M.Ö. dünyada altını işleyip zırhlı elbise yapan tek millet Türkler olmasına rağmen 'göçebeydi' diyenler var hala!— Sakalar İskitler (Gizlenen Eski Anadolu Halkı) (@iskitlilerden) August 28, 2019
Ey güzel kardeşim izle bakalım göçebe kültürüne benziyor mu bunlar?
ALTIN ELBİSELİ ADAMLAR
bir ay boyunca ANKARA'daki Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde sergilenecek pic.twitter.com/hY0gIjKyOx
20191031
🎞 🔨M.Ö. dünyada altını işleyip zırhlı elbise yapan tek millet Türkler
✍️ Saltanat böyle bir devrimle kaldırıldı - Lütfü Kırayoğlu
Saltanat böyle bir devrimle kaldırıldı
Lütfü Kırayoğlu
Aydınlık Gazetesi
Lütfü Kırayoğlu
Aydınlık Gazetesi
Artık meşruti (padişahın şartına bağlı) bir meclis yerine, kendi iradesini eline alan bir meclis vardı. İşgal altındaki Türk yurdunda asker olmasına rağmen, önce ordu yerine önce meclis diyen bir önder vardı.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa, Türk ordularının İzmir’e girmesinden 7 hafta sonra ilk büyük devrimini yaparak 1 Kasım 1922 günü 600 yıllık Osmanlı saltanatına son verdi.
Büyük Millet Meclisinde saltanatın kaldırılması görüşmeleri ve Mustafa Kemal Paşanın devrimci iradesi tarihte eşine ender rastlanan sahnelerdendir.
Daha genç bir subayken cumhuriyet hedefini kafasına kazıyan Mustafa Kemal, çok sevdiği askerlik görevinden ayrıldığı 1919 yılının 7 Temmuzu 8 Temmuza bağlayan gece yarısı Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya şunları not ettirecekti:
1. Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır.
2. Padişah ve hükümet hakkında gereken yapılacaktır.
3. Tesettür kalkacaktır.
4. Fes kalkacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir.
5. Latin harfleri kabul edilecektir.
KANSU'YA ALDIRILAN NOTLARIN İKİNCİSİ
Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra Ankara’ya ulaşan Mustafa Kemal Paşa’nın bir öngörüsü daha gerçekleşecek ve İngilizler İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ı basarak dağıtacaktı. Bunun üzerine Paşa derhal Ankara’da yeni bir meclisin toplanması çağrısında bulunacak, bu çağrıya uygun olarak tutuklanan mebusların yerine yenileri seçilerek 23 Nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisi Padişah iradesi ile değil, ulus egemenliğine dayanarak toplanacaktı. Bu da bir anlamıyla devrim, yani adı henüz konulmamış cumhuriyetti.
Artık meşruti (padişahın şartına bağlı) bir meclis yerine, kendi iradesini eline alan bir meclis vardı. İşgal altındaki Türk yurdunda asker olmasına rağmen, önce ordu yerine önce meclis diyen bir önder vardı. Yeni Meclisin 1921 yılının Ocak ayında yaptığı anayasa gereğince meclisin niteliği de belirlenecek ve "Hâkimiyet bilâ kaydu şart milletindir" şiarı meclisin duvarına bir daha inmemek üzere asılacaktı.
Büyük Millet Meclisi ordularının 26 Ağustos 1922 günü başlattığı Büyük Taarruz, 9 Eylül günü İzmir rıhtımında zafere ulaşacak ve işgalci İtilaf Devletlerinin çağrısıyla toplanan Mudanya Mütarekesi başarıyla sonuçlanınca işgalciler yeni bir manevraya girişerek, Lozan’da toplanacak barış görüşmelerine TBMM temsilcilerini de çağıracaktı. Bu çağrı 7-8 Temmuz gecesi Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya yazdırılan notların ikinci maddesinin hayata geçmesini hızlandıracaktı.
SIRANIN ÜZERİNE FIRLAYAN ATATÜRK
Lozan’a İstanbul hükümetinin çağrılması, Mustafa Kemal Paşa’yı büyük ve devrimci bir karar almaya götürdü. Olayların bundan sonraki gelişmelerini Atatürk’ün kendi kaleme aldığı Büyük Nutuk’ta şöyle izliyoruz:
"31 Ekim (1922) günü Meclis toplanmadı. O gün Müdafa-i Hukuk gurubu toplantısı oldu. Bu toplantıda Osmanlı egemenliğinin kaldırılmasının zorunluluğu üzerine konuştum. 1 Kasım 1922 günü Meclis toplantısında yine bu konu üzerinde uzun görüşmeler oldu... Üç komisyon bir odada toplandı. Biz çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu biçim görüşmelerin istenilen sonuca ulaşmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. En sonunda Karma Komisyon Başkanlığından söz aldık. Önümdeki sıranın üzerine çıktım. Yüksek sesle şunları söyledim. ‘Efendiler’ dedim. ‘ Egemenlik, hiç kimsece, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenli güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını altı yüzyıl boyunca sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu artık yeter diyerek, bunlara karşı ayaklanıp egemenliğini eylemli olarak kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan ulusa egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız, sorunu değildir. Sorun zaten olupbitti durumuna gelmiş, bir gerçeği açıklamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa gerçek yine yöntemine göre saptanacaktır. Ama belki birtakım kafalar kesilecektir."
Bu bir devrimci irade beyanıydı. Osmanlı sultanının işgalcilere tam teslimiyetinin ötesinde Atatürk ve arkadaşlarının ölüm fermanını imzalayan Padişaha rağmen kazanılmış bir büyük zaferin, altın tepsi içinde yeniden Osmanlı sultanına verilmesi ya da devrimin yoluna devam etmesi konusundaki tayin edici devrimci kararlılıktı.
"Belki birtakım kafalar kesilecektir" sözüne rağmen, burjuva devrimleri çağındaki pek çok devrimdeki kanlı olaylara karşın, bu ilk büyük devrim kansız olarak sonuçlanmış ve 1 Kasım 1922 günü meclisin ikinci oturumunda saltanata son veren yasa oybirliği ile kabul edilmişti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün egemenlik konusundaki bu devrimci sözleri rastlantı değildir. O’nun şu sözleri de aynı devrimci kararlılığın ifadesidir: "Efendiler, milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar."
MÜCADELE ARKADAŞLARINA RAĞMEN DEVRİM...
Mustafa Kemal Atatürk bu büyük kararı yakın silah arkadaşları olarak bilinen tarihi kişiliklere rağmen almıştır. Saltanatın kaldırılacağı söylentilerinin yayılması üzerine bir gün Rauf Orbay Mustafa Kemal Paşa’yı Meclisteki odasında ziyaret ederek konu üzerinde bir akşam Refet Bele’nin Keçiören’deki evinde Ali Fuat Cebesoy’un da katılacağı toplantıya davet eder. Atatürk komplo kokan bu daveti kabul eder. Toplantıyı düzenleyenler saltanatın sürmesi konusunda güvence istemekte, "kursağımızda padişahın ekmeği var" diyerek duygu sömürüsü yapmaktadırlar. Durumun hassas olduğunu gören Atatürk yatıştırıcı bir konuşma ile konunun "bugünün işi olmadığını" söyler.
Ne var ki Lozan görüşmeleri konusunda emperyalist devletlerin İstanbul hükümetini davet eden tertipleri devrimci bu kararı zorunlu kılınca Atatürk 1 Kasım öncesinde Rauf Orbay’ı Meclisteki odasına çağırarak "Halifeliği ve Padişahlığı ayırarak Padişahlığı kaldıracağız. Bunun uygun olduğunu kürsüden söyleyeceksiniz" der ve başka bir söz söylemez. Nitekim Rauf Bey bu konuyu 1 Kasım öncesi iki kez kürsüde dile getirir ve bununla da yetinmeyerek Padişahlığın kaldırıldığı günün bayram olarak kabul edilmesini de önerir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci kararlılığı Rauf Orbay’a bu konuşmayı yaptırmıştır. Ancak Cumhuriyetin ilanından sonraki tutumu Keçiören toplantısından farklı olmayacaktır. 1 Kasım 1922 öncesi ve sonrası gelişmeler tarihte herkesi yerli yerine oturtmuştur.
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/saltanat-boyle-bir-devrimle-kaldirildi-ozgurluk-meydani-kasim-2019
✍️ 🇹🇷'Neden ‘Muhakkak 29 Ekim günü’ - Taylan Sorgun
Neden ‘Muhakkak 29 Ekim günü’
Taylan Sorgun
Aydınlık Gazetesi
Cumhuriyet’in de ilanı ardından Avrupa’da siyasetçiler ve bilimciler şöyle yazıyorlardı: ‘Kemalizm aynı zamanda bir iktisadi devrimdir. Bütün dünyayı etkilemiştir...’
Emperyalizmin iki büyük kolu vardır: Siyasi emperyalizm, iktisadi emperyalizm. İktisadi emperyalizmle hedef alınan yerlerde iktisadiyat çöktürülür, iktisadiyete hâkim olunur, siyasi emperyalizmle de bütün düzenlemeler yapılır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı, devamı, sonucu “Birinci Şark Meselesi”dir. Balkanlar, Anadolu toprakları da o Birinci Şark Meselesi içinde paylaşıma sokulmuştur. Aynı zamanda kapitülasyonlarla müstemlekecilik başlatılmıştır.
Dünyanın üçüncü büyük devrimi olan Milli Mücadele ve Anadolu İhtilâli ve neticeleri karşısında Birinci Şark Meselesi önemli boyutuyla “tarihi yenilgisini” yaşamıştır. Ancak, emperyalizmin Şark Meselesi siyaseti sürmektedir. Geliştirilen siyasi ve iktisadi emperyalist hareketler, Türkiye üzerine de intikal ettirilmiştir. Bu konuda anlatması uzundur ancak bilinmelidir ki, Balyoz ve benzeri hareketler emperyalizmin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus devlet esasını bozmaya dayalı olduğu gibi, dünyanın üçüncü devriminin de gücünün başında gelen Milli Mücadele ve Cumhuriyet ordusunu tahrip etmektir. Komutanların ve aydınların hapishanelere doldurulmaları Türkiye üzerindeki İkinci Şark Meselesi’ne dahildir. Ancak bazı kafalar bütün bunlardan habersizdiler.
Irak’ın işgali ve Arap Baharı öncesinde günlük yazılarımda “İkinci Şark Meselesi” diye anlattıklarımın ardından “akılları mabadlarına sıkışmış” bir takım tipler, “Taylan Sorgun demokrat değil” laflarını etmeye başladılar. Aldıkları cevap: “Akıllarınızı mabadınızdan çıkarın” olmuştur. Bugünkü PKK terörü meselesine gelince, bunun başlangıcı yeni değildir. İmparatorluğun son dönemde İngiltere Hükümeti’nce Boş Herif denilen Şerif Paşa’ya Stockholm’de Kürt Teali Cemiyeti kurdurulmuştur ve ondan bir hafta sonra da İngilizler tarafından Ermeni Taşnak Örgütü kurulmuştur. Şeyh Sait ayaklanmasının ardında İngiliz Hükümeti vardır. Önemli siyasi görüşmeler yapılırken başlatılmıştır. Ayaklanan Şeyh Sait ve yakınlarının üzerinde İngilizlerin Stockholm’de kurdukları Kürt Teali Cemiyeti kimlikleri çıkmıştır.
İkinci mesele şudur. Elbette her düşünceden siyasi partiler olmalıdır. Ancak bölge partisi vahim bir hatadır, yanlıştır. Bazıları ellerine kalem alıp Güneydoğu Anadolu coğrafi bölgesi üzerinde haritalar çizmektedirler. Ama bilemedikleri bir husus da şudur: O bölgede Selçuki kökleriyle uzak Asya’dan gelen kökler de mevcuttur. Bir vilayette benim ailemin 600 yıllık imzası vardır. Elbette ki kendisine Kürt diyen vatandaşlarımızla aynı topraklarda beraber yaşmaktadırlar. Ve bu böyle devam edecektir. Cumhuriyet’in kuruluşu ulus devlet esasındadır. Ve bunu bozmak da imkansızdır.
Büyük Fransız Devrimi ve Sovyet Devrimi’nin ardından dünyanın üçüncü büyük devrimi olan Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali zaferi emperyalizme büyük tarihi yenilgisini yaşatmıştır. Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali’nin ardından Cumhuriyetin ilanı, saltanatın ve hilafetin kaldırılması geliyordu. Devrimler sürecekti...
CUMHURİYET MECLİSİ
1900’den 1938’e kadar olan dönemde Jöntürk hareketi ve İttihat ve Terakki içinde Mustafa Kemal Paşa ile birlikte tarihi süreci bütün yönleriyle yaşamış olanlar, o dönemleri bana bire bir, bilinmeyen yönleriyle anlatmışlardı.
Fahrettin Altay Paşa ile hatıratı üzerinde çalışırken, yazarken şunları da söylemişti:
“Cumhuriyeti ilan eden, Hilafeti kaldıran İkinci Meclis’tir. Lozan Barışı imzalanmış, ordu yeni şeklini almıştı. Bu arada İkinci Büyük Millet Meclisi seçimi başladı. Beni İzmir’den aday gösterdiler.Atatürk’ten şöyle bir telgraf aldım:İzmir’de Fahrettin Altay Paşa hazretleri,Zati halinizde İzmir’den namzet olduğunuzdan karşınızdaki şahsiyetlerle alakadar olmanız lazımdır.11.06.1923-Gazi Mustafa Kemal”
Fahrettin Altay Paşa bana bunları anlatırken şöyle devam etti:
“Bu telgraf göstermektedir ki seçim emirle değil doğru olarak yapılıyordu.”
İzmir seçim listesi İkinci Meclis’in İzmir milletvekili adayları ve kazananlar şunlardı: Gazi Mustafa Kemal, Çelebizade Seyit Bey, Mahmut Celal Bey (BAYAR), Mahmut Esad Bey (Bozkurt), Fahrettin Paşa (Altay), Saraçoğlu Şükrü Bey, Necati Bey, Tevfik Rüştü Bey (Aras) ve Rahmi Bey. İzmir seçimlerinde bu kişiler sırayla seçilmişlerdir.
KİMLERDİ?
İzmir listesinde adı geçen adayların hepsi İttihat ve Terakki mensuplarıydı. Meclis’te İttihat ve Terakki mensupları büyük çoğunluktaydı. Mesela Necati Bey aynı zamanda Kuvayi Milliyeci’ydi. İnebolu’ya gizlice götürülen silahları elinde mavzerle Anadolu’ya nakledenlerin başındaydı. Aynı zamanda Köy Enstütileri’nin bakanlarındandı. Altay Paşa bana sonra şunları söyledi:
“İşte bu İkinci Meclis’tir ki Cumhuriyeti ilan edip padişahı lağvederek Gazi Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı seçmiştir.”
CUMHURİYET’E GELİŞ ÖNCESİ: HARBİYE
Bana o günleri yaşayanlarca bire bir anlatılanlar ve verdikleri tarihi belgelere göre, geçen bir yazımda belirttiğim ve kitaplarımda anlattığım gibi Mustafa Kemal’in daha Harbiye’de öğrenciyken “Kapitülasyonların Anadolu’yu müstemleke hale getirdiğini ve kaldırılması gerektiği” gece gizli toplantılarda arkadaşlarına anlatırken, onun yanında “Avrupa devletleri milli endüstrilerini kurdular. Bize endüstrimizi kurdurmadılar. Bizim topraklarımız ise onların müstemlekesi haline geldi. Ve artık yeni bir idareye ihtiyaç var” derken Mustafa Kemal’in bu konuşmaları o zaman ki Tıbbiyelerde yayılmış ve yankılar uyandırmıştı.
ÇOK YAŞAMA
Mustafa Kemal’in Harbiye’deki konuşmaları Tıbbiye ve öteki mekteplerde yayılmıştı. 1905 yılına gelirken belli zamanlarda her mektepte olduğu gibi Tıbbiyede de öğrencilere “Padişahım çok yaşa” diye bağırtıyorlardı. Böyle bir törende bir gün yine Tıbbiyelilere böyle bağırtmak isteyen komutanlarına sırtlarını dönerek “Çok yaşama” demişler. Bunun da geniş yankıları olmuş...
‘TIBBİYE-HARBİYE-MÜLKİYE
Bu sözler zamanın aydınları arasında yayılmaya başladı. ''Harbiye-Tıbbiye-Mülkiye” hareketi ortaya çıkıyor ve bunlar 1908 Devrimi’nin önde gelenler, olduğu gibi, Cumhuriyet Devrimlerinin de önde gelen isimleri arasında yer alacaklardı. Tıbbiye’yi teşkilatlandıran Diyarbakırlı İshak Sûküti idi ve İttihat ve Terakki’ye katılmıştı. Diyarbakırlı Ziya Gökalp, İttihatçılığın Darülfûnun’daki sözcüsü idi.
‘BÜYÜK İKTİSADİ DEVRİM VE KEMALİZM’
Cumhuriyet’in ilanının ardından Mustafa Kemal’in Harbiye’de söyledikleri ile büyük devrimler yerine getiriliyordu. Cumhuriyet’in ilanının ardından batı dünyasında Avrupa devletleri arasında üniversitelerde “Kemalizm” başlığı altında araştırmalar yapan profesörler vardı. Bana verilen belgelere göre mesela Prof. Konda da “Kemalizm” başlıklı araştırmasında şöyle yazmaktadır: “Kemalizm aynı zamanda büyük bir devrim hareketidir, bütün dünyayı etkilemiştir.”
Kemalizmin Cumhuriyet’le beraber getirdiği büyük iktisadi ve sosyal devrimler emperyalizmin müstemlekesi olan yerlerde müstemlekecilere karşı ayaklanmalar başlatmıştı. (O dönemleri yaşayanların bana anlattıkları.) Ayaklanmalar Kuzey Afrika’da yayılmaya başlamış ve öteki müstemleke ülkelerine de isyanlar başlatacaktı. Avrupa’daki gözlemcilere göre Kemalizm sosyal hareketler ortaya çıkarıyordu.
SELANİK: YENİ BİR İDARE
Mustafa Kemal’in, daha öncede belirttiğim gibi Harbiye’deki konuşmaları nedeniyle Yıldız’daki mahkemede, mahkeme edilmiş Bekirağa Bölüğü Hapishanesi’ne konulmuştu. Aradan iki ay gibi bir zaman geçmişti. Mustafa Kemal’in üç öğretmeni Mektepler Nazırı’na gittiler. Mektepler Nazırı’na söyledikleri şuydu:
“Mustafa Kemal istikbal vaadeden bir Erkan-ı Harpdir. Serbest bırakılmasını istiyoruz.”
Öğretmelerden birinin eli silahının kılıfı üzerindeydi. Mektepler Nazırı Saray’a giderek Abdülhamid’e durumu anlatmıştı. Mustafa Kemal serbest bırakılmış önce Suriye ordusuna sürgün olarak gönderilmiş, ardından öğretmenlerinin faaliyetleriyle İttihat ve Terakki’nin merkezi haline gelmiş olan Selanik’te 3. Ordu’ya tayin edilmişti. Mustafa Kemal İstanbul’da olduğu gibi orada da gece toplantılarında şöyle diyordu: “Artık yeni bir idare lazımdır.” Bu sözlerin ardından yavaş yavaş “Galiba ileri zamanlarda tarih 1908’in de ötesinde yeni bir büyük inkılabı önümüze getirecek” diyorlardı. O öğretmenlerden birini Altay Paşa’nın evinde tanımıştım. Çok yaşlanmıştı.
MODROS’UN HESABI BÖYLE GÖRÜLDÜ
Cumhuriyet’in ilanına gidilen günlerdeydi, Mustafa Kemal, Mahmut Celal (Bayar) ve Fahrettin Altay Paşa’ya ve komutanlara şöyle diyordu: “Cumhuriyet’in ilanı muhakkak ve mutlaka 29 Ekim günü yapılacaktır. Ve muhakkak böyle olacaktır.” Etrafındakiler bu ısrarın sebebini anlıyorlardı.
30 EKİM MONDROS
Osmanlı İmparatorluğu devletine “emperyalizm” 30 Ekim 1918 günü Mondros teslimiyet anlaşmasını imzalatmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Adana’da Yıldırım Orduları Grubu Komutanı’ydı. Kurmay heyeti emrinde o dönem albay olan Fahrettin Altay ve Ali Fuat Paşa da vardı. Günlerden 7-8 Kasım 1918 o gece yarısı bana şöyle anlatıldı: Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği şifrenin sonunda şöyle diyordu:
“Bu mütareke ahkamını (şartlarını) kabul etmiyorum. Kendi karakterime uyacağım İskenderun’da sahile çıkacak İngilizlere ateş açılması için orduma emir verdim.” Mondros sonrası Mustafa Kemal Paşa’ya ve öteki komutanlara Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından gönderilen şifrede sahile çıkacak İngiliz orduları için “Misafireten gelmekteler” deniliyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Altay’a dönerek “Öteki komutanlarına da bu şifreyi gönderiniz” dedi. Şifre bütün komutanlara gönderilmişti. Komutanlar Mustafa Kemal Paşa’nın bir büyük ihtilale hazırlandığını konuşmaya başlamışlardı. Ve “Emrindeyiz” şifreleri gönderiyorlardı.
‘ÇEKTİĞİM AZABI BİLİRSİN’
Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Ekim’de Cumhuriyet’in ilanında ısrar etmesinin sebebi kendisi tarafından Altay Paşa’ya, Mahmut Celal Bey’e (Bayar), Ali Fuat Paşa’ya şöyle anlatılmıştır:
“30 Ekim gecesi benim öfkemi iyi bilirsiniz sizlerin de aynı öfkeleri duyduğunuzu çok iyi biliyorum. Mondros 30 Ekim’dir. 29 Ekim’de Cumhuriyet’in ilanıyla emperyalizmle bir yeni hesaplaşma ortaya çıkacaktır. Bozkırda yaktığımız ateş devam edecektir.”
BAŞKAN OLSUN
Cumhuriyet’in ilanı günleridir. Dört mebus Mahmut Celal Bey’e (Bayar) giderek şöyle demişler: “Bizde de Amerika’daki gibi başkanlık olsun. Mustafa Kemal Paşa da başkan olsun.”
Mahmut Celal Bey’in bana anlattığı cevabı dört mebusa şöyledir:
“Sakın haa... Böyle bir teklif, istek yapmayanız, ağır bir cevap alırsınız.”
Dört mebus, ertesi gün Mustafa Kemal Paşa’ya giderler. Mustafa Kemal’in yanında Altay Paşa ve iki mebus daha vardır. Dört mebus, Mustafa Kemal’e, “Paşam, Amerika’daki gibi başkanlık olsun, siz başkan olunuz...” derler. Mustafa Kemal’in cevabı şöyledir:
“Erzurum Kongresi nedir? Meclis’tir... Sivas Kongresi nedir? Meclis’tir... Geriye dönüp bakınız 1908 inkılabında hareketimizin esası Meclis-i Mebusan idi. Yani esas olan Meclis’tir. Bir daha böyle bir şey teklif etmeyiniz, Meclis’te de bunu konuşmayınız...”
HİLAFETİ KALDIRMA TOPLANTISI
Dünyanın üçüncü büyük devrimi yaşanırken, Hilafet’in kaldırılmasının da günü gelmişti. Zaten 9 Eylül’de İzmir’e girildiği gün Mustafa Kemal yanındaki kadrosuna, “Artık saltanatın da, Padişah’ın da, Hilafet’in de sonu gelmiştir” demişti. Hilafet’in kaldırılması günlerinde İzmir’de komutanlarla harp oyunları toplantısı yapılıyordu. Ve toplantının devamı sırasında Mustafa Kemal kararını açıklayacaktı. Bana anlatıldığına göre Mustafa Kemal önemli bir karar açıkladığı zaman önce herkesin gözlerinin içine bakar, sonra gereğini söylermiş. Toplantıda bulunan Altay Paşa’nın bana anlattığına göre yine öyle yapmış ve birdenbire, “Artık hilafeti kaldırma zamanı geldi, düşüncelerinizi söyleyiniz” demiştir. Komutanlar, “Emredersiniz, münasiptir” cevabını vermişlerdi. Mustafa Kemal, “Zaten Hilafet ve Saltanat ve Padişahlık Anadolu’yu müstemleke haline getirmiş halk yoksul ve fakir yaşarken Padişah da çevresi de zengin ve mesut yaşamışlardır. Halk bu kararımızı kabul edecektir” demiştir. Toplantıda Hilafet’in kaldırılması kararı verilmişti. Toplantı bitiyor salonda çıkıyorlardı. Kapının önünde süvari yüzbaşıları vardı. Mustafa Kemal, süvari yüzbaşısına “Çocuk Hilafet nedir söyle bakalım?” dedi. Süvari Yüzbaşısı yüksek sesle şu cevabı veriyordu: “...Paşam biz Anadolu’da taaaam istiklâl için savaşırken, vuruşurken Hilafet orduları bizi arkamızdan vurdular. İşte Hilafet budur Paşam...” Mustafa Kemal yanındaki komutanlarına döner, “İşte inkılapların sahipleri bu çocuklar” der.
GİZLİ KARARGAH
Mustafa Kemal Paşa’nın 7-8 Kasım 1918 günü gecesi Ahmet İzzet Paşa’ya gönderildiği şifreli mesajın ardından ordusu lağvedilmiş, kendisi İstanbul’a çağrılmıştı. 13 Kasım günü İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evi göstermeliktir. Beyoğlu Havva Sokak’ta gizli bir karargah kurmuştur. Bu karargahta Teşkilat-ı Mahsusacı’ların dahil olduğu bir büyük teşkilat vardır ve bunlara “Esir Şehrin Fedaileri” de denmiştir. Teşkilatın başında Yüzbaşı Dayı Maksut, Yüzbaşı Eczacı Celal, İttihatçı Doktor Fahri gibi isimler de bulunuyordu. Bu teşkilat önemli görevler üstlenmişlerdi. Mustafa Kemal’e karşı hazırlanan üç suikastı de önlemiş ve suikastçıları vurmuşlardır.
🎞 🗣 🎼 Republic March of Turkey- Cumhuriyet Marşı (English Subtitle)
29 October 1923. Officiall republic of Turkey was born.
Today she is 96 years old. May Turkey's 96 age is being celebrated.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Today she is 96 years old. May Turkey's 96 age is being celebrated.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
🎞🗣🎼 "Ne Mutlu Türküm Diyene" / M. Kemal'in 10. Yıl Nutku
Beste: Can Atilla
Solist: Suna Kan
''TBMM’nin 90’ıncı kuruluş yıldönümü için, Can Atilla tarafından bestelenmiş, 300 kişilik bir koro ve Suna Kan tarafından icra edilmiştir.
İyi seyirler dileriz.''
Alıntı/Kaynak: Serkan Koç / Kam Film
İŞTE M. KEMAL ATATÜRK'ÜN 10. YIL NUTKU
"Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz.Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene!
🎞 Kazım Mirşan:''1915 deki Çanakkale Zaferi Türklerin İkinci Çanakkale Zaferidir''
Aslında 1915”deki Çanakkale zaferi, Türklerin ikinci Çanakkale zaferidir. Heredot tarihine göre, Türklerin Birinci Çanakkale Zaferi, bundan 2521 yıl önce kazanılmıştır. Onlar için de bir anıt dikmemiz gerekmez mi? Kazım Mirşan ile sohbetlerimizde edindiğim ve ayrıca Mirşan”ın “Erken Türk Devletleri Tarihi” kitabından konu hakkında derlediğim bilgiler şöyle: Heredot”a göre İ.Ö. 516”da Çanakkale boğazının Anadolu kıyıları Perslerin elindeydi. Bizans donanması ile Kadıköylüler, Pers donanmasının gelişini bile beklemeden ülkelerini bırakıp kaçmışlar ve Karadeniz”e açılmışlardı. Önre Bina Başı”nın, bu duruma göre Pers donanmasından önce İstanbul”a geldiği, Ürün Beg”in İstanbul”u işgal ettiği anlaşılıyor.Ürün Beg”in buluşalım dediği başkenti Kavala”nın kuzeyindeki Filip kenti idi. Heredot, buradaki halkı “Ölmek istemeyen halk” diye anlatıyor. Çünkü son ferdine kadar savaşarak ölmüşlerdi..
Tutuk Baş mevkii, Çanakkale mevkiiydi.Heredot Büyük Türk generali ve Tarihçisi Önre Bina Başı”nın M.Ö. 20.07.516”daki Tutuk Baş (Çanakkale) Savaşı”nı şöyle anlatıyor:” yoluğMiltiades, İskitlerin önünden kaçmıştı. Çünkü Kral Darius”un kışkırtığı İskit göçebeleri Gelibolu”ya kadar inmişti.”Türk tarihçi Hoytı Tamır ise bu durumu şöyle anlatıyor:”20.07.516 günü (M. Ö.) Ok atların başkentine vardım. Dokuzuncu ayda Azak gölü kıyısında toplandık. Güzün, Asur”a saldırdım.Böylece Bü At Ögim”e karşı, Darius”un ordu sevk etmesini önledim.”Bilge Kağan ise Yoluğ Tigin”in ağzından şöyle diyor:”26 yaşımda, Pers kavmi Kırgızlara düşman oldu. İşim ırmağını geçip Perslere saldırdım. Ordusunu sançtım.”Bu savaş Heredot”un uzun uzun anlattığı Darius”un Bilge Kağan”a yenildiği savaştır. Önre Bina Başı da bu savaşı anlattıktan sonra ”İçüy Ök”ü (yani bugünkü Yunanistan”ı) ve Ög At Oğur”u (İonları) egemenliğim altın aldım” diyor.
Önre Bina Başı, Ökül Tigin ölüp, henüz kurultay toplanmadığı ve Bilge Kağan tahta oturmadığı için, oyalama savaşı vermekte ve nihai zaferin hakan tarafından kazanılması için zemin hazırlamaktadır.Bu duruma göre, Önre Bina Başı Çanakkale”de Perslerin müttefikleri ile savaşmıştır. Pers donanması ise Söke yakınlarındaydı. Sonunda Marmara”ya gelirler ve Avrupa yakasındaki kentleri harap ederler. Karluklar ise Kafkas cephesinde Perslere yenilince Önre Bina başı Çanakkale işgalini kaldırır ve ordu toplamak üzere İşim ırmağı oklarına gider. Fakat onlar asker vermeyince Karluklardan asker alarak Kafkas cephesine gelir ve Asur üzerine sefer düzenleyerek Karlukların öcünü alır. Sonuçta, Çanakkale ve İstanbul, Türk işgalinden çıkar, fakat Türük Bil devletinin Kafkas ve Doğu Anadolu sınırları Perslere karşı emniyete alınmış olur.
Türükler Babil”e sefer düzenleyince Darius da karşılık olarak Babil”i geri aldıktan sonra 513”te Susa dan sefere çıkar. İstanbul Boğazı üzerine bir köprü kurup bütün halklardan 700 bin kişilik bir ordu toplar. İonları da Tuna üzerinden seferber eder, ve Ök Ür Bud”u yok eder. Bu haber Önre Bina Başı”ya ulaşınca Türük ordusunu At Uyun Köl”e (Bugünkü Zemlanskaya gölü kıyısına) toplar. Ancak Darius”un ordusu çok büyük olduğundan ve hakan da tahta oturmadığından bekler. Darius”un ordusu yetişince, onların gözü önünde süvari olan Türük ordusunu harekete geçirerek Darius”u Astarhan”a, sonra da Bilge Kağan”ın bulunduğu Ür Arpa mevkiine doğru çeker. Darius nehri geçmek üzere iken saldırıya geçilir ve ordusu kısmen imha edilir. Darius”un bir savaş hilesi yaparak terk ettiği karargah bölgesinde Türgişler yağmaya girişip savaş dışı kaldığından, Önre Bina Başı, kalan Pers ordusuna saldıramaz. O sırada hakan de yetişir ve Türgişleri cezalandırır.Bundan sonra İ.Ö. 504 yılında Oğuzlar Çin”e girdi ve orada devlet kurdu. Bilge Kağan istemeye istemeye saldırdı ve Oğuz egemenliğini kaldırmak istedi, Ancak onun ölümünden sonra Oğuzlar Çin”e egemen oldu.Bilge Kağan İ.Ö. 494 yılında öldü, Yuğ töreni 489”da yapıldı.
Alıntı/Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=OsNvva2eLZc
Tarih 31 Ekim 1918, Adana Yeni İstasyon...
Tarih 31 Ekim 1918, Adana Yeni İstasyon...
Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım orduları kumandanlığını devraldığı Alman general Liman Von Sanders'i, emrindeki subaylar ile Adana'mızdan İstanbul'a uğurlarken görülmektedir.
Liman von Sanders 31 Ekim ayrılışını «Türkiye'de Beş Yıl» adını verdiği hatıraları arasında şöyle ifade etmektedir:
Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım orduları kumandanlığını devraldığı Alman general Liman Von Sanders'i, emrindeki subaylar ile Adana'mızdan İstanbul'a uğurlarken görülmektedir.
Liman von Sanders 31 Ekim ayrılışını «Türkiye'de Beş Yıl» adını verdiği hatıraları arasında şöyle ifade etmektedir:
30 Ekim 1923 ~ Gazi Mustafa Kemal ilk Cumhurbaşkanı seçildi.
~ 30 Ekim 1923 ~
Gazi Mustafa Kemal ilk Cumhurbaşkanı seçildi.
İsmet (İnönü) Paşa Cumhuriyet’in ilk Başbakan’ı oldu.
Başvekil İsmet Paşa'nın kurmuş olduğu hükümet Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde güvenoyu aldı.
T.B.M.M. İlk Cumhuriyet Hükümeti'nin Bakanlar Kurulu Listesi:
• Başbakan ve Hariciye (Dışişleri) Bakanı
İsmet Paşa (İnönü)
• Şer'iye (Din İşleri) Bakanı
Saruhan Milletvekili Mustafa Fevzi Efendi
• Ekranı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay)
İstanbul Milletvekili Fevzi Paşa (Çakmak)
• Dahiliye (içişleri) Bakanı
Kütahya Milletvekili Ferit Bey (Talay)
• Maliye Bakanı
Gümüşhane Milletvekili Hasan Fehmi Bey
• Müdafaai Milli (Milli Savunma) Bakanı
Karesi Milletvekili Kazım Paşa (Özalp)
• İktisat Bakanı
Trabzon Milletvekili Hasan Bey (Saka)
• Adliye Bakanı
İzmir Milletvekili Seyit Bey
• Maarif (Milli Eğitim) Bakanı
Adana Milletvekili İsmail Safa Bey (Özler)
• Nafia (Bayındırlık) Bakanı
Trabzon Milletvekili Muhtar Bey
• Sıhhiye (Sağlık) Bakanı
İstanbul Milletvekili Dr. Refik Bey (Saydam)
• İmar ve İskan Bakanı
İzmir Milletvekili Necati Bey
20191030
10 Kasım- "Atatürk's Legacy: Transforming a Nation" /"Atatürk'ün Mirası: Bir Ülkeyi Yeniden Yaratmak"
CELEBRATING ATATÜRK's LIFE AND ACCOMPLISHMENTS
Ataturk Society of America invites you to two ceremonies
in Washington, D.C. on Sunday, November 10, 2019
CEREMONY 1 ~ Pay Tribute to Atatürk
When: Sunday, November 10, 2019 8:45am
Where: By the Statue of Atatürk, Sheridan Circle,
Washington, DC
~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~
CEREMONY 2 ~ A Celebration of Atatürk
When: Sunday, November 10, 2019 2:00pm-4:00pm
Where: American University, School of International Service
3401 Nebraska Avenue, NW Washington, DC 20016
Program:
~ Statement from Atatürk Society of America
By Burak Şahin, President of ASA
~ Presentation: "Atatürk's Legacy: Transforming a Nation"
"Atatürk'ün Mirası: Bir Ülkeyi Yeniden Yaratmak"
Atatürk is the Turkish Republic.
Atatürk is revolution. Atatürk is reform.
Atatürk is science and reason.
Atatürk is education, Atatürk is innovation.
Atatürk is justice, freedom and equal rights.
Atatürk is peace at home and in the world.
Atatürk is transformation. To know Atatürk is to understand his legacy and the transforming power of his work, from his beginnings to his determination to free his nation from tyrants, traitors and invaders —enemies, foreign and domestic—, from recognizing the people’s sovereignty to each of the steps he took to create a republic from the ruins of a sunken empire. On November 10, we understand Atatürk's legacy and celebrate his greatest masterpiece.
~ Presentation will be in Turkish. ~
Refreshments will be served.
Free parking is available underneath the School of International Service building (3401 Nebraska Avenue, NW).
Alıntı: Ataturk Society of America
"Orhunca Yazıyla yazılmış Gümüş Tas" ve Altın Elbiseli Adam'ın bulunduğu mezar
Geçtiğimiz günlerde, Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen Altın Elbiseli Adam'ın bulunduğu mezardan çıkan, "Orhunca Yazıyla yazılmış Gümüş Tas" ülkemizde nedense hiç gündeme gelmiyor. Oysa bu tasın yaşı 2500 yıl.— Bumin Kağan (@6JQgD3s0thk7BWU) October 30, 2019
Düşünün bakalım bu ne demek? pic.twitter.com/ZWwWTOzyyW
Atatürk NUTUK'ta anlatıyor: Cumhuriyetin Kuruluşu Üzerine Ulusun Duyduğu Genel ve İçten Sevince Katılmaktan Çekinenler
Atatürk NUTUK'ta anlatıyor:
Cumhuriyetin Kuruluşu Üzerine Ulusun Duyduğu Genel ve İçten Sevince Katılmaktan Çekinenler
"Baylar, cumhuriyetin kuruluşu bütün ulusu sevindirdi. Her yerde parlak gösterilerle sevinç açığa vuruldu. Yalnız İstanbul'da iki üç gazete ile İstanbul'da toplanan bir takım kişiler ulusun genel ve içten gelen sevincine katılmaktan çekindi, kaygıya düştü; Cumhuriyetin kuruluşunda ön ayak olanları yermeye başladı. Söz konusu gazetelerin ve kişilerin, cumhuriyetin kuruluşunu nasıl karşıladıklarını anımsamak için, yalnız o günlerdeki yayınları gözden geçirmek yeter.
Örneğin, "Yaşasın Cumhuriyet" başlığı altındaki yazılar bile cumhuriyetin yadsınacak bir biçimde kurulup halka duyurulduğunu; bunda, "sıkboğaza getirilmiş gibi bir durum" bulunduğunu yayıyordu. Bu yazıların yazarı şu düşünceleri ileri sürüyordu:
". . . Şöyle olacağı, böyle olacağı söylenip dururken, öte yandan birdenbire, birkaç saat içinde, Anayasa değişikliği yapılıvermesi en yumuşak deyimiyle olağandışı bir davranıştır."
Bizim yaptığımız iş, "uygarlık dünyasını anlamış, okumuş, incelemiş, devlet, yönetiminde yeterlik kazanmış kafalardan çıkacak düşünce sonucu" değilmiş...
Cumhuriyetin ilanını Meclisin alkışlarla kabul etmesi, ulusun toplarla kutlaması eleştiriliyor; deniliyordu ki:
"Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve donanma yapmakla yaşamaz. Cumhuriyet bir tılsım değildir. Millet Meclisinde bir büyü yapıldı. Bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden bulunacak değildir."
"Ben cumhuriyetçiyim." diyenlerin, cumhuriyetin kurulduğu gün, kalemlerinden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En iyi hükümet biçimi ülküsünün cumhuriyetten başka bir şey olamayacağına inandığı savında bulunanların:"Cumhuriyet sözcüğüne bir put gibi tapmam." demelerindeki anlam ve amaç ne idi?
Meclis toplantı halinde bulunmadığı zaman, onun güvenoyu verdiği bir hükümetin düşürüleceği gibi bir kuruntuyu kamuoyunda canlandırıp: "Böyle bir hak padişahlara bile verilmemişti. Şimdi o hak Cumhurbaşkanına mı veriliyor?" sorusu kime ve hangi amaçla yöneltiliyordu?
Bu yazıları yazanın amacı, cumhuriyeti halka sevdirmek mi, yoksa bunun put gibi tapılacak bir şey olmadığını anlatmak mı idi? "Cumhuriyet, bize yönetim biçiminin değişmesiyle birlikte kafa değişikliği de getiriyor mu? Bakanlar Kuruluna girecek kişilere birer devlet adamı kafası armağan ediyor mu?" sözleriyle daha ilk ağızda cumhuriyetin değerini, önemini azaltmaya kalkışmak, cumhuriyetçiyim diyenlerden beklenebilir miydi?
En küçük bir esintiden bile korunması gereken yavruyu, onu beslediğini söyleyenlerin böyle hırpalaması doğru muydu?
Bu düşünceleri kapsayan gazetenin başka bir sayfasında "Türkiye Cumhuriyetinin İlanı" başlığı altında yer alan birçok sözler arasında: "... bu yeni evreye ulaşan Türk Ulusu, burada uzunca bir süre dirlik içinde dinlenebilecek; burası onun için bir canlılık ve güç, bir erinç ve mutluluk kaynağı olabilecek mi? Bu evrede, toplumsal yapısını bozmadan onu kucaklayabilecek bir çerçeve niteliği var mıdır? Cumhuriyet, olayların zorlaması üzerine Türk Ulusunun çaresizlikten kaçıp sığındığı bir saçak altı mı olacak?.." gibi kaygı ve umutsuzluk veren sözler yaymanın zamanı mıydı?
Cumhuriyetin umut, erinç ve mutluluk getireceğinde kuşkusu ve kaygısı olan kişi; umut, erinç ve mutluluğu nereden, hangi kaynaktan bekliyordu? Cumhuriyetin, ulusumuzun toplumsal yapısını bozabileceği düşüncesi, cumhuriyeti benimseyen kişilerin kafasında nasıl yer bulabiliyordu?
Başka bir gazeteci de: "Baylar, ivedi gösteriyorsunuz!"diye bağırmaya başladı.
Bu gazeteci bay, ulusu şu sözlerle jurnal veriyordu: "..bunalım, yeni bir bakanlar kurulu seçmekle giderileceği yerde, tersine son günlerin bütün gürültülerine karşın, yine kimsenin yakında kurulacağını düşünmediği cumhuriyetin, pek kanıtlı, pek kesin ve pek ivedi olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Cumhuriyetin yakın bir zamanda kurulacağını düşünmeyen, yalnız kamuoyu değildi; belki Ankara'da en önemli ve en yetkili makamlarda bulunan kimi kişiler de bunun olabileceğini akıllarına bile getirmiyorlardı."
Bu sözlerle açıkça ortaya konulmaktadır ki, son günlerin bütün gürültüleri, cumhuriyetin ilanına engel olmak içinmiş. Bu amacı güdenlerin, "karar almakta ivedilik" görmeleri olağandı. Ama, " Ülke kamuoyunun da bu görüşte kendileriyle birlik olduğunu" sanmaları yanlış idi.
Gazetesini: "Balonu uçurdular; ama görünüşe bakılırsa ucunu kaçırıyorlar!" ve: "Sular zorlayınca dolaplar döndüler (Birbirine girdiler dolâblarla âblar/Âblar galip gelince döndüler dolâblar dizelerini anımsatıyor); ama... ne yönde?" gibi çirkin, bayağı sözlerle dolduran gazeteci bay şu yolda sesleniyor ve paylayışını sürdürüyordu: "Baylar, devletin adını taktınız, işleri de düzeltebilecek misiniz?"
Bu seslenişle başlayan yazılar, şu satırlarla son buluyordu: "Biricik dilek... ülkeye ve ulusa yararlı işlere başlanılmasıdır. Eğer dün ilan edilen cumhuriyetin ileri gelenleri ve cumhuriyetçiler bunu yapabileceklerine güveniyorlarsa biz de kendilerine, öyle ise 'cumhuriyetiniz kutlu olsun baylar!' deriz."
Bizi alay edercesine kutlayan bu son cümle ile yazar, cumhuriyeti benimsemediğini, onunla ilgisi olmadığını bildiriyor.
Başka bir gazeteci yazar da, cumhuriyetin ilanı dolayısıyla yaptığı yorum ve eleştiride: "Bizi üzen nokta, Ulusal Önderimizin kendisiyle ilgilidir. En büyük ruhlu adamlar bile, kişisel erk kazanmanın çekiciliğine karşı koyamamışlardır." diyor ve bu görüşünü benim söylevlerimden aldığı sözlerle destekledikten sonra, Amerika'nın bağımsızlığını sağlayan Washington'un nasıl çiftliğine çekildiğini ve meclisin, hiçbir kişiyi düşünmeyip yalnız kamu yararını düşünerek, altı yılda anayasayı düzenlediğini ve ondan sonra nasıl Washington'a başkanlık verildiğini anlatıyor ve Anayasamızın böyle değiştirilmesinde, benim ön ayak oluşumu hoş görmüyor.
Bu yazarın ve benzerlerinin, cumhuriyeti kurmak kararının alınışında ve cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili yasada gördükleri yanlışlık ve eksiklikleri eleştirmelerindeki içtenliğe inanabilmek için çok bön olmak gerekir. Eğer bu yazarlar, cumhuriyetin ilanı günü yaygaralı saldırılara başlamayıp, önce cumhuriyet ilanını iyi gözle görseler, içtenlikle karşılasalardı; kamuoyunu kuşkuya ve düzensizliğe sürükleyecek yerde, cumhuriyetin iyi ve onun ilanının pek yerinde olduğunu kamuoyuna aşılayacak yazılar yazsalardı, ondan sonra yapacakları her türlü eleştirinin içtenliğini ileri sürmekte haklı olabilirlerdi. Ama gördüğümüz davranış böyle olmamıştır."
Alıntı: Sosyal medya
20191029
Happy 96th Republic Day! (Cumhuriyetin Kuruluğunun 96. yıldönümü kutlu olsun)
Happy 96th anniversary to the Republic, which the great genius Mustafa Kemal Atatürk called “my greatest work”! Atatürk gave freedom to a country under foreign occupation, created a nation and established laws of equal citizenship for everyone.
Atatürk’s Republic means that the people have their own rule. It means freedom.
Atatürk’s Republic is freedom of thought, freedom of mind.
Atatürk’s Republic is secularism. Atatürk’s Republic is the mind, the science, the modernization.
Atatürk’s Republic is provoke, education for people, opportunities for people, community centers for people, the village institutes, and valued citizens.
Atatürk's Republic is the state and the private sector fighting hand in hand for Turkey's development. It's about claiming national assets.
Atatürk’s Republic is to value education, to be literate and to educate girls.
Atatürk’s republic is an educated woman who reads, works, deals with science, art, sports and politics.
Atatürk's Republic is to overcome ignorance and poverty. Atatürk’s Republic is Turkish, awareness of the language.
Atatürk’s Republic is art, artist, respect for art and artist.
Atatürk entrusted the Republic to then young people of the nation with these words: "The rising new generation, the future is yours. We founded the Republic, you are the ones to elevate it and keep it alive." and in his address to the youth: "Even under these circumstances and in these conditions, it is your duty to save the Turkish independence and the Republic!”
We, as people who follow in the footsteps of contemporary, rational and scientific thought, take an oath to leave the same universal mindset to the generations behind us. Atatürk's own words are the best guide for us in this regard: "Turkish Nation, you should know that the Republic of Turkey cannot be the land of sheikhs, dervishes, disciples, and their members. The truest and real cult is the way of civilization. To do what civilization dictates is enough to be human." As we celebrate the 96th anniversary of the proclamation of our Republic, we promise to continue to promote the great Ataturk’s philosophy of peace and humanity all over the world with great pride and honor.
Alıntı/ Kaynak: Atatürk Society of America
Atatürk’s Republic means that the people have their own rule. It means freedom.
Atatürk’s Republic is freedom of thought, freedom of mind.
Atatürk’s Republic is secularism. Atatürk’s Republic is the mind, the science, the modernization.
Atatürk’s Republic is provoke, education for people, opportunities for people, community centers for people, the village institutes, and valued citizens.
Atatürk's Republic is the state and the private sector fighting hand in hand for Turkey's development. It's about claiming national assets.
Atatürk’s Republic is to value education, to be literate and to educate girls.
Atatürk’s republic is an educated woman who reads, works, deals with science, art, sports and politics.
Atatürk's Republic is to overcome ignorance and poverty. Atatürk’s Republic is Turkish, awareness of the language.
Atatürk’s Republic is art, artist, respect for art and artist.
Atatürk entrusted the Republic to then young people of the nation with these words: "The rising new generation, the future is yours. We founded the Republic, you are the ones to elevate it and keep it alive." and in his address to the youth: "Even under these circumstances and in these conditions, it is your duty to save the Turkish independence and the Republic!”
We, as people who follow in the footsteps of contemporary, rational and scientific thought, take an oath to leave the same universal mindset to the generations behind us. Atatürk's own words are the best guide for us in this regard: "Turkish Nation, you should know that the Republic of Turkey cannot be the land of sheikhs, dervishes, disciples, and their members. The truest and real cult is the way of civilization. To do what civilization dictates is enough to be human." As we celebrate the 96th anniversary of the proclamation of our Republic, we promise to continue to promote the great Ataturk’s philosophy of peace and humanity all over the world with great pride and honor.
Alıntı/ Kaynak: Atatürk Society of America
🇹🇷Türkiye'ye yakışan Türk çocuklarıydık...
- Saçlara jöle, tırnaklara oje, sürülemez,
- spor ayakkabıyla okula girilemezdi.
- Sabahları bahçede sıra olunur, pazartesi sabah Cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır ve gerçekten saygıyla durulur, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, saygı duyulurdu.
- Forma ile okula gidilir, eve gelene kadar forma çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların - eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında bir renk giymek yürek isterdi.
- Cep telefonu yoktu, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile haberleşirdi.
- Biyoloji dersinde üreme konusu anlatılırken utanılır, aruz ölçüsü ezberlerken delirilir, milli güvenlik hocaları askeri disipline sokmaya çalışırdı.
- Sınıflar kalabalık olsa da çıt çıkmadan ders dinlenir, boş derslerde sınıftan çıkılmaz, ders saatlerinde okul sınırlarını ihlal etmek isteyenlere acınmazdı.
- Ödevler mutlaka yapılır,
- Yat denince yatılır, sabah okula servis yerine otobüsle gidilir, bazen çanta yoklaması yapılır, okula yasak bir şey getirilemezdi.-okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenemez, derslerde bir şey yenemez, su içmeye gitmek için izin istenirdi.
- Birine uyuz olduysak öğretmene şikâyet eder, asla kendimiz sopayla, bıçakla girişmez, çeteleşmez, okul dışında bile kavga etmezdik. Bilirdik ki kavga edersek evde ya da okulda bi posta daha dayak var.
- Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendilik bozulmazdı.
- Yerli malı haftası sınıf pikniğine döner, her tür yiyecek bulunur ve biz bu yemekleri paylaşırdık.
- Kitap okurduk örneğin, ödev bile olsa okurduk. Değiştirip kitapları öyle okur, kütüphaneden kimlik çıkartır kütüphanede okurduk.
- Biz çok güzel öğrencilerdik. Çok zor da olsa o dönemlerde hayatın bir anlamı vardı ve biz bunu bilmesek bile hissederdik...
Alıntı: Sosyal medya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Bu yazımızda Milli Edebiyat Dönemi'nin en önemli şairlerinden biri olan Mehmet Emin Yurdakul'un "Cenge Giderken" şii...
-
Ülkemiz yer şekilleri bakımından oldukça farklı özelliklere sahiptir. Yer şekillerindeki farklılık iklimlerin bölgelere göre değişiklik...
-
* Kün-Ay tamgası ile Türklerle ilgili Göbeklitepe'de T şeklindeki dikilitaşlarda görünen Kün-Ay tamgası, Türk kavimlerinin bayrakla...