Hayır, az geldi, biraz daha yüksek! Yazarımızın kitabı dile kolay on dile çevriliyor. Böyle bir dönemde hem de... Ülkemizde kâğıt fiyatları yükselmiş, gazeteler kapanıyor, yayınevleri batıyor, kimse yeni kitap bastıramıyor... Bizim büyük yazarımız ise on dilde okuyucusuyla buluşuyor. Büyük başarı değil de nedir bunun adı?
Benden size bir müjdede daha! O on dilin içinde Türkçe de var. Yok efendim yanlış duymadınız. Hay Allah, karıştırmayın kulağınızı. Yazar bizim yazarımız dedik ya. Sevinin hadi... Siz Türkiyeli okurumuz, yazarımızı okuma fırsatından mahrum kalmayacak. Umarım nazar değmez de, yazarımızın kitabı dilimize gecikmeden çevvrilir. Nasıl da heyecanlandım bak şimdi...
Yahu oturun yerinize, niye celâllendiniz? h efendim biraz sakin. (Laf aramızda bu Türkiyeli okur, Türkiyeli yazarımızın, Türkiye edebiyatına/Türkçe edebiyatımıza bu güzide katkılarını bir türlü anlamıyor. Çekemiyorlar mı ne, kıskançlar!) Bunlara alışın artık. Nobelimiz var hem bizim. Orhan Pamuk'un, Elif Şafak'ın nûr topu gibi bir çocukları oldu. Hay Allah gene yanlış anladınız. Yok efendim onlar evli değil, yok çocuk da yapmadılar. Sadece bir métaphore, ay aman eğretileme bu, bazen dilim kayıveriyor da. Türkçemiz yetersiz biliyorsunuz!
Eğretileme, eğreti duruyor ne yapalım. Ama métaphore demek öyle mi? Neyse uzatmayayım. Onlara benzeyen bir iş bu, onu anlatmaya çalışıyorum. Pamuk, Şafak gibiler İngilizce yazıyor, daha sonra kitaplarını dilimize çevirterek Türkçe edebiyata katkı sunuyorlar da Ece Temelkuran yapınca mı olmuyor? Onu da alkışlayın, neyi eksik?
Yazar(ımız)ın bir eksiği yok. Fazlası var. Temelkuran bir süredir yurtdışında yaşıyor. Yeni bir kitabı yayımlandı. İngilizce. “How to Lose a Country.” Yani, “Bir Ülke Nasıl Kaybedilir.” Kitap on dile daha çevrilecek. Türkçesi için çalışmalar sürüyor.BATI ACENTALIĞINDA YOLCULUK
Temelkuran bir süredir yabancı basının gözdesi. “Sürgündeki gazeteci” olarak parlatılıyor. Zagreb'de yaşayan Temelkuran, bunu sürgün olarak değil yolculuk olarak ifade ediyor. Yabancı basının bu ithamlarını ağır buluyor. Temelkuran bunu bir Batı romantizmi olarak görüyor, şöyle diyor: “Buna çok üzülüyorum. Arkasındaki mantık şu: Az gelişmiş ülkeden gelen ve baskılara karşı direnen cesur kadın falan filan diye bir romantizm içine sokmaya çalışıyorlar. (...) Kendileri bilir ama çok önemli değil.” Bu karşı çıkışı bir inat haline getirdiğini söyleyen Temelkuran, bu inadın politik ve ahlakî olduğunu vurguluyor.(1)
Bu satırları okuyunca, Temelkuran'ın ahlakını alkışlayasınız geliyor. İşte diyorsunuz, bağımsız ve özerk bir aydın. Batı'nın tanımlarını kabul etmiyor. Fakat perdeyi kaldırdığınız zaman, Temelkuran'ın tavrının politik ve ahlakî göründüğü kadar ideolojik olduğu görülüyor. Temelkuran, suyu bulandırmaktadır. Burjuvazi ideolojik hegomanyasını, bağımsız görünen ve ara ara burjuvaziye “sevimli yaramazlıklar” yapan aydınlar aracılığıyla sürdürür.(2) Kaldı ki Temelkuran, Penguen dergisine yazdığı veda yazısında şöyle yazar: “İkincisi gittiğin yerlerde sana hep geldiğin yerle ilgili hikayeleri soruyorlar. Geçtiğimiz yıllara oranla farklı olan bir şey de var, artık soru soranlar hakikatleri biliyorlar. On yıl önce onları varlığına ikna etmeye çalıştığın bir yalanın artık farkındalar. Hikayenin hangi tarafında olduğunu soruyorlar.”(3) Yani Temelkuran, Batı'nın hakikat bellediği romantizminin yanındadır. Ülkeyi terk ediş, Batı'ya yelken açma, bu romantizmin bir parçası haline gelmekle sonuçlanıyor. Attilâ İlhan, “komprador aydın”ların Batı'nın acentası görevini yerine getirdiğini belirtiyor. İlhan şöyle diyor: “Batılılık, emperyalizmin Türkiye'deki elemanları olan levanten ve kompradorların, 'enayi' aydınlar aracılığıyla geliştirdiği, yaman bir sınıfsal araçtır.”(4)
TAMAMEN 'DUYGUSAL' İŞLER
Kendini sürgün saymayan yazar, Türkçeden sürüldüğünü imâ ediyor. Yazarın kitabını Türkçe yazmaması, İngilizceyi tercih baştan başa politik ve ideolojik bir tutum. Temelkuran, bu tercihini şu sözlerle açıklıyor: “Türkçe çok duygusal bir dil ve yaşadığımız bu politik karmaşanın sebeplerinden birinin aşırı duygusal yoğunluk olduğunu düşünüyorum. O duygusal yoğunluk yüzünden aklımızı kullanamamaya başladığımızı düşünüyorum. (...) İngilizce, Türkçe kadar duygu, drama yüklü bir dil değil.”(5)
Ne güzel değil mi? Suçlu Türkçe oldu. Neymiş? Dilimiz duygusalmış? Bu, “Almanca çok kaba bir dil” demek kadar anlamsız. Her dilde duygu ve düşünceleri çağrıştıran kelimeler vardır. Siz duygusal ya da soğuk bir metin yazabilirsiniz. Bu kelimeleri nasıl kullandığınızla alakalıdır. Temelkuran duygusal bir yazar olabilir. Duyguları aklını köreltiyor, bilincine takla attırıyor olabilir. Fakat bunu kullanarak Türkçeye kefen biçmek, densizlikten başka bir şey değil. Kaldı ki, “İngilizcenin drama yüklü bir dil olmadığını” söylemek bir başka hadsizliktir. En azından Shakespeare, Eliot, Byron, Shelley, Kipling, Johnson, Milton, Blake, Wordsworth... Bunu söylemek için bu isimleri hiç okumamış olmak gerekli. Türkçe duygusal değil ama, kendine BBC'de yaptığı konuşma sonrası yabancı ülkelerde ajanslar, yayıncılar bulan bir ismin “duygusal” hareket etmesini anlayabiliriz.
RANT YEDİĞİ ÇÖPLÜKTEN KONUŞMAK
Kendine sürgün demeyen yazarın sürgün korkuları baş göstermiş: “Anadilimi kaybetmiyorum elbette ama kaybetmekten ürküyorum ne zaman İngilizce yazmaya kaptırsam.”(6) Aslına bakarsanız çoktan kaptırmış. Yazarın Twitter adresine girdiğimde, arada tek tük Türkçe gönderiler gördüm. Boynuz kulağı, Ece Temelkuran da Elif Şafak'ı geçmiş bu konuda.
Temelkuran BBC'ye verdiği röportajda daha ileri şeyler söylüyor. Ona göre, Türkçe ifade yolları “politik nedenlerden dolayı” daralmış. Türkçe saldırı altındaymış. “Dil sürgünlerinin” anadildeki temel kelimeleri unutma sürecinden söz eden Temelkuran, “Dilimiz ülkedeki zorla ilkelleştirmenin en ağır yaralı kurbanı oldu” dedi. Temelkuran gerekçeleri şöyle sıralıyor: “Ben de şu anda bütün dünya mağdurlarının İngilizce egzersiz yapma zorunluluğuna, derdini illa ki bu dilde anlatma mecburiyetine biraz içeriden bakıyorum. Başka bir dile sürgün değil bu elbette. Biraz dolaşıp geleceğim gibi bir hafifliği var. İnsanlar Türkçe konuşma ve yazmayı hızla unutuyor. Sokak, Türkçe konuşmasına rağmen birbirini anlayamayan, çünkü cümle kuramayan insanlarla dolu. Bu dili 1980'den başlayarak şizofrenik hale getirdiler ki günün birinde bir diktatör gelirse ne derse desin alkışlayacak alıklar yetişsin diye. Bir diktatör sırf bağırıyor diye önemli bir şey söylüyor sanan insanlar imal edilebilsin diye dili öyle bozdular ki şimdi düzgün Türkçe konuşan birini gördüğünde birçok genç insan, şiir okunuyor sanıyor.” (7)
Ece Hanım Zagreb'de yaşayıp masasından başını kaldırmadığı için ülkemizde sokakta konuşan insanları “Türkçe konuşamayan salaklar” sanıyor olabilir. Tam rantını yediği sınıfların bakış açısı. Onların çöplüğünden konuşuyor. Batı'ya teslim olmuş burjuvazinin lağımından. Sokaktaki insanımızı küçük gören, aşağılayan bakış açısı. Moda haline gelen söyleyişle; bir tek “çomar” demediği kalmamış. Neymiş, düzgün konuşunca şiir okuyor sanıyorlarmış!
ENAYİ HER YERDE ENAYİ!
Doğru, ülkemizde dilimiz gittikçe bozuluyor. Peki, Temelkuran İngilizce yazarak, Türkçeye hizmet mi etmiş oluyor? Hayır, bal gibi Tanzimatçı aydın olduğunu gösteriyor. Dilimizdeki bozulma, Türkiye'nin küreselleşme adı altında dünyaya açılmasıyla hızlandı. Dildeki bozulmaya aracılık edenler, İlhan'ın değimiyle Batı acentalarının güdümündeki enayi aydınlardır. Orhan Pamuklar, Elif Şafaklar, Ahmet Altanlar ve müjde! İşte, Ece Temelkuranlar. Bu güzide yazarlarımızı yaratan, işte küreselleşmeci sistemin kendisidir.
Dildeki bozulmayı önlemek, Türkiye'nin küreselleşmeci ve Atlantikçi sistemden kopuşuyla, neotanzimatçı bağırsaklarını temizlemesiyle mümkün. Türkçeyi daraltan politik nedenler, yanlış Batılılaşmadan kaynaklanıyor. Ece hanım bunu faşistçe ve diktatörce bulacaktır ama yeniden Türkçeyi Koruma Kanunu'nun devreye girmesi gerekiyor. Halkı küçümseyerek, ondan nefret ederek, onları şizofren ilan ederek, ilk fırsatta Batı'ya yelken açarak, bir başka dilde yazarak olmuyor. Bu durum sadece kendi enayiliklerini ortaya koyuyor. Enayi ülke değiştirse de enayiliğinden vazgeçemiyor.
Temelkuran'ın Türkçe için üzüntü duymadığı açık. Hasan Yalçın, Türkiye'ye karşı tavır alan aydınları “Nefret aydınları” olarak tanımlıyordu.(8) Nefret aydınlarının hedefinde yalnızca Türkiye yok, bir süredir Türkçe var. Türkçeyi küçümseme, “Türkçe edebiyat” yaratma, “Türkiyeli” okur keşfetme gibi... Neoliberalizm virüsü dillerine bulaşmış. Temelkuran da, Türkçeden nefretini, Türkçeye karşı “sevimli yaramazlıklar” yaparak gösteriyor.
KÖKSÜZ AYDIN HALA KIMILDAMIYOR
Temelkuran bitmiş bir yazar. Teslim bayrağını çekmiş. Kaçışı bunu gösteriyor zaten ama kendisi de açıkça ifade ediyor: “Ülkeye gelince, hepimiz belli oranlarda Türkiye hayalimizi kaybettik sanırım.”(9)
Aydını “kımıldamayan yaprak” olarak nitelendiren Hasan Yalçın, şu tarihî saptamayı yapıyordu: “Aydınlarımız için çok kullanılan bir tanımlama vardır. Denir ki, 'Aydın, iki kadeh içince, Türkiye'yi kurtarmaya başlar.' Bu anlatım aslında gerçeğin bir yanını, üstelik küçük bir yanını yansıtıyor. Daha önemlisi şudur: Aydınımız, iki kadeh rakı içebilmek için Türkiye'nin battığını düşünür.”(10) Batı'nın acentalığını kabul eden aydın böyledir. Temelkuran, örgütsüz aydının yalnızlığını ve karamsarlığını paylaşıyor. Umutsuzluk aydının gıdası oluyor. Ona göre Türkiye batmaktadır. Çünkü korkuları vardır. En büyük korkusu, Türkiye'nin Batı'dan kopmasıdır.
Batıcılık ve Avrupamerkezcilik, entelektüel alçalışın beslendiği en büyük kaynak. Ülkeye, topluma, insana, dile yabancılaşma, elini ayağını çekme ve kaçışla sonuçlanıyor. Komprador burjuvazinin acentalığını yapmak, aklın yıkımını beraberinde getiriyor.
Avrupamerkezcilik, neotanzimatçılık ve entelektüel alçalış Türkiye'de “tarihin sonu geldi” tezlerini alkışlayarak hâkim kılındı. Gördük ki, tarihin sonu gelmedi. Fukuyamalar bile tezlerini geri almak zorunda kaldılar. Temelkuran gibilerin çırpınışları bir sonun ilanıdır. Tanzimatçı aydının, köksüz aydının, enayi aydının sonu geldi. Açıktır.
DİPNOTLAR:
(1) Sevim Gözay, Ece Temelkuran: Bir ülke nasıl delirtilir deneyinin kobayları gibiyiz, Journo, 21 Kasım 2018.
(2) Doğu Perinçek, Aydın ve Kültür, Kaynak Yayınları, Nisan 1996.
(3) Ece Temelkuran, Biraz uzaklara, biraz mola, 8 Şubat 2016.
(4) Attilâ İlhan, Hangi Batı, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002'den aktaran Cemil Gözel, Teori, Sayı 346.
(5) Rengin Arslan, Ece Temelkuran ile 'Bir ülke nasıl kaybedilir' üzerine: Bana sürgün demeyin hayatım bir yolculuk, Euronews, 28 Şubat 2019.
(6) Derin Koçer, Ece Temelkuran: Bugün ‘gerçek halk’tan olmanın koşulu lidere tam ve sorgusuz itaate dönüştü, T24, 20 Şubat 2019.
(7) Işıl Öz, Ece Temelkuran: Dilimiz ülkedeki zorla ilkelleştirmenin en ağır yaralı kurbanı oldu, 28 Şubat 2017, T24
(8) Hasan Yalçın, Aydın Rantı, Kaynak Yayınları, Ekim 2004.
(9) Derin Koçer, agy.
(10) Hasan Yalçın, age.
Alıntı /Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/turkcenin-ruhuna-ufleyenler-ozgurluk-meydani-mart-2019