Alevilikte
yobazlık olmaz. Onlar Alevi değil. Alevilik Türklük içinde bir soy değil
saf Türklüğün ta kendisi. Alevi olmanın şartları var. Kemalist olmayan Alevi
olamaz. Kısaca, öz Türk kültürüdür.
İslam Türkler'le ilk buluştuğunda, Türk inançları Alevilik adını
aldı. O zaman her müslüman Türk aynı inancı paylaşıyordu. Bütün Anadolu
Türkleri'nin dedeleri Alevi idi. Allah-Muhammed- Ali inancı kadim Türk
inancının yeni tercümesi olmuştu. Dışarıdan ithal edilen "Sünnilik"
başlığı adı altındaki ilkel kapitalizm Türklüğe bir saldırı idi.
Atatürk'ün de dediği
gibi "Türk bir ırkın adı değil bütün adamların birliğidir." Özü Türk
dili ve onun yarattığı kültürdür. Türk kültürünün özünü bugüne taşıyan kesime
Alevi dendiği için Türklük milliyetçilik hareketlerine kadar bu başlıkta devam
etti. Aslında Alevilik yerine Türklük dersek bu daha doğru olur. Yörüklerin
tamamı Alevi idi yani kültürünü korumayı başarmış Türkler idi. Osmanlı son
yüzyıllarda Yörüklerin bir bölümünü sünnileştirdi. Bu nedenledir ki JönTürk'ler
kendilerini Bektaşi olarak gördüler ve hatta bizzat katıldılar.
Örneğin
Dede Korkut hikayeleri Alevi metinleri olarak bilinir. Halbuki o devirde ayrım
yoktu. Hatta şunu söyleyim İslamiyet sonrası diye bilinen bu tür sözlü kültür
öğeleri, söylenceler -Köroğlu gibi- İslamiyetten çok önce de aynen var idiler.
Bunlar bilimsel bulgular.
Biz Türkler on beş bin
yıl önce de burada, Anadolu'da gerek yarı göçebe, gerek yerleşik olarak
yaşıyorduk. Azerbaycan ile Anadolu, İran'ın bir bölümü Türk toprağıydı. Halen
de öyle.
Hami-Sami
dillerini konuşanlar, Akadlar,
Mezopotamya'ya sonradan geldiler. Zaten özünde onların ve diğer bütün
toplulukların kökeni de Türk yani Türkçe idi. Dilleriyle birlikte Türklüklerini yitirmişlerdi. Dünyanın en büyük
hazinesi Türk dilidir. Bizi biz yapan odur. "Türk demek Türkçe
demektir."
Diller insanın yalnız düşünce değil beyin yapısını da
değiştirir. Türkçe doğayı, evreni, matematiği, her şeyi, tüm varlığı ve yokluğu
en iyi kavrayan dil olduğundan Türk çocuğunun beyni daha ana karnında diğer
dillerin çocuklarından avantajlı gelişir. Zaten Atatürk'e göre tüm dillerin
kökeni Türkçe. Bazıları Atatürk'ün sırf milli birliği güçlendirsin diye bu tip
iddiaları ortaya attığını sanıyor. Halbuki böyle söyleyerek kendi
yüreksizliklerini Atatürk'e mal etmeye çalışıyorlar. Bu konuya ne kadar zaman
ayırırsanız Atatürk'ün o kadar haklı olduğunu görürsünüz.
Türk kültürünü dış
saldırılara karşı koruyan kesim bunu nasıl başardı? Dili ve kültürü nasıl
korudu?
Bunun bir çok yolu
var. Bildiğim en sağlam yolu yarım uyaktır. (tek sessiz harfe dayanan
kafiyedir).
Osmanlının yüz yıl
önceki dilini anlamayız. Ancak sekiz yüz yıllık bir Alevi deyişi (inanç
türküsü) bugün söylenmiş kadar tazedir.
Örneğin; Yunus,
Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Şah İsmail Hatai'nin şiirleri.
Dostun bahçesinde ben
garip bülbül
Efkarım artmakta halim
pek müşkül
Koparmadım asla
kokladım bir gül
Kâfir oldum ise imana
geldim
- Şah İsmail Hatai, İran
Gönül Çalabın tahtı
Gönüle Çalap baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
- Yunus Emre
(Çalap: Tanrı.)
Yarım uyakla (tek sessiz harf kafiyesiyle) yazılmış şiirlerde kafiyenin
hatta çoğu durumda o dizedeki herhangi bir sözcüğün yerine bir başkasını
koyamazsınız. Koyarsanız saçma sapan bir şiir ve türkü elde edersiniz. Yakın
zamandan bir örnek verelim: Düzdedir yar düzdedir Yâr zülüfün düzdedir Binlerce
güzel sevdim Hâlâ gönlüm sizdedir. Aslı: Düzdedir yar düzdedir Yâr zülüfün
düzdedir Binlerce gelin sevdim Hâlâ gönlüm kızdadır Zaten "Beni bir gelin
vurdu Yaramı kız bağladı" sözleriyle başka bir türkü de bize ipucu
veriyor. Başka bir örnek. Sanırım yüzyıl öncesinden:
Mezarımı Kazın Bayıra Düze (Annem Vay Düze)
Yönünü Çevirin Sıladan Yüze (Annem Vay Yüze)
Benden Selâm Söylen Sevdiğinize (Sevdiğinize) Aslı:
Benden Selâm Söylen Sevdiğimize (yada "Sevdiğim
kıza")
Böylece ezgi ile söz ile dil ve kültür kendini korur. Şüphesiz
desenler, gelenekler de var ancak yaşam biçimi ve devlet, örgütsel, askeri yapı
dahil herşeyin temeli dil olduğu için okur yazarlığın daha doğrusu mürekkep ve
kağıdın olmadığı ya da zorba hükümdarların elinde olduğu zamanlarda dili
koruyan türküler oldu. Türkü söyleyenler hem dili, hem kültürü korudular.
Dünyanın neresinde dilini, kültürünü korumuş bir Türk topluluğu görürseniz
elinde saz dudağında türkü bulursunuz. Yukarıdaki türküleri herkes yanlış okusa
bile biri çözüp yeniden doğrusunu yaymaya başlar. Şimdi binlerce yıldır on
milyonlarca türkümüzü düşünün. Dilden dile, telden tele aktarılmış. İngilizin
beş yüz yıllık her türlü tarihi kaydı vardır. Ama daha geriye giderseniz önce
bulanıklaşır; sonra kaybolur. Ancak biz bu türkülerle insanlık tarihinin
öncesinden duygu, düşünce ve yaşam biçimimizi çözer ve anlarız. İşte
sünnileştirilen Türkler az kalsın bunlardan mahrum kalıyordu. Neyse ki herkes
bağlamayı elinden, türküyü dilinden düşürmedi. Onlara Alevi dendi. Ve sonunda
bir yörük torunu çıkıp önce Cumhuriyeti sonra da Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih
Kurumu'nu kurarak yüz yıllardır bozulan tellere bir düzen verdi: Türkçe, Türkün
dilinde daha çok türkü olsun diye...
Alevilik sözünü
isterseniz kapatalım: Alevilik = Türk yaşam biçimi.
Türklüğe gelince Türklük
insanlık tarihinden de önce ve hatta dünya kurulmadan başladı.
Bu ırk konusu değil dil konusu.
Hakikat
bir gizli sırdır
Açabilirsen gel beri
Küfr içinde iman
vardır
Seçebilirsen gel beri
Şah İsmail Hatayi, 16.yy
"Miskinlikte
buldular
Kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler
Yüksekten bakar ise
Gönül yüksekte gezer
Dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne o sızar
İçinde ne var ise
Ak sakallı pir hoca
Bilemez hali nice
Emek vermesin hacca
Bir gönül yıkar ise
Sağır işitmez sözü
Gece sanar gündüzü
Kördür münkirin gözü
Âlem münevver ise
Gönül Çalabın tahtı
Gönüle Çalab baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Sen sana ne sanırsan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise
Bildik gelenler geçmiş
Konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş
Kim mana duyar ise
Yunus yoldan azuban
Yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye
Sevdiği didar ise”
Yunus Emre, yaklaşık sekiz yüz yıl önce.
Dem-be-dem : Zaman
zaman
Münevver : Bilgili,
aydın
Çalap : Tanrı
Bedbaht : Talihsiz
Sin : Mezar
Didar : Yüz.
Burada Tanrı'nın yüzü anlamında
Ayruk : Başkası
GAZİ ŞİMŞEK
Sinema yönetmeni, gazeteci,