Fazıl Say ve yeni bir tarikat
Yeni tarikat dediysem, beş altı yıl oldu. Dini değil! Kimi meyhaneler dışında dergâh falan da yok buluştukları, asıl mekânları sosyal medya, internet. Somut etkinlikleri olmasa da her yerde her şeyin en iyisini onlar bilir. Özellikleri bu. Her yerde konuşur, işe gelince kaçarlar. Kesin yargılarla beslenirler. Kimsenin okumadığı dergilerde sayfalarca yazı... Oturdukları yerden sızlanmaları bitmez. İnsanların, doğuştan kusurlarıyla bile alay edecek kadar korkunçlar. Hiçbir şeyi sevmedikleri açık.
Şükrü Erbaş röportaj verir Sabah’a, devrimciyim ama muhafazakâr okur kitlem de var, der. Aydın intiharı diye ağlarlar (ele güne sol pazarlamaktan, muhafazakâr okuru dönüştürecek inançları kalmamıştır). Erbaş’ın bugüne dek yazdığı, “farklı” tek şiirini okumamışlardır. Herkes hakkında, herkesin bildiği kadar bilirler. Kül Uzun Sürer, paralanmamıştır ellerinde.
Bülent Ortaçgil demeç verir, düşerler defterden. Düşmeleri neyse de bunun Ortaçgil’in umurunda olmadığını bilmezler. Erdal Beşikçioğlu, Dağlıca’da askerken nöbet tuttuğunu anlatır, insanlık düşmanı ilan ederler. Yıllardır önüne yattıkları uyuşturucu satıcısı terör örgütünden Beşikçioğlu hoşlanmaz çünkü; silerler. Oyunculuğunun değeri yoktur, kendi renklerinden oyuncu olmasını isterler.
Hep, çok ilerde bir gün kazanacaklardır ama şu sıralar biraz kaybetmektedirler. Bildiklerini yarım bildiklerinden, dini eğilimini ilk kez duymuş olacaklar, Mazhar Alanson bir şeyler söyler. Delirirler. Sözde klasik müzik severler ama dinledikleri ustaların çoğu inançlıdır; bilmezler. Mazhar inanıyorsa kötüdür ama Cohen’in Hallelujah’sına bayılırlar. Ucuzdurlar. Fiyatının olmadığını reklam eden herkes gibi ucuza alınıp satılırlar. YAPILAN İŞ, önemsizdir onlar için. Dergileri, kapanınca; yayınevlerini, batınca; sanatçıları, ölünce severler. Bir tür gizli düşman!
İnsanın geçiciliği ne, zaman niye sonsuz, bilmezler. Sözde sevdikleri Nâzım’ın insani gelgitlerinden, geldiği yerden bile haberleri yoktur! Atlılar ve rüzgâr kanatlılar, o kadar. Ağa Camii şiirini duymamışlardır. Bu yıvışık tarikata göre insan dümdüzdür. Boyuna liyakat derler; İlber Ortaylı Kültür ve Turizm Bakanlığı danışmanı olunca köpürürler. Aynı göreve bakkal Mahmut Amca atansın, layık değil diye ona da köpürürler. Onları mutlu edecek tek şey var. Onu da burada ben söyleyemem.
Herkesin yazdığı konuda yazmayı sevmem ama bu tarikat bir haftadır mesaide. Türkiye’nin dünyaca tanınan değeri Fazıl Say’ın Truva Sonatı’nın prömiyerine Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı katıldı. Ortalık karıştı. Katılmasa, yine karışırdı. Katılınca da karıştı. Bunca doğal şeyden ortalık karıştırmak onlara düşer.
Say, dünyası müzikle dolu naif adam. Türkiye’yi müzikle dönüştürme derdi var. O kadar muhalif. Ne yapsın, onlar gibi devrimci falan değil! Yılın neredeyse tümünü konserlerde geçirir, Anadolu’ya gider çalar, Paris’e gider çalar; hangi ülkeye gidip vatandaşlık istese kabul görecek ama rakısını Burgazada’da içer. Kalan zamanda beste yapar, arada sosyal medyadan sevdiği ressamları paylaşır, kısacası İŞİ vardır Fazıl’ın. Yıpratılmasının sebebi budur. İşini “kendi halınca” iyi yapıp başarılı olanla asalakların farkını gözümüze sokar...
Say’ın var oluş amacı müzik yapmak, onlar gibi AKP’yi devirmek değil (on altı yıldır beceremediler de). Say, normal bir insan, savruluşları var, etten, kemikten. Ona dokunabilirsiniz ama ötekilerin yanına varılmaz kibirden. Bu cumhuriyetin dâhi çocuk projelerinde yetiştiği için bile kimi liberal çevreleri zamanında rahatsız eden biri Say. Ulaşılabilirliği, özel yaşamı, kalbi elinde oluşu; alışık olduğumuz şeyler değil. Biz pusuyu severiz, Fazıl düello insanı!
Hükümetle arası uzun süre kötüydü Say’ın. Ardından annesini kaybetti. Cenaze namazına gitti adam. Nasıl gider, diye bağrıştılar bu kez, namaz falan! Bir cenazede olsun, doğru dürüst tabut omuzladıkları görülmemiştir. Cami avlusunda daima sırık gibi durup bakınırlar. Derken hükümetin tepesinden o acılı günde telefon gelir Say’a. Cumhurbaşkanı hattadır, başsağlığı diler. Say reddetmez konuşmayı. Çünkü ölüm her şeyden üstün, ders verir, her şeyi çözer. Felaketlerde buluşmayan, hiçbir şeyde buluşmaz çünkü. Vatan, buluşabilen insanların yeridir. Buluşmak zorunlu mu; ölümde sorulmaz. Öldürülenler vardı derler, Say öldürmedi kimseyi. Adam müzisyen.
Derken Erdoğan’ın jestine samimiyetle karşılık verdi Say. Uzun süre sonra hükümet, kendinden olmayan ama ülkenin en muteber adamlarından biriyle buluştu. O gece cumhurbaşkanının ekibinde bulunan ABD’li bay da Truva’yı dinledi, İzmir Marşı’nı alkışladı böylece. Orada ne işi vardı bilemem, Amerikalı değilim. Şu tarikata sorun, belki onların PKK’lı arkadaşları bilir. Amerika ile hepsinin arası iyidir. Yine de senatör, Gazi Paşa’nın, intikamını aldım dediği Hektor’u hatırlamıştır en azından. Say, selam verirken eğilmiş dediler, İzmir Marşı çalmasıyla alay ettiler! Bu tarikatta herkes işine bakar ey okur, ekmek peşindedirler. Çoğu ağzını açmamıştır, Demirtaş zamanında Erdoğan’ı alkışlarken.
Bu hafif yakınlık, kültür hayatımıza olumlu sonuçlar getirebilir. Yeni operamızın sanat danışmanlığını bıyıklı amcalar yerine Fazıl Say’ın yaptığını düşün. Sonunda AKP gider mi? Bilemem, Fazıl Say politikacı olsa oy verdiğimiz için ona hesap sorardık. Fakat adam işini yapıyor. Devrim, işini iyi yapmakla başlar.
İŞ deyince, tüm karmaşada ilk kez dinleyiciyle buluşan Truva Sonatı hakkında, kimsenin tek satır yazmadığına da dikkat lütfen. Ne dedik, onlar, iş yapan insana düşmandır; Nâzım’ın dediği gibi tam!
Alıntı/Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/fazil-say-ve-yeni-bir-tarikat-onur-caymaz-kose-yazilari-ocak-2019