20181030

Nutuk'tan alıntılar: İslâm tarihi içerisinde "laik cumhuriyet" ve "demokrasi" rejimine -Atatürk Türkiye'si


....
1400 yıllık İslâm tarihinin ortaya vurduğu gerçek odur ki insan varlığını kutsal değer olarak yeryüzü yaşamının kıstası yapan, özgürlüğü hem araç hem de amaç sayan demokrasi rejimi, İslâmiyet'in uygulandığı hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde var olamamıştır. Olamayışının nedenlerinden bazılarına bu kitapta değindik ve gördük ki İslâm tarihi içerisinde "laik cumhuriyet" ve "demokrasi" rejimine ilk olarak yönelen Müslüman ülke Atatürk Türkiye'si olmuştur. Diğer bazı İslâm ülkeleri, yarım yamalak tedbirlerle, açık ya da gizli yollarla Atatürk'ün yaptıklarını taklide çalışmışlardır. Ancak hiçbiri, Atatürk'ün Türkiye halkına ve Türk aydınına aşıladığı ve muhakkak ki tohumlarını yavaş yavaş da olsa mutlaka verecek olan "insanlık ideali" fikrine aşina değillerdir. Çünkü İslâm ülkelerinin hiçbirinde hiçbir lider, şimdiye kadar devleti din temelinden ayırmak ve yurttaşlarının dünya yaşamını laik ilkelere dayandırmak, bütün bunlardan daha da önemli olmak üzere tüm insanları "insanlık sevgisi" ve "tek bir dünya kardeşliği" ideali içerisinde yetiştirmek gibi asil girişimlerde bulunmamıştır.

Oysa ki Atatürk'ün özlem duyduğu ideal bir devlet anlayışı vardır ki insanlar arası kardeşlik duygusuna oturtulmuştur. Öyle bir anlayış ki bir milletin, bir ırkın ya da bir toplumun diğer milletlere, ırklara ve toplumlara üstünlüğü iddialarını reddeden ve her toplumun kendine özgü millî meziyetleri içerisinde gelişerek dünya topluluğuna ve kardeşliğine katkıda bulunabilecek bir insanlık sevgisine dayalıdır. Bu konudaki görüşlerini "Nutuk" adıyla yayımladığı kitabında sergilemiştir. Bir milletin diğer milletlere üstünlük taslayamayacağını ve başkalarını egemenliği altında tutamayacağını savunurken, kendimizden örnek vermekteydi. Türkiye'nin liderliğinde bütün Müslümanları içine alan bir devlet kurmanın mümkün olamayacağını ve olmaması gerektiğini anlatırken şöyle demekteydi:
"...bütün Müslümanları kapsayan bir devlet tesis etmek vazifesiyle mükellef tahayyül edilen bir halifenin vazifesini yapabilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tabi tutulamaz. (...) Bir an için farz edelim ki, dedim, Türkiye söz konusu vazifeyi kabul etsin... Bütün İslâm âlemini bir noktada birleştirerek sevk ve idare etmek gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun! Pekâlâ ama tabiiyet ve idaremiz altına almak istediğimiz milletler, derlerse ki, bize büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız, teşekkür ederiz. Fakat biz bağımsız kalmak istiyoruz. Bağımsızlık ve hâkimiyetimize kimsenin müdahalesini uygun görmeyiz! Biz kendi kendimizi sevk ve idareye muktediriz! (...) Görülüyordu ki bir hırs ve heves için, bir kuruntu ve hayal için, Türkiye halkını mahvetmek istiyorlardı. Hilafet ve halifeye vazife ve salahiyet vermek fikrinin mahiyeti bundan ibaretti. Efendiler, halka sordum: Bir İslâm devleti olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi bir salahiyetini tanır mı, tanıyabilir mi? Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin bağımsızlığını, milletinin hâkimiyetini ihlal eder. (...)"(1)
Atatürk hem kendi mensup bulunduğu topluma ve hem de insanlığa öylesine samimi bir sevgi ile bağlıdır ki, hiçbir milletin bir diğer millete üstün olmadığını açıklarken şöyle der:
"...kendimizi cihanın hâkimi zannetmek gafleti artık devam etmemelidir. Hakiki mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir! (...)"(2)
Bu sözleriyle Atatürk, 20. yüzyılın bir Pericles'i gibi parlamaktadır. Fakat onu daha da saygın yapan bir şey vardır ki, o da insanlığa karşı duyduğu sevgidir. Çünkü o, yeryüzü insanlarının tek bir dünya devleti halinde ve tek bir dünya dinine bağlı olarak yaşamaları özlemi içerisindedir. Bu konuda İngiliz tarihçilerinden Wells'in görüşlerine sarılır ve şöyle der:
"Wells, 'Bütün hâkimiyetler tek bir hâkimiyet içinde eritilmezse, milliyetlerin üstünde bir kuvvet meydana çıkmazsa dünya mahvolacaktır' diyor ve 'Hakiki devlet, asrî hayat şartlarının bir zaruret haline getirdiği dünya birleşik hükümetinden başka bir şey olamaz. Muhakkaktır ki insanlar kendi icatları altında ezilmek istemezlerse, er veya geç birleşmeye mecbur olacaklardır. (...)"(3)
Wells'in bu görüşlerini aktardıktan sonra Atatürk, kendisine özgü ve gerçekten son derece ilerici ve insanlık sevgisi ile dolu şu sözleri söyler:
"(...) Efendiler, bütün insanlığın tecrübe, malumat ve düşüncede yükselmesi ve olgunlaşması; Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden vazgeçerek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş dünya çapında saf ve lekesiz bir dinin kurulması ve insanların şimdiye kadar kavgalar, pislikler, kaba arzu ve iştihalar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek, bütün vücutları ve zekâları zehirleyen iltihap tohumlarına galebe etmeye karar vermesi gibi şartların doğmasını lüzumlu kılan bir 'dünya çapında birleşik hükümet' tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz. (...)"(4)
Söylemeye gerek yoktur ki bu tutum ve davranış, İslâm devleti zihniyetine tüm olarak ters düşen ve onu reddeden bir nitelik taşımaktadır; çünkü İslâm'a göre yeryüzü "Dar-ül İslâm" ve "Dar-ül harb" olmak üzere ikiye ayrılmış olup, birincilerin ikincileri kendi içlerine alacakları zamana kadar savaş yapmaları gerekir. Oysa ki Atatürk, bu zihniyetin tam zıddı olan insancıl görüşlere sarılmakla bu ülkenin halkını yeryüzü kardeşliğine sürüklemek istemiştir.
Denilebilir ki teokratik devlet anlayışından kurtulup demokratik devlet anlayışına yönelmek suretiyle giriştiğimiz en kutsal aşama, işte böylesine bir "insan sevgisi, insan değeri ve dünya kardeşliği duygularına alışır olmamızdır."
İlhan Arsel
Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına/Şeriât Devleti'nden Laik Cumhuriyet'e, Kaynak Yayınları, 6. Basım Ocak 2018, s.676-678. (1. Basım Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1975.)
_______________________________
Dipnotlar
1 - Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Kaynak Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2016, s.542, 545.
2 - age., s.545.
3 - age., s.545.
4 - age., s.546.