20170907

Türklük, Alevilik ve Türk dili arasındaki organik / kültür bağları


Alevilikte yobazlık olmaz. Onlar Alevi değil. Alevilik Türklük içinde bir soy değil saf Türklüğün ta kendisi. Alevi olmanın şartları var. Kemalist olmayan Alevi olamaz. Kısaca, öz Türk kültürüdür.



İslam Türkler'le ilk buluştuğunda, Türk inançları Alevilik adını aldı. O zaman her müslüman Türk aynı inancı paylaşıyordu. Bütün Anadolu Türkleri'nin dedeleri Alevi idi. Allah-Muhammed- Ali inancı kadim Türk inancının yeni tercümesi olmuştu. Dışarıdan ithal edilen "Sünnilik" başlığı adı altındaki ilkel kapitalizm Türklüğe bir saldırı idi.



Atatürk'ün de dediği gibi "Türk bir ırkın adı değil bütün adamların birliğidir." Özü Türk dili ve onun yarattığı kültürdür. Türk kültürünün özünü bugüne taşıyan kesime Alevi dendiği için Türklük milliyetçilik hareketlerine kadar bu başlıkta devam etti. Aslında Alevilik yerine Türklük dersek bu daha doğru olur. Yörüklerin tamamı Alevi idi yani kültürünü korumayı başarmış Türkler idi. Osmanlı son yüzyıllarda Yörüklerin bir bölümünü sünnileştirdi. Bu nedenledir ki JönTürk'ler kendilerini Bektaşi olarak gördüler ve hatta bizzat katıldılar.



Örneğin Dede Korkut hikayeleri Alevi metinleri olarak bilinir. Halbuki o devirde ayrım yoktu. Hatta şunu söyleyim İslamiyet sonrası diye bilinen bu tür sözlü kültür öğeleri, söylenceler -Köroğlu gibi- İslamiyetten çok önce de aynen var idiler. Bunlar bilimsel bulgular.



Biz Türkler on beş bin yıl önce de burada, Anadolu'da gerek yarı göçebe, gerek yerleşik olarak yaşıyorduk. Azerbaycan ile Anadolu, İran'ın bir bölümü Türk toprağıydı. Halen de öyle.



Hami-Sami dillerini konuşanlar, Akadlar, Mezopotamya'ya sonradan geldiler. Zaten özünde onların ve diğer bütün toplulukların kökeni de Türk yani Türkçe idi. Dilleriyle birlikte Türklüklerini yitirmişlerdi. Dünyanın en büyük hazinesi Türk dilidir. Bizi biz yapan odur. "Türk demek Türkçe demektir."

Diller insanın yalnız düşünce değil beyin yapısını da değiştirir. Türkçe doğayı, evreni, matematiği, her şeyi, tüm varlığı ve yokluğu en iyi kavrayan dil olduğundan Türk çocuğunun beyni daha ana karnında diğer dillerin çocuklarından avantajlı gelişir. Zaten Atatürk'e göre tüm dillerin kökeni Türkçe. Bazıları Atatürk'ün sırf milli birliği güçlendirsin diye bu tip iddiaları ortaya attığını sanıyor. Halbuki böyle söyleyerek kendi yüreksizliklerini Atatürk'e mal etmeye çalışıyorlar. Bu konuya ne kadar zaman ayırırsanız Atatürk'ün o kadar haklı olduğunu görürsünüz.

Türk kültürünü dış saldırılara karşı koruyan kesim bunu nasıl başardı? Dili ve kültürü nasıl korudu?



Bunun bir çok yolu var. Bildiğim en sağlam yolu yarım uyaktır. (tek sessiz harfe dayanan kafiyedir).



Osmanlının yüz yıl önceki dilini anlamayız. Ancak sekiz yüz yıllık bir Alevi deyişi (inanç türküsü) bugün söylenmiş kadar tazedir.



Örneğin; Yunus, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Şah İsmail Hatai'nin şiirleri.



Dostun bahçesinde ben garip bülbül

Efkarım artmakta halim pek müşkül

Koparmadım asla kokladım bir gül

Kâfir oldum ise imana geldim 


- Şah İsmail Hatai, İran



Gönül Çalabın tahtı

Gönüle Çalap baktı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise



- Yunus Emre



(Çalap: Tanrı.)

Yarım uyakla (tek sessiz harf kafiyesiyle) yazılmış şiirlerde kafiyenin hatta çoğu durumda o dizedeki herhangi bir sözcüğün yerine bir başkasını koyamazsınız. Koyarsanız saçma sapan bir şiir ve türkü elde edersiniz. Yakın zamandan bir örnek verelim: Düzdedir yar düzdedir Yâr zülüfün düzdedir Binlerce güzel sevdim Hâlâ gönlüm sizdedir. Aslı: Düzdedir yar düzdedir Yâr zülüfün düzdedir Binlerce gelin sevdim Hâlâ gönlüm kızdadır Zaten "Beni bir gelin vurdu Yaramı kız bağladı" sözleriyle başka bir türkü de bize ipucu veriyor. Başka bir örnek. Sanırım yüzyıl öncesinden: 

Mezarımı Kazın Bayıra Düze (Annem Vay Düze) Yönünü Çevirin Sıladan Yüze (Annem Vay Yüze) Benden Selâm Söylen Sevdiğinize (Sevdiğinize) Aslı: Benden Selâm Söylen Sevdiğimize (yada "Sevdiğim kıza") 

Böylece ezgi ile söz ile dil ve kültür kendini korur. Şüphesiz desenler, gelenekler de var ancak yaşam biçimi ve devlet, örgütsel, askeri yapı dahil herşeyin temeli dil olduğu için okur yazarlığın daha doğrusu mürekkep ve kağıdın olmadığı ya da zorba hükümdarların elinde olduğu zamanlarda dili koruyan türküler oldu. Türkü söyleyenler hem dili, hem kültürü korudular. Dünyanın neresinde dilini, kültürünü korumuş bir Türk topluluğu görürseniz elinde saz dudağında türkü bulursunuz. Yukarıdaki türküleri herkes yanlış okusa bile biri çözüp yeniden doğrusunu yaymaya başlar. Şimdi binlerce yıldır on milyonlarca türkümüzü düşünün. Dilden dile, telden tele aktarılmış. İngilizin beş yüz yıllık her türlü tarihi kaydı vardır. Ama daha geriye giderseniz önce bulanıklaşır; sonra kaybolur. Ancak biz bu türkülerle insanlık tarihinin öncesinden duygu, düşünce ve yaşam biçimimizi çözer ve anlarız. İşte sünnileştirilen Türkler az kalsın bunlardan mahrum kalıyordu. Neyse ki herkes bağlamayı elinden, türküyü dilinden düşürmedi. Onlara Alevi dendi. Ve sonunda bir yörük torunu çıkıp önce Cumhuriyeti sonra da Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nu kurarak yüz yıllardır bozulan tellere bir düzen verdi: Türkçe, Türkün dilinde daha çok türkü olsun diye...

Alevilik sözünü isterseniz kapatalım: Alevilik = Türk yaşam biçimi. 
Türklüğe gelince Türklük insanlık tarihinden de önce ve hatta dünya kurulmadan başladı.

Bu ırk konusu değil dil konusu.



Hakikat bir gizli sırdır

Açabilirsen gel beri

Küfr içinde iman vardır

Seçebilirsen gel beri

Şah İsmail Hatayi, 16.yy


"Miskinlikte buldular
Kimde erlik var ise
 Merdivenden ittiler
Yüksekten bakar ise

Gönül yüksekte gezer
Dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne o sızar
İçinde ne var ise

Ak sakallı pir hoca
Bilemez hali nice
Emek vermesin hacca
Bir gönül yıkar ise

Sağır işitmez sözü
Gece sanar gündüzü
Kördür münkirin gözü
Âlem münevver ise

Gönül Çalabın tahtı
Gönüle Çalab baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise

Sen sana ne sanırsan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise

Bildik gelenler geçmiş
Konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş
Kim mana duyar ise

Yunus yoldan azuban
Yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye
Sevdiği didar ise”

Yunus Emre, yaklaşık sekiz yüz yıl önce.

Dem-be-dem : Zaman zaman
Münevver : Bilgili, aydın
Çalap : Tanrı
Bedbaht : Talihsiz
Sin : Mezar
Didar : Yüz. Burada Tanrı'nın yüzü anlamında
Ayruk : Başkası

GAZİ ŞİMŞEK
 Sinema yönetmeni, gazeteci,