Nesini söyleyeyim canım efendim!
Pelin Sıngın
04 Aralık 2018, 01:05
Her yıl 24 Kasım’da , ‘’öğretmenim canım benim ‘’ diyerek başlayan şiirler ve şarkılarla, çiçeklerle, öğrencilerin hazırladıkları sürprizlerle; hayatımızı şekillendiren, insan yetiştirme sanatının büyük ustaları öğretmenlerimizin, Başöğretmen Atatürk’ün aziz hatırası nezdinde, Öğretmenler Gününü kutluyoruz.
Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i kuran büyük önder Atatürk; askeri ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda birçok yeniliği başlatmıştır. Bu yeniliklerden biri de, 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan kanunla, Arap alfabesi yerine,Latin alfabesinin kabulü olmuştur.
Bu tarihten itibaren, yeni harflerin öğretilerek, okur-yazar sayısının arttırılması konusunda büyük bir seferberlik başlatılmıştır. Atatürk’ün Millet Mekteplerinde bizzat tahta başında ders vermesinden sonra, kendisine 24 Kasım 1928 ‘de Başöğretmenlik ünvanı verilmiştir. Atatürk’ün 100.yaşına denk gelen 1981 yılından beri, 24Kasım günü ülkemizde Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Büyük önder, “Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” sözü ile ülkenin geleceğini gençlere emanet ederken anahtarını da öğretmenlere vermiştir.
Bugün vatan savaşını kazanmanın, Cumhuriyet’e ve bilime sahip çıkmanın anahtarı, yine öğretmenlerimizin Atatürk İlke ve devrimlerine sahip çıkmasıdır.
Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk 24 Kasım münasebetiyle yaptığı açıklamalarda;bu topraklarda, kendi kökünü yeşertecek bir köke ihtiyacımız var diyerek ,bizim kökümüzün de çok sağlam olduğunu ifade etti. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu yıllardan itibaren Köy Enstitüleri ve Öğretmen okulları ile kendi özgün eğitim sistemini yaratmış ve köklendirmişti. Bu kökler neden geliştirilip büyütülemedi? Her gecen gün müfredattan eritilerek çıkartılan Atatürk ve laiklik kavramları, tarikatlarla yapılan protokoller, Cumhuriyet’i yıkıcı ders kitapları, bu köklerden kastedilenin Atatürk ilkeleri ve inkılapları olmadığını mı ifade etmektedir?
Yine sayın Bakan işin mutfağına indiğini, birçok bölgeyi gezerek öğretmenlerle temas ettiğini, hepsinin umutlu olduğunu, ücret ve kadro sormadıklarını söyleyerek,.eğitimcilik hayatlarını daha tatmin edici kılmanın önemli olduğunu belirtti.
Bir öğretmende şefkat ve merhametin çok önemli olduğunu, çocuğa bilgi vermenin, bir taraftanda zehirlemek anlamına gelebileceğini söyleyen Sayın Selçuk, öğretmenin beyninden değil, kalbinden konuşmasının önemini vurguladı.
Katılıyorum! Hatta Sayın Bakanın birçok sorunu farkında olduğunu, çözülmesi gerektiğini ifade ettiğini bizzattakip ediyor; .onca ‘’–ecek , - acak’a’’ rağmen iyi niyetinden de şüphe etmiyorum! Ancak, her açıklamasıyla bende ‘’oynayamıyorum, yerim dar’’ hissi uyandıran Sayın Bakan’a soruyorum! Düşük gelirli, sosyal haklara sahip olmayan, gerek gıda, gerekse bilgi açısından beslenemeyen öğretmenlerden şefkat, merhamet, bilgi ve eğitimi hangi nitelikte bekliyoruz!
Beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını düzgün karşılayamayan ve bunları gidermenin peşine takılan öğretmenlerin bu sorunlar beynini yeterince meşgul ediyor ve eğitim için düşünme enerjisi bırakmıyor. Eğitmen kendisini geliştiremiyor, ufkunu bilginin geniş evrenine kaydıramıyor. Diğer ülkelerdeki meslektaşları ile aralarındaki sosyo- ekonomik uçurum da motivasyonlarının daha fazla düşmesine sebep oluyor.
Eğitim-iş in yaptığı araştırmaya göre, öğretmenlerin %77’si ekonomik koşullar ve düşük ücretler nedeniyle mesleğe olan saygınlığın azaldığını düşünürken, %64,72 si borçları nedeniyle motivasyonunun azaldığını söylüyor.
Yine öğretmenlerin yarısı, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını, yeterli beslenmediklerini ve buna bağlı olarak psikolojik sorunlar yaşadıklarını, tiyatroya gidemeyip, ayda 1 kitap dahi alamadığıklarını, tatillerini genellikle köylerinde geçirdiklerini belirtiyor. Devlet okullarında eğitimin niteliğinin düştüğünü ve okul yöneticisi olmak için torpile ihtiyaç olduğunu düşünenler de aynı oranlarda!
Sayın Bakan açıklamasında, sürekli gündemde olan atanamayan öğretmenler konusuna da değinirken, atanamayanların sayısının 400 bin (ama potansiyelde 700 bin ) kişi olduğunu ancak, buna karşılık ihtiyacın 90 bin ve her yıl emekli olan sayısının 15000 olduğunu ifade etti. Türkiye’nin insan kaynağı planlaması sorunu ile eğitimle iktisatın hiçbir zaman örtüşmediğine değinen Sayın Bakan’a yine soruyorum!Ekonominin gidişatına göre bu yıl kaç kadro ilan edileceğini, bunun hesabını Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yapacağını ifade etmek, 2040 a kadar doğacak çocuk ve öğretmen ihtiyacını tahmin etmek ve sadece atananlara formasyon verilecek olması bu rakamları kaç yılda eritecektir?
‘’Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir’’diyen büyük önder Atatürk’ten sonra, gelinen tabloda Aşık Serdari’yi anmamak mümkün değil!
Kaynak: ulusal.com.tr
Pelin Sıngın
04 Aralık 2018, 01:05
Her yıl 24 Kasım’da , ‘’öğretmenim canım benim ‘’ diyerek başlayan şiirler ve şarkılarla, çiçeklerle, öğrencilerin hazırladıkları sürprizlerle; hayatımızı şekillendiren, insan yetiştirme sanatının büyük ustaları öğretmenlerimizin, Başöğretmen Atatürk’ün aziz hatırası nezdinde, Öğretmenler Gününü kutluyoruz.
Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i kuran büyük önder Atatürk; askeri ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda birçok yeniliği başlatmıştır. Bu yeniliklerden biri de, 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan kanunla, Arap alfabesi yerine,Latin alfabesinin kabulü olmuştur.
Bu tarihten itibaren, yeni harflerin öğretilerek, okur-yazar sayısının arttırılması konusunda büyük bir seferberlik başlatılmıştır. Atatürk’ün Millet Mekteplerinde bizzat tahta başında ders vermesinden sonra, kendisine 24 Kasım 1928 ‘de Başöğretmenlik ünvanı verilmiştir. Atatürk’ün 100.yaşına denk gelen 1981 yılından beri, 24Kasım günü ülkemizde Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Büyük önder, “Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” sözü ile ülkenin geleceğini gençlere emanet ederken anahtarını da öğretmenlere vermiştir.
Bugün vatan savaşını kazanmanın, Cumhuriyet’e ve bilime sahip çıkmanın anahtarı, yine öğretmenlerimizin Atatürk İlke ve devrimlerine sahip çıkmasıdır.
Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk 24 Kasım münasebetiyle yaptığı açıklamalarda;bu topraklarda, kendi kökünü yeşertecek bir köke ihtiyacımız var diyerek ,bizim kökümüzün de çok sağlam olduğunu ifade etti. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu yıllardan itibaren Köy Enstitüleri ve Öğretmen okulları ile kendi özgün eğitim sistemini yaratmış ve köklendirmişti. Bu kökler neden geliştirilip büyütülemedi? Her gecen gün müfredattan eritilerek çıkartılan Atatürk ve laiklik kavramları, tarikatlarla yapılan protokoller, Cumhuriyet’i yıkıcı ders kitapları, bu köklerden kastedilenin Atatürk ilkeleri ve inkılapları olmadığını mı ifade etmektedir?
Yine sayın Bakan işin mutfağına indiğini, birçok bölgeyi gezerek öğretmenlerle temas ettiğini, hepsinin umutlu olduğunu, ücret ve kadro sormadıklarını söyleyerek,.eğitimcilik hayatlarını daha tatmin edici kılmanın önemli olduğunu belirtti.
Bir öğretmende şefkat ve merhametin çok önemli olduğunu, çocuğa bilgi vermenin, bir taraftanda zehirlemek anlamına gelebileceğini söyleyen Sayın Selçuk, öğretmenin beyninden değil, kalbinden konuşmasının önemini vurguladı.
Katılıyorum! Hatta Sayın Bakanın birçok sorunu farkında olduğunu, çözülmesi gerektiğini ifade ettiğini bizzattakip ediyor; .onca ‘’–ecek , - acak’a’’ rağmen iyi niyetinden de şüphe etmiyorum! Ancak, her açıklamasıyla bende ‘’oynayamıyorum, yerim dar’’ hissi uyandıran Sayın Bakan’a soruyorum! Düşük gelirli, sosyal haklara sahip olmayan, gerek gıda, gerekse bilgi açısından beslenemeyen öğretmenlerden şefkat, merhamet, bilgi ve eğitimi hangi nitelikte bekliyoruz!
Beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını düzgün karşılayamayan ve bunları gidermenin peşine takılan öğretmenlerin bu sorunlar beynini yeterince meşgul ediyor ve eğitim için düşünme enerjisi bırakmıyor. Eğitmen kendisini geliştiremiyor, ufkunu bilginin geniş evrenine kaydıramıyor. Diğer ülkelerdeki meslektaşları ile aralarındaki sosyo- ekonomik uçurum da motivasyonlarının daha fazla düşmesine sebep oluyor.
Eğitim-iş in yaptığı araştırmaya göre, öğretmenlerin %77’si ekonomik koşullar ve düşük ücretler nedeniyle mesleğe olan saygınlığın azaldığını düşünürken, %64,72 si borçları nedeniyle motivasyonunun azaldığını söylüyor.
Yine öğretmenlerin yarısı, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını, yeterli beslenmediklerini ve buna bağlı olarak psikolojik sorunlar yaşadıklarını, tiyatroya gidemeyip, ayda 1 kitap dahi alamadığıklarını, tatillerini genellikle köylerinde geçirdiklerini belirtiyor. Devlet okullarında eğitimin niteliğinin düştüğünü ve okul yöneticisi olmak için torpile ihtiyaç olduğunu düşünenler de aynı oranlarda!
Sayın Bakan açıklamasında, sürekli gündemde olan atanamayan öğretmenler konusuna da değinirken, atanamayanların sayısının 400 bin (ama potansiyelde 700 bin ) kişi olduğunu ancak, buna karşılık ihtiyacın 90 bin ve her yıl emekli olan sayısının 15000 olduğunu ifade etti. Türkiye’nin insan kaynağı planlaması sorunu ile eğitimle iktisatın hiçbir zaman örtüşmediğine değinen Sayın Bakan’a yine soruyorum!Ekonominin gidişatına göre bu yıl kaç kadro ilan edileceğini, bunun hesabını Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yapacağını ifade etmek, 2040 a kadar doğacak çocuk ve öğretmen ihtiyacını tahmin etmek ve sadece atananlara formasyon verilecek olması bu rakamları kaç yılda eritecektir?
‘’Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir’’diyen büyük önder Atatürk’ten sonra, gelinen tabloda Aşık Serdari’yi anmamak mümkün değil!
‘’Nesini söyleyeyim canım efendim,
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim .
Arzuhal etsem deftere sığmaz,
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim’’
Kaynak: ulusal.com.tr