20171108

📖 📌 Tehcir Sonrası Müslüman Çocuklara El Konulması Meselesi / Selma Göktürk Çetinkaya



📖 📌 TEHCİR SONRASI MÜSLÜMAN ÇOCUKLARA EL KONULMASI MESELESİ
Selma Göktürk ÇETİNKAYA
Tarih Dergisi, Sayı 65 (2017 / 1), İstanbul 2017, s. 131-166


Öz

Harb-i Umumi’deki Müslümanlara yönelik mezalime karşı 27 Mayıs 1915’te çıkartılan Tehcir Yasası’ndan muaf olan yetimleri, on yaşından küçük çocukları ve yirmi yaşından küçük kızları yetimhaneler, zengin aileler, bağlı bulundukları cemaatlerle nüfuzlu kişiler sahiplenmişlerdir. Tehcirden dönüşleri başlatan 18 Aralık 1918 tarihli Geri Dönüş Kararnamesi’nin yetimlerin kimliklerinin incelenerek iade edileceklerini belirtmesine rağmen Ermeniler ve İtilaf askerleri evlerden, yetimhanelerden, hatta sokaklardan çocuk toplamaya başlamışlardır. Ermeni olup olmadığına bakmadan Müslüman çocuklar ailelerinden zorla koparılmıştır. Osmanlı Devleti’nin çabaları sonuçsuz kalmış, Anadolu’dan İstanbul’daki yetimhanelere getirilip Hıristiyanlaştı- rılmaya çalışılan, Ermeni olduklarını kabule zorlanan bu çocukların çoğuna Ermeni kimliği verilmiş ve Ermeni yetimlerle beraber 1920 itibariyle yurt dışına çıkarılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Ermeni, Tehcir, Yetim, Yetimhane.

Abstract THE SEIZURE OF MUSLIM CHILDREN AFTER THE RELOCATION
Orphanages, rich families and in uential people within their communities ad- opted orphans privileged from Relocation and Resettlement Law passed on May 27, 1915 against the atrocities towards Muslims in the WWI. Although in 1918 after the end of the war an account of Armenian orphan children was gathered and it was indicated that their identities were going to be investigated Armenians and soldiers of Allied Forces began to gather children from houses, orphanages and even streets. Even Muslim children were separated from their families. The efforts of Ottoman Empire remained inconclusive and those children being brought to orphanages in İstanbul from Anatolia were tried to be christianized. Many of those children being forced to accept that they were Armenians were given Armenian identity cards and they were began to be sent abroad with Armenian orphans by year 1920. 
Keywords: Ottoman Empire, Armenian, Relocation, Orphan, Orphanage.
* Bu metin 12-15 Kasım 2014 tarihleri arasında Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi ile Akdeniz Üniversitesi tarafından düzenlenen Savaşan Devletlerin Tarihçilerinin Gözüyle 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı başlıklı uluslararası sempozyumda sunulan bildirinin genişletilmiş ve yeniden düzenlenmiş halidir.
** Yrd. Doç. Dr., Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü; selma.cetinkaya@bilecik.edu.tr. 
....


Ermenilerin Tehcir Öncesi Faaliyetleri, Sevk ve İskân Kanunu’nun Çıkış Süreci

Doğu vilayetlerindeki Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı patlak verince Kaf- kasya’daki Rus makamlarla gizlice görüşerek bir yeraltı teşkilatı geliştirmişler ve Rus ordusuna gönüllü olarak geçmeye başlamışlardır1. Ayrıca doğuda ihtilal mer- kezi olarak belirlenen Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar’da, ikinci derecede de Sivas, Kayseri ve Diyarbakır’da genel müfettişlerini, savaş komutanlarını ve çete reislerini seçmişlerdir. Konumuzla da bağlantılı olarak belirtmek gerekir ki, sefer- berlik ilanında tüm Taşnak Şubelerine, 13 yaşına kadar olan erkeklerin komiteye üye olarak kaydedilip silahlandırılmaları emredilmiştir2. Elbette bu süreçte sadece doğu vilayetlerinden değil; Varna, Rusçuk, Köstence, İbrail ve Sünne gibi Balkan topraklarındaki pek çok Ermeni gönüllü de Rusya’ya geçmiştir3. Rusya’ya geçen gönüllüler arasında Osmanlı ordusunda görev almış askerler de vardır ki bunların çoğu III. Ordu’da görevli olanlardır. Rusya’ya geçen tüm bu gönüllüler kısa süre sonra geri dönerek köyleri yakmaya, Müslümanları katletmeye başlamışlardır4. 3 Ağustos 1914’te Genel Seferberlik ilan eden Osmanlı Devleti’ne karşı ilk ayak- lanmayı 17 Ağustos 1914’te Zeytun Ermenileri çıkartmış, Çanakkale Savaşı’nın şiddetlendiği sırada bu yöredeki olaylar daha da artmıştır. Bunun üzerine bölgeye Türk kuvvetleri sevk edilmiş, çıkan müsademede, günümüzde Zeytun’a ismini de veren, Maraş Jandarma Kumandanı Binbaşı Süleyman Bey şehit düşmüştür5. Zeytun’dan ayrı 1915 başında Kars ve Ardahan havalisinde de Rusların kışkırt- masıyla yerli Ermeniler 30 bin Müslüman erkeği katletmiş, karlı dağlara kaçan kadın ve çocuklar “dil-hıraş” bir halde bulunmuş, Ermeni muhafazasına verilen Osmanlı esirleri de tüfek dipçikleriyle itlaf edilmişlerdir6. Yine Van ve çevresinde de Ermeni olayları yaşanmıştır. 15 Mart 1915’te Mahmudi (Van’ın Özalp ilçesi) Kaymakamı Kemal Bey’in Van Valiliği’ne verdiği bilgilere göre zulme uğrayan- lardan konumuzla ilgili olanlar şu şekilde sıralanabilir: 

* Kavlik’te (Van’ın Saray ilçesine bağlı Keçikayası) Hacı Molla Sait, kızını kendi elleriyle boğazlaması için zorlanmış, her teklifte organlarından biri kesilip şehit edilmiştir.
* Şezuhane’de Cündi Ağa’nın hizmetçisi Asmo çocuğuyla tandıra atılıp yakılmıştır.
* Yamanyurt’ta Miha’nın eşi Fato üç çocuğu ile boğazlanmıştır.
* Saray ve Esedboyu camileri ahıra dönüştürülüp medrese öğrencilerine zorla Hıristiyanlık kabul ettirilmek istenmiştir.
* Perakal’de (Van’ın Özalp ilçesine bağlı Boyaldı) Nezu Hatun tandırda yakılan iki torununun etini babasına ve anasına yedirmek üzere zorlandığını ve sonrasında öldürüldüğünü görerek delirmiştir7.
Ermenilerin zulmü bununla da kalmamış, 15 Nisan 1915’te Van çevresinde, 17 Nisan’da Şatak’ta (Çatak), ertesi gün Bitlis’te ve 20 Nisan’da da Van mer- kezde ayaklanmışlardır. 16/17 Mayıs gecesi ise Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Rus Çarı 21 Mayıs’ta Van’daki Ermeni İhtilal Komitelerine gönderdiği telgra a “Rusya’ya hizmetlerinden dolayı” teşekkür ederken Amerika’da yayın- lanan Ermeni Gochak Gazetesi’nde boğazlananların sonrasında Van’da sadece 1.600 Türk’ün kaldığı duyurulmuştur. Ermeniler bölgede yüzlerce kişiyi katlet- miş, 80 bin Müslüman Bitlis’e doğru kaçmaya başlamıştır. Türk ordusunun ikmal yolları vurulmuş, bu durum Erzurum, Bitlis ve Trabzon’un işgaline de sebep ol- muştur. Ermeniler ayrıca Adana, Bitlis, Muş, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Sivas, Trabzon, Ankara, Urfa, İzmit, Adapazarı ve Bursa’da da olaylar çıkarmışlardır8. Ermenilerin sadece Doğu Anadolu’da ve 1915 senesi içinde katlettiği insan sayısı 102 bin olarak gösterilmektedir ve bu insanlar sivildir; köy ve şehirlerde yaşlılar, kadınlar ve çocuklar hunharca öldürülmüşlerdir9.

Yaşanan olaylar sırasında Ermenilerin sistematik bir şekilde hareket ettik- lerini belirtmek gerekir. Bu durumu Ermenilerin köylere kadar ilettikleri bir tali- matta da görmek mümkündür. Talimatın bir maddesi oldukça dikkat çekmektedir. Bu maddede “cephe gerisinde iki yaşına kadar olan bütün Müslümanları gördükleri yerde ve her fırsatta katledeceklerdir” demektedir ve bu talimat uygulamaya konulmuştur. Tüm bu olaylar yaşanırken Osmanlı Devleti de bazı girişimlerde bulunmuştur. Örneğin 25 Şubat 1915’te Başkumandanlık bütün birliklere gön- derdiği bir tamimle Ermenilerin çeteler kurduğunu, isyana hazırlandıklarını, do- layısıyla Ermeni erlerin seyyar orduda ve silahlı hizmetlerde kullanılmamasını, silahlı saldırılara karşı konulmasını, gerekirse ör idare ilan edilmesini, ancak sadık tebaaya zarar verilmemesini istemiştir. Bundan ayrı 24 Nisan 1915’te vi- layet ve mutasarrı ıklara “acele ve gizli” bir genelge10 gönderilerek “Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evrakına el konulması ve komite elebaşları- nın tutuklanması bildirilmiştir. Bu bağlamda Başkumandanlıktan tüm birliklere 26 Nisan 1915’te bir tamim gönderilmiştir. Akabinde sadece İstanbul’da 23511 kişi tevkif edilmiştir. Bu tutuklanmalar Ermeniler için bir yıkım kabul edilmiş ve genelgenin çıkarıldığı tarih her yıl “Katliam günü” olarak anılır olmuştur. Bu tutuklamalara rağmen Ermenilerin olayları devam edince Başkumandan Vekili Enver Paşa 2 Mayıs 1915’te Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya gönderdiği yazıyla Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istemiştir. Bu belgeyi Tehcir Kararı’nın ilk işareti olarak görmemiz gerekir12.

Nitekim Dahiliye Nazırı Talat Paşa 9 Mayıs 1915’te Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalık Bey ve Van Valisi Cevdet Bey’e gönderdiği şifre emirlerle Van Gölü çevresinde ve Van vilayetinde bulunan belirli mevkilerdeki Ermenilerin isyan ve ihtilal için sürekli hazır olduklarını, bunların yoğun oldukları yerlerden çıkarı- lıp güneye doğru sevklerinin kararlaştırıldığını ve bunun hemen uygulanmasını, Van’la birlikte Erzurum’un güney kısmı, Bitlis’e bağlı önemli kazalar, özellikle Muş ve Sasun ile Talori civarına da teşmilinin iyi olacağını vurgulayarak ordu komutanlarıyla ve Erzurum Valisi Tahsin Bey’le işbirliği yapılmasını istemiştir13. Aynı tarihte yine Talat Paşa tarafından Maraş Mutasarrı ığı’na gönderilen şifre emirle Zeytun’daki Ermenilerin tamamının ihraç edilmesi istenmiştir14. Talat Paşa 23 Mayıs 1915’te de Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerine buradan nakledilecek- lerle ilgili bir şifre göndermiştir15. 24 Mayıs’ta Rusya, Fransa ve İngiltere Hükü- metleri bir bildiri yayınlayarak bir aydan beri, “Ermenistan” olarak adlandırdıkları Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da Ermenilerin öldürüldüğünü, olaylardan Os- manlı Hükümeti’nin sorumlu tutulacağını bildirmişlerdir. Meselenin uluslararası platforma taşınması üzerine sorumluluğu tek başına yüklenmek istemeyen Talat Paşa 26 Mayıs 1915’te Sadaret’e gönderdiği tezkere ile konuyu kanun hükmü haline getirmeyi uygun görmüştür. Dahiliye Nezareti’nin bu tezkeresi 29 Mayıs 1915’te Sadaret tarafından uygulamanın yerinde olduğu da eklenerek Meclis-i Vükela’ya intikal ettirilmiştir. Meclis-i Vükela da 30 Mayıs 1915’te bu uygula- mayı kabul ettiğine dair kararı almıştır16. Zaten 27 Mayıs 1915’te çıkmış olan uygulama, 1 Haziran 1915’te de Takvim-i Vekâyi’de yayınlanmıştır17. Böylece günümüze değin etkileri süren ve ne isminde ne de içinde geçmeyen bir kelimeyle anılarak “Tehcir Kanunu” olarak lanse edilen bu geçici kanun yürürlüğe girmiştir.


Tehcir’in Uygulanması Kapsamında Ermeni Çocukları

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor şartlar altında yürürlüğe giren Sevk ve İskân Kanunu, devletine sadık kalmayanlar için çıkartılmış ve uygulan- mıştır. Sevk ve iskânda pek çok kişinin mua yeti söz konusu olmuştur. Örneğin çocuklar tehcir uygulamasının dışında bırakılmışlardır. Bu çocukların bakımıyla devlet yakından ilgilenmiştir. Konuyla ilgili Maarif-i Umumiye Nezareti’nden Diyarbakır, Halep, Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis, Mamuret-ül Aziz ve Van vilayetleriyle Maraş Mutasarrı ığı’na 26 Haziran 1915’te gönderilen şifre telg- rafta Ermenilerin on yaşından küçük çocuklarının yetimhanelere yerleştirilmesi işlemleri için, bulunulan yerlerde kaç çocuk olduğu ve yetimhane için uygun bina olup olmadığı sorulmuştur18. Ayrıca Ermeni yetimlerin yerleştirilmesi için Kuleli Askeri Lisesi, Ermeni yetimhanesine dönüştürülmüş ve yaklaşık iki sene bu doğ- rultuda kullanılmıştır19. Yine Arnavutköy’de Sarraf Burnu’nda Papasyan’ın ya- şadığı 25’in üstünde odaya sahip olan yalı ile Akıntı Burnu’nda boş duran ve on beş odası olan Değirmenciyan yalısının Ermeni yetimler için uygun bulunduğuna dair bir belge de mevcuttur20. Bu belgelere dayanarak, Osmanlı Hükümeti’nin aileleri tehcir edilen çocukların ortada kalmamaları için onları bulundukları böl- gelerden devindirmeden mevcut yetimhanelere yerleştirilmesine, eğer bölgede yetimhane yoksa veya yetersiz ise yeni yetimhaneler inşa edilmesine karar ver- diğini görmekteyiz. Öyle ki buralardaki çocukların mağdur olmaması için öğret- menlerin de sevk edilmediklerini biliyoruz.


Konuyla ilgili olarak Sivas Vilayeti’ne 17 Ağustos 1915’te gönderilen şifre telgrafta “Öksüzhanedeki öğretmen ile çocukların şimdilik yerlerinde kalabilecekleri21” bildirilmiştir. Misyonerlere ait yetimhanelerdeki çocukların da mevcut yerinde kalması yine nezaretten ilgili yerlere haber edilmiştir. Nitekim 17 Ağus- tos 1915’te Adana vilayetine gönderilen yazıda Haruniye nahiyesindeki Alman misyonerlere ait yetimhanede kalan Ermeni çocuklara dokunulmaması istenmiş- tir22. 3 Kasım 1915’te de Kayseri Mutasarrı ığı’na çekilen telgrafta Amerikalı misyonerlerin yanında bulunan Ermeni çocuklara müdahale edilmemesi belirtil- miştir23. Yine Dahiliye Nezareti’nden Mamuret-ül Aziz Vilayeti’ne 26 Haziran 1915’te gönderilen şifre telgrafta sahipsiz Ermeni çocuklarının bulundukları yer- lerde şimdilik kalmaları istenmiştir24. Erzurum Valisi Tahsin Bey ise hastaların, erkeksiz ailelerin, çocukların ve yalnız kadınların Erzurum’da kalmalarına izin vermiştir25. Çocukların mağduriyetini önlemek adına çok çaba sarf eden Osmanlı Devleti, savaş şartları içinde yapılabilecek en iyi düzenlemeleri uygulamaya çalışmıştır. 


18 Ağustos 1915’te Niğde Mutasarrı ığı’na çekilen telgrafta İslamiyet’e geçen Ermeni kızların Müslümanlarla evlendirilebilmelerinin uygun karşılanacağı belirtilmiştir26. Ancak bu durumun tüm Ermeni kızları için uygulandığını söyleyip genelleme yapmak doğru değildir. Üstelik sonraki süreçte Ermenilerin sıkça dile getirdiği, Osmanlı Devleti’nin art niyetli uygulamaları olarak göstermeye çalıştık- ları bu evlilikler, kızları savaş döneminde ortaya çıkan bir diğer nahoş vaziyetten korumak için olsa gerektir. Nitekim bu yıllarda ve sonrasında da beyaz kadın ti- caretinin ve fuhuşun çoğaldığı, bu işlerle uğraşanlar arasında yaşları 13 olan kız çocuklarının bile bulunduğu27 düşünülecek olursa devletin olayları çok yönlü ele alma özelliğini göz ardı etmemek gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca kızlar için öncelikle düşünülen çözümler ailelerine ya da yetimhanelere verilmeleri olmuştur.

21/23 Eylül 1916’da Kayseri Mutasarrı ığı’na Ermeni kızların ebeveyn- lerine verilmesi, eğer ebeveynleri yoksa yetimhanelerin müsait bir kısmına yerleştirilmesi ve yetimhanelerin muhacirler için misa rhane olarak kullanılmasının uygun görüldüğü ile ilgili bir yazı gitmiştir28. 22 Kasım 1915 tarihinde Dahiliye Nezareti sevk edilen Ermeni ailelerinden bikes (kimsesiz) kalan 20 yaşına kadar kızlarla, 10 yaşına kadar erkek çocukların güneye gönderilmeyip evlatlık olarak ailelere verilmesine yönelik bir karar da almıştır29. Talat Paşa 25 Kasım 1915’te Mamuretül-Aziz Valisi Sabit Bey’e gönderdiği bir telgra a kışın kadın ve ço- cukların sevkinde zorlanılacağı ve onları korumak için gerekli sayıda görevli verilemeyeceği “Heyet-i Tahkikiye Riyaseti” tarafından bildirildiği için sevkin durdurularak kimsesi olmayan kadın ve çocukların uygun köylere dağıtılmasını emretmiştir30. 27 Aralık 1915’te Adana, Halep, Diyarbakır, Erzurum, Bitlis, Van, Trabzon, Sivas, Hüdavendigâr, Edirne ve Musul vilayetleriyle İzmit, Canik, Kay- seri, Maraş, Urfa ve Zor mutasarrı ıklarına çekilen telgrafta Ermeni yetimlerinin halktan nüfuzlu kişilere dağıtılmaları ve bunların sayısının İstanbul’a bildirilmesi istenmiştir31.



Görüldüğü üzere sevki gerçekleştirilen Ermenilerin çocukları ve yetim Er- meniler bu dönemde gerek yetimhanelere yerleştirilmişler, gerek evlatlık veril- mişler, gerekse halktan nüfuzlu kişilerin korumasına teslim edilmişlerdir. Aynı zamanda bu çocukların bağlı bulundukları cemaatlere teslim edilmesi de günde- me gelmiştir. Bununla ilgili Dahiliye Nezareti’nden 5 Aralık 1918’de Adana’ya gönderilen telgrafta “Müslümanlar nezdinde bulunan Ermeni kız ve çocuk- lardan bîkes olan ve ebeveyn ve akrabaları da ta’ayyün etmeyenlerin rü’esâ- yırûhâniyyeye teslimleri ve rü’esâ-yırûhâniye bulunmadığı ve milletdaşları tara- fından da kabul edilmedikleri takdirde hükûmetçe i’aşe ve hüsn-i muhafaza edil- meleri icab eder32” demektedir. Bahsi geçen telgrafta Müslümanların yanındaki Ermeni çocuklardan kimsesiz olanların ve ailesi olmayanların bağlı bulundukları cemaate teslim edilmesi, o da yoksa Adanalı Ermenilere verilmesi, bunlar tara- fından kabul edilmezlerse hükümetin bu çocukları koruyacağı ve iaşelerini sağ- layacağı belirtilmiştir. Aslında Osmanlı Devleti, kendisine tehdit oluşturan Er- menileri tehlike geçinceye değin bulundukları bölgelerden uzaklaştırırken geride kalan aileleri için savaş döneminde alınabilecek tüm önlemleri almaya çalışmış, bu konuyla oldukça ilgilenmiştir.

30 Nisan 1916 tarihli şifre telgrafta erkekleri sevk edilen veya askerde olanların, Ermeni bulunmayan yerlere masra arı karşılanmak üzere dağıtılmaları, genç ve dul kadınların evlendirilmeleri, on iki yaşına kadar olan çocukların öksüz yurtlarına yerleştirilmeleri, buralar yetersiz kalırsa halden anlayan Müslümanla- rın yanına verilmeleri, eğer bunlar da kabul etmezse Muhacirin Tahsisatı’ndan ayda 30 kuruş verme şartıyla köylülere dağıtılmaları istenmiştir33. Ermeni ço- cukların ortada kalmaması için çabalayan Osmanlı Devleti aynı dönemde sevk- ten muaf olan Ermenilerin, Müslümanlara ve çocuklarına yönelik zulümlerine de maruz kalmış, Cihan Harbi’nin ağır etkileri kadar kendi tebaasından olanların aşırıcı faaliyetleri de büyük derecede tesirini göstermiştir.
 

Tehcir zamanında Ermenilerin faaliyetleri Anadolu’nun sadece doğusun- da değil, batısında da süre gelmiştir. Bununla ilgili bir belge 28 Mayıs 1917’de Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından Başkomutanlığa gönderilmiştir. Buna göre İzmit Amele Taburu’ndaki Ermeniler, eşkıya çetelerine yardım etmektedirler ve bunların da sevk edilmesi gerekmektedir. Konuyla ilgili olarak Ermeni çetesinin gezindiği orman içinden köylerine giderlerken kaybolan Kocaeli’nin Bahçecik ilçesine bağlı Serindere köyünden Hacı Bilal’in kızı Hatice, Aksığın köyünden Süleyman’ın kızı Gülfedar ile Servetiye köyünden 13 yaşındaki Ahmet oğlu Cafer’in cesetlerinin yarı çürümüş bir şekilde Efraziye ve Şefkiye köylerinin altındaki derede enselerinden kesilmiş, yaralayıcı aletlerle parçalanmış olarak bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca Hatice ile Gülfedar’ın elbiseleri başka bir yerde bulunmuş, bunların ırzına geçildiği de kesin olarak anlaşılmıştır36.

20 Kasım 1917’de Lojistik Destek Hizmet Müfettişi Albay Muhittin Paşa’nın Başkomutanlığa gönderdiği yazıda farklı tarihlerde III. Ordu’ya sığı- nan askerlerin, Rus mülteci ve esirlerin ifadeleri yer almaktadır. 24. Süvari Ala- yı 2. Bölüğü’nden Ruslara esir düşen ve ardından rar eden Zileli Osman oğlu Ahmet’in ifadesinde Erzurum’da kaldığı sırada yöre halkından bir vatandaşın kendisine anlattıkları yer almıştır. Buna göre Ermeniler, Erzurum’da pek çok Müslüman’ı katletmişler, ağza alınmayacak kötülüklerde bulunmuşlar ve çoluk çocuğu bile kesmişlerdir. Ermenilerin mezalimi sadece Müslüman halkın ifadele- riyle ortaya konulmamıştır. Nitekim aynı belgedeki bir başka ifade Gradons’taki 141. Piyade Alayı’na mensup Otto Fenşer’e aittir. Otto Fenşer, 27 Ocak 1914’te Doğu Prusya’da yaralanıp Ruslara esir düşmüş ve Bolşevik İhtilali esnasında kaçmayı başarmıştır. Kaçışı sırasındaki izlenimlerinde Erzurum’da akşam vak- ti bir Türk kızına üç Ermeni’nin sataştığını, kız bağırınca Ermenilerden birinin kızı bıçakla öldürdüğünü, durumu polise bildirdiğinde polisin “zararı yok, Türk kızıymış, Türkler tamamen mahvolmalılar” dediğini anlatmıştır. Bundan ayrı İrşensun’a yakın bir Türk köyündeki kaçamayan kadın, ihtiyar ve çocukların hepsinin Ermeniler tarafından katledildiğini, köydeki değerli eşyaların ise Ruslar tarafından yağmalandığını da aktarmıştır37.


Konuyla ilgili bir diğer belge ise 2 Şubat 1918’de Erzincan’dan kaçmayı başaran 40 askerin ifadeleri doğrultusundadır. Bu ifadelerden Ermenilerin Er- zincan ve civarında erkekleri toplayıp Taşkilise etrafındaki harabelerde, kadın ve çocukları ise göz önünde öldürdükleri anlaşılmaktadır38. Ayrıca 15-16 Ocak 1918’de Ermeniler, Erzincan’da silah arama bahanesiyle yaklaşık 1.500 çocuk, kadın ve erkeği katletmişler, memeden kesilmemiş çocukları bile öldürmüşler- dir39. Yine 22 Ocak 1918 tarihinde I. Kafkas Kolordusu Vekili Rüştü Paşa’nın III. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği bir belgede Erzincan’da Belediye Kâtibi Meh- met Efendi’yi esir alan Ermenilerin; annesini, eşini ve dört yaşındaki çocuğunu parçaladıkları yazmaktadır40. Bu dönemde Ermenilerin Erzincan’da rahatça hareket edebildiklerini, istedikleri faaliyetlerde bulunabildiklerini ifade eden Kazım Karabekir Paşa’ya 30 Ocak 1918’de 36. Kafkas Tümen Komutan Vekili Yarbay Recep Paşa’dan gelen raporda da bu faaliyetlerden bahsedilmiş, tüm çocuk ve kadınların ordudan beklenilen yardım gelmezse kendilerini Ermenilerin parçala- yacağını söyledikleri belirtilerek bunlara yardım edilmesi istenmiştir41.Yaklaşık bir hafta sonrasında, 6 Şubat’ta I. Kafkas Kolordusu Komutanlığı’ndan III. Ordu Komutanlığı’na gönderilen şifrede ise Erzincan’da erkek ve çocukların hepsinin katledildiği, şehirde kimsenin kalmadığı belirtilmiştir42.

Aynı süreçte yine Erzincan ve çevresiyle ilgili bir diğer gelişme, III. Ordu Komutanı Korgeneral Vehip Mehmet Paşa ile Rus Kafkas Ordusu Komutanı Gene- ral Lyotnan Odeshelitze arasındaki yazışmadır. Buna göre Vehip Mehmet Paşa’nın Ermeni mezalimine dair Odeshelitze’ye gönderdiği mektuba 1 Şubat 1918’de ve- rilen yanıtta Erzincan’dan 650 Müslüman’ın götürülmesi, Vahit Bey Konağı’nda 1.500 kişinin, bir kışla43 ile üç evde kadınlarla çocukların doldurulup yakılması, yine bin kadar evin yakılması, yani 15-16 Ocak Olayları reddedilmiştir. Ancak 17 Şubat 1918’de Vehip Mehmet Paşa, Odeshelitze’ye cevaben şunları söylemiştir: 

15-16 Ocak (1918) olaylarında Ermeniler tarafından katledildikten son- ra, etraftaki evlerden, dükkânlardan, bahçelerden ve ahırlardan toplattırılarak yarın gömüleceklerden fotoğra arı alınmış olanların sayısı 312’dir. Bunların 20’si kadın, 71’i on dört yaşına kadar çeşitli yaştan çocuklar, 19’u apak sa- kallı ihtiyarlar, 202’si de bu yaşların dışında kalan erkeklerdir. Öldürüldükten sonra kuyulara atılanlardan, çürüyenlerin tarafımızdan çıkarılmasına imkân kalmadığından, kuyuların toprak ile kapatılması suretiyle hastalıklara yol açması önlenmiş olanların sayısı, bu toplama katılmamıştır. Rahatsız olduğundan dolayı Erzincan’da kalmış olan Yüzbaşı Vekili Kazmir’in ifadesine göre yalnız Erzincan’da katledilenlerin sayısı 800’den az değildir. Gerçekten, Erzincan’dan 650 Müslüman’ın Ermeniler tarafından Sarıkamış’ta amelelik yapacakları söyle- nerek sevk edildiklerini, bunların hayatta olup olmadıklarının bilinmediğini, yine Yüzbaşı Vekili Kazmir’in ifadesiyle doğrulanmaktadır...”

3 Mart 1918’de Vehip Mehmet Paşa’nın Başkomutanlığa gönderdiği telgraftan öğrendiğimiz kadarıyla Ermeni çeteleri Erzurum’a doğru çekilirken Tazegül’den (Aşkale’ye bağlı Kandilli’nin Tazegül Köyü) yaklaşık 30 kadar kadın, çocuk ve erkeği katletmişler, Cinis’te (Kandilli’nin Ortabahçe köyü) yaşayan 600 kadar kişi- den 13’ü hariç diğerlerini yakmış, süngülemiş, hamile kadınların karınlarını yara- rak çıkardıkları çocukları kucaklarına verip şehit etmişlerdir. Ilıca’ya bağlı Evreni (Atlıkonak) ve Alaca köyleri tamamen yakılmıştır. Alaca’dan kadın ve çocuk 365 kişi katledilmiştir. Birkaç çocuk kaçarak civar köylere sığınabilmiş, 15 kadın da ölülerin içinden yaralı çıkarılmıştır44. Ermenilerin yaptıkları mezalimin dünyaya duyurulabilmesi için 3 Şubat’ta Başkomutanlıktan milli yayınla yabancı ülkelere gönderilen bildiride Erzurum’a 28 km. uzaklıktaki bir köyde yaşananlar arasında aktarılan “beyinleri akıtılmış ve vücutlarına benzin dökülerek yakılmış çocuklar ve erkekler” ibaresi dikkat çekmektedir. Yine milli yayınla dışarıya gönderilen belgede Hasankale’de (Erzurum’un Pasinler ilçesi) Ermenilerin erkek, kadın ve çocukları kurşun, balta ve hançerle öldürdükleri, bir kısmını beraberinde götürdükleri, Bayburt’taki Ermeni çete reisi Arşak’ın çevre köylerdeki halkın Bayburt’ta toplanmalarını istemişse de Erzincan’da yaşananları duyanların kadın ve çocuklarını alıp karlı dağlara kaçtıkları anlatılmıştır45. Ancak Bayburt’taki tüm Müslümanların Ermeni mezaliminden kurtulabildiğini söylemek de doğru olmaz.


21 Şubat 1918’de Bayburt’a ilk giren 13. Kafkas Alayı Komutanı Yarbay Ahmet Rıza Bey’in III. Ordu Komutanlığı’na sunduğu raporda çocuklara yapılan zulümlerle ilgili bilgiler bulunmaktadır. Buna göre 15 Şubat’ta un dağıtılacağı bahanesiyle kadın, erkek ve çocukları önceden hapishane olan büyük bir bina- ya sokan Ermeniler, halkı burada yakmışlardır. Ayrıca sokakta gördükleri çocuk, kadın, kız ve erkekleri de süngü ve kurşunlarla şehit etmişlerdir. Raporda yakı- lanların içinde pek çok kız çocuğunun olduğu ayrıca belirtilmiştir. 250’den çok Müslüman’ın hayatını yitirdiği olaylardan sağ çıkan yaklaşık 30 kadın, erkek ve çocuğun tedavisi de alayda görevli doktorlar tarafından yapılmıştır46. Görüldüğü üzere; Bayburt da Anadolu’daki pek çok yer gibi yaşanan zulümden nasibini al- mıştır. Her ne kadar isyan çıkardıkları ve silahlı saldırı düzenledikleri için sevk edilen Ermeniler olmuşsa da bu tehcirin dışında kalan Ermeniler, bulundukları yerlerde Müslüman halka eziyet etmeyi, masum insanları katletmeyi devam et- tirmişlerdir. Geçici ibaresiyle çıkan Sevk ve İskân Kanunu’nun uygulanmasının durdurulmasına ve gidenlerin geri dönebileceklerine dair alınan kararın ardından da Ermenilerin çıkardıkları problemler sona ermemiş, sadece farklı bir hal alarak Müslüman çocukların ailelerinden koparılmaları meselesini doğurmuştur.

 

Tehcir’den Dönüş ve Ermeni Çocuklarla İlgili Faaliyetler

Tehcir edilen Ermenilerin geri dönüşüne yönelik çalışmaları 1918 baharı iti- bariyle görmek mümkündür. 10 Nisan 1918’de toplanan Meclis-i Vükelâ, 60 yaş üstü ve yardıma muhtaç durumda olan Ermeni, Rum ve Arapların iadesine karar vermiştir47. 22 Ekim 1918’de Dahiliye Nezareti’nden İstanbul, Adana, Hüdavendi- gar, Konya, Ankara, Kastamonu, Halep, Mamuretül Aziz, Diyarbakır, Sivas, Edir- ne ve Aydın vilayetleriyle, İzmit, Bolu, Kütahya, Karesi, Kayseri, Niğde, Menteşe, Antalya, Urfa, Canik, Eskişehir, İçel ve Maraş livalarına şifre telgraf gönderilerek savaş dolayısıyla başka yerlere sevk edilmiş olunan bütün ahalinin çıkarıldıkları yerlere geri dönmelerine izin verildiği bildirilmiştir48. Geri dönen Ermenilerin ço- cuklarını geri almasına yönelik kararlar da çok geçmeden uygulamaya konulmuş- tur. Örneğin Dahiliye Nezareti’nden Konya’ya çekilen telgra a 14 Kasım 1918’den itibaren Ermeni yetimlerinin ailelerine teslim edilmesi istenmiştir49. 20 Kasım 1918 tarihinde Dahiliye Nazırı Mustafa Arif Bey’in Hariciye Nezareti’ne çektiği telg- rafta da İzmit’teki Ermeni yetimlerin diğer yetimhanelerdeki yetimler ile halkın yanında tutulan kimsesiz Ermeni çocukların çoğunun Patrikhane’ye iade edildiği belirtilmiştir50. Yine de bazı problemler yaşanmış olsa gerek. 24 Kasım’da Konya Valiliği’ne Ermenilerin memleketlerine gitmelerine ve mezhep değiştirenlerin eski hallerine dönmelerine izin verilmesine, yetimlerinin de velilerine teslim edilmesi- ne dair gönderilen yazıya karşın Konya’da buna riayet edilmediği ve gelebilecek şikayetler karşısında idari görevlilerin sorumlu tutulacağı bildirilmiştir51. Nitekim 28 Kasım 1918’de Ati Gazetesi’nde Konya, İzmit ve İstanbul’daki yetimlerin ço- ğunun mensubu bulundukları cemaatlere verildiğine, çocukları iade etmeyenlerin hakkında yasal işlem gerçekleştirileceğine dair bir haber yayınlanmıştır52.


Geri dönüşlerle ilgili sorunların giderilmesine yönelik 18 Aralık 1918 tarihli kanunnamenin vilayetlere gönderildiğine dair Dahiliye Nezareti’nin, Sadaret’i 26 Aralık’ta bilgilendirdiği belgede yetim çocukların talep olunduk- ları takdirde kimlikleri hakkında detaylı olarak inceleme yapılmasının ardından veli ve cemaatlerine teslim edilmeleri istendiği de belirtilmiştir53. Dahiliye’den Ankara Vilayeti’ne gönderilen 25 Şubat 1919 tarihli belgede Ankara’da ihtida54 ettirilip Mekteb-i Sanayi’ye verilen 14 yaşındaki Onnik ve 12 yaşındaki Tatyos Kazyan isimli Ermeni Katolik çocukların İngiltere Fevkalade Komiserliği’nin talebi gereğince Ermeni Murahhasalığı’na verilmesi, eğer burası kabul etmezse İstanbul’da yaşayan annelerine gönderilmeleri istenmiştir55. Bu bağlamda teslim edilen Ermeni çocuklarla ilgili bilgilere yönelik belgeler de söz konusudur. Örne- ğin Dahiliye Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne gönderilen 20 Mart 1919 tarihli belgede Ankara’da Müslüman aileler yanındaki “tek tük” Ermeni yetiminin bir duyum alınırsa teslim edilmesi işlemine son verilip on beş gün içinde yetimlerin yerel idareye verilmesi istendiği belirtilmiştir. Aynı belge Sivas’taki Ermeni ço- cukların akraba, aile büyükleri ve cemaate teslim edilip kimsesiz olup cemaatince de kabul edilmeyenlerin devlet tarafından korumaya alındığını da yazmaktadır. Ayrıca Van’da 65 yetimin özel bir yere yerleştirilip bakımlarının sağlandığı da ifade edilmiştir. Bundan ayrı Urfa’daki 120 Ermeni yetim ve kadınla 20 yetimin Amerika Yetimhanesi’ne, 15 yetimin Ermeni Yetimhanesi’ne, 30 çocuğun da ak- rabalarına teslim edildiği eklenmiştir56.


Konuyla ilgili bir başka belgede İstanbul’un çeşitli semtlerindeki çocukla- rın isimleri, kimin yanında barınmış oldukları ve nereye teslim edildikleri liste- lenmiştir. Bunlardan bir kısmını sıralayacak olursak Çengelköy’de Binbaşı Rıza Bey’in evinde kalan Arşa Luis, Üsküdar’da Halide Hanım’ın yanındaki Aros- yak, Kasımpaşa’da Yüzbaşı Veysel Bey’in evinde duran Ermetohi, Üsküdar’da oturan Kaymakam Cafer Bey’in evindeki Bahtiyar ve Şayeste, yine Üsküdar’da Yüzbaşı Hasan Fehmi Efendi yanındaki Ormanoş Patrikhane’ye teslim edil- miştir. Kumkapı’da Kadırga Hastanesi memurlarından Ali Bey’in evinde kalan Artin (Abdullah) Patrikhane memurlarından Kirkor Efendi’ye, Fatih’te tüccar İsmail Efendi yanındaki Losin Karabet, Gürciyan Papaz Kaloset ile Kavvas Serkiz Efendilere, Şehzadebaşı’nda kalan Erafnaz Tomayan teyzesi Madam Eznif Tomayan’a teslim edilmiştir57. 



Dahiliye Nezareti, 24 Aralık 1918 ve 8 Ocak 1919 tarihlerinde Hariciye Nezareti’ne İstanbul Polis Müdürlüğü’nün hazırladığı listeleri göndermiştir. Bu listelerde İstanbul’daki Ermeni yetimlerinin kimlerin yanında bulunduğu ve bun- ların adresleri, çocukların cinsiyetine göre ayrı ayrı belirtilmiştir. Ayrıca Ermeni oldukları tespit edilenlerin teslim edildikleri yer ile şüphelilere yönelik araştırma- lar da bu listelere yazılmıştır. Erkek çocuklarının Ermeni olup olmadığı daha kolay anlaşılırken kız çocuklarında bu durum sıkıntılar yaratmış ve kızları evlerden top- layan Fransız askerleriyle Ermeniler, Müslüman oldukları halde yine de bu kız ço- cuklarını Patrikhane’ye göndermişlerdir. Dahiliye Nezareti 1 Ocak 1919’da da vi- layet ve mutasarrı ıkların tamamına genel bir emir göndererek, Müslüman ailele- rin yanlarındaki Ermeni yetimlerini ailelerine veya bağlı oldukları cemaatin ruhani liderlerine bir an önce teslim etmelerini, devletin menfaatini de düşünerek şikâyet gelmesinin önüne geçilmesini ve eğer emir yerine getirilmezse sorumluluklarının çok şiddetli olacağını bildirmiştir58. 8 Ocak 1919’da Dahiliye Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne Bakırköy’deki59 Müslüman evlerde bulunan kızlarla ilgili gönderilen listeden devletin gerekli işlemleri yaptığı görülmektedir. 17 kızla ilgili yapılan tahkikatta Ermeni olan ve olmayanlar, İslamiyet’i seçenler ayrı ayrı yazılmıştır60. Sadece Bakırköy değil, İstanbul’un pek çok yeri için gerçekleştirilen işlemlerde çocuklara uygulanan muamele detaylı olarak belgelerde görülebilmektedir. Dikkat çekilmesi gereken husus, bu çocuklardan Ermeni olduğu gerekçesiyle zorla el konulanlardır. Çalışmanın esasını da bu konu oluşturmaktadır.

Tehcir Sonrası Müslüman Çocuklara El Konulması Meselesi


Osmanlı Hükümeti yukarıda da belirtildiği gibi Ermeni çocukların iade işlemleriyle ilgili çalışmaların üzerinde önemle durmuştur. Buna rağmen İtilaf Devletlerinden destek alan Ermeniler, çocukların geri alınmalarına dair çalışma- ları kendileri yürütmeye başlamışlar, Polis Umum Müdürlüğü’ne başvurmadan Müslümanların evlerindeki çocukları istemişler, eğer istekleri yerine getirilmezse Fransız askerlerinin gelerek çocukları zorla alacaklarını söylemişlerdir. Ermeni- ler çocukları ailelerin yanından toplarken bunların Ermeni olup olmadıklarıyla da fazla ilgilenmemişlerdir61. Dolayısıyla Ermenilerin yetimleri teslim alma süreci- ne bizzat girişmeleri, beraberinde Müslüman Türk çocukların ailelerinin elinden zorla alınması problemini de doğurmuştur. Ermenilerin İtilaf güçleriyle beraber başlattıkları çocuk toplama işi giderek haddini aşmış ve bu topluluk rahat bir şe- kilde istediği yere girip çıkar olmuştur.



Özellikle babası cephede ve annesini de yitirmiş olan Türk çocuklarını toplamaya yönelik olan bu faaliyetlerinde İşgal Orduları Komutanlığı tarafından da destek gören Ermeniler, el koydukları çocukları Ermeni Patrikhanesi’ne yahut Ermeni ailelerin yanlarına yerleştirmişlerdir62. Konuyla ilgili olarak, 19 Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Amiral Webb, İngiliz Dışişleri görevlilerinden Ronald Graham’a hapishanelerden istedikleri Rum ve Ermenileri serbest bıraktıklarını, Ermeni kız ve kadınlarını Türk evlerinden diledikleri gibi kurtardıklarını, istedikleri her şeye el koyduklarını anlatan bir mektup yazmıştır. Webb, 1 Mart’ta Milne’e gönderdiği mektupta ise İstanbul’da 1.300’den çok Ermeni çocuğun Müslüman evlerinden kurtarıldığını yazmıştır63

Webb’in anlattığı “istedikleri her şeye el koyabilme” durumunun içine ailelerinin yanından zorla alınan Türk çocukları da girmektedir. Şüpheli olan durum, toplanılan bu en az 1.300 çocuğun hepsinin gerçekten Ermeni olup olmadığıdır. Her konuda olduğu gibi çocuk toplama konusunda da Ermenilerden sonsuz yardımlarını esirgemeyen İtilaf güçleri, evlerden veya sokaklardan topladıkları çocukları Patrikhane’ye teslim etmekteydiler. Çocuk toplama faaliyeti en çok İstanbul’da yoğunlaşmıştır. İstanbul’un İtilaf Devletlerinin kontrolünde olmasından dolayı burada etkisini gösteremeyen Tev k Paşa Hükümeti, 20 Şubat 1919’da Anadolu’ya Dahiliye Nezareti aracılığıyla bir emir göndermiştir64. Bu emre göre, Hıristiyan sanılarak ailelerden istenen yetim Müslümanlar, bu kişilere verilmemeliydi65. Fakat hükümetin göz ardı ettiği bir durum vardı. Osmanlı Devleti nasıl savaşın galibi ve aynı zamanda düşmanı olan ülkelerle birlikte hareket edenlere karşı halkının hamiliği- ni yapamaz durumdaysa, Türk aileler de çocuklarını aynı şekilde koruyamaz durumdaydılar. Bunun farkında olan başına buyruk sacayağı, ne Osmanlı Devleti’ni ne de Müslüman aileleri önemsemiş, gözüne kestirdiği çocuğu alıp götürmüştür.





Ermenilerle İtilaf güçlerinin Ermeni çocukları toplarken Müslüman çocuklara da el koyduğuna dair arşiv belgeleri bulunmaktadır. Bu belgelerden hareket ederek konuyu örneklendirmek mümkündür. Konuyla ilgili bir belgede Bakırköy’deki Cevizlik Mahallesi’nde oturan Mülazım Avni Efendi’nin yanında bu- lunan Emine ve Fatma isimli kızlara Fransız askeriyle Ermeniler tarafından el konulduğu, tahkikat sonrasında kızların Müslüman olduğu anlaşılarak Emine’nin senet karşılığında, Fatma’nın ise kilise tarafından doğruca Avni Efendi’ye iade edildiği belirtilmiştir. Yine Bağlarbaşı’nda Ümraniye Sokağı’nda oturan Dersaadet Cinayet Mahkemesi azası İhsan Bey’in evinden Fransız askerleri ve Ermenilerin aldığı İkbal isimli Halepli Müslüman kız çocuğu incelemelerin ardından senet karşılığında teslim edilmiştir. Ermenilerin çocuk toplama işinde özellikle Fransız-lardan destek aldığı göze çarparken belirtmek gerekir ki Müslüman olduğu halde teslim edilmemiş çocuklar da vardır. Bu çocuklara Cevizlik Mahallesi’ndeki Eski Telgraf Sokak’ta ikamet eden Hallaç Hayri Efendi’nin yanında kalan ve Erzurumlu Cemal’in kızı olan 13 yaşındaki Naime’yi örnek göstermek mümkündür. Naime önce Makriköy Ermeni Kilisesi’ne, buradan da Ermeni Patrikhanesi’ne gönderilmiştir. Benzer bir durumu Zeytinlik Mahallesi’nde 510 numaralı Hat Muhafaza Taburu Yedinci Bölük Kumandanı Mehmet Nuri Efendi’nin yanında kalan ve asker Mehmet Ali’nin kızı olan Emine yaşamıştır ki o da Makriköy Ermeni Kilisesi’nden Patrikhane’ye teslim edilmiştir. Adı geçen kız çocuklarını yaşadıkları yerden alanlar yine Ermenilerle birlikte Fransızlar olmuştur66. Savaşın yarattığı kargaşa ortamında neyle uğraşacağını şaşıran Osmanlı Hükümeti, bu durumdaki çocuklar için elinden gelen çalışmaları yapmıştır. Ancak her zaman başarılı sonuçlar alınamamıştır. Bunun neticesinde de savaşın galiplerinin deste- ğini esirgemediği Ermeniler çocuk toplama işini devam ettirmişlerdir.

17 Şubat 1919 tarihinde Yenigün Gazetesi’nde çıkan habere göre, Polis Müdüriyeti İtilaf zabıtasıyla birlikte milliyeti belirsiz çocukların durumunu açıklığa kavuşturacak, bununla ilgili Polis Müdüriyeti’nde bir daire oluşturulacaktı. Haberden de anlaşılacağı üzere Osmanlı Hükümeti bu konudaki çalışmalara önem vermiştir. Fakat gerek Ermeniler gerekse İtilaf Devletleri Müslüman çocuklara el koymaya devam etmişlerdir. Fransızların yanı sıra İngilizler de Ermenilere yar- dım etmekte geri kalmamışlardır. Bu konuyla ilgili bir örnek Konya’da yaşanmış- tır. 20 Nisan 1919’da Polis Müdüriyeti Dahiliye Nezareti’ni, Konya Öksüz Yurdu öğrencisi İsmail’in Ermeni olduğu gerekçesiyle İngilizler tarafından İstanbul’a gönderildiğine, ama yapılan çalışmaların İsmail’in Ermeni olmadığını ortaya çıkardığına dair bir yazıyla bilgilendirmiştir. El konulan Müslüman çocuklarının cinsiyetini ise genelde kızlar oluşturmaktadır. Zira erkek çocukları, sünnet edilip edilmediklerine bakılarak ayırt edilebilmektedir. Bu yüzden asıl tehlikeyi yaşayanlar kız çocukları olmuştur. İtilaf askerlerinin desteklediği Ermeniler, Müslüman olduklarını bile bile, resmi belgeleri olan çocukları dahi, Ermeni olduklarını iddia ederek evlerinden alıp götürmüşlerdir. Bu durum giderek daha da büyümüş ve önemli bir sorun halini almıştır67. 18 Şubat 1919’da Konya Öksüz Yurdu’nda yaşanan bir olay da meselenin önemini anlatmak bakımından mühimdir. Belirti- len tarihte yurtta kalan 15 yaşındaki bir çocuk istasyondan çaldığı dinamit kap- süllerinden birini patlatmak istemiş, olay esnasında çevredeki öğrencilerden 11’i yaralanmıştır. Olayla ilgili olarak gözaltına alınan ve önceden yurtta öğretmenlik yapan Konya Sanayi Mektebi Müdür Yardımcısı Sirozlu Zeynel Abidin Efendi ifadesinde bu dinamitleri Ermenilerin getirttiğini ve kendilerini de İngilizlerin teşvik ettiğini anlatmıştır68.



Müslüman çocuklara zorla el konulması sorununda, Celal Bayar’ın da anılarında geçtiği üzere, Ermeniler işi o kadar ileri götürmüştür ki, siyah gözlü, esmer Türk çocuklarının sokağa çıkması tehlikeli hale gelmiştir. Çünkü Ermeni- ler gözlerine kestirdikleri çocukları toplayıp götürür hale gelmişlerdir. Örneğin İstanbul’a Kayseri’den 339 Müslüman yetim götüren Ermeniler, şehit çocuklarını Beyoğlu Balıkpazarı Kilisesi’ne vermişlerdir. Bu yetimlerden sadece 165’i geri alınabilmiştir. Çaresiz kalan Osmanlı Hükümeti69, İtilaf askerinin faaliyetlerine karışılmamasını emretmiştir. Hükümetin bu emrinin ardından ise halkın eli kolu bağlanmıştır70. Bu konuyla ilgili olarak Kayseri mebusu Rifat (Çalıka) Bey, 16 Şubat 1920’de Meclis-i Mebusan’a Dahiliye Nazırı’na sorulması için bir takrir sunmuştur. Takririn oturumda okunmayarak Hükümete tebliğ edilmesine karar verilmiştir71. Sunulan tebliğ metni şu şekildedir: 


Kafkas cephesi savaş bölgelerinde kimsesiz kalıp Kayseri’de ordunun himayesinde bakımı sağlanan yetimler, mütarekeden sonra karma bir kurul ta- rafından (milliyetine göre) ayrılmış ve her bölüm ait olduğu millete teslim edil- miş ve bunlardan (...) Kayseri ve havalisi halkından olan Müslüman çocuklar Muhacirler (İdaresi) ve belediye yetimhanelerinde barındırılmakta iken 350 ka- darı Kayseri Mutasarrı ığı ve Muhacirler Genel Müdürlüğü arasında yapılan haberleşme üzerine iki posta olarak İstanbul’a sevk olunmuş ve bunlardan 130 kadar Müslüman çocuğu buradaki yetimhanelere verilmeyip, Ermeni yetimhane- sine gönderildiği ve çocukların milliyetleri hakkındaki yararlı iddiaların ve (...) karma kurul huzurunda yapılan soruşturmaya itibar edilmediğini haber aldım. Bu sebeple ilgili bakanlıktan yetim çocukların mensup oldukları milletin gayrı yerlerde bulunmalarına neden dolayı razı olmakta ve bu konuda ne gibi girişim- lerde bulunmakta olduğunun sual edilmesini teklif ederim72.”

Rifat Bey’in bu takririne cevap 1 Mart 1920’de Maarif Nazırı Sait Bey tarafından verilmiştir. Buna göre Kayseri Belediyesi bu yetimleri toplamış olma- sına rağmen bakımında yetersiz kalmış ve hükümetten yardım istemiştir. Hükü- met tarafından İstanbul’a getirilen çocukları Haydarpaşa’da İtilaf askerleri alıp Beyoğlu’nda bir Ermeni kilisesine götürerek burada ayırmışlardır. Sayıları yak- laşık 320’yi bulan bu çocuklardan 200’den fazlası teslim edilmişse de ötekiler Er- meni oldukları gerekçesiyle Patrikhane’ye verilmişlerdir. Ancak bunlardan İslam oldukları belgelerle belirlenenlerin işlemleri hâlâ sürmektedir. Sait Bey’in ceva- bının ardından Rifat Bey, Sivas ve diğer yerlerde tahkikat yapıldığı ve bununla ilgili belge olduğu halde neden çocukların Ermeni Patrikhanesi’ne gönderildiğini sormuş, Sait Bey konu edilen dört çocuğun kendilerinden kaçtığı gerekçesiyle Patrikhane tarafından istendiğini, bunların gerçekten Müslüman olup olmadığı- na dair araştırma yapıp eğer öyleyse iade edeceklerini söylediklerini belirtmiştir. Müslüman olduklarının belirli olmasına rağmen çocukların Patrikhane’ye niye verildiğini soran Rifat Bey’e cevaben Maarif Nazırı ilk olarak bu belgelerin ellerine geç ulaştığını ve Müslüman çocukların istenmesinin sürdüğünü ifade etmiştir. Rifat Bey ise bu belgelerin çocukların Patrikhane’ye iadesinden önce Nezaret’te olduğunu ifadeyle bu meselenin Patrikhane tarafından mı, Hükümet tarafından mı araştırılmasının daha doğru olduğunu sorarak milli vazifenin yerine getirilmediğini söylemiştir73



Savaştan mağlup çıkan Osmanlı Devleti, Müslüman çocukların kimliğinin belirlenmesi konusunda maalesef sorumluluğu İtilaf güçleri desteğindeki Erme- ni Patrikhanesi’ne vermek durumunda kalmıştır. Bunun neticesinde “el konulan çocuklar sonra nelerle karşılaşmışlardır?” sorusuna Rifat Bey’in oğlu Hurşit Çalıka’nın cevabı ise mühim görülmelidir. Hurşit Çalıka, çocukların akıbetleri konusuna binaen, mütareke döneminde Amerikan misyonerlerin birçok yetimi Amerika’ya götürüp Amerikalı olarak yetiştirdiği bilgisinden yola çıkarak bu ço- cukların da aynı durumla karşılaşmış olabileceği varsayımını ortaya atmıştır74. Meclis’te de gündeme getirilen Ermenilerin Müslüman çocukları toplama faali- yetlerini, mağlup bir devletin halkına sahip çıkamaması olarak görmek mümkün- dür. Bu faaliyete yönelik tepkilerde Kayseri mebusu Rifat Bey’in ismi öne geçse de Ermeniler sadece Kayseri’de değil Anadolu’nun pek çok yerinde Müslüman çocuklara el koymayı sürdürmüşlerdir.

Celal Bayar, Türk çocuklarının toplanıp Ermenileştirilmelerine yönelik uygulamaların İzmir’de de var olduğunu ifade etmiş, İzmir’de görevli Jandarma Yarbay Muhittin Bey’in doğuda görevliyken evlatlık edindiğini, Ermeniler tara- fından ailesi katledilen bir Türk çocuğunu Ermeni papazların idaresindeki kampa vermek zorunda kaldığını yazmıştır75. Görüldüğü üzere Ermeniler ve İtilaf güç- leri sadece kendi halinde yaşayan Müslüman halkın kapısını çalıp ya da zorlayıp çocuklarına el koymamışlar, Türk ordusunun üst subay kademesinde bulunan ki- şileri de bu konunun içine çekmeye çalışmışlardır. Hatta Ermenilerin çocuk bul- mak için gittiği evlerden birisi de Mustafa Kemal Paşa’nın evi olmuştur. İtalyan- larla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evine giden Ermeniler, Paşa’nın Halep’ten gelirken beraberinde Ermeni çocuklar getirip evinde sakladığını iddia etmişler ve bu gerekçeyle de evi aramak istemişlerdir. Neticede böyle bir şeyin gerçekle ilgisi olmadığı anlaşılmış76 ve Mustafa Kemal Paşa’dan gereken ceva- bı alan Ermeniler ve koruyucuları, bu evden geldikleri gibi gitmişlerdir. Yine Ermeniler, Arnavutköy’den Binbaşı Süleyman Bey’in, Üsküdar Bağlarbaşı’dan Doktor Kamil Bey’in, Ortaköy’den Mübayaat Komisyonu Reisi Şekip Bey’in ve Makriköy’den Muhafız Bölük Komutanı Mülazım Mehmed Nuri Efendi’nin yanlarında bulunan ve Müslüman olan kızları alıp götürmüşler, bu kızlar başvu- rulduğu halde yetimhanelerden alınamamışlardır. Akabinde konuyla ilgili Polis Müdüriyeti’nden Dahiliye Nezareti’ne 6 Nisan’da bir yazı gönderilmiş ve bu çocukların yetimhanelerden alınarak kendilerine getirilmesini sağlamaları isten- miştir77.



Bunun öncesinde 20 Şubat 1919’da da birçok vilayet ve mutasarrı ıktan Müslüman yetim çocukların gayrimüslim sanılıp Hıristiyan unsurların eline geç- mesine meydan verilmemesi istendiğini belirtmek gerekir78. 3 Mayıs 1919’da İleri Gazetesi’nde “Ermeni Patrikhanesi’ndeki Müslüman Kızlar” başlığı altında verilen haberde birtakım kişiler örnek olarak sunulmuş ve konuya dikkat çekil- miştir. Verilen örneklerden birincisi Çengelköy’de Yüzbaşı Abidin Bey’in yanın- dan alınan ve Müslüman olduğu anlaşılınca üç gün sonra Patrikhane tarafından Polis Müdürlüğü’ne verilen Nimet adlı kızdır. Ayrıca Gevri adlı kız çocuğuna el koyan Papaz Hamayak Efendi, çocuğu İhtiyat Küçük Zabıt Mektebi’ndeki karde- şine bile göstermemiştir. Bunlardan ayrı Nureddin Efendi’nin A fe Canan isimli kızı, Tezkere-i Osmaniye’si olmasına rağmen alınmış; Ortaköy’de oturan Dr. Necip Bey’in yanındaki kız da götürülmüştür79. Sultan Süleyman-ı Kanuni Mektebi Başmuallimesi olan Emine Hanım’ın yanındaki Ratıbe bint-i Gabod hakkında da, Kadınlar Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi tarafından Müslüman olduğu resmen beyan edilmesine rağmen, uzun süre tahkikat gerekmiştir80.

Söylenildiği gibi Ermeniler ve İtilaf güçleri Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu çok iyi değerlendirmişler ve oldukça rahat bir şekilde istedik- lerini yapabilmişlerdir. Bu durumda asıl perişan olan da ailelerinin elinden zorla alınan Müslüman çocuklar olmuştur. Konuyu farklı bir açıdan değerlendiren Ha- lide Edip Adıvar, Türk ve Ermeni yetimlerinin bu halinin Türklerle azınlıkların arasını iyice açacağını düşünmüştür. Halide Edip’in bu düşüncesine yanıt verense İngiliz Subayı H. Symythe olmuştur. Ona göre Türk ve Ermeni çocukları birbi- rine kenetlenmiş parmaklar gibidir ve onları birbirinden ayırabilmek için par- makları kesmek gerekmektedir81. İngilizler böyle düşündükleri için olsa gerek İtilaf güçleri ve Ermeniler çocukları birbirinden ayırmaya kıyamamışlar ve tüm çocukları Ermeni olarak kabul etmişlerdir. 



Ermenilerin ve destekçilerinin Müslüman çocukları alıkoyması bağlamın- da, kimliği belirsiz yetimler konusu giderek büyük bir sorun olmaya başlayın- ca Amerikalılar olaya müdahale etmişler ve Near East Relief’in82 öncülük et- mesiyle Bebek’te Tarafsızhane’yi oluşturmuşlardır. İngiliz Albay H. Smithe’in sorumluluğunda Türk, Ermeni ve Amerikalılardan meydana getirilecek komite, kimliği belirsiz çocuklarla ilgili kararlar vermeyi amaçlamıştır. Komitenin Türk temsilciliğine Hilal-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi83 sekreteri Nezihe Veli Hanım getirilirken Tarafsızhane’nin araştırılması için Halide Edip ve arkadaş- larının görevlendirdiği isimse Nakiye Hanım olmuştur84; fakat Nakiye Hanım85 Türk çocuklarının kayıtları savaşta yandığından veya kaybolduğundan bir şey yapamamış ve görevinden ayrılmıştır86. Zaten Tarafsızhane kurulurken resmi makamlardan izin alınmamış ve başından itibaren devletten ayrı hareket edil- miştir. Müslüman evlerinden İtilaf polislerinin desteklemesiyle toplanılan ço- cuklar Tarafsızhane’ye getirilmekte, buradan da Patrikhane’nin yetimhanesine gönderilmekteydi. İslam Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin Polis Müdüriyeti’ne bildirdiğine göre; Güllü ve Cemile adlı iki kız, ayrıca Yüzbaşı Abidin Bey’in yanından alınıp üç gün Patrikhane’de tutulduktan sonra Müslüman olduğu anlaşılıp geri verilen Nimet adlı kız yeniden kaçırılmış, yine Üsküdarlı Papaz Samayan Efendi tarafından alıkonan Cevri isimli kızın Müslüman olduğu tespit edilmiştir. Patrikhane’ye başvurulduğu halde bu çocukların geri alınamadığı belirtilmiştir87.


Osmanlı Hükümeti’nin elinin kolunun bağlı olduğu, İtilaf Devletleri tarafından desteklenen Ermenilerin evleri basıp çocukları götürdüğü bir ortam oluşmuş ve bir süre sonra Türk halkı da kendi çocuklarının kaçırılıp kapatıldıkları yerleri basmaya başlamıştır. Bu durum karşısında Dahiliye Nezareti, 6 Mayıs 1919’da Hariciye Nezareti’ne olayların içeriğini anlatan ve İtilaf polisleriyle Ermeni gençlerinin tutumlarının88 engellenmesini, Patrikhane’deki Müslüman çocuklarının kurtarılmasını isteyen bir yazı göndermiş89, Hariciye Nezareti’nden de Sadaret’e Müslüman çocukların geri alınabilmesi için bir karara varılmasının şart olduğu ifade edilerek emir talep edilmiştir. Zira Ermeniler ve İtilaf polisleri Müslüman evlerini basıp hem kimliği belirsiz olanları, hem de Müslüman oldukları kesin olan çocukları götürmekteydiler90. Polis Müdüriyeti’nden Dahiliye Nezareti’ne 2 Mayıs’ta gönderilen yazıda da İtilaf Devletlerinin ve Ermenilerin kanunlara uymadıkları, meskenlere el koydukları, kiracıların gelişi güzel evlerinden çıkarıldıkları ve eşyalarının ele geçirildiği, Müslümanların ticaret yapmalarının en- gellendiği belirtilmiştir. İtilaf güçleri Osmanlı Hükümeti’nin, Osmanlı polisinin ve mahkemelerinin yapması gerekenleri yapmaya başlamış, Müslüman çocukla- rı alıkoymuş ve bunlara Ermeni kimliği vermiştir. İtilaf Devletleriyle diplomasi yoluyla irtibat sağlanırsa Osmanlı Hükümeti’ne hak vereceklerini belirten Polis Müdüriyeti’ne Dahiliye Nezareti’nin cevabı 10 Mayıs 1919’da gelmiştir. Önceki bulguların ve şikâyetlerin Hariciye Nezareti’ne bildirildiği, İtilaf Devletlerine du- rumu bildirmeden önce polisin daha çok delile ulaşması gerektiği söylenmiştir91.

İstanbul Polis Umum Müdürü Halil Bey, 22 Mayıs 1919’da Dahiliye Nezareti’ne gönderilen yazıda, I. Şube’de kimliği şüpheli çocuklarla ve Ermeni yetimlerini gizleyenlerle ilgili şikâyetlerin yapıldığı bir komisyon oluşturulduğu, buraya Patrikhane’nin Çakıryan Efendi’yi gönderdiği, kendisine iyi niyet gösterilerek Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i Müessese-i Hayriyesi’ndeki yetim kayıtlarını gösteren defterin verildiği ama üç aydır alınamadığı belirtilmiştir. Ayrıca I. Şube’nin çalışmalarına rağmen Müslüman çocuklarının Ermeniler tarafından alınıp Patrikhane’ye gönderilmesinin süregelmesinin iki milletin arasını iyice açacağı ve Beyoğlu’ndaki Tarafsızhane’nin çalışmalarının sorunu çözemeyece- ği, buraya artık 20 yaşın üzerindekilerin de getirildiği yazılmıştır. Örnek olarak Kadıköy’de “Gençlik Vahdeti” dergisinin müdürü Ali Yekta Bey’in nikâhlı eşi Necmiye ve 20 yaşlarındaki evlatlığı Hayriye Hanımların92 buraya gönderildiği, kendilerini almak isteyen Yekta Bey’e orada olmadıklarının söylendiği bildi- rilmiştir. Tarafsızhane’deki komisyonda bulunan Sadiye Hanım, Şişli Komiser Muavinliği’ne bir çocuğun Hıristiyanlaştırılarak Ruhbanhane’ye gönderildiğini, kendisine oradaki görevinin sadece oturmak olduğu söylendiğini ileterek hükü- metin bu çocuklara ve kendisine destek vermesini istemiştir. Ruhbanhane’ye gönderilen çocukları bir yere götürmeyeceklerini Nezihe Hanım’a ve Amerikalı- ya söylemelerine rağmen bir çocuğun orada olmadığını ifade eden Sadiye Hanım, Dahiliye Nezareti’nin tedbir almasını, yoksa bu görevi bırakacağını yazmıştır93. Sadiye Hanım’ın ifadesinde şunlar da yer almaktadır:



“...Bu gece bir çocuk Hıristiyanlaştırıldı. Bugün bir çocuk karşıdaki bir Ermeni haneye gönderildi. Bu duruma itiraz edersem amirane bir tavırla vazifemin bu evde oturmaktan ibaret olduğu söylenmektedir. Eğer hükümet görevime destek olmayacak ise bu bedbaht masumların Hıristiyan olmaları kabul edilmiş ise bu evde bulunmama ve vicdan azabı ile her dakika kalben kan ağlamaya lüzum kalmamış demektir94.”

Bunun üzerine Dahiliye Nezareti’nin harekete geçtiğini görmekteyiz. Nitekim 24 Mayıs’ta Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey, Sadaret’e gönderdiği yazıda teh- cir esnasında insaniyetle Müslüman ailelerin yanlarına aldıkları Ermeni çocuklarının Mütareke sonrası Patrikhane’ye geri verildiğini, kimliği belirsiz olanların belirlenmesi için Patrikhane’nin memurunun da görevli olduğu bir komisyonun oluşturulduğunu söylemiştir. Belgenin devamında devletin bu faaliyetlerine rağmen Ermenilerin İslam hanelerine girip Müslüman kızları alarak Patrikhane’ye veya Şişli’deki Tarafsızhane’ye götürdüklerini, Müslüman oldukları anlaşılanların İngilizler izin verdiği için bırakıldığını, Çakıryan Efendi’nin Kadınları Çalış- tırma Cemiyeti’ndeki yetimlerin kayıt defterini alıp tahrif ettiğini ve geri vermediğini, Tarafsızhane’ye hükümetin gönderdiği Nezihe Hanım’ın görevini yapma- sına izin verilmediğini anlatan Ali Kemal Bey, bu konuları Sadaret’in etra ıca düşünüp bir karar vermesini istemiştir95.




Çakıryan Efendi’nin Ermenilerin uğradığı nüfus kaybını gidermek adına Müslüman çocuklara el koyarak nüfus açığını kapatmaya çalışması ve ailelerinden zorla alınan bu çocukları Hıristiyanlaştırmaya yönelik çaba sarf etmesi de Polis Müdürlüğü kayıtlarında yer almaktadır. Ali Kemal Bey’in çocukların kaçırılması konusu ile ilgili olarak Meclis-i Vükela’nın toplanmasına yönelik bir tale- binin de olduğunu ifade etmek gerekir. Bu doğrultuda 28 Mayıs 1919’da Meclis-i Vükela’nın konuyla ilgili toplandığını söyleyelim. Gerçekleşen görüşme netice- sinde İstanbul’daki saldırgan tutum içinde Ermeni ve Rum çocukların bile rol oy- nadığı, Türk çocuklarına sürekli saldırarak taşladıkları söylenmiş, bunların zabıta ve polis tarafından önlenmesi, Dahiliye ile Adliye ve Mezahip Nezaretleri’nin de konuyu araştırarak Patrikhanelerin uyarılması lüzumu görülmüştür96

İleri Gazetesi 2 Haziran 1919’da “Patrikhane’de Dayak Yiyen Çocuklar” başlıklı bir haber yapmış ve gazete tarafından Patrikhane’ye gönderilen muhabirin ifadeleri doğrultusunda, çocukların Ermeni olmayı kabullenmeleri için dayak yedikleri ve bedenlerinde morluklar olduğu öğrenilmiştir. Habere göre çocukla- ra Müslümanların hepsinin öldürüldüğü, tek çarelerinin Ermeni olmak olduğu, bunu kabul etmezlerse ölecekleri söylenmiştir. Baskıya maruz kalanlardan yal- nızca 42’sinin Müslüman diye yetimhaneye gönderildiği de ifade edilmiş ve bu çocukları muayene eden doktor bir kısmının hastaneye kaldırılmasını istemiştir. Bu durum karşısında ne gibi bir önlem alınacağı da hükümete sorulmuştur97. Aynı tarihte Ermeni Patriği Zaven Efendi Dahiliye Nezareti’ne bir yazı gönderip hem Türkçe gazetelerdeki haberlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş, hem de Polis Müdürlüğü’nden şikâyetçi olarak bu şekilde giderse hoş olmayan olayların çıka- bileceğini ifade etmiştir98. Zaven Efendi’nin yazısına baktığımızda Patrikhane’ye teslim edilmiş ve durumları özel bir heyet tarafından incelenmiş 120 yetim oldu- ğu, bu çocuklarla ilgili Türkçe gazetelerin Türkleri kışkırtıcı mahiyette haberler yaptığı belirtilerek duyulan hoşnutsuzluğun dile getirildiği görülecektir99. Zaven Efendi’nin yazısı kısa süre içinde Patrikhane’nin protestosu olarak gazeteler ta- rafından lanse edilmiştir. İleri’de çıkan “Ermeni Patrikhanesi’ndeki Müslüman Çocuklar” başlıklı yazıda Zaven Efendi’nin yazısına cevap verilerek Müslüman çocukların dayak yedikleri ve bunu inkâr etmenin çok garip olduğu söylenmiş ve şunlar eklenmiştir:



“...Bir buçuk ay evvel Kadıköyü’nden alınan ve yirmi iki yaşında olan Cemile Hayriye Hanım dahi el’an Ermeniler tarafından alıkonulmakta ve cebr ve tazyik edilmektedir. Zavallı Hayriye Hanım üç gün evvel bulunduğu Agob (...) Efendi’nin Şişli’deki hanesinden alınarak Makriköy Ermeni Mektebi’ne gönde- rilmiştir. Bu hanım katiyen bitarafhaneye gönderilmemiş ve memure Nezihe Ha- nım tarafından isticvab edilmemiştir. Bilmiyoruz, Ermeni Patrikhanesi bunlara ne cevap verebilecektir? Yoksa bunlar da mı doğru değildir100?”

Ermeni oldukları gerekçesiyle İstanbul’a getirilen çocuklarla ilgili bir kayıt da 15 Temmuz 1919 tarihlidir. Buna göre Bursa’dan gelen bir kişinin dört Müslüman kızı kaçırdığına dair ihbar alınmış, polisin yakaladığı Ermeni, kızları Bursa’daki Amerikan misyonundan İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’ne götürdüğünü anlatmıştır. Kayseri, Trabzon, Sungurlu ve Erzurumlu olan kızlar, Türk olduklarını da söylemişlerdir. Yine de sonrasında bir problemin çıkmaması için bu kızların kimlikleriyle ilgili çalışma yapılmıştır101. Dahiliye Nezareti, İstanbul’daki çalışmaların sürekli kendileri aleyhinde neticelenmesinden dolayı sorunu Anadolu’da çözmeyi uygun görmüş ve bu doğrultuda 23 Eylül 1919’da Kayseri Mutasarrı ığı’na bir yazı göndermiştir. Buna göre Kayseri Darüleytamı’nda bulunan, Rus işgali ve Ermeni zulmünden batıya kaçan Müslüman ailelerin ço- cukları için İstanbul Darüleytam’larında yer ayarlanmıştı. Ama bunların Müslüman olduklarına dair bir defter hazırlanıp bu defter Kayseri’deki İtilaf güç- lerinin temsilcisine onaylatılmalı, çocuklar bu defterle beraber özel memurun gözetiminde İstanbul’a gönderilmeliydi102. Devlet bu tutumuyla Ermenilerin bu işte İtilaf Devletlerinden destek aldığını görmezden gelir bir tavra bürünmüştür. Oysaki İtilaf güçleri yanlarında olmasa Ermeniler bu kadarını kendi başlarına yapamazlardı. Dolayısıyla Anadolu’daki temsilcilerine onaylatılan bir belge ile İstanbul’daki durumu düzeltmeye kalkışmak bir çözüm olmamıştır. Çünkü herşey İtilaf Devletlerinin denetiminde gerçekleşmiştir. Hatta İngiltere’nin İstan- bul Yüksek Komiseri Amiral Webb 2 Aralık 1919 tarihli raporunda gündemin en önemli üç meselesinden bahsetmiştir. Webb’e göre bunlardan ikisi asayişin olmaması ve halktaki silahların toplanmasıydı. Üçüncüsü ise Ermeni kızlarının kurtarılması meselesiydi103.


7 Aralık 1919’da Adana Merkez Müftülüğü’nün kaleme aldığı yazıda konu ile ilgili olarak Müslümanların elindeki Müslüman çocuklara el konul- duğu, yapılan girişimlerle büyük bir kısmının geri alınabildiği ancak bir bölü- münün Ermenilerin elinde kaldığı ifade edilmiştir104. Bu tarz şikayetlerde 1920 itibariyle bir azalma görülmekle beraber sorunun tamamen bittiğini söyleyeme- yiz. Örneğin 25 Ocak 1920’de Düzce’de Abaza Hasan Bey’in oğlu Arif Bey, iki Ermeni kızını, bunların Yüzbaşı Adil Bey’in kızları olduğunu ileri sürerek İzmit Ermeni Yetimhanesi’nden kaçırmıştır. Ermenilerse bahsi geçen kızların Ermeni olduğu konusunda diretmiştir. Olayın çözülmesi için Dahiliye ve Ha- riciye Nezaretleri ile Sadaret makamı devreye girmiştir. Bundan ayrı Ermeni oldukları iddia edilerek yetimhanelerden alınan çocuklarla ilgili bir problem de araştırma sonucu Türk olduğu tespitiyle geri getirilen çocuk sayısının sadece 42 olarak gösterilmesi olmuştur. Ayrıca çocuklardan 14’ünün Ermeni olduğu gerekçesiyle ismi değiştirilmiştir. Bu şekilde Kayseri’den getirilen 174 Müslüman çocuğa da Ermenice isimler verilmiş ve gerçek kimlikleri gizlenmiş- tir105. Anadolu’dan getirilip İstanbul’daki 7 şubeli Darüleytam’a yerleştirilen çocuklardan bazıları daha Haydarpaşa’dayken Ermeni oldukları iddiasıyla alı- nıp götürülmüştür. Öyle ki 8.000 yetimin kayıtlı olduğu yetimhanenin mevcu- du 2.500’e düşmüştür. Sadece Arnavutköy’deki Kız Ermeni Yetimhanesi’nde 1920’de Türk evlerinden alınıp buraya getirilen on dört ila on sekiz yaş arası 90 genç kız olduğunu söyleyen Clarence Richard Johnson, Ermeni ailelerin de evlerinde yetim kız çocuklarına baktıklarını belirtmiştir106. Şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı Devleti içinde özellikle Ermeniler arasında evlatlık edinme oldukça yaygın ve eski bir durumdur. Eşi İstanbul’da İngiliz elçisi olan Lady Mary Wortley Montagu, 1718’in Mayıs ayında bir kontese gönderdiği mektupta bu durumu anlatmış ve Osmanlı yasalarında çocuğu olmayan ailelerin servetlerinin devlet hazinesine aktarıldığını, bunu önlemek isteyenlerin fakir ailelerin çocuklarını evlat edindiklerini ifade etmiştir107. Yine Türk kızlarının işgalci güçlerin subaylarına sunulmaları, çocuklara el konulmasına yönelik faaliyetlerinde misyoner okullarının merkez olarak kullanıldığı da bu mesele bağlamında söylenilmesi gereken hususlardır108.



Türk çocuklarının alıkonulmasıyla ilgili devletin bir çalışması da 1921 yılı sonunda olmuştur. 25 Aralık 1921’de Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, Şeyhülislam Mehmet Nuri Efendi’ye gönderdiği yazıda evlerinden alınan Türk kızları- nın Patrikhane’ye ve yetimhanelere verildiğine, bazılarının ise Hıristiyan ailelere hizmetçi olarak gittiğine yönelik şikâyetlerin arttığını söyleyerek bu konunun araştırılmasını istemiştir. 2 Ocak 1922’de Şeyhülislamlığın verdiği cevapta bu bilgiler doğrulanmış, ayrıca çocuklarına el konulan ailelerin Darü’l-Hikmeti’l- İslamiye’ye109 başvurup yardım istedikleri de ilave edilmiştir110. Şeyhülislam Mehmet Nuri Efendi’nin cevabının ekinde el konulan Müslüman çocuklardan dördü hakkında bilgi verilmiştir. Buna göre yaklaşık 12 yaşında olan Süleyman isimli bir çocuğun Büyükada’daki Ermeni Yetimhanesi’nde, yine 12 yaşında olan Latife’nin ise Beşiktaş Köyiçi Rum Kızlar Yetimhanesi’nde olduğu dilekçe ile belirtilmiştir. Ayrıca 16 yaşındaki Nesibe ve 8 yaşındaki Nuriye’nin bulundukları yerin belli olmadığı da bu belgelerde yer almaktadır111.




20 Şubat 1922’de İngiltere Fevkalade Komiserliği, Hariciye Nezareti’ne; Rum ve Ermeni Yetimhanelerine gönderilen Müslüman kızları için oldukça tarafsız bir şekilde inceleme yapılacağı ve Müslümanlığı kesin olanların aile- lerine teslim edileceğine yönelik bir teminat sunmuştur. Ancak Anadolu’nun kurtuluş mücadelesinde artık sona gelinmiş, Osmanlı İstanbul’da hapsedilmiş- tir. Dolayısıyla bu güvencenin bir değeri olmamıştır. Zaten Ermeniler Mondros Mütarekesi’nden bu yana devam eden faaliyetleriyle amaçlarına ulaşmış, çok sayıda Müslüman çocuğuna Ermeni kimliğini vermişlerdir112. Ermeni kimliği verilenler, Ermeni çocuklarla birlikte İngiltere, Fransa ve ABD’nin misyonerlik kuruluşları tarafından yurt dışına çıkarılmışlardır. Özellikle Relief ve Lord Mayor’s Fund bu faaliyette önemli rol oynamışlardır. İlk olarak 1920’de üç bin çocuk Çukurova’dan Kıbrıs’a113 gönderilmiş, ancak bakımlarıyla baş edi- lemeyince 1921’de İstanbul’a getirilmiş ve şehrin dışındaki barakalara yer- leştirilmişlerdir. Ayrıca Adana, Maraş, Urfa, Malatya, Harput, Tarsus, Mersin ve Mardin’deki çocuklar Suriye’ye114 gönderilmişlerdir. Yalnızca Malatya ve Harput’un iç kesimlerinden toplam 5.312 çocuk nakledilmiştir. Bu bölgenin daha alt kısmındansa çoğu Ermeni sekiz bin yetim Suriye’ye gönderilmiştir115. Bu sevkte bir yılda gönderilen çocuk sayısı on iki bine ulaşmış, küçük çocuk- lar eşek, at veya deve sırtında yolculuk ederken daha büyükler yaya olarak Suriye’ye geçmişlerdir. Bu bağlamda Suriye’de oluşturulan Ermeni Ocağı’nın ve Ermeni Çocuk Evi’nin116 araştırılması belki de konunun devamının getiril- mesi yönünden sağlıklı bir adım olacaktır. Dolayısıyla buradaki çocukların Er- meni olup olmadıklarının tespit edilmesi, mühim görülmelidir.


Batıdaki çocuklarsa Yunanistan’a gönderilmiş117, 1922 sonunda Yunanistan’a 15.644118 çocuk gitmiştir. Orta Anadolu’dan da aynı şekilde Yunanistan’a göç olmuş, Sivas’taki çocuklar Samsun ve İstanbul yoluyla Ati- na ve Korfu’ya sevk edilmişlerdir. 1923 sonrasında bu çocukların sayısı o ka- dar artmıştır ki bunlardan 2.500’den fazlası İskenderiye ve Kahire’ye, 1.500’ü Fransa’ya geçirilmiştir. Zaman içinde çocuklar ABD, SSCB ve Batı Avrupa’ya da götürülmüşlerdir119. Bu çocuklardan kaç tanesinin Müslüman olduğu bilinme- mektedir. Ancak bununla ilgili bir yazışma 1922 sonunda Fevzi Paşa ile Refet Paşa arasında yaşanmıştır. Buna göre; 2 Aralık 1922’de Fevzi Paşa tarafından Refet Paşa’ya ve Heyet-i Vekile’ye gönderilen yazıda Relief yani Şark-ı Karib Muavenet Cemiyeti’nin İstanbul’dan götürdüğü çocukların içinde, önceden zorla el konulmuş yaklaşık bin Müslüman çocuğun da olduğu ve bunların ayrılmasının gerektiği ifade edilmiştir120. Refet Paşa’nın verdiği yanıtta konuyla ilgili olarak önceden Ermeni Kapıkethüdası ile yapılan çalışmada çocuklardan yaklaşık elli- sinin ayrıldığı ancak bunlardan yalnızca birinin Müslüman olduğunu söylediği, işlemlerin hala devam ettiği belirtilmiştir121.

Yaşadıkları olaylar düşünülecek olursa çocuklardan kaçının Müslüman olduğunu söyleyebileceği merak konusudur ve gerçek kimliklerini söyleyeme- dikleri ihtimalleri de yüksektir. Örneğin Ermeniler tarafından alıkonan çocuk- lardan birisi olan Trabzonlu İbrahim, Müslüman olduğunu söyleyemediği için önce Batum’a ve oradan da Ti is’e götürülmüş, burada geçirdiği üç yılın sonunda beş yüz Ermeni çocukla birlikte Kars’a getirilmiş ve Amerikan Yetimhanesi’ne verilmiştir. Buradayken karakola Müslüman olduğunu anlatabilen on dört yaşın- daki İbrahim’in durumunu Kars Vali Vekili, Kazım Karabekir Paşa’ya bildire- rek çocuğun Kolordu Mektebi’ne alınmasını istemiştir. Ayrıca yine Amerikan Yetimhanesi’ndeki iki Müslüman çocuğun da buradan alınması talep edilmiş- tir122. Karabekir’in anılarına baktığımızda Kars’ın alınması ve Gümrü’nün işgali sonrasında Kars’ta altı bin, Gümrü’de on bin Ermeni çocuğunun Amerikalılar tarafından yetiştirildiğini, Kars’taki çocuklar arasında yüz kadar Türk çocuğun olduğunu öğrenmekteyiz. Karabekir Paşa, içlerinden kaçıp gelen ve yaşı biraz daha büyük olan birinin haber vermesiyle durumu öğrendiklerini, sonrasında künyelerini tespit ettiklerini ve Amerikalı müdürle anlaşarak resmi protokol ile Türk oldukları kesin olan yüz çocuğu aldıklarını anlatmaktadır123.


Sonuç


Osmanlı Devleti içinde asırlardır süre gelen birlikte yaşama olgusunu imha eden Batılı Devletler, özellikle gayrimüslim toplulukları kendi emelleri çerçevesinde kışkırtmışlar ve devletin yıkılma sürecinde etkin rol oynamışlardır. Devlet kurma hayalinin aşılandığı son gayrimüslim topluluk Ermeniler olmuştur. Ermenilerin bu amaç uğrunda başlattıkları ihanet, I. Dünya Savaşı süresince ayyuka çıkmış, Müslüman halkı çoluk çocuk demeden katletmişlerdir. Bu durum karşısında “Osmanlı Barışı” etiketine sadık kalan Osmanlı Devleti, geçici süreli ve olayları yatıştırma amaçlı olarak kargaşayı yaratan Ermenileri iskâna sevk etmiştir. Bu sevk esnasında Ermeni çocuklarına devlet ve toplum olarak sahip çıkılmıştır. Ancak tehcirden geri dönüşle birlikte başka bir problem gün- deme gelmiş ve çocuklarını geri alma faaliyetine girişen Ermeniler ile onların yanından ayrılmayan İtilaf güçleri Müslüman ailelerin çocuklarına da el koymuş- lardır. Bu bağlamda savaşın mağlup devletlerinden olan Osmanlı Devleti, yine de bu konuyla ilgili olarak direniş göstermişse de pek başarı sağlamıştır denilemez. Aynı şekilde aileler de kendilerinden alınan çocukları için bir şey yapamamışlar, gösterdikleri çaba maalesef genel itibariyle sonuçsuz kalmıştır. Toplanan bu ço- cuklar Ermeni oldukları gerekçesiyle Patrikhane’ye yahut misyoner kuruluşlara ve yetimhanelere yerleştirilmişlerdir. Burada zorla Hıristiyanlaştırılmaya çalışı- lan çocuklardan bir kısmı ailelerine kavuşabilmişken diğerleri Ermeni çocuklarla birlikte Anadolu’dan götürülmüşlerdir. Yunanistan, Batı Avrupa, SSCB, ABD, Suriye, Mısır gibi ülkelere götürülen bu çocuklardan kaçının Müslüman olduğu bilinmemektedir, götürülen çocuklarla ilgili faaliyetler meçhuldür. Ancak Erme- nileştirme ve Hıristiyanlaştırma çalışmaları göz önünde bulundurulacak olursa bu çocukların özlerini, köklerini unutmuş olduklarını tahmin etmek zor olmasa gerektir. 




Alıntı Kaynak: 
TEHCİR SONRASI MÜSLÜMAN ÇOCUKLARA EL KONULMASI MESELESİ
Selma Göktürk ÇETİNKAYA
Tarih Dergisi, Sayı 65 (2017 / 1), İstanbul 2017, s. 131-166