Bu makalenin yazarı Yunanlıların emperyalizmin uşaklığını yaparak İzmir'i işgal ettiğini yazmamış. İzmir'li Rumları Anadolu'dan koparanlar, Osmanlı Devleti'ni yıkıp tüm topraklarını paylaşmak için I. Dünya Savaşı'nı çıkardılar. Yazıyı okuyanların da, Atina'daki Yunanlıların (eski İzmir'li Rumların torunları) da olarak gerçekleri bilmesi gerekmez mi?
Bugün yine emperyalizmin taşaronluğunu yaparak Ege Deniz'indeki Türkiye'ye ait adaları işgal edenleri kimse sorgulamıyor. Burada bu notu düşmek de bir İzmir'li Türk evladı olarak benim görevim.
Alp Icoz - Blog Editörü
--------
Atina'daki İzmir
Kent YaşamYaşar Ürük
Yunanlıların, İngiliz kanatları altına sığınarak yaşadıkları Küçük Asya felaketi sonucu; çok sayıda insan 1922 yılı Eylül ayı başında, özellikle deniz yolu ile İzmir'i terk ederken; 13 Eylül günü başlayan ve düzlükteki Rum yerleşim bölgesinin de tamamını üç günde yakıp, küle döndüren büyük yangın, söz konusu göçü aslında gitmeye pek de niyeti olmayan tüm Rumlar için de zorunlu hale getirir. Bu göç hareketine, Lozan Antlaşması uyarınca uygulanan zorunlu mübadele de eklenince; Atina şehri bir anda sahip olduğu nüfusun çok üstünde bir göçmen sayısını karşısında bulur.
Atinalılar bu göç dalgasından pek de mutlu olmadıkları gibi göçmenlerin şehir merkezine girmelerini de istemez hatta bu düşünceyi destekleyen, göçmenleri aşağılayıcı ve hakaret dolu sözler içeren şarkılar bile çalınıp söylenir. Elbette başlangıçta Pire'de konuşlanan insan kalabalıkları zamanla kuzeye, yani Atina şehrine doğru var olan boş alanlarda da yeni yerleşim bölgeleri yaratmaya başlar ve hızlı büyüme sonucu yaklaşık elli yılda Atina şehri ile iskelesi durumundaki Pire kasabası birleşerek tek bir şehir haline dönüşür.
Anadolu'dan göç edenler elbette yaşam biçimleri ve kültürel değerlerini de yeni yurtlarına götürürler ve eski Atina'ya eklenen bu yeni mahallelerde geldikleri bölgelerdeki yer adlarını da yaşatmaya çalışırlar. Bu nedenle Atina şehrinde Anadolu'dan izler taşıyan çok sayıda yer adı vardır.
Bu yazıda bunlara örnekler vererek özellikle İzmir'den göç edenlerin toplu yerleşimine sahip olan Nea Smyrni bölgesindeki adlardan söz etmeye çalışacağız.
Yunanistan'ın başkenti ve en kalabalık şehri Atina, İzmir ile neredeyse aynı nüfusa sahiptir ve bu nüfus içinde yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerle ailesi Anadolu'dan göç etmiş kişilerin oranı oldukça yüksektir. Çünkü 1920'lerin ilk yarısında gelen göç dalgası şehrin o dönemdeki nüfusunu bir anda ikiye katlamış ve başka bir söyleyiş ile her iki Atinalıdan biri Anadolu kökenli olmuştur. Böyle bir kozmopolit yapıya sahip şehirde, Anadolu ve özellikle İzmir'den izler taşıyan yer adları görmek de çok doğal olsa gerektir.
Atina, geniş bir alana yayılmış bir şehirdir. Şehirde Anadolu'dan taşınıp geldiği açıkça belli olan çok sayıda yer adına rastlanmaktadır. Ancak bu yazıyı çok uzun tutmamak için tüm Atina yerine Pire'den hemen hemen kuzey yönüne doğru bir hayali çizgi çekerek, Akropol merkezli bu çizginin güney batı yönünde kalan alandaki adları aktarmaya çalışacağız. Yani dolaşacağımız bölge Nea Smyrni semti olacak.
Pire sahili oldukça büyük bir liman dizisine sahiptir. Bazı yerleşim alanları dışında neredeyse tüm Pire kıyıları limanlara ayrılmış durumdadır. Bu liman bölgesinden Atina merkeze doğru uzanan arterlerin en önemlisi, ortalama genişliği 40 metre olan, park cepleri dışında sekiz şeridi de trafiğe açık olan Andrea Siggrou Bulvarı'dır. Nea Smyrni bölgesi, bulvarın Art-Atina Salonu önünden kuzeye dönüş yaptığı geniş kavisten yaklaşık bir kilometre sonra başlar. Ancak Nea Smyrni'ye girmeden önce caddenin hemen karşısında yer alan bölgeye gidişi gösteren levhadaki ad dikkatimizi çekiyor: Kallithea. Ne kadar tanıdık bir sözcük. 1922 öncesi Rumların günümüzdeki Karantina semtini andıkları ad. Selanik'te de aynı adı taşıyan bir semt olduğu gibi, Yunanistan'da ayrıca birçok yerde aynı adı taşıyan yerleşim yerleri olduğunu da biliyoruz.
Nea Smyrni, yaklaşık 3,5 kilometrekare genişliğinde çok şık yapıların yer aldığı, Atina'nın oldukça bakımlı bir mahallesidir. Semtte yaklaşık yetmiş beş bin nüfus yaşamaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Atina şehrinde yaşayanlar 1922 büyük göçü ile gelenleri dışlayınca, özellikle İzmir'den gelenler Pire'ye çok yakın bu eğimli bölgeye yerleşerek oraya Yeni İzmir adını verir. Böylelikle gönüllerinde kalan şehrin adını yaşatmak isterler. Kuruluş yıllarında oldukça fakir bir topluluğun yer aldığı bölgede ilk barınma alanları ahşap parçaları, kartonlar ya da bezlerden yapılma kulübeler olur. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgali ile yaşanan sıkıntılı dönemden ancak savaş sonu kurtulan göçmenler, Yunanistan'ın savaş sonrası aldığı yardımların da katkısıyla imar çalışmalarına başlar. Nea Smyrni bölgesi Atina'nın birçok semti gibi birbirlerini düzgün açılarla kesen yollarla bölünmüş, planlı ve yeşili bol bir semttir.
Anlatacağımız bölgeye büyük bulvardan giriş yaptığımız Büyük İskender Caddesi tanıdık bir spor kulübünün stadyumunun yakınından geçiriyor bizi: Panionios. Panionios Kulübü; İzmir'de 14 Eylül 1890 tarihinde Orpheus Müzik ve Spor Kulübü'ne bağlı olarak Orpheus Smyrni adıyla kurulur. 1893 yılında kulübün sporsever üyeleri spor faaliyetlerini sürdürmek için Gymnasion adıyla yeni bir oluşumla kulüpten ayrılırlarsa da 1898 yılında Orpheus ve Gymnasion adıyla birleşirler. Panionios Futbol Kulübü, göç hareketlerinden sonra burada da faaliyetini sürdürür. 1939 yılında inşa edilen ve 1988 yılında UEFA standartlarına uyulması için önemli bir onarım geçirerek oturma kapasitesi 11700 koltuğa düşürülen stadyumun açık tribünlerinde, kulübün renkleri olan kırmızı zemin üzerine lacivert harflerle "Panionios 1890" yazılıdır. Adının açılımı "Panionios Gymnastikos Syllogos Smyrnis" (İzmir Pan-İon Jimnastik Derneği) olan Panionios kulübü yeni ve çok daha büyük bir stadın hazırlıklarını sürdürse de, kulübün İzmir spor tarihindeki yeri mutlaka sonsuza kadar kalacaktır.
Nea Smyrni semtinde ikinci durağımız, bahçesindeki ünlü saat kulesiyle Agias Fotinis Kilisesi. Semtin oluşumu sırasında, 1922 yangınında otuz üç metre yüksekliğindeki ünlü kulesiyle birlikte yok olan kilisenin, kuleyle birlikte inşasına karar verilir. Ancak kilisenin inşasına karşın, kulenin inşası 1990'ları bulur.
Atina'ya ilk gidişime kadar, Nea Smyrni semtindeki kiliseyi İzmir'deki adaşının kopyası olarak bilirdim. Hatta Atina'da bunun böyle olduğunu düşünen çok sayıda araştırmacı ile de karşılaştım. Yunanca birçok kaynakta da böyle olduğu belirtilmektedir. Ancak bu denilenler doğru değildir.
İzmir'de 1922 yangını ile tarihe karışan Agia Fotini Kilisesi'nin yapı bütünlüğünü gösteren herhangi bir fotoğrafına bu güne kadar rastlanılmamıştır. Metropolitlik binasının da kullandığı büyük avluda çekilmiş birçok fotoğrafta kilisenin arka duvarı ve apsis bölümü görülmektedir. Binayı çatısıyla sadece bu cepheden gösteren tek fotoğrafı da sayfamızda görebilirsiniz. Sadece bu fotoğraftan dahi Atina'daki kilisenin İzmir'deki adaşına hiç benzemediği kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Nea Smyrni'deki kilise ikiz kulesi ile daha çok -yine 1922 yangınında yok olan- Agios Giorgios Kilisesi'ni andırıyor olsa da sonuçta İzmir'deki hiçbir kilisenin kopyası olarak yapılmadığı da kesindir. Ziyaretlerimden birinde Atina'daki ünlü Küçük Asya Araştırmaları Merkezi'ni ziyaretimde yetkililerden "Arşivlerinde İzmir'deki kilisenin herhangi bir fotoğrafının bulunup bulunmadığını" sordum. Olumlu yanıt aldığımda nasıl sevindiğimi anlatamam. İzmir tarihinin önemli bir eksiğini tamamlamış olacaktım bu fotoğrafla. Ancak sevincim kursağımda kaldı. Çünkü getirdikleri fotoğraf kilisenin değil, çan kulesinin fotoğrafıydı. Bunu onlara da söylediklerimde yüzlerindeki şaşkın ifadeye ben daha çok şaşırdım. Kulenin, kilise binası ile ilgisi olmadığının farkında değilmiş gibi davranmışlardı.
Atina'ya her gidişimde özellikle eski kitapçılardan İzmir ve çevresi ile ilgili sayısız kitap aldım. Hem bu kitaplarda hem de orada görüştüğüm İzmir ve Batı Anadolu ile ilgili dernek / kulüp arşivleri ile araştırmacıların bilgilerinde önemli yanlışlar olduğunu fark ettim. Özellikle fotoğraf altı açıklamalarda iyice belirginleşen bu yanlışları her seferinde düzeltmek için çaba harcadım. Bizde de İzmir ile ilgili bilgilerde belgeye ya da kaynağa dayanmadan yalan yanlış yazılıp söylenen çok örnek var. Ama gördüklerim sonunda emin oldum ki İzmir konusunda yanlışları paylaşmada Yunanlı dostlar da bizden aşağı kalmıyorlar.
Dışarıdan İzmir'dekilere pek benzetemediğim Agias Fotinis Kilisesi, bir tepecik üzerinde kurulu. Kilise önünden büyük bulvar yönüne uzanan cadde de kilise ile aynı adı taşıyor. Bölge, göze hoş gelen yeşil alanlarla bezeli. Yeşil alan denince bizdeki gibi bomboş çim alanlar aklınıza gelmesin. Burada sözünü ettiğim yeşil alanların tamamı ağaçlık bölgeler.
Kilise bahçesini ve kuleyi biraz sonraya bırakıp içeride gördüklerimi anlatmak istiyorum. İzmir ile ilgili asıl sürprizi kiliseye girince yaşadım. Çünkü karşında gördüğüm devasa boyutlu ve soluk kesecek kadar olağanüstü işçiliğe sahip ikonastasis, İzmir'den gelmiş bir eserdi.
İkonastasis, Ortodoks kiliselerde apsis dediğimiz bölümün önünde yer alan, genellikle ahşap malzeme ile yapılmış ve üzerine belli bir düzene göre ikonaların asıldığı yüksek, perde ya da bir tür bölmedir. Templon sözcüğüyle de anılırlar. İkonastasis kısaca kiliseye ayine gelen cemaat ile papazların bulunduğu bölümü birbirinden ayıran bir tür perdedir.
Atina'da karşıma çıkan ikonastasis ile hemen yanındaki ahşap kürsülerin buraya geliş öyküsü de hayli ilginçtir. Her ne kadar bununla ilgili bazı yazılar yayımlanmışsa da işin doğrusu şöyledir: Bu muhteşem malzeme 1795 yılında Kantarcıoğlu adında bir usta tarafından İzmir'deki Aya Fotini Kilisesi için yapılır. Yaklaşık yüz yirmi yıl orada kullanılır. Ancak daha sonraları bunun yerine kiliseye tamamen mermerden bir ikonastasis yapılmasına karar verilir ve bu malzeme İkiçeşmelik yakınlarındaki Aya Yani (Agios İoannis) Kilisesi'ne gönderilir. Metropolitlik yönetiminin böylesine nadide bir malzemeyi o dönemde kendileri için en özel kiliseden alarak bir başka yere göndermelerinin nedeni de çok anlaşılır değildir. Ancak bu eserin 1922 yangınından bu sayede kurtulduğu da gözardı edilmez bir gerçektir.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Atatürk bilindiği gibi Yunan politikacı Venizelos ile dostluk kurar. Venizelos 1930 yılı Cumhuriyet Bayramı haftasında Ankara'ya gelir ve Atatürk'ün konuğu olur. Bu ziyarette üç protokol karşılıklı olarak imzalanır. Bunlar "Dostluk Mesajı", "Ticaret ve İkamet Mukavelesi" ile "Bahri Protokol"dür. Venizelos, 1933 yılı Eylül ayı sonarında bu kez İstanbul'a gelir. Bu dostluk çerçevesinde Yunanistan ile Türkiye arasında 1930 ve 1938 Atina, 1933 İçten antlaşmaları imzalanır. 1933 yılında iki kez istifa eden Venizelos, bu dostluğun verdiği ilhamla 12 Ocak 1934 tarihinde Nobel Ödül Komitesi Başkanlığı'na yazdığı bir mektup ile Mustafa Kemal Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterir.
Venizelos'un politik hayatı özellikle Girit'in 1935 yılında bağımsızlığını ilan etmesi ile sıkıntılı günler yaşamaya başlar ve seçimleri de kaybedince gittiği Paris'te 1936 yılında yaşamını yitirir. Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça uyumludur. Sözgelimi bu uyum içinde 15 Ocak 1937 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Yunanistan Krallığı Hükümeti arasında Ankara'da "Kaçakçılığın Men ve Takibi Antlaşması" imzalanır. Bu arada 1935 yılında Yunanistan krallık yönetimine geçer ve Kral II. Georgios'un, görevi bırakan Demertzis'in yerine 1936 yılı Nisan ayında Başbakanlık görevine atadığı İoannis Metaksas da Türkiye ile ilişkilere önem verir.
İşte tam bu sırada dönemin Hariciye Vekilliği (Dışişleri Bakanlığı) iki ayrı yazı ile "İzmir'de Sen Jan (Agios İoannis) Kilisesi'nde bulunan bazı dini eşyanın Yunan Hükümeti'ne verilmesi" konusunu Başbakanlığa sunar. Konu, dönemin Maarif Vekilliği'ne de (Milli Eğitim Bakanlığı) iki kez yazılarak görüş alındıktan sonra 24 Temmuz 1937 tarihinde hem Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk hem de Bakanlar Kurulu tarafından imzalanır. Tam bu sıralarda Metaksas da Ankara'ya ziyarette bulunur. Ülkesinde tüm partileri kapatmış ve parlamentoyu da feshetmiştir. Ülkesinde tam bir dikta yönetimi egemendir. Bu nedenle de olsa gerek kararı çıkan malzeme Yunanistan'a gitmez.
Ancak 1940 yılında konuyla ilgili olarak Yunanistan'dan yeni bir talep daha gelir. Hariciye Vekaleti'nin "İzmir'de Ayayani Evangelis Kilisesi'nde mahfuz olup, abideler meyanına tescil edilmiş olan iki kürsü ile dini tasvirleri ihtiva eden bir paravanın bir cemile olmak üzere Yunan Hükümeti'ne hediye edilmesi" teklifine, Maarif Vekaleti'nden yine iki kez görüş alınır ve Bakanlar Kurulu'ndan gelen kararnameyi 7 Aralık 1940 tarihinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü onaylar. Ancak beklenmedik gelişmeler olur. Metaksas 1941 yılı Ocak ayında görevdeyken hayatını kaybeder. Aynı yılın Nisan ayında ise Nazi Almanya'sı Yunanistan'ı işgal eder ve bu işgal 1944 yılı Ekim ayına kadar sürer. O yılın sonlarında ise Yunanistan'da iç savaş başlar.
Tüm bu karmaşada gönderilecek malzeme, Yunanistan'da konuyla ilgililerin de talebiyle bir zaman daha İzmir'de korunduktan sonra savaş sonunda, 1946 yılında gemiye yüklenir ve Atina'ya gönderilir. İşte bu serüveni yaşayan İkonastasis ve aynı muhteşem işçilikteki kürsüler karşımdaydı. Sayfadaki fotoğrafların ayrıntılarına dikkatle bakılırsa nasıl eşsiz bir ahşap işçiliği uygulandığı görülecektir.
Atina'daki kilisenin bahçesinde yer alan çan kulesi ise İzmir'deki kulenin (çok küçük bazı farklılıklar dışında) tamamen kopyasıdır. Aleksandros Onassis tarafından 1990 yılında başlatılan yapım tam üç yılda tamamlanır. Buradaki çan kulesi de İzmir'deki orijinali gibi kiliseden ayrı bir noktadadır. Kilisenin bahçesinde ayrıca dönemin İzmir Metropoliti Hrisostomos'un da insan boyunda bir heykeli bulunmaktadır.
Nea Smyrni semtindeki sokak tabelaları arasında çok tanıdık isimlerle karşılaşılır. Bunlar arasında Enopi (Göztepe), Paradiso (Şirinyer), Menemen, Homeros, Seydiköy, İyonya, Foça, Nympheon (Kemalpaşa), Bergama, Cordelio (Karşıyaka), ve Efes gibi sokak adları hemen dikkatimizi çeker.
Agios Fotinis Caddesi'nden hafif rampa inerek bulvara doğru yürüdüğümüzde ise karşımıza anıtsal cephesi olan büyük bir yapı çıkar. Nea Smyrni semtinin en önemli kültür merkezi olan bu yapının adı Estia'dır.
İzmir ve Batı Anadolu'dan göç sırasında getirilen çeşitli etnografik bazı eserlerin de korunduğu merkezin anıtsal girişini oluşturan sütunların arkasında kalan iç kısmın tavana yakın bölümünde uzun bir panoramik görüntü oluşturan bir düzine resim bulunmaktadır. Bu resimlerde Rumların Anadolu tarihinde var oldukları dönemin başlangıcından, büyük göçe kadar geçirdikleri evreler anlatılmaktadır. Hiç kuşkusuz en ilginç olanı ise 1922 yangınının yaşatıldığı resimdir.
Merkezin önündeki büyük meydanı dikine kesen İyonya sokağının alt yanında ise büyük bir park alanı vardır. "İzmirli Chrisostomou" (İzmirli Hrisostomos) adını taşıyan parkta işgal dönemi İzmir'inden izler taşıyan birçok kişinin büstü bulunmaktadır. Bunlar arasında en başta sayılması gereken Smyrna adlı heykeldir. Bu heykelde İzmir şehri, başında Kadifekale'yi sembolize eden bir tac bulunan ve sol kolunda bir çocuk taşıyan formda heykelleştirilmiştir. Parkta ayrıca var olan büstlerden bazıları şu kişilere aittir:
- Dönemin ABD İzmir Konsolosu George Horton,
- İzmir doğumlu tarihçi yazar Hristos Solomoniadis,
- İşgal güçleri komutanlarından ve politikacı General Leonidas Paraskevopoulos.
- Ayrıca parkın alt bölümünde büyük boyutlarda bir Hrisostomos heykeli yer almaktadır.
Atina'daki İzmir, geçen zaman içinde Yunanlı dostlar için daha çok acılarla birlikte anılan bir kavram olmuş. Ancak onların torunları için İzmir güzel ve dede yadigarı anılar taşıyan bir şehirdir. Atinadaki dostların içinde çoğu İzmir'e gelmiş, hatta her yıl hiç aksatmadan gelenler de var. Atina nüfusunun çok büyük bir bölümü de Anadolu'dan gelenlerin torunları. Bir gidişimde beni havaalanına götüren taksinin sürücüsünün İzmirli olduğumu öğrenince otomobili otoyolun sağına çekip, aşağıya inerek "Dedelerimin güzel şehrine selam götür" diyerek bana sımsıkı sarılmasını asla unutamam. Bir gün yolunuz Atina'dan geçerse oradaki İzmir'i siz de keşfetmeye çalışın.
Kent Yaşam okurlarını sevgiyle selamlarım.
Alıntı/ Kaynak: http://www.kentyasam.com/atina-daki-izmir-yhbrdty-3783.html