20210228

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk kadınları





Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlanmasında eğitimin önemi

 

Cumhuriyet döneminin, seçkin bir eğitim, kültür ve siyaset adamı olarak kabul edilen Hasan Ali Yücel ölümünün 60. yılında anılıyor. Köy Enstitüleri'nin kurucusu olan Hasan Ali Yücel, aynı zamanda 8 yıl Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştı.

Türk felsefe öğretmeni, eski millî eğitim bakanı ve Köy Enstitüleri’nin kurucusu olan Hasan Ali Yücel, Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli Eğitim Bakanı olmuştur. Köy Enstitüleri, tamamen Türkiye'ye özgü bir eğitim ve aydınlanma projesi olarak Hasan Ali Yücel tarafından başarılı bir şekilde bizzat yönetilmişti. 

Alıntı: Sosyal Medya

📸" Denizden direk tavaya " demiş Ara GÜLER üstad

 


20210227

Smyrna Antik Tiyatrosu gün yüzüne çıkıyor


İzmir şehir merkezindeki Smyrna Antik Kenti'nin önemli yapılarından Antik Tiyatronun gün ışığına çıkarılması çalışması devam ediyor. Kazı Başkanı Doç. Dr. Akın Ersoy tarihi yapıyla ilgili son durumu Ulusal Kanal'a anlattı.

27.02.2021

Haber: Özgür Doğu Saymaz - Kamera: Samet Can Kocagür

İzmir'deki Smyrna Antik Tiyatrosu kazı çalışmaları ilerledikçe tiyatro meydana çıkıyor.

Kazı Alanı Başkanı , İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Türk İslam Arkeolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Akın Ersoy, çalışmaları Ulusal Kanal'a anlattı.

Smyrna Antik Tiyatrosu, Bergamon Krallığı döneminde tek katlı, Roma'nın Fethiyle beraber 3 katlı bir yapı halini alıyor.

Kazı başkanı Ersoy, çalışmalarda elde edilen bilgiler ışığında antik tiyatronun yakınlarında keşfi yapılacak yeni yapılar olabileceğinin müjdesini verdi.

Kapasitesi ile Akdeniz'in en büyük tiyatrolarından gün ışığına çıkıyor.

https://www.ulusal.com.tr/kultur-sanat/smyrna-antik-tiyatrosu-gun-yuzune-cikiyor-h277690.html

Köy Enstitüleri: Büyük Türk Devriminin gurur kaynağı

 











Atatürk’ten sonra Cumhuriyet aydınlanmasının ikinci büyük ismi'' Köy Enstitüleri kurucu Milli Eğitim Bakanı HASAN ALİ YÜCEL

''Atatürk’ten sonra Cumhuriyet aydınlanmasının ikinci büyük ismi'' Köy Enstitüleri kurucu Milli Eğitim Bakanı HASAN ALİ YÜCEL'i sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

17 Aralık 1897'de İstanbul'da doğdu. 26 Şubat 1961'de İstanbul'da yaşamını yitirdi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi.

İzmir ve İstanbul'da edebiyat ve felsefe öğretmenliği, maarif müfettişliği yaptı.

Fransız eğitim sistemini incelemek üzere bir yıllığına Paris'e gönderildi. 

1932'de yurda dönüşte Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü görevine atandı.

1933-1935 arasında Milli Eğitim Bakanlığı Orta Eğitim Genel Müdürlüğü yaptı.

1935'te İzmir milletvekili seçildi. 

1938'de Celal Bayar hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi.

1946'ya kadar Refik Saydam ve Şükrü Saracoğlu hükümetlerinde de Milli Eğitim Bakanı olarak görevini sürdürdü.

Birinci Eğitim Şürası'nı topladı.

Ankara Fen ve Tıp fakültelerini, İzmir Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu'nu, Balıkesir ve Edirne öğretmen okullarını eğitime açtı. 

Yüksek Mühendis Okulu'nun İstanbul Teknik Üniversitesi'ne dönüşmesini sağladı.

Köy enstitülerini kurarak eğitim ve bilimi Türk köylerine kadar ulaştırdı.

Dünya klasiklerinin Türkçe'ye çevrilmesini sağladı.

1950 seçimlerinde parlamentoya giremedi. İstanbul'a yerleşti. Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde makaleler yazdı. 

1958'de UNESCO Türkiye Milli Komisyonu üyeliğine atandı. 

1961'de Kurucu Meclis üyesi oldu.

Şiirlerini önce aruzla, sonra heceyle yazdı. 

Asıl önemli yanı Türk kültürü ve eğitimine yaptığı unutulmaz hizmetlerdir.

Alıntı:
TC Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü & Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü



İlk kadın matematik profesörümüz Selma Soysal



20210226

✍️Kısa Yazı: KARANLIKLARDAN ÇIKIP AYDINLIĞA YÜRÜMEK/ Alp Icoz


KARANLIKLARDAN ÇIKIP AYDINLIĞA YÜRÜMEK


''Dünyada sadece Türk milletine nasip olan en büyük devrimci önder Mustafa Kemal Atatürk'ün görüş alanının sınırlarını hayal edip anlayabilmemiz için bizim de yükseltilmiş bir bilince ve sadece bir ağacı değil, ormanı, yani tüm resmi görebilme yeteneğine ihtiyacımız var. Eğer o düzeye gelemezsek, çocukluğumuzdan itibaren hayran olduğumuz ve izinden gittiğimizi söylediğimiz o büyük devrimciyi gerçekten anlayamayız... Küreselciliğin algı bombardımanına teslim olur, 'aslanlı yol'dan çıkar, milli değerlerimizden, ülkülerimizden uzaklaşırız. 


O nedenle, geçmiştekinin tam tersi yönde, Asya Çağı’na girişle değişen dünya ve ülke koşullarına, uzun bir süre karanlıkta bırakıldığımız için farkında olmadığımız ama bugün aydınlığa kavuşan gerçeklere göre, sürekli kendimizi geliştirmek, görüş alanımızın sınırlarını genişletmek, devrimci bir bakış açısına sahip olmak zorundayız. 


Yükseltilmiş bilinçle, bilgilenirken bilgiyi ve kaynağı sorgulamalı ve gerçeklerin ışığındaki aydınlığa yönelmeliyiz. Bunu yapmazsak karanlıkta kaybolur, cahil kalırız. Okuduğumuz, yazdığımız kitaplar ve makaleler ve aldığımız diplomalarımız, bulunduğumuz makamlar anlamlarını kaybeder. Aydınlanmada meşalemiz, Atatürk’ün yaşamı, öngörüleri, söyledikleri, yazdıkları ve özellikle yaptıkları olurken, pusulamız da Türk milletine ve insanlığa gösterdiği hedefler olmalıdır…''

Alp İçöz ✍️

Hasan-Ali Yücel ile geleceğin eğitimini yeniden düşünmek

Birinci Maarif Şurası, Üniversiteler Kanunu, Tercüme Bürosu’nun kurulması, Köy Enstitülerinin açılması, Türkiye’nin UNESCO’yu kurucuları arasına alınması, Devlet Konservatuvarı, Teknik Eğitim Müsteşarlığı, Fen Fakültesi’nin kurulması gibi pek çok çalışmanın mimarı Yücel olmuştur.

H. Haluk Erdem / Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi

“El koyduğumuz ilköğretim davasını gerçekleştirerek Türk vatanının dağlarında, bayırlarında ve kırlarında, hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmıyoruz.”

Hasan-Âli Yücel

Altmış yıl önce Türk eğitim ve kültür tarihinde en kalıcı izler bırakarak yaşama veda eden Yücel’i yeniden anlamanın gerektiği bir dönemin içindeyiz. Kaleme aldığı eserler, kurulması için uğraş verdiği kurumlar, kısacası ülkenin geleceğine atılan her adım için Yücel’in unutulmazlığının nedenleri vardır. Uluslararası bir kuruluş olan UNESCO’nun, Yücel’i kendi anma listesine koyması ve sonucunda 1997 yılını Hasan- li Yücel yılı olarak ilan etmesi bu Cumhuriyet aydınının önemini yeniden vurgulaması dikkat çekicidir. İzmir ziyaretinde yaptığı konuşma sırasında Atatürk’e “Paşam medreseleri kapatmayacak mısınız? Bu ikilik ne olacak” sorusunu soran genç Yücel, eğitim ve kültür devrimi olan Cumhuriyet’in en çalışkan kişilerinden biri olacaktır. Maarif müfettişi olarak yurt gezisine çıktığında Yücel Atatürk’le ikinci karşılaşmasını yaşar. 1938’den 1946 yılına kadar sürdürdüğü bakanlık görevi sırasında bugün de aşılamayan çalışmalar peş peşe gelir. 

  • Birinci Maarif Şurası, 
  • Üniversiteler Kanunu, 
  • Dünya Klasiklerinin Türkçeye kazandırılması için Tercüme Bürosu’nun kurulması, 
  • Köy Enstitülerinin açılması, 
  • Türkiye’nin UNESCO’yu kuran ülkeler arasına alınması, 
  • Coğrafya Kongresi, 
  • Devlet Konservatuvarı, 
  • Teknik Eğitim Müsteşarlığı, 
  • Fen Fakültesi’nin kurulması 

  • gibi pek çok çalışmanın mimarı Yücel olmuştur.

Zaman zaman ziyaretine gittiğim Yücel’in kızı Canan Yücel Eronat’tın anılarını dinlerdim. Anlattıkları Yücel’in portresini anlamak açısından son derece yararlı olmuştur. Kendisinin anlattıklarından bazı satırları paylaşıyorum: “Can henüz altı yaşındayken bile babama yazdığı bir mektubu Ozan Can diye imzalıyor. Dar gelirli bir öğretmen ailesiydik. Evde eşya yoktu; mangaldan sobaya, siniden masaya yeni geçmiştik ama gramofonumuz vardı. Aşık Veysel de, Dede Efendi de, Beethoven da dinleniyordu bizim evde. Farklı idi babamın bakışı, etkilenmemek ne mümkün. Bir şair için gerekli ortam hazırdı o evde.” “Yaşam zordu o zamanlar. Memurlar kooperatiflerle yıllarca ödeyerek ev sahibi oldular. Babam dişinden tırnağından arttırarak 10 bin lira biriktirebilmişti. 17.500 liraya sobalı bir ev aldı ve kalan 7.500 lirayı yıllarca ödedi. Babaannem yüreğine inecek oğlanın diye korkardı. O sobalı evden son yolculuğuna uğurladık babamı. 39 derece ateşle ağır bir grip geçirmişti. Henüz istirahat evresindeydi, 'UNESCO toplantısına gidiyorum’' dedi. Haberi alınca çocukları eşime emanet edip, babamı yolcu etmek üzere eve gittim. Musluktan buz gibi akardı su. Sobanın üzerindeki güğümde ılımış sudan ellerine döktüm. Kalp rahatsızlığı nedeni ile eğilemiyordu, ayakkabılarını bağladım ve gara beraber gittik, motorlu trene bindi. Düşünün durumu, dönemin bakanı ağır bir hastalığa rağmen yataklı trenle bile seyahat edemiyor. Ama amacından da kesinlikle vazgeçmiyor. Babamın, gözümde kalan son hatırası o tren penceresidir.”

ÜNİVERSİTELER ÖZERK OLDU

Yücel üniversite kavramını Atatürk’ün anladığı anlamda çağdaşlaşmayla ilgisinde ele almaktadır. Geleceğin çağdaş Türkiye’sinde önemli bir yer tutan 1946 Üniversiteler Kanunu ile bilimsel düşünüş ve özerk yapı güvence altına alınmıştır. Bu Kanunla üniversiteler özerk ve otonom bir yapıya kavuşmuştur. 24 Haziran 1946 tarihinde Yücel üniversite rektörlerine gönderdiği kutlama iletisinde, üniversitelerin ulusal yaşam içinde almaları gereken yeri aldığını belirterek üniversitelerin kendi yönetimlerini kendi ellerine almaları gerektiğini yazar. Ona göre üniversiteler ülkemizin kendi gerçeklerinden başlayarak bütün insanlık gerçeklerinin aranıp bulunduğu, toplum gereksinimlerine ve ülkülerimize uygun insanların yetiştirildiği yerler olacaktır. Kutlama iletisinde “Ulusumuzun düşünce organları olan üniversitelerimizin bir gün insanlığın da onuru olacak kurumlar durumuna gelebileceklerine inancım vardır” der ve üniversitelerin ve fakültelerin özerkliklerini ve tüzel kişiliklerini kutlar. Yücel için üniversite ve bilim çağdaşlaşmadan ayrı düşünülemez. Bireylerde her türlü dogmatik tutumdan uzak bağımsız bir kafa yaratmanın merkezinde üniversite ve buna bağlı olarak bilimsel düşünüş vardır. Yücel’in eserlerinin günümüzde etkili olması için neler yapılabilir? Elbette daha önemli bir soruyu önceliğe alarak soralım: Eğitim ve kültür devrimi Cumhuriyeti en iyi anlayabilmiş kişilerden birisi olan Yücel’i anlamak gerekiyor mu? Böylesine önemli bir isim için yapılmayanları düşünürsek, çok da anlamak gibi bir sorunumuz görünmüyor. Eğitim ve kültür bir ülkenin geleceğini belirleyen iki olmaz olmaz güçtür. Bu gücün farkında olunduğu zamanlarda Yücel ismi yeniden gündeme gelecektir.

https://aydinlik.com.tr/haber/hasan-ali-yucel-ile-gelecegin-egitimini-yeniden-dusunmek- 234898

20210225

📚'Atatürk ve Ayasofya' - Mustafa Solak





''Tarihçi yazar Mustafa Solak'tan değerli ve boşluk dolduran bir çalışma. İmzalama nezaketini göstermiş sağolsun. Tarih meraklılarına duyurulur.''


Atakan Hatipoğlu @Dr_A_Hatipoglu

20210219

Türkiye, karadaki elektrikli otomobil çalışmasının benzerini denize taşıyor

Türkiye, karadaki elektrikli otomobil çalışmasının benzerini denize taşıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarını gemilerde kullanan tersaneler, Norveç, İzlanda ve Danimarka’ya ihracata hazırlanıyor

Türkiye 2022'de banttan inecek seri üretim ilk yerli elektrikli otomobillerin heyecanını yaşarken, sera gazı emisyonlarını azaltarak iklim değişikliklerinin etkilerini düşürecek önemli bir proje de denizlerde hayata geçiriliyor. Dünyanın sayılı gemi üreticileri arasında yer alan Türkiye, yeni nesil gemilerin yapımı için de tersanelerini dönüştürmeye başladı.

ÖNCÜ ÜLKE OLDU

Küresel ısınma ve iklim değişikliğine sebep olan zararlı sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda son yıllarda uluslararası toplumda yükselen bir hassasiyet oluşurken, Türkiye bu alanda yaptığı çalışmalarla öncü ülke konumuna yükseldi.

Ulaşım araçlarında fosil yakıt yerine alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda genel bir eğilim ortaya çıkarken, bunun denizlerde de sağlanması için Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) de harekete geçti. Deniz taşımacılığından kaynaklanan zararlı sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda çalışmalar yapılmasını hedefleyen IMO'nun bu hassasiyetine ilk adapte olan ülke ise Türkiye oldu.

NORVEÇ'E GEMİ İHRACI

Türkiye'de bazı tersanelerde özellikle Norveç, İzlanda ve Danimarka gibi Kuzey Avrupa ülkelerine ihraç edilmek üzere elektrikli ve hibrit gemiler üretilmeye başladı.

Elektrikli gemi üretiminin tüm tersanelere yaygınlaşmaya başladığı öğrenilirken, bu kapsamda Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bünyesinde kurulacak "Araştırma ve Teknik Kural Geliştirme Komisyonu" ile de elektrikli gemi alanında yapılacak çalışmaların tek çatıda toplanması kararlaştırıldı.

BATARYAYA ÖZEL GÜVENLİK

Gemilerde elektriği depolayacak batarya sistemi için de özel güvenlikli alanlar belirlenecek. Bataryaların yer aldığı bölümler yangın ve su baskını gibi dış etkenlere karşı sızdırmaz hale dönüştürülecek.

Gemilerdeki elektrik enerjisi depolama sisteminin minimum kullanılabilir enerjisi ise geminin seyir sırasında ana güç kaynaklarından birini kaybetmesi durumunda dahi en yakın güvenli limana ulaşabilmesini sağlayacak şekilde hesaplanacak.

Yunanistan’da bir skandal daha: ​Osmanlı mezarı üzerine spor salonu

Toprak üstündeki Türk-İslam eserlerini yok eden Yunanistan toprak altında yatan ölüleri de rahat bırakmıyor. Selanik’e bağlı Kesendire ilçesinin Gargara köyünde yapılan Kapalı Spor Salonu’nun kazı çalışmaları sırasında, Osmanlı dönemine ait 201 mezar ortaya çıktı. Ancak Yunan makamları skandal bir karar alarak mezarların usulüne uygun olarak nakledilmesini beklemeden inşaat devam etti.

NAKLİNE İZİN VERMEDİLER

Edinilen bilgiye göre spor salonunun kazı çalışmaları sırasında iş makinesi operatörü kemikler çıktığını gördü ve durumu yetkililere bildirdi. Mezar alanına Halkidiki Eski Tarihi Eserler Müdürlüğü ve Yeni Bandırma Belediyesi yetkilileri gelerek incelemelerde bulundu. Yunan idarecilerin yaptıkları incelemeler sonrasında, bölgede 201 adet Osmanlı mezarı olduğu belirlendi. Ancak İslami usule uygun olarak kabirlerin başka bir yere taşınmasına müsaade edilmeden inşaat çalışmasına devam edilmesi kararlaştırıldı.

KEMİKLER NEREDE BELLİ DEĞİL

Bölge halkına yapılan yazılı açıklamada da, "Kazıda Osmanlı dönemine ait iki yüz bir (201) çukur şeklinde mezarlar ortaya çıkarıldı ve bunlar fotoğrafları çekildikten ve planlandıktan sonra inşaat alanından uzaklaştırıldı" ifadelerine yer verildi. Bölge halkı, Yunan yetkililerin mezarlardan çıkan kemiklerin nereye kaldırıldığına dair kendilerine bilgi verilmediğini belirtirken bu yapılan uygulamanın tarihe ve İslam'a saygısızlık olarak değerlendirdi. Mezarlardan çıkarılan kemiklerin bir kamyona doldurularak gelişi güzel bir yere boşaltıldığını ve bu yapılanın Osmanlı büyük saygısızlık olarak dile getirdi.

MİRAS YOK EDİLİYOR

    Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Avukat Necmettin Hüseyin, atılan adıma tepki gösterdi. Hüseyin şunları kaydetti: “Genel olarak tamamında aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Sadece Selanik de değil, diğer şehirlerde de Osmanlı eserlerinin üzerlerine kafeterya, bar ve benzeri yer olarak kullanılan bir sürü mekan var. Genel olarak Yunanistan’ın yaklaşımı, Batı Trakya’daki ya da Yunanistan genelindeki mübadele sonrasında boşaltılan alanlarla ilgili tamamıyla geçmişe dönük olarak mevcut mirası yok etmek. Yani geçmişin izlerini bu şekilde silerek oradaki tarihi de yok edeceklerini düşünüyorlar. Yunanlıların klasik yaklaşımı maalesef bu. Hali hazır da bile mevcut olan eski tarihi yapıları oradaki azınlığa ait gerek dini kurumlar gerekse diğer yapılar da aynı şeyi görüyoruz. Azınlıktan rahatsız olan bir zihniyetin yaşayan insanlardan rahatsız olan bir zihniyetin aynı zamanda ölmüş olan toprak altında olanları dahi rahat bırakmamak adına mezar taşlarını hedef aldığına şahit olduk. Selanik de ya da farklı şehirlerde yaşayan Türklerin veyahutta Osmanlı eserlerinin orada yok edilmesi ya da bu tarz tarihi mirasın yok edilmesi yoluyla geçmişe ait izlerinin silebileceğini düşünüyoruz.”

Alıntı/Kaynak: https://www.yenisafak.com/dunya/yunanistanda-bir-skandal-daha-osmanli-mezari-uzerine-spor-salonu-3600010

EVERTU ( DEREBOYU ) CAMİ 1900’lü yıllarda inşa edilen Dereboyu cami halen harabe durumundadır.

Ayakta cami bırakmadılar: Yunanistan camileri ya kiliseye ya da sinema salonuna çevirdi

Güney Kıbrıs ve Yunanistan’da camilere saldırılar yine arttı. Limasol’da Köprülü Camii molotofla yakılmak istenirken Tuzla’da camiye Bizans bayrağı asıldı. Dimetoka’da minareye Yunan bayrağı asıldı. Saldırılarda Ayasofya’da Fetih Suresi okunması bahane edilse de, Atina vandalizminin uzun geçmişi var. Rum Kesimi’ndeki 100 camiden bugün sadece bir kaçı ayakta.

İstanbul’un fethinin 567’nci yıl dönümünde Ayasofya içinde Fetih Suresi okunmasının ardından Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta camilere saldırılarda artış yaşandı. Rum Kesimi’nde bulunan Limasol’da Köprülü Camii molotof atılarak yakılmak istendi. Cami duvarına İslamofobik ve ırkçı slogan yazıldı. Ardından da Yunanistan’dan bir saldırı haberi geldi. Dimetoka’da bulunan ve Avrupa’daki en eski Osmanlı camisi olan 597 yıllık Çelebi Sultan Mehmet Camii’nin minaresine Yunan bayrağı asıldı. Tacizler önceki gün de devam etti. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ndeki Tuzla köyündeki bulunan camiye Bizans bayrağı asıldı.

Osmanlı döneminde inşa edilen Finike Camii şimdi harabe halde ve kümes olarak kullanılıyor.

İSLAM ESERLERİ YOK EDİLDİ

Aslında bu saldırılarla gündeme gelse de hem Yunanistan’da hem de Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde kültürel bir soykırım uygulandı. Başta camiler olmak üzere Türk-İslam eserleri bir bir yok edildi. Kıbrıs’ın bütününde İngilizlerin hüküm sürmeye başladığı 1878 yılında 596 Türk mezarlığı, 400 cami ve 109 evkaf çiftliği bulunuyordu. Bu camilerden 100 kadarı Rum Kesimi’nin sınırları içerisindeydi. Ancak bugün 100 camiden sadece bir kaçı kullanılabilir durumda. Özellikle Limasol, Baf ve Larnaka’daki camilerin tamamen yerle bir oldu. Rum yönetimi Baf şehrinde 1825 yılında Köprülü İbrahim Ağa tarafından yaptırılan Cami-i Cedit’i yıktı. Ardından 1963 saldırılarından sonra da meydan yaparak adını 25 Mart Meydanı koydu. 25 Mart 1821, Yunan veya Rumların Osmanlı’ya karşı başlattıkları isyan olarak biliniyor. Yıkılan cami avlusu da kafe-bara dönüştürüldü.

Alıntı/Kaynak: https://www.yenisafak.com/dunya/ayakta-cami-birakmadilar-yunanistan-camileri-ya-kiliseye-ya-da-sinema-salonuna-cevirdi-3543744

Türk Tarihinde Yaşanan Zorlu Dönemleri

Lozan Antlaşması'nın erken Cumhuriyet Dönemi'nde temsili. Antlaşmayı imzalayan, İsmet İnönü'nün demir eli.

Atatürk'ün Türkiye'sinde "Trakya'yı istiyoruz" diyen Bulgaristan'a cevap.

Atatürk ve silah arkadaşlarını karşılayanlar: 
Alparslan, Fatih, Sevr'i ezen Atatürk'ü kucaklayan Mimar Sinan.

Hatay bir devlet iken Atatürk'ün vefatından sonra 1939 yılında Anavatan'a katılma kararı aldığında o günler böyle anlatılmış.



Türk Kültüründe Bozkurt

''Bozkurt hiç bir siyasi iradenin tekelinde olamaz milli bir simgedir. Bu sebeple siyasi bir önerme yada anlatım değildir. Türklerin tarih sahnesinde var oluşundan bu yana bayraklarında, paralarında …''
Alıntı: Sosyal Medya





📸 Kapadokya-Göreme






Reisicumhurun "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı kitabının girişi

Reisicumhurun "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı kitabının girişine koydurduğu şu cümleler Bilge Kağan'ın efsanevi üslubuyla yazılmış ölümsüz vasiyetini hatırlatmaktadır. 

"Ey Türk milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikle değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin.. Tarih, kurduğun medeniyetlerin övgüleriyle doludur. Varlığına kasteden siyasi ve sosyal etkenler, birkaç asır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da 10.000 yıllık fikir ve kültür mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında layık olduğun mevkii sana parmağı ile gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel. Bu, senin için hem bir hak hem de bir vazifedir."

Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, s.89-90.

Adana, 28 Ocak 1933



20210218

✍️ Anadolu Hümanizması: Tasavvuf Kültürü üzerine bir yazı - Doağna Cücenoğlu yazmış

DOĞAN CÜCELOĞLU'nun KALEMİNDEN..

 ANADOLU HUMANİZMASI: Tasavvuf Kültürü

(*Altına ben de imzamı atarım...
Yukarıdaki başlık bana ait.
Ruhu şad olsun, ışıklar içinde uyusun...)
Alp İçöz ✍🤔

''Ben Amerika'da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.

Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur.

Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı.... Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lâzım.

Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. 'Vurma oğlum' dedi. Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde, 'Ne var parmak gibi küp küçücük kuş' dedim.

Analığımın cevabı:'Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.' dedi.

Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar Sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım.

Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum. Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. Ne oluyor dedi. O kadar mutluydum ki, 'çok mutluyum' dedim ağlayarak. Kendi kendime 'Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım.

Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu?

Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hâlâ bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim.

Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır-neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve bir yere oturtmuş.


Doğan Cüceloğlu

20210215

🇬🇧⚽ İngilizler Çağlar, Ozan, İlkay’ı konuşuyor... 🇹🇷Türk ismi yüzünden hangi takıma büyük baskı yapıldı

İngiliz medyasında Türk futbolcular konuşulmaya devam ederken, bir futbol kulübünün isminde "Türk" geçtiği için bakın nasıl büyük baskı görmüştü...

15.02.2021 17:24  

İngiltere, Türk futbolcuları konuşuyor. Premier Lig'de Liverpool'da Ozan Kabak, Leicester City'de ise Çağlar Söyüncü'nün forma giyerken, önceki gün iki isim ilk kez karşı karşıya da geldi.

Çağlar Söyüncü ve Ozan Kabak’ın ilk 11’de başlayıp 90 dakika sahada kaldığı maçı Leicester City 3-1 kazandı. 

TARİH SAHNESİNDE "TÜRKLER"

İngiliz medyasında Türk futbolcular konuşulmaya devam ederken, tarih yapraklarından bir kesit hatırlandı. Zira, İngiltere'de, bir futbol kulübünün isminde "Türk" geçtiği için büyük baskı görmüştü.

Şöyle ki...

İsminde "Türk" adı geçen ilk futbol takımı olma özelliğine sahip olan Fordinbridge Turks FC, İngiltere’de 1877'de Hampshire bölgesinde kurulmuştu. 

O zamanlarda Osmanlı'da Gazi Osman Paşa'nın Plevne savunması İngiltere'de dilden dile dolaşıyordu. Takımın oynadığı savunma ağırlıklı futbol Plevne savunmasına benzetilmiş ve o tarihten itibaren isimlerine "Turks" ve logolarına da ay yıldızı eklemişlerdi.

Ancak...

Zamanla Türkler ve İngilizler arasındaki bağlantılar gerilmiş ve 1. Dünya Savaşı gelip çatmıştı. 

Ve İngiliz ordusu Çanakkale önlerinde Türk askeri ile karşı karşı gelmişti.

Türkler ile İngilizler Çanakkale’de karşı karşıya geldiklerinde İngiliz devleti futbol kulübünün adını değiştirmek için baskı yapmış ama içlerinde bir tane dahi Türk oyuncu olmamasına rağmen adlarını değiştirmeyi kabul etmemişlerdi.

Federasyon'un baskılarına karşı kasaba halkı referandum yapmış ve "biz Türk isminden vazgeçmeyiz" demişlerdi. Federasyon'un tavrı bu andan itibaren baskıya dönüşmüştü.

Önce kulübün antrenman yaptığı çayıra devlet el koymuştu. Başka kasabadan getirilen oyuncuların izinleri de kaldırılmıştı. Ekonomik olarak da kıskaca alınan kulüp, o gün bugündür hala amatör ligde çakılıp kalmış vaziyette.

Kısacası...

Bugün İngiltere Ozan Kabak'ı ve Çağlar Söyüncü'yü konuşurken, İngiltere, "Turks" adını değiştirmemek için direnen bir kulübe bedel ödettirmişti.

Alıntı/Kaynak: Odatv.com

20210214

Türklerde Tanrı Kavramı - İbrahim Kaan Erten

TÜRKLERDE TANRI KAVRAMI

İbrahim Kaan Erten 



Türk tarihinde İslamiyet öncesi dinsel ana motif, 
Tanrı yani Tengri’dir.

Yakut dilinde Tangara
Kuman dilinde Tengre
Karaim dilinde Tangrı
Çuvaş Türkçesinde Tura
Hakas dilinde Tigir
Tuva dilinde Deyri
Kırgız-Kazak Türkçesinde Tengri
Tatar dilinde Tengre
Karaçay-Malkar Türkçesinde Teyri
Azerbaycan Türkçesinde Tarı/Tanrı
Türkiye Türkçesinde Tanrı 

olarak kullanılan Türk halkları arasındaki ortak addır Tanrı kavramı.


Tanrı sözcüğü, bütün Türk şive ve lehçelerinde ortak olarak vardır. Türkçe'nin temel sözcüklerindendir. Milattan Önce (MÖ) Çin yıllığı Shi-ki'de, Büyük Hun İmparatorluğunda Türkçede Tengri/Tanrı olarak kullanılan ifade, Çinceye T'ien olarak geçmiştir (Çinliler, Orta Asya'daki Tanrı Dağları'na bu yüzden T'ien-Şan derler). En aşağı 2500 yıllık bir geçmişi olan öz Türkçe Tanrı kelimesi, Moğolca ile birlikte kimi Asya dillerine de yerleşmiştir. Ayrıca Eski Sümer dilinde Tanrı kavramının karşılığı olarak kullanılan Dingir/Tingir sözcüğünün de Tengri sözcüğü ile bağlantısı olduğu bilinmektedir.

Türklerde, Tanrı kelimesi, Göktürk ve Uygur dönemlerinde yazılmış olan Türk yazıtlarında, Tengri olarak ifade edilmiştir. Orhun anıtlarına göre Tengri evrenin yaratıcısıdır.
  • Tengri, inanılan tek öğe olmuştur. O tektir, ezeli ve ebedidir.
  • Türklerin tanrı inancı, tarih öncesi dönemlerdeki inanç sistemlerinin hiç birine benzemez. 
  • Türklerin dışında hiçbir medeniyet tek Tanrılı bir inanca sahip olmamıştır.
  •  Tengri inancının en önemli özelliği devletin, kurumların ve kişilerin kontrolünde olan kurumsal bir din olmamasıdır.
Herhangi bir dine mensup olan kişi aslında şunu söylemektedir. “Kendimi bütün benliğimle dahil olduğum dine adıyorum ve artık bun din ile var olan bir insanım”
Tengri inancında ise, Türklerin doğa ve yaşamdan elde edilen tecrübelerini akıl yürütülerek harmanlanmasının beslediği bir din anlayışı vardır.

               Tengri (Tanrı) inancında;
  • Peygamber yoktur. İnanışa göre Tanrı ile insan arasında bir aracıya gerek yoktur.
  • Türklerin doğa ve yaşamdan elde edilen tecrübelerini akıl yürütülerek harmanlanmasının beslediği bir din anlayışı vardır.
  • Dine inanmayanlara ceza verilmesi fikrini kesinlikle reddedilen bir inanıştır. Herkes kararında özgürdür.
  •  İnsanın bir hayat çizgisi vardır. Kişi kendi çizgisini kendi belirler. Hayatın nasıl şekilleneceği tamamen kişiye aittir.
  • Yazısı ve emirleri yoktur. Doğayı izlemek ve akıl yürütmek en önemli kıstastır.
  • Ahiret kavramı yoktur. Öldükten sonra hesap günü inancı yoktur. İyilik ve kötülük dünya ya ait kavramlardır. Tengri inancında iyilik ve kötülüklerinizi sizden sonraki nesillere bırakırsınız. İyilikte, kötülükte çocuklarınıza miras kalır.
  • Ümmet fikrine uygun bir din değildir. Milli bir birleştiricilik özelliği vardır. 
  • Psikolojik ve sosyal baskı kabul edilemez. 
  • Türk ırkının var olduğu günden bu güne kadar ki özgürlük düşüncesinin temelinde Tengri inancının etkileri vardır.
  • Türklerin Tengri ile olan ilişkisinde korku ve çekinme değil, sevgi ve bağlılık vardır.
  • Dini motifler günlük hayatta kullanılmamalıdır. Böyle bir durum günlük hayatta olumsuzluklara sebebiyet vermektedir. Din gerektiği zaman kullanılmalıdır. Orta Asya da Türkler hep şunu söylerler. “Kutsal olanın sadece gerektiği zamanda, gerektiği kadar uygulanmasını biz tecrübe ettik”
  • İyilik ve kötülük dünyalıktır. Dünya yaşamını güzelleştirmeyen insana ceza gene toplumun belirlediği kurallarla verilmelidir.
  • İyi insan asla övülmez. İyi davranış övülmelidir. Bir kişi topluma yiğitliği ve erdemli hareketleri ile örnek olmalıdır.
  • Gizem ve sır asla yoktur. Gerçek olan en cahil insanın, çocuğun bile anlayacağı ve doğanın gözlenmesiyle elde edilen bilgilerdir.
  • Tanrının evi diye bir kavramı ve ibadethaneleri reddeder. Tüm evren ibadethanedir. Evrenin tamamı Tengrinin evidir. (Cengiz Han)
  • Bütün insanlar Tengrinin evladıdır. Ana, ata, dede gibi kavramlar kullanılır. Bütün varlıklar ondan türemiştir. Ay dede, Toprak ana gibi kavramlar o günlerden gelen alışkanlıklardır.
  • Mezar ve kabir önemlidir. Yaşayan kişiye duyulan saygı ölen kişiye de gösterilmelidir. Ölen her insan için mutlaka bir ağaç dikilmelidir.
  • Kurban törenleri bulunmaktadır. Savaş öncesi başarı ve kuraklık zamanları yağmur istemek, elde edilen başarılardan sonra Tengriye teşekkür etmek için kurbanlar kesilmiştir. Amaç Tengriyi memnun etmek değildir. Tengri ile ölen canlının ruhu aracılığı sayesinde iletişime geçildiğine inanılmaktadır.
  • Tengri inancı, doğrudan Türk dili ve kültürü içinde doğmuş olan bir felsefe, bir düşünce yapısıdır.
  • Zamanı Tanrı yaşar. İnsan oğlu hep ölmek için türemiştir  (Kül Tigin)
  • Tanrı hep vardır ve var olduğu sürece de Türk ondan güç alır. Varlığı bile yeter. (Tonyukuk)
  • Savaştık. Tanrı lütfetti, dağıttık. (Tonyukuk)
  • Yukarıda Türk Tanrısı, Tük mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. (Kül Tigin)
  • Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için Kağan oturdum (Bilge Kağan)
               Tengri inanç sisteminden günümüze kadar gelen bir çok adet hala devam etmektedir. Türklerin bugün mensup olduğu İslamiyet’e rağmen, kültürel inanışlarından bir çoğu eski Türk adetlerine aittir. Nazar boncukları, dilek ağaçlarına bez parçaları bağlamak, yağmur duaları, doğumdan sonraki loğusa dönemi inancı, ölümden sonra ölen kişinin anısına yemek dağıtmak, kurşun dökmek gibi kültürel öğeler İslamiyet’te olmayan, ancak Türklerin kültürel hayatlarında görülen kalıntılardır.

Kaynaklar:

               http://tengriciturkiye.blogspot.com.tr

               Türklerin ve Moğolların eski dini, Jean Paul Roux

               https://onturk.org

               http://www.turktoresi.com

               http://ekstrembilgi.com/din/gok-tanri-tengri-inancindan-gunumuze-kadar-ulasan-samanik-turk-adetleri

               http://dictionnaire.sensagent.leparisien.fr/TENGRI/tr-tr

               http://listelist.com/paganizm-nedir

20210212

Uzaya çıkan ilk Türk



Eskiden, çok eskidendi...

 




📰✍️ Türk siyasetinin uzayla sınavı - Atakan Hatipoğlu

 

Türk siyasetinin uzayla sınavı

Atakan Hatipoğlu

14 Şubat 2021

Türk siyasi kültüründe “istemezük” diye bir kalıp sözcük var. III. Selim’in başlattığı reformlara karşı çıkan ve en sonunda Kabakçı Mustafa ayaklanmasına varan tepkisel tutumu özetleyen bir sözcük bu. “İstemezük”tepkisi, alternatif bir programın değil, o zamana kadar her ne yapılıyorsa aynıyla devamından yana olan bir tutuculuğun ifadesi. Değişimin kendini dayattığı koşullar altında, bazı kurum ve ilişkilerin eskiden olduğu gibi sürdürülmesine imkân kalmamış olmasına rağmen “istemezük” cephesi ne değişimin zorunluluğunu kavramış ne de değişmeyi yönetmek için kendine özgü bir yol üzerine kafa yormuştur. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin uzay programına ilişkin hedefleri açıklayınca ekmeğini muhalefetçilikten çıkaranlar arasında görülen rahatsızlık benzer bir tepkiselliği akla getirdi. Değişmeyi kavrayamayanlar, karşılaştıkları sürprizlerle başa çıkabilmek için ya işi dalgaya vuruyor ya da toplumu olmaza ikna etmeye çalışıyorlar. Son olayda da muhalefet partileri ve ekmeklerini muhalefetçilikten çıkaran aydınlar, “uzayı bırak, ekonomiye bak” diye özetlenebilecek bir öncelikler tartışması yapmayı daha uygun buldu.

Oysa iktidar iddiası taşıyan muhalefet partilerinin toplumda “biz kim uzaya gitmek kim” diye algılanacak bir aşağılık kompleksini örgütlemek yerine, “uzaya gitmek için atılması gereken adımlar şunlar olmalıdır” diyerek bu işi yapsa yapsa kendilerinin yapabileceği konusunda ikna edici tutum alması beklenirdi. Sonuç olarak, karşımıza geçip neyi yapamayacağımıza ve neden yapamayacağımıza bizleri ikna etmeye çalışan bir partiyi neden iktidarda görmek isteyelim ki! Belki de gerçekten AK Parti bunu seçimlere dönük propaganda olarak ortaya atmıştır ve arkası gelmeyecektir. Ne fark eder? Türk toplumu uzay rekabetinde var olma düşüncesine kategorik olarak itiraz etmeyeceğine göre, “AK Parti yapamaz ama ben yaparım” iddiasını dinlemeye, “istemezük” itirazı dinlemekten daha istekli olacaktır. 

Muhalefetçilik oynayanlarda bu gibi durumlarda görülen seçenek üretme sıkıntısının temel nedeni, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı makas değişikliğinin hangi nesnel temellere dayandığını okumakta zorlanmaları. Arkada kalan yetmiş yılda, Türkiye’nin kalkınmaya ilişkin ufkunu belirleyen sınır, Atlantik sisteminin kanatları altında olmasıydı. Bu koşullarda Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma hedefi, pek dillendirilmemesi gereken gerçek dışı bir hayalden ibaretti. Devrim otomobili yapmaya kalkınca ABD’den nasıl azar işitildiği herkesin kulağında küpeydi. Atlantik sistemi içinde Türkiye’yi yönetmeye talip olanların şunu iyi anlamış olması bekleniyordu: otomobil lazımsa onu sana sistemin efendileri verirlerdi. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki makası kapatmaya yardımcı olacak sektörlerde yatırım yapmak bizim üzerimize vazife değildi. Biz tarım, tarıma dayalı hafif sanayi, tamamlayıcı imalat sektörleri gibi alanlarda yatırım yapmalı, baraj, yol, liman, havaalanı vb. altyapılarımızı geliştirmeliydik. 

Atlantik sisteminin içindeki bir ülkenin kalkınması, ancak sistemin merkezindeki ülkelerin ihtiyaçları ile uyumlu olduğu müddetçe ve onların izin verdiği sınırlar içinde söz konusu olabilirdi. Bu Atlantik sisteminin yazılı olmayan uluslararası kuralıydı ve sistemin koruyucu kanatları altına girmiş her bir ülkenin entelektüel hayatını, düşünce üretimini dolayısıyla siyasal ufkunu bu kural belirliyordu. Bu koşullarda Türkiye’nin savunma sanayisindeki millilik oranını yüzde yüze çıkarmaya çalışması, yerli otomobil girişimi, NATO dışındaki kaynaklardan savunma sistemleri alması, bölgesinde ABD’nin hareketlerine çomak sokmaya cesaret etmesi, FETÖ’yü devletin sinir merkezlerinden söküp atması, önüne uzay programı koyması vs. sistemden yeni azarlar işitmesinden başka bir sonuç vermeyeceği için, arkada kalan dönemde sistem partilerinin yönelmeyeceği türden işlerdi.

Türkiye Atlantik sisteminden çıkmadı. Ama saydığımız işler, sistemin mantığı açısından hayra alamet işler değil. Türkiye’nin sistemin biçtiği elbiseyi zorlamaya başladığının işaretleri. Millileşme yönündeki arayış ve girişimler, kısa vadedeki somut başarılarından çok, yönelimleri göstermesi bakımından değer taşıyor. Ama er ya da geç başarılara dönüşeceğini öngörmek kehanet olmaktan çıktı. Toplumsal süreçlerin hareketi, bireylerin ve küçük grupların hareketi gibi değildir. Toplumsal değişme, aynı anda hareket eden ve bazen birbirini destekleyen bazen birbirine karşı ağırlıklar oluşturan çok sayıda vektörün çatışmalı ilişkisi sonucunda oluşur. Siyasal açıdan önemli olan, sizin bu çatışmalı hareket ortamında, hangi yönün ağırlık kazanması için çaba gösterdiğinizdir. 

Bu nedenle “Atatürk’ün gösterdiği hedeflere AK Parti mi yürüyecekmiş” türünden itirazlar geçersizdir. Önemli olan bunları yapmak için AK Parti’nin hazırlıklı olup olmaması değil, bu soruların artık kendilerini Türkiye’ye dayatmaya başladığını görmek, sorunun değil çözümün bir parçası olmaktır. “İstemezük”ü veya dalga geçmeyi bırakıp, daha iyisinin nasıl yapılacağına kafa yormak kaydıyla tabi.

https://aydinlik.com.tr/haber/turk-siyasetinin-uzayla-sinavi-232849