20190531

🎞 'Stambulski Novosti'de Jön Türk Devrimi'


Haber Merkezi- Jön Türk Devrimi
Mehmet Perinçek, Arda Odabaşı, Can Karadut 
24 10 2013 Ulusal Kanal

🎞 Sürülerin Ağrı Dağı'na göç yolculuğu başladı


''Milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım dedim...''

"Ben toprak büyütme heveslisi değilim. Barış bozmak gibi alışkanlığım yoktur. Ancak hakkımızı istiyorum. Onu almadan edemem. Milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım dedim." 
Mustafa Kemal Atatürk - 1936 /@masadergi

✍️ 🇹🇷Türkler kılıç zoruyla mı Müslüman oldular? - Eren Öztürk 🧿

Türkler kılıç zoruyla mı Müslüman oldular?

EREN ÖZTÜRK 


Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi konusundaki görüşler iki uçta inceleniyor:
Birincisi, Türkler İslam’la karşılaşınca İslam’ı kucakladılar.
İkincisi, Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldular.

Herhangi bir topluma toplumsal-ekonomik açıdan kabul etmeye hazır olmadığı bir sistemi zorla benimsetmek mümkün mü?

Bizce değil. Ondandır ki Türk kavimleri arasında İslamiyet’i ilk benimseyenler yerleşik hayat ve tarımda bir hayli ilerlemiş ve şehirler kurmuş olan Karahanlılar oldu. Her toplum eşiğine geldiği veya içine girdiği toplumsal süreçlere uygun kurumları ve ideolojiyi kabul eder. Kılıç orada bir araçtır. Ancak medeniyet kuruculuğu aşamasına gelmemiş bir toplumu kılıçla medeniyete geçiremezsiniz, ama kesip doğrayabilirsiniz.

İslamiyet’e bugünden bakıp geri bulanlar zamanın koşullarına göre değerlendirdiklerinde dönemin coğrafyasına ileri bir sistemi getirdiğini göreceklerdir. Ticaret uygarlığına geçişin ideoloji ve kurumlarını getiren İslamiyet; kabile savaşlarına son verip, ticaret, bilim, özel mülkiyet, devlet ve ordu kavramlarını düzenleyici rol üstlenmiştir.

Örneğin; Arabistan’ın Bedevi toplumları ticaret uygarlığını kurma eşiğine geldikleri için İslamiyet’i benimsediler. Orada da savaşlar oldu. Ancak o savaşları ticaret uygarlığına önderlik eden İslamiyet kazandı. Kazanan kılıçtan ziyade uygarlığın ilerleticisi olan sistemdi. Aynı değerlendirme, İran ve Türk kavimleri için de geçerlidir.(1)

Ya da Amerika’yı işgal eden Avrupalılar, kabile toplumu koşullarında yaşayan Amerikalı Kızılderililere kapitalist toplumda örgütlenmeyi zorla dayatamazlardı ve dayatamadılar. Çünkü Kızılderililerin toplumsal ve ekonomik yapısı uyuşmazlık içerisindeydi.

Öte yandan şöyle de bir durum var: Türkler Müslüman olduğunda kılıcı kendi ellerinde tutuyordu, üstün ve güçlü taraf olarak Müslüman oldular. Daha sonra Moğolların da Müslüman olması gibi...(2)

O zaman tarihçi Barthold’un dediği gibi gönüllü olarak, ellerinde kılıçlarıyla bu yeni dine giren Türklerin kendilerine sunulana değil, kendi kabul ettiklerine girdiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.(3)

Bu yazıyı okuyanlara önereceğimiz esas kaynaklardan biri, Uygur Türkü Seyfeddin Aziz’in Türkiye’de Kaynak Yayınları tarafından “Türklerin Müslümanlığa Geçişi” başlığıyla yayımlanan “Satuk Buğra Han” adlı romanıdır.

Roman, Karahanlılar’ın Satuk Buğra Han döneminde İslamiyet’i kabul etmelerinin öyküsünü gerçeğe yakın bir kurgusallıkta anlatıyor. Kitaptaki süreci ve diyalogları okuduğunuzda yukarıdaki iddianın doğruluğuna daha çok yaklaşıyorsunuz.

BENZERLİKLER 

Arapların sunacağı bir tevhit inancının Türkler açısından şaşırtıcı ve yeni bir ciheti yoktu, çünkü kendileri zaten “kadir-i külli şey” olan bir tek Tanrı’ya inanıyorlardı. Doğudaki eski Türklerin en özgün metinleri olan Orhon Yazıtları’nda tek olan, her şeye gücü yeten ve denetleyen bir Tanrı inancı bariz görülür.

Hint mitolojisinden aldığımız çarka oturarak, arabesk çağında “kahpe felek” haline getirdiğimiz kötü talihin döngüsel yapıdaki kaynağına eski Türkler “ödlek” derdi. Bu kelime “öd” zaman kökenlidir. Alper Tonga öldi mü, ödlek öçin aldı mu?

Sonraki çağlarda İran kökenli inanışların etkisiyle kötülük tanrısı haline gelen Erlik, eski Türklerde ölüm meleği, yani Azrail idi.

Benzerlikleri daha da artırabiliriz.

ÜÇ AŞAMA 

640’lardan itibaren yanı başlarına ulaşan İslam ile tanışmaya başlayan Türkler, hem Kafkaslar hem de Türkistan’da Emevîlerin saldırgan/savaşkan tutumlarını görünce cephe aldılar. Türklerin İslam’a girişini etkileyen ve hatta geciktiren “kötü bir tanışma” dönemi oldu. Biz bunu İslam’la değil de Araplarla tanışma olarak alalım. Sonuçta o dönemde yabancı topluluklar, dinlerinden ziyade etnik kimlikleriyle biliniyordu.

Türklerin kendilerine daha yakın gördüğü Ebû Müslim, Samanîler gibi etnik topluluklar artık Orta Asya’da İslam’ı Araplardan almış, kendileri sahiplenmişti. Türkler İslam’ı Araplardan değil, Orta Asya yerlilerinden tanıdılar. Buna ikinci tanışma safhası diyebiliriz. Türkçenin geleneksel İslam dilinin Arapça değil, bu dillerden ödünçleme olması (çoğunlukla Farsçadan olarak peygamber, namaz, abdest, oruç vb.) bu gerçekle ilgilidir.

Bir sonraki kademede, 9. yüzyılın son demlerinde Müslüman olmayan ama kentsel ticari alanlara uğrayan veya kendi memleketlerinden geçen kervanlarla hemdem olan Türkler, karşılarında artık Müslüman soydaşlarını, en azından Türkçe konuşan Müslümanları daha çok görmeye başladılar. Dahası bozkırdaki kıtlık zamanı yerleşik hayata akın yaptıklarında kendi Müslüman soydaşlarını buldular. Buna da üçüncü aşama diyebiliriz.(4)

SONUÇ 
Türklerin İslamiyet’e geçişi kılıç zoruyla değil, toplumsal-ekonomik-ideolojik süreçle olmuştur.

Türkler İslamiyet’i kucak açarak kabul etmemişlerdir, yazıda değinilemeyecek kadar uzun olan sebeplerle bu kabul gecikmiştir.

Eğer “Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldular” dersek, o tarihsel dönemde “Türklerin medeniyete geçme süreçlerini yaşadığını” bilmiyor duruma düşeriz ve Türk imparatorluk ve devlet birikimi yanında İslamiyet’in tarihsel rolünü de göz ardı ederiz. Bu tür değerlendirmeler İslamiyet’e ve özellikle İslam’a karşı tarihsel olmayan konumlanışın ürünüdür. Bu vesileyle tüm okuyuculara Doğu Perinçek’in “Hz. Muhammed Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi” kitabını öneriyoruz.

Kaynaklar:
1- Doğu Perinçek, Hz. Muhammed Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2019, s.32.
2- Osman Karatay, Türklerin İslam’ı Kabulü, Kripto Yayınevi, İstanbul, 2018, s.180.
3- Age, s.197.

4- Age, s.195.

Alıntı/Kayanak: https://www.aydinlik.com.tr/turkler-kilic-zoruyla-mi-musluman-oldular-ozgurluk-meydani-mayis-2019

20190530

📷 Phanar Greek Orthodox College, Istanbul





1237-Alâeddin Keykubad bin Keyhüsrev; Anadolu Selçuklu sultanı.

📷 Yedi Sekiz Hasan Paşa Yalısı, Istanbul

✍️ 🇹🇷 Dil emperyalizmi - Prof. Dr. Sinan Bayraktaroğlu

Dil emperyalizmi

PROF. DR. SİNAN BAYRAKTAROĞLU
Aydınlık Gazetesi

Bugün ortaya çıkan bütün başarısızlıklarına rağmen bilinçsiz bir iyimserlikle ısrar edilen İngilizceyle eğitim uygulamasının Türk eğitim sistemi, Türk dili ve kültürü üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar vahimdir. Dahası, böylesi bir gaflet, Cumhuriyet’in temel taşlarını dinamitlemektedir



1780 yılında ABD’nin 2. Başkanı John Adams(1), Amerikan Kongre’sine bir “Amerikan Akademisi”nin kurulmasını önerirken şöyle bir kehanette bulunuyordu:

“İngilizcenin yazgısı, gelecek ve onu izleyen yüzyıllarda, Latincenin geçen yüzyıllarda, ya da Fransızcanın bu yüzyılda olduğundan daha da yaygın bir dünya dili haline gelmektir.”

Bu kehanetine gerekçe olarak, Amerika’nın o zamanlar hızla çoğalan nüfusunu, tüm dünya ülkeleri ile bağlantılarını ve İngiliz İmparatorluğunun da desteğini belirterek, İngilizcenin küresel yayılışı önünde hiçbir gücün duramayacağını gösteriyordu.

Buna ilaveten, 1941 yılında Churchill ve Roosevelt faşizmin devrilmesinden sonra nasıl bir işbirliği içinde olacakları konusunda koşulsuz nitelikteki Atlantik Antlaşmasını imzaladılar. 1943 yılında Roosevelt’in telkiniyle Churchill’e Harvard Üniversitesi tarafından fahri doktora veriliyor. Churchill doktora töreninde yaptığı kabul konuşmasının beş ana teması sırasıyla Birleşik Krallık ile Amerika Birleşik Devletleri’nin birlik ve bütünlüğü, askeri alanda işbirlikleri, küresel barışın korunmasına dair tasarıları, Birleşik Krallık ile Amerika Birleşik Devletlerin küresel hakimiyeti ve küresel İngilizce idi.(2)

CHURCHİLL’İN GÖRÜŞÜ 

Churchill’in 1943 yılında Harvard Üniversitesindeki fahri doktora törenindeki kabul konuşmasında İngiliz dili ile ilgili olarak aşağıdaki söylemleri bu dilin ikinci dünya savaşından sonra dünyada hızla yayılmasını ve ‘dil emperyalizminin’ nasıl oluştuğunu anlamamız açısından ilginçtir:

“Bizlere bahşedilen ‘ortak dilimiz’ paha biçilmez bir mirastır ve bu bir gün ortak vatandaş olabilmemizin temelini oluşturabilir. Britanyalıların ve Amerikalıların birbirlerinin geniş topraklarında birbirilerine karşı hiç yabancılık hissetmeden rahat ve özgürce dolaşabilmelerini görmek isterim. Aynı şekilde, ortak dilimizi dünyada çok daha geniş bir alana yaymaya ve doğuştan sahip olduğumuz böylesine büyük bir değere birlikte sahip çıkmaya kendi bencil menfaatlerimizi gözetmeksizin birlikte gayret sarf etmememiz için herhangi bir neden görmüyorum.”

Churchill konuşmasını şu sözleriyle sonuçlandırmaktadır:

“Öne sürmüş olduğum bu beş temel ilkenin uygulanması insanların topraklarını işgal edip onları amansızca sömürmemizden çok daha verimli sonuçları bizlere armağan edecektir. Geleceğin imparatorlukları kuvvetini akıldan alan imparatorluklardır.”

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda İngilizcenin küresel yayılışının geldiği durum şudur: 20. yüzyıldan beri dünya ekonomisine liberalizmin/neo-liberalizmin hâkim olması üzerine, İngilizce, teknolojik gelişmelerin de desteğiyle, dünya ülkelerinin adeta “ortak dili” (lingua franca) olmuş ve uluslararası bir iletişim aracı haline gelmiştir.

Günümüzde, 1.75 milyar dünya halkı (her dört kişiden biri) İngilizce konuşmakta ve 2020 yılı itibariyle bu sayının 2 milyara (British Council,2013: 2), 2040 yılı itibariyle de 3 milyara (yaklaşık olarak dünya nüfusunun yüzde 40’ı) ulaşacağı tahmin edilmektedir.(3)

ABD, Birleşik Krallık, Kanada, İrlanda, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde toplam 329 milyon kişi İngilizceyi “anadil” olarak konuşurken, sömürgeciliğin sonucu, İngilizcenin resmi dil veya ikinci dil olduğu, Hindistan, Kenya, Malezya, Singapur ve Zambia gibi ülkelerde 300 milyon kişi de İngilizce konuşmaktadır. Öte yandan tarihlerinde hiç sömürge/koloni durumuna düşmemiş Çin, Rusya, Japonya, Türkiye, Avrupa ülkeleri, v.b. gibi 1 milyarın üstündeki dünya halkı da İngilizceyi “yabancı bir dil olarak konuşmaktadır. Kısaca, İngilizce üzerinde güneş batmayan topraklarda konuşulan bir dil haline gelmiştir!(4) 

Asırlar önce planlanıp küresel düzeyde etkinliğini gösteren böylesine bir dil emperyalizmi, bugün Türk toplumunun dil ve kültürünü, birliğini ve geleceğini ciddi boyutlarda her yönüyle tehdit etmektedir. Bunun sonucu olarak, bugün yükseköğretimde neredeyse hiç farkına varmadığımız bir “dil çıkmazına”(5)sürüklenmiş buluyoruz. Dil olmayınca “düşünce” de “yaratıcılıkta” olamaz. Ünlü dilbilimci Ludwig Wittengenstein’ın(6)belirttiği üzere, “Dilimin sınırları dünyamın sınırları demektir.”


DİL ÇIKMAZI

Üniversitelerdeki hem Türkçe hem de İngilizce eğitiminde, yıllardır süregelen son derece endişe verici sorunlar yaşıyoruz. Bu sorunları Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne az bir zaman kalmış olmasına rağmen henüz giderememişken, bir de yükseköğretimde “İngilizceyle eğitim” yapma sevdasına kapılmış ve ülkemizi tam bir dil çıkmazının içine sürüklemiş durumdayız.

İngilizceyle eğitim İngilizce öğretim ve öğrenim yöntemi değildir. Bunlar pedagojik amaç ve hedefleri farklı iki tür eğitim faaliyetleridir.

Yabancı dille eğitim uygulamasının yükseköğretimin kalitesini ciddi boyutlarda tehdit ettiğini görüyoruz. Bu uygulamaya tabi tutulan öğrenciler, bırakın İngilizce olarak yorum yapamamalarını, kendi ana dilleri Türkçede dahi üretken ve yaratıcı olmalarını sağlayıcı dil kullanım becerilerini edinemiyorlar.

İngilizceyle eğitim yapma pahasına kendi anadilinde düşünebilme, sorun çözebilme, üretebilme ve yaratıcı olabilme becerilerinden yoksun bırakılan genç nüfusumuz, geleceğin Türkiye’sine ümit olma yerine, altından kalkılması çok zor sosyal ve ekonomik sorunlar yaratacak bir tehdit haline kolayca gelebilir.

Küreselleşen bir dünyada yükseköğretime uluslararası düzeyde akademik bir kimlik kazandırabilmek için İngilizce öğretim ve öğrenimine ne kadar büyük önem verilse yeridir. Ancak, etkin bir Türkçe eğitimi gerçekleştirilmeden ne İngilizce ne de İngilizceyle eğitim uygulaması sağlıklı bir şekilde yapılabilir. Unutulmamalıdır ki, anadil eğitimi her ülkenin eğitim sisteminin temelidir. Dolayısıyla, etkin bir Türkçe eğitimi ve buna bağlı olarak uluslararası standartlarda güçlü bir İngilizce eğitimi, akademik eğitimin Türkçeyle yapılması koşuluyla hayata geçirilmelidir.

Bugün ortaya çıkan bütün başarısızlıklarına rağmen bilinçsiz bir iyimserlikle ısrar edilen İngilizceyle eğitim uygulamasının Türk eğitim sistemi, Türk dili ve kültürü üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar vahimdir. Dahası, böylesi bir gaflet, Cumhuriyet’in temel taşlarını dinamitlemektedir.

Osmanlı okumuşu Arapça ve Farsçayı Türkçeye yeğ tutmakla vaktiyle hata etmişti. Bugün yükseköğretimde İngilizceyle eğitimi savunan aydınlarımız da aynı hatayı işliyorlar.(7) Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti, onun kurucusu olan Atatürk’ün şu söylemleri doğrultusunda kurulmuştur:
“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.
“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

*Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi (1972-1977).

Cambridge Yabancı Diller Merkezi, Sawston Hall, Kurucu Direktörü (1980-2005).

Kaynaklar:

1- Adams, John. (1780). Letter to the President of Congress (5 September 1780) . In C.F.Adams, The Works of John Adams, Vol. 7 (Letters and State Papers 1777-1782), Boston: Little, Brown,()

2- http://www.winstonchurchill.org/learn/speeches/speeches-of-winston-churchill/118-the-price-ofgreatness. Alıntı: Phillipson (2017), s.318.

3- Council Report, (1995) THE ‘WORLD ENGLISH PROJECT’. Alıntı: David Graddol (2006), English Next, : British Council, s.107.

4- Crystal, David (2003), English as a Global Language, : Cambridge University Press, Second Edition.

5- Bu yazımızda sözü edilen “dil çıkmazı”nın ne olduğu ve sorunların nerelerden kaynaklandığının kapsamlı biçimde irdelenmesi ve bunları giderici çağdaş dil pedagojisi doğrultusunda öne sürülen yapıcı çözüm önerileriiçin bkz: Cumhuriyetin 100. Yılına Doğru Yükseköğretimde Dil Çıkmazı: Türkçe ve İngilizce Eğitimde Sorunlar ve Çözüm Önerileri, ürkçü Düşünce Derneği Yayını, 318 s.

6- Logico-Tractatus Philosophicus,1921.

7- Tekin, T. (1975), “Üniversitelerde Bilim Dili: Türkçe...”, Milliyet,1 Kasım 1975.

Karakeçili Yörükleri yaylalara doğru göçe başladı

Karakeçili Yörükleri yaylalara doğru göçe başladı

Ulusal Kanal

Zorlu kış geride kaldı. Karakeçili Yörükleri yaylalara doğru göçe başladı. Bin 150 keçi ile verimli yaylaların yolunu tutan Yörükler zorlu göçü anlattı.

Doğa canlandı. Yörüklerin göçü başladı. Şimdi yaylalara çıkma zamanı.

Karakeçili Yörükleri kışı Denizli'nin Çal ilçesindeki ılıman bölgede geçirdi. Şimdi daha serin ve verimli otlarla kaplı Uşak yaylalarına yola çıktılar.

Karakeçili Yörükleri, her yıl ilkbahar ve sonbaharda sürülerini otlakların yeşerdiği bölgelere doğru sürüyor.

Baharın gelmesiyle birlikte dünyaya gelen 400'ü aşkın oğlağın uzun yolculuğa dayanması için güçlenmesi beklendi. Ardından 1100 keçiden oluşan sürüyle yola düşüldü.

Çobanlar, yaylalara ulaşmak için geniş ovalar, derin kanyonlar ve sık ormanlıkları aşacak.

Yörükler sürünün dağılmaması için lider keçilerin öncülüğünde ilerliyor. Zaman zaman köylerin de içinden geçiyor. Yürümekte zorlanan yavru keçiler ise kucaklarda taşınıyor.

Yörükler, belirlenen dinlenme noktalarında kısa molalarla soluklanıyor. Buldukları su kaynaklarında hayvanlarının su ihtiyacını gideriyor.

Yüzyıllardır aynı rotanın kullanılması konaklama bölgelerinde barakaların oluşturulmasını sağladı. Çobanlar, keçilere yırtıcı hayvanlar zarar vermesin diye elde silah sırtta kepenekle gün ışığını bekliyor.

Yörükler, bir haftada yaklaşık 120 kilometre katederek göçü tamamlamayı hedefliyor.

ulusal.com.tr

9 Haziran'da New York'ta Amerika Türk Günü


'New York'ta bu yaz her yer kırmızı-beyaz'

Türkiye'nin New York Başkonsolosluğu, Brooklyn Belediyesi ile iş birliği içinde 9 Haziran'da düzenleyeceği Amerika Türk Günü için, "New York'ta bu yaz, her yer kırmızı-beyaz" sloganıyla yola çıkıyor.

Konsolosluk, 9 Haziran'da Brooklyn Belediyesi önünde Amerika Türk Günü etkinliği düzenleyecek.

Sanatçı Mustafa Sandal'ın da sahne alacağı etkinliğin sloganı ise "New York'ta bu yaz, her yer kırmızı-beyaz" olarak belirlendi.

Amerika Türk Günü'ne ilişkin konsolosluktan yapılan yazılı açıklamada, ABD'de yaşayan Türk toplumunun nüfusunun 500 bin dolaylarında olduğuna işaret edilerek, "New York ve çevresinde yaşayan Türk-Amerikan toplumu olarak, hiçbir siyasi yönelim ve fikri farklılık ayırımı yapmadan; ailelerimiz, Türk ve Amerikalı dostlarımızla, bir araya gelebileceğimiz nitelikte bir etkinlikte buluşmak, toplumumuz için son derece değerlidir." ifadelerine yer verildi.

Türk Günü'nde çeşitli etkinlikler düzenlenecek

New York Başkonsolosluğunun koordinasyonunda ve Brooklyn Belediyesi ile iş birliği içinde düzenlenecek, “Amerika Türk Günü"nde Sandal'ın vereceği konserin yanı sıra, mehter takımı ve folklor gösterilerinin olacağı, ebru sanatının ve Karagöz- Hacivat’ın tanıtılacağı, çocuklara ve gençlere yönelik çeşitli etkinliklerin yer alacağı vurgulandı.

"Amerika Türk Günü'nün amacı, Türk toplumumuzu bir araya getirerek ortak toplum bilincimizi güçlendirmek ve kültürümüzü ve kendimizi Amerikan toplumuna doğru şekilde ve layıkıyla tanıtabilmektir." denilen açıklamada, söz konusu günün amacının, Cumhuriyet'in 100. yıl dönümünde, 2023'te New York’un merkezi bir bölgesinde en az 25 bin Amerikalı Türk’ün bir araya geleceği bir etkinliğin düzenlenmesi olacağının altı çizildi.

Sivil inisiyatif olan “Amerika Türk Günü”nün hazırlık çalışmalarının Türk sivil toplum kuruluşları tarafından yapıldığı ve Türk-Amerikan toplumunun etkinliğin bütçesini kendi imkanlarıyla karşıladığı vurgulandı.

Açıklamada, "Türk-Amerikan Toplumumuzun siz değerli üyelerini aileleriniz, sevdikleriniz ve arkadaşlarınızla birlikte Brooklyn’de Columbus Park’a bekliyoruz. 'New York’ta bu yaz; her yer kırmızı-beyaz!" çağrısında bulunuldu.

Alıntı/Kaynak: AA

20190529

📷 Fotoğraf Arşivi: İstanbul Kuruçeşme- 1930'lar

Eskiden okullarda güzel yazı dersi vardı

Eskiden okullarda güzel yazı dersi vardı. Bu derslerde zorunlu divit ve mürekkep kullanılırdı. Hatırladığım kadarıyla horoz marka bu uçlar Belçika'dan ithal edilir ve en kalitelileri DMO (devlet malzeme ofisi) için üretilirdi.

📚 Kitap: 'Devrimcilik Üzerine'


Atatürk'ün devrim, devrimler ve devrimcilik konularında söyleyip yazdıkları ilk kaynaklarından yorumsuz olarak bir araya getirildi. Türkiye'nin tarih birikimi içinde bugün bize en gerekli olan miras Atatürk'ün devrimciliğidir. Doğu Perinçek'in sunuşuyla…
Kaynak Yayınları @kaynakyayin




Bursalı öğrenciler 81 ildeki köy okullarına kitap gönderdi

Tarihi rekor: Antalya 3 milyon turist ağırlıyor

Antalya 3 milyon turist ağırlıyor 


Antalya’da 27 Mayıs itibariyla şehre gelen turist sayısı, tarihi bir rekor kırarak, 3 milyonu geçti. Akdeniz’in istisna güzellikteki bu kıyı şehrimiz, dünyada da en çok yabancı turist misafir eden kent merkezleri arasında üçüncü sırada yer alıyor
AYDINLIK / ANTALYA 

Antalya, sezonun ölü dönemi olarak nitelendirilen ocak-şubat-mart aylarında geçen yıllara göre yüzde 50’ye yakın artışlarla büyük başarı yakalayan kent turizmi nisan ayında 1 milyon rakamını aşarken, mayıs ayında ise üç rekora imza attı.

İLK REKOR 2 MİLYON

İlk rekor, bu yıl 9 Mayıs Perşembe itibarıyla kırıldı. Bu tarih itibarıyla kente gelen yabancı turist sayısı ilk kez 2 milyonu aştı. Antalya Havalimanı ile Gazipaşa-Alanya Havalimanı toplam rakamı 2 milyon 15 bin 704 kişi oldu. İkinci rekor ise 25 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşti. 25 Mayıs’ta kente 76 bin 739 turist geldi. Bu sayı ile mayıs ayı gün rekoru kırılmış oldu.

İLK DEFA MAYISTA 3 MİLYON

Üçüncü rekor haberi ise 27 Mayıs Pazartesi günü geldi. Antalya ve Gazipaşa-Alanya havalimanları aracılığıyla kente gelen toplam turist sayısı ilk defa mayıs ayı içinde 3 milyon rakamını aştı. 27 Mayıs itibarıyla toplam turist sayısı 3 milyon 53 bin 965 kişi oldu. Bu rakamın 2 milyon 992 bin 561’i Antalya Havalimanı’na, 61 bin 404’ü ise Gazipaşa-Alanya Havalimanı’na iniş yaptı.

HEDEF 16 MİLYON

İki ana pazar Rusya ve Almanya ağırlıklı olmak üzere geçen yıl toplam turist sayısında 13 milyon 642 bin kişiyle tüm yılların rekorunun kırıldığı Antalya’da bu yılki hedef ise Antalya Valisi Münir Karaloğlu ile turizm sektörü temsilcileri tarafından 16 milyon olarak açıklandı.

BUNLAR YENİ REKORLARIN HABERCİSİ

Türkiye Otelciler Federasyonu TÜROFED Yönetim Kurulu Başkanı Osman Ayık, "Bu sezon 50 milyon üzerinde misafir bekliyoruz" dedi ve rekor sayıyı Aydınlık’a değerlendirdi. Ayık, sayılar anlamında 2018 rekor kırıldığını, ancak kişi başına elde dilen gelirler anlamında hala 2014’ün gerisinde bulunduğumuza dikkat çekti. Kişi başı turizm geliri seviyesinde dünya ortalamasının altında olduğumuzu vurgulayan Osman Ayık, gelen turist sayısının rakamlara yansıması için gece başına bir fiyatlamayla ölçülmesi gerektiğini belirtti: "Ziyaretçi sayıları açıklanırken bunların sınır geçişi ile birlikte yapılanları var. Konaklamaların çok kısa olduğu ziyaretler var. Bunlar da ortalamaları olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu yüzden geceleme başına kişi başı gelir hesaplaması bizi daha doğru ve gerçekçi rakamlara götürecektir."

EN ÖNEMLİ KAYNAK PAZAR RUSYA

2019 beklentilerine ilişkin, "En önemli kaynak pazar Rusya" diyen Osman Ayık, "Rusya için bu yıl daha da özel. 2019’un Türkiye-Rusya Turizm Kültür Yılı ilan edilmesi, gelirlerin turizm pastasındaki payını önemli ölçüde arttıracak. Sadece bu sezon, rakamlar 6,5 milyona kadar tırmanacak" diye konuştu.

SEKTÖRÜN TALEBİ VİZE SERBESTİSİ

TÜROFED Başkanı, iki ülke arasındaki karşılıklı ziyaretlerin arttırılması için atılması gereken adımlara dikkat çekti. Vize rejiminde yapılacak olan değişikliğin Türkiye’den de Rusya’ya ziyaretleri de arttıracağını kaydetti. 

20190528

📰 ✍️ 27 Mayıs - İftiralar ve gerçekler - Sinan Meydan

  

Akciğer kanserinde erken tanı

Trabzon'da bir şirketin geliştirdiği yazılım sistemi ile akciğer kanseri tanısı daha erken konulabilecek. Program insan gözünün kaçırdığı modülleri yüzde 85 oranında yakalama özelliğine sahip.



Akciğer kanseri x-ray görüntülerinde tanı bulmaya yardımcı olan ve yüzde 85 oranında kanserli hücreyi tespit eden AKGÜN X-eye TORAKS, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK destekli AR-GE projeleri kapsamında yazılım şirketi tarafından üretildi.
Sistem, hem yurt içinde hem de yurt dışındaki hastanelerde kullanılıyor.
Şirketin genel müdürü Temel Akgün, 1986 yılında Trabzon'da kurulan bir şirket olarak özellikle sağlık alanında çeşitli çalışmalar yaptıklarını söyledi.

Akgün, şirketin Türkiye'nin farklı illerinin yanı sıra Kazakistan ve Azerbaycan'da da şubeleri bulunduğunu  ifade etti.

Türkiye'de en sık görülen kanser türlerinin meme ve akciğer kanserleri olduğuna dikkati çeken Akgün, "Dolayısıyla bu kanser türleri üzerinde ne kadar çok çalışırsak, ekonomiye o kadar çok geri dönüş sağlanır. Bu da insanların ömürlerini uzatma ve daha az ilaç kullanımı anlamına gelmektedir." dedi.

Proje için 10 kişiden oluşan ekip, 6 yıl çalıştı

Akgün, yazılım şirketi olarak "Hastalığın teşhisi açısından neler yapabiliriz?" konusunda çalışmalar yaptıklarını belirterek, şunları anlattı:
"Dünyada yapay zeka gelişimi çok hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Dijital dünyada da yapay zeka son derece önemlidir. Her şey için doktora gitmek de mümkün değildir. Bazı şeyleri bilgisayar üzerinden yapay zeka ürünleriyle tespit eden dijital bir dünyaya doğru ilerliyoruz. 3-4 yıl içinde bu gelişimler daha da etkisini gösterecektir."

Proje üzerinde 6 yıl boyunca 10 kişilik bir ekibin çalıştığını kaydeden Akgün, şunları söyledi:
"Akciğer kanseriyle ilgili bilimsel bir proje ortaya koyduk. Bu projemizi TÜBİTAK AR-GE projeleri destek programları kapsamında gerçekleştirdik. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından proje desteğinin yanı sıra üniversitelerden de alanında uzman kişilerden danışmanlık hizmeti aldık. Bu proje Türkiye'de yok ama dünyada da az sayıda olan bir sistemdir."

Akgün, "Normalde baktığımız zaman bir insan gözü 5 milimetrik bir nodülü ve kanserli alanı görebiliyor ama AKGÜN X-eye TORAKS sayesinde 2,5 milimetre kadar bu seviyeyi aşağıya düşürebiliyoruz." bilgisini aktardı.

Bilgisayarlardaki AKGÜN X-eye TORAKS sistemi ile doktorların görüşlerine yardımcı olmaya çalıştıklarını belirten Akgün, "Bu program sayesinde nodülü gözden kaçırma riski daha da düşüyor." şeklinde konuştu.

Akgün, program sayesinde nodülün yüzde 82 oranında görülebildiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
"Röntgene baktığınız zaman nodüller, kaburga kemikleriyle birlikte görülmektedir ancak biz kemikleri bu sistem sayesinde ayırabiliyoruz çünkü bazen bu kemiklerin altında da nodüller olabiliyor. Çok küçük oldukları için göremiyorsunuz, bu sistem sayesinde ise kemikleri ayırdığımız için hastalığı yakalama oranını yüzde 3 daha da artırmış oluyoruz. Böylelikle toplamda program sayesinde yüzde 85 oranında nodülü sistem yakalamış oluyor." 

Alıntı/Kaynak: https://www.ulusal.com.tr/egitim-saglik/akciger-kanserinde-erken-tani-h230707.html

Avrupalıların 19 Mayıs 100.yıl parası ve yansımaları





British Museum'da Türk İskitleri gerçeği

'1912'den, yalanın ortaya çıktığı 1953'e kadar sahte Piltdown Adamı'nı 500,000 yıllık ilk insan diye sergileyen British Museum, günümüzde de Türk İskitleri sahiplenerek sergiliyor.'
Alp Erdem @4AlpErdem

20190527

İnşaat kazısında tarihi yapıya ait kalıntılar bulundu




İnşaat kazısında tarihi yapıya ait kalıntılar bulundu

Anadolu Ajansı

Kocaeli'nin İzmit ilçesinde temel kazısı sırasında Doğu Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen kalıntılara rastlandı.


Akçakoca Mahallesi Çukurçeşme Sokak'ta gerçekleştirilen temel kazısı sırasında tarihi bir yapıya ait kalıntılar bulundu.

İhbar üzerine olay yerine giden polis ve Kocaeli Müze Müdürlüğü ekipleri kazı çalışmalarını durdurdu.

Müze yetkilileri olay yerinde inceleme çalışması başlatırken, kalıntıların Doğu Roma döneminden kalma bir yapıya ait olduğu değerlendiriliyor.

Aynı bölgede daha önce de tarihi kalıntılara rastlanmıştı.

📖 Osmanlıca Sözcükler: 'muhteriz' ve 'muhteris' ne demek?


''Bu Osmanlıca (Arapça kökenli) sözcükler Türkiye'de bir televizyon kanalının 'Kim Milyoner Olmak İster' programında yarışmacıya soruldu. 
'Türkçe'de 'çekingen' anlamına gelen kelime aşağıdakilerden hangisidir? 
Sorunun yanıt seçenekleri arasında olan bu iki sözcük yarışmacıyı da beni de şaşırttı. Yarışmacı 'muhteris' sözcüğünü bildiği için, sandı ki 's' harfi yerine 'z' harfi kullanılmış. Bildiğine en yakın seçeneği, yani, 'muhteris' seçeneğini yanıt olarak verdi. Ve yarışmacı da ben de yanıldım. Meğerse, doğru yanıt 'muhteriz'miş. Sizlerle güzel Türkçemizin değerini daha iyi anlamak bağlamında bu örneği paylaştım. Bir de, Türkiye'deki kültürel yozlaşma önce dilden başladığı için, gençler yabancı dillerin (din, hukuk, askerlik alanlarında Arapça ve Farsça, diğer alanlarda özellikle tenoloji, sosyal medya, sinema, güzel sanatlar İngilizce gibi batı dilleri) etkisi altında kalıyorlar. Türkçemizi doğru konuşmuyorlar. Genç nesil ile yetişkinler arasındaki dildeki anlam kopukluğu artıyor. İnsanlar kullandıkları sözcüklerin içini dolduran bir yaşam da yaşamıyorlar. Yeterince de okumuyorlar. Türk milleti (ulusu) hem doğru Türkçe ile konuşup yazacak hem de Osmanlıcadan gelen (Arapça ve Farsça kökenli) sözcüklerin anlamlarını anlayacak kadar dil ve kültür bilincinde olmak zorundadır. 
Türkçemiz dil bayrağımızdır.''

Alp İçöz
Blog editörü

Kaynak: Türk Dil Kurumu

🥗🇹🇷 Türk Yemekleri - Türk Yemek Kültürü 🧿


Türk mutfağı, dünyanın sayılı mutfaklarından biri sayılır. Orta Asya'dan Anadolu'ya geliş sürecinde Türklerin değişikliklere uğrayan aşçılık geleneği, Anadolu'da var olan mutfak kültürüyle zamanla kaynaşmıştır. Bu kaynaşma, çok zengin bir mutfak geleneğinin oluşmasını sağlamıştır.

Eski Türklerde yemek, toplumsal yaşamın önemli bir parçasıydı. Toy denen şölenlerde bol yemek ve içki ikram edilmesi gelenekti. Öte yandan "han" denen hükümdarlar ve beyler, bir tür ziyafetlerde halka yemek yedirirlerdi. Toplu yemeklerde yiyeceğin toplumsal konuma göre paylaşılması söz konusuydu. Eski Türklerde "ülüş" adı verilen bu geleneğe göre, örneğin ortaya getirilen bir kızarmış koyunun neresinden kimin yiyeceği, özellikle Oğuz boyları arasında önceden bilinirdi.

ORTA ASYA'DA MÜSLÜMANLIK ÖNCESİ

Orta Asya'da Türkler, ekip biçmeyle de uğraşmakla birlikte göçebe yaşamın bir parçası olan hayvancılık yapıyorlardı. Bundan dolayı temel besin maddeleri et, süt, yağ ve peynir gibi hayvansal ürünlerdi. Özellikle yoğurt, tek başına da yenmekle birlikte, başka yemeklerde katkı maddesi olarak önemli bir yer tutardı. Yiyecekler arasında önemli bir yeri olan ekmeğin yanı sıra, hamura ve bulgura dayalı yemek çeşitlerinin ana öğesini un ve et oluştururdu. Eski Türk yemeklerinden "tutmaç", mantıya benzeyen ve besin değeri yüksek bir yemekti. "Kavut" denen tatlı da yaygındı ve arpa unu pekmezle karıştırılarak hazırlanırdı. Zengin et yemekleri arasında bumbar (bağırsak dolması), sucuk, kebap çeşitleri, işkembe Çorbası, kavurma, közleme, külleme, pastırma ve yahni çeşitleri sayılabilir.

ORTA ASYA'DA  MÜSLÜMANLIK  SONRASI

Türklerin İslam dinini benimsemesinden sonra, 11. yüzyıl ve sonraki dönemlerden kalma kaynaklara dayanarak Türk mutfağının fazla değişmediği söylenebilir. Kâşgarlı Mahmud'un Divanü Lügati't-Türk adlı sözlüğü ile Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı yapıtında yemek çeşitleri ve yeme içme geleneği üzerine bilgiler vardır. Oğuz destanları derlemesi olan Dede Korkut Kitabı'nda da Türk yemekleri adları verilmiştir.

ANADOLU'YA YERLEŞTİKTEN SONRA

Anadolu'ya yerleşen Türkler, eski alışkanlıklarını korumakla birlikte, yeni yemek kültürüyle karşılaştılar. Örneğin Türk mutfağına daha fazla sebze yemeği, balık ve zeytinyağı girdi. 


SARAY MUTFAĞI 

Osmanlı dönemine gelindiğinde Türk mutfağında geleneksel halk mutfağı ile yönetici sınıfın yemek kültüründen söz edilebilir. 15. yüzyıldan başlayarak başkent olan İstanbul'daki Topkapı Sarayı'nda "Kuşhane" adı verilen mutfakta padişah için özel yemekler pişiriliyordu. Padişahın aile çevresi olan valide sultan, sultanlar, şehzadeler ve haremde yaşayanlar için ise "Has mutfak"ta yemek hazırlanıyordu. Tatlı türünden yiyecekler ise "Helvahane" denilen yerde yapılıyordu. Ayrıca saray görevlileri için yemek pişirilen mutfaklar vardı. O dönemin yemekleri arasında helvâ-yı hâkâni (padişah helvası), hünkârbeğendi, saray kadayıfı, saray ekmeği, vezirparmağı gibi, bazısı günümüzde de yapılmakta olan yemekler vardı.

HALK MUTFAĞI

Daha çok yöresel özellikler taşıyan halk mutfağının yemekleri ise et ve tahıla dayanıyordu. Halk et ve sebzeyi taze olarak tükettiği gibi, kurutarak ve kavurarak saklıyordu. Çeşitli baharatla karıştırılarak pastırma ve sucuk yapılması da eti saklamanın bir yoluydu. İnsanlar sebzeleri ya kendileri yetiştiriyor ya da doğada kendiliğinden yetişenleri topluyorlardı. Sebzeleri et, bulgur, pirinç ve yoğurtla karıştırarak pişiriyorlardı. Osmanlı döneminde, Orta Asya'dan gelen Türkler ile Anadolu'da yaşayan öteki halkların yemek kültürlerinin kaynaşmasıyla Türk mutfağı daha da zenginleşti. Öte yandan Türk yemekleri, başta Balkan ülkeleri olmak üzere imparatorluk sınırları içinde kalan ülkelerde kalıcı izler bıraktı. 

19. YÜZYIL BATILILAŞMA DÖNEMİ

Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılındaki Batılılaşma hareketleri Türk mutfağına da yansıdı. 19. yüzyılda İtalyan ve Fransız yemekleri kendi adlarıyla Türk mutfağına girdi. Aslında Batı yemekleri, Osmanlı sınırları içinde yaşayan öteki halkların da etkisiyle, başta balık olmak üzere karides ve istiridye gibi deniz ürünleri birkaç yüzyıl önceden yavaş yavaş saraya ve zengin konaklarına girmeye başlamıştı.

20.YÜZYIL
 
20. yüzyılda, Batı yemekleri Türk mutfağında daha da yaygınlaştı. Ama köy, kasaba ve küçük kentlerde Türk mutfağı yerel özelliklerini korudu. Günümüz Türk mutfağına özgü yemekleri arasında yoğurt, bulgur, tarhana ve hamur işleri gibi geleneksel yiyeceklerin yanı sıra pilav, dolma, sarmalar ve börek sayılabilir. 

Öte yandan Çin, İtalyan, Fransız, Japon, Rus mutfaklarına özgü yemekler sunan çok sayıda lokanta vardır.

Alıntı/Kaynak: https://www.delinetciler.net/showthread.php?t=117614

✍️ 🍳🇹🇷 Türk Kahvaltı Kültürü

Türk Kahvaltı Kültürü - Fikir Uçuşmaları

(Su)


Her şeyden önce bilmenizi istiyorum ki bu yazıyı yazarken aklıma gelen tek şey uyandığımda yaptığım kahvaltıydı. O yüzden eğer beynimdeki fikir uçuşmasının canlı şahitlerinden olmak istemiyorsanız, bu yazıyı şu an okumayı bırakabilirsiniz. Bence, yurtdışına yapılan seyahatlerin en zor kısmı iletişim gibi gözükse de günlük rutinimizin büyük bir parçası olan beslenme çok daha büyük bir sorun. Yemeğin, yaptığınız seyahatte sorun olması için illaki Uzak Doğu’da olmanıza gerek yok sadece 2-3 saat uçuş uzaklığındaki Avrupa’da olmanız dahi yeterli. Ne yazık ki kahvaltı kültürümüz diğer birçok ülkedekinden farklı -ne yazık ki dememin sebebi turist olarak gidenin karşılaşacağı zorluklar yoksa bin şükür- Türk kültüründe kahvaltının önemi de biçimi de çok başkadır. Kahvaltı yapılmadan ne okula gidilir ne de işe. Hele günlerden Pazarsa, kahvaltı öğün olmaktan çıkıp sanata dönüşerek tüm ailenin toplanmasına vesile olan bir aktivite haline gelir. Öyle bir şeydir ki bu kahvaltı bırakın ülkeler arası mesafeyi bölgeden bölgeye bile değişiklik göstermektedir. Ege dediğimizde aklımıza çeşit çeşit reçel, birbirinden farklı onlarca yeşillik gelmekteyken Karadeniz dediğimizde mısır ekmeği ve mıhlama en gözde kahvaltılık çeşitleri arasındadır.


Gel gelelim ki bu iş yurtdışında böyle değil. Kahvaltı anlayışlarımızın bu kadar farklı olması zaman zaman seyahatimizi de eziyete çevirebilmektedir. Hayır yani güne kötü başladıktan sonra devamı nasıl iyi geçebilir ki?Nedir bu farklılıklar diye soruyorsanız, Türk kahvaltıları genellikle sucuklu yumurta, yağda yumurta veya haşlanmış yumurta gibi sıcak yiyecekler ve kahvaltılıklar ile başlar, en sonunda ise birbirinden farklı reçeller ya da bal-kaymak ikilisi gibi tatlı çeşitleri ile taçlandırılarak bitirilir. Yurtdışında ise bu durum oldukça değişiklik göstermektedir. Örneğin, Amerika’da kahvaltılar tamamen tatlı bazlıdır, salam-sosis gibi ürünler de Türkiye’dekinin aksine kahvaltılık olarak görülmemektedir. Bu durum Avrupa’da da farklı değildir Fransa, İtalya ve Belçika’da en çok tercih edilen kahvaltılık kruvasandır ve yanında genellikle reçel ve şurup gibi tatlandırıcılar tüketilir. Orta Doğu’nun kahvaltı kültürü ise bizimkine benzemekte ancak baharat tüketimi konusunda farklılık göstermektedir.


Diyetisyen falan değilim ama bence en ideal kahvaltı içinde domates-salatalık, peynir, yumurta, sucuk-sosis, reçel ve tabii ki ekmek olanıdır. Çok şükür ki kahvaltı çeşitliliğimiz sayesinde her gün farklı bir kahvaltı yaparak neredeyse bir hafta geçirebiliriz -ki bu süper bir mutfak kültürünün yegâne örneğidir- Bu yüzden Türk Mutfağına teşekkür etmek ve bu mutfağa gönlünü vermiş tüm emekçi insanlara saygılarımı sunmak istiyorum. Sizler, Türk insanı için kahvaltıyı bir öğün olmaktan çıkarmış ve bir yaşam biçimi haline getirmiş değerli insanlarsınız.
Amacım kimsenin zamanını çalmak veya acıktırmak değildi ama kabul edin sizin de canınız sucuklu yumurta çekmedi mi?

Alıntı/Kaynak: http://www.fikirucusmasi.com/yemek/turk-kahvalti-kulturu/

Hunlar Döneminde Türk Müzik Kültürü

Hunlar Döneminde Türk Müzik Kültürü

Hun İmparatorluğu da bir göçebe imparatorluktur ve imparatorluklarda bir budunsal bütünlüğün olabilmesi elbette söz konusu değildir... 2. Dünya Savaşı yıllarında Ankara Üniversitesi'nde de görev almış, Uzakdoğu tarihi uzmanı değerli Prof. Eberhard'ın da belirttiği gibi "Hunlar Türktü" demek de hem olanaksız, hem yanlıştır. Nitekim, tarihçilerin de neredeyse bir biçimde belirtikleri gibi, Atilla Hun İmparatorluğu, "Fin, Fin-Ugor, Uygur, Moğol, Türk-Moğol ve Türk" budunlarının bir araya gelmesinden oluşmuş bir topluluktur.

Altaylardan itibaren ziraat kültürüne giren Türk'ün müziği, işlevselliği açısından yeni bir oluşumu da doğurur. Dolayısıyla ziraat kültürünün yansıdığı müzik, insan-toprak (doğa) özdeşliğiyle yeniden biçimlenmekte, ritmik bir ezgi yoluyla çalışma sürecini düzenleştiren, toplu iş gücünü artıran, örgütleyici bir rol alma özelliği taşımakta ve toplumun yapısıyla birlikte, müzik yapma davranış ve alışkanlıklarını da değiştirmektedir. Toplum yapısı ile müzik yapısı arasında mutlak bir ilişki vardır.

Uzun zaman bağılın (sihir) etkisinde ve işlevinde olan müzik, örgütlenerek, kurumlaşarak Hun Kağanlığı'na bağlı ilk "askeri müzik topluluğu" olarak tuğ takımı görüntüsü aldı. "Türk hükümdarlarının egemenlik belirtisi olarak davul ve sancak kullanmaları töresi, Türkler aracılığı ile İslam devletlerine yayılmıştır.

Özellikle savaşta "askeri müzik takımı" ile davullar ile hakani kös, ordunun hareketine bir düzen verme görevini üstlenmişlerdir.

Orhun-Türk yazıtları (730 -735) ve Şine-Usu yazıtında, "külpüğe" ve "tuğ" çalgılarının adlarından söz edilmektedir.

Yine Divan-ı Lügati't-Türk'te, küvrük, tuğ, borguy ve çeng adlı çalgıların adları geçmektedir.

Bu dönemde, Türk müziği ses sistemi beş tam ses aralıklı (pentatonik) yapıya ulaşmıştır. Bu dönemin bir diğer özelliği, Çin ve İran müzik kültürleriyle etkileşimdir ki, bunda ve diğer kültürlerle olan karşılıklı etkileşimde özellikle ipek yolu etkin ve önemli bir rol oynamıştır.
İpek yolu uygarlıklarla, sanatla, müzikle, edebiyatla, etnografyayla, kültürlerle yüklü bir yoldur.


Alıntı/ Kaynak: http://piyanist26.blogspot.com/2011/05/hunlar-doneminde-turk-muzik-kulturu.html

🖱Google Arama Motorunda 🇹🇷 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

📚 Kitap: 'Eski ve Modern Türkler' - Mustafa Celalettin Paşa

📊 📈 İstanbul - Metropollerde Yeşil Alan Oranları

🇦🇿 28 Mayıs Azerbaycan'ın Cumhuriyeti'nin Kuruluş yıldönümü


📷 1940’lardan İstanbullu bir aile...

🗺Türkiye Kültür Haritası- 🇹🇷 🧿 Türk Kültürünün Genel özelliklerinden bazıları🔥🐏


🗺 🇹🇷 Türkiye Kültür Haritası 🧿