20230122

📰✍️ Aşık Veysel Filizofça-Doğan Göçmen


AŞIK VEYSEL FİLOZOFÇA 

Doğan Göçmen

 

Aşık Veysel, ülkemizin 20. yüzyılda yarattığı en büyük insanlık değerlerimizdendir. Ozan bu yıl UNESCO’nun kararıyla ölümünün 50. yıl dönümünde dünya çapında anılacaktır. Ozan, yarım yüzyıl önce 21 Mart 1973 tarihinde aramızdan ayrılmıştı. Geride bugüne kadar hakkı verilememiş büyük ve derin bir külliyat bırakmış ve felsefenin ve bilimlerin araçlarıyla araştırılmayı bekleyen çok yönlü ve son derece zengin bir gelenek yaratmıştır. Aşık Veysel, bu geleneği çok uzun bir ozanlar geleneğini yeniden canlandırarak yaratmıştır.

 

Ozan, “Göz Gezdirdim Dört Köşeyi Aradım” başlıklı şiirinde “Karaca’oğlan Derdli Yunus soyum var”derken içinden geldiği geleneğe açıkça işaret eder. Bu bakımdan filolog Vahap Bahtiyarzade, Bahtiyarzade, Yunus açısından bakınca son halka olarak Aşık Veysel’e işaret ederken, Aşık Veysel açısından bakınca da ilk halka Yunus Emre’dir. Bahtiyarzade, Aşık Veysel’i uzun Yunus Emre geleneğine yerleştirmekle çok isabetli bir yargıda bulunmaktadır. Düşüncelerinde tutarlılığına vurgu yapmak için Veysel, tutum olarak kendisini Hallâc-ı Mansûr’a benzetir. “Mansur’a benzeyen bazı huyum var” diyor aynı şiirinde başka bir dizede. Şiirinin son dörtlüğünde Veysel kendisini Hayyam ve Neyzen ile kıyaslar ve Thales’i andırırcasına, doğada “Gaffer” diye adlandırdığı hareket ettiricinin kendisine “görünür mevcud herşeyde” der.

 

Aşık Veysel’in dilinde “Gaffar” Tanrı anlamına gelmektedir. Felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Thales de mıknatısın çekim gücüne işaret ederek, bunun içinde Tanrı var, demiştir. Bu sözlerinden dolayı Thales, yeterince düşünülmeden panteist olarak tanımlanmıştır. Bugün bunun gerekçesiz olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Aşık Veysel de “Gaffar” bana “görünür mevcud herşeyde” dediği için çabucak panteist olarak tanımlanmamalıdır. Thales teolojik anlamda ne kadar az bir panteist ise; Aşık Veysel de o kadar az bir panteisttir.

 

Thales’ten Epikürosçulara ve Stoacılara kadar tüm antik filozoflar ve Bruno ve Spinoza’ya kadar tüm Rönesans ve modern filozoflar gibi Aşık Veysel de her şeyi doğaya içkin olarak kavrar ve dünyanın sırrını çözmek için doğayı incelemeye davet eder. Bahtiyarzade’nin haklı olarak vurguladığı gibi, 20. yüzyılda Anadolu halk bilgeliğinin billurlaştığı ozanımız “Bizim Eller Yaylâsına Yürümüş” başlıklı şiirinde dünyanın sırrını açıklamak için “tabiata soralım” der.

 

En dindar halinde bile Veysel doğaya sadıktır, doğaya sadakate ve doğayı incelemeye ve işlemeye çağırır. “Kader” başlıklı şiirinde “Oku çalış öğren ölene kadar” der. Ünlü Kara Toprak” şiirinde “Dileğin var ise iste Allah’tan” diye önerdikten sonra Allah’tan dileneni almak için doğaya bağlılığı telkin eder ve der ki dileğini “Almak için uzak gitme topraktan”, çünkü “Hakk’ın hazinesi gizli toprakta”, yani gerçek doğada gizlidir ve hakikat insanın doğayı emek vererek işlemesiyle, dönüştürmesiyle, doğanın ve insan emeğinin sentezi olan kültür yaratmasıyla oluşmaktadır. İşte bu nedenle ozan, “Her kim ki olursa bu sırra mazhar”/”Dünyaya bırakır ölmez bir eser” diye önerir.

 

Aşık Veysel’in bu bağlamda “mazhar” sözcüğünü kullanıyor olması konumuz bağlamında son derece önemlidir. O, bu bağlamda bu sözcüğü kullanmakla bakışımızı ve düşüncemizi sekülerleştirmekle kalmaz; o, bu sözcüğü doğa bağlamına taşımakla aynı zamanda Tasavvuf geleneğinde de önemli bir sekülerleştirme eylemine giriştiğini görüyoruz. Görüntü, belirti gibi anlamlara gelen ve Arapça kökenli olan sözcük, derin felsefi anlamlara sahiptir. Eski Yunancada zuhur eden, görünen, bir niteliğinde kendisinde göründüğü nesne anlamına gelen “phainómenon” sözcüğüne karşılık olarak kullanılmıştır. Tasavvuf geleneğinde mazhar olmak, insanın, Allah’ın insana olan hitabına ulaşması anlamında kullanılmıştır ve bu ancak ‘ruhlar âleminde’ mümkün olmaktadır.

 

Aşık Veysel ise, Thomas Hobbes’un Tanrı kavramını kullanışını andırırcasına, Tanrı’yı doğanın içine, görünmezcesine arkasına gömüyor. Hobbes’a göre, doğa, Tanrı’nın bir sanat eseridir ve bu eserin kendisi de sürekli sanat eseri yaratmaktadır. Bir sanatçı olarak Tanrı doğayı yaratmıştır, onda düzeni kurmuştur ve geri çekilmiştir. Bu bakımdan Tanrı doğada, doğanın eserlerinde tezahür eder. Dolayısıyla doğanın eserlerini araştırmak, doğanın eserlerinde Tanrı’nın zuhur edişini araştırmak, doğanının eserlerini, onlarda işleyen yasaları bilmek, doğa dolayısıyla Tanrı’nın eserlerini, yasalarını bilmek anlamına gelmektedir. Fakat Veysel açısından doğayı bilmek aynı zamanda doğanın kendisini bilmek demektir, çünkü doğa yaratılışından sonra kendi başına olmuştur ve kendi başına eser üretmektedir. Ozan, “Mimar” başlıklı şiirinde Tanrı’yı dünyanın mimarı olarak betimler ve onu dünyanın düzeninin kurucusu olarak anlatır. Tanrı dünyada “Bu nizamı böyle kurmuş” diye belirttikten sonra “Kendi çekilmiş oturmuş” diye tamamlar sözlerini. Veysel’in “Gaffar” bana “görünür mevcud herşeyde” deyişi “Hakk’ın hazinesi gizli toprakta” deyişi ile beraber ele alınırsa yakalanan anlam budur. Kurulan doğa ve dünya kendisine konmuş olan düzene göre kendi başına işlemektedir. 

 

Doğan Göçmen


Alıntı/Kaynak: https://m.facebook.com/photo.php?fbid=10161009792563888&id=551148887&set=a.10153862248128888&eav=AfbOON5fVWJ5hClZhivC_aSPuEZFwOYVKpxeGrV89Ez47jXPMKP7r9PPXYLe_7Sec90&paipv=0&source=48