20191231
20191230
'Selanik Türküsü'
destandır.
Şundan ki;
Osmanlı'nın hoşgörülü yönetimi altındaki Selanik'te 72 millet bir arada yaşıyor.
Çarşısında,pazarında, dükkânında kentin toplumsal yapısına uygun bir dil konuşulur, halk birbirini anlardı..
Sevgi,saygı Selanik'in simgesi olmuştu.
Musevisi,müslümanı, hıristiyanı özgürce kendi ibadetlerini yapacakları cami,havra, kiliseleri vardı..
15.Yüzyılda Kraliçe Isabella ve Ferdinand döneminde,musevilere
"Ya hıristiyan olacaksınız ya da 10 ay içinde ülkeyi terk edeceksiniz" denince, Sultan 2.Beyazıd İspanyol musevilerine sahip çıkar ve Kaptan-ı Derya Hasan Paşa'yı donanması ile İspanya'ya gönderiyor ve bir grup musevinin kurtulmasını sağlıyor..
Onları İstanbul'a getiriyor ve bu gelen gruptan 2000 kadarını Selanik'e gönderiyor..Böylelikle renkli Selânik yaşamına yeni bir grup giriyor ve ticaret canlanıyor.
Yeni mağazalar, bankalar,oteller,yollar, limanlar yapılıyor.
Musevilerin ticaret hayatına kattıkları canlılıktan diğer etnik gruplar da nasibini alıyor..
Hamdi Bey,Kapancılar gibi müslüman iş adamları da çeşitli iş kollarında yatırımlar yapıyor. Sözün özü Selânik, Osmanlı'nın Avrupa'daki merkezi hâline geliyor..
Gelişen ticari yaşama ayak uydurup tekstil dalında mağaza açanlardan biri de Renda'lı Rüstem Ağa'ydı..
Rüstem Ağa'nın mağazasında allı güllü basmalar,Şam işi ipekliler,ağır kadifeler, Selânik dokumaları
top top dururdu raflarda.Selanik'in o gün kü sosyetesi Rüstem Ağa'dan mağazasından giyinirdi..
Belindeki Trablus kuşağından sarkan gümüş kordonu,bir yana eğik fesiyle yörük esmeri babacan bir adamdı.
Gözü,gönlü tok,yemeği yenir,çayı içilir bir kişiydi. Anlı şanlı konağında onlarca insan çalışır ekmek yerdi.
Ne var ki,Rüstem Ağa'nın kendince bir derdi vardı.
4 kız babasıydı ve Allah ona oğlan bir evlât vermemiş,kendinden sonra mala mülke sahip çıkacak,soyunu sürdürecek bir oğlu olmamıştı..
Kızları bir bir evermiş, bir tek Fitnat kalmıştı evde.. Daha 16'sındaydı Fitnat, gözü gibi seviyordu onu Rüstem Ağa..
Güzelliği de dillere destan olmuş,dünürleri çoğalıyordu Fitnat'ın.
Ama babası verimkâr değildi.Daha çocuk sayılır deyip savıyordu gelenleri..
Günlerden bir gün, Selânik yakınlarındaki Mazganlı Köyünden Mehmet adlı bir genç alışveriş etmek için Rüstem Ağa'nın mağazasına geldi.İlk kez gördüğü bu gence nereli olduğunu ve ne iş yaptığını sordu.
"Mazgan'lıyım,celeplik yapıyorum.Selanik pazarına mal getirip sattık.Niyetim burada kalmaktı ama biraz zor" dedi. Gencin bu içten, saf anlatımı hoşuna gitti.
Kendisinin de hesaptan kitaptan anlayan birine ihtiyacı vardı.
"Delikanlı,adın ne?Kimin kimsen varmı köyde?" Deyince;
"Adım Mehmet,anam babam ve 3 erkek kardeşim var.Hesap kitaba aklım erer, alışverişten anlarım." Deyince,içinde bir şeyler kımıldadı Rüstem Ağa'nın,benim de böyle bir oğlum olsaydı keşke diye geçirdi içinden..
Sonra da;
"Gel çalış dükkânda, ekmeğin,aşın,yatacak yerin,içeceğin kadar tütün,giysin ve emeğinin hakkını da veririm." Dedi.
Delikanlı heyecanla ellerine sarıldı ve " size lâyık olmaya çalışırım." Dedi.
Ve işe başladı.Her geçen gün daha da ısındı işine.Rüstem Ağa'nın her günden güne gözüne girdi.
Ilkin kumaş toplarını kaldırıp indirmekle başladı işe sonra mağazanın tüm işlerine el attı..
Rüstem Ağa ona baktıkça "Ah şu Mehmet gibi benim de bir oğlum olsa, soyumu sopumu devam ettirse.." diye iç geçiriyordu.
Mağaza işlerinin yanı sıra Rüstem Ağa onu bir şeyler almak, yollamak için eve de yolluyordu.
Işte bu gidiş gelişlerin birinde olan oldu.
Fitnat'la Mehmet göz göze geldi,elleri ellerine değdi..
Çok geçmeden de kimsenin görmediği köşelerde buluşup fısıldaşır oldular.Mehmet bir türlü durumu Rüstem Ağa'ya açamıyor,içine kapandıkça kapanıyordu..
Sonra Fitnat'ın davranışlarındaki değişikliği farkeden annesi sorguladı kızını..
Durumu öğrenince babasına açtı meseleyi.
Rüstem Ağa'nın zaman zaman aklından geçen Fitnat'ı Mehmet'e everme işi kendiliğinden gelişince hoşuna gitti.
Onay alan annesi Fitnat'a haberi uçurdu.
Mehmet'te köye gidip ailesinin de rızasını alıp birlikte kızı istemek için Rüstem Ağa'nın kapısını çaldıklarında Fitnat'ın yüreği duracak gibiydi.. Konukları içeri alıp, şuradan buradan sohbet ettikten sonra kahvelerini içerken kızı istediler..
"Kısmetse olur kızımıza danışalım.Lâkin Fitnat evimizin şenliği.Onsuz bu konak olmaz.
Biz isteriz ki oğlunuz bizimle olsun, bize evlât olsun" deyince, Mehmet'in babası;
"Mehmet zaten kent yaşamına alıştı.Köyde kızımız yapamaz.
Sizin dediğiniz gibi olsun.Yeter ki mutlu olsunlar." Der ve söz kesilir..
Iç güveysi alacakları için fazla beklemeyip düğünü bir an önce yapmaya karar verirler.
Gençler o günü heyecanla beklerken Selanik'i kâbus gibi bir hastalık Selânik'i kavurmaya başladı..
Kolera dedikleri bir illet bir çok canı alıp götürmeye başlamıştı.
Kenti kara bulutlar gibi sarmaya başlamıştı, yanlızca Selânik'i değil, tüm Rumeli'yi sarmıştı..
Bu arada düğün tarihi kesinleşen gençler artık gün sayıyordu
Alıntı: Sosyal Medya
Emekli diplomat Türk aydını Varol Akçın'ın Eserleri / Books
20191229
20191228
20191227
🇹🇷🚗 İşte Türkiye'nin milli otomobili!
İşte Türkiye'nin milli otomobili!
Aydınlık Gazetesi
27 Aralık 2019
Türkiye'nin Otomobili Ortak Girişim Grubu (TOGG) tarafından yapılan yerli otomobilin örtüsü az sonra inecek.
Türkiye'nin Otomobili Ortak Girişim Grubu (TOGG) CEO'su Mehmet Gürkan Karakaş, hislerini "Şu anın tarifi yok. Çok heyecanlıyız. Ben, bütün arkadaşlarım, sabaha kadar uyuyamadık" ifadesiyle anlattı.
Karakaş, devamla yerli otomobilin sunumuna başladı:
"Bugün sizlere geldiğimiz noktayı anlatmak, otomobilimizi tanıtmak ve otomobilden daha fazlasından kastımızın ne olduğunu izah etmek istiyoruz. Böyle bir faaliyete başlamanın tam zamanı olduğunu düşünüyoruz. Oyunun kuralları değişiyor, yeniden yazılıyor. Artık büyükler değil başarılı olan, teknolojik olan, müşteriyi merkeze alan kazanacak. Neden? Müşterilerin beklentileri değişmekte. Cep telefonunun başına gelen, otomobilin de başına gelecek.
'DÜNYANIN EN İYİLERİYLE ÇALIŞMAKTAN BAŞKA LÜKSÜMÜZ YOK'
Yola çıktığımızda iki hedefimizi olmazsa olmaz olarak değerlendirdi. Teknolojinin en güncelini kullanmak çok önemli. Doğuştan elektrikli bir otomobil geliştirmek. Başından planlayarak bunu bir akıllı cihaz olarak geliştirmek ve otomobilimizi rekabet edebilir konuma taşımak...Bu akıllı cihazımız, yeni çözümler üretebilen, veritabanlı hizmetlerde iş imkanları sağlayan bir sistemden bahsediyoruz. 'Nasıl yapacaksınız?' dediler. Biz bu projeye başlamadan önce 18 şirketi inceledik, neden başardılar? Neden başaramadılar? Bizim rakiplerimiz büyük organizasyonlar değil, start-up seviyesinde olan girişimciler. Küresel rekabetten bahsederken bizim, dünyanın en iyileriyle çalışmaktan başka lüksümüz var mı? Dünyanın en iyilerini ülkemizde, henüz yoksa yurt dışından bulup transfer ederek beraber çalışıyoruz. Bu 'dünyanın en iyileri' kimlerdir? Yan tarafta da isimlerini zikrettiğimiz iş ortaklarımız bize hala 'Siz ciddi misiniz?' diyor.Yerli otomobilimiz elektrikli, 200 ve 400 beygir iki motor olacak. 500 km menzili olacak ve 30 dakikanın altında şarj imkanı sağlıyoruz."
'BU GÜNE KADAR ÇOK DENEDİK AMA BAŞARAMADIK, BU SEFER BAŞARACAĞIZ'
Karakaş'ın ardından sözü TOGG Yönetim Kurulu Başkanı Hisarcıklıoğlu aldı. Sözlerine "Bu güne kadar çok denedik ama başaramadık; bu sefer başaracağız" diyen Hisarcıklıoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
"Lisans almayacağız, lisans satacağız. Montaj yapmayacağız, montaj yaptıracağız. Gürcan Karakaş'ı gittik Almanya'da bulduk getirdik, yanında yüzlerce beyin. Dünyada dizel araçlar yasaklanırken, küresel ölçekte temiz ve çevreci bir ürün geliştiriyoruz. Eskiden devlet teşvik verirdi, yatırımcı beklerdi. Şimdi devlet hedef belirliyor, teşvikleri yardımları kamu, özel birlikte yapıyor. Bu otomobil, yeni bir meydan okumadır. 2021’de fabrikamızı tamamlayacağız. 2022’de de inşallah ilk aracımız banttan çıkmış olacak."
BAKAN VARANK: BİLİŞİM VADİSİ'Nİ RESMEN AÇIYORUZ
Törende konuşan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın açıklamalarından satır başları şu şekilde:
Özellikle savunma sanayinde bir başarı hikayesi yazdık. Bugün ekonomik ve teknolojik bağımsızlığımızı güçlendirme yolunda, ülkemizin en büyük teknoparkı Bilişim Vadisi'ni resmen açıyoruz. Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubuna ev sahipliği yapan bu merkezdeki birçok girişim, kritik yerli ve milli teknolojilerin öncüsü olacak. Yıllarca bu millete "Yapamazsınız, başaramazsınız" diyenlere inat bugünlere geldik. Bu otomobil, tüm fikri ve sınai mülkiyet haklarıyla, mühendislik kararlarıyla Türkiye’nin otomobilidir. Bu otomobilden kazanılan her kuruş, Türkiye’nin kazancıdır. Bu gurur, 82 milyon vatandaşımızın, Türkiye’nin gururudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şu şekilde:
Bugün ülkemiz için tarihi bir güne, Türkiye'nin 60 yıllık rüyasının gerçeğe dönüşmesine hep birlikte şahitlik ediyoruz. Hayalimiz tasarımcı ve mühendislerimizin emekleriyle yoğrulan, milli teknolojilerle üretilen, dünyaya adımızı duyuracak otomobile sahip olmak. Bu iş için 100'ün üzerinde Türk mühendis gecesini gündüzüne kattı. Sadece işine odaklanmış profesyonel bir ekip kurup bizi bugünlere getirdiler, çalıştılar, çabaladılar. Bir kısmı yurt dışındaki işini bırakıp vatana döndü.
"TÜRKİYE BAMBAŞKA BİR YERDE OLURDU"
Devrimin hikayesi aynı zamanda bize hayallerimizin nasıl kabusa dönüştürüldüğünün de hikayesi. Tam da otomobil piyasasının canlanmaya başladığı bir dönemde teşebbüsler hayata geçirilebilseydi bugün Türkiye bambaşka bir yerde olurdu. Ülkemizin ilk motor fabrikası teşebbüsünü başlatan sanayileşme fikrinin yılmaz savunucusu Necmeddin Erbakan Hocamızı rahmetle minnetle yad ediyorum. Kayseri'deki uçak fabrikasına sipariş verilmesine, dışarıdan alınan siparişlerin ihraç edilmesine engel olan zihniyet bugün yine faaliyette. Kaybettiğimiz 65 yılın hesabını sormayı halkımıza bırakıyoruz. Geçmişte "Devrim" otomobilinin önünü kestiler ama bu defa başaramayacaklar.
FABRİKA GEMLİK'E KURULACAK
Bursa Gemlik'teki silahlı kuvvetlerimize ait olan büyükçe bir yerimiz var. 1 milyon metrekaresini yerli otomobilin yapılacağı fabrika için tahsis edeceğiz. Bu yatırımın Gemlik ve Bursa'ya hayırlı olmasını diliyorum.
ARAÇ SIFIR EMİSYONLA ÇALIŞACAK
Aracımız sıfır emisyonla çalışarak çevreyi hiç kirletmeyecek. Seri üretime geçtiğimizde, Avrupa'nın klasik olmayan, doğuştan elektrikli ilk ve tek SUV modelinin inşallah sahibi olacağız. Sınıfının en geniş iç hacimli, en yüksek performanslı ve en uygun maliyetli aracını inşallah üreteceğiz. Biz küresel bir marka peşindeyiz. Üretime geçtikten 3 yıl sonra, binek otomobillerde ülkemizde en yüksek yerlilikte üretilen tek marka yine Türkiye'nin otomobili olacak.Kimseden lisans ve icazet almıyor, her türlü teknik özelliği kendimiz belirliyoruz. Oyunun kurallarını artık biz koyuyoruz. 2022 yılında tüm Türkiye'de şarj alt yapımız hazır olacak. Yerlilik ve millilikten anlamayanlar var, onlar bizi ilgilendirmez, biz işimize bakacağız. Hiç kimse bu gerçeği perdelemeye çalışmamalı. Rabb'imin izniyle Türkiye, önümüzdeki dönemin yükselen değeri, attığı adımları takip edilen ülkesi olacaktır. Milletimizin bu araca sahip olmak için sabırsızlıkla beklediğini biliyorum. Satışa sunulacağı 2022 öncesinde ön satış süreci başlatılabilir. Recep Tayyip Erdoğan olarak şahsım adına ilk ön siparişi de buradan veriyorum.
Alıntı / Kaynak: Aydınlık Gazetesi
🎞🇹🇷🚗 Türkiye'nin Yerli Otomobil Devrimi! Yerli otomobil tanıtım töreni düzenlendi
Türkiye'nin başarısı! Yerli otomobil tanıtım töreni düzenlendi- SUV ve Sedan modellerinin görüntüsü
🎞🇹🇷🚗 Cumhurbaşkanı Erdoğan yerli otomobili test etti
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiyenin Otomobili'ni test ettik.
İnşallah 2022 yılında otomobilimizin seri üretime geçmesiyle birlikte on yıllar boyunca kurmuş olduğumuz hayallere kavuşmuş olacağız. #YeniliğeYolculuk" ifadelerini kullandı
İnşallah 2022 yılında otomobilimizin seri üretime geçmesiyle birlikte on yıllar boyunca kurmuş olduğumuz hayallere kavuşmuş olacağız. #YeniliğeYolculuk" ifadelerini kullandı
🎞 🇹🇷 Mehmet Akif Ersoy: ''Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal'e versin...''
"CUMHURİYET olmasaydı— DenizBasaran#ATA (@denizbasaran60) December 27, 2019
Ben İstiklal Marşını ne için yazacaktım.
Hürriyet,özgürlük,milliyetçilik devrimcilik müslümanlık
Hepsi Türkiye'de
Bunu bana sağlayana müteşekkirim
Allah benim ömrümden alıp
Mustafa Kemal'e versin."#MehmetAkifErsoy'u Saygıyla anıyoruz.⚘ pic.twitter.com/CnTk6GFF0H
Mustafa Kemal Atatürk 100 yıldır Ankara’da
Aydınlık Gazetesi
Milli Mücadele’nin başladığı günlerde Ankaralılar tarihlerinden gelen güçlü bir önsezi ve inançla Mustafa Kemal’i coşkuyla karşılamışlar, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında verdikleri destekle Atatürk’ün gönlünde ayrı bir yer kazanmışlardır.
Seldağ Özalp
Eski Yunan tarihçilerinden Pozanyas’a göre Ankir (Ankara) şehrini, Frigya’nın kurucusu Gordiyas’ın oğlu Midas kurdu. Frigya’dan sonra, Ankara Kalesi Galatlar (İÖ 278) tarafından kurulur ve Galatlardan sonra Roma, Bizans, Selçuklu Devleti’nin hakimiyetine girer. Osmanlı Devleti’nin idaresine geçinceye kadar süren ve devlet otoritesinin olmadığı 10 yıllık ara dönemde (1344-1354) Ankara, Ahiler tarafından yönetilir. Anadolu’nun küçük beyliklere bölündüğü dönemde, “dini-iktisadi” bir örgütlenme olan Ahilik, Ankara’yı bağımsız bir şehir cumhuriyeti şeklinde yönetmiştir. Şehrin savunma görevini de üstlenerek, askeri kanat olarak, Ankara’da bugünde yaşayan ve Seymenlik geleneğinin biçimlenmesinde etkin olan “Ahi Alayları” diğer adıyla “Yiğit Alayları” kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet kurumları oluşturulduktan sonra Ahilerin siyasi etkileri azalmış, sadece esnaf kesiminde bir örgütlenme olarak devam etmiştir.
Ankara’nın en az 4 bin yıllık geçmişi vardır. Fakat en az bin yıldan beri Ankara, dünyanın merkezlerinden biri olarak tarihin arka planına itilmiş, harap durumda ve ekonomik hayatı çökmüştü. Ancak halkın sosyal yaşantısında kökleri asırlara varan ve artık kutsal anlamlar almış halk kuruluşları henüz ayaktaydılar. Anadolu’nun sosyal-ekonomik tarihinde, lonca kuruluşları bakımından Ankara, daima ileri ve en güçlü merkez olmuştur. Kuvvetli gelenekleri olan, bağları, idarecileri, idare yerleri ve yöntemleri bulunan ve aslında şehrin sivil silahlı kuvvetini teşkil eden Seymenler, Ankara’da, bozulmamış bir disiplin içinde yaşıyorlardı. Mustafa Kemal’in ayak bastığı günlerde sürüp giden geleneksel iç yaşantısı ve canlı halk kuvvetleriyle, Ankara’nın Orta Anadolu’da dikkati çeken bir kale şehri olduğunu belirtmeliyiz.
ANKARA CUMHURİYETİ
Milli Mücadele’nin başladığı günlerde Ankaralılar tarihlerinden gelen güçlü bir önsezi ve inançla Mustafa Kemal’i coşkuyla karşılamışlar, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında verdikleri destekle Atatürk’ün gönlünde ayrı bir yer kazanmışlardır. Bu değeri “Ankara’nın ve Ankaralıların benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” sözleriyle ifade eden Mustafa Kemal şöyle devam eder:
“Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir “Ankara Cumhuriyeti”ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki, aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Türkiye’nin hemen bütün bölgelerini gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki, o zaman isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten asla uzak değildir... Beni, Türkiye’nin en münasip merkez Ankara olabileceğini düşünmeye sevk eden ilk vesile çok eskidir ve bilimseldir.”
Heyeti Temsiliye merkezi olarak Ankara’nın seçilmesi önemli stratejik sebeplere dayanıyordu. Merkezi konumu, Karadeniz ve Akdeniz’deki limanlarla irtibatı, demiryolu, telgraf hatları, 20. Kolordu Kumandanlığı’nın bulunması ve Ankara halkının Milli Mücadeleye candan bağlılıkları Ankara’nın merkez olarak seçilmesindeki en önemli nedenlerdi. Belirtilen bütün nedenlere rağmen, Kazım Karabekir Paşa, Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’da toplanmasına taraftar değildi. Heyet-i Temsiliye’nin değil Ankara, Sivas’ın batısına bile geçmemesi gerektiğini, heyetin uzaklaşmasının doğu illerinin teşkilatsız kalmasına yol açacağını savunuyordu. Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye’nin yalnız doğu vilayetlerinin değil, tüm Anadolu ve Rumeli’nin Kuvayi Milliye’sini temsil ettiğini belirterek, bu konuda Heyeti Temsiliye’de yapılan görüşmede şunları söylemiştir:
“Usul ve kaide şudur ki, genel durumu yönetme ve yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın bulunur. Yeter ki, bu yaklaşma genel vaziyeti gözden uzak bırakacak derecede olmasın! Ankara bu şartları toplayan bir noktaydı... Herhalde cephelerle iştigal edeceğiz diye Balıkesir’e, Nazilli’ye veya Karahisar’a gitmiyorduk. Fakat cephelere ve İstanbul’a tren ile bağlı ve genel durumu idare bakımından Sivas’tan asla farkı olmayan Ankara’ya gelecektik...”
KARŞILAMA TÖRENLERİ
Mustafa Kemal 18 Aralık 1919 tarihinde Sivas’tan hareket ettiğinde, Ankara’ya gelen heyette, Mustafa Kemal, Rauf Bey (Orbay), Ahmet Rüstem, Yaver Yzb. Cevat Abbas, Mazhar Müfit (Kansu), Hakkı Behiç, İbrahim Süreyya (Yiğit), Dr. Binbaşı Refik (Saydam) ve Hüsrev (Gerede) bulunmaktaydı.
“Atatürk, Ankara’ya ilk gelişini daima anar ve bunun üzerine duygularını anlatırdı. 1919 yılının kara kışında eski bir otomobille Ankara’ya doğru yol alırken birçok zorluklarla karşılaşmış olduklarını, hatta otomobilin patlayan lastiklerinin içine çuval doldurarak yollarına devam edebildiklerini söylerdi.”
27 Aralık 1919 Cumartesi günü Mustafa Kemal Ankara’ya girdiğinde, Ali Fuat Paşa, Yahya Galip Bey ve şehrin önde gelenleri Sivas Kafilesini Gölbaşı’nda karşıladılar. Karşılama Heyeti’nde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti azası Müftü Rıfat Efendi, Binbaşı Fuat Bey, Kınacızade Şakir Bey, Aktarbaşızade Rasim Bey, Toygarzade Ahmet, Ademzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütükçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Tevfik beyler bulunuyordu. Dikmen Bağlarının eteğinde Eskişehir mebusu Emin (Sazak) ve Ankara eşrafından Naşit Efendi ile arkadaşları bekliyorlardı.
Ankara 27 Aralık 1919’da tarihi bir gün yaşıyordu. O tarihlerde Ankara’nın nüfusu 20-22 bin civarındaydı. Köylerden atlı ve kağnılarla, civar kasaba ve şehirlerden binlerce kişi gelince sayı 30-40 bini geçmişti. Sabah saatlerinden itibaren dağlar ezan ve selam sesleriyle inliyordu. Davullar ve zurnalarla bütün Ankara halkı karşılamaya hazırlanmıştı. Davul zurna ekiplerinde çalanlar en iyi, en ustalardan seçilmişlerdi. Kalabalık bir Seymen alayını Ankara’da bulunan dervişler ile civar köylerden gelen Kızılbaş-Bektaşiler takip ediyordu. Seymenlerin en öndeki bayraktarın bir elinde sancak, bir elinde kılıç vardı ve boynuna Kuran-ı Kerim asmıştı. Dev gibi bir adamdı. Sancak egemenliği, kılıç savaşı ve Kur’an nizam ve kanunu temsil ediyordu. Bunların arkasında bütün esnaf ve mektepliler yürüyorlardı. Mektepliler İstasyon Caddesine, Seymen alayının bir kısmı Dikmen Bağlarına, Kızılyokuş eteklerine, diğer bir kısmı da İstasyon yoluna dizilmişlerdi. Jandarma ile yirmi kadar polis de buradaydı. Halkın bir kısmı Namazgah Tepesine, bir kısmı da İstasyon yoluna sıralanmışlardı.
ÖLMEYE GELDİK
Toplanan kalabalık halkın arasında bir dalgalanma olur. Beklenen otomobil yaklaşınca heyecan son haddine ulaşır. Davullar çok daha coşkuyla çalınır... Mustafa Kemal Paşa Kızılyokuş’ta seymenlerin önünde durdu, otomobilden indi ve onlara doğru yürüdü. Seymenlerin hepsi bir anda esas duruşa geçtiler. Bütün gözler, onun gözlerinde düğümlenmişti. Vakur ve sert bir ses:
Ankara Gazetesi şu satırlarla devam eder:
“Bu gündüzü yaratan güneşin ışığı Erzurum’da doğarak, Sivas’ta parlayarak milleti aydınlattı. Her yer o hakikat güneşine kalbini, ruhunu açtı. Türklük alemi baştan başa tek bir nur kitlesi kesildi...”
Mustafa Kemal 27 Aralık akşamı, yeni karargahında artık bir Ankaralıydı. O tarihten itibaren Milli Mücadelenin merkezi Ankara, kumandanı Mustafa Kemal Paşa oldu. O günün etkisi, oradaki milli ruh, milli şuur ve inanç dalga dalga tüm ülkeye yayıldı ve yurdun öz evlatlarıyla birleşerek, Türk Milleti dünyaya meydan okudu. Bu nedenle Türkiye’nin kalbi Ankara’dır!
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/mustafa-kemal-ataturk-100-yildir-ankara-da-ozgurluk-meydani-aralik-2019
Milli Mücadele’nin başladığı günlerde Ankaralılar tarihlerinden gelen güçlü bir önsezi ve inançla Mustafa Kemal’i coşkuyla karşılamışlar, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında verdikleri destekle Atatürk’ün gönlünde ayrı bir yer kazanmışlardır.
Seldağ Özalp
Eski Yunan tarihçilerinden Pozanyas’a göre Ankir (Ankara) şehrini, Frigya’nın kurucusu Gordiyas’ın oğlu Midas kurdu. Frigya’dan sonra, Ankara Kalesi Galatlar (İÖ 278) tarafından kurulur ve Galatlardan sonra Roma, Bizans, Selçuklu Devleti’nin hakimiyetine girer. Osmanlı Devleti’nin idaresine geçinceye kadar süren ve devlet otoritesinin olmadığı 10 yıllık ara dönemde (1344-1354) Ankara, Ahiler tarafından yönetilir. Anadolu’nun küçük beyliklere bölündüğü dönemde, “dini-iktisadi” bir örgütlenme olan Ahilik, Ankara’yı bağımsız bir şehir cumhuriyeti şeklinde yönetmiştir. Şehrin savunma görevini de üstlenerek, askeri kanat olarak, Ankara’da bugünde yaşayan ve Seymenlik geleneğinin biçimlenmesinde etkin olan “Ahi Alayları” diğer adıyla “Yiğit Alayları” kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet kurumları oluşturulduktan sonra Ahilerin siyasi etkileri azalmış, sadece esnaf kesiminde bir örgütlenme olarak devam etmiştir.
Ankara’nın en az 4 bin yıllık geçmişi vardır. Fakat en az bin yıldan beri Ankara, dünyanın merkezlerinden biri olarak tarihin arka planına itilmiş, harap durumda ve ekonomik hayatı çökmüştü. Ancak halkın sosyal yaşantısında kökleri asırlara varan ve artık kutsal anlamlar almış halk kuruluşları henüz ayaktaydılar. Anadolu’nun sosyal-ekonomik tarihinde, lonca kuruluşları bakımından Ankara, daima ileri ve en güçlü merkez olmuştur. Kuvvetli gelenekleri olan, bağları, idarecileri, idare yerleri ve yöntemleri bulunan ve aslında şehrin sivil silahlı kuvvetini teşkil eden Seymenler, Ankara’da, bozulmamış bir disiplin içinde yaşıyorlardı. Mustafa Kemal’in ayak bastığı günlerde sürüp giden geleneksel iç yaşantısı ve canlı halk kuvvetleriyle, Ankara’nın Orta Anadolu’da dikkati çeken bir kale şehri olduğunu belirtmeliyiz.
Milli Mücadele’nin başladığı günlerde Ankaralılar tarihlerinden gelen güçlü bir önsezi ve inançla Mustafa Kemal’i coşkuyla karşılamışlar, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında verdikleri destekle Atatürk’ün gönlünde ayrı bir yer kazanmışlardır. Bu değeri “Ankara’nın ve Ankaralıların benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” sözleriyle ifade eden Mustafa Kemal şöyle devam eder:
“Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir “Ankara Cumhuriyeti”ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki, aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Türkiye’nin hemen bütün bölgelerini gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki, o zaman isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten asla uzak değildir... Beni, Türkiye’nin en münasip merkez Ankara olabileceğini düşünmeye sevk eden ilk vesile çok eskidir ve bilimseldir.”
Heyeti Temsiliye merkezi olarak Ankara’nın seçilmesi önemli stratejik sebeplere dayanıyordu. Merkezi konumu, Karadeniz ve Akdeniz’deki limanlarla irtibatı, demiryolu, telgraf hatları, 20. Kolordu Kumandanlığı’nın bulunması ve Ankara halkının Milli Mücadeleye candan bağlılıkları Ankara’nın merkez olarak seçilmesindeki en önemli nedenlerdi. Belirtilen bütün nedenlere rağmen, Kazım Karabekir Paşa, Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’da toplanmasına taraftar değildi. Heyet-i Temsiliye’nin değil Ankara, Sivas’ın batısına bile geçmemesi gerektiğini, heyetin uzaklaşmasının doğu illerinin teşkilatsız kalmasına yol açacağını savunuyordu. Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye’nin yalnız doğu vilayetlerinin değil, tüm Anadolu ve Rumeli’nin Kuvayi Milliye’sini temsil ettiğini belirterek, bu konuda Heyeti Temsiliye’de yapılan görüşmede şunları söylemiştir:
“Usul ve kaide şudur ki, genel durumu yönetme ve yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın bulunur. Yeter ki, bu yaklaşma genel vaziyeti gözden uzak bırakacak derecede olmasın! Ankara bu şartları toplayan bir noktaydı... Herhalde cephelerle iştigal edeceğiz diye Balıkesir’e, Nazilli’ye veya Karahisar’a gitmiyorduk. Fakat cephelere ve İstanbul’a tren ile bağlı ve genel durumu idare bakımından Sivas’tan asla farkı olmayan Ankara’ya gelecektik...”
KARŞILAMA TÖRENLERİ
Mustafa Kemal 18 Aralık 1919 tarihinde Sivas’tan hareket ettiğinde, Ankara’ya gelen heyette, Mustafa Kemal, Rauf Bey (Orbay), Ahmet Rüstem, Yaver Yzb. Cevat Abbas, Mazhar Müfit (Kansu), Hakkı Behiç, İbrahim Süreyya (Yiğit), Dr. Binbaşı Refik (Saydam) ve Hüsrev (Gerede) bulunmaktaydı.
“Atatürk, Ankara’ya ilk gelişini daima anar ve bunun üzerine duygularını anlatırdı. 1919 yılının kara kışında eski bir otomobille Ankara’ya doğru yol alırken birçok zorluklarla karşılaşmış olduklarını, hatta otomobilin patlayan lastiklerinin içine çuval doldurarak yollarına devam edebildiklerini söylerdi.”
27 Aralık 1919 Cumartesi günü Mustafa Kemal Ankara’ya girdiğinde, Ali Fuat Paşa, Yahya Galip Bey ve şehrin önde gelenleri Sivas Kafilesini Gölbaşı’nda karşıladılar. Karşılama Heyeti’nde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti azası Müftü Rıfat Efendi, Binbaşı Fuat Bey, Kınacızade Şakir Bey, Aktarbaşızade Rasim Bey, Toygarzade Ahmet, Ademzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütükçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Tevfik beyler bulunuyordu. Dikmen Bağlarının eteğinde Eskişehir mebusu Emin (Sazak) ve Ankara eşrafından Naşit Efendi ile arkadaşları bekliyorlardı.
Ankara 27 Aralık 1919’da tarihi bir gün yaşıyordu. O tarihlerde Ankara’nın nüfusu 20-22 bin civarındaydı. Köylerden atlı ve kağnılarla, civar kasaba ve şehirlerden binlerce kişi gelince sayı 30-40 bini geçmişti. Sabah saatlerinden itibaren dağlar ezan ve selam sesleriyle inliyordu. Davullar ve zurnalarla bütün Ankara halkı karşılamaya hazırlanmıştı. Davul zurna ekiplerinde çalanlar en iyi, en ustalardan seçilmişlerdi. Kalabalık bir Seymen alayını Ankara’da bulunan dervişler ile civar köylerden gelen Kızılbaş-Bektaşiler takip ediyordu. Seymenlerin en öndeki bayraktarın bir elinde sancak, bir elinde kılıç vardı ve boynuna Kuran-ı Kerim asmıştı. Dev gibi bir adamdı. Sancak egemenliği, kılıç savaşı ve Kur’an nizam ve kanunu temsil ediyordu. Bunların arkasında bütün esnaf ve mektepliler yürüyorlardı. Mektepliler İstasyon Caddesine, Seymen alayının bir kısmı Dikmen Bağlarına, Kızılyokuş eteklerine, diğer bir kısmı da İstasyon yoluna dizilmişlerdi. Jandarma ile yirmi kadar polis de buradaydı. Halkın bir kısmı Namazgah Tepesine, bir kısmı da İstasyon yoluna sıralanmışlardı.
ÖLMEYE GELDİK
Toplanan kalabalık halkın arasında bir dalgalanma olur. Beklenen otomobil yaklaşınca heyecan son haddine ulaşır. Davullar çok daha coşkuyla çalınır... Mustafa Kemal Paşa Kızılyokuş’ta seymenlerin önünde durdu, otomobilden indi ve onlara doğru yürüdü. Seymenlerin hepsi bir anda esas duruşa geçtiler. Bütün gözler, onun gözlerinde düğümlenmişti. Vakur ve sert bir ses:
l “Merhaba efeler!” dedi.Mustafa Kemal, sonunda Vilayet binasına geçer ve o dakikadan itibaren artık Ankara’dadır. 1882 yılından itibaren yayın yavilayet gazetesi, Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişini 29 Aralık 1919 tarih ve 2209 numaralı sayısında “Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesi” başlığı altında heyecanla anlatır. Bu uzun yazı, olayın hikayesiyle, Namık Kemal’in “Vatan” kasidesinden ve Tevfik Fikret’ten seçilmiş bölümlerle doludur.
l “Sağ ol Paşa Hazretleri...”
l “Arkadaşlar, niye zahmet ettiniz, buraya neden geldiniz?”
l “Uğrunda ölmeye, millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik Paşam!”
l “Fikrinizde sabit misiniz?”
l “And olsun!”
l “Var olun yiğitler!”
Bu coşkulu karşılama Mustafa Kemal Paşa’yı çok duygulandırmıştı, Ali Fuat Paşa’nın:
l “Ankara’yı nasıl buldunuz Paşam?” sorusuna
l “Cidden fevkalade, tebrik ederim. Ankara hakikaten milli bir merkez haline gelmiş” demişti.
“Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,
Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, var ol!..”
Ankara Gazetesi şu satırlarla devam eder:
“Bu gündüzü yaratan güneşin ışığı Erzurum’da doğarak, Sivas’ta parlayarak milleti aydınlattı. Her yer o hakikat güneşine kalbini, ruhunu açtı. Türklük alemi baştan başa tek bir nur kitlesi kesildi...”
Mustafa Kemal 27 Aralık akşamı, yeni karargahında artık bir Ankaralıydı. O tarihten itibaren Milli Mücadelenin merkezi Ankara, kumandanı Mustafa Kemal Paşa oldu. O günün etkisi, oradaki milli ruh, milli şuur ve inanç dalga dalga tüm ülkeye yayıldı ve yurdun öz evlatlarıyla birleşerek, Türk Milleti dünyaya meydan okudu. Bu nedenle Türkiye’nin kalbi Ankara’dır!
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/mustafa-kemal-ataturk-100-yildir-ankara-da-ozgurluk-meydani-aralik-2019
20191226
Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu'nun aziz hatırasına...
➔ Dünyada çok genç yaşta profesör ünvanını alan, ➔ 60 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını çözerek adını matematik tarihine yazdıran,➔ DNA sarmalının açıklamasını en sağlam şekilde açıklayan,➔ Katıldığı tüm konferanslarda iyi derecede İngilizce bilmesine rağmen sunumlarını 🇹🇷Türkçe yapıp, 🇹🇷Türk'lüğünden taviz vermeyen,
➔ Bilim dünyasında ismi tüm dünyada anılan, ama malesef ki ülkemizde değeri yeterince bilinmeyen, 🇹🇷Türk Einstein'ı olarak adlandırılan kuramsal kimyacı ve moleküler biyologProf.Dr. Oktay Sinanoğlu'nun ölüm yıldönümünde rahmetle.
Alıntı: Sakaryalı#ANDIMIZ# @beynevit63
20191225
Anadolu'nun Elhamrası 'Divriği Ulu Camii
Evliya Çelebi boşuna mı demiş "Methine diller kısır, kalem kırıktır" diye?
Her daim paylaşmaktan gurur duyduğum Anadolu'nun Elhamrası, Divriği Ulu Camii.
Nil @Jakarandaaa
Her daim paylaşmaktan gurur duyduğum Anadolu'nun Elhamrası, Divriği Ulu Camii.
Nil @Jakarandaaa
Alıntı: Sosyla medya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bu yazımızda Milli Edebiyat Dönemi'nin en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken" şii...
-
Ülkemiz yer şekilleri bakımından oldukça farklı özelliklere sahiptir. Yer şekillerindeki farklılık iklimlerin bölgelere göre değişiklik...
-
* Kün-Ay tamgası ile Türklerle ilgili Göbeklitepe'de T şeklindeki dikilitaşlarda görünen Kün-Ay tamgası, Türk kavimlerinin bayrakla...