20171130
İstiklal Marşının Kabulü - Mehmet Akif Ersoy / Türk Milleti için anlamı
İstiklal Marşının milletimiz için anlamı nedir? Özet olarak İstiklal Marşı neyi ifade etmektedir? İstiklal Marşının özü ile ilgili kısa bilgiler.
İstiklal Marşı Türk Milleti İçin Ne İfade Eder?
- Mehmet Akif Ersoy’un Türk milletine en büyük armağanı hiç kuşkusuz İstiklal Marşı’dır.
- İstiklal Marşı, Osmanlı Devleti’nin parçalandığı ve her bir parçasının emperyalistlerin iştahını kabarttığı bir zamanda, sözde medeni olan emperyalistlere, Akif’in dediği gibi “tek dişi kalmış canavar”lara vurulan bir tokattır.
- İstiklal Marşı, Anadolu’da yükselen Kuva-yı Milliye’nin ruhudur.
- İstiklal Marşı, bütün Anadolu’yu harmanlamış ve bu toprakları vatan kabul etmiş bir milletin özüdür.
- İstiklal Marşı, Milli Mücadele’yi yapan insanların hangi inanç, duygu ve düşüncede olduklarının resmi belgedir.
- İstiklal Marşı, kendini farklı milletten, farklı etnik kökenden görmesine rağmen Türk bayrağı altında toplanmış insanların oluşturduğu derin bir milli mutabakat metnidir.
- Bundan dolayıdır ki İstiklal Marşı değiştirilemez, değiştirilmesi bile teklif edilemez.
Kaynak: İstiklal Marşımız ve Mehmet Akif Ersoy, İbrahim Akyol, Çankırı-2011, s.7-8
İstiklal Marşı ile ilgili anılar
İstiklal Marşı ile ilgili anılar, milli marşımız olan İstiklal Marşı hakkında kısa anılar, kısaca 12 Mart 1921 istiklal marşının kabulü ile ilgili anılar.
(İstiklal Marşının Yazılması Anısı.)
İstiklal Marşı’nın Yazılması
Yeni kurulan devlet için bir “Milli Marş” yazılması hususunda Büyük Millet Meclisi’nin altı ay müddet vererek açtığı “İstiklâl Marşı Müsabakası”na muhtelif şâirlerin gönderdiği tam 724 şiir gelir. Bu şiirler, oluşturulan bir komisyonda incelenir ve içlerinden altı tanesi seçilerek Meclis matbaasında bastırılıp milletvekillerine dağıtılır.
Mâarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi Bey, yarışmaya para ödülü konulmuş olması yüzünden iştirâk etmemiş olan şâir Mehmet Akif Bey’e müracaat ederek, onunda bir şiir yazmasını ister. Bunun üzerine Mehmet Akif Bey; “Ben mebusum, müsabakaya iştirak etmem, ayrıca yazarım” diyerek teklifi kabul edip, ikâmet etmekte olduğu Tâceddin Dergâhı’nda, “Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği İstiklâl Marşı şiirini yazdı. (1)
(İstiklal Marşının kürsüden okunması ile ilgili anı.)
İstiklal Marşı’nın Okunması
Milli Eğitim Bakanı kürsüye çıkarak büyük bir heyecanla İstiklâl Marşı’nı okur. Marş’ın her satırı, her kıtası sürekli alkışlarla karşılanır. Meclis’i büyük bir heyecan kaplar.
Abdülgafur Efendi dua ediyor, bütün Meclis âmin-han oluyor. O gün Üstat için en muazzam bir gündü. Hayatında bu kadar heyecanlı bir gün geçirmediğini söylüyordu. (2)
Nihayet 12 Mart 1921 günü Meclis’te yapılan oylamada Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı “İstiklal Marşı” adlı şiir Milli Marş olarak kabul edilir. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in kürsüden tekrar okuduğu “İstiklal Marşı” milletvekillerince ayakta dinlenir…
(İstiklal Marşı ile ilgili kısa anı, istiklal marşı anı)
Ben Yalnız Gördüğümü Yazdım
Bir gün Üstad’a sordum:
“– İstiklâl Marşı’nı niçin Safahat’a koymadınız?”
“– Onu millete hediye ettim, dedi; artık o, milletindir. Benimle alâkası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım. (3)
(Anılarla İstiklal Marşı)
Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın…
Mehmet Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken kendisine İstiklal Marşı için,
“Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye bir sual sorulmuş. Akif’in şu cevabı, bu marşın neyin destanı, neyin mahsulü olduğunu anlatacak bir vecizedir:
“O şiir bir daha yazılamaz, onu ben de yazamam; onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın.”
(Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı Anıları, İstiklal Marşını konu alan anılar, Mehmet Akif Ersoy’un dilinden İstiklal Marşı nasıl yazıldı anısı.)
İstiklal Marşı Milletin Malıdır
Üstad, uzun bir hicretten sonra memlekete dönmüştü. Gurbet illerinde sevgili yurdunun hicran ve hasreti onu yakmış, kavurmuştu. Ciğerleri şişmiş, vücudu bir külçe kemik halinde kalmıştı. Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nın loş ve sâkin bir odasında son günlerini yaşıyordu. Sevdiği bazı arkadaşları kendisini ziyarete gelmişlerdi. Milli Mücadele günlerinden bahsediliyordu. Söz İstiklâl Marşı’na intikal etti.
İstiklâl Marşı denince üstadın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hastabakıcının yardımıyla doğruldu, anlatmağa başladı:
“– İstiklâl marşı... O günler ne samimî, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifâdesidir. Bin bir fecâyi karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz... Onu kimse yazamaz... Onu ben de yazamam... Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur...”
Bunu söylerken Üstad yorulmuştu. Başı yastığa düşüyordu. O kemik külçesini yavaşçacık itina ile yatağına uzattık. Misafirler veda ettiler. Üstad gözlerini kapadı. Sakin, sessiz uyumaya başladı. (4)
(1) Muallim Mâhir İz (Mehmed Âkif’in talebesi ve arkadaşı), Yılların İzi, s. 128, İstanbul 1975.
(2) Fergan, C. 1, s. 80.
(3) Fergan, C. 1, s. 166. Mehmed Âkif’in talebesi ve seyyah, gazeteci Mehmed Tevfik Efendi’nin oğlu Mehmed’in hatırası.
(4) Fergan, C. 1, s. 82.
İSTİKLAL MARŞI - Mehmet Âkif ERSOY'un sesinden ve sözleri
İstiklâl Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif ERSOY
Şair Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklâl Marşı’nın ilk iki kıtası ve açıklaması.
İstiklâl Marşı ve Açıklaması
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
İstiklâl Marşı’nın ilk kıtasında şair Mehmet Akif Ersoy, Türk milletine cesaret vermek ve onda bulunan milli duyguları harekete geçirmek için şiirine “Korkma” diye başlıyor. Göklerde dalgalanan bayrağımızın hiçbir zaman inmeyeceğini, sonsuza dek bu topraklar üzerinde dalgalanacağını belirterek, Türk Devletinin varlığını devam ettireceğine olan yüksek inancını milleti ile paylaşıyor. Türk milletinin en son ferdinin ölmeden bu ülkenin asla teslim alınamayacağını anlatarak, bayrağımızı Türk milletinin varoluş ve bağımsızlık sembolü olarak görüyor. Bayrağa millet adına sahip çıkmakla, ay yıldızlı bayrağın dolayısıyla bu vatanın Türk milletine ait olduğunu ve hiçbir kuvvetin almaya gücünün yetemeyeceğine işaret ediyor.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
İkinci kıtada bayrağa seslenen vatan şairi Mehmet Akif Ersoy, milletimizin bulunduğu zor şartlardan dolayı ay yıldızlı bayrağımızın kırgın ve küskün halini dile getiriyor. Şair, bayrağımızın öfkeli halini bırakıp göklerde dalgalanmasını, kahraman Türk milletine artık gülmesi gerektiğini söylüyor. Bayrağımıza, eğer bu şiddetli ve öfkeli halini bırakmazsa uğruna dökülen şehit kanlarımızın helal olmayacağını söyleyerek, bağımsızlığın Allah’a inanan milletimizin hakkı olduğunu ifade ediyor.
İstiklal Marşı’nın 10 kıtasının açıklaması (İstiklal Marşı’nın tüm kıtalarının tek tek açıklaması)
İstiklal Marşı’nın Tarihçesi hakkında bilgi.
Uğur Mumcu'nun Köy Enstitüleri Konuşması
Devrim Şehidi Uğur Mumcu'nun bir panelde yaptığı Köy Enstitüleri ile ilgili konuşması
Köy Enstitüleri/Türkiye nin Büyük Kaybı
'Köy Enstitüleri zamanının çok ilerisinde bir yapılanma idi.Sadece on
yılda bile müthiş bir ivme göstererek Türkiye de eğitimi, kültürü,okuma
yazma oranını yükseltmeyi başarmıştı.Peki Türkiye adına bu kadar yararlı
ve önemli bir projeyi kim neden ve nasıl kapattı ?'
Video Kaynak Alıntı
Video Kaynak Alıntı
Köy Enstitüleri Belgeseli
Müzik. "Concerto No. 1 For Piano and Orchestra In D minor, BWV 1052: I. Allegro" by Columbia Symphony Orchestra;Glenn Gould
.. Amaç; bilgili insan yetiştirmek, eğitimli toplum yetiştirmek.
''Bilgisizler içinde bir bilgili, ölüler içinde bir diridir.''
Hz. Muhammed
''Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.''
Hz. Ali
''En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.''
Mustafa Kemal Atatürk
Önce öğretmenliği öldürdüler - İsmet Özçelik
Önce öğretmenliği öldürdüler
İsmet Özçelik
Aydınlık Gazetesi, 24.11.2017
Genç kuşaklar şimdiden gelecek derdinde.
Milli Eğitim Bakanı konuştukça, “Milli eğitimimiz kimlere emanet” diyenlerin sayısı artıyor. Hele en son ders saatlerinin kısaltılması ile ilgili açıklaması, “artık bu kadarına da pes” dedirten cinsten!
KÖY ENSTİTÜLERİ
Türk eğitim sistemi bu noktaya nasıl geldi?
Atatürk Kurtuluş Savaşı sonrasında en çok eğitim-öğretime önem verdi. Öğretmenlere, “Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyerek işlerinin değerini anlattı.
Köy enstitüleri efsaneydi. Dünyaya örnekti. Yetiştirdiği öğretmenler Türkiye’yi değiştiriyordu. Anadolu’nun en ücra köylerini bile ayağa kaldırıyorlardı.
Genç Cumhuriyet’in başarısı düşmanları rahatsız etti. Emperyalizmle ittifak halindeki gericilik el birliğiyle bu okulları kapattı. Yerine kurulan öğretmen okulları eskisi kadar olmasa da yine öğretmen yetiştirmede önemli görevler üstlendi. Ama sonra onu da yok ettiler.
Eğitimi öldürmek için önce öğretmenliği öldürdüler.
43 YIL SONRA
Öğretmen okulunda bir Eğitim Psikolojisi öğretmenimiz vardı. Ali Örs. Okul bitince haberlerini alsam da ilişkimiz kopmuştu. Bir yazımı okumuş. 43 yıl sonra telefonla da olsa konuştuk. Çok mutlu oldum.
Tabi konumuz yine eğitimdi. Bilmiyordum, konuşma sırasında öğrendim. Daha önce müfettişmiş. Müfettişlerin öğretmenliğe dönmesi pek tercih edilen bir durum değil. Ama o teftişleri sırasında öğretmenlerde bazı eksiklikler olduğunu görünce, bu eksikliğin öğretmen yetiştiren okullarda giderilmesi gerektiğini düşünmüş.
Hiç düşünmeden bir öğretmen okulunda görev istemiş. Sonra da bizim öğretmenimiz olmuş. İyi ki de olmuş.
Eskiden anlayış buydu.
NEREDEN NEREYE?
O zamanlar öğretmenler, “önder, köy önderi” olarak yetiştirilirdi. Aşı yapmasını, kiremit bağlamasını, cam takmasını, ağaç budamasını, tarımı, sanayiyi, ... bilirdi.
Mezun olduklarında kendilerine verilen tahta bavulda, ders araç gereçlerinin yanında bir takım da dünya klasikleri olurdu.
Meclis’te önemli bir ağırlıkları vardı. Şimdi onların yerine müteahhitler geldi.
24 Kasım “Öğretmenler Günü”. Bu günü anarken, köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın “Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin” sözlerini anımsadım. Ölmeden önceki son sözleriydi.
Ceyhun Atıf Kansu bu sözler üzerine “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirini yazdı. İşte bu şiirden bir bölüm:
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin...ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
...
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
...
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
Öğretmen işte bu. Bütün öğretmenlerin “Öğretmenler Günü” kutlu olsun!
Alıntı Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/once-ogretmenligi-oldurduler-ismet-ozcelik-kose-yazilari-kasim-2017
Selda Bağcan - 'Dünyanın Bütün Çiçekleri'
Laiklik ve Türk kültürüne sahip çıkmak...
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev:
“Biz İslam’ı resmi din olarak kabul
ediyor ve bundan gurur duyuyoruz. Fakat Müslümanlığımızı konu ederek bir
yerlere gelemeyiz. Çünkü diğer Müslüman devletlere ve İslam’ı yaşama
biçimlerine saygımız sonsuz, fakat biz Arap değiliz.
'Biz göçebe ve Türki bir halkız.
Araplar gibi kızlarımızı dini, kültürel veya toplumsal baskılarla kapatıp bunu
Müslüman devlet imajı olarak kullanamayız.
Onları çarşaflara bürüyerek eve
hapsetmek bizim yolumuz değildir. Tekrarlıyorum; herkese saygımız sonsuz. Fakat
giyim - kuşam insanların kendi özelindedir. Biz Kazak’ız. Halkımız göçebe
hayatı boyunca at üstünde bugünlere kadar kadın-erkek ayrımı yapmadan geldi.
Kadınlarımız erlerinin yanında veya
ardında değil, önünde yürüdü. İslam öncesinde kadınlarımız nasıl isterse öyle
giyinirlerdi ve toplumu rahatsız etmek gibi bir amaçları hiç olmadı.
Bugün sorun olması hiç mümkün
değildir. Müslüman ve Sünni bir halk olmamız insanların hayatlarına karışmamız
için sebep değildir.”
Mustafa Kemal Atatürk ve Laiklik
''Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.''
''Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.''
Mustafa Kemal Atatürk ve Laiklik
''Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.''
''Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.''
'Atatürk, bugün de bütün Türklerin Ata'sıdır
''O'nu uğrladıktan sonraki dönem ama özellikle son 50-60 yılda Mustafa Kemal Atatürk'ü hakkıyla dünyaya tanıtmayan, Türklüğüyle gurur duymayan ve derin bir kültür yozlaşmasına uğrayan Türkiye'deki devlet adamlarının, aydınların ve halkın sorumluluğu çok büyüktür. Batı dünyasının iki yüzlü siyasetçilerine yalakalık yapmaktan Avrasya'lı olduğunu unutup soydaşlarına sahip çıkmamalarına ve diğer Asya milletlerini hor görmelerine rağmen, o eşşsiz insan, ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hala bütün Türklerin ve dünyadaki mazlum milletlerin kalbindeki gerçek lider olarak kalmayı başarmıştır. Sadece 20. yüzyıla değil, 21. yüzyıla da şimdiden imzasını atmıştır. O'nunla ve insanlık değerleriyle yoğrulmuş kültürümüzle beslenen Türklüğümüzle ne kadar gurur duysak azdır.''
Alp Icoz
Türk Cumhuriyetleri’nden altı ülkede yapılan anketin sonuçları dikkat çekti
İşte Türklerin en sevdiği lider
Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Bayer köşe yazısında, Türk Cumhuriyetleri’nden altı ülkede yapılan anketin dikkat çeken sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı.
Yazar Bayer, Azerbaycan, Türkiye, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da 18 yaş üzerindeki 500 kişiye 60 sorunun yöneltildiğini ifade etti.
Bayer, “Türk dünyasında ‘Tarihi ve devlet adamlarından kimi tanıyorsunuz’ sorusunun yanıtı Atatürk ve Nazarbayev çıktı” dedi.
Atatürk’ün isminin en yüksek çıktığı ülkenin Azerbaycan olduğunu dile getiren Bayer, “Azerbaycanlılar % 77.8 oranı ile Atatürk’ü en çok sevilen devlet adamı olarak belirledi. Orta Asya devlet başkanları içerisinde Nazarbayev en yüksek puanı alan lider oldu. Kırgızistan ise Erdoğan’ı seçti” diye konuştu.
İşte gazeteci-yazar Bayer’in o köşe yazısı;
“Türk dünyasında hangi kuruluşlar yer alıyor; Türk Konseyi, Türksoy, Türk-Pa, Türk Akademisi de Astana’da kurulu bulunuyor.
Türk dünyasının nabzını yoklayan ilk resmi çalışmanın sonuçları hafta sonu Türk dünyasına duyuruldu. Uluslararası Türk akademisi altı ülkede çalışmalarını yürütüyor; Azerbaycan, Türkiye, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da 18 yaş üzerindeki 500 kişiye, genellikle başkentlerde sorulan sorulara cevaplar alındı. İçerisinde siyaset, ekonomi, kültür, turizm, spor, tarih gibi birçok konular yer alan 60 soru yöneltildi.
Örneğin Türk dünyasında ‘Tarihi ve devlet adamlarından kimi tanıyorsunuz’ sorusunun yanıtı Atatürk ve Nazarbayev çıktı. Atatürk’ün ismi Azerbaycan’da en yüksek oranda çıktı. Azerbaycanlılar % 77.8 oranı ile Atatürk’ü en çok sevilen devlet adamı olarak belirledi. Orta Asya devlet başkanları içerisinde Nazarbayev en yüksek puanı alan lider oldu. Kırgızistan ise Erdoğan’ı seçti.
Turizmle ilgili soruda bütün ülkeler Türkiye’yi seçti. Kutsal topraklarla ilgili sorusuna Azerbaycan’da Çanakkale, İstanbul ve Sultanahmet, Ayasofya kutsal yer olarak gösterildi. Kazakistan, Ahmet Yesevi’nin türbesinin olduğu Türkistan’ı; Türkiye de Mekke-Medine, Buhara ve Ötüken’i seçiyor.
Özbekistan, Semerkant, Buhara ve İstanbul’u beğeniyor. Özbeklerin tercihi ise Emur Timur, Nakşibendi ve Ayasofya oluyor. Kırgızlar, Ayasofya ve Semermant’a oy veriyor.
‘Hangi ülkeye yatırım yapmak istiyorsunuz’ sorusuna verilen yanıtlar ilginç bir tablo ortaya çıkardı. Kazakistan ilk sırada yer alırken, Türkiye ikinci tercih edilen ülke oluyor. Türkiye’yi, Özbekistan dışındaki öteki ülkeler yatırım için uygun ülke olarak tercih ediyor.
Bilim sahasında işbirliğini artırma konusundaki soruda genç bilim adamlarının stajı ve öğrenci mübadelesi ilk sıralarda yer alıyor. Bunun yanı sıra ortak projeler geliştirmek ve ortak araştırma enstitüleri kurma önerileri ağırlık kazanıyor.
Ortak iletişimde neler yapılabilir sorusuna en çok ‘Ortak TV kurmak’ ve ortak programlar önerisi ağırlık kazanıyor.
‘Türk dünyasındaki iletişimi izliyor musunuz’ sorusunda Türkiye gerilerde (% 18.4) kalıyor. Azerbaycan ve Kırgısiztan’ın, Türk dünyasını izleme noktasında daha aktif olduğu gözleniyor.
Türk dünyasını en çok hangi noktalar birleştiriyor sorusuna; sırasıyla ‘tarih bilinci’, ‘dil’, ‘kültür’ ve ‘din’ yanıtları dikkat çekti.”
Türk Cumhuriyetleri’nden altı ülkede yapılan anketin sonuçları dikkat çekti
İşte Türklerin en sevdiği lider
Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Bayer köşe yazısında, Türk Cumhuriyetleri’nden altı ülkede yapılan anketin dikkat çeken sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı.
Yazar Bayer, Azerbaycan, Türkiye, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da 18 yaş üzerindeki 500 kişiye 60 sorunun yöneltildiğini ifade etti.
Bayer, “Türk dünyasında ‘Tarihi ve devlet adamlarından kimi tanıyorsunuz’ sorusunun yanıtı Atatürk ve Nazarbayev çıktı” dedi.
Atatürk’ün isminin en yüksek çıktığı ülkenin Azerbaycan olduğunu dile getiren Bayer, “Azerbaycanlılar % 77.8 oranı ile Atatürk’ü en çok sevilen devlet adamı olarak belirledi. Orta Asya devlet başkanları içerisinde Nazarbayev en yüksek puanı alan lider oldu. Kırgızistan ise Erdoğan’ı seçti” diye konuştu.
İşte gazeteci-yazar Bayer’in o köşe yazısı;
“Türk dünyasında hangi kuruluşlar yer alıyor; Türk Konseyi, Türksoy, Türk-Pa, Türk Akademisi de Astana’da kurulu bulunuyor.
Türk dünyasının nabzını yoklayan ilk resmi çalışmanın sonuçları hafta sonu Türk dünyasına duyuruldu. Uluslararası Türk akademisi altı ülkede çalışmalarını yürütüyor; Azerbaycan, Türkiye, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da 18 yaş üzerindeki 500 kişiye, genellikle başkentlerde sorulan sorulara cevaplar alındı. İçerisinde siyaset, ekonomi, kültür, turizm, spor, tarih gibi birçok konular yer alan 60 soru yöneltildi.
Örneğin Türk dünyasında ‘Tarihi ve devlet adamlarından kimi tanıyorsunuz’ sorusunun yanıtı Atatürk ve Nazarbayev çıktı. Atatürk’ün ismi Azerbaycan’da en yüksek oranda çıktı. Azerbaycanlılar % 77.8 oranı ile Atatürk’ü en çok sevilen devlet adamı olarak belirledi. Orta Asya devlet başkanları içerisinde Nazarbayev en yüksek puanı alan lider oldu. Kırgızistan ise Erdoğan’ı seçti.
Turizmle ilgili soruda bütün ülkeler Türkiye’yi seçti. Kutsal topraklarla ilgili sorusuna Azerbaycan’da Çanakkale, İstanbul ve Sultanahmet, Ayasofya kutsal yer olarak gösterildi. Kazakistan, Ahmet Yesevi’nin türbesinin olduğu Türkistan’ı; Türkiye de Mekke-Medine, Buhara ve Ötüken’i seçiyor.
Özbekistan, Semerkant, Buhara ve İstanbul’u beğeniyor. Özbeklerin tercihi ise Emur Timur, Nakşibendi ve Ayasofya oluyor. Kırgızlar, Ayasofya ve Semermant’a oy veriyor.
‘Hangi ülkeye yatırım yapmak istiyorsunuz’ sorusuna verilen yanıtlar ilginç bir tablo ortaya çıkardı. Kazakistan ilk sırada yer alırken, Türkiye ikinci tercih edilen ülke oluyor. Türkiye’yi, Özbekistan dışındaki öteki ülkeler yatırım için uygun ülke olarak tercih ediyor.
Bilim sahasında işbirliğini artırma konusundaki soruda genç bilim adamlarının stajı ve öğrenci mübadelesi ilk sıralarda yer alıyor. Bunun yanı sıra ortak projeler geliştirmek ve ortak araştırma enstitüleri kurma önerileri ağırlık kazanıyor.
Ortak iletişimde neler yapılabilir sorusuna en çok ‘Ortak TV kurmak’ ve ortak programlar önerisi ağırlık kazanıyor.
‘Türk dünyasındaki iletişimi izliyor musunuz’ sorusunda Türkiye gerilerde (% 18.4) kalıyor. Azerbaycan ve Kırgısiztan’ın, Türk dünyasını izleme noktasında daha aktif olduğu gözleniyor.
Türk dünyasını en çok hangi noktalar birleştiriyor sorusuna; sırasıyla ‘tarih bilinci’, ‘dil’, ‘kültür’ ve ‘din’ yanıtları dikkat çekti.”
Fındık üreticilerinin beklentileri - Trabzon - Üreten Türkiye : 10 Eylül 2017
Fındıkçıların Çilesi - Ordu Üreten Türkiye : 7 Eylül 2017
Mustafa Kaya ile Üreten Türkiye - 7 Eylül- Ordu- Ulusal Kanal
Mustafa Kaya'nın sunumuyla Üreten Türkiye, Ordu'da fındık üreticilerinin sorunlarını dinledi ve çözüm yollarını konuştu.
'Tarımsal Kalkınma' - Milli Ekonomi - Üretim Ekonomisi
Atatürk Orman Çiftliği örneğinden yola çıkarak Atatürk'ün modern
tarımın gelişimine ve çevre bilincine verdiği önemi fark eder.
Türkiyenin en büyük su tünelinin içinde bakın ne var.Turkey's largest water tunnel
Türkiye’nin en uzun, dünyanın da beşinci uzun sulama tünelini 17 bin 185
metre uzunluğunda, 7 metre çapında, içinden bir tır geçebilecek kadar
büyük bir tüneli, Atatürk Barajı'ndan Suruç Ovası'na saniye de 90
metreküp su akiyor.
Atatürk barajından Suruç Ovası'nda 950 bin dönüm araziyi sulayabiliyor.
Atatürk barajından Suruç Ovası'nda 950 bin dönüm araziyi sulayabiliyor.
Türk bilim insanının büyük başarısı
ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Somel'in, "ERC(Avrupa Araştırma Konseyi) Consolidator Grant 2017" kapsamında verdiği proje önerisi kabul edildi.
2020 yılının en prestijli ve en yüksek bütçeli programı olan ERC, Avrupa genelinde bilimsel araştırma faaliyetlerini desteklemek amacıyla Avrupa Birliği tarafından kurulan bir organizasyon.
Doç. Dr. Mehmet Somel'in projesi, Avrupa'da kabul edilen projeler içinde Türkiye’den yer alan tek proje olmasıyla da dikkat çekiyor.
ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök ise yaptığı açıklamada Somel'i desteklerken, "Üniversitemizi gururlandıran Doç. Dr. Mehmet Somel'i kutlar, başarılarının devamını dilerim" dedi.
Mustafa Verşan Kök'ün Somel'i kutlayan mesajı şu şekilde:
"Üniversitemiz Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Somel'in, 'ERC Consolidator Grant 2017' çağrısı kapsamında verdiği proje önerisi desteklenmek üzere kabul edilmiştir.
Avrupa Komisyonu'nun Araştırma ve Yenilik Çerçeve Programı Horizon 2020'nin en prestijli ve en yüksek bütçeli programı olan ERC (European Research Council) kapsamında, Avrupa'daki en başarılı araştırmacılar ödüllendirilerek, öncül araştırma fikirleri desteklenmektedir.
Doç. Dr. Mehmet Somel'in 'NEOGENE: Archaeogenomic Analysis of Genetic and Cultural Interactions in Neolithic Anatolian Societies' başlıklı beş yıllık projesi, 'ERC Consolidator Grant 2017' çağrısı kapsamında bütün Avrupa'da kabul alan 329 proje içinde Türkiye’den destek alan tek projedir.
Üniversitemiz ve Ülkemizdeki kamu üniversiteleri tarihindeki ikinci ERC projesini kazanarak Üniversitemizi gururlandıran Doç. Dr. Mehmet Somel'i kutlar, başarılarının devamını dilerim.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök"
Alıntı Kaynak: http://odatv.com/turk-bilim-adaminin-buyuk-basarisi-3011171200.html
Yrd.Doç.Dr.Mehmet Somel - insan evriminin moleküler izleri-2014
Yrd.Doç.Dr.Mehmet Somel' in 26-27 Nisan 2014 de gerçekleştirilen ODTÜ
8.Aykut Kence Evrim Konferansı'nda yapmış olduğu 'İnsan evriminin
Moleküler izleri' adlı sunumunun tamamı....
İyi Seyirler...
Not:ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu ve Evrim Ağacı tarafından 8.si
düzenlenen Evrim Konferansı'nın ismi, bu sene (2014) ve bundan sonraki
senelerde, Evrimsel Biyolojinin önde gelen isimlerinden Prof.Dr.Aykut
Kence'nin adını onurlandırmak için, Aykut Kence Evrim Konferansı olarak
düzenlenecektir..
'Karadeniz'de Balıkçılar'
Trabzon'dan kalkan tekne bilmez hangi denizleri dolaşacağını. Balığın, ekmeğin peşinde bir ömür.
Serhat Genç ve Cem Türk tarafından hazırlanmış, TRT'de yayınlanmıştır.
'Türk Akımı Türkiye'nin Münhasır Ekonomik Bölgesi'ne giriş yaptı'
Batman Kozluk'ta tütün üreticileri dertli
Batman Kozluk'ta bulunan tütün üreticileri yasağın bir an önce kaldırılması gerektiğini söylüyor. Yasağın gelmesiyle geçim kaynağını yitiren üreticiler bölgeyi terk ediyor.
Kurtuluş Savaşı için yazılmış tek Rumeli ağıdı!
Ve Balkanlar'dan Ata'ya türkü... Doktor Sami Balkan'ın yazmış olduğu Peçenekler ve Tikveş Türkleri adlı kitapta yer alan türküyü İsmail Fedakar'dan dinleyeceksiniz.
20171129
9’u Beş Geçe - 49/51 Film
9'u Beş Geçe from 49/51 Film on Vimeo.
Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrıldığı 10 Kasım 1938 gününe ve naaşının Ankara-Anıtkabir'e nakline ilişkin görüntülerin yer aldığı kısa belgeselimiz.
Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrıldığı 10 Kasım 1938 gününe ve naaşının Ankara-Anıtkabir'e nakline ilişkin görüntülerin yer aldığı kısa belgeselimiz.
'1908 Hürriyet Devrimi' - 49/51 Film
1908 Hürriyet Devrimi from 49/51 Film on Vimeo.
Fransız
Devrimi'nden esinlenen büyük bir alt üst oluş... Abdülhamit
istibdadının hüküm sürdüğü Osmanlı'da bir 'devrim' ve ondan daha köklü
bir devrimin ilk basamağı... 'Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik' şiarını bu
topraklara eken İttihat ve Terakki fedailerinin Türk devrimcilerine
miras bıraktığı gelenek... 'Hürriyet Devrimi' belgeseli, önde gelen
tarihçilerin rehberliğinde bir dönemi ve yaratıcılarını yetiştiren
atmosferi anlatırken, ülkemizin yakın tarihine de ışık tutuyor.
1919 Atatürk- Filmi
1919 ATATÜRK FİLMİ TEASER
ATATÜRK FİLMİNİ ÇEKMEYE BAŞLADIK
''Mustafa Kemal Atatürk'ün emperyalizme meydan okuyarak “Geldikleri gibi giderler” dediği 106 yıllık gemiyi bulduk. O gemiyi alıyor, jilet olmaktan kurtarıyor ve Türkiye tarihinin en güçlü Atatürk filminin yapımına başlıyoruz. Kamuoyuna duyurulur...''
''Mustafa Kemal Atatürk'ün emperyalizme meydan okuyarak “Geldikleri gibi giderler” dediği 106 yıllık gemiyi bulduk. O gemiyi alıyor, jilet olmaktan kurtarıyor ve Türkiye tarihinin en güçlü Atatürk filminin yapımına başlıyoruz. Kamuoyuna duyurulur...''
Cumhuriyet, Şükriyeler yarattı. Gizlenen Atatürk belgeselinden
Cumhuriyet, Şükriyeler yarattı. Gizlenen Atatürk belgeselinden— 49/51 Film (@Film4951) 27 Ekim 2017
İZLE https://t.co/xtyX06sXUT @serkankoc_ pic.twitter.com/GaHlKicaJ6
Türk dönerci Almanya'da kahraman ilan edildi
Türk dönerci Almanya'da kahraman ilan edildi
Almanya'daki
Türk dönerci Demir, Altena Belediye Başkanı Hollstein'ın boğazını kesmek
isteyen saldırganı babasının yardımıyla etkisiz hale getirerek hayatını
kurtardığı olayla ülkede kahraman ilan edildi.
Almanya'nın Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyaletindeki Altena Belediye Başkanı Andreas Hollstein'ın boğazını kesmek isteyen saldırganı durdurup hayatını kurtaran Ahmet Demir (27), ülkede kahraman ilan edildi.
Dün
akşam dönerci dükkanında saldırıya uğrayıp boynundan yara alan
Hollstein, hastanede gördüğü tedavinin ardından taburcu edildi.
İşlettikleri restoranda babası Abdullah Demir (59) ile saldırganı durduran ve belediye başkanının hayatını kurtaran Ahmet Demir,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, dün akşam saat 20.00 sıralarında
annesi ve babasıyla restoranda çalışırken Belediye Başkanı Hollstein'ın
içeri girdiğini söyledi.
Belediye
başkanının eve götürmek için paket olarak iki döner istediğini belirten
Demir, daha önceden tanıştığı Hollstein ile sohbete başladıklarını
bildirdi.
Demir, şöyle devam etti:
"10-15
dakika sonra içeri o şahıs girdi. Normal şekilde geldi, sarhoş filan
değildi, bir döner istedi. Ben hem çalışıyordum hem belediye başkanıyla
sohbete devam ettim. Cumhurbaşkanı ile görüşeceğini ancak başka bir
tarihe ertelendiğini söyledi. Saldırgan bunu duyunca tuhafça bakıp
kendisine belediye başkanı olup olmadığını sordu. Belediye başkanı ise
'evet' dedi. Benim arkam dönüktü, önümü döndüğüm an bıçağı çıkardı."
Almanya'nın
Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyaletindeki Altena Belediye Başkanı Andreas
Hollstein'ın boğazını kesmek isteyen saldırganı durdurup babasıyla
birlikte hayatını kurtaran Ahmet Demir (ortada), ülkede kahraman ilan
edildi. Şanlıurfalı baba Abdullah Demir (sağda) boğuşma esnasında
elinden yaralanırken, anne Ahidiye Demir (solda) polise haber verdi.
"Boğazını kesmek istedi"
Saldırı
anını anlatırken bile hala olayın etkisinden kurtulamadığını aktaran
Demir, zanlının çıkardığı bıçağın en az 30 santimetre olduğunu dile
getirdi.
Demir, şu ifadeleri kullandı:
"Hemen
sol eliyle boğazını doladı ve sağ elindeki bıçakla boğazını kesmek
istedi. Belediye başkanı o an kendini korumaya çalıştı ancak bıçak
boğazını 10-15 santimetre kadar kesti. Bende o an sakin olun diye
bağırdım ama adam dinlemedi ve kesmeye çalıştı. O an hemen daldım, elini
tuttum bıçağı uzak tutsun diye. Sesleri duyan babam annemle hemen içeri
girdi. Babam da geldi ve mecbur keskin yerinden tutarak saldırganın
elinden bıçağı almaya çalıştı. Babamın eli kesildi. Adam çok kuvvetliydi
ilk anda bıçağı almayı başaramadık. Babam adamın parmağını geriye doğru
kıvırınca saldırgan bıçağı bıraktı. Bıçak yere düşünce ben adamın
boğazına sarıldım, bu arada üçümüz hala boğuşmaya devam ediyorduk."
Demir,
o an annesine seslenerek 10 metre yanlarındaki polis karakoluna giderek
yardım çağırmasını isteğini belirterek,, "Annemin Almancası çok iyi
olmadığı için karakola koşup 'bıçakla kesiyor' diyebilmiş. Bir kadın
polis koşarak geldi, gördü ki durum vahim, hemen silahını çıkarıp
saldırgana doğrulttu. Ardından birkaç polis daha geldi, sonra hepimiz
birlikte tutup adamı etkisiz hale getirdik." diye konuştu.
Merkel'den kınama
Almanya
Başbakanı Angela Merkel, ülkedeki diğer politikacılarla birlikte
saldırıya uğrayan Altena Belediye Başkanı Hollstein'a geçmiş olsun
mesajı yayınlayarak, saldırıyı kınadı.
Muhabir: Mesut Zeyrek
Alıntı Kaynak: http://aa.com.tr/tr/dunya/turk-donerci-almanyada-kahraman-ilan-edildi/983238
Süleyman Şah’ın keçileri nasıl Avustralyalı oldu / Yusuf Yavuz
Süleyman Şah’ın keçileri nasıl Avustralyalı oldu
Selçuk’a devlet kurduran koyunlardan Recep’in ithal kuzularına nasıl geldik…
Bir zamanlar ipekten yüne, tiftikten kıla
üretim araçlarıyla yeryüzüne hâkim olan halkların torunları bugün o
üretim araçlarını ellerinden kaptırdıkları sömürgeci ülkelerin yazdığı
senaryolara uygun biçimde birbirini boğazlamakla meşguller… Ancak bütün
bu tablonun en ağırı, koyunla başlayan bir imparatorluk öyküsünün hamasi
yanlarını yayıla yayıla anlatıp da, üretim kültüründen zerre dem
vurmayan siyaset bezirgânlarının cehaleti. Bin yıl önce koyunlarıyla
yola çıkan ve onca yıl dünyaya hükmeden imparatorluklar kuran bir
‘ecdanın’ torunlarının, bugün kuzuyu bile ithal edecek bir aymazlık
içinde olmalarını nasıl açıklayacağız…
50 BİN KOYUNLA YOLA ÇIKAN SELÇUK’UN ÖYKÜSÜ BİZE NE ANLATIYOR
Türklerin kurduğu Hazar Devleti’nin ordu komutanı olan Dukak’ın oğlu Selçuk Bey, Maveraünnehir’den ayrılıp, maiyetindeki 100 atlıyla birlikte Cend kentine doğru yola çıktığında 1500 deve ve 50 bin kadar koyundan oluşan mal varlığıyla kendilerine yeni bir yaşam kurmanın arifesinde olan Türkmenlere öncülük ediyordu. Torunu Tuğrul’un kurduğu ve bugünkü İran’da bulunan Rey kentini başkent olarak seçen Büyük Selçuklu İmparatorluğuna adını veren Selçuk Bey’in öyküsü, aslında Türklerin Orta Asya’dan İran platosuna, Anadolu’dan Balkan coğrafyasına kadar uzanan tarihsel akışında bir canlı türünün ne kadar yaşamsal önemde olduğunun altını çiziyor: Koyun…
İMPARATORLUKLARI KURAN VE YIKAN BİR ÜRETİM KÜLTÜRÜ
Oğuz Türklerinin tarihi, aslında koyun üretimiyle paralel ilerliyor. Ancak bunun yanında keçi de bu tarihe tanıklık eden en önemli üretim araçlarından biri. Bozkır ve göçebe kültürünün, hareketli ve dinamik oluşuyla birlikte geniş bir coğrafyayı üretim ve yaşam alanı olarak kullanması sanıldığı gibi geri, ilkel ve hantal değildir. Aksine canlı, devingen ve merkezi olarak bir bölgeye saplanıp kalmış, çoğu hanedan merkezli imparatorlukları tarihten silen bir üretim ve yaşam kültürüdür…
SELÇUKLU’YA KARŞI OĞUZ AYAKLANMALARI
İslamlaşmayla birlikte benimsenmeye başlanan ‘gaza’ ve ‘cihad’ kavramlarını bir kenara bırakırsak, Orta Çağ’ın ikinci yarısına damgasını vuran Selçukluların hem kurucu unsuru olan hem de kötü yönetilmeleri sırasında bizzat Selçuklu’ya karşı zaman zaman büyük ayaklanmalar çıkaran Oğuzlar, kendilerine ‘yeryüzünün hakimi’ diyen sultanların sonunu getirmiştir. Bu ayaklanmaların en önemlilerinden biri olan ve etkisi yüzlerce yıl süren Babai İsyanı (1239), Selçukluların egemenliği altındaki Anadolu’ya gelen, çoğunlukla keçi ve koyun yetiştiriciliği ile geçimlerini sağlayan on binlerce Türkmen'in isyanıdır.
MUKTEDİRLERLE ÇOBANLARIN BİTMEYEN SAVAŞI
Özetlemek gerekirse, Selçuklu’yu kuran irade de, onu kötü yönetimi yüzünden yıkan iradede varlığını, gücünü ve yaşam kaynağını en başta küçükbaş hayvancılıktan alıyordu. Bir başka deyişle Türklerin tarihi, iktidar kavgalarıyla birbiriyle savaşıp duran yöneticilerin olduğu kadar, aynı zamanda çobanlıktan gelip, çobanlığı hor gören iktidar sahipleriyle, hor görülen çobanlar arasındaki çatışmanın tarihidir.
Türklerin kurduğu Hazar Devleti’nin ordu komutanı olan Dukak’ın oğlu Selçuk Bey, Maveraünnehir’den ayrılıp, maiyetindeki 100 atlıyla birlikte Cend kentine doğru yola çıktığında 1500 deve ve 50 bin kadar koyundan oluşan mal varlığıyla kendilerine yeni bir yaşam kurmanın arifesinde olan Türkmenlere öncülük ediyordu. Torunu Tuğrul’un kurduğu ve bugünkü İran’da bulunan Rey kentini başkent olarak seçen Büyük Selçuklu İmparatorluğuna adını veren Selçuk Bey’in öyküsü, aslında Türklerin Orta Asya’dan İran platosuna, Anadolu’dan Balkan coğrafyasına kadar uzanan tarihsel akışında bir canlı türünün ne kadar yaşamsal önemde olduğunun altını çiziyor: Koyun…
İMPARATORLUKLARI KURAN VE YIKAN BİR ÜRETİM KÜLTÜRÜ
Oğuz Türklerinin tarihi, aslında koyun üretimiyle paralel ilerliyor. Ancak bunun yanında keçi de bu tarihe tanıklık eden en önemli üretim araçlarından biri. Bozkır ve göçebe kültürünün, hareketli ve dinamik oluşuyla birlikte geniş bir coğrafyayı üretim ve yaşam alanı olarak kullanması sanıldığı gibi geri, ilkel ve hantal değildir. Aksine canlı, devingen ve merkezi olarak bir bölgeye saplanıp kalmış, çoğu hanedan merkezli imparatorlukları tarihten silen bir üretim ve yaşam kültürüdür…
SELÇUKLU’YA KARŞI OĞUZ AYAKLANMALARI
İslamlaşmayla birlikte benimsenmeye başlanan ‘gaza’ ve ‘cihad’ kavramlarını bir kenara bırakırsak, Orta Çağ’ın ikinci yarısına damgasını vuran Selçukluların hem kurucu unsuru olan hem de kötü yönetilmeleri sırasında bizzat Selçuklu’ya karşı zaman zaman büyük ayaklanmalar çıkaran Oğuzlar, kendilerine ‘yeryüzünün hakimi’ diyen sultanların sonunu getirmiştir. Bu ayaklanmaların en önemlilerinden biri olan ve etkisi yüzlerce yıl süren Babai İsyanı (1239), Selçukluların egemenliği altındaki Anadolu’ya gelen, çoğunlukla keçi ve koyun yetiştiriciliği ile geçimlerini sağlayan on binlerce Türkmen'in isyanıdır.
MUKTEDİRLERLE ÇOBANLARIN BİTMEYEN SAVAŞI
Özetlemek gerekirse, Selçuklu’yu kuran irade de, onu kötü yönetimi yüzünden yıkan iradede varlığını, gücünü ve yaşam kaynağını en başta küçükbaş hayvancılıktan alıyordu. Bir başka deyişle Türklerin tarihi, iktidar kavgalarıyla birbiriyle savaşıp duran yöneticilerin olduğu kadar, aynı zamanda çobanlıktan gelip, çobanlığı hor gören iktidar sahipleriyle, hor görülen çobanlar arasındaki çatışmanın tarihidir.
BİR OĞUZ’A İKİ KOYUN VERİRSENİZ 20 YIL SONRA ÜLKE KURAR
Bir Oğuz’a bir çift keçi ya da koyun verirseniz, onları hızla çoğaltarak beş yıl sonra bir köy, 10 yıl sonra bir şehir, 20 yıl sonra da bir ülke kurar. Adaletli ve köklerinden gelen geleneğe sırtını dönmeyen bir yönetim anlayışını sürdürürse de kısa sürede o ülke büyük bir cihan devletine dönüşür. Ancak yine aynı Oğuz’un keçisinin otunu, koyununun merasını elinden alırsanız, adaletsiz bir yönetimle, dilini, kültürünü, inancını hor görüp varlığına tehdit gibi davranırsanız; işte o zaman onun üzerine bina edilen devlet çöker… Kabaca Türklerin bin yıllık tarihi bize bunu anlatıyor…
DEVLETİN YANLIŞ SORUSU: MAVERAÜNNEHİR NEREYE DÖKÜLÜR
Ece Ayhan’ın ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ şiirine kaynaklık eden Maveraünnehir, gerçekten de devletin en yanlış sorularından birine dönüşmüştür:
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.”
İKİ NEHRİN ORTASINDA PAYLAŞILAMAYAN TOPRAKLAR
Nehrin ötesi anlamına gelen Maveraünnehir, Oğuz Türkmenlerinin Orta Asya’daki üretim ve yaşam havzasıydı. Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında kalan, geniş otlaklar ve zengin su kaynaklarına sahip olan Maveraünnehir, Gazneliler, Karahanlılar, Samanoğulları ve Harzemşahlar gibi Türk ve İrani kökenli devletler arasındaki çatışmaların da kaynağı olmuştur.
TİBET’TEN ANADOLU’YA TİFTİK KEÇİSİ
Maveraünnehir’de, yani iki nehrin arasındaki platolarda güç kazandıktan sonra tarih sahnesinde görülmeye başlayan Selçuklular, önce Horasan, ardından Irak-İran coğrafyasına, nihayetinde de Anadolu’dan Kafkaslara uzanan bir coğrafyada egemenlik kurarken, beraberlerinde Tibet kökenli bir canlıyı da Anadolu’ya getirdiler: Ankara tiftik keçisi.
SÜLEYMAN ŞAH’IN GETİRDİĞİ KEÇİ TÜRKLERİ KUMAŞ TEKELİ YAPTI
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu kabul edilen Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın beraberinde getirdiği tiftik keçisi, Ankara ve çevresine yerleşen Türkmenler tarafından yetiştirilerek ‘Angora’ (Ankara keçisi) olarak anılmaya başlandı. İlerleyen yıllarda Ankara keçisinden elde edilen ‘Türk tiftiği’nden üretilen ve Avrupa’da büyük talep gören kumaş, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu alanda tekel oluşturmasını sağlayacaktı.
OSMANLI ALTIN DEĞERİNDEKİ TİFTİĞİ ELİYLE İNGİLİZLERE VERDİ
Ancak yine aynı Osmanlı, 1838’de bu tekeli kendi elleriyle İngilizlere kaptırırken, aynı zamanda büyük çöküşüne giden yolun taşlarından birini de döşeyecekti.
(Bununla ilgili ayrıntılar için bakınız:http://odatv.com/siz-dirilise-bakarken-suleyman-sahin-kecileri-boyle-kacirildi-2805171200.html )
Bu büyük aymazlığın ardından Anadolu tiftik keçisi üreticileri onlarca yıl kendini toparlayamadı. Cumhuriyetin ardından 1960’lı yıllarda yeniden toparlanma çabalarıyla 6 milyona ulaşan Ankara tiftik keçisi bugün yaklaşık 160 bin civarında. (2012 resmi verielrine göre 158 bin) *
DÜNYANIN EN GÜZEL DOKUMALARINI YAPAN ELLER KIRILDI
Buhara’dan İran’a dünyanın en güzel halı ve kilimlerini, kumaşlarını dokuyan Türkmenler Anadolu’ya geldiklerinde Lodikya’dan (Ladik-Denizli) Kaisareia’ya (Kayseri), İconium’dan (Konya) Laranda’ya (Karaman) bir çok kadim yerleşim merkezindeki neolitik çağdan beri süregelen üretim kültürünü de kendi deneyimlerine kattılar. Ancak dünyanın en zengin kültür harmanının ortay çıktığı bu topraklar ne yazık ki son 50 yılda affedilmez derecedeki hatalı politikalar yüzünden lime lime edildi, birkaç yıldır da bu derin kültür tamamen tarihten silinmek için uğraşılıyor.
SELÇUK’UN YOLUNDAN YÜRÜYEN SON ÜÇ AİLE YOK OLMAK ÜZERE
Örneğin Selçuk’un bin yıl önce Maveraünnehir’den 50 bin koyunla çıktığı yolculuğun bugüne değin süren uzantılarının olduğunu anlayabilse bu toplum. Oğuzların bir kolu olan Sarıkeçili Yörüklerinin, halen yayla sahil konar-göçer keçi yetiştiriciliğini, tıpkı bin yıl önceki gibi, yalnızca toprağı, suyu, otu ve havayı koklayarak, aşkla sürdürme mücadelesi verdiğini görebilseler. Her türlü zulme ve baskıya rağmen bu kültürü sürdüren son üç aile kaldığı gerçeğine bir ayabilseler…
ISLAH EDİP ENDÜSTRİYEL ÜRETİME BAĞLAMAK HASTALIĞI
Bunu görmek bir yana devletin ilgili bakanlıklarının tek derdi bu topraklara ait ne varsa bir an önce endüstriyel üretime bağlamak. Ekim 2015’te Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın ev sahipliğinde Ankara’da yapılan BM Çölleşmeyle Mücadele Konferansı’nda kültürlerini tanıtmak için davet edilen Sarıkeçili Yörüklerinin binlerce yıllık kıl keçisi için “bunları ıslah edelim” diyebilen bir orman ve su işleri bakanımız var.
ANGORA GİBİ YAKINDA KIL KEÇİSİNİ DE KAYBEDECEĞİZ
Bir an önce ıslah edelim… Anadolu’nun yerli ırkı ne kadar hayvanı varsa hepsini endüstriyel üretimin çarkları arasına bağlamanın, böylece üreticileri de ilaç ve yem tekellerinin kıskacına almanın yolu ıslah etmekten geçiyor. Bu konudaki aymazlık devam ederse Osmanlı’nın son döneminde İngilizler’e kaptırılan ve bugün neredeyse tamamen yok olma aşamasına Ankara keçisinin öyküsü gibi yakın gelecekte kıl keçisinin de arkasından ağıtlar yakacağız.
GÜNEY AFRİKA’DAN AVUSTRALYA’YA ANGORA’NIN YOLCULUĞU
Osmanlı sarayının izniyle Güney Afrika’ya götürülerek yetiştirilen Ankara keçisi, oradan da 1830’lu yıllarda Avustralya’ya götürüldü. Bugünkü saf Angora ırkları ise, 1853, 1856, 1863, 1865, 1869, 1871 ve 1873 yıllarında Türkiye'den götürüldü. Uzun yıllar süren denemelerin ardından Güney Afrika’dan Avustralya’ya yerleşen bir göçmen olan Gerard Thomas Ferreira’nın beraberinde getirdiği Ankara tiftik keçisi, bu ülkeyi de önemli tiftik üreticilerinden biri haline getirdi.
AVUSTRALYA YILDA 1 MİLYON TON TİFTİK ÜRETMEYİ BAŞARDI
Bir zamanlar Venedikli tüccarların Osmanlı topraklarından bin bir zahmetle götürüp Avrupa pazarında sattığı Türk tiftiğinin yerini bugün Avustralya’daki Angora (mohair) keçisi çiftliklerinde yetiştirilen tiftiklerin peşinden koşan İtalyan modacılar aldı. Özenle yetiştirilen keçilerden elde edilen tiftik, Avustralya’da kilosu 50 dolardan ve müzayedeler düzenlenerek satılıyor. Ünlü giyim markalarına tiftik üreten Avustralyalı yetiştiriciler, 1980’lerde eriştikleri yıllık 1 milyon ton hedefini yeniden yakalamak için uğraşıyorlar. Bu konuda dernekler, vakıflar kuruluyor, Angora keçisi yetiştiriciliği hakkında ciltlerce kitaplar yayınlanıyor.
Süleyman Şah’ın Anadolu’ya getirdiği keçilerin yanında dünyanın en büyük hayvancılık sektörünü kuran Avustralya bugün Türkiye’nin en fazla canlı hayvan ithal ettiği ülkelerden biri oldu.
BU DEĞERLİ KUMAŞA ADINI VEREN KEŞMİR SAVAŞLA YATIP KALKIYOR
Bugün Hindistan, Pakistan ve Çin sınırlarında bulunan dağlık Keşmir bölgesi, adını ünlü tiftik keçisinden elde edilen kumaşa vermiş kadim bir kültür havzası. Türklerin bu bölgeden getirip, Orta Anadolu platolarında Anadolu’nun tuzuyla besleyerek ışıltılı tiftikler elde ettiği Angora keçilerinin anavatanında bugün yıllardır bitmek bilmeyen mezhep ve din savaşları var. Tıpkı Anadolu’nun yanı başında, Orta Doğu’da olduğu gibi. Bir zamanlar ipekten yüne, tiftikten kıla üretim araçlarıyla yeryüzüne hâkim olan halkların torunları bugün o üretim araçlarını ellerinden kaptırdıkları sömürgeci ülkelerin yazdığı senaryolara uygun biçimde birbirini boğazlamakla meşguller.
SELÇUK’UN KOYUNLARINDAN RECEP’İN İTHAL KUZULARINA
Ancak bütün bu tablonun en ağırı, koyunla başlayan bir imparatorluk öyküsünün hamasi yanlarını yayıla yayıla anlatıp da, üretim kültüründen zerre dem vurmayan siyaset bezirgânlarının cehaleti. Bin yıl önce koyunlarıyla yola çıkan ve onca yıl dünyaya hükmeden imparatorluklar kuran bir ‘ecdanın’ torunlarının, bugün kuzuyu bile ithal edecek bir aymazlık içinde olmalarını nasıl açıklayacağız…
Yusuf Yavuz
*(Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Tiftik Raporu. Yayın tarihi: 2014)
Bir Oğuz’a bir çift keçi ya da koyun verirseniz, onları hızla çoğaltarak beş yıl sonra bir köy, 10 yıl sonra bir şehir, 20 yıl sonra da bir ülke kurar. Adaletli ve köklerinden gelen geleneğe sırtını dönmeyen bir yönetim anlayışını sürdürürse de kısa sürede o ülke büyük bir cihan devletine dönüşür. Ancak yine aynı Oğuz’un keçisinin otunu, koyununun merasını elinden alırsanız, adaletsiz bir yönetimle, dilini, kültürünü, inancını hor görüp varlığına tehdit gibi davranırsanız; işte o zaman onun üzerine bina edilen devlet çöker… Kabaca Türklerin bin yıllık tarihi bize bunu anlatıyor…
DEVLETİN YANLIŞ SORUSU: MAVERAÜNNEHİR NEREYE DÖKÜLÜR
Ece Ayhan’ın ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ şiirine kaynaklık eden Maveraünnehir, gerçekten de devletin en yanlış sorularından birine dönüşmüştür:
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.”
İKİ NEHRİN ORTASINDA PAYLAŞILAMAYAN TOPRAKLAR
Nehrin ötesi anlamına gelen Maveraünnehir, Oğuz Türkmenlerinin Orta Asya’daki üretim ve yaşam havzasıydı. Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında kalan, geniş otlaklar ve zengin su kaynaklarına sahip olan Maveraünnehir, Gazneliler, Karahanlılar, Samanoğulları ve Harzemşahlar gibi Türk ve İrani kökenli devletler arasındaki çatışmaların da kaynağı olmuştur.
TİBET’TEN ANADOLU’YA TİFTİK KEÇİSİ
Maveraünnehir’de, yani iki nehrin arasındaki platolarda güç kazandıktan sonra tarih sahnesinde görülmeye başlayan Selçuklular, önce Horasan, ardından Irak-İran coğrafyasına, nihayetinde de Anadolu’dan Kafkaslara uzanan bir coğrafyada egemenlik kurarken, beraberlerinde Tibet kökenli bir canlıyı da Anadolu’ya getirdiler: Ankara tiftik keçisi.
SÜLEYMAN ŞAH’IN GETİRDİĞİ KEÇİ TÜRKLERİ KUMAŞ TEKELİ YAPTI
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu kabul edilen Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın beraberinde getirdiği tiftik keçisi, Ankara ve çevresine yerleşen Türkmenler tarafından yetiştirilerek ‘Angora’ (Ankara keçisi) olarak anılmaya başlandı. İlerleyen yıllarda Ankara keçisinden elde edilen ‘Türk tiftiği’nden üretilen ve Avrupa’da büyük talep gören kumaş, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu alanda tekel oluşturmasını sağlayacaktı.
OSMANLI ALTIN DEĞERİNDEKİ TİFTİĞİ ELİYLE İNGİLİZLERE VERDİ
Ancak yine aynı Osmanlı, 1838’de bu tekeli kendi elleriyle İngilizlere kaptırırken, aynı zamanda büyük çöküşüne giden yolun taşlarından birini de döşeyecekti.
(Bununla ilgili ayrıntılar için bakınız:http://odatv.com/siz-dirilise-bakarken-suleyman-sahin-kecileri-boyle-kacirildi-2805171200.html )
Bu büyük aymazlığın ardından Anadolu tiftik keçisi üreticileri onlarca yıl kendini toparlayamadı. Cumhuriyetin ardından 1960’lı yıllarda yeniden toparlanma çabalarıyla 6 milyona ulaşan Ankara tiftik keçisi bugün yaklaşık 160 bin civarında. (2012 resmi verielrine göre 158 bin) *
DÜNYANIN EN GÜZEL DOKUMALARINI YAPAN ELLER KIRILDI
Buhara’dan İran’a dünyanın en güzel halı ve kilimlerini, kumaşlarını dokuyan Türkmenler Anadolu’ya geldiklerinde Lodikya’dan (Ladik-Denizli) Kaisareia’ya (Kayseri), İconium’dan (Konya) Laranda’ya (Karaman) bir çok kadim yerleşim merkezindeki neolitik çağdan beri süregelen üretim kültürünü de kendi deneyimlerine kattılar. Ancak dünyanın en zengin kültür harmanının ortay çıktığı bu topraklar ne yazık ki son 50 yılda affedilmez derecedeki hatalı politikalar yüzünden lime lime edildi, birkaç yıldır da bu derin kültür tamamen tarihten silinmek için uğraşılıyor.
SELÇUK’UN YOLUNDAN YÜRÜYEN SON ÜÇ AİLE YOK OLMAK ÜZERE
Örneğin Selçuk’un bin yıl önce Maveraünnehir’den 50 bin koyunla çıktığı yolculuğun bugüne değin süren uzantılarının olduğunu anlayabilse bu toplum. Oğuzların bir kolu olan Sarıkeçili Yörüklerinin, halen yayla sahil konar-göçer keçi yetiştiriciliğini, tıpkı bin yıl önceki gibi, yalnızca toprağı, suyu, otu ve havayı koklayarak, aşkla sürdürme mücadelesi verdiğini görebilseler. Her türlü zulme ve baskıya rağmen bu kültürü sürdüren son üç aile kaldığı gerçeğine bir ayabilseler…
ISLAH EDİP ENDÜSTRİYEL ÜRETİME BAĞLAMAK HASTALIĞI
Bunu görmek bir yana devletin ilgili bakanlıklarının tek derdi bu topraklara ait ne varsa bir an önce endüstriyel üretime bağlamak. Ekim 2015’te Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın ev sahipliğinde Ankara’da yapılan BM Çölleşmeyle Mücadele Konferansı’nda kültürlerini tanıtmak için davet edilen Sarıkeçili Yörüklerinin binlerce yıllık kıl keçisi için “bunları ıslah edelim” diyebilen bir orman ve su işleri bakanımız var.
ANGORA GİBİ YAKINDA KIL KEÇİSİNİ DE KAYBEDECEĞİZ
Bir an önce ıslah edelim… Anadolu’nun yerli ırkı ne kadar hayvanı varsa hepsini endüstriyel üretimin çarkları arasına bağlamanın, böylece üreticileri de ilaç ve yem tekellerinin kıskacına almanın yolu ıslah etmekten geçiyor. Bu konudaki aymazlık devam ederse Osmanlı’nın son döneminde İngilizler’e kaptırılan ve bugün neredeyse tamamen yok olma aşamasına Ankara keçisinin öyküsü gibi yakın gelecekte kıl keçisinin de arkasından ağıtlar yakacağız.
GÜNEY AFRİKA’DAN AVUSTRALYA’YA ANGORA’NIN YOLCULUĞU
Osmanlı sarayının izniyle Güney Afrika’ya götürülerek yetiştirilen Ankara keçisi, oradan da 1830’lu yıllarda Avustralya’ya götürüldü. Bugünkü saf Angora ırkları ise, 1853, 1856, 1863, 1865, 1869, 1871 ve 1873 yıllarında Türkiye'den götürüldü. Uzun yıllar süren denemelerin ardından Güney Afrika’dan Avustralya’ya yerleşen bir göçmen olan Gerard Thomas Ferreira’nın beraberinde getirdiği Ankara tiftik keçisi, bu ülkeyi de önemli tiftik üreticilerinden biri haline getirdi.
AVUSTRALYA YILDA 1 MİLYON TON TİFTİK ÜRETMEYİ BAŞARDI
Bir zamanlar Venedikli tüccarların Osmanlı topraklarından bin bir zahmetle götürüp Avrupa pazarında sattığı Türk tiftiğinin yerini bugün Avustralya’daki Angora (mohair) keçisi çiftliklerinde yetiştirilen tiftiklerin peşinden koşan İtalyan modacılar aldı. Özenle yetiştirilen keçilerden elde edilen tiftik, Avustralya’da kilosu 50 dolardan ve müzayedeler düzenlenerek satılıyor. Ünlü giyim markalarına tiftik üreten Avustralyalı yetiştiriciler, 1980’lerde eriştikleri yıllık 1 milyon ton hedefini yeniden yakalamak için uğraşıyorlar. Bu konuda dernekler, vakıflar kuruluyor, Angora keçisi yetiştiriciliği hakkında ciltlerce kitaplar yayınlanıyor.
Süleyman Şah’ın Anadolu’ya getirdiği keçilerin yanında dünyanın en büyük hayvancılık sektörünü kuran Avustralya bugün Türkiye’nin en fazla canlı hayvan ithal ettiği ülkelerden biri oldu.
BU DEĞERLİ KUMAŞA ADINI VEREN KEŞMİR SAVAŞLA YATIP KALKIYOR
Bugün Hindistan, Pakistan ve Çin sınırlarında bulunan dağlık Keşmir bölgesi, adını ünlü tiftik keçisinden elde edilen kumaşa vermiş kadim bir kültür havzası. Türklerin bu bölgeden getirip, Orta Anadolu platolarında Anadolu’nun tuzuyla besleyerek ışıltılı tiftikler elde ettiği Angora keçilerinin anavatanında bugün yıllardır bitmek bilmeyen mezhep ve din savaşları var. Tıpkı Anadolu’nun yanı başında, Orta Doğu’da olduğu gibi. Bir zamanlar ipekten yüne, tiftikten kıla üretim araçlarıyla yeryüzüne hâkim olan halkların torunları bugün o üretim araçlarını ellerinden kaptırdıkları sömürgeci ülkelerin yazdığı senaryolara uygun biçimde birbirini boğazlamakla meşguller.
SELÇUK’UN KOYUNLARINDAN RECEP’İN İTHAL KUZULARINA
Ancak bütün bu tablonun en ağırı, koyunla başlayan bir imparatorluk öyküsünün hamasi yanlarını yayıla yayıla anlatıp da, üretim kültüründen zerre dem vurmayan siyaset bezirgânlarının cehaleti. Bin yıl önce koyunlarıyla yola çıkan ve onca yıl dünyaya hükmeden imparatorluklar kuran bir ‘ecdanın’ torunlarının, bugün kuzuyu bile ithal edecek bir aymazlık içinde olmalarını nasıl açıklayacağız…
Yusuf Yavuz
*(Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Tiftik Raporu. Yayın tarihi: 2014)
Alıntı Kaynak: http://odatv.com/suleyman-sahin-kecileri-nasil-avustralyali-oldu-2811171200.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bu yazımızda Milli Edebiyat Dönemi'nin en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken" şii...
-
Ülkemiz yer şekilleri bakımından oldukça farklı özelliklere sahiptir. Yer şekillerindeki farklılık iklimlerin bölgelere göre değişiklik...
-
* Kün-Ay tamgası ile Türklerle ilgili Göbeklitepe'de T şeklindeki dikilitaşlarda görünen Kün-Ay tamgası, Türk kavimlerinin bayrakla...