Kültür ve ötesi (Kültür serisi 2/6)
Kültür kelimesinin bu yazıya sığmayacak kadar çok doğru tarifi yapılabilir. Ben “İnsan topluluklarında görülen, zamanla diğer fertlerine aktarılan, ortak davranış tarzı ve düzgüdür” demekle yetineceğim. Ele almak istediğim eğitim konusuyla ilgili öğelerini irdeleyeceğim.
Bir toplumun kültürü onun hem mânevi, hem maddî değerlerinden ve coğrafik koşullarından oluşur ve etkilenir. Dolayısıyla da, zamanla onunla kimliğini kazanır. Bazı toplumlarda da, gerek maddî değerlerinin, mânevi değerlerinden hızlı ilerlemesi, gerek kültür emperyalizmi etkisinde yozlaşma olagelir. Bizim toplumumuz bunlardan birisidir. 20. yüzyıl yarısından sonra ABD’nin etkisinde değişimle, kültürel şoka girmiş ve kültürünün özünü kaybetmiş ülkelerden biriyiz.
20. yüzyıl ortasında, İstanbul, Ankara ve İzmir halkının bir kısmının yaşamı, geri kalan halkımızın yaşamından farklıydı. Daha fazla okumuş olarak bilinen ve diğerlerine yol gösterici olabilecek bu azınlık, dış etkilere kapılarak, genel kültürümüzden hızla uzaklaştı.
O zaman bile karikatürlere konu yapılan bu hatâlar ile bölünmelerin ve gruplaşmaların temeli de atılmış oldu. Basite indirgeyerek söylersek, sanayileşme çabası içinde şehirleşmeye gidilmesi nedeniyle de, her iki grupta ta yozlaşmaya uğradı. Yâni Osmanlının parçalanma şokundan sonra kültürümüzü onaracağımıza, onu iki gurupta da kaybetmek yoluna girdik.
70-80 yıldır süregelen bu yozlaşmayı kısa zamanda düzeltmek olanak dışı. Tekrar çağdaş ve birleşik bir millî kültür yaratmak; bilgi, sabır ve arzu isteyen zor bir süreç olur.
Öncelikle bilgi gerek, amma yeterli de değil. Aynı zamanda da yalnız bir avuç gerçek bilgenin, edebiyatçının, sanat erbabının eliyle, söylemesiyle, olacak iş de değil. Sanırım artık yama yöntemleri de geçerli değil. Onarıma temelden başlamak gerek. Bunun için de temelden başlamak ve örnek olacak, temel ilkelerin öğretilmesine devamlılık sağlayacak bilgeler yetiştirmek gerek. İşte o bir avuç aydınımız, isterse bunu yapmaya önayak olabilir.
Günümüzde hâlâ ana değerleri unutmamış ufak toplumlar var. Bunlardan birisi Finler. Onlar için toplumun birinci davranış şartı “doğruluk”. Ben de, bizim neredeyse tamamen kaybetmiş olduğumuz bir ilkeyi, “saygı”yı eklemek isterim.
Saygı büyüklere karşı gösterilmesi bir zamanlar ulusal terbiye kuralımız olmaktan ileriye, herkeste olması gereken bir niteliktir. Saygıyı öğrenen bir insanın; kendine, doğaya, bitkilere, başkalarına ve yasalara, saygısı olur. Onlara saygısını yetirdiği zaman kendisine olan saygısını kaybetmiş olacağından, kötü hareket edemez. Doğruluk da bu erdemlikleri taçlayan kemerin kilit taşıdır. İkisi birleştiğinde sağlam bir kişilik oluşur. Konumuzun konusu kültürlü bir toplum da, bu tür kişilerden meydana gelir.
Bu değerde ilkeleri olmayan ABD gibi toplumlardan da, çıkarları için başka ülkeleri halklarını öldürmek pahasına sömürmeyi yapabilen, yönetimler doğuyor. Eğer halkımız böyle bir anlayışın etkisinde yozlaştığını ve yozlaşmaya devam ettiğini anlamazsa, onlardan farklı bir yere varmayacağını, onların sömürüsünde olacağını bilmelidir.
Yeni bir nesil yetiştirilirken ve onarım başlatılırken; temelinin doğru ilkeler ve nitelikler üzerine kurulması gerekir. Öncelikle de bunları daha emekleme çağında çocuklara aşılayacak önderler, yâni öğretmenler yetiştirilmelidir.
Eğer bu toplum tekrar bütünleşmiş bir ulus olmak istiyorsa, müşterek kültürünü var etmek zorundadır. İşte o tırnaklarıyla Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete tutunan fakat edilgen olan bir avuç aydın, bu girişime önayak olabilir. Olmalıdır, çünkü parçalanmamak için başka bir yol ve zaman kalmadı.
Bu ülkenin kaçınılmaz gerçekleri varken, kendisini ileride görenlerin, geride kalmış saydıklarına, sen bana uy demeleri, ayrı kalalım demekten farksız olur. Öncelikle yıkılmışı yerine koymaya çalışmak, sonra da onarmak gerekir. Aslında yozlaşmış olan, yukarıda önerdiğim temel değerler, doğruluk ve saygıdır. Onların tekrar doğal hâle getirilmesi birleşme yolunu açmak olur.
Ütopya ile gerçeğin barışmayacağı ve ancak var olan üzerinden ve ortak değerler üzerinden yürünmesi gerektiği de sanırım kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor.
Yanlış yolda olduğumuz ve karanlıklara doğru gittiğimiz kesin. İçinde bulunduğumuz ortamda yapılması gerekenleri, yapmak niyeti bile olmayanlardan beklemekle aydınlığa çıkamayız. Olan yanlışlara yakınmakla yetinmek, bizi daha kötüden başka hiçbir yere götürmez.
Her şeye rağmen, özel girişimcilerin yapmakta olduğu yardımların yönünü değiştirmek ve temel eğitimi ileri bir zamanda da olsa, yapmaya hazır olmak gerekir.