20171122

Atatürk’ün Soyu: Kızıl Oğuzlar (Kocacıklar) ve Konyarlar -2 / Yrd. Doç. Dr. Ali Güler



Atatürk’ün Soyu: Kızıl Oğuzlar (Kocacıklar) ve Konyarlar  / Yrd. Doç. Dr. Ali Güler
III. Rumeli’nin Türkleşmesi, Kızıl Oğuzlar ve Konyarlar
A. Rumeli’nin Fethi ve Türkleşmesi

1. Osmanlı İskan Siyaseti ve Rumeli Uygulaması

Osmanlı İmparatorluğu, kuruluş, genişleme, duraklama ve gerileme devirlerinde siyasi, iktisadi ve sosyal durumun değişmesine bağlı olarak, iskan politikasında da farklı şekilde hareket etmiştir. Özellikle ilk devirlerde yeni toprakların elde edilmesiyle, “konar-göçer” aşiretlerin bu yeni topraklara yerleştirilmesi şeklinde bir iskan politikası takip ederken (dışa dönük bir iskan siyaseti); imparatorluğun dinamizmini ve etrafa yayılma durumunu kaybetmesinden sonra, bir iç iskan unsuru olarak ortaya çıkan “konar-göçerler”in ve çeşitli sebeplerle yerlerini terk eden ahalinin boş ve harap sahalara iskan edilerek buraların ziraata açılması düşüncesi hakim olmuştur. Bunun yanı sıra XVIII. yüzyılın sonlarına doğru kaybedilen topraklardan kaçan ahalinin iskanı meselesi de ayrı bir gaile olarak devleti meşgul etmiştir. Yerleşik ahaliyi korumak maksadıyla göçebe gruplar üzerindeki devlet baskısı da konar-göçerlerin kendiliğinden yerleşmelerini sağlamıştır. Şekavet hareketlerine karşı yolların emniyetini sağlamak amacıyla, “derbent” tesisleri yeniden imar edilerek çevreleri bir kasaba veya köy şeklinde bir iskan mahalli olarak kullanılmıştır. XIX. yüzyıldan itibaren ise, bir “derebeyi” şeklindeki aile grupları ve aşiretlerin iskanı meselesi için çalışmalar yapılırken, diğer taraftan, artık tamamen “içe doğru” başlayan muhacir akını ile meşgul olmak durumu ortaya çıkmıştır. Bunun için “muhacirin komisyonu” kurulmuş, devlet bu yüzyıldan itibaren iskan politikasını daha sistemli olarak yürütmüştür.70

Osmanlı Devleti, bu genel “iskan siyaseti”ni şu “iskan metotları” ile yürütmüştür: Kuruluş devrinde bir çok tarikata mensup idealist “derviş”in önderliğinde başlayan ilk iskan hareketiyle birlikte, yeni alınmış yerlere ahali sürgün ederek, muhtelif yerlerde vakıflar tesis ederek ve müstakil derbend tesisleri kurup buralara ahali yerleştirerek.

Bilindiği gibi, Rumeli’deki Türk varlığı Osmanlı Devleti öncesinde de söz konusu idi. Bu çerçevede bütün Rumeli’de, mesela Makedonya’da Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Kumanlar, Peçenekler ve Selçuklular gibi çeşitli Türk unsurlarının 378-1371 tarihleri arasında yerleşmiş olduklarını ve buralarda bunlarla ilgili hatıraların bulunduğunu biliyoruz.71

Osmanlı Devleti, 1356’da Gelibolu Yarımadası’ndaki Çimpe Kalesi’nin alınmasından sonra Rumeli’de süratli bir şekilde yayılmış, aralıksız 1912 yılına kadar sürecek olan yaklaşık 550 yıllık Türk hakimiyeti sırasında Rumeli Türkleşmiştir. Müslüman Anadolu Türklerinin Rumeli’ye gelişleri başlangıçta “Kolonizatör Türk Dervişleri”72 ile başlamış, söz konusu “dervişler” askeri fütuhattan önce yerli halkın ve özellikle IX. yüzyılda bölgeye gelip yerleşen Peçenek ve Kuman Türklerinin gönüllerini kazanarak asıl fetih hareketinin zeminini oluşturmuşlardır. Ordunun ardından veya onlarla birlikte hareket eden, bir nevi “psikolojik harp” veya “istihbarat” unsuru olarak da değerlendirilebilecek olan tarikat mensubu bir çok dervişin, ıssız yerlerde yolların geçtiği önemli mevkilere zaviyeler ve tekkeler inşa etmesiyle ilk teşebbüsler başlamış, kurulan bu tekke ve zaviyeler ilk iskan nüvelerini teşkil etmiştir. Rumeli’yi bu şekilde iskan eden “Sarı Saltuk” ile Bursa’nın fethinde rol oynayan “Geyikli Baba” bunlara örnek olarak verilebilir.73

Kuruluş devrinde, konar-göçer Türk aşiretleri yeni alınan yerlerin Türkleştirilmesinde kullanılan en önemli unsurlar olmuşlardır. Savaşçı vasıfları, bir disiplin ve teşkilat içinde olmaları onları daha da önemli hale getirmiştir. Nitekim, Rumeli fatihi Süleyman Paşa zamanında “sürgün” metodu ile aşiretlerin Rumeli’ye “göçürülüp,” “iskan edilmeleri”ne başlanmıştır. I. Bayezid devrinde aşiretlerin Rumeli’nin Türkleştirilmesi amacı ile daha büyük ölçüde Rumeli’ye nakledildikleri görülmektedir. Türk topluluklarının Rumeli’ye nakledilmeleri sırasında, devlet tarafından kendilerine zengin topraklar verilerek, bütün akrabalarıyla geçecek olanlara ise “yurtluk”,”toprak”, “tımar” gibi imtiyazlar tanınarak muhaceret teşvik edilmiştir. Bu durum “fütuhat”ı teşvik amacı taşıdığı kadar, fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi ve memleketin “şenlendirilmesi” yani ekonomik, sosyal bakımdan kalkındırılması amacını da güdüyordu.

1. Bayezid devrine ait ilk iskan kaydı, 1400-1401 yıllarında “tuz yasağı”nı kabul etmeyen Menemen Ovası’nda kışlayan aşiretlerden “Göçerevliler”e ait olup, Filibe taraflarına sürülmüşlerdir. Oğlu Çelebi Mehmet zamanında ise, isyanları Yörgüç Paşa tarafından bastırılan Tatarlar da, Dobruca havalisine yerleştirilmişlerdir. 1397’de Mora’da Argos’un alınmasından sonra, buradan 30.000 kişi Anadolu’ya, Anadolu’dan da Üsküp ve Teselya bölgelerine Türkmen ve Tatar aşiretleri nakledilmişlerdir. Anadolu’dan Rumeli’ye aşiret göçürülmesi işi, II. Bayezid’in saltanatının sonuna kadar devam etmiştir.74

2. Rumeli’ye Yerleşen Yörük Grupları

Osmanlı Devleti’nin Balkan Yarım Adası’ndaki ilerlemesi ve yayılmasına paralel olarak, yörük gruplarının sayıları ve önemleri artmış ve daha sonra da bunları askeri bir teşkilata bağlamak, kendilerine mahsus bir nizam ve kanun meydana getirmek lüzumu ortaya çıkmıştır. Rumeli’ye peyderpey geçen çeşitli mıntıkalarda iskan edilen yörük grupları, XV. Asır ortalarından itibaren askeri ve stratejik vazifelerde belli roller almaya başlamış, içlerinden bu işleri başarabilecek şahıslar tespit edilmiş, tahrirleri (yazımları-sayımları) yapılmış; bunların celpleri, mükellefiyetleri ve diğer hususları belli kurallara bağlanmıştır. Böylece, XVI. asır ortasında artık ordu hizmetlerinde ve devlet işlerinde yer ve vazife alan düzenli bir askeri sınıf meydana gelmiştir.

XVII. asırda Rumeli’deki bu yörük teşkilatları dağılmaya başlamış, yörük yazılanlar azalmış, bunların önemli bir kısmı “konar-göçer”likten çıkarak yerleşik hayata geçmişlerdir. Sefer zamanlarında kendilerine verilen görevler yerine getirilemez olmuştur. İkinci Viyana Kuşatması ile başlayan uzun Avusturya savaşları sırasında bu durum daha iyi görülmüştür. Bu nedenlerle, XVII. asrın sonları ile XVIII. asrın başlarında, kısmen disiplin ve düzenleri bozulan bu gruplar yeniden düzenlenmişlerdir. 1691 yılında Padişahın bir “hattı hümayunu” ile yörük grupları, “Evlad-ı Fatihan” adı altında ve Rumeli’nin “sağ, sol ve orta kolu”nda olmak üzere yeniden yazıldı. Böylece teşkilat hem adını, hem de zamanın ihtiyaçlarına göre askeri ve ekonomik şekil ve bünyesini az çok değiştirdi.75

Kaynakların verdiği bilgiler değerlendirildiği zaman görülmektedir ki, Rumeli’ye yerleşen Türk grupları üç önemli isim altında toplanmaktadır: Konyarlar, Yörükler (Yürükler) ve Tatarlar. Atatürk’ün anne tarafından soyunu ilgilendirdiği için aşağıda haklarında ayrıntılı bilgi vereceğimiz ve kendileri de bir “yörük” grubu olmalarına rağmen, Anadolu’dan geldikleri yerin (Konya-Karaman) ismiyle anılan “Konyarlar” dahil bütün Yörükler, çeşitli tarihi, kültürel ve coğrafi nedenlerle isimler almışlardır. Osmanlı Devleti’nin resmi kayıtlarında geçen ve adlarına “tahrirler” yapılan, Rumeli’ye iskan edilen Yörükler şunlardır: “Naldöken Yörükleri, Tanrıdağı (Karagöz) Yörükleri, Selanik Yörükleri, Ofçabolu Yörükleri, Vize Yörükleri ve Kocacık Yörükleri”.

Belgelere göre, Rumeli’deki Yörüklerin üç şekilde isim aldıkları görülmektedir: İlk olarak başlarındaki reislerinin veya “beylerinin” adına, ikinci olarak herhangi bir farklı veya mümeyyiz özelliklerine, nihayet üçüncü olarak da en çok bulundukları mahallin adına göre. İsimlendirmede veya isim almada başlangıçta ilk şekil yaygın olmakla birlikte, daha sonra bir merkez etrafında toplanmaları ve yarı yarıya yerleşik hayata geçmeleri sonucunda üçüncü şekil yayılmıştır.
Mesela “Koca Hamza Yörükleri”, birinci şekilde isim alanlardandır. Atatürk’ün baba soyunun geldiği “Kocacık Yörükleri” işte bu Koca Hamza Yörükleri’dir. “Naldöken Yörükleri” ise ikinci şekil isim alan gruplardandır. Çünkü onlar, nal dökme sanatı ve işinde temayüz etmişlerdi. Naldöken Yörüklerine XV. yüzyılda “Yörükan-ı Nalbant Doğan” da denilmekteydi. Aynı şekilde kayıtlarda “Yay Döken Yörükleri” de vardır. Bunlar, Anadolu’da da aynı isimle anılıyorlardı. “Selanik” “Ofçabolu” ve “Vize” Yörükleri ise yoğun olarak yaşadıkları merkezlerin isimleri ile anılmıştır ki, coğrafi bir isimlendirmedir. Bu Yörük grupları içinde o bölgede yaşayan, Konyarlar, Kocacıklar vb. gibi Yörük grupları da bulunmaktadır.76

B. Kızıl Oğuzlar Yahut Kocacıklar’ın Rumeli’deki Varlıkları

Anadolu’daki oymak adları ve yer adlarında da görüldüğü üzere, Kızıl Oğuz Türkmenleri’ne “Kızıl-Kocalu”, “Kızıl-Kocalı”, “Kocacıklılar” “Kocacıklar”, “Kocacık Türkmenleri” ve “Kocacık Yörükleri” gibi isimler de verilmektedir. Rumeli’ye iskan edilen “Kocacık Yörükleri”, XVI. ve XVII. yüzyıllarda kendileri için müstakil “tahrir defterleri” tanzim edilen altı yörük grubundan birisidir. Arşivlerimizde doğrudan Rumeli’deki Kocacık Yörükleri ile ilgili olan ve yaklaşık bir asırdan fazla bir zamanı (1543­1666) gösteren dört adet defter bulunmaktadır. Bunlardan ikisi tam ve müstakil, teşkilatın henüz kuvvetli olduğu zamanlara (1543 ve 1584) mahsustur. 1642 ve 1666 senelerinin durumunu bildiren diğer ikisi eksik ve diğer defterlerin içinde bulunmaktadır. Bunlar, teşkilatın bozulmaya başladığı döneme aittir.77

Rumeli’deki Kocacıkların başlarında, hakkında tarihi bir bilgiye sahip olmadığımız “Koca Hamza” isimli birbeyin bulunmasından dolayı önceleri “Koca Hamza Yörükleri” olarak anıldıklarını; sonradan çoğunlukta bulundukları yerlerde “Kocacıklar” olarak tanınmaya devam ettiklerini biliyoruz. 1543’te 132, 1584’te 179 ocak olarak görülen ve altmış sene sonra 18 ocağa düşen Kocacık Yörükleri’nin nüfuslarındaki önemli artış 1572 ile 1575 yılları arasında olmuştur. Kayıtlara göre yerleştikleri ve kendi adları ile yazıldıkları yerler şuralardır: “Hırsova, Tekfurgölü, Varna, Pravadi, Aydos, Ruskasrı, Ahyolu, Karinabad, Şumnu, Burgaz, Kızılağaç, Yanbolu, Eskibaba, Kırkkilise, Edirne, Filibe, Silistre, Hacıoğlu-Pazarcık, Akkerman, Bender, Kili”. Kısmen Naldöken ve Tanrıdağı Yörükleri’nin de bulunduğu Doğu Trakya, Bulgaristan ve Doğu Rumeli’nin doğu tarafları, bütün Dobruca ve Bender, Akkerman yörelerinde (Eski Paşa Livası ile birlikte Kırkkilise, Çirmen, Vize, Silistre, Bender, Akkerman Sancakları) yaşayan Kocacıklar, onlardan az miktarda olmakla birlikte oldukça önemli bir grup teşkil etmişlerdir. Bu bölgede başlarında “subaşı” olarak, 1543’te Mustafa (Bz) Bbali Bey, 1572’de Mahmut, 1584’te Mehmet ve 1603’te Muharrem Beyler görülmektedir.
Kocacık Yörükleri’nin yerleştikleri yerler, Karadeniz sahilini, takriben, Filibe istisna edilirse, nihayet 250 kilometrelik bir saha içinde uzanan şerit içinde, bugünkü Türkiye’den Edirne ve Kırklareli Vilayetleri, Bulgaristan ve Doğu Rumeli’nin doğu tarafları ve Silistre dahil olmak üzere boydan boya Dobruca ve nihayet Kuzeyde Kili, Bender, Akkerman üçgeninin bulunduğu mıntıkalardan ibarettir. XVI. asrın ikinci yarısında en çok yoğunluk gösterdikleri bölge Yanbolu, Varna, Şumnu arasıdır. Sonra Hırsova gelir ki, bu miktar, bu mıntıkada yazılan Naldöken, Tanrıdağı, Selanik Yörükleri toplamından daha fazladır ve bu grup içerisinde Yanbolu’dan sonra da en fazla bulundukları yerdir. XVI. asrın ikinci yarısında, bugün çoğunu tespit edemediğimiz, Kocacık Yörükleri’nin ikamet ettikleri 1600’den fazla meskun mahal bulunmaktaydı. Kendi isimleri ile kayıtlı oldukları 1543 Tarihli Tahrir Defteri’ne göre, bizzat kendi hatıralarını taşıyan şu köy ve sancak adlarını tespit edebiliyoruz: “Kocalar” (Ahıyolu), “Koca-göl”, “Koca-kurd”, “Koca-oğulları” (Akkerman, Bender, Kili), “Koca-Halil” (Babaeski), “Kızılca”, “Kocaşlı”, “Koca-göl” (Dobruca), “Kızılca-Veli”, “Kızıl-hisarlık”, “Kocuk-Bilal” (Hırsova), “Koca-tarla” (Kırkkilise), “Kızılcalı” (Provadi), “Koca-Ömer” (Rus Kasrı), “Kızılca-İlyas”, “Kızılca-İsmail” (Silistre), “Kızıl-Bekir” (Şumnu), “Kızılca”, “Kızılca-İsmail” (Varna), “Kızılcıklı”, “Kocalar”, “Kocalı-Musa Kocalı” (Yanbolu), “Yenice-Kızılağaç” (Sancağın adı).78

Kocacık Yörükleri kendi defterlerine yazıldıkları bu yerlerin dışında da buralardaki yoğunlukta olmasa da, önemli miktarda bulunuyorlardı. “Evlad-ı Fatihan Teşkilatı”nın kurulmasına kadar özellikle, “Selanik Yörükleri” ve “Ofçabolu Yörükleri” olarak yazılan ve kayıtları tutulan yörük grupları içinde Kızıl Oğuz veya Kocacık Yörükleri de bulunuyordu.

Fethinden itibaren yoğun bir şekilde bütün Makedonya ve Teselya bölgesinde, nispeten az miktarda olmak üzere de Bulgaristan ve Dobruca’da iskan edilmiş olan “Selanik Yörükleri”, Teselya’da; en çok Yenişehir’de, Florina, Serfiçe, Avrethisarı, Ustrumca’da, Dobriça’da da Silistre’de yaşıyorlardı. Toplam 500 ocak olan Selanik Yörükleri, 1543 Tarihli Tahrir Defteri’ne göre “ocak” sayılarıyla birlikte şu mıntıkalarda bulunuyorlardı: Manastır (7), Pirlepe (13), Florina (36), Serfiçe (33), Fener (23), Badracık (5), Çatalca (60), Yenişehir (117), Kelemeriye (35), Pınardağı (8), Yenice-Vardar (2), Avrethisarı (47), Usturumca (28), Demirhisar (8), Filibe (10), Kızıl-ağaç (2), Yenizağra (1), Eskizağra (6), Akçekazanlık (1), Hasköy (1), Lofça (3), Yanbolu (1), Tatarpazarı (7), Pravadi (3), Silistre (26), Tekfürgölü (2), Varna (4), Hırsova (2), Şumnu (2), Çernova (4), Tırnova (3).79
“Ofçabolu” bugünkü Makedonya Cumhuriyeti sınırlarındaki Üsküp ile İştip arasında az arızalı ve konar-göçer yaşayış tarzına elverişli bir bölgenin adıdır. Buraya “Mustafa Ovası” da denilmektedir. Merkez kasabası İştip’tir. Gerek burada, gerek Pirlepe ve Tikveş civarında bulunan, daha XIX. yüzyılda bile varlıkları tespit edilen Yörükler, XVI. ve XVII. yüzyıllarda “Ofçabolu Yörükleri”ni teşkil ediyorlardı. Bunlar imparatorluğun eski Kosova ve Manastır Vilayetlerinde bilhassa dört yerde yoğun bir halde, Bulgaristan ve Dobruca’da da bazı yerlerde tek tük olarak görülmektedirler. 1566’da 97, 1608’de 88 ocak olarak tespit edilen Ofçabolu Yörükleri, 1566 Tarihli Tahrir Tahrir Defteri’ne göre Üsküp (18), Ostruva (14), İştip (31), Pirlepe (35), Tatarpazarı (1), Filibe (1), Yanbolu (2), Silistre (1), Tırnova (2) ve İhtiman (2)’da bulunuyorlardı. Burada kayıtlara geçen “ocak” sayıları yoğun olarak yaşadıkları yerleri de göstermektedir.80

Yukarıda değinildiği üzere, Rumeli’yi Türkleştiren bu Yörük unsurlar, 1691’den sonra “Evlad-ı Fatihan” ismiyle yeniden örgütlenmişlerdir. Hasan Paşa tarafından yapılan “tahrir”e göre, 1691 (1102) Tarihli Evlad-ı Fatihan Defteri’nde tespit edilebilen “Kızıl Oğuz” veya “Kocacık” Yörüklerinin adını taşıyan kaza ile köy adları ve bu köylerin çıkarmakla yükümlü oldukları “yürük piyadeleri” sayısı şu şekildedir (parentez içindeki isimler köylerin bağlı oldukları kazaları göstermektedir): Yenice-i Kızılağaç 14, Kızılcıklı 2 (Çırpan), Kızılca-Ali 8 (Tatarpazarı), Koca-beğli 1 (Filibe), Kızılca-kasaplı 7 (Uzunca-ova Hasköy), Kızıllu 5 (Kavala), Kızıl-doğan 9 (Toyran), Kızıllı 14 (Nahiye-i Bazargah), Koca-Ahmedli 66 (Cuma-Pazarı, Sarı-Göl), Kocalı Mahallesi (Radovişte 50), Koca-Ömer ma’a Kaba-ağaç 11, Kızıl-ağaç 1 (Gümilcine), Koca-Mahmudlu 1 (Yenice-Karasu), Boynu-kızıllı 14 (Çağlayık), Kızıllık 26 (Serez), Koca-doğan 3 (Hacı-oğlu-Pazarı), Kara-koca 5, Kızılcıklı 43, Koca-oğulları 7 (Silistre), Koca-Ali ma’a Dede 3, Koca-doğan 1, Kızıllar 9, Koca-pınarı (Hezargrad), Kara-koçılı (Kara-kocalı?) 18, Kocaman 1 (Ruscuk), Kocacıklu 4, Bayır-kocalar 4 (Şumnu).81

C. Kızıl Oğuz Yahut Kocacık Yörüğü Olarak Ali Rıza Efendi’nin Ailesi

1. Genel Bİlgiler
Atatürk’ün soyu ile ilgili elimizdeki en sağlam bilgiler öncelikle kendisinin, annesinin, kardeşi Makbule Hanım’ın anlattıklarıdır. İkinci olarak, kendisini ve ailesini tanıyan Hacı Mehmet Somer gibi, kimi çocukluk arkadaşlarının verdiği bilgilerdir. Mustafa Kemal dahil aile fertlerinde kuvvetli bir “Yörük, Türkmen olma” bilinci vardır: Makbule Hanım, E. B. Şapolyo’nun sorduğu “babanız nerelidir?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Babam Ali Rıza Efendi yerli olarak Selaniklidir. Kendileri Yörük sülalesindendir. Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e ‘Yörük nedir?’ Diye sordum. Ağabeyim de bana ‘Yürüyen Türkler’ dedi.” Yine Şapolyo’nun Ruşen Eşref Ünaydın’dan naklettiğine göre, “Atatürk, çok kere benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenlerdendir derlerdi.”82

Atatürk’ün baba soyu ile ilgili önemli bilgileri verenlerden birisi de M. Kemal’in Selanik’te mahalle ve okul arkadaşı, eski milletvekillerinden Hacı Mehmet Somer Bey’dir. Somer’e göre; “Atatürk’ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk’ün ataları Anadolu’dan gelerek Manastır Vilayeti’nin Debre-i Bala Sancağı’na bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik’in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacıklıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörüktür. Hayvancılıkla geçinirler, sürüleri vardır. Bir kısmı da kerestecilik ederler. Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır.”83

Atatürk’ün babasını ve dedesi “Kızıl Hafız Ahmet”i tanıyan Eski Aydın Milletvekili Tahsin San Bey ve Eski Umumi Müfettiş ve Milletvekili Tahsin Uzer’den Kılıç Ali’nin84 ve Tahsin San Bey’den E. B. Şapolyo’nun85 naklettiği bilgiler de, Atatürk’ün baba soyunun “Anadolu’dan Rumeli’ye geçmiş olan Yörüklerden” olduğunu göstermektedir.

Yukarıda da değinildiği gibi, Atatürk’ün baba soyu, Konya/Karaman’dan gelerek Manastır Vilayeti’nin Debre-i Bala Sancağı’na bağlı Kocacık’a yerleşti. Aile sonradan Selanik’e göç etti. Dedesi Ahmet ve dedesinin kardeşi Hafız Mehmet’in taşıdığı “kızıl” lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan “Kocacık”‘ın da gösterdiği üzere; Mustafa Kemal’in baba tarafından soyu Anadolu’nun da Türkleşmesinde önemli roller oynayan “Kızıl-Oğuz” yahut “Kocacık Yörükleri, Türkmenleri” nden gelmektedir.
Bugün nüfusu yaklaşık 2.100.000 olan Makedonya Cumhuriyeti içerisinde bir kısmı hala konar-göçer hayatı devam ettiren Yörük olmak üzere, yaklaşık 200.000 civarında Türk yaşamaktadır. Makedonya’nın her tarafına dağınık olarak yaşayan Türklerin en yoğun olarak bulundukları yerler, Gostivar ve Üsküp gibi şehirleriyle Batı Makedonya Bölgesi’dir. Bu şehirlerden başka, Kalkandelen, Ohri, Struga ve Debre, Jupa; Doğu Makedonya’da ise, Manastır, Pirlepe, İştip, Ustrumca ve Kanatlar önemli Türk yerleşim birimleridir.86
Sofya Üniversitesi Profesörlerinden J. İvanof 1920’de Paris’te yayınlanan eserinde, Makedonya’ya Türklerin yerleşmeleri ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: Türkler, XIV. asırdan itibaren ve Çirmen zaferini müteakip Makedonya’ya yerleşmeye başladılar. Şehirler Üsküp, Pirlepe, Köstendil, Drama bir ara tamamıyla Türklerin yaşadığı şehirler olur. Türk ordusunun fethettiği stratejik noktalar etrafında süratle Türk kasabaları meydana getirilir. Bunlar Anadolu’dan göç eden Türklerdir. Göç eden Türklerden kurulu yepyeni şehirler meydana gelir: Yenice, Vardar. Zamanla şehirlerde Türk nüfusu karışık bir manzara arz eder. Fethi müteakip, Hıristiyan yerliler İslam dinini kabul ederler. Hemen fetihten sonra göç etmiş temiz Türk topluluğu etrafında toplanırlar. Şehirlerin dışında köyler etrafında da Türk toplulukları da vücuda gelir. Bunlar Anadolu’dan göç etmiş büyük gruplardır. Onlara Yörük ve Konyar adını vermelerinin sebebi bu göçmenlerin Anadolu’dan, Konya’dan gelmiş olmalarıdır. Umumiyetle Yörükler ve Konyarlar; Türkler gibi giyinen, konuşan yerlilere (İslamiyet’i kabul eden Hıristiyanlara) karışmazlar. Bu Türk göçmen toplulukları üç büyük grup halindedir: 1. Ege Denizi Kıyı Bölgesi: Rodoplardan denizi kadar iner. Selanik bölgesi dahil buraları tamamıyla Türk’tür. 2. Sarıgöl Bölgesi: Burada Sarıgöl (Kayalar), Cuma gibi zengin Türk kasabaları vardır. Bu bölgedeki köylerin sayısı 130’dur. 3. Vardar Bölgesi: 240 Türk kasaba ve köyü vardır. Vardar nehrinin umumiyetle doğu kıyılarındadır. Bu üç büyük göç grubundan başka, daha ufak göç grupları da dağınık yerleşmişlerdir:-Vardar Nehri aşağı kısımlarında, Maya Dağı civarındakiler,-Manastır Ovası’nda Kenali (Kınalı? Kanatlı?) de oturanlar,-Debre güneyinde, Kara Drin nehri geçitlerini tutanlar.”87

2. Atatürk’ün Dedesinin Köyü Kocacık
İşte Atatürk’ün dedelerinin Anadolu’dan gelerek yerleştikleri Osmanlı Devleti döneminde Manastır Vilayeti’ne bağlı dört sancaktan biri olan “Debre-i Bala”nın merkezi, bugün Batı Makedonya’daki Debre şehridir. Babası Ali Rıza Efendi’nin doğduğu “Kocacık” nahiyesi de şimdi Jupa Bölgesi’nde yine aynı isimle anılan bir köydür. Köyde şu anda Jupa bölgesi Türk çocuklarının Türkçe eğitim gördükleri Necati Zekeriya Merkez İlkokulu isminde bir okul da bulunmaktadır.
Kocacık, denizden 1080 metre yükseklikte, Jupi (Jupa) Yaylası üzerinde bulunmaktadır. Kocacık’ta 1863’te Köy Katipliği yapan İbrahim Özsoy’a göre; hane sayısı 500, nüfus da 3.000’dir.
Debre’ye (Debar) 18, Struga’ya 45, Ohri’ye (Ohrid) 60, Kırçova 50, Manastıra (Bitola) ise yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Debre üzerinden Arnavutluk’a uzaklığı ise 24 km. kadardır.88

Bugün Kocacık’ta 200 kadar Türk yaşamakta, civardaki dört köyde de aynı sayıda Türk bulunmaktadır. Novak Köyü’ndeki Türk nüfusu ise 1260 kişidir. Bu köyde bulunan ve eğitim dili Türkçe olan dört yıllık ilk okullarda, 475 Türk çocuğu öğrenim görüyor. Yine bu okullarda 33 öğretmen görev yapıyor. En büyük okul yukarıda bahsettiğimiz N. Zekeriya İlkokulu olup, sekiz yıllık eğitim vermektedir. Diğer köylerde beşinci sınıfa geçen çocuklar bu okula gelmektedirler.89
Kocacık Türkleri, 1912-1957 yılları arasında Türkiye’ye göç ederek, çoğunlukla; İzmit, Adapazarı, İstanbul, Menemen, Bursa, İnegöl, Tekirdağ, Muratlı, İzmir, Akyazı, Manisa gibi il ve ilçeler ile Bursa İnegöl’ün Cerrah, Adapazarı’nın Serdivan, İzmit’in Akmeşe, Akyazı’nın Karabıçak, Muratlı’nın Sırt köylerine yerleşmişlerdir.90

1993 yılında gazeteci Altan Araslı, Kocacık Köyü’ne giderek, burada Atatürk’ün dedesinin evini bulmuştur. “Atatürk’ün Büyükbabasının Evini Bulduk, Atamız Yörük Türkmeni” başlığı ile verilen haberde, Kocacıklılarla yapılan konuşmalar da göstermektedir ki, Atatürk’ün baba soyu hakkında nakledilen bilgiler doğrudur ve bunlar köydeki yaşlı insanlar tarafından hala canlı bir şekilde hatırlanıp, anlatılmaktadır. Ayrıca, bugün yaşayan Kocacık Köylülerinde de “Yörük, Türkmen ve Oğuz olma bilinci” vardır.

Araslı’nın Üsküp’te görüştüğü Kocacıklı Numan Kartal anlatıyor: “Ali Rıza Efendi, Manastır Vilayeti’nin, Debreibala Sancağı’na bağlı Kocacık’ta dünyaya geldi. Kocacık’ın nüfusu tamamen Türk. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu’dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız. Atatürk’ün büyükbabası, İşkodyalılar ailesinden, babaannesi ise Golalar ailesinden gelmektedir. İşkodyalılar, İşkodya’dan, Kocacık’a gelip yerleşen akıncı Türklerinin adıdır. Golalar ise ‘hudut gazileri’ anlamını taşımaktadır. Dedesi, Kocacık’ın Taşlı Mahallesi’nden, babaannesi ise Yukarı Mahallesindendir. Ayşe Hanım, Taşlı Mahallesi’ne gelin gelmiştir. Kırmızı Hafız Mehmet Efendi, Çınarlı Mahallesi’nde İlkokul öğretmenliği yapmış. Kocacık’ın Taşlı Mahallesi’nin üst tarafında bir yokuş vardır. Önünde küçücük bir derecik akar. Bu nedenle oraya Dere Mahallesi de denir. İşte Ata’nın büyükbabasının evi oradaydı. Kocacık’tan temelli göç ettikleri zaman, evlerini Etem Malik’lere satmışlar. Malik’in oğlu Hayrettin İzmit’te oturmaktaydı.”

Yine Üsküp’te yaşayan Kocacıklılardan Murat Ağa Altan Araslı’ya şu bilgileri vermiştir: “Atatürk’ün dedesinin adı Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’dir. Lakapları böyle. Ama, asıl hafız olan kardeşi Mehmet Efendi’dir. Babaannesinin adı da Ayşe Hanım’dır. Daha sonraları Ahmet Efendi’ye ‘firari’ denmeye başlamış. Firari, Rumeli’de ‘gurbetçi’, ‘gurbete çıkan’ anlamına gelmektedir. Yalnız, Selanik’te vuku bulan bir olayla da bağlantılıdır. Kocacık’ın toprağı münbit değildir. Olanakları da kısıtlıdır. Bu nedenle, Ahmet Efendi, Yukarı Mahalle’den Feyzullah Pehlivan ve Taşlı Mahallesi’nden Fazlı Ağa ile birlikte Selanik’e Çalışmaya gitmişler. 1876 yılının Mayıs ayında bir gün yolda bir olaya tanık olmuşlar…”

Murat Ağa sonra doğruluğu şüpheli bir olayı anlatarak sözlerine son vermektedir. Murat Ağa’nın burada verdiği tarih de yanlıştır. Çünkü, Atatürk’ün babasının yaklaşık olarak 1839’da Selanik’te doğduğunu bildiğimize göre, aile zaten bahsedilen tarihlerde Selanik’e taşınalı epeyce olmuş olmalıdır. Nitekim Araslı’nın verdiği bilgilere göre, Ahmet Efendi’nin Kocacık’tan 93 Harbi’nden (1877­1878 Osmanlı-Rus Harbi) otuz yıl kadar önce taşındığını; köyden ilk ayrılanın da Mustafa Kemal’in Büyük Amcası Kızıl Hafız Mehmet Efendi olduğunu köylüler anlatmaktadırlar.
Araslı’nın Üsküp’te görüştüğü bir diğer Kocacıklı da Kocacık’ın Yukarı Mahallesinden, Dolakar Ailesi’nden, Behlül ve Hatice Kızı Maksude Yıldız’dır. Maksude Yıldız anlatıyor: “Harekat Ordusu’nun İstanbul’a yürüyüşü tüm Balkanlar’da büyük heyecan yaratmıştı.Harekat Ordusu’nun faaliyetleri en güncel konuydu. Mensupları da meşhur olmuştu. Şevket Paşa’nın yaverinin Kocacıklı olduğunu öğrendik. Kimdir, neyin nesidir derken, Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin torunu, Ali Rıza’nın oğlu Mustafa Kemal olduğunu söylediler.”

Gazeteci Altan Araslı, Üsküp’teki Bu Kocacıklılar’dan bu bilgileri aldıktan sonra, Birlik Gazetesi’nden (Üsküp’te Türklerin yayınladıkları gazetedir) Remzi Canova ile birlikte Rumeli’nin meşhur Kaz Dağları’nı, Maya Dağları’nı tırmana tırmana sarp bir dağ köyü olan Kocacık’a dört saatlik bir araba yolculuğundan sonra ulaşıyorlar. Burada kendilerine Köylülerden İsmail Yahya Atatürk’ün dedesinin evini gösteriyor. Onlar geçmişi konuşurlarken gelen yaşlı bir nine söze giriyor ve “evladım doğrudur, onların eviydi” diyerek İsmail Yahya’nın sözlerini onaylıyor.91
1993 yılında Gazeteci Altan Araslı’nın resimlediği Atatürk’ün Dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi’nin bu evi maalesef çok kısa bir süre sonra yıkılmıştır. Ahmet Yesevi Uluslar arası Türk-Kazak Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Sayın Namık Kemal Zeybek’in öncü girişimi, Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay, Devlet Güzel Sanatlar Genel Müdürü Sayın Mehmet Özel, kendisi de Manastır göçmeni olan İzmir Milletvekili Sayın Kemal Vatan ve Makedonya Cumhuriyeti’nde Türk milli kültürünü ve Atatürk’ü yaşatma yolunda durup dinlenmeden çalışan Türkiye’nin Manastır Fahri Konsolosu Sayın Mithat Cemal’in (Manastır’da yaşayan Türklerden) destekleri ile “Kocacık’ta Atatürk Evi Yapalım Büyük Şehitliği Onaralım Kampanyası” ile; Atatürk’ün Dedesinin evinin yeniden aslına uygun olarak yapılması gündeme gelmiştir. İki ülkenin Kültür Bakanlıkları projenin yapımına birlikte destek vererek başlamış bulunmaktadırlar.92
Altan Araslı’dan sonra ikinci defa Kocacık Köyü’nü bizlere tanıtan iki gazeteci Ali Öz ve Sayra Öz’dür. Eylül 1999’da Star Gazetesi’nde yayınlanan haberdeki bilgiler şu şekildedir: “Kocacık, Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey’in köyü… ‘Atalarımız sultana isyan ettikleri için Konya/Karaman’dan alınıp bu dağın tepesine getirilmişler’ diye anlatıyorlar tarihlerini. Kocacık ve diğer Türk köyleri hep kendi aralarında evlenmişler ve sadece Türkçe konuşuşlar. Şimdi de Türk televizyonlarını izliyorlar. Çocukların isimleri Şevki, Ayşe, Halil. Atatürk’ün ailesine Sarı Mustafalar denirmiş buralarda. Amca sülalesinden en son akrabası da 1956’da Adapazarı’na göç edince aileden hiç kimse kalmamış köyde. Ama Sarı Mustafaları unutmamışlar. Hele Mustafa Kemal’i. Onun sevgisi hep yüreklerinde.

Aşağıda Kara Dirim Nehri nazlı nazlı akarken dağlara doğru ilerliyoruz. Manzara güzel ama köy bir türlü ortalarda yok. 1 saat, 2 saat, derken 3 saat sonra ağaçlar yavaş yavaş azalmaya başlıyor. Zirveye yaklaşıyoruz. Ve nihayet yolda birkaç koyunla beraber kızıl kıvırcık saçlı dünya güzeli küçük bir kız ile karşılaşıyoruz… Adı Naze. Kendisine Türkçe hitap edince, önce şaşırıp, bizimle konuşmuyor, daha sonra İstanbul’dan geldiğimizi, Kocacık Köyü’nü aradığımızı söyleyince heyecandan ağlamaya başlıyor. Köyü işaret ediyor eliyle. Hemen oradaki toprak yoldan saptıktan bir dakika sonra kendimizi bir Türk ailesinin evinde buluyoruz. Burası Yukarı Mahalle’ymiş. Kezban Hanım, Türkiye’den bir gün önce gelmiş gibi. Çok temiz bir Türkçe ile bizi buyur ettikten sonra, kahve ikram ediyor.
Öğretmen Hayrullah Adem’e köyü çok zor bulduğumuzu, neden bu kadar uzak bir yerde yaşadıklarını sorduğumuzda, ‘bu köy ahalisi yüzyıllar boyunca hiç kimseyle karışmamış gerçek Türk soyudur. Atalarımız sultana karşı isyan ettikleri için Konya/Karaman’dan alınıp bu dağın tepesine getirilmişler’ diye özetliyor durumu. Tüm bu Türk köyleri hep kendi aralarında evlenmişler ve sadece Türkçe konuşmuşlar. Şimdi de Türkçe televizyon izliyorlar. Atatürk’ün babasının evini sorduğumuzda Aşağı Mahalle’de olduğunu ancak evin çok yıllar önceden yıkılmış olduğunu öğreniyoruz. Bu civardaki bütün Türk köyleri, Kocacık’a bağlı. Novak, bu köylerin en büyüğü. Ziyaret etmeye karar veriyoruz. Köye girerken önce ‘Mustafa Kemal Atatürk Sağlık Ocağı’nı ve bir adım ilerde de ‘Necati Zekeriya İlkokulu’nu görüyoruz. Necati Zekeriya, Makedon topraklarında yaşamış çok ünlü bir Türk ozanı.

Novak Köyü’nün en yaşlısı Şemsi Hasan Bey; yaşı 80. Tito’yu Atatürk’e benzetiyor. Şemsi Bey’den öğrendiğimize göre Atatürk’ün ailesine Sarı Mustafalar denirmiş. Babasının ismi Ali Rıza, babaannesinin ismi Hatice’ymiş. Şu anda Atatürk’ün yakın ailesinden hiç kimse kalmamış. Amca sülalesinden en son akrabasının adı Mustafa’ymış ve 1956’da Adapazarı’na göç etmiş ve orada 1970’lerde vefat etmiş. Şemsi Hasan Bey gerçek bir Atatürk hayranı. Söylediklerinin aynen yazılmasını istedi, biz de yazıyoruz:
‘Televizyona bakıyorum, çok taş atıyorlar Atatürk’e. Atatürk olmasaydı Yugoslavya bizi ezerdi. Ben onları çok ayıplıyorum. Buradaki Türkler hiç razı değil bu konuşmalara. Akıllarını başlarına toplasınlar, Atatürk olmasaydı Türk milleti olmazdı. Gazi için neden böyle kötü şeyler söylerler? “93
Kocacık Köyü’ne giden ve burası ile ilgili yazılan en iyi tanıtım yazılarından birini Sayın Namık Kemal Zeybek’in başkanlığında Köyü ziyaret eden “Yeni Avrasya Dergisi Ekibi” hazırlamış bulunmaktadır. Yukarıda bazı bölümlerinden yararlandığımız bu yazının bir önemli özelliği de; köydeki Türk Kültürü, Yörük-Türkmen Kültürü ile ilgili kültür unsurlarına dikkatlerimizin çekilmiş olmasıdır. Adı geçen Dergi’nin Eylül 2000 sayısında yayınlanan yazının içeriği ve ekibin gözlemleri şu şekildedir:
“. Biz Atatürk’ün yakın akrabalarının yaşadıkları yeri merak ettik ve Makedonya’nın batısındaki bir dağ köyü olan Kocacık’a gittik.

Bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeki Manastır Vilayeti’ne bağlı olan Kocacık Nahiyesi, günümüzde Makedonya’nın Debre Şehri yakınlarında, Jupa Belediyesi’ne bağlı, şirin bir dağ köyü. Ulaşımın zor bir yerde olması, onun bu saflığını korumasını sağlamış.
Yeni Avrasya ekibi bu güzel heyecanı yaşamak için her türlü engeli aşıp Kocacık Köyü’ne ulaştı. Debre’de yediğimiz gevrek ve lor peynirli ‘bürekin’ (böreğin) tadı damağımızda, kuzeybatı istikametine doğru çıkıyoruz. Sağımızda Radika Irmaklarının birleştiği küçük bir göl var. Sol tarafımızda ise yemyeşil bir dağ yamacı. Arka arkaya hepsi de Yörüklerin yaşadığı dört köyün içinden geçiyoruz. Pala bıyıklı erkekler, başörtülü kadınlar el sallıyor. Türkçe selam veriyorlar. Namaz vakti camilerden yükselen ezan seslerini duyuyoruz. Nihayet Kocacık Kalesi de denilen doruk seçilmeye başladı. Bayır yukarı çıkarken büyük bir mezarlıktan geçiyoruz. Halâ heybetli gözüken bu mezar taşları, büyük bir Türk şehitliğinde olduğumuzu anlatıyor. Hıristiyan Arnavut Georgi Kastriyola’nın ayaklanmasını bastırmak (1447-48) ve Makedonya’ya geçmesini engellemek için çarpışırken şehit düşen kahraman Türk askerleri yatıyor burada. Şehitlerimizi anıp ilerliyoruz. Biraz ilerde karşımıza çıkan gence sorduk. Atatürk’ün Köyü nerede? Cevabı kesin ve yalındı: ‘Ahancık şu dağın arkasında.’ O dağın arkasına geçtik, yeşillikler içinde saf ve temiz bir Türk köyü bulduk. İçi dışı güzel, güler yüzlü insanlar. Hepsi de ‘biz Atatürk’ün torunlarıyız’ diyorlar. Gülistan Emin, derede çamaşırını yıkamış evine dönüyordu. Gruptaki bayanları evine davet edip, gelinlikten kalma çeyizlerini gösterdi. Çocukları Fikret ve Erdoğan; biri Almanya’da, diğeri İtalya’da çalışıyor, evlerine emek parası yolluyorlar. Köylerde evler birbirinden uzak, bahçeler içinde yerleşmişler. İlkokul öğretmeni Selim Maksut bize eşlik ediyor. Makedonya’daki Kültür Müşavirimiz Şakir İlyasoğulları çocukları toplayıp, ‘Çanakkale içinde aynalı çarşı’ şarkısını söyletti. İçlerinden birisi sanki Atatürk’ün çocukluk hali. Sarışın, mavi gözlü İdris de bunun farkında zaten. Hepsi Atatürk’ü ezbere biliyorlar.
Öğretmen Selim Maksut bizi evine davet etti. Geleneksel Türk konukseverliği ile ikramlarda bulunduğu tertemiz evine. Her taraf halılar, danteller ve kanaviçelerle süslü. Bize kısa bir tanıtım yapmayı da ihmal etmedi: Kocacık halkının Konya’dan geldiğini, çok eski tarihlerde köyün adının ‘Kocacenk’ olduğunu, hattâ bir ara köye ‘Konyacık’ denildiğini dahi anlattı. Civarda yaşayan insanlar da burada yaşayanları, ‘Konyarlar’ olarak tanıyormuş. Köy yakınlarındaki büyük çarpışmadan dolayı köyün adının bir ara Kocacenk, daha sonra da Kocacık olarak anıldığını anlattı. Makedonca resmi adı da aynı imiş. Türkçe yazıldığı gibi Kocacık. Evin gelini Gülcan, milli kıyafetlerini giyip bizi ağırladı. Ardından Yörük evinde ayran içmeden olmaz dediler. Ayranlardan sonra da evin kızı Şekeriye’nin hazırladığı Türk kahvelerini içtik. İkram, ikram üstüne, kendi evimiz gibi sıcak olan bu dost evinde içimiz kıpır kıpır. Bir an önce dışarı çıkıp Atatürk’ün dedesi ve babasının evinin bulunduğu yere gitmek istiyoruz. Heyecanımız doruk noktada. Onu yetiştiren, bizlere armağan eden bu topraklarda olmak, çok büyük haz veriyor bizlere.

Kocacık üç mahalleden oluşuyor. Aşağı Mahalle, Taşlı Mahalle ve Blato (Bataklık) Mahalle. Ali Rıza Bey’in evi, Taşlı Mahallede. Ne yazık ki, ev yıkılmış ve yıkıntı üzerinde taş yığını duruyor. İçimiz parçalanıyor, bir garip oluyoruz. Ata evi ayakta dursaydı da, biz de Kırmızı Hafız Ahmet Efendilerin yaşadığı, Ali Rıza Beyin oyun oynadığı mekanı görseydik diyoruz. Namık Kemal Zeybek Bey duygulanıyor. Onu evden geriye kalan taşların arasında yalnız bırakıyor, uzaktan resimlerini çekiyoruz.

Kocacıklıların maddi durumları iyi değil. Hayvancılık yaparak geçimlerini sağlıyorlar. Hepsi köylerinde yapılacak bir ‘Atatürk Evi’nin özlemini duyuyor, mezar taşları bile kaybolmaya başlayan ‘Büyük Şehitlik”in onarılmasını bekliyorlar. Bugüne kadar, Türkiye’den bir girişimi beklemişler. Sadece evin inşasını değil, onu görmek üzere köylerini ziyaret edecek kişileri de bekliyorlar. Atalarını, Atatürk’ü yetiştiren toprakları ve çevreyi görmek isteyen Türkleri bekliyorlar.”94
Şüphesiz, bu gezi ve inceleme yazılarında ve nakledilenlerde bazı çelişkili ifadeler ve yanlış kullanılan kelime ve kavramlar bulunmaktadır. Bütün bilgileri değerlendirdiğimiz zaman Atatürk’ün baba soyu ile ilgili şu sonucu ortaya koymak mümkündür:
Mevcut bilgiler göre Atatürk’ün baba soyu Konya/Karaman’dan göçürülerek Makedonya’ya gelmişlerdir. Zaten Kocacık’ta yaşayanlar da bu bilgileri halen anlatmakta, kendilerinin Karaman’dan geldiklerini söylemektedirler. Manastır Vilayeti’ne bağlı Debre-i Balâ Sancağı’nın Kocacık Nahiyesi’ne (Köyü) yerleşen aile takriben 1830’larda Selanik’e göçmüştür. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi burada takriben 1839’da dünyaya gelmiştir. Babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi’dir. Kızıl Hafız Ahmet Efendi’nin Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi isminde bir erkek, bir de Nimeti Hanım isminde bayan iki kardeşi vardır. Atatürk’ün baba soyu, büyük amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi tarafından devam etmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bunun oğlu Salih Efendi ve ikinci eşi Müberra Hanımdan devam eden aile, torunlarla yedinci kuşağa ulaşmış bulunuyor. Belgelerden Atatürk’ün Müberra Hanım’a “Yenge” şeklinde hitap ettiğini biliyoruz. Bunların beş çocuğundan birisi olan Necati Erbatur, 28 Eylül 1927’de Dolmabahçe Sarayı’nda nişanlanmış; diğer çocukları Vüsat Erbatur’un kızı Nesrin Hanım ile Feridun Söğütligil’in nikahları 2 Ekim 1937’de Park Otel’de yapılmış ve Atatürk bu nikah törenine katılmıştır.95



D. Atütürk’ün Anne Soyu: “Konyarlar”

1. Konyarların Rumeli’deki Varlıkları
Yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi, Orta Çağın ikinci kısmında Balkan Yarımadası’na çeşitli dalgalar halinde gelerek, Bizans İmparatorluğu tarafından burada yerleştirilen bir çok Türk unsuru vardır. X. asırdan itibaren Peçenekler, Oğuzlar, Kumanlar kuzey yoluyla, Tuna’dan geçerek, çeşitli tarihlerde gelmiş ve çeşitli yerlere iskan edilmişlerdir. IX. yüzyılda bile, Bizans kaynaklarında “Vardarlı Türkler” olarak zikredilen bazı Türk gruplarının Selanik civarında yerleştikleri vakidir. Bizans kaynağı “Anna Commene”nin Ohri civarında yerleştiklerinden bahsettiği Türkleri, Lejean (1861), 1065 tarihine doğru Makedonya’ya iskan edilen Oğuzlarla ilişkili görmektedir. Oğuzların bu yerleşmeleri “Attaliates”e atfen Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat tarafından da teyit edilmektedir.
Anadolu’dan Yarımada’ya geçip yerleşen ilk Türk grubu olmak üzere Türkiye Selçukluları’nın merkezi Konya’ya mensup olmalarından dolayı bu suretle ad alan “Konyarlar” gösterilmektedir. XIX. yüzyılda veya XX. yüzyılın başlarında Rumeli’yi gezen ve buradaki Türklerle bizzat görüşerek onların hatıralarını toplayan veya buradaki Türk varlığı hakkında eser yazan Batılı seyyahlar ile bilim adamları, G. Lejean (1861), Gervinus (1851), Jirecek (1891), G. F. Hertzberg (1878), A. Tuma (1888), Cijic (1908), Frachet d’Esperj (1911), İvanof (1918), E. Max, Hoppe (1934), A. Boue (1899), Oberhummer (1917) ve nihayet “Konyarlar” hakkında ayrı ve oldukça ayrıntılı bir araştırma yapan Hr. P. Traeger (1905) 96 “Konyarlar” hakkında önemli bilgiler vermektedirler.

Bu konuda bilgi veren bütün bu eser sahiplerinin hepsi, Konyarlar’ı bazan “Yörükler” ve “Evlad-ı Fatihan”la karıştırmakla birlikte; Konya’dan gelerek Rumeli’ye yerleşmiş veya yerleştirilmiş göstermektedirler. Fakat, bunların geliş tarihi ve geliş şekilleri konusunda farklı bilgiler vermektedirler. Bütün bu görüşleri tenkitli bir şekilde karşılaştıran Prof. Dr. Tayyib Gökbilgin, Konyarlar’ın Rumeli’ye geliş ve yerleşmeleri ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Sonuncu ve nispeten kabule şayan ihtimal bunların II. Murad fakat bilhassa Fatih zamanlarında, Karaman-oğulları ile mücadeleler sırasında ve bundan sonra, Karaman, Konya ve Ankara civarından Türk aşiretlerinin bu mıntıkalara iskan edildiğidir. O civarın etnik bakımdan yabancı halkına, menşeleri dolayısıyla, bu suret-i tesmiyeyi verdirmiş ve bu ad komşuları arasında yaşamış, kendilerinde ise, menşeleri hakkında bir malumat, şifahi bir an’ane halinde devam edip gelmiştir…”97

Konyarlar’ın en mütekasif (yoğun) bir halde bulundukları yer Teselya’da Kozan ve bunun kuzeyinde “Sarıgöl” de denilen “Kayalar” ve Selanik’in kuzeydoğusu idi. Sonraları daha kuzeye de yayılmışlardır. Sayı olarak diğer Yörük gruplarından daha az oldukları, yarı “konar-göçer” bir hayat yaşadıkları, mübadele (alış­veriş) merkezlerinin daha çok Yanya olduğu ve halılarının özel şeklinden dolayı (“Konyaren Figüren”) bütün yörede meşhur olduğu bütün seyyahlar tarafından belirtilmektedir. Ayrıca, Konyarlar’ın daha demokratik bir halde yaşadıkları, neşeli ve hareketli kimseler oldukları da bunlar tarafından tespit edilmiştir.98

Atatürk’ün soyu ile ilgili bir çalışma yaparak, amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi’nin soyundan gelenlerin ellerindeki bazı belgeleri yayınlayan Burhan Göksel, Konyarlar’ın, Konya-Karaman’dan Fatih Sultan Mehmet döneminde 1466 yılında Karaman-oğulları ortadan kaldırıldıktan sonra Rumeli’ye göçürülerek, iskan edildiklerini belirtmektedir.99

Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki Yörüklerle ilgili örgütlenmesi içinde kendileri için ayrı isimle bir sayım (tahrir) defteri bulunmayan Konyarlar, yerleştikleri bölgelerde, başlangıçta özellikle “Kocacık” ve “Selanik Yörükleri” içinde, sonradan da “Vodina” ve “Sarıgöller Bölgesi” Yörükleri içinde “Evlad-ı Fatihan” olarak kaydedilmişlerdir. Hasan Paşa tarafından 1691 (1102) tarihinde yapılan tahriri içeren “Evlad-ı Fatihan Piyadeleri Defteri”100ne göre “Sarıgöl”ler (Kayalar) Bölgesi’ndeki köyler, mahalleler ve devlete vermekle yükümlü oldukları “Yörük Piyadeler”in sayısı şu şekildedir:
“Eğri-Bucak Kazası”: Turhanlı 49. Sofular 21. Evrenoslu 6. Okçular 6. Eyrili 20. İshaklı 24. Çobanlı 24. İdil-obası 19. Şahinli 55. Leşli 34. Öküz-obası 24. Emirhanlı 38. Gün-doğmaz 2. Rahmanlı 8. Evhad-obası 58. Aydın-obası, Cinciler 66. Işıklu 29. Sinekli 34. Çakır-ı sagir 4. Sarı-Musalu 8. Çakırlı-i Kebir 13. Karamanlı 12. Karacalar 73. Buraklı 10. Tekye-i Hacı-Hasanlı 21. Topçular 18. Dağ ışıkları 7.

“Cuma-Pazarı Kazası”: Haydarlı 60. Koca Ahmedli 66. Tarakçılı 6. Durasılar 6. Timurhanlu 3. Bar-çukuru 1. Kulalu 1. Erdoğmuşlu 5. Karaağaç 2. Donuk-kayalar 1. Şahinler 3. Dedeler 3.
“Çarşanba Kazası”: Milli 77. Davudlu 18. Hacı-İsalar 18. Kulkallı 12. Hacılar 12. Yeniceler 14. Hacı-Ömerli 16. Karacalı 6. Doğancalı 6. Tekye-i kebir ve sagir 42. Keçili 18. Saltıklı 19. Meşeli 6.101
Ailenin sonradan gelerek yerleştiği Selanik’e bağlı “Lankaza Nahiyesi”nin 1691 tahririne göre cemaatleri, köy ve mahalleleri ile “Yörük Piyadeleri” sayısı şu şekildedir: Bedirli 10. Hacı-Bayramlı 4. Pir-dede 1. Değirmenciler 6. Köleli 7. Şuayblı 109. Umurlu ma’a Sarıcalı 45. Değirmencili ma’a Eyrilceli (Ayrılıncalı) 18. Çokallı 9. Lotice 7. Osmanlı 49. Yaylacık 16. Ayvalı-dere ma’a Şah-Veli ve Saltıklı. Çınarlı 78. Bulcalı 13. Koçmar 4. Keruz 5. Lankaza 3. Sarıyar 1. Yağlıca 1. Evrencik 1.102
Yine bu deftere göre, bölgede Konya-Karaman yöresinin hatıralarını gösteren yer adları ve ailenin soyuna işaret eden “Sofular” ile “Sarı-göllü” gibi yer ve oymak adları şuralarda tespit edilebilmektedir: Ereğli Nahiyesi 50. Ereğli 1 (Kırk-Kilise). Ereğli 9, Kara-pınar 1, Sarıgöllü 4 (Avrethisarı). Sofular 19 (Nahiye-i Bazargah). Sofulu 9 (Nahiye-i Kelemeriye). Sofular 21, Karamanlı 12 (Eğri-Bucak-Sarı-Göl). Sofulu 9 (Tikveş). Sarı-Göllü 50 (Radovişte). Sofular 14 (Gümilcine). Karamanlı 11 (Çağlayık). Sofular 28 (Yeni-Pazar). Sarı-göllü 1, Sofular 2 (Babadağ). Sarı-göllü 1
(Ruscuk). Sofu Yurdu 1 (Tozluk-Tuzluk).103

2. Konyar Olarak Zübeyde Hanım’ın Ailesi

Mustafa Kemal’in anne soyundan dedesi Sofu-zade Feyzullah Efendi’dir. Selanik’e bir saat mesafede bulunan Lankaza’da çiftlik sahibi idi. Atatürk’ün ve Makbule Hanım’ın çocukluk anılarında bahsettikleri çiftlik burasıdır. Annesi Zübeyde Hanım, Feyzullah Efendi’nin üçüncü eşi Ayşe Hanım’dan olan tek kızı idi. Atatürk’ün beş kardeşi içinde en uzun ömürlüsü olan Makbule Hanım (1885-1956) anne soyları hakkında, “annemden sık sık şunları dilemişimdir” diyerek şu bilgileri vermektedir: “Bizim esas soyumuz Yörüktür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz. Büyükbabam Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak…”104
Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın babası hakkında, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’yi ve babası Kızıl Hafız Ahmet Bey’i de tanıyan ve doksan yaşında vefat eden Aydın Milletvekili Tahsin San, şu bilgileri vermiştir: “Atatürk’ün valdesi Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızıdır. Bunlar Selanik’te doğmuşlardır. Bu aile bundan 130 sene evvel Sarıgöl’den Selanik’e gelmişlerdir. Vodina Kazası’nın batısında Sarıgöl Nahiyesi’nde on altı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve Teselya’nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı Hükümeti’nin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık-kıyafetlerini değiştirmemişlerdi.”105

Bu konuda Lord Kinross, kaynak göstermeden şu bilgileri vermektedir: “Zübeyde Hanım, Bulgar sınırının ötesindeki Slavlar kadar sarışındı; düzgün beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik’in batısında Arnavutluğa doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası Türklerin Makedonya’yı ve Teselya’yı almalarından sonra Anadolu’nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarındaki ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros dağlarında özgür yaşayışlarını sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı.”106
Eldeki mevcut bilgilere göre aile, 1466’larda Karaman’dan gelerek Vodina Sancağı’na bağlı Sarıgöl’e yerleşmiş; sonra Selanik yakınlarındaki Lankaza’ya (Lankaza) göçmüş, Zübeyde Hanım 1857’de burada dünyaya gelmiştir. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın babası Sofu-zade Feyzullah Efendi üç defa evlenmiştir. İsimlerini bilemediğimiz diğer iki eşi bir tarafa bırakılacak olursa, Zübeyde Hanım’la birlikte Hasan Ağa ve Hüseyin Ağa, Feyzullah Efendi’nin üçüncü eşi Ayşe (Aişe) Hanım’dan dünyaya gelmişlerdir.


1 T. Gökbilgin, “Rumeli’nin İskanında ve Türkleşmesinde Yürükler”, III. Türk Tarih Kongresi (Ankara 15-20 Kasım 1943) Tebliğleri, Ankara, 1948, s. 649.
2 T. Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, İstanbul, 1975, s. 6.
3 M. Eröz, Yörükler, İstanbul, 1991., s. 20-23.
4 A. M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1993, s. 50-51.
5 A. Kemalî, Erzincan, 2. baskı, İstanbul, 1992, s. 19, not: 7.
6 O. N. Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, 1990, s. 49. A. M. Çay, a.g.e., s. 55.
7 F. Kınal, Eski Anadolu Tarihi, 2. baskı, Ankara, 1987, s. 258 vd.
8 A. Erzen, Eski Çağ Tarihi Hakkında Dört Konferans, İstanbul, 1984.
9 İ. Durmuş, İskitler (Sakalar), Ankara, 1993, s. 35-36, 63-64.
10 Türkiye Cumhuriyeti’ni Kuran Türk Milletinin Tarihi, Genelkurmay Başkanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, Ankara, 1988, s. 74 (bundan sonra Türk Milletinin Tarihi olarak zikredilmiştir).
11 Türk Milletinin Tarihi, s. 75-76. Bulgar Türkleri hakkında ayrıca bakınız: A. N. Kurat, IV-XVIII. yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 108 vd.
12 A. N. Kurat, a.g.e., s. 98.
13 Türk Milletinin Tarihi, s. 77, A. N. Kurat, a.g.e., s. 96 vd.
14 A. M. Çay, a.g.e., s. 68.
15 O. Turan, Türkler Anadolu’da, İstanbul, 1973, s. 50.
16 A. M. Çay, a.g.e., s. 68-69.
17 A. M. Çay, a.g.e., s. 69. Anadolu’nun Türkleşmesi konusunda ayrıca şu eserlere bakınız: M. F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, 2. Baskı, İstanbul, 1981. F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilatı, Destanları, İlavelerle 3. Baskı, İstanbul, 1980. M. A. Köymen, “Anadolu’nun Fethi”, Diyanet İşleri Başkanlığı D. 1961, Ankara, 1962, s. 89-122. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1978. O. Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, C: I-II., 2. Baskı, İstanbul, 1978. İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara, 1977. İ. Kafesoğlu, “Selçuklular, ” İslâm Ansiklopedisi. A. Taneri, Türk Kavramının Gelişmesi, Ne Mutlu Türküm Diyene, Ankara, 1983. A. M. Çay, “Anadolu’nun Türkleşmesi I. “, Türk Kültürü D., sayı: 239 (Mart 1983), s. 183-188. A. M. Çay, “Anadolu’nun Türkleşmesi II. “, Türk Kültürü D., sayı: 241 (Mayıs 1983), s. 270-279. A. M. Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası Sultan II. Kılıç Arslan ve Karamıkbeli Zaferi, İstanbul, 1984.
19 H. Şekercioğlu, “Atatürk’ün Soy ve Sülalesi Hakkında Anadolu’da Yaptığım Araştırmalar”, Türk Kültürü D., C: XIII., Sayı: 145 (Kasım 1974), s. 7.
20 H. Şekercioğlu, a.g.m., s. 7.
21 F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Ankara, 1967, s. 60 vd.
22 H. Şekercioğlu, a.g.m., s. 8-9. İ. Miroğlu, XVI. yüzyılda Bayburt Sancağı, İstanbul, 1975, s. 19.
23 F. Sümer, a.g.e., s. 174-180.
24 C. Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak Aşiret ve Cemaatlar, Tercüman Yayınları, İstanbul, 1979, s. 34.
25 Kızıl-keçili (Havnalar) Aşireti, “Karamanlı” Aşireti’ndendir.
26 Koca-şeyhli Aşireti, Bozdoğan Yörükânı, nam-ı diğer Bozkırlı taifesinden olup, İçel Sancağı’nda Silifke Kazasında kışlayıp, yine civar yaylaklarında yaylarlar. C. Türkay, a.g.e., s. 107­108.
27 Boynuinceli Türkmen aşiretinden olan Kızıl-alili Cemaatı, Anamur Kazasının Kızılkinise Karyesinde sakin olmuştur. Kaza-i mezbur ahalisi ile ma-an civar yaylaklarında yaylarlar.
28 Avcılı Aşiretine tabi olan Kızılhacılı Cemaatı, Adana tevabiinde ve Sis’te ve Revan’da kışlayup, Maraş’ta Koçdağı’nda ve Sis Livası dahilinde yaylarlar ve bazı vakit de Kınık Has’ı toprağında yaylayup kışlarlar.
29 Kızıl-keçili Cemeatı, “Karamanlu” Aşireti’ndendir.
30 Kızıl-kocalı Cemaatı, Bozulus Aşireti’ndendir.
31 Beğdili Aşireti’nden olan Kızılkoyunlu Cemaatı, senevi 300 guruş mal ile Ekrad-ı Lekvanik mukataası tevabiindedir.
32 Mamalu Aşireti’nden olan Kızıllı Cemaatı, Bozok Sancağının Akdağ Kazasına iskan olunmuşlardır.
33 Mamalu Aşireti’nden olan Kızılcubur Cemaatı, Bozok Livası dahilinde vaki Budakluca nam karyeye iskan olunmuştur.
34 Kocahacılı Cemaatı, Bozulus Aşireti’ndendir.
35 C. Türkay, a.g.e., s. 523-531.
36 C. Türkay, a.g.e., s. 38.
37 C. Türkay, a.g.e., s. 191.
38 C. Türkay, a.g.e., s. 199.
39 C. Türkay, a.g.e., s. 211.
40 C. Türkay, a.g.e., s. 217.
41 C. Türkay, a.g.e., s. 327.
42 C. Türkay, a.g.e., s. 335.
43 C. Türkay, a.g.e., s. 360.
44 “Karakocalı Cemaatı, 35 hane olup, Beğdili Aşireti’ne tabidir. Cemaat-ı mezbur, Konar-Göçer Yörükândan olup, ezkadim Biga ve Çan Kazalarında yaylayup, İnegöl ve Tuzla ve Bayramiç Kazalarında kışlarlardı. ” C. Türkay, a.g.e., s. 477.
45 C. Türkay, a.g.e., s. 490.
46 C. Türkay, a.g.e., s. 522.
47 C. Türkay, a.g.e., s. 552.
48 C. Türkay, a.g.e., s. 575.
49 C. Türkay, a.g.e., s. 626.
50 C. Türkay, a.g.e., s. 798.
51 C. Türkay, a.g.e., s. 24, 64, 156, 255. “Bozulus Türkmânına tabi cemaat-ı Hacılu ve Karamanlu ve Abdurrahmanlu ve Derilü ve Sarılu, Oğulbeyli Aşireti’nden müfrez olup, Karaman’da sakin idiler. ” C. Türkay, a.g.e., s. 256. “Tabanlı Aşireti Cemaatları: Bularılı, Karamanlı, İmanlı, İfraz-ı İmanlı, Bayad, Şeyhli. ” C. Türkay, a.g.e., s. 156.
52 Bu konuda bakınız: M. Eröz, Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz, İstanbul, 1983, s. 177.
53 İ. Miroğlu, a.g.e., s. 54, 80, 105.
54 Maalesef bu tarihi ve etnolojik özellikler taşıyan isimlerin bir kısmı bilinçsizce değiştirilmiştir. Bununla ilgili olarak bakınız: Milliyet, 28 Haziran 1984 (Orhan Duru’nun yazısı).
55 Karaman ve yöresinin bu dönem tarihi ve bu dönemdeki sanat eserleri hakkında şu çalışmalara bakınız: C. Topal, “Tarih Öncesi ve İlk Çağ”, Karaman Tarih, Kültür, Sanat, Karaman Valiliği Yayınları, Karaman, 2000, s. 9-40. R. Özen, “Derbe Antik Kenti”, Karaman Tarih, Kültür, Sanat, s. 43-51. N. Badeli, Y. Yaman, D. Dilbaz, Karaman 1997, 2. Baskı, Karaman Valiliği Yayınları, TBMM. Basımevi, 1997, s. 2-3. A. Uysal, N. Alodalı, M. Demirci, Dünü ve Bugünüyle Karaman Kültür-Tarih-Coğrafya, s. 33-34.
56 Karaman’ın bu dönem siyasi ve medeniyet tarihi için yukarıda zikredilen eserlerden başka şu eser ve makalelere bakınız: T. Ünal, Türklüğün ve Türkçe’nin Sesi Karamanoğulları Tarihi, Yayına Hazırlayan: A. Güler, S. Akgül, Berikan Yayınları, Ankara, 2001. A. Aköz, “Tarihçe: Türk Devri”, Karaman Tarih, Kültür, Sanat, s. 53-66. S. Başkan, Karamanoğulları Dönemi Konya Mezar Taşları, Ankara, 1996. Ş. Tekindağ, “Karamanlılar”, İslam Ansiklopedisi, C: VI. Ş. Tekindağ, “Son Osmanlı-Karaman Münasebetleri Hakkında Araştırmalar”, Tarih Dergisi, C: 13, Sayı: 17-18 (İstanbul, 1963).İ.
23 H. Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri İle Karaman Tarihi Ermenek ve Mut Abideleri, İstanbul, 1967. İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara, 1984.
59 Bu konuda bakınız: T. Ünal, Büyük Türk Düşünürü Yunus Emre, Hayatı, Çevresi Düşünceleri, Yayına Hazırlayanlar: A. Güler, S. Akgül, Berikan Yayınları, Ankara, 2001, s. 139-154.
60 Genel listeden bu isimler çıkarılırken Karaman, İçel, Tarsus sancakları dikkate alınmış olup, bunların büyük bir kısmının “Karamanlı Cemaatından olduğu” hatırlanmalıdır. Ayrıca bu Türkmen-Yörük gruplarının aynı ismi taşıyan hem “oymak”, hem “aşiret”, hem de “cemaat” olarak yerleştiklerini de söyleyelim. Burada bunlar sadece bir isimle temsil edilmişlerdir.
61 387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman Ve Rûm Defteri (937/1550) I., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı Yayınları Nu: 32, Dizin ve Tıpkıbasım, Ankara, 1996, I-XVII, 1-152 s.
62 Burada sıralanan yer isimleri için adı geçen defterin her livası ile ilgili yer adları indeksine bakılmalıdır. Yukarıda bu isimler verilirken çift olan isimlerin ilki mezra, ikincisi köy olarak anlaşılmalıdır. Parantez içinde buraların bağlı oldukları kazalar belirtilmiştir. Karaman Eyaleti’nin tamamı ve bu kazaların yerlerini gösteren haritalar için aynı defterin 137-145 inci sayfalarına bakılmalıdır.
63 Bu konuda bakınız: A. Aköz, a.g.m., s. 70 vd., Tablo: XIII.
64 A. Aköz, a.g.m., s. 78 vd., Tablo: XVI.
65 A. Aköz, a.g.m., s. 81 vd., Tablo: XVII.
66 A. Uysal, N. Alodalı, M. Demirci, a.g.e., s. 275. Karaman 1997, s. 135.
67 A. Uysal, N. Alodalı, M. Demirci, a.g.e., s. 276. Karaman 1997, s. 122.
68 A. Uysal, N. Alodalı, M. Demirci, a.g.e., s. 158. Karaman 1997, s. 122.
69 Kızıllar ile ilgili bu bilgiler için bakınız: N. Özkan, Atatürk’ün Ata Yurdu Otantik Kent Taşkale, Taşkale, 2000. H. H. Yeşildal, “Atatürk’ün Ata Yurdu Taşkale”, Siyaset, Aylık Dergi, Karaman Özel Sayısı, C: 7, Sayı: 73 (Ekim 2000), s. 48-49.
70 Y. Halaçoğlu, XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, 1988, s. 2-3.
71 Bununla ilgili olarak bakınız: Ö. Turan, “Makedonya’da Türk Varlığı ve Kültürü”, Bilig D., sayı: 3 (Güz 1996), s. 21 vd.
72 Bu konuda bakınız: Ö. L. Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, İstanbul, tarihsiz, 1-72 s.
73 Y. Halaçoğlu, a.g.e., s. 3.
74 Y. Halaçoğlu, a.g.e., s. 4. Osmanlı “tehcir ve iskan” siyaseti ve metotları konusunda artık klasikleşmiş olan şu eserlere bakılabilir: Ö. L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler”, Vakıflar D., sayı: 2 (Ankara 1942), s. 284-353. Ö. L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İktisat Fakültesi Mecmuası, C: XI. (1951), s. 525-569. C: XIII. (1953), s. 56-78. C: XV. (1955), s. 209-237. C. Orhonlu, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı”, Türk Kültürü Araştırmaları D., C: XV., sayı: 1­2 (Ankara 1976). C. Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskan Teşebbüsü (1691-1696), İstanbul, 1963, 1-120 s. C. Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbend Teşkilatı, İstanbul, 1967, 1­175 s. T. Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, İstanbul, 1957, 1-342 s.
75 T. Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, s. 9, 20, 254.
76 T. Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, s. 27 vd. T. Gökbilgin, “Rumeli’nin İskanında ve Türkleşmesinde Yürükler”, s. 654.
77 Bu defterlerden 1543 Tarihli Kocacık Yörükleri Defteri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defterleri, Eski No: 82 (55 Varak, Ebadı: Dışta 13×39, içte 12×38)’de kayıtlıdır. Bu defterin tamamı yeni harflerle Prof. Dr. M. Tayyib Gökbilgin tarafından yayınlanmış bulunmaktadır: Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, s. 173-243. 1584 Tarihli Kocacık Yörükleri Defteri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Defterleri, No: 614, Eski No: 197 (84 Varak, Ebadı: 17/46. 5)’de kayıtlı olup; bu defterin başındaki “Kocacık Yörükleri Kanunnamesi” (eski yazı olarak) ve “Kocacık Yörükleri Ve Onlara İlhak Edilen Tanrıdağı Yürükleri Defteri Fihristi ve Arapça Başlık” (eski ve yeni yazı olarak) M. Tayyib Gökbilgin, tarafından yayınlanmıştır: a.g.e., s. 244-248.
78 M. T. Gökbilgin, a.g.e., s. 90 vd.
79 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 74-78.
80 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 78-81.
81 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 257-272. Defterin yeri: Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mevkufat Defteri, No: 2737.
82 E. B. Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, 1958.
83 E. B. Şapolyo, a.g.e., s. 21.
84 Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, Sel Yayınları, İstanbul, 1955, s. 7.
85 E. B. Şapolyo, a.g.e., s. 22.
86 Ö. Turan, “Makedonya’da Türk Varlığı ve Kültürü”, Bilig D., Sayı: 3 (Güz 1996), s. 21-32.
87 J. İvanof, Le Question Macedonienne, Paris, 1920, s. 148-151. Nakleden: Ö. S. Coşar, a.g.e., C: I., s. 15.
88 “Atatürk’ün Köyü Kocacık”, Yeni Avrasya, Aylık Haber ve Kültür Dergisi, Eylül, 2000, s. 15.
89 “Atatürk’ün Köyü Kocacık”, Yeni Avrasya, Aylık Haber ve Kültür Dergisi, Eylül, 2000, s. 12.
90 “Atatürk’ün Köyü Kocacık”, Yeni Avrasya, Aylık Haber ve Kültür Dergisi, Eylül, 2000, s. 15.
91 A. Araslı, “Ata’nın Soy Kütüğü”, Milliyet, 10 Kasım 1993, s. 9. Burada Atatürk’ün dedesinin evinin fotoğrafı da bulunmaktadır.
92 Bu satırların yazarı da, 1998’de yayınlanan “Atatürk’ün Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı” (Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara) eseri ve evin yıkılmadan önceki fotoğrafı başta olmak üzere, elindeki tüm belge ve bilgileri Sayın Kemal Vatan Bey’e takdim ederek bu projenin gerçekleşmesi için yürütülen faaliyetlere destek olmaya çalışmıştır. Bu kampanya hakkında daha fazla bilgi için bakınız: “Atatürk’ün Köyü Kocacık”, Yeni Avrasya, Aylık Haber ve Kültür Dergisi, Eylül, 2000, s. 16-17.
93 Ali Öz-Sayra Öz, “Ata’nın Köyü”, Star Gazetesi Pazar Eki, 5 Eylül 1999.
94 “Atatürk’ün Köyü Kocacık”, Yeni Avrasya, Aylık Haber ve Kültür Dergisi, Eylül, 2000, s. 8­18.
95 B. Göksel, a.g.e., s. 29-30. Bu eserde Atatürk’ün baba tarafından soy ağacı ile ailenin devam eden üyeleri ve aile ile Mustafa Kemal Atatürk’ün ilişkilerini gösteren belgeler bulunmaktadır.
96 Bunların eserleri ve görüşleri için bakınız: T. Gökbilgin, a.g.e., s. 9-11.
97 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 12.
98 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 13.
99 B. Göksel, Atatürk’ün Soy Kütüğü Üzerine Bir Çalışma, s. 6.
100 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mevkufat Defteri, No: 2737.
101 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 265.
102 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 264.
103 T. Gökbilgin, a.g.e., s. 257-272.
59 104 M. Atadan, “Büyük Kardeşim Atatürk”, Yeni İstanbul Gazetesi, 1 Kasım 1952-22 Mart
105 E. B. Şapolyo, a.g.e., s. 22-23.
106 L. Kinross, a.g.e., s. 11.

Alıntı Kaynak: http://turkcenindirilisi.com/ataturkun-soyu-kizil-oguzlar-ve-konyarlari-taniyor-musunuz/

📖'Sümerce Türk kökenlidir'

Uydurma Hint-Avrupa dezenformasyon efsanesi ni yıkmak: Sümerce Türk kökenlidir Aşağıdaki makale, Türkçe ve Sümercenin kelime, morfoloji ve ...