20171116

Tahtacılar: Tahtacı Türkmenleri - Anadolu Türkmenleri

Tahtacılar | Anadolu Türkmenleri



Anadolu Türkmenlerinin bir parçası olan Tahtacı Türkmenleri, zengin kültürel özellikleri ve inanç ritüelleri ile dikkat çekmektedir. Bilindiği gibi, Tahtacı Türkmenleri Anadolu’da İzmir, Manisa, Aydın, Muğla, Denizli, Burdur, Isparta, Antalya, İçel, Maraş, Gaziantep ve Toroslar’da yaşamaktadır (Kalafat, 1995, s. 75). İçel’de Aydıncık, Çamlıyayla ve Gülnar dışında bütün ilçelerde Tahtacı Türkmen köyü ya da mahallesi bulunmaktadır.

Tahtacıların Kökeni ve Ağaçeriler

Tahtacıların etnik köken olarak Türk/Türkmen, inanç olarak da Alevî bir topluluk oldukları tespit edilmiştir. Ancak, Tahtacıların Türk olduklarının kabul edilmesinin ardından bir başka tartışma konusu ortaya çıkmış, bu kez de, Tahtacıların hangi Türk boyundan geldiği konusuyla ilgili olarak çeşitli tezler ileri sürülmüştür.
İleri sürülen bu tezlerin çoğunluğunun ortak noktası, Tahtacıların atalarının “Ağaç-Eriler” olduğu ve onların da “Türk” olduğudur. Tahtacıların atalarının Ağaç-Eriler olabileceği görüşü, her iki topluluğun da Oğuz boyundan olmaları, ormanlık alanlarda yaşayıp ağaç işçiliğiyle uğraşmaları, aynı inançtan olmaları ve Tahtacıların ortaya çıkışından itibaren yazılı kaynaklarda Ağaç- Erilerden bahsedilmemesi gibi sebeplere dayandırılmaktadır.
İsmail Engin’in aktardığına göre, Anadolu’da “Tahtacı” adına ilk kez 16. yüzyılda ve “Cemaat-ı Tahtacıyan” olarak rastlanmaktadır. Bundan önce Anadolu’da “Ağaç-Eri” kavramı vardır ve bu kavram 16. yüzyılda “Cemaat-ı Tahtacıyan”a dönüşmüş, bu yüzyıldan sonra Ağaç-Erilere “Tahtacı” denmiştir.
Bununla beraber, Ağaç-Erilerin ve dolayısıyla da Tahtacıların bir Oğuz boyu mu, Oğuzlardan ayrı bir Türk boyu mu, yoksa Oğuz boylarından bir kesim ile diğer Türk boylarından bazılarının bir araya gelerek oluşturdukları bir topluluk mu oldukları konusunda araştırmacıların görüş birliği içinde olmadıkları anlaşılmaktadır.
Bunların yanı sıra, değişik yörelerde yaptığımız alan çalışmaları sırasında kendileriyle görüştüğümüz Tahtacıların, sözleşmişçesine
 “Aslımız Horasan’dan gelmişiz. Tahtacı diye bir millet yoktur, Tahtacılık bir zenaat, Anadolu’da çeşitli nedenlerle bu zenaatla uğraştığımız için böyle diyorlar, biz Türkmeniz” 
demeleri de onların Türk/Türkmen kökenli oldukları görüşünü destekleyen bir başka husustur.

Tahtacıların Tarihi ve Yerleşim Yerleri


Tahtacılar, Batı Anadolu ve Güney Anadolu’nun dağlık bölgelerinde, ormanlık yerlerinde kereste işi ile uğraştıklarından ötürü bu adı almışlardır. Bir meslek adı olan Tahtacılık, zamanla bir mezhep zümresini de ifade eder olmuştur. Osmanlı Devleti zamanında, Tahtacıların toprağa yerleştirilmeleri ile ilgili pek çok vesika mevcuttur. Bunlardan sadece birini nakledelim. 1126 tarihli (1710’lar) bir fermanda, “Yörükân taifesinden Çıblaklı ve Çaylaklû” oymaklarının Kıbrıs’a sürgün edildikleri, fakat bunların bir kısmının gemi kaptanlarını öldürerek, geri kaçtıkları ve Aydın, Menteşe, Teke dağlarına sığındıkları kaydedilmekte ve başka bir fermanda da bu sürgünden vazgeçildiği anlatılmaktadır. Adı geçen bu oymaklar, Tahtacı oymaklarıdır. Kayıtlarda “Yörük” oldukları açıkça belirtilirken Tahtacılar, kendilerine “Türkmen” derler. Tahtacılar, kendi içlerinden yetişen bir araştırıcının verdiği bilgiye göre, “belli başlı şu beş büyük kısımda toplanırlar: Çaylaklar, Enseliler, Cingözler, Aydınlılar, Üsküfler. Çaylaklar 6 koldur: Eseli, Elemeti, Danabaş, Yağdı, Göğceli, Hay…
Tahtacıların bir oymağının, Yörüklerin keçe çadırlar nın ağaç parçalarını yaparak geçindikleri anlaşılıyor:
“Bu çadırı bütün aşirete Evciler Oymağı adındaki bir oymak hazırlar. Muhitimizde Tahtacı diye anılan Alevî Türklerin eski oymak adlarının Evciler olduğunu yine kendilerinden işittim.”
Türkmen, Sıraç, Kızılbaş, Alevî, Nalcı vs. adı verilen ve Türkiye’nin her yerine dağılmış olan Alevî-Bektâşî köylerinin üç yüz kadarının adını tespit ettik. Tamamı hakkında kesin bir şey söyleyemeyeceğiz. Ancak Türkiye’de 6-7 milyon kadar Alevî-Bektâşî olduğunu tahmin ediyoruz.

Tahtacıların Sosyo-Ekonomik Durumları

Tahtacıların, 17. yüzyıldan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar, genel olarak, ağaç kesimi ve kereste (tahta) işi ile geçimlerini sağladıkları bilinmektedir. Ancak, Orman İşletmesi’nin kurulması ve ardından çıkan “orman kanunu” ile birlikte ormanda ağaç kesimi işi devlet eliyle yapılmaya başlayınca, Rıza Yetişen’in deyimiyle, Tahtacılar, “suyu kesilmiş değirmenci gibi şaşaladılar.”  Bu durum, Tahtacıları zorunlu olarak diğer iş kollarına yönlendirmiştir.
Narlıdere’de Ali Rıza Erdem ve Özer Yetişen’den aldığımız bilgilere göre, söz konusu yasağın ardından, kırsal alanda yerleşenlerle kentsel alanlarda imkân bulabilenler daha çok tütüncülük ve ziraata yönelmişlerdir.
Bugün, Tahtacılar, zeytincilik, narenciye üreticiliği, sebze ve meyve yetiştiriciliği, seracılık ve bağcılık gibi işlerle geçimlerini sağlamaktadırlar. Tarım ve hayvancılık ise, daha çok kırsal alanlarda yaşayanlar tarafından ve ancak kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek oranlarda yapılmaktadır.
Bunların yanı sıra, günümüzde, kentlerde yerleşenlerden ticaretle uğraşanlar, kamu kurum ve kuruluşlarında memur ve işçi olarak çalışanlar ve mevsimlik işçiler de bulunmaktadır.

Tahtacıların Eğitim Durumları

Tahtacılar, yerleşik hayata geçtikten sonra eğitim ve öğretime önem vermeye başlamışlardır. Günümüzde, Tahtacı nüfusunun okur-yazar oranında ciddi bir artış söz konusudur.
Resmi istatistikler de bu artışı belgelemektedir. Buna göre, Tahtacıların yaşadığı bölgelerde okur-yazar oranının nüfusa oranı bugün yüzde 85 in üzerindedir. Lise ve üniversite mezunu Tahtacıların sayısında da ciddi bir artış olmuştur.

Tahtacı İnancı ve Ritüelleri

A) Şekil – Don Değiştirme

Şekil değiştirme genellikle üstün bir güç, yerine göre Allah, sihirbaz, cadı, evliya tarafından, ya yapılan bir iyiliğe karşılık mükafat veya kötülüğü ceza olarak gerçekleştirilmektedir. Çoğu defa bu motifle, bir ağacın, hayvanın yahut cansız bir nesnenin şimdiki haline nasıl geldiği açıklanmaya çalışılır. Şekil değiştirmeyi ifade için Türk menkıbe, masal ve efsanelerinde donuna girmek deyiminin kullanıldığı görülür: Geyik donuna girmek (geyik olmak), güvercin donuna girmek (güvercin olmak)gibi.

Şamanların yaptığı hemen her ayinde mutlaka hayvan yer almaktadır. Bir bakıma Şaman, insan-hayvandır. Düşman ruhlara karşı hayvan kılığına girerek savaşır; gökyüzüne yaptığı seyahati hayvanlar aracılığıyla yapar. Bu itibarla geyik kılığına giren Türk dervişlerinin bu menkıbeleri Şamanizm’le ilgilidir; Budizm’le alakasını düşünmek çok uzaklara gitmek olur.
Geyiğin bilhassa Bektaşi ve Kızılbaş zümrelerinde mukaddes bir hayvan kabul edilmesiyle alakadardır. Temelinde hiç şüphesiz Buda-geyik münasebetinden geliştirilen evliya-geyik ilişkisi bulunan bu telakki, Anadolu’da ortaya çıkmış olmayıp İslam öncesine dayanmaktadır. Bu inancın sonucu, geyiğin avlanması kesinlikle yasaklanmış görünüyor. Bütün Tahtacı ve Yörük aşiretlerinde, geyik vuran avcıların başlarına mutlaka bir felaket geleceği inancının mevcudiyeti dikkati çekiyor ve bu konuda sayısız olaylar naklediliyor.

B) Ağaç Kültü

Evliya Çelebi’nin “ağaca ibadet eden ademi kavmi” diye hayretle zikrettiği Karakoyunlu Türkmenleri, takdis ettikleri ağaçların etrafında kalabalık sayıda mum yakarak ayin yapmakta, ağaçlara demir parçalan asmaktadırlar. İnançlarına göre, kim ağaca demir takarsa, ağaç ona büyük faydalar sağlayacak, cehennemde yanmaktan korunacaktır.
Ağaç kültü muhtelif Kızılbaş toplulukları içinde daha ziyade Tahtacılar ve Yörüklerde yayılmış görünüyor. Tahtacılar, adlarından da anlaşılacağı üzere, geçimlerini ağaç kesmekle sağlayan kimselerdir. Bununla birlikte, onların ağaçlara büyük bir saygıları ve bağlılıkları vardır. Muharrem ayında ağaç kesmek şiddetle yasaktır. Hafta içinde salı günleri de ağaç kesilmez.
Yılın belirli zamanlarında, mesela temmuz, yahut ağustos ayı içinde Kurmançlara mensup çeşitli Kürt toplulukları, bayramlık elbiselerini giyerek kadınlı erkekli gruplar halinde, ilahiler ve dualarla bu ağaçları ziyaret etmekte, ayinler yapmaktadırlar.


C) Tenasüh (Reenkarnasyon, Metampsikoz) İnancı

Genel ve kaba bir tarifle, öldükten sonra insanın ruhunun başka bir bedene intikal suretiyle hayatını sürdürmesi şeklinde ifade edilebilecek olan tenasüh inancı, eski dünyanın bazı yerlerinde değişik biçim ve anlayışlarda görülmüş çok eski bir telakkidir.
Hacı Bektaş’a ait menkıbede ise, Hz. Ali’nin Hacı Bektaş olarak yeniden dünyaya geldiği belirtilmektedir.
Bektaşiler ve Kızılbaşlar, Hz. Ali’nin birçok kalıplarda her devir ve zamanda yeryüzünde mutlaka mevcut olduğuna inanmaktadırlar.
Bugün Tahtacılarda ve Kızılbaş Kürtlerde tenasüh inancı bütün cepheleriyle yaşamaktadır. Tahtacılarda, iyi bir insanın ruhunun, öldükten sonra başka bir insan bedeninde, kötü bir insanın ruhunun ise kötülüğünün derecesine göre bir hayvan bedeninde cezasını tamamlayıncaya kadar hayatını devam ettireceğine inanılmaktadır. Kızılbaş Kürtlerde de, Hak Muhammed Ali’ye iman edip de mürşide ikrar vermeyenler, dünyaya meyledip insanlara fenalık yapanlar, öldüklerinde hayvan donuna girip azap görürler.
Bu itibarla daha İslam öncesi devirde Budizm kanalıyla Türklere giren tenasüh inancının, atalar kültü ile kolayca bağdaşan bir nitelik taşıması sebebiyle tutunduğunu söylemek herhalde mümkündür. Bazı araştırıcılar, özellikle hayvan kalıbına girme telakkisini göz önüne alarak Türklerdeki tenasüh inancını Totemizme bağlamakta ve bunun çok derin izler bırakarak Şamanizm’in en kuvvetli unsurlarından biri haline geldiğini söylemektedirler.

KAYNAKÇA
TAMAY S. “TAHTACI SEMAHLARI ve MENGİ (İnceleme ve Metinler)” EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Türk Dünyası Araştırmaları Anabilim Dalı Türk Halk Bilimi Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi.
TOR G. “İÇEL AĞIZLARI İÇİNDE TAHTACI TÜRKMEN AĞZININ YERİ *” Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.441-460
OCAK A. Y. “Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri”
ERÖZ M. “TürkIye’de AlevîlIk-BektâşîlIk”

Alıntı Kaynak

📖 Hakas tarihi, gelenekleri ve Türk runik alfabesi

Hakas Devlet Üniversitesi Tarih 1. sınıf öğrencileri için Sibirya Türklerinden Hakasların atalarının MÖ 7.yy'da inşa ettiği kurganların ...