Yaklaşık bir yıl kadar önce hem Aydınlık’ta, hem Cumhuriyet’te ele aldım bu konuyu. Bu saçma gidişe kendimce dur demeye çalıştım.
“Fransız edebiyatı, İspanyol edebiyatı, Yunan edebiyatı, Bulgar edebiyatı” diyeceksiniz ama “Türk edebiyatı” demeyeceksiniz?
Soros’çuluk aydınlarımızı bu hale getirdi; her yele yelken açan bir aydın öbeği yarattı.
Kitaplığımdan rastgele seçtiğim bir kitaptan bir örnek… Halit Ziya Uşaklıgil, “Hikâye” başlığıyla 1891 yılında yazdığı makalesine, “Türk edebiyatında hak ettiği önemli yeri alamayan edebiyat dallarından biri de…” diye başlıyor bir yazısına.
Özellikle tarihe dikkat edin, benim rastgele bulduğum bu kaynakta “Türk edebiyatı” sözü 1891 yılında kullanılmış. Zaten“edebiyat” sözcüğü de ilkin 1860’lı yıllarda kullanıldı, demek ki bundan yirmi yıl kadar sonra da “Türk edebiyatı” demeye başladık.
Yaklaşık 140 yıldan beri edebiyat tartışmalarında “Türk edebiyatı” denir bizim edebiyatımıza.
Bu edebiyatın geçmişiyse çok eskilere gider.
Bildiğimiz ilk metinleri 8. yüzyılda bengi taşlara yazılmış Göktürk Yazıtları’dır. Daha eski örneklerden de söz edilir.
11. yüzyılda yazılan Divanü Lügâti’t Türk, Kutadgu Bilik, Türk edebiyatının şaheserleri arasında anılır. Çok eski bir geleneği olan Türk edebiyatı 13. yüzyılda Yunus Emre gibi büyük bir ozanı yarattı. Halit Ziya’dan Tanpınar’a, Abdülhak Şinasi Hisar’dan Suut Kemal Yetkin’e, Nurullah Ataç’tan Kemal Tahir’e, Orhan Kemal’e değin, bu edebiyatı yapan, kuran ve adını koyan büyük yazarlarımız “Türk edebiyatı”, “Türk romanı” “Türk şiiri” dediler. “Türk romanı” demek yalnız Türkçe roman demek değildir, onun kendine özgü özellikleri vardır ayrıca.
Türk edebiyatına “Türkçe edebiyat” demeye çalışanlar dilden, dilbilimden habersizler. Bu kavramlar, bu terimler dünya ölçeğinde düşünülür. İngiliz, Fransız, Yunan, Bulgar edebiyatları var oldukça, bu kavramları, bu terimleri yok edemeyeceğinize göre, “Türk edebiyatı” terimini de yok edemezsiniz. Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde Türk Edebiyatı bölümleri var, Türk Edebiyatı Bölümü diye yazılmış yüzlerce, binlerce tabela, “Türk edebiyatı” adını taşıyan milyonlarca diploma var, o diplomalardan birinin sahibi de benim. Ben “Türkçe edebiyat bölümü” değil,“Türk Edebiyatı Bölümü” mezunuyum, diplomamda böyle yazar. Kusura bakmayın, benim diplomamdaki bölüm adı her yele yelken açan kafalarca değişmez!..
Bu aklı evvellere göre, “Fransız ve İngiliz romancılarının Türk romanı üzerindeki etkileri…” gibi bir cümle yanlış, hatta faşistlik… “Fransız ve İngiliz romancılarının Türkçe yazan romancılar üzerindeki etkileri…” diye tuhaflaşacak cümleniz. Bütün cümleleriniz böyle tuhaflaşacak… Fransız romanı, İngiliz romanı, Alman romanı, Yunan romanı denebilir, ancak Türk romanı denmeyecekmiş.
“Yunan ve Bulgar edebiyatının Türk edebiyatı üzerindeki etkileri…” gibi bir cümle de doğru değilmiş. Ne diyeceğiz? Yunan ve Bulgar edebiyatının Türkçe edebiyat üzerindeki etkileri…” diyeceksiniz.
Yunan edebiyatı, Bulgar edebiyatı doğru, “Türk edebiyatı” demek yanlış… Çünkü Türklerden başka halklar da varmış ülkemizde. İyi de Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın nerdeyse onda biri Türk kökenlidir. Orada yaşayan Türkler yüzünden Yunan edebiyatı yerine “Yunanca edebiyat”, Bulgar edebiyatı yerine “Bulgarca edebiyat” denmesini isteyebilir misiniz?
Şu söz aslında bir dil kuralını, bir dil gerçeğini de anlatır bize:
Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani?
Yerleşmiş bir ada dokunma diyor bu söz.
Yüz kırk yıllık Kani’yi Yani yapmak gerçek bir faşistliktir, onlara şunu da sormak isterim:
Adem Baba’nın adını da değiştirecek misiniz?
📚Haftanın kitabı:
Yalçın Yusufoğlu’nun 📖Sinemanın Dünü (h2o Yayınevi 2022) adlı yapıtını size haftanın kitabı olarak önermek istiyorum. Okumak için doğru kitap seçmek gibi, izlemek için de doğru filmlere yönelmemizde bize yardımcı olacak, rehberlik edecek, sinema tarihine sınıfsal açıdan bakan, önemli bir birikime dayanan iyi bir çalışma.