Samiler rengârenk giysileri dolayısıyla kendilerine verilen bu adla alay edildiğini düşünüyorlar.

Samiler bu bölgeye yaklaşık 4000 yıl önce gelmişler. Vikingler ve onları takip eden ortaçağ yıllarında en kalabalık toplumun Samiler olduğu biliniyor.

Bu yıllarda Vikinglerle sürekli savaş halinde olan Samiler, Vikingler tarafından kutup dairesi dolaylarına doğru sürülürler. Bir süre sonra dünyayı keşfe çıkan Vikingler, Samilerin ticaret ortağı haline gelirler.

17. yüzyıldan itibaren Norveç ve İsveç krallıkları tarafından asimile edilmeye başlanan halk, geçmişlerini bırakarak Hıristiyanlığı seçmeye zorlanır, dillerini konuşmaları yasaklanır.

İsveç, Norveç, Finlandiya ve Rusya ulusal sınırlarının çizilmesinden sonra, Samiler yaşamak zorunda oldukları ülkenin kültürüne ve diline adapte olmak zorunda kalırlar.

1956'da Finlandiya, İsveç ve Norveç'te yaşayan Samiler, Kuzey Sami Konseyi'ni kurduktan sonra hakları için mücadele etmeye başladılar ve bugün bu ülkelerde resmi olarak azınlık statüsünde olsalar, dillerini ve kültürlerini okullarında öğrenebilseler de, halen toprak ve doğal kaynaklar konusundaki mücadeleleri devam ediyor.

11 Aralık 2006 günü TRT'de yayınlanan "Banu Avar'la Sınırlar Arasında/İsveç'in Nobeli" bölümünde (TRT) 1900'lü yıllarda soykırıma uğradıkları ve zorla kısırlaştırıldıkları söylenmiştir.

Mitoloji

İsveç'in modern tarih biliminin kurucusu olarak da anılan Prof. Sven Lagerbring, yaklaşık 250 yıl önce yazdığı "İsveç İmparatorluğu Tarihi" kitabında Kuzey Avrupalı halkların esas olarak Türk kökenli olduklarını ya da en azından Laponların Türk olabileceklerini ileri sürmektedir.

Ayrıca Avrupa kuzey halkları mitolojisi hakkında araştırma yapan belgesel yönetmeni Tekin Gün, "İskandinavların Türk Ataları" adlı araştırma yazı notları arasında geçen Şamanlara, Eskimolar'da Angakok, Sabir Türklerinde Soyok, Laponlar'da Noide, Samoyetler'de Tadibca, diğer bazı Türk kavimleri arasında Kam ismi verildiğini aktarmaktadır.

Abdullah Gürgün'ün kitabında geçen Laponlar, kendilerini Same diye adlandırıyor ve yerleşik oldukları yere de Sampi diyor. Bunlar uzun süre Fin kökenli olarak görülmüş ama hem Şaman özellikleriyle hem de kullandıkları araç ve gereçler dikkate alındığında, yani kültürel özellikleri nedeniyle Türklerle aynı kökene sahip oldukları belirtilmektedir.

Müzik

En bilinen Sami müzikleri, İngiliz edebiyatında da rastlanan "joik"lerdir. Joiklerde taklit önemli bir yer tutar. Sözleri özellikle ruhani konularla ilgilenir.

Lavu denen diğer bir şarkı türünün şiirsi sözleri vardır.

Vuelie'ler ise bir kişi ya da olayın müzik eşliğinde anlatılmasıdır. Bu üç müzik türü de halen Samiler arasında biliniyor.

Genç kuşaklar ise modern ritim aletleri ile müziklerini besliyorlar. Yerli çalgılar son derece ilkel. Bir ağaç parçasına ya da bir boynuza tel gerilerek yapılıyor. Müzisyen, telin boyu ve gerginliği ile oynayarak nota üretiyor.

Samiler, Enigma isimli müzik grubunun kendi müziklerini tanıttığını düşünüyorlar. Ayrıca ünlü caz saksofoncusu Jan Garbarek'in "Legend Of The Seven Dreams" albümünde, Sami melodileri Finlandiya'da yaşayan Sami sanatçı Nils-Aslak Valkeapaa'nın eşliği ile çalınıyor. Yine Norveç'te yaşayan Marie Boine de, Peter Gabriel'in albümlerinden tanınıyor.

Sami müziğinde Şaman ayinleri de önemli bir yer tutuyor.


***


Şimdi söyleyin bakalım, Türk ve Norveç halk müziklerindeki ortak noktalar nerden kaynaklanıyor, sizce?.

Alıntı/Kaynak: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2022/04/24/turk-ve-norvec-halk-muziginde-ortak-noktalar

📚📖Kitap: Turova ve Saka Türkleri - Semra Bayraktar

 

Turova ve Saka Türkleri Kitap Açıklaması

Bu toprakların milattan önceki dönemi sadece Grek ve Romalıları değil, Türkleri de barındırıyor. Ancak bunu bir türlü hazmedemeyen Batılılar çarpıtma ve gizleme yoluna başvuruyor. Çünkü onlara göre uygarlığın tek sahibi kendi atalarıdır. Ayrıca medeniyetsiz olarak kabul ettikleri halkların üzerinde kontrol sağlayabilmek için de tarihî verilerde tahrifatı teşvik ediyorlar. Bunun için de kürsü, ün ve rüşvet ile sözde bilim insanlarını kullanıyorlar. Bu art niyetli sözde bilim insanları da görsel ve yazılı basında parlatılarak birer bilge olarak tanıtılıyor ve halkın onlara güven duyması sağlanıyor. Oysa bu saygın akademisyenler bilim adına beyinlere sinsice yanlış bilgiler ekliyor.  İşte bu Batılılar uygarlık yarışında bizim atalarımızın da bulunmasından hoşnut değillerdir. Gerçi biraz yakından bakmış olsalardı kendi atalarının da bizden biri olduğunu belki görebileceklerdi. Ancak bırakın bakmayı, duymak bile istemiyorlardı. Ne kadar ileri düzeyde medenî bir ulus olursanız olun, onların gözünde Doğulu, yani ‘ötekiler' dedikleri aşağı medeniyetten kabul ediliyordunuz. Tabii bu durumda da kendilerini yukarı medeniyetten sayıyorlardı. İyi ve güzel olan her şey hep kendi atalarının hanesine yazılıyordu. Dürüst ve de gerçek bilim insanlarının ortaya koyduğu Türk Tarihi araştırmaları bu yüzden reddediliyor ve hemen karşıt bir tez öne sürülüyordu. Bugün bile en saygın bilim insanlarının çalışmalarını ciddiye almak istemiyorlardı. Hatta eğitim ve öğretim sistemleri bile bunun üzerine kuruluydu. Günümüzde dahi belgeseller bu yönde çekilmekteydi. Tabi ki film ve dizi endüstrisi de bundan nasiplenmekte ve ‘Barbar Doğu’ olgusu (ALGISI) genç beyinlere işlenmekteydi;

(Tanıtım Bülteninden)



20231225

📺🗣 Batılılar o kadar zavalli ırkçılar ki, en basit gerçekleri bile kabul edemiyorlar

O kadar zavallı irkçılar ki, en basit gerçekleri bile kabul edemiyorlar

Sırp Tarihçi;

"Türk işgali Tanrı'nın Sırbistan'a bir lütfuydu. Hiçbir Sırp sivili öldürmediler. Eğer Türkler olmasaydi Batılı ülkeler ve Roma Katolik Engizisyonu bizi yakardı...''

"Bakın Türklerden sonra ne oldu? Birinci ve Ikinci Dünya Savaşlarını Roma Katolik Kilisesi düzenledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Katolik kilisesi'ne bağlı olmayan herkes yok edilmeye çalışıldı. Sırbistan'ın erkeklerinin 2/3'ü öldürüldü. Herkes konuşuyor ama çok az insan doğruyu söylüyor. Şimdi bir mum yakın ve bizim için dua edin.’’ @harrissamaras

''Ayni şey Avrupa Engizisyonu'ndan kurtardığımız Yahudiler için de geçerli.'' @DrEliDavid

''Düşman olabilirsiniz ama dürüst olun. Nankör olmayın''


✍️📄 Plevne Marşı




1920, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa.

 


20231223

Agop (Martayan) Dilaçar (1895 –1979)

Agop (Martayan) Dilaçar (1895 –1979)

A. Dilaçar, İstanbul doğumludur. İlk ve orta öğrenimini misyonerlerin açtığı Amerikan okulunda gören A. Dilaçar, yüksek öğrenimini İstanbul Robert College’de tamamlamış, bu dönemde Tevfik Fikret’in öğrencisi olmuştur. 

Türk dilinin çeşitli konularında verdiği eserleriyle tanınmış olan A. Dilaçar, Atatürk döneminde dil ve imla kurullarında ve daha sonra Türk Ansiklopedisi’nin yayımlanmasında görev almış, bir süre Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde dil bilimi dersleri vermiş, ölünceye kadar Türk Dil Kurumunda çalışmış, Türklük bilimi uzmanıdır. 

Ermenice, İngilizce, Rumca, İspanyolca, Fransızca, Rusça bilen A. Dilaçar, Türk Dil Kurumunda çalıştığı yıllarda kütüphaneye gelen Rusça kitapları Kiril harflerden Latin harflerine aktarırdı. Birinci Dünya Harbi sırasında askere alınan A. Dilaçar, 1915 yılında Kafkas Cephesinde yedek subay olarak görev alır. Daha sonra Filistin cephesine gönderilen A. Dilaçar, orada cebinde taşıdığı G. Nemeth’in Türkische Grammatik adlı kitap ve esirlerle ilişkileri sebebiyle dikkati çeker. Atatürk’ün huzuruna çıkartılır. Bu olaydan sonra bir süre Atatürk’ün hizmetinde bulunur. 1918’de terhis olan A. Dilaçar, Beyrut’ta ve İstanbul Robert College’de öğretmenlik yapar ve daha sonra Sofya’ya gider, Üniversitede Köktürkçe ve Uygurca üzerinde çalışır. Osmanlıca dersleri verir. Bu dönemde Bulgaristan’da ve İstanbul’da çıkan dergilerde yazıları yayımlanır. A. Dilaçar, Türk Dil Kurumunun kurulduğu 1932 yılında Sofya’dan İstanbul’a dil çalışmalarına katkıda bulunmak üzere Atatürk tarafından çağrılmış ve kendisine ”Dilaçar” soyadı verilmiştir. Dilaçar soyadını aldıktan sonra Martayan adını kullanmamıştır. 

A. Dilaçar, Atatürk’ün başkanlığında İstanbul’da Dolmabahçe sarayında başlatılmış olan Kurultay çalışmalarına katılır. İstanbul Erkek Lisesinde yabancı dil dersleri verir. İkinci Türk Dili Kurultayı’nın hazırlık safhasında gösterdiği başarıdan ötürü Atatürk 1934 yılında A. Dilaçar’ı başuzman olarak Türk Dil Kurumunda görevlendirir. İbrahim Necmi Dilmen, Abdülkadir İnan, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Akil Muhtar Özden, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, M. Sadi Irmak, Dr. Reşit Galip, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre, M. Ali Ağakay’ın da aralarında bulunduğu Çankaya toplantılarına A. Dilaçar, Atatürk’ün davetiyle katılır. Atatürk, dil bilimi tarihi ve genel dil bilimi dersleri vermek üzere bu heyet arasından A. Dilaçar’ı, İbrahim Necmii Dilmen’i ve Hasan Reşit Tankut’u 1936 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde görevlendirir. A. Dilaçar, bir yandan da Ankara Gazi Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak çalışır. 

A. Dilaçar’ın Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki görevi on iki yıl sürer. 1946 yılında Üniversiteler Kanunu çıkınca A. Dilaçar’ın okutmanlık kadrosuna alınır. Bir süre sonra okutmanlık kadroları da kaldırılınca A. Dilaçar, Türk Dil Kurumundaki görevine devam eder. A. Dilaçar’ın 1943 yılında başlamış olan bir etkinliği de Türk Ansiklopedisi’nin yayımıyla ilgilidir. A. Dilaçar, bir yandan Türk Dil Kurumundaki görevini yürütürken bir yandan da o günkü adı İnönü Ansiklopedisi olan Türk Ansiklopedisinde baş düzeltmen olarak çalıştı. A. Dilaçar’ın bu görevi 1969 yılına kadar devam etti. A. Dilaçar’ın Türk Dili dergisinin Türk Dili ve Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten diye iki dergi hâline getirildiği 1952 yılından itibaren bu dergilerin muhtelif sayılarında yazıları yayımlanmıştır. 

Eserleri: Türk Diline Genel Bir Bakış (1964), Dil Diller ve Dilcilik (1968), Anadili İlkeleri ve Türkiye Dışında Başlıca Uygulamaları (1978). Kutadgu Bilig İncelemi (1972). A. Dilaçar, ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçirdi. 12 Eylül 1979 yılında İstanbul’da öldü.


Hamza ZÜLFİKAR

KAYNAKÇA
Kaya Türkay, A. Dilaçar, TDK, Ankara 1982.
Ömer Asım Aksoy, “Bir Altın Açkı Yitirdi” Türk Dili, C XL, S 335.

------------

Agop Martayan     

Doğum: 22 Mayıs 1895, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu

Ölüm: 12 Eylül 1979 (84 yaşında), İstanbul, Türkiye

Eğitim: Gedikpaşa Amerikan Okulu, Robert Kolej

Kariyeri

Dalı : Dilbilim

Çalıştığı kurumlar:

  • Svaboden Üniversitesi,
  • Sofya Üniversitesi,
  • Gazi Lisesi,
  • Ankara Üniversitesi DTCF

Agop Dilâçar[1] (asıl adı Hagop Martayan, Ermenice: Յակոբ Մարթաեան, 22 Mayıs 1895, İstanbul – 12 Eylül 1979, İstanbul), Türk dilleri üzerine uzmanlaşmış Ermeni asıllı Türk dilbilimcidir.

Türk dilinin eski dönemleri ile ilgili yaptığı çalışmalarından ötürü 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendisine "Dilâçar" soyadı verildi. Ermenice ve Türkçenin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bilmekteydi.

Çalışmaları

Vahan isimli Kayserili bir babadan ve Eugenie isimli Yozgatlı bir anneden dünyaya geldi. İlk ve ortaöğrenimini İngilizce eğitim veren bir Amerikan okulunda tamamladı. 1915 yılında Robert Koleji'nden “New York Bilim Ödülü” alarak mezun oldu.[2] I. Dünya Savaşı'nda Diyarbakır’daki 2. Orduya yedek subay olarak askere alındı, Kafkasya ve Sina ve Filistin cephesinde görev aldı. Sina ve Filistin cephesinde görevli iken Şam’da bulunan Yıldırım Orduları Grubu 7. ordu kumandanı Mustafa Kemal ile tanıştı. Savaştan sonra Beyrut'ta bir Ermeni okulunun müdürlüğünü yaptı. Beyrut'ta Ermenice yayımlanan ilk gazete olan Luys'un (լույս; Türkçe: Işık) genel yayın yönetmenliğini üstlendi.[1] 

1919 yılında İstanbul’a dönen Dilâçar, Robert Koleji'nde İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı. 1922 yılında Méliné Martayan ile evlendi. Eşi ile birlikte gittiği Sofya'da Eski Türkçe ve Eski Uygur Türkçesi dersleri veren Dilâçar, ilk kitabını da burada yayımladı. 

26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda, Mustafa Kemal Atatürk'ün başkanlığında gerçekleştirilen I. Türk Dil Kurultayı'na davet edildi ve kurultayda "Türk, Sümer ve Hint-Avrupa Dilleri Arasındaki Rabıtalar" isimli bildirisini sundu.[3] 

1933'te Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Lengüistik-Filoloji ve Etimoloji kollarında üye olarak yer aldı.[4] 18 - 23 Ağustos 1934 tarihleri arasında gerçekleştirilen II. Türk Dil Kurultayı'nda "Türk Paleo Etimolojisi" bildirisini sundu.[5] 

Türk dilinin Hint-Avrupa, Sami ve Ural-Altay dilleriyle olan kök ilişkisinin araştırılması için oluşturulan Dil Karşılaştırmaları komisyonunda yer aldı.[6] 

1934'te kabul edilen Soyadı Kanunu'na dek kullandığı Martayan soyadının yerine, Türk dilinin eski dönemleri üzerine yaptığı araştırmalardan dolayı Atatürk'ün önerdiği "Dilâçar" soyadını kullandı. 

1936-1938 yılları arasında yürütülen Güneş Dil Teorisi çalışmalarında uzman üye olarak yer aldı.[7] 

1936-1951 yılları arasında Ankara Üniversitesinde dil-tarih ve Türkoloji dersleri verdi ve Türkçe üzerine önemli çalışmalar yaptı. 

1938'de Türk Dil Kurumu garp dilleri başuzmanı oldu.[8][9] 1942 yılında Türk Ansiklopedisi’nin danışmanlığını yapmaya başladı, 

1958 yılından sonra da ansiklopedinin başredaktörü oldu.[2] Çalışmalarını Türkçenin ve Türk lehçelerinin tarihsel gelişmesi üzerinde yoğunlaştıran Dilâçar, 1972 yılında Kutadgu Bilig İncelemesi adlı eserini yayımladı. Türk Dil Kurumu'ndaki görevini ve dil çalışmalarını 1979'daki ölümüne değin sürdürdü.[1]

Ölümü

1979 yılının yaz ayında dinlenmek için gittiği Büyükdere'de rahatsızlanarak Cerrahpaşa Hastanesine kaldırılan Dilâçar, 12 Eylül 1979'da 84 yaşındayken ölmüştür.[1][17]

Yapıtları

  • Les bases Bio-Psychologiques de la Théorie Güneş Dil (Güneş Dil Teorisi'nin Biyopsikolojik Kökenleri) (1936)
  • Azeri Türkçesi (1950)
  • Batı Türkçesi (1953)
  • Lehçelerin Yazılma Tarzı
  • Türk Dil ve Lehçelerinin Tasnifi Meselesi (1954)
  • Devlet Dili Olarak Türkçe (1962)
  • Wilhelm Thomsen ve Orhon Yazıtlarının Çözülüşü (1963)
  • Türk Diline Genel Bir Bakış (1964)
  • Türkiye'de Dil Özleşmesi (1965)
  • Dil, Diller ve Dilcilik (1968)
  • Kutadgu Bilig İncelemesi (1972)
  • Anadili İlkeleri ve Türkiye Dışındaki Uygulamalar (1978)
Hakkında yazılan eser
  • Kaya Türkay, A.Dilâçar, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1982, 266s.

Kaynakça

^ a b c d Öztürk, Yaşar ; Dilâçar, Vahe (Nisan 2002). "AGOP DİLÂÇAR" (PDF). Bütün Dünya. 17 Nisan 2019 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Kasım 2019.

^ a b Beyaz, Ekrem (Ocak 2019). Agop Dilâçar ve Dil Yazıları"TÜRK DİLİ - Dil ve Edebiyat Dergisi" (PDF). CXVI (805). Türk Dil Kurumu. 22 Temmuz 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 17 Haziran 2023.

^ Birinci Türk Dil Kurultayı - Tezler Müzakere Zabıtları. Devlet Matbaası - İstanbul: Türk Dil Kurumu. 1933. ss. 94-104.

^ Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni. Ankara: Türk Dil Kurumu. Nisan 1933. ss. 24-25.

^ İkinci Türk Dil Kurultayı. Türk Dil Kurumu. Eylül 1934. s. 68.

^ "İKİNCİ TÜRK DİLİ KURULTAYI ZABITLARI". Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni. İstanbul - Devlet Matbaası: Türk Dil Kurumu. Eylül 1934. s. 15.

^ "Üçüncü Türk Dil Kurultayı Gündemi". ÜÇÜNCÜ TURK DİL KURULTAYI - TEZLER MÜZAKERE ZABITLAR. Güneş-Dil Teorisi. Devlet Basımevi - İstanbul: Türk Dil Kurumu (1937 tarihinde yayınlandı). 1936. s. 30.

^ Tan, Nail (2001). "Türk Dil Kurumu Çalışanları (1932-2001)". Kuruluşunun 70. Yıl Dönümünde Türk Dil Kurumu. Türk Tarih Kurumu Basımevi. s. 157. ISBN 978-975-16-1482-7. 29 Mart 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Mart 2023.

Garp Dilleri Başuzmanı: Agop DİLÂÇAR

^ Dördüncü Türk Dil Kurultayı. Alâeddin Kıral Basımevi, İstanbul, Ankara: Türk Dil Kurumu (1943 tarihinde yayınlandı). 1942. s. 32.

Bay A. DİLAÇAR - Türk Dil Kurumu Başuzmanlarından

^ "Agop Dilaçar". Atatürk’ten Anılar. TRT. 1979. 17 Haziran 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi.

^ Özfatura, İrfan (3 Nisan 2011). "Dilimizi dilim dilim... Agop Dilaçar". Türkiye. 17 Eylül 2011 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Mart 2012.

^ Bayer, Yalçın (27 Ocak 2012). "Agop Martayan'ı biliyor musunuz?". Hürriyet. 30 Ocak 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Mart 2012.

^ "Cumhuriyet'in iyi çocuğu Hagop Martayan ya da A. Dilaçar". Agos. 21 Eylül 2012. 12 Eylül 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Ekim 2023.

^ Özakıncı, Cengiz (Mart 2017). "Atatürk Soyadı Konusunda Uydurmalar ve Gerçekler". Bütün Dünya, 192297. s. 15-20. 16 Mart 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mart 2017.

^ Karadaş, Düzgün (17 Ocak 2011). "Gazi, önerilen 14. soyadını kabul etmiş!". Habertürk. 1 Kasım 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Haziran 2017.

^ Naim Hâzım Onat (3 Aralık 1949). ""Atatürk" Soyadı Üzerine Bir Kaç Hatıra". Ulus Gazetesi. 26 Haziran 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Ekim 2023.

^ "A. Dilâçar". Dil Derneği. 1 Kasım 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Kasım 2019.

Kaynak: Wikipedia


Türk Ansiklopedisi A. Dilaçar Maddesi.


🎞 Attilâ İlhan'la Dip Dalgası (1. Bölüm)

  

2005 yılında kaybettiğimiz Attilâ İlhan'ın hayatta iken hazırlanan programı.

Bu bölümde, Vatansever Türk aydını, büyük şairimiz Attilâ İlhan, Kurtuluş Savaşı’nda büyük emekleri geçen ama unutulan vatanseverlerden, kahramanlardan bazılarını bizlere hatırlatıyor... 

Rıfat Börekçi Hoca

Papa Eftim

Arman Pandikyan Efendi

Agop (Martayan) Dilaçar 

Diyap Ağa

Mehmet Rıfat Börekçi kimdir?

Mehmet Rıfat Börekçi

Gazi Mustafa Kemal dönemi mühim âlimlerinden biri Mehmet Rıfat Börekçi hocadır. Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi veya Soyadı Kanunu’ndan sonra, Mehmet Rıfat Börekçi, Ankara’nın yerlisi ve müftüsü sıfatıyla, Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal Paşa’ya önemli destekte bulunmuş bir din adamıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanlığı’nı üstlenmiştir. Kısa bir dönem millletvekilliği de yapmıştır. 

Milli Mücadele’de Şeyhülislâm Dürrizade’nin fetvasına karşı Ankara Fetvası’nı ilân eden âlimdir. Fetva 153 müftü tarafından imzalanarak dağıtıldı. Bunun üzerine 24 Nisan 1920 tarihinde padişah imzasıyla Ankara Müftülüğünden alındı ve Divan-ı Harb-ı Örfi tarafını dan Kuvay-ı Milliyecilere katılmaktan ölüme mahkum edildi.

1860’ta Ankara’da Beynam köyünde doğmuştur. Babası Börekçizadelerden Ali Kazım Efendi’dir. Mehmet Rıfat Efendi, ilk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra yüksek Öğrenim için İstanbul’a gitmiştir. Burada Beyazıt Medresesi müderrislerinden Atıf Efendi’nin derslerine devam edip dini yüksek ilimleri tahsil ederek icazetname (diploma) almaya hak kazanmıştır.

Kuvay-i Milliyecilerin katline ilişkin fetvaya karşı fetva yazarak Milli Mücadeleyi desteklemiş ve fetvayı geçersiz kılmıştır.

İlk memuriyetine Ankara-Fazliye Medresesi’nde öğretim üyesi olarak başlayan Mehmet Rıfat Efendi, 10 Ekim 1898’de Ankara İstinaf Mahkemesi üyeliğine getirildi. 25 Kasım 1908 tarihinde de Ankara Müftüsü oldu. Ayrıca 1911 yılında bir müddet Sivrihisar Kaymakamlığı görevini de vekâleten yürüttü. Bu arada memuriyetinin yanı sıra, eğitim-öğretime olan ilgisini devam ettirdi. Bu cümleden olarak, 1918’de Musilevi Süleymaniye (Süleymaniye Medresesinde büyük müderrislere verilen bir unvan) payesi ile Bursa Müderrisliği kendisine tekrar tevcih edilmiştir. 1920’de “İzmir Paye-i Mücerridi” ve yine aynı yılda “Mahreç Payesi”ne lâyık görülmüştür. Mehmet Rifat Efendi, göstermiş olduğu bu başarılarının bir mükâfatı olarak, 1920’de de her türlü devlet hizmetlerinde güzel işler görenlere iftihar ve imtiyazı mucip olmak üzere çıkarılan “Dördüncü Rütbeden Osmanî Nişanı” ile ödüllendirilmiştir. 

Atatürk Gazi Orman Çiftliği’nde ayran İçerken. En solda Diyanet Başkanı Rıfat Börekçi

Mehmet Rıfat Efendi, 23 Nisan 1920’de toplanan T.B.M.M. 1. Dönem’e Menteşe (Muğla) mebusu olarak girdi. Ancak Müftülük görevini tercih ederek, daha sonra milletvekilliğinden istifa etti. Bu arada 23 Aralık 1922-30 Mart 1924 tarihleri arasında Şer’iye Vekâleti Heyet-i İftâ azalığında bulundu. 4 Nisan 1924’te de yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk başkanı oldu. Soyadı Kanunuyla Börekçi soyadını alan Mehmet Rıfat Efendi, 5 Mart 1941 vefatına kadar bu görevde kaldı.

Kendisi gibi ileri derecede yurtsever olup Kuvay-ı Milliye'yi destekleyen diğer bir örnek Ulukışla Müftüsü Mehmet Bahaeddin Efendi'dir. Torosları geçerek işgale gelen Fransızların hemen püskürtülmesinde rol oynamıştır.

Alıntı: https://mustafakemalim.com/mehmet-rifat-borekci/

Atatürk Dönemi İslam Alimleri 

Tuva'da ölmüş bir Türk savaşçısı

Yaklaşık 1500 yıl önce bugünkü Tuva'da ölmüş bir Türk savaşçısının XX.yyda Rusya Bilimler Akademisi Antro. ve Etnog. Müzesi'ne getirilen heykeli, bugün şair V. Hlebnikov'un Moskova'daki mezarında. Heykeli şairin Taş Baba şiirinden etkilenen yeğeni M.Mituriç'in getirdiği kabul ediliyor.

Dr. Nükhet Okutan Davletov


TUVA CUMHURİYETİ






Türkçe en eski dava dilekçesi

 Türkçe en eski dava dilekçesinin 14. yy'da Türk bir köle tarafından yazıldığını biliyor muydunuz? Bintuñ adlı bu köle rahip olmak istediği için satın alınıp azad edilmesi gerekmektedir. Atay Tutuñ adlı biri tarafından bu amaçla satın alınır ama kandırılınca mahkemeye gider.

Dr. Nükhet Okutan Davletov @ndavletovart

Şamanizmde ruh barındıran saç



Ural halklarından Hantı-Mansilerin destanlarında savaşta yakalananların Kızılderililerdeki gibi kafa derisinin yüzüldüğü anlatılır. Ama bu kişiler reenkarnasyon şansını kaybeder çünkü Şamanizmde ruh barındıran saç kesildiğinde insanı yaşam döngüsüne bağlayan iplik de kopmaktadır. 

Dr. Nükhet Okutan Davletov

@ndavletovart

'Noel Baba' aslında 'Ayaz Ata' mı? Noel, Nurtukan mı?

ABD'li bir gazete, Türklerin 98000 yıl önce kutladıkları kadim Nurtukan bayramının başkahramanı Ayaz Ata için tam bir sayfa ayırmış ve Kırismıs'ın aslında Noel olluğunu, Noel'in ise nurun zaferi anlamına geldiğini ve esasen Nurtukan'dan devşirildiğini çok ayrıntılı anlatmış🎄❄️

 Asst. Prof. Dr. Timur B. Davletov :𐰴𐰴𐱂:𐱅𐰈𐰼𐰰

@aronberk

20231220

21 Aralık Çilla Gecesi (Yelda Gecesi) / Şeb-i Yelda

21 Aralık Yelda Gecesi ne demek? Şeb-i Yelda'da ne yapılır?

İran ve Azerbaycan'da 20 Aralık'ı 21 Aralık'a bağlayan en uzun gece olarak kutlanan Yelda Gecesi (Şeb-i Yelda) günlerinin kısalmasının son bulduğu gecedir. Şeb, gece; Yelda ise uzun ve siyah anlamına geliyor.

21 Aralık Yelda Gecesi nedir, neler yapılır?

Kuzey Yarım Küre'nin en uzun gecesinin yaşandığı 21 Aralık aynı zamanda Yelda Gecesi'dir. Yeni yılın habercisi olan bu kutlu gecede bolluğun ve bereketin simgesi nar kırılıp, dilekler dilenir. Yelda sözcük olarak da Süryani dilinden gelmektedir.

Kış ekinoksu, Şeb-i Yelda, Yule, Işık Bayramı, Horrem ruz ya da doğum gecesi olarak da bilinen 21 Aralık tarihi yeni yılın başlangıcı ve aynı zamanda bazı Anadolu takvimlerinde "Zemheri" denilen kışın en yoğun yaşandığı 40 günlük periyodu gösterir.

Yelda Gecesi, 21 Aralık'ın diğer adıdır. Yani kış gündönümü olarak bilinir. İran ve Azerbaycan'da 2000 bin yıldır kutlanır.

YELDA GECESİ'NDE NELER YAPILIR?

Şeb-i Yelda kutlamalarında İranlı aileler bir araya gelerek yiyip içerek sabaha kadar şiir okurlar.

İnanışa göre;

- Bu gece nar yerseniz yıl boyu hiçbir hastalık size yanaşamazmış,

- Bu gece kapınızın önünde nar kırarsanız yıl boyunca nar gibi bereketiniz olurmuş,

- Bu gece konuklarınıza nar sunarsanız, gönül kırgınlıklarınız geçer, küskünlükleriniz diner, yürek yaralarınız azalırmış

- Bu gece nar evinize girerse yıl boyunca tam da bu gece olduğu gibi karanlık kısalır biter, aydınlıklarınız olurmuş.

Alıntı: https://www.superhaber.com/21-aralik-yelda-gecesi-ne-demek-seb-i-yeldada-ne-yapilir-haber-371709



📖 ✍️Cumhuriyet ve emperyalizm - Kuntay Gücüm


Cumhuriyet ve emperyalizm
Kuntay Gücüm
Teori Genel Yayın Yönetmeni

Eco National ser muharriri, Lozan Konferansı sona yaklaşırken Türk gazetecilere şunu söyler: 

“Şarkta Avrupalıların müdafaa edilecek menâfii bırakılmadığından Şark meselesi ortadan kalkmıştır.”

“Bilhassa İngiltere ve Fransa'nın sertini yapan; lordların, bankerlerin, büyük fabrikatörlerin hatır ve hayale sığmaz o servet ve daradlarını husule getiren müstemlekat ahalisinin ezici boyunduruk altında mütemadiyen çalışmasıdır.”

Bu cümle, Yusuf Hikmet Bey (Bayur) tarafından Ankara Hükümetinin Sevres Anlaşmasına cevabı olarak kaleme alınan Türk Muahede-i Sulhiyyesi ve Mahiyet-i Hakikiyesi adlı metinde yer alıyor. O tarihte Hikmet Bey Hariciye Vekaleti Umur-ı Siyasiye Müdür-ı Umumisi  idi ve vekaleten müsteşarlık görevini yürütüyordu.

Metin Ankara, Trabzon ve Kastamonu matbaalarına basılarak dağıtılmıştır; (1) kişisel değerlendirme değil, Ankara’nın görüşlerini içeren resmi evrak niteliğindedir. Hikmet Bey, Anlaşmanın Avrupa devletlerinin egemen sınıflar bloğunu oluşturan feodal kalıntılar (lordlar), finans kapital (bankerler) ve sanayi sermayesinin (büyük fabrikatörler) sömürgelerdeki insanların boyunduruk altında mütemadiyen çalıştırma amacına göre düzenlendiğini yazıyor. Böylece belge, Milli Hareketin hangi sınıflarla mücadele ettiğini de göstermiş oluyor. Bu sınıfların yatırımları/menfaatleri İmparatorluğa imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri karşılığı geliyordu ve bu kağıtlar Batı kapitalizminin Doğuya doğru hegemonyacı genişlemesini sağlayan temel araçlardır.

Hikmet Bey şunu söyler:

“Çünkü hür ve müstakil olan adam kendi rızasıyla kulluğa bahusus garp kapitalizminin kulu olmağa razı olamaz.”

Metinde Sevres Anlaşmasının neden bu şekliyle ortaya çıktığı incelenirken, şu da belirtiliyor:

“Anadolu, Kafkasya, Kırım vesair Rus sevahilinde bulanık suda balık avlamak, Bolşevik hükümetine karşı para ile itmaa ettikleri bazı ceneral ve serserileri saldırmak gibi arzular kaim olmuştur.”

Böylece Avrupa’nın iktidar sınıf bloğunun, devrimleri ezebilmek için toplumların tortularıyla da (para ile satın alınan bazı general ve serseriler) birleştiği tespit edilmiş oluyor. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin 19. yüzyılda o iktidar sınıfları ile derin bir ittifakı olmuştu.

Tanzimat ile başlayan süreçle Türkiye, Yusuf Hikmet Bey’in adlarını andığı Avrupalı sınıfların da teşvikiyle, Batıcı modernleşme sürecine girdi. Modernleşme maliyetli bir iştir. Tanzimat Fermanı feodal iltizam usulünün kaldırılmasını ve mültezim sınıfının tasfiye edilmesini vaat ediyordu. Merkezi hükümet tarafından vergilerin toplanması ülkenin her yerine yayılmış maliye teşkilatı, yetişmiş kadro ve o kadroları yetiştirecek eğitim kurumlarını; örgün eğitim yaygın eğitim örgütü ve eğitilmiş eğitimcileri; şerrî hukuku modern hukuk ile değiştirmek ülkenin her yerinde adliye teşkilatını, o kanunları yazacak ve uygulayacak eğitime sahip kadroları, onları eğitecek okullar ve eğitimcileri; merkezi devlet bütçesi gelir ve giderleri kontrol edip yönetecek donanımda teşkilat ve insanları; modern şirket yatırım ve yine eğitimli insanı; 19. yüzyılda modernleşmenin simgesi olan demiryolları güçlü sermayeyi ve teknik beceriyi gerektirir.

Batıda bu süreçler ulusal burjuva sınıflar tarafından üstlenilmişti; bu yetersiz kaldığında kıta içi finans piyasalarına başvuruluyordu. Avrupa’da burjuva sınıfı hem üretimi örgütleyerek modern ekonominin hem de vergi ödeyerek ve devlet tahvillerine yatırımlarıyla modern devletin inşacısıdır.

İmparatorluk kendi dinamiklerine sahip olmadığı için boşluğu, Tanzimatla başlayan süreçte Avrupa finans kapitali ile ittifak yaparak doldurdu. Yaşanan, üretici güçlerin Türkiye’de var edilmesi değil, Batıdaki üretici güçlerin Türkiye’ye doğru genişlemesidir. Tanzimat bir anlamda, imtiyazlı şirketlerin hisse senetleri ve Osmanlı istikrazlarının tahvilleri üzerinden Avrupa mali aristokrasisi tarafından finanse edilmiştir diyebiliriz. İstibdat dönemi de 19. yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin yaşadığı dönüşümün Levant coğrafyasındaki izdüşümü, bir yönüyle Avrupa’daki süreçlerin Türkiye özgülünde tekrarlanmasıydı. Avrupa mali aristokrasisiyle ilişkilerin daha da derinleştiği dönemdi. Berlin Anlaşması ancak II. Abdülhamid’in temsil ettiği monarşiyle uygulanabilirdi.

Modern mutlak monarşinin teorisi, Mahmut Nedim Paşalar tarafından 1870’lerin başından itibaren kurulmaya başlamıştır. Mütareke döneminde Damat Ferit-Vahdettin partisi mutlak monarşiyi tekrar ayağa kaldırmayı deneyecektir.

19. yüzyıl Türkiye açısından, bazı kesintilerine rağmen, 1920’de Ankara’nın savaştığını söylediği sınıflarla işbirliği yaparak geçti.

Milli Mücadele önderliğinin 1924’de halkçılardan ayrılarak Terakkiperver Fırkayı kuracak olan liberal kanadı, bu ittifakın sürdürülmesini önermiştir; fakat bu sefer Amerikan sermayesine dayanarak. Amerikan mandası önerisi, Sivas Kongresinde, Türkiye’nin sermayeye sahip olmadığı ve istikraz yapmadan ayakta kalamayacağı, Amerika’da fazlasıyla sermaye bulunduğu ve ancak o sermayenin sahipleriyle anlaşarak İmparatorluğun savaş öncesi sınırlarını muhafaza edebileceği tezleriyle savunuldu. Amerikan mandası başlığıyla önerilen, Amerikan mali sermayesiyle ittifak yoluyla İmparatorluğu kurtarmaktır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programında Batı mali sermayesiyle işbirliği fikri sürdürülmüştür. Parti programının 40 ve 41. maddelerinde 

  • devletin dünyadaki mali itibarını yani istikraz yapabilme olanaklarını artırmak için çalışılacağı; 
  • ülke çapında bayındırlık işlerinin yalnız kendi servet ve sermayesiyle gerçekleştirmek fikrinin doğru olmadığı; 
  • asayişin temini, istikrar ve yabancı sermayelere sağlanacak kolaylıklarla güven telkin edileceği; 
  • memlekete yabancı sermaye gelmesine mâni durumlardan biri olan kambiyo değişimine son vererek milli paranın yabancı paralarına karşı istikrarını temin için Devlet Bankası ile bir anlaşma imzalanacağı 
yazar. Bayındırlık işleri için yabancı sermayeye başvurmanın imtiyazlı şirketleri, borçlanabilme olanaklarını güçlendirmenin ise istikrazları devam ettirmek istenildiğini gösterdiği söylenebilir.

Milli Mücadelenin ilk aşamalarında gündemde olan manda tartışmalarının temelinde “İmparatorluğa tamam mı devam mı” tartışması vardı. İmparatorluğa devam iddiası manda fikrine ulaşmıştır. Tartışma, Misak-ı Milli kararıyla son buldu. Misak-ı Milli ile tanımlanan ulusal devlet, o gün için Amerikan mali sermayesi ile ittifak arayışlarının en temel gerekçelerini ortadan kaldırdı.

Misak-ı Milli sınır çizgilerini tayin etmez; üzerine sınırlar çizilmiş bir harita eki yoktur. Sınırlar için temel prensipler ortaya koyar. O sınırlar içinde, beyannamenin 6. maddesinde ifade edilen mali ve iktisadi bağımsızlığa sahip ulusal devlet hedeflenmişti. Lozan müzakereleri o amaç gözetilerek yürütüldü. Bu yüzden sadece toprak mücadeleleri üzerinden incelenerek Lozan metninin anlaşılamayacağını düşünüyorum. İçinde devletin kurulduğu sınırların nasıl çizildiği kadar, Türkiye’nin küresel sistemle ilişkisini nasıl düzenlediği de önemlidir. O bilgi de Lozan Konferansının özellikle imtiyazlı şirketler ile daha çok Fransızların muhatap olduğu Osmanlı borçları üzerine müzakerelerinde en açık şekilde kendini gösterir. Konferansın ikinci döneminde Fransız delegasyon başkanı General Pellé’nin başkanlığını yaptığı ikinci komite ve İtalyan delegasyon başkanı Montagna’nın başkanlığını yaptığı üçüncü komitenin tutanakları itinalı incelenmelidir.

Lozan görüşmelerinin ikinci dönemini Tevhid-i Efkar adına izleyen ve düzenli makaleler gönderen Velid Ebuzziya o görüşmelerle ilgili şu bilgileri okuyucularına aktarmış: (3)

“General Pellé buraya, kendi arzusu veçhile hareket için değil, hukûmetinin talimatı dairesinde ifâ-yı vazife için gelmiştir. Hükûmeti ise, istese de istemese de sermâyedarların şirketlerin taht-ı nufûs ve tesiri altındadır. Binaenaleyh şarkta biran evvel insâni bir gaye ile sulhun tesisini istemekten, asırlarca nice hukukunu pâyımâl ettikleri Türke karşı artık adl ve insaf dairesinde muameleyi düşünmekten ziyade sermayedarların meşru veyahut gayr-ı meşru menfaatlarını gözetmek mecburiyetinde bulunmaktadır.”

“Burada müzâkerât üzerinde en ziyâde icrâ-yı te’sir eden ve sulhün akdine mani olan avâmilden biri duyûn-i umumiyedir. Malûm olduğu üzere duyûn-i umûmiyyede ki dâyinler vekillerinden ikisi burada bulunmaktadır; ki bunlardan biri İtalyan dâyinler vekili Nogara, diğeri Fransız dâyinler vekili De Koloziyer’dir.”

“(…) Hükümet de bu açgözlü, doymak bilmez memleketlerin kuvvetine istinat ederek en haksız taleplerin dermeyanından utanmaz (imtiyazlı) şirketlerin, bu gibi tahammül edilmez taleplerini redde mecbur olmuştur.”

“Fransa’nın Şark siyaseti, gittikçe tehlikeye düşüyor ve bu da sırf Fransa sermayedarlarının âdi menfaatlerını himâye yüzünden vuku buluyor.

O tarihte Türkiye’de kapitalist ve sermayedar sıfatları sanayi burjuvazisi için değil, Osmanlı tahvil ve imtiyazlı şirketler hisse senetlerine yatırım yapan sınıflar için kullanılıyordu. Bizi yutmak isteyen kapitalizm de aslında emperyalizmdir. Velid Ebuziya’nın sayılarının 3000 kadar olduğunu söylediği sermayedarların direnci Lozan Anlaşmasının imzalanmasını birkaç hafta geciktirdi.

“(Fransızların) yapmak istedikleri bizi tamamen kendi sermâyedârlarının esâret-i iktisâdiyesi altında tutmaktan ibârettir.”

Sulh işinin böyle fâiz meselesine gelip dayanması başda Mösyö Poincaré olmak üzere bütün Fransa hükûmetinin mahâfil-i mâliyenin taht-ı nufûs ve te’sirinde olduğunu gösterir. Poincaré, bu nufûsdan yakasını sıyırabilse hiç şüphesiz sulhün akdi kolaylaşmış olurdu.”

Aynı bilgileri Lozan Konferansıİkdam gazetesi adına izleyen Ahmet Cevdet’in haberlerinde buluyoruz: (3)

“Fransız milletinden ziyade Fransız sermayedarların menâfii müzakerata hâkim olursa bittabi bundan iyi bir netice çıkmaz.”

“Diyorum ki Türkiye’yi maliye cihetiyle bilvasıta esarete sokmak istiyorlar.

“Şimdi son bir teşebbüs vâki oluyor ki o da muamelat-ı maliyede olsun bizi kayıt ve rabıta altında tutmak, ileride bizde kımıldanacak hal bırakmamaktır. Bütçemizin varidat ve mesarif kısmı arasında tevazün hasıl olmasından endişe ediyorlar, diye hükmediyorum. Bu muvazenet hasıl olmamak daima istikraza müracaat ederek açık kapatmaya mecbur olmaklığımız onlar için bir istikbal emelidir.”

Bir Avrupalı gazetecinin dediği gibi, Avrupa egemen sınıflarının Türkiye’de savunulabilecek çıkarı bırakılmadığından, 200 yıllık şark meselesi devrim yoluyla tasfiye edilmişti; emperyalist sınıfları temsil eden müttefiklerin istikbal emeli Türkiye’de gerçekleşmemiştir.

Millî Mücadele, Avrupa mali sermayesine ve Amerikan mali sermayesiyle ittifak arayışlarına karşı kazanıldı. Nasıl ki II. Abdülhamid dönemi istibdatı, Berlin Anlaşmasıyla Doğu’da kurulan emperyalist düzeneğe uyum sağlama biçimiyse, Cumhuriyet de küresel sistemden kopuşun rejimiydi.

Cumhuriyet’e, Türkiye’nin üretici sınıfları adına emperyalist sınıflarla mücadele yoluyla ulaşılmıştır.

DİPNOTLAR

1 Bu metin basılı halde sahaflarda bulunabiliyor. Kendi arşivimde Kastamonu baskısı var. Mete Tuncay tarafından Latin harflerine de çevrilmiştir. Alıntılar için Tuncay’ın çevirisini kullandım.

2 Velid Ebuzziya’nın Lozan’dan gönderdiği makaleler Ahmet Temiz tarafından derleyip yayınlanmıştır. Ahmet Temiz, Velid Abuzziya’nın Lozan Mektupları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007.

3 Ahmet Cevdet’in Lozan’dan gönderdiği makaleler Nuri Sağlam tarafından derlenip yayınlanmıştır. Türk Basınında Lozan Ahmet Cevdet’in Lozan Makaleleri, Hazırlayan: Nuri Sağlam, alBaraka Yayınları, İstanbul, 2023.


Alıntı/Kaynak: https://www.teoridergisi.com/index.php/cumhuriyet-ve-emperyalizm