20190812

Atatürk ölüm döşeğindeyken Latife Hanım’la yaptığı konuşmalar


Atatürk ölüm döşeğindeyken Latife Hanım’la yaptığı konuşmalar gün yüzüne çıktı
5 yıl önce.

Atatürk ölümüne yakın Dolmabahçe’de sadece hayata değil, “Cennette kadife tenli, kara gözlü huriler varmış senin gibi” deyip boşandığı Latife Hanım’a da veda ediyor.

Latife Hanım’ın ailesinden Mehmet Sadık Öke, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümünde 76 yıllık bir sırrı açıklayarak tarihin ön önemli sayfalarından birini çevirmiş oldu. Atatürk’ün hastalığının en zorlu döneminde Latife Hanım’ı Dolmabahçe Sarayı’na çağırdığı ve bir anlamda helalleştikleri ortaya çıktı. 76 yıllık sırrı zete’ye açıklayan Öke, iki isim arasında geçen konuşmayı da şöyle anlattı:


Atatürk, Latife Hanım’a hastalığını ve öleceğini anlattıktan sonra “İkimiz de çok yanlış işler yaptık. Hatalarımızdan biz asla pişman olacak kişiler değiliz. Ne yaptıysak hatalarımızı gururla taşıdık. Onun için ben üzülmüyorum sen de üzülme” diyor.

Özel hayatları hakkında konuşmama sözü alan Atatürk, Latife Hanım’a, “Ben öldükten sonra ortalık karışabilir. Düzelinceye kadar yurtdışına git” uyarısında bulunuyor. Dolmabahçe’den perişan halde dönen Latife Hanım, bir yandan ağlarken bir iki eşyasını alıp hemen İsviçre’ye gidiyor. Valizlerini ise ailesi sonradan gönderiyor.

76 yıllık sırrı aralayan Öke, Latife teyzesinin yakalandığı cilt kanserini herkesten sakladığını anlaşılması sırasında tarihi cümleleri de zete’ye şöyle aktardı:

“Latife teyzem, kansere yakalandığını aileden saklamıştı. Öğrenildiğinde bu durum için babama, ‘Ben iki kere öldüm. Biri boşandığımda 1925’de. Diğeri 1938’de. Kemal öldüğünde’ diyor.”

Öke, “Atatürk ile Latife Hanım helalleşti denilebilir mi” sorusuna, “Helalleştiklerini söyleyebiliriz” yanıtını veriyor.

Mehmet Sadık Öke, zete’ye Mustafa Kemal Atatürk ve Latife Hanım’la ilgili bilinmeyenleri anlattı. 76 yıllık sırrı da sona erdiren Öke’nin açıklamaları şöyle:

“Latife teyzem 17 Haziran 1899 doğumlu. Ama mezar taşında 1900 yazıldı. Çünkü, teyzem, “Ben yeni yüzyılın kadınıyım’ dermiş. Onun, yaşarken en çok kullandığı sözünü yerine getirdik. Mustafa Kemal’in doğumgününü ise Latife teyzem araştırıp bulmuşlar. Bu, Miladi ve Rumi takviminden kaynaklanıyor. 21 Mayıs 1881 doğumlu. İkisi de ikizler burcu. Mustafa Kemal, Boğa burcunun sonunda İkizler burcunun başına rastlıyor. Burcunun özelliği var. Bir şeye körü körüne bağlı değil. Yöneticilik ve organizasyon kabiliyeti. Latife teyzem de tam bir ikizler kadını. İlişkileri inişli çıkışlı oluyor tabii ki. Latife teyzem yetiştirilme tarzından dolayı tahakküm kabul edilemez tarzından.

Latife teyzem evlendiğinde 23,5, Mustafa Kemal 43,5 yaşında. 20 yaş farkı var aralarında. Latife teyzeme ‘toy’ derler ama öyle değil aslında. Avrupa’da eğitim alan, kendi başına dolaşan birisi. Yani, bir hayat tecrübesi var. O döneme baktığınızda, Türkiye’de kadınların evlenme yaşı küçük. 15-16 yaşında evleniliyor. Mustafa Kemal, Latife teyzem için ‘O benim dişi versiyonum’ dermiş. Hayalindeki Türk kadınını kanlı canlı karşısında görünce çabalarının ilahi takdiri olarak görmüş.

Fakat insan kendisiyle bile aynada yüzleşemezken aynı karakterde iki kişinin yaşaması zor.

Boşandıktan çok sonra, yakın çevresine, ‘Latife benim kafamda bir çiviydi. Onu söküp attım. Ama yeri hep boş kaldı’ demiş. Latife Hanım’ı gücünün yansıması olarak gördüğü için her erkek gibi bu güce aşık oluyor. Ama sonra bu güç kendisine ağır geliyor. Eşi ve arkadaşları arasında kalıyor. Sofra arkadaşlarıyla buluştuğu yer. Askerlik, cephe, mahalle anıları…

Latife teyzem zaten bu duruma isyan ediyor ve ‘Kendileri bir kadehte duruyor. Kocamın bardağını mütemadiyen dolduruyorlar. Devleti geçtim, arkadaşım diyorlar. Arkadaş olsalar bu kadar hoyrat kullanamazlar’. Bu sebeple Paşa, iki arada derede kalıyor. Boşanmaya giden süreç böyle başlıyor.

2.5 yıla yakın evli kalıyorlar. Latife teyzemin öfkelendiği zaman ayakkabı topuklarıyla vurduğu hikayeleri doğru değil. Bu, Erzincan depremi felaketinde bölgeye ziyaretlerinden çıkarılan bir şey. Erzincan’a geliyorlar ve çok yorgunlar. Zaten Paşa, daha önce kalp krizi geçirmiş. Ama, deprem olunca yola çıkıyorlar. Latife teyzem, orada içmemesi için Paşa’dan söz alıyor. Neyse, halk karşılıyor. Orada kendilerine ayrılan yerde üç kadeh kadar içecek. Ama insanlar var. İçmeye devam ediyor. Teyzem, ‘Kemal kalkalım’ diyor. Paşa, ‘birazdan’ diyor. Bir daha söylüyor. Bu sefer, Mustafa Kemal, ‘Siz kalkınız’ diyor. Böyle olunca teyzem kalkıp gidiyor. Ama, daha sonra bar topuk olayı yok. Hatta, böyle bir olayın yaşanmadığını söyleyenlerden biri Makbule Hanım. Diğeri Prof. Yurdakul.

Bizde şöyle bir durum var. Benim anneannem de çok kuvvetli bir kadın. Bunlar kendilerine çok güvenen, özgüveni yüksek kadınlar. Yere kuvvetli basarlardı. Duruşları heybetliydi. Merdivenden sert basarak inerlerdi. Topuklarına basarak inerlerdi. Latife teyzemin merdivenden inişini herkes bilirmiş. Ata binen, araba süren kadın bunlar. Bakmayın siz Latife teyzemin ufak tefek olduğuna.

Kocası yeni kalp krizi geçirmiş. Sağlığını düşünüyor. Böyle olunca sinirli bir şekilde yürüdüyse o zaman beton evler yok. Hepsi kagir evler. Üst kattaki yürüyüşü duyulmuştur.

Latife teyzem, ‘Etrafta o kadar çok yiyici vardı ki; nasıl baş edeceğimi bilemedim’ diyor. Çok hay huylu bir evlilik geçiriyorlar. Yeni bir devlet kuruluyor. Lozan yeni imzalanıyor. İngiliz sınırı belirlenmemiş Irak ve Suriye’de. Bir sürü suikast düzenleniyor. Topal Osman vakası. Hükümet buhranı. Fikriye Hanım olayı var. Bunlar arasında karı koca hayatını yaşamaya çalışıyor. Ama çocukları da olmuyor. İki insanı bir arada tutacak olan çocuk olmuyor. Dolayısıyla bir müddet sonra evlilikten ikisi de yoruluyor. Yıllar sonra teyzeme, ‘Ben tekrar aynı şeyleri yaşardım, ama aynı şekilde davranmazdım. Çünkü o zaman etrafta o kadar çok yiyici vardı ki; onlarla nasıl başedeceğimi bilemedim’ diyor.

Bu sebeplerden boşanıyorlar. Paşa, arkadaşları ile karısı arasında bocalıyor. Devlet bekası bir taraftan; boşanıyorlar. Latife Hanım’ı çok sevdiğini belli ediyor. ‘Ben Meclis’e kadın milletvekili bulurum. Ama Çankaya’ya ikinci bir latif bulamam’ demesi de onu ne kadar sevdiğini gösteriyor.

‘Cennette kadife tenli, kara gözlü huriler varmış senin gibi’ diye yazdığı mektupları var. Latife teyzem kendisine ‘bana yaver diyorsunuz bir kılıcım bile yok’ diyor. Atatürk ona ‘Senin kılıcın kalemindir’ diye cevap veriyor. Ama bir hafta sonra kılıç şeklinde içinde kınından çıktığında kalem olabilen yaka iğnesi hediye ediyor.

“RIZA NUR’UN YAZDIKLARI DOĞRU DEĞİL”

Rıza Nur’un boşanmayla ilgili yazdıkları doğru değil. Rıza Nur, benim öbür taraftan büyük dedemin damadı olur. Bütün mesele İsmet Paşa’ya olan kinidir. Atatürk onun tarafını tuttu diye ona da kin tutar. Maarif vekili yapılmadığı için. Normal bir adam değildi. Onun söylediklerinin ciddiye alınacak bir tarafı yok. Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Bir çok internet sitesinde onun yazdıkları doğruymuş gibi algılanıyor. Yazdıkları doğru değil.

Latife teyzem, bir mektup yazıyor. 1926 yılında ABD’de yaşayan bir dostuna. Bu mektup, Rıfat Bali’nin kitabında var. O mektupta sanırım yazdığı kişi de Halide Edip. Boşanmayı üç aydır beklediğini ama yine de kendisi için büyük bir tokat olduğunu, bütün bunların kocasının kulağına fısıldayan ‘dişi Mussolini’den kaynaklandığını söylüyor. Burada o kişinin adını açıklayamam. büyük bir problem olur.

Teyzem, bir keresinde, ‘Cennet bahçesinden çok güzel bir çifttik. Sonra o yılan geldi’ diyor. Herkes Fikriye Hanım sanıyor ama kesinlikle o değil. Teyzem onu sayardı. Latife Hanımın ‘dişi Mussolini’ dediği başka biri.

Latife teyzem boşanmak istemiyor. Kocasına kimsenin doğru dürüst bakmayacağının farkında. Paşa, Talaknameyi yazıp imzaladıktan sonra “Kanadı kırık bülbüle döndüm’ şarkısını dinliyor. Odasına kilitliyor kendini. Herkes kendine bir şey yapacak diye korkuyor. ‘Boş ol’ diye boşanıyorlar. Enver Paşa’nın Aile Kararnamesini aşabilmek için Bakanlar Kurulu kararnamesinde ikisinin aynı anda karar verdiği gibi gösteriliyor.

Anneannemin tabiriyle, ‘alafranga evlenip alaturka boşanıyorlar’. İzmir Müftüsü karşısında evlenip, kadı karşısında boşanamıyorlar. Şeriata göre, kadı huzurunda boşanamadıkları için aslında boşanmış sayılmazlar diye düşünüyorum.

Boşandıktan sonra karşılaşıyorlar. Göksu’da sandal sefasında karşılaşıyorlar. Tek bir telefon konuşmaları var. Biri Latife Hanım’ın peşine gizli polis taktıkları zaman. Yağmurda polis çok ıslanınca teyzem, ‘gel ısın’ diyor. Daha sonra Dolmabahçe’yi arıyor ve Paşa’ya; ‘Suikast yapacağımı düşündüğün için mi adam taktınız’ diyor. Paşa, Şükrü Kaya’ya, ‘Siz kim oluyorsunuz benim karımın arkasına polis takıyorsunuz’ diyor. Çok sinirlendiği ve camı pencereyi kırdığı söylenir.

Atatürk İstanbul’a her geldiğinde evliliklerinin sembolü olan beyaz gül gönderiyor. Öyle kocaman buketler. Ama, Latife teyzem, İstanbul’a geleceği zaman kenti terk edermiş. İki kez İstanbul dışına çıkamamış. Beyaz güllerin gelişinde evde yakalanmış.

Serbest Fırka kurulacağı zaman Fethi Bey ve Galiba Hanım tekrar bir araya gelmeleri için kolları sıvıyor. Makbule Hanım da destek veriyor. Bu konuda çok gidip gelişler oluyor. ‘Atatürk görevi bittiğinde çiftliğe çekilir. Mutlu ve mesut yaşarlar’ diye düşünüyorlar. Latife teyzem, ‘Ben kocamı bilirim. Politikayı bırakmaz. Çünkü onun kafası böyle işler için çalışan bir makinedir. Çocuk olmayacaksa, aile sıcaklığını hissetmeyeceksem böyle bir maceraya girmem. Gene mutsuz olacağım’ diyor ve kabul etmiyor. Makbule Hanım çok kırılıyor. Araları bundan dolayı da açılıyor.

Latife teyzem boşandıktan sonra Ayazpaşa’ya geliyor. Bütün aile burada. Başlangıçta çok zayıflıyor ve verem oluyor. Avrupa’ya gidiyor. Pasaport alamıyor. Paşa devreye giriyor ve izin veriyor. 1926’da Tatra’ya gidiyor. Tekrar dönüyor. Ancak evde babası yaşadığı sürece Mustafa Kemal’den hiç bir biçimde söz edemiyor. Çünkü, babası Latife Hanım’a ‘bu adamla evlenme. Bu evlilik sürmez’ diyor. Ama teyzem ısrar ediyor. O zaman, ‘Baba evine dönersen benim olduğum ortamda ne iyi ne de kötü ondan asla bahsetmeyeceksin’ diyor.

Baba evine dönüyor. Hiçbir zaman babasının olduğu bir ortamda ondan bahsetmiyor. Paşa, en çok zeytinyağlı bakla seviyor. ‘Kemal de çok severdi’ diyemiyor. Bu yüzden anneanneme hep dert yanıyor.

1938 yılında çok önemli bir şey oluyor. Yaz ayları. Bunaltıcı bir sıcak var. Adeviye Hanım’ın anlattığına göre, bir telefon geliyor. Hemen sonra bir araba geliyor. Şükrü Kaya, Latife Hanım’ı alıyor ve Dolmabahçe Sarayı’na götürüyor. Teyzem, Dolmabahçe’den döndüğünde o kadar çok ağlamış ki; sabah da alelacele bir kaç eşyasını alıp İsviçre’ye gitmiş. Daha sonra ardından valizleri gönderiliyor. Dolmabahçe’de Mustafa Kemal, Latife Hanım’a hastalığını anlatmış ve öleceğini söylemiş. Demiş ki, ‘İkimiz de çok yanlış işler yaptık. Hatalarımızdan biz asla pişman olacak kişiler değiliz. Ne yaptıysak hatalarımızı gururla taşıdık. Onun için ben üzülmüyorum sen de üzülme. Yalnız senden iki isteğim var. Birincisi ben öldükten sonra ortalık karışabilir. Düzelinceye kadar yurtdışına git. Başına bir şey gelmesin. İkincisi, unutma ayrılırken bana asker sözü verdin. Sen benim yaverimsin. Evliliğimiz ve özel hayatımız konusunda hiç kimseye bahsetmeyeceksin. O sözünü hiç unutma’.

Dolmabahçe ikisinin helalleştiğini gösteriyor. Latife teyzem yıllar sonra cilt kansere yakalandığını ailesinden saklamıştı. Öğrenildiğinde bu durum için babama, ‘Ben iki kere öldüm. Biri boşandığımda 1925’de, diğeri 1938. Kemal öldüğünde’ diyor. Her zaman ona aşık kalıyor. 

Alıntı: (ZETE ÖZEL)